| 
Şengül Şirin  | 
				  Türk Tiyatrosu-Geleneksel Tiyatro 
 
            Türk   Tiyatrosu-Geleneksel Tiyatro
 
 Türklerde   tiyatro sanatının başlangıcı Orta Asya'da yaşadıkları dönemlerin  birtakım  törenleri ile ilkel taklit gösterilerine kadar uzanmaktadır
  Ama bu sanatın  gelişmesi Türkler'in Anadolu'ya gelmeleri, özellikle de  1453'te İstanbul'u  fethetmeleri ve burayı başkent yapmaları ile daha da  hızlanmıştır  Bu dönemden  sonraki Türk tiyatrosu geleneksel tiyatro ve  batı etkisi altında gelişen tiyatro  olarak ele alınabilir  
 Geleneksel  Tiyatro
 
 
  
 
 Tiyatro  tarihçileri bu başlık altında genellikle "seyirlik köy  oyunları", "kukla",  "meddah", "Karagöz" ve "ortaoyunu" gibi gösteri  türlerini inceler
  Şarkı, dans  ve söz oyunlarına dayanan geleneksel  tiyatro yazılı bir metne dayanmaz  Güldürü  öğesi ön plandadır  Genellikle sahnesiz bir tiyatrodur  Bunlardan seyirlik köy  oyunlarının  kökeni tarihöncesi bolluk törenlerine ve ilkel inançlara uzanır  Bunlarda Türkler'in Orta Asya'dan getirdikleri inançların izleri olduğu  gibi,  Anadolu'da daha önce yaşamış olan toplulukların kültürlerinin de  katkısı vardır  Bu oyunların başlangıçtaki amaçları zamanla değişmiş  olsa bile, Türk köylüsünün  bu geleneği  sürdürdüğü görülür  Seyirlik köy oyunlarının başlıca türleri   şunlardır: Ölüp dirilme, kız kaçırma, günlük hayattan sahneler, esnaf  oyunları,  tarımla ilgili oyunlar, hayvan benzetmeleri, şakalar ve  dilsiz oyunları, çoban  oyunları, efsane ve masallardan oyunlar  (Keloğlan, Köroğlu, Köse vb)  
 Kukla ise  Türkler'in Anadolu'ya geldiklerinde birlikte getirdikleri  bir gösteri sanatıdır
  İstanbul'da Osmanlı döneminde el kuklası, ipli  kukla, sopalı kukla, araba  kuklası, yer kuklası, ayak kuklası, iskemle  kuklası gibi değişik  türde kukla  gösterileri 19  yüzyıla kadar geliştirilerek  sürdürülmüştür  Ama kukla sanatı,  belki de ondan daha eski bir gösteri  türü olan meddahlık ve İstanbul'a 16  yüzyılda geldiği sanılan Karagöz  kadar yaygın olmamıştır  
 Meddahlık,  bir konuyu oynayarak anlatma sanatıdır ve İslam ülkelerinde  oldukça yaygın bir  gelişme alanı bulmuştur
  Öbür gösteri türlerinde  güldürüye ağırlık verilmesine  karşılık meddahlıkta acıklı, duygusal,  dinsel ve kahramanlıkla ilgili konulara  da rahatlıkla yer  verilebiliyor; dinleyicilerle özdeşlik kurulabi-liyordu  Aynı  zamanda  "kıssahan" diye anılan meddahlar, sarayda olduğu gibi halk arasında da   büyük ilgi görmüş, özellikle kahvehanelerde Istanbullular'ın eğlence   gereksinimini yüzyıllar boyunca karşılamıştır  Fatih Sultan Mehmed'in  sarayında  Mustafa, Balaban Lâl ve Ömer adlı kıssahan ve nedimleri daha  sonra, II  Selim  döneminde Nakkaş Hasan, Çokyedi Reis, III  Murad  döneminde ise Meddah Eğlence,  Lâlin Kaba diye bilinen Bursalı Seyit  Mustafa Çelebi ve Derviş Hasan gibi  meddahlar izlemişlerdir  
 Bu  geleneksel "temaşa" türü İstanbul'da Cumhuriyet  döneminin ilk yıllarına  kadar daha pek çok sanatçı yetiştirmiş, bunlardan Şükrü  Efendi, İsmet  Efendi ve Meddah Sururi gibi sanatçıları görüp dinlemiş olan bazı   İstanbullular onların ününü canlı birer tanık olarak günümüz kuşaklarına  bile  iletmiştir
  Meddahlık  sanatı, İmitatör Rasih'le birlikte bir ölçüde zamana uymuş,  1940'larda ise ünlü  sinema ve seslendirme sanatçısı Ferdi Tayfur  meddahlığa tam anlamıyla çağdaş bir  nitelik kazandırmıştır
  Günümüzde  Celal Şahin ve Orhan Boran  gibi bazı sanatçıların bu geleneksel sanat türünü günün  koşullarına uygun bir  biçim ve içerikle sürdürdükleri, ünlü tiyatro  oyuncularından Erol Günaydın'ın  ise meddahlığı geleneksel özellikleri  içinde yaşatmaya çalıştığı söylenebilir  
 Türkler'in  toplumsal yaşamında Önemli bir yeri olan bir başka  geleneksel gösteri türü de,  bir çeşit gölge oyunu olan Karagöz'dür
  Gölge oyununun kökeni konusunda değişik  görüşler ileri sürülmektedir  Eldeki kaynaklara göre bu sanatın Cava, Endonezya  ya da Çin gibi bir  Uzakdoğu ülkesinde ortaya çıkmış ve Hindistan üzerinden  Ortadoğu'ya  gelmiş olması akla yakındır  Bazı kaynaklar Karagöz' ün 14  yüzyılda   Orhan Gazi zamanında Bur-sa'da ortaya çıktığını ileri sürüyorsa da,  günümüzde  daha yaygın bir görüşe göre Türkler gölge oyunu tekniğini 16  yüzyılda Mısır'  dan almış ve bu oyun türüne Karagöz adı altında kesin  biçimini 17  yüzyılda  kazandırmışlardır  Karagöz de  meddahlık gibi, bir kişinin yaratıcılığına dayanan bir  gösteri türüdür
  "Hayalî"  ya da "hayalbaz" denilen karagözcünün bir de  "yardak" adı verilen yardımcısı  vardır   
 Klasik bir Karagöz oyunu  genellikle dört bölümden oluşur:
 
 
  
 
 1)  Hacivat'ın semai söyleyerek perdeye geldiği ve perde gazelini  okuduktan sonra  dua edip Karagöz'ü perdeye çağırdığı "mukaddime"   (giriş) bölümü;
 2)  Hacivat'la Karagöz arasında geçen ve doğrudan doğruya konuyla  ilgisi olmayıp  daha çok Karagöz'ün yanlış anlamalarından ortaya çıkan  güldürücü "muhavere"  (karşılıklı konuşma) bölümü;
 3) başka  kişilerin de katıldığı ve oyuna adını veren olayların yer  aldığı "fasıl";
 4)  Karagöz'le Hacivat arasında geçen kısa bir uzlaşma konuşmasıyla  noktalanan  "bitiş" bölümü
  
 Karagöz  oyunlarının konuları çoğunlukla gerçek yaşamdan alınmış  sahnelerden oluşur:  Mahalle yaşayışı, esnaf ve evlenme töreleri,  toplumsal ve siyasal taşlamaya  elverişli olaylar gibi
  Bunun dışında  Ferhad ile Şirin, T ahir ile Zühre, Arzu  ile Kamber gibi halk  hikâyelerinden, olağandışı öğelere yer veren masallardan da   yararlanıldığı görülür  Sarayda oynatılan örneklerinde belli bir  inceliğe ulaşan  Karagöz oyunlarının, özellikle Osmanlı toplumunun  kadınların ve erkeklerin  birlikte eğlenmelerini yasakladığı bağnaz  dönemlerinde, daha çok yetişkin, erkek  seyircilerin gittiği  kahvehanelerdeki gösterilerinde açık saçık bir kimliğe  büründüğü de  göze çarpar  Karagöz'ün başlıca dağarcığı 28 oyundan oluşmakla   birlikte, zaman zaman güncel olaylardan da esinlenerek yeni Karagöz  oyunlarının  türetildiği görülmüştür  Oyunun iki baş kişisi halk  zekâsını ve halkın güldürü  anlayışını simgeleyen Karagöz ile halkın  gözündeki bilgiç Osmanlı "münevverini"  temsil eden, ama bir yandan da  Karagöz'e ve mahalleliye yardımdan geri kalmayan  Hacivat'tır  Bunlar  dışında Tiryaki, giyimine düşkün Mirasyedi Çelebi,  genellikle "zenne"  denilen genç kadın tipleri, mahallenin aptalı Beberuhi,  Tuzsuz Deli  Bekir, Zeybek gibi kabadayı ve külhanbeyi tipleri, Kürt, Laz,   Kastamonulu, Bolulu, Acem, Rumelili, Yahudi, Rum, Ermeni, Arap, Zenci,  Frenk  gibi taşralı ya da azınlıktan olup şive taklidi yapan ve Osmanlı   İmpa-ratorluğu'nun değişik kesimlerinden gelip İstanbul'da toplanmış  olanlar ile  cin, büyücü, yılan ve canavar gibi olağanüstü yaratıklar  vardır  
 Geleneksel  Türk tiyatrosunun parlak bir örneği olan Karagöz'ü 16
  yüzyıldan bu yana pek çok  usta hayalci geliştirip zenginleştirmişse de  bu sanat türünün bütün  inceliklerini bilen geleneksel hayal ustalarının  nesli artık tükenmiştir  Karagöz sanatını zamanımıza kadar getirmiş  büyük hayalciler arasında Hayali  Memduh Bey ile Hayali Küçük Ali'den  sonra günümüzde bu sanatı yaşatmaya çalışan  Tacettin Diker ve Metin  Özlen'in adlarını da anmak gerekir  
 Geleneksel  Türk tiyatrosunun birçok bakımlardan Karagöz'e benzeyen,  ama canlı1 oyuncularla  oynanan bir türü de ortaoyunudur
  16  ve 17  yüzyıllardaki "kol oyunu", "taklit  oyunu", "meydan oyunu" ve "zuhuri"  gibi oyuncu kollarının gösterilerinden  kaynaklanan bu gösteri türü  kesin biçimini ve "ortaoyunu" adını 19  yüzyılda  almıştır  Karagöz'de  ve İtalyanlar'ın commedia deliarte'sinde olduğu gibi  ortaoyununda da  yazılı bir oyun metni yoktur  Ana çizgileri bilinen bir konu ele   alınarak, oyuncuların doğaçlama, yani tuluat yoluyla geliştirdikleri  olaylar  dizisi, gene Karagöz'dekine benzer konular ve ondakine benzer  oyun kişileriyle  sahneye getirilir  Oyun yeri seyircilerin çevrelediği  hemen hemen boş bir  alandır  15x25 metrelik yuvarlakça bir alanın  çevresinde erkek seyircilerle  kadın seyirciler ayrı ayrı yerlerde  otururlar  Ortaoyununda Karagöz'ün karşılığı  Kavuklu, Hacivat'ın  karşılığı ise Pişekâr'dır  Öbür oyun kişileri Karagöz'deki  kişilerle  büyük benzerlik gösteren kalıplaşmış tiplerdir  Ortaoyunu da Karagöz   gibi dört bölümden oluşur  
 Ama burada perde gazeli yerine Pişekâr'ın  seyirciyi  selamlaması ve zurnacıyla konuşarak oyunu açması, "muhavere"  bölümünde ise  Pişekâr ile Kavuklu'nun tanışma konuşmaları ("arzbâr") ve  Kavuklu'nun sonunda  rüya olduğu anlaşılan bir olayı anlatması  ("tekerleme") gibi özellikler  ortaoyunu-nun Karagöz'den ayrıldığı bazı  ayrıntılardır
  Ortaoyunu günümüzdeki  epik tiyatroyu andıran açık  biçimiyle her türlü yeniliği özümleyebilecek bir  yapıya sahip olmakla  birlikte, en parlak örneklerini verdiği 19  yüzyılda bir  yandan tuluat  tiyatrosunun yozlaştıncı etkisi, bir yandan da batı etkisinin   İstanbul'da yaygınlık kazanması yüzünden daha fazla gelişe-meden sınırlı  bir  ölçüyü aşamamış ve güdük kalmıştır  Günümüzde bu türden  yararlanarak çağdaş ve  yerli bir tiyatro yaratma çabaları da sürüp  gitmektedir  Bu denemelerin başarılı  örnekleri arasında İstanbul  yaşayışını canlandıran Ahmet Kutsi Tecer'in  Köşebaşı, (1948), Oktay  Rifat'ın Oyun İçinde Oyun (1948), ve Haldun Taner'in  Gözlerimi Kaparım  Vazifemi Yaparım (1964) oyunlarını sayabiliriz   
			
			
			
			 
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   |