Şengül Şirin
|
Cevap : İslam Devletinin Kuruluşu
Sosyo-Ekonomik, Politik ve Stratejik Uzlaşma
Peygamber (s a v ) efendimiz, toplumlarım düzene sokmak, ekonomik ve sosyal alanda yardımlaşmalarını temin etmek, aralarındaki siyasi işleri düzenlemek boy ve kabileleri arasında dostluk sağlayıp birbirleriyle uzlaştırmak, iyiliği yerleştirip kötülüğü uzaklaştırmak, zulmü ortadan kaldırmaya çalışmak, bireysel ve toplumsal olarak birbirlerine haksızlık etmelerini önlemeye çalışmak hususunda îslami hükümleri açıklamak üzere müminlere Allah´ın bir emri olarak bir belge hazırladı Müminlere ne gelirse, yahudilerle diğerlerine de gelecekti Onlar da müminlerle aynı haklara sahip olacak ve müminlerin tabi bulundukları yükümlülüklere tabi olacaklardı Dinleri huhusun-da zarar görmeyecek inançları nedeniyle tecavüze uğramayacaklardı Ancak, liderlik, Hz Peygamber, de bulunacaktı Bu sebeple bu belge, yahudiler için, peygamber efendimizin kendilerine vermiş olduğu bir akidname hükmünde olmuştur Belgede şunlar yazılıydı:
"Bismillahirrahmanirrahim Bu, peygamber Muhammed (s a v ) tarafından, Kureyşli ve Yesripli mümin ve müslüman-larla, onlara bağlanmış ve katılmış olanlar ve onlarla birlikte cihad edenler arasında yazılan bir belgedir Muhakkak ki onlar, diğer insanlardan ayn bir toplulukturlar
Kureyş´ten olan muhacirler, kan diyetlerini aralarında -geleneğe göre- ortaklaşa ödeyecekleri gibi, esirlerinin kurtuluş fidyelerini de -müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde- ortaklaşa ödeyeceklerdir
Avfoğulları da öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini -geleneklerine göre- ortaklaşa ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyelerini, mü´minler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir
Said oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre ortaklaşa ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyelerini , müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir
Haris oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir
Cüşem oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir
Necaroğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir
Amr bin Avfoğullan, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde ödeyeceklerdir
Nebitoğulları, Öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini geleneklerine göre müştereken ödeyeceklerdir Her grup, esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında bilinen meşru ve adil esaslar çerçevesinde Ödeyeceklerdir
Müminler borçlu ve çoluk çocuğu kalabalık olduğu için sıkıntı çekmekte olanları kendi hallerine bırakmayarak kurtuluş fidyelerini veya kan diyetlerini, aralarında bilinen meşru esaslar çerçevesinde Ödeyeceklerdir
Hiçbir mümin diğer bir müminin mevlası (azatlısı veya yardımcısı) ile aleyhte bir anlaşma yapmayacaktır
Takvalı müminler; içlerinden azgınlık ec|en, zulüm veya haksızlık yapmak isteyen veya günah işleyen veya düşmanlık eden ya da müminler arasında karışıklık çıkaran kimseye karşı cephe alacaklar ve o, onlardan birinin evladı da olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır
Hiçbir mümin, bir kafir için bir mümini öldürmeyecek ve mümine karşı kafire yardım da etmeyecektir Allah´ın ahdi ve teminatı (müminlerin hepsi için) birdir Onların en aşağı du-rumdakilerini dahi kapsamına alır Müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin dostudurlar
Yahudilerden bize tabi olanlar, asla zulme maruz kalmaksızın ve aleyhlerinde bir yardımlaşma olmaksızın bizden iyilik ve yardım göreceklerdir
Müminlerin barışı birdir Hiçbir mümin, Allah yolundaki bir savaşta müminlerden ayrı olarak barış yapmayacaktır Ancak, aralarında eşitlik ve adalet çerçevesinde hep birlikte barış yapacaklardır Bizimle birlikte gazaya katılan gaziler, kendi aralarında birbirleriyle nöbetleşeceklerdir
Müminler, birbirlerinin Allah yolunda dökülen kanlarının öcünü alacaklardır
Takvalı müminler, en güzel ve en doğru yol üzerindedirler Hiç bir müşrik, bir Kureyşlinin malını, canını korumayacak Bu yolda bir mümine de engel olmayacaktır
Bir kimsenin bir mümini sebepsiz yere öldürdüğü kesin delillerle tespit edilirse katile kısas uygulanacaktır Ölenin velisi buna rıza göstermeyecek olursa bütün mü´minler ona karşı kıyam edip karşı duracaklardır Bundan başka bir yol tutmaları helal olmaz
Bu sahifedekileri kabul ve ikrar eden, Allah´a ve ahiret gününe inanan bir mü´minin, ortaya kötü bir şey çıkaran kimseye yardım etmesi ve onu barındırması helal değildir Böylesine yardım eden ve onu barındıran kimsenin üzerine, kıyamet gününde Allah´ın gazap ve laneti olsun Onun ne tevbesi, ne de kurtuluş fidyesi kabul olunmayacaktır
Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüzde o şey, şanı yüce olan Allah´a ve Muhammed (s a v )e havale edilecektir "
Bu maddeler, müminlerle ilgiliydi Hz Peygamber, bu maddeler çerçevesinde müminlerle muahede yapmıştı
Yahudilerle Yapılan Anlaşma:
Yahudileri ilgilendiren sayfa ise, her iki tarafı bağlayan bir anlaşma belgesiydi, Belgede şunlar yer almaktaydı:
"Yahudiler, müminlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe savaş masraflarına katılacaklardır Avf oğulları yahudile-ri, müminlerle birlikte bir topluluk teşkil edecekler; yahudiler kendi dinlerinde, müslümanlar da kendi dinlerinde kalacaklardı Onların müttefikleri için de, kendileri için de bu böyledir Ancak ki, bunlardan bir zulüm veya bir kötülük işleyen sadece kendini ve ailesini tehlikeye atmış olur Neccaroğulları yahudi-leri hakkında konulan hüküm, Avfoğulları yahudileri hakkındaki hüküm gibidir Haris oğulları ve Saide oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm de Avf oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir
Cüşel oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm, Avfoğulları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir
Evs oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm, Avf-oğul-ları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir
Salebe oğulları yahudileri hakkında konulan hüküm, Avfo-ğulları yahudileri hakkında konulan hüküm gibidir Bunlardan bir zulüm veya kötülük irtikab eden kimse, sadece kendini ve ailesini tehlikeye atmış olur
Cefne de, salebe oğullarının bir kolu olup, onların tabi oldukları hükümlere tabidirler
Şutaybe yahudileri de Avf oğulları yahudileri gibi olup aynı hükümlere tabidirler
Salebe oğullarının müttefikleri de kendileri gibidirler Yahudilere karışmış ve bağlanmış olanlar da yahudiler gibidirler
Yahudilerden hiç kimse, Muhammed (s a v )in izni olmadan askeri bir sefere çıkamıyacaktır Bir yaralamanın Öcünü almayacaktır
Fırsat kollayarak cinayet işleyen kimse, o cinayeti, kendi şahsına ve ailesine karşı işlemiş olacaktır Bu hususta dürüst davranandan Allah razı olacaktır (Savaşma durumunda) Yahudilerin masrafları kendilerine, müslümanların masrafları da kendilerine ait olacaktır Şu kadar ki onlar, bu sahife sahiplerine savaşanlara karşı, aralarında yardımlaşacaklar ve aralarında Öğüt verme, kötülük değil de iyilik dileme esas alınacaktır Elbetteki iyilik, kötülükten ayrıdır Hiç kimse müttefikine kötülük yapmayacak, mazluma yardım edilecektir Yahudiler, müminlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe, savaş masraflarına katılacaklardır
Yesip beldesinin içi, bu sahife sahipleri için haram ve dokunulmaz bir bölgedir
Zarar verici ve kötülük işleyici olmamak kaydıyla Himayeci de himaye edilen gibidir
Bu sahife sahipleri arasında herhangi bir hadise veya çekişme çıkar, bunun onların aralarını bozmasından korkulursa, o iş, şanı yüce olan Allah´a ve Rasulü Muhammed (s a v )e havale edilir
Şüphe yok ki Allah, bu sahifedekilere riayetsizlikten son derece sakınan, doğruluğu ve iyiliği prensip edinenlerden razı olur
Ne Kureyşliler, ne de onlara yardımcı olanlar asla himaye´ görmeyeceklerdir
Yesribe saldıracak kimselere karşı onlar (müslümanlarla yahudiler) kendi aralarında yardımlaşacaklardır Yahudiler barış yapmaya ve barış akdine katılmaya (müslümanlar tarafından çağırıldıklarında o barışı akdedecek veya o akde katılacaklardır Yahudiler tarafından müminlere böyle bir davet yapıldığında, davetlerine icabet edilmesini müminlerden isteme hakkına sahib olacaklardır Din uğrunda savaşanlar, bundan müstesnadır Herkes, kendisini ilgilendiren kısımdan sorumludur
Bu sahife sahipleri için konulan kabul edilen hükümler, aynen Evs yahudilerinin Mevlalarına ve kendilerine de -bu sahife sahipleri tarafından- iyi niyetle tatbik olunacaktır Şüphe yok ki iyilik, kötülükten ayrıdır Kazananın kazancı, ancak kendisi-nedir
Muhakkak ki Allah, bu sahifedekilere en doğru ve en iyi şekilde riayet edilmekten hoşnud olur Bu sahife, bir zalimi ve suçluyu cezalandırmaya asla engel olmayacaktır Medine´den çıkan da emniyette, Medine´de oturan da emniyette olacaktır Bir zulüm veya suç işleyen kimse, bundan müstesnadır
Belgeye Bir Bakış
Hz Peygamber (s a v ) efendimizin, muhacirlerle ensar ve müminlerle yahudiler arasında fark bulunmaksızın Medine-i Münevvere ahalisi için yeni bir toplum tanzim ederken dayandığı bu belge üzerinde şu mütalaalarda bulunmamız mümkündür:
a- Medine-i Münevvere´de kurduğu yeni düzen gereğince Hz Peygamber, belgedeki hükümleri uygulama yetkisine sahip ilk lider olmuştu Bu nedenle de yahudiler içinden her hangi bir grubun, kendisinden izinsiz olarak savaşa çıkmalarına izin vermemişti Bununla hayrı elde etmek, şerri bertaraf etmek, dürüst davranmak, kötülük ve düşmanlık hususunda yardımlaş-mamak esası üzerine kurulması istenen Medine toplumu, durumunu sarsacak bir tehlikeye düşmekten kurtulmuştur
b- Medine´de oturan yahudiler, bu belge uyarınca tek statüye tabi reaya olmuşlardı Başkalarından ayrı olarak, sadece kendilerine uygulanan özel hükümler olmayacaktı Ama bunun yanında dinlerini muhafaza edebileceklerdi İnançlarına saygı gösterilecekti Kimse onlara haksızlık etmeyecekti Allah´ın hükmüne tabi olacaklardı Gerekli durumlar dışında Hz Peygamber, onların arasında çıkan davalara bakmayacak ve hüküm vermeyecekti Onlara uygulayacağı idare tarzını Cenab-ı Allah şöyle açıklıyordu:
"Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, yahut onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler Allah, adil olanları sever/´ (Maıde: 42) Bu ayet gösteriyor ki, yahudiler; canların dokunulmazlığı, zulmün haramlığı gibi kamu düzeniyle ilgili hükümlere uymakla yükümlüdürler Ama Hz Peygamber özel durumlarına karışmayacaktı Kendileri gelip müracaatta bulunmadıkları takdirde, şahsi davaları, Hz Peygamber, tarafından hükme bağlanmayacaktı O dilerse hüküm verecek; dilerse bundan kaçınacaktı Bu nedenle Medine yahudilerinin, ahkam bakımından zımmiler gibi olduklarını söyleyemeyiz
c- Peygamber efendimizin Medine halkıyla yaptığı anlaşma, aşiretler arasındaki yardımlaşma esasına dayanıyordu Her aşiret, kendi aralarındaki güçsüz adamlarını koruyacak, birbirlerine iyilikte bulunacak, esir düşen adamlarının kurtuluşCfîd-yesini ve ölülerin diyetlerini vereceklerdir
Bu da düşmanlık Ve intikam ölçüleri çerçevesinde değil de iyilik ölçüleri çerçevesinde her şahsın, kendi ailesi için hürmete layık muhterem bir varlık olduğuna işaret ediyor
d- Aşiret içindeki dahili yardımlaşma yanında, bütün müminler, hatta toplum, mazluma yard
Bu hüküm, kısasa dair nassm nüzulü esnasında ortaya çıktı Buna göre müminlerin hepsi, kısasta maktulün velilerine yardımcı olacaklardır Bir hadise çıkaran veya kin, düşmanlık saçan kimsenin meydana getirdiği zararı ortadan kaldırmak için, toplum bireyleri elbirliği edeceklerdir Bu faziletli yardımlaşma sayesinde, toplumun, yararına olan ve ona fayda getiren zararları ortadan kaldıran davranışlar desteklenmiş oluyordu
Bu anlaşmaya göre, Hz Peygamber´in düşmanları yahudiler tarafından da düşman olarak bilinecekti Bu sebeple Kureyşliler ve yardımcıları, yahudiler tarafından desteklenmeyecek-ti Yahudiler, müşriklerle dostluk kurmayacaklardı Çünkü müşrikler, hem Allah´ın, hem de onların düşmanlarıydılar Bu anlaşma ise, müslümanı ve yahudisiyle, Medine halkını tek bir halk haline getiriyordu Düşmanları aynı olduğu gibi, dostları da aynı olmalıydı Böyle bir birlik sağlanmadığı sürece aynı toplum içinde yaşayan insanların güvenlik içinde olmaları mümkün değildir Medine ehlinden bir kısmına saldıran, bütün Medine halkına saldırmış sayılacaktı Şüphesiz ki bu hüküm, yahudileri de bağlıyordu Çünkü muahede belgesi onlara bazı haklar tanımış ve onları bazı görevlerle yükümlü kılmıştı Görevlerini ihlal ettikleri takdirde haklarım da yitirmiş olacaklardı Çünkü haklar ve yükümlülükler karşılıklıdır
Aynı ittifak içinde oldukları için, anlaşma belgesinde söz edilmeyen konularda da yahudilerle Hz Muhammed (s a v )in düşmanları arasında yardımlaşma yapılması doğru olmayacaktı Hz Peygamber, anlaşma hükümlerine riayet etti Ama ya-hudiler de riayet ettiler mi? Cereyan eden olaylar, bu soruya cevap olarak yeterlidir Halbuki her iki tarafın da muahede belgesine riayet etmeleri gerekliydi Taraflardan biri muahedenin gereklerini ihlal ederse, muahede belgesinin kendilerine tanıdığı haklan kaydedeceklerdi Muahedenin ihlali, müminlere karşı yahudilerin müşriklerle dostluk kurmaları gibi harici bir duruma dayanırsa, bu takdirde yahudilerin, müslümanların komşusu olma sıfatları ortadan kalkacaktı Muahedeyi bu şekilde ihlal edenin komşuluğu bırakıp Medine´de ikamet etmekten vazgeçmesi gerekiyordu Medine´yi terketmediği takdirde diğer tarafın -hoşlarına gitse de gitmese de- onları sürgün etme hakları doğacaktı Çünkü ihlalciler, artık karşı tarafın düşmanları olmuşlardı
Ezan
îslam toplumu oluştu Hz Peygamber, bu toplumun nizamını ortaya koydu Bu toplumda yaşamakta olan insanların kalb-lerini birbirine ısındırdı Müminleri birbirine kardeş yaptı Bilahare Islama girecek olanların da gönüllerini birbiriyle kaynaştıracak bir sistemi ortaya koydu
Sonra bireyleri kardeşlik bağlarıyla birbirine bağladığı gibi, Medine´deki cemaatleri de birbiriyle uzlaştıran muahede belgesini düzenledi Her cemaatin görevlerini açıkladı Herkesi ilgilendiren konularda müminlerle aym haklara sahip olacaklarına özel işlerinde ise kendi dinlerinin hükümlerine göre hailede- bilecekleri konusunda yahudilerle anlaşma yaptı Onlar, Peygamber efendimizin hakemliğine baş vurdukları zaman, O, aralarında Allah´ın Kur´an-ı Kerim´de indirdiği hükümlerle hüküm verebilecekti
Bu toplumsal oluşum ve uzlaşmadan sonra Hz Peygamber, toplumsal açıdan halkın gönüllerini birbiriyle kaynaştıracak ölçüleri belirledi Bundan sonra onların kalblerini birbirine bağlayacak şeyi açıkladı Bu, namazın Cemaatle kılınması ve namaz vaktinin girdiğini herkese duyurmakla mümkün olacaktı Namazın, vaktinde ve cemaatle kılınabilmesi mü´minlerin hepsine birden çağrının ulaşmasıyla mümkün olacaktı, tşte ezan o sıralarda meşru kılındı Ibn îshak bu konuda şöyle der: "Rasu-lüllah (s a v ) Medine-i Münevvere´ye yerleşip sükun bulduktan , muhacir kardeşleri ile ensar gelip etrafında toplandıktan, idarelerini ele aldıktan sonra İslamiyet kuvvet buldu Namaz kılındı, zekat hadler, helal ve haram belirlendi İslam dini, mü´minlerin arasına yerleşti Ensariler, muhacirlerden önce Medineyi yurt edinmiş ve imam gönüllerine yerleştirmişlerdi Hz Peygamber Medine´ye geldiği sırada müminler, namaz vakti gelince herhangi bir çağrı yapılmadan namaza kendiliklerinden geliyorlardı Hz Peygamber, yahudilerin ibadete çağrılışları esnasında çaldıkları borazan gibi bir şey kullanarak müslü-manları namaza çağırmak istedi, ama daha sonra bu isteğinden vaz geçti Bundan hoşlanmamıştı Sonra namaz vakitlerinde çan çalınmasını emretmiş, ve namaz vaktinde çalınıp, müs-lümanlara duyuru yapılması için bir çan kurulmuştu Burada hatıra iki şey geliyor:
1 îbn îshak, Hz peygamberin Medine´ye gelişinden sonra namazın kılındığını, zekatın farz kılındığını, hadlerin tatbik edildiğini, helal ve haramın belirlendiğini anlatıyor Halbuki bu sayılanlar muhtelif vakitlerde; bazısı hicretten Önce, bazısı da daha sonra meşru kılınan farizalardır Mesela namaz, hicretten önce miraç gecesinde farz kılınmıştır Ancak namazın güven ve huzur içind, eda edilmesi, Medine´de mümkün omuş-tur îbn îshak´ın ifadesi buna işaret etmektedir
2 îbn îshak´ın sözlerinden anlaşıldığına göre Hz Peygamberin aklına yahudilerin borazanıyla, hıristiyanların çanı, gelmiş, ama bu düşünceden hemen vaz geçmiştir Ama Salim bin Abdullah´ın babasından îbn Mace kanalıyla gelen bir rivayette anlatıldığına göre, Hz Peygamber, namaz vaktinin gelişini ne şekilde duyurmak gerektiği hususunda ashab´la istişarede bulundu Yanındakiler, borazan çalınmasını Önerdiler Fakat bunu yahudiler kullandıkları için, Öneri Peygamberimiz tarafından uygun bulunmadı Sonra çan çalınmasını önerdiler Bu da hı-ristiyanlar tarafından kullanıldığı için reddedildi
Bu haber, îbn îshak´ın rivayetinde anlatılanlara iki yönden aykırı düşmektedir:
a îbn îshak´ın anlattığına göre borazan çalınmasını isteyen, Hz Pegyamber´in bizzat kendisi olmuştur îbn Mace´nin rivayetine göre ise Hz Peygamber, ashabıyla istişarede bulunmuş, borazan çalınmasını Önerenlerin görüşünü tasvib etmemiştir
b îlk rivayette Peygamber eiiendimizin çandan hoşlanmadığı bildirilmekle beraber, îbn îshalfc´ın rivayetindeki ifadeden anlaşıldığına göre, çan çaldırmayı uygun görmüş ve uygulatmaya başlatmıştır Bu sonuncu rivayetin, Hz peygamberin makamına daha uygun olduğu görüşü ndeyim Doğrusunu Allah bilir ya, bence esaslı olan rivayet de budur
îbn îshak ezan konusunda sözlerini şöyle sürdürüyor: "Sa-habilerle Peygamber efendimiz ezan konusunda istişare halindeyken Abdullah bin Zeyd bin Salebe bin Abdi Rabbihi ezan rüyasını gördü Rasulüllah (s a v )e gelip şöyle dedi: "Ya Rasu-lüllah! Bu gece ben uyurken, üzorinde iki parçadan yeşil elbisesi bulunan, elinde bir çan taşıyan bir adam yanıma uğrayıp beni dolaştırdı Ona: "Ey Alliah´ın kulu bu çanı satar mısın?" dedim "Onu ne yapacaksın?" diye sorunca (Onunla namaza davet edeceğim" dedim "Ben sana ondan daha hayırlı olan bir şeyi göstereyim mi?" diye sordu "Olur, nedir o?w dedim O da şöyle dedi:
"Allahü EkberfAllahü Ekber!
Allahü Ekber! Allahü Ekber!
Eşhedü enla ilahe illallah!
Eşhedü enla ilahe illallah!
Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah!
Eşhedü enne Muhammeden Resulüllah!
Hayye alessalah! Hayye adessalah!
Hayye alelfelah! Hayye alelfelah!
Allahü Ekber! Allahü Ekber!
Lailahe illallah!"
Abdullah bu rüyayı Hz Peygamber´e haber verince O: "Şüphesiz bu gerçek bir rüyadır Bilale git, bunu ona anlat Ezanı ona ezberlet (o okusun) Çünkü onun sesi, seninkinden daha yüksek ve gürdür" dedi
Bilal´in okuduğu ezanı işiten ve evinde oturmakta olan Hz Ömer Abasını sürüyerek Resulüllah (sav)´ın yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Allah´ın peygamberi! Seni hak ile gönderen Allah´a andolsun ki, onun (Abdullahın) gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm!" Resulüllah (sav)de: "Bundan dolayı Allah´a hamd olsun" dedi
Bu anlatılanlar, ezan kelimelerinin ne şekilde bulunduğunu açıklayan ifadelerdir Bu kelimeleri, iki sahabi aynıyla rüyada işitmişlerdir Tabii ki bu da, Hz Peygamberin, ashabıyla yaptığı istişare neticesinde meydana gelmiştir Hz Peygamber de bu rüyayı ikrar etmişti Böylece ezan da, Hz Peygamberin ikrarıyla meşru kılınmıştı Demek ki ezan rüya ile değil de Hz Peygamberin ikrarıyla meşru kılınmıştır Ama siret adlı eserinde Ibn Hişam, ezan ve kelimeleri hakkında vahiy nazil olduğu yolunda îbn tshak´tan gelen rivayet üzerinde yorumda bulunarak şöyle demiştir: "Ibn Cüreye dedi ki; Ata bana şöyle dedi: Ubey-dullah bin Umeyr el-leysi´nin şöyle dediğini duydum: "Namaz vakti geldiğinde insanları bir araya toplayabilmek için, Hz Peygamberle ashabı istişarede bulundular Çan çalma önerisi ortaya atıldı Bir ara Hattaboğlu Ömer (r a ), çan için iki direk satın almak istedi, ama gördüğü bir rüyada kendisine: "Çan kurmayın Aksine namaz için ezan okuyun" denildi Gördüğü rüyayı kendisine anlatmak için Rasulüllah (s a v )e gitti Zaten aynı doğrultuda Rasulüllah (s a v )e vahiy de gelmişti Ömer Bilal´in ezan okumakta olduğunu görünce de hayret etmişti Ömer, durumu Hz Peygambere anlatınca Hz peygamber, Ona: "Vahiy, senden Önce davrandı ey Ömer!" diye karşılık verdi 
Ezanla ilgili olarak Peygamber efendimize vahiy nazil olduğunu, bu rivayet açıkça bildiriyor ve ezanın rükünlerini de detaylı bir şekilde açıklıyor Yoksa ezan, sadece Abdullah bin Sa´lebe bin Rebia´nm rüyasına dayanılarak bulunmuş bir şey değildir Biz bu rivayetin sağlamlığından yanayız Çünkü ezan, îslamın şiarlarından biridir îslam cemaatinin varlığı ezanla bilinir Bunun gibi şiar ve ibadetler, insanlarla meşveret yaparak tespit edilemezler Ancak başlangıçta, bunların ne şekilde ve hangi yollarla duyurulacağı yolunda meşveret yapılabilir îş-te sünnet sayılan bu yolla vahiy gelmiştir Sünnet de, ahad rivayetler yoluyla değil, ancak Allah´tan gelen vahiy ile bilinir Her namaz için ezan okunması, müekked sünnettir Alimlerin çoğuysa, ezanın cemaat için farz-ı kifaye olduğunu, okunmaması halinde tüm cemaatin günahkar olacağını söylemektedirler
Ezanın tafsilatı ve okunmuş sayılması için gerekli olan bölümlerinin, kelimelerinin açıklanması, ancak yine Allah´ın emriyle olur Çünkü ezan, ibadettir İbadetin bölümleri ve parçaları ise, ancak Allah Taala´mn kendi peygamberine vahiy göndermesi sonucunda Öğrenilebilir Yoksa İslam´daki mevkii ne olursa olsun, başkalarının gördükleri rüya ile öğrenilemez
Savaş İzni
Peygamber (s a v) Medine´de düzeni yerleştirdikten sonra, daveti umumileştirmeye ve dinleri dolayısıyle fitneye düşürülüp eziyet gören mü´minleri himaye etmeye yöneldi Bunun için mü´minlere eziyette bulunan müşriklerle savaşmak, zorunlu hale gelmişti Kabe-i Muazzama´yı putlardan ve putperestlik pisliklerinden temizlemek gerekiyordu
işte bütün bu sebeplerden dolayı Cenab-ı Allah, savaşı müs-lümanlar için meşru kıldı Her şeyi açıklayan kitabında şöyle buyurdu:
"Allah iman edenleri esirger Şu da muhakkak ki, Allah, hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder Kendileriyle savaşılanlar (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi Şüphesiz Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir Onlar, başka değil, sırf "Rab-bimiz Allahtır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısım ile def etmeseydi mutlak surette, işlerinde Allah´ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir
Onlar, (o müminler) ki, eğer kendilerine yer yüzünde iktidar verirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler İşlerin sonu Allah´a varır " (Hac 38-41)
Savaşa izin verilerek, cihad kapısı açılmış oldu Kur´an-ı Ke-rim´in bu yüce nassında savaş izninin veriliş sebebi ve bu iznin varacağı sonucun -ki o da hayırlı bir sonuç olacaktır - ne olduğu açıklanmaktadır Bazan hayra götüren yollar hoş görülmese bile, sonuçta iyilik getirirler Ancak hayra ulaşmak için ondan başka yol yoksa, bu tek yol mutlaka hayırlı bir yol demektir Bu sebeple Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
"Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkün-dür Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz "(Bakara 216)
Savaş iznini içeren bu ayet-i kerimede, birçok güzel işaretler vardır Bu işaretler, eşine rastlanamıyacak derecede beliğ sözlerdir Şöyle ki:
1- Bu ayette savaşa izin veriliyor, ama bu izin açıkça ifade edilmiyor Çünkü savaşa sebebiyet veren faktörler sarih bir tonla ifade ediliyorlar Şöyle ki: Düşmanlar tarafından savaş bilfiil başlatılmıştı Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah da bunu "Kendileri ile savaşılan" ifadesiyle edilgen bir geniş zaman kipiyle ifacje buyurmuştur Yani müşrikler müzminlere karşı fiilen savaş açmışlar Onlara eziyet vermişler, onları fitneye düşürüp, dinlerinden döndürmeye çalışmışlardır Fitne ise, Allah´ü Teala´nın ifade buyurduğu gibi, öldürmekten daha şiddetlidir Müşrikler Peygamber (s a v )i ve ikinci Akabe bia-tında ona biatta bulunan mü´minleri Öldürmek için uğraşmışlardı Ayet´i kerimede "Kendileriyle savaşılan" şeklinde edilgen geniş zaman kalıbının kullanılması, mü´minlerin kendileriyle yapılan savaşa karşı savunma savaşı vermelerine ruhsat verildiğine bir delil teşkil etmektedir Mü´minlerin vereceği savaş, yeryüzündeki fesadı ve kafirlerin eziyetlerini ortadan kaldırma amacını taşıyacaktı Nitekim Allah´ü Teala şöyle buyuruyor:
"Eğer Allah insanlardan bir kısmı ile diğerlerini savup hizaya getirmeseydi, elbette yeryüzünde nizam bozulurdu Lakin Alah bütün insanlığa lütuf ve keremi ile muamele etmiştir " (Bakara: 251)
2- Ayet´i kerimedeki ikinci işarete gelince, yüce Allah müminlerin vereceği savaşın zulmü bertaraf etmek, ya da devamını engellemek şeklinde olacağım açıkça ifade buyurmuştur
3- îman ehli kimseler hak ehlidirler Eğer savaşacak olurlarsa, imanı ve hakkı savunmak, tevhidi ayakta tutmak ve ona olan inancı korumak için savaşırlar Onların yapacakları savaş, sebebini kendi içinde taşıyan bir savaştır
4- Allah yolunda cihad için yapılan savaş, batılı ortadan kaldırmak için yapılan savaştır Eğer böyle bir savaş yapılmazsa yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yayılır Allah´a ibadet edilmez; manastırlar, kiliseler ve mescitler harabeye döner ki, buraları Allah´ın adının anıldığı yerlerdir Bu uğurda yapılan savaş, Allah´ın dinine yardım etmek ve hakkı korumaktır "Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir " (Hac: 40)
5- Savaş sayesinde islami hakikatler yerleşirler savaş neticesinde namaz kılıp zekat veren müminler ibadetlerini eda etme imkanını bulurlar, güçlenirler, savaş neticesinde hak ehli kimseler, insanları sözleriyle ve tatbikatleriyle hakka davet etme imkanını bulurlar ki, böylece yüce Allah´ın şeriati ayakta durur
Bu ifadelerde, savaşın tecavüzü bertaraf etmek ve zulmü önlemek amacının ötesinde, islami daveti güçlendirmek ve insanları kendi özgür iradeleriyle herhangi bir zorlamaya ve fitneye maruz bırakmaksızın Allah´ın dinine sokmak olduğuna işaret edilmektedir Böylece ayet-i kerime cihadın iki önemli sebep dolayısıyla yapıldığını göstermektedir:
1- Zulmü ortadan kaldırıp fitneyi önlemek, Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Fitne tamamen yok oluncaya ve din de Allah için tatbik edilinceye kadar onlarla savaşın Fitne çıkarmaktan vazgeçerlerse zalimler ve aşırılar hariç (hiç kimseye) düşmanlık ve saldırı yoktur " (Bakara: 193)
Tecavüz, misli ile püskürtülür Hak dini ile gelmiş olan Hz Muhammed (s a v ), eziyetleri susarak veya devam etmesi karşısında sessiz kalarak önleyemezdi Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın Çünkü Allah haksız yere saldıranları Sevmez " (Bakara: 190)
2- îslamda cihadın ikinci sebebi, islam davetine -yerleşmesi için- zemin hazırlamak ve islam davetine karşı engel çıkaran zalim hükümdarlarla müstebitleri ve diğer engelleri ortadan kaldırmaktır Bu, bütün milletleri kılıç kuvveti ile zorla İslama sokmak gerektiği anlamına gelmez Bu ifadeler bütün milletlere islamı tanıtmak ve onların islami daveti anlamalarına zemin hazırlamak gerektiğine işaret eder Zaten islamiyeti tanıyıp Öğrenildikten sonra, doğru yol sapıklıktan ayırt edilmiş olur Hak ile batıl birbirinden ayrılır Dileyen ona uyar, dileyen inkar eder Bu sebeple Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
"Dinde zorlama yoktur Çünkü zorluk, sapıklık ve eğrilikten ayırt edilmiştir O halde kim tağutu inkar edip Allah´a inanırsa, sağlam kulpa yapışmıştır, ki o hiç bir zaman kopmaz Allah
İşitir Ve bilir " (Bakara: 256)
Savaş Öncesi
Kureyşli müşrikler, müzminleri Mekke´den çıkararak, onları mallarından yoksun bıraktılar ve dinlerinde fitneye düşürdüler Mü´minlere karşı yaptıkları baskının aynısını onlara da yapmak ve onları sapıklıklarından geri çevirmek, aynı zamanda içinde bulundukları sapıklığın devam etmeyeceğini, aksine kuvvetin hakta olduğunu, hakkın sabah aydınlığı gibi zuhur ettiğini kendilerine bildirmek gerekiyordu Bu sebeple peygamber (s a v ) efendimiz etrafa seriyyeler göndermeye başladı Se-riyye»
başlarında bir kumandanın bulunduğu az sayıdaki asker topluluğudur Baş komutanın savaşmak, ya da yolları düşmanlara karşı koruma altına almak için gönderdiği askeri birliktir Bazı yazarlar, Peygamber efendimizin, ilk olarak Kureyş kervanına el koymak için seriyye gönderdiğini söylemişlerdir Yine bu yazarlara göre Peygamber efendimiz, işe ekonomik ambargo ile başlamıştır Biz ekonomik ambargodan, toplumun bütün gelir kaynaklarına ve gıda maddelerine el koymayı anlıyoruz Ancak Peygamber efendimiz bütün Kureyşlilere karşı cephe almamış ve onların tamamına darbe indirmek
istememiştir Çünkü Kureyşlilerin hepsi Ebu Cehil ve Ebu Süfyan gibi îslam düşmanlarının yolunda yürümüyorlardı Evet bu saydığımız kimseler her ne kadar Mekke fethine kadar sapıklıklarını devam ettirmişlerse de, Kureyşliler arasında sesini çıkarmayıp İslama karşı düşmanlık etmeyen kimseler de vardı Bunlar iman etmiş olmasalar bile, İslama karşı cephe de olmamışlardır îtaat edenle isyancıyı aynı kefeye koymak, isyancının zulmü dolayısıyla itaatkarı, ya da kötülük yapmaktan sakınan kimseleri cezalandırmak islamın prensiplerine uymaz Kureyşliler arasında kendi istekleriyle İslama karşı cephe alan kimseler bulunduğu gibi, bu iş için zorlanan, zulüm gören ve esaret altında bulunan kimseler de vardı Müminlere, hatta peygamber efendimize karşı sevgi duyan ve ona bağlı olan kimseler de bulunuyordu
Ekonomik ambargo sadece birkaç kişiye değil, bütün topluma yönelik olur îslama karşı aşırı derecede kötülük yapan kimselerin yanı sıra, kötülükte bulunmayan, hatta müslüman-lara karşı sevgi besleyen kimseler de bu ambargodan zarar görürler Halbuki: "Hiç bir günahkar başkasının günah yükünü yüklenmez " (Ur& 15)
Ancak bu seriyyeler Kureyş liderlerine karşı mukavemet için göreve gönderildiler Çünkü Kureyş liderleri ticaret ehliydiler Bunların ticaret eşyalarını zaman zaman kervanlar taşırlardı Bu liderler, mü´minleri Mekke´den sürgün edip yurtlarından ve mallarından mahrum bırakmışlardı Mü´minlerin de, kendilerini sürgün eden bu kimselere karşı misliyle muamelede bulunma hakları doğmuştu Kendilerinden alınan malları geri almak hakları vardı
Hz Hamza´nm Seriyyesi
Hicretin birinci yılında seriyyeler göreve çıkmaya başladılar Bu seriyyeler az sayıdaki mücahitlerden oluşuyordu Bunlar Şam´a doğru giden Kureyşli ticaret kervanlarının önünü kesip onların Şam´a gitmelerini engelleyecek ve beraberlerindeki mallara el koyacak, ya da onlarla savaşacaklardı
Peygamber (s a v) bu seriyyelere katılacakları muhacirler arasından seçiyordu Bunlar arasında ensardan tek kişi bile yoktu Peygamber efendimizin teşkil ettiği ilk seriyye, Abdul-muttalib oğlu Hamza´nın seriyyesidir
Hamza (r a ) hicretin yedinci ayı olan Ramazan ayında deniz kıyısından yola çıktı Bu seriyyede otuz muhacir vardı O yıl teşkil edilen seriyyeler hep o sayıda idiler Beyaz bir bayrakları vardı Kureyş kervanının yolunu kestiler Bu kervandaki mallar Kureyş büyüklerine aitti Hz Hamza´nın karşılaştığı kervanda üçyüz kadar müşrik vadi Başlarında da Ebu Cehil bulunmaktaydı
Her iki taraf karşılaştılar, mü´min tarafın başında islam´ın aslanı Hamza, müşrik tarafının başında ise Ebu Cehil vardı Ancak iki taraf savaşmadan birbirlerinden ayrıldılar Çünkü araya îbn Amr el Cüheni adında bir kişi girmiş ve tarafları ya-tıştırmıştı Bu sebeple savaş olmadı
Ubeyde Bin Haris Bin Abdulmuttalib´in Seriyyesi
Yine Hicretin birinci yılının Şevval ayında Peygamber efendimiz Ubeyde bin Haris için beyaz bir bayrak hazırlayarak, onun liderliğinde bir seriyye hazırladı Batn-ı Rabi denen yere gitmelerini emyetti Emri altında altmış muhacir vardı Bu se-riyyede de ensardan hiç kimse bulunmuyordu
Seriyye, Kureyş müşrikleriyle karşılaştı Sayıları ikiyüzü bulan müşriklerin başında kumandan olan Ebu Süfyan Sahr bin Harp vardı Karşılaşma, Ahya denen suyun yanında oldu Suyun başında müşrikler durmaktaydılar Mü´minler ise Seniy-yetü´l-Murve denen yere varmışlardı, iki taraf arasında savaş olmadı, ama birbirlerine ok attılar Bu seriyyede bulunan, fakat kumandan olmayan Sad bin ebi Vakkas ok attı Böylece o, İslamiyet uğruna ilk okunu atmış oldu
Seriyyelerin sırası hususunda Vakidi´nin anlattığı sıra işte budur Onun anlattığına göre, ilk seriyye Hamza´nın seriyyesi olmuştur Bunun ardından Ubeyde bin Haris´in seriyyesi göreve çıkmıştır Ancak îbn îshak´ın anlattığına göre, kendisi için bayrak hazırlanan ilk seriyye, Ubeyde bin Haris´in seriyyesidir Konuyla ilgili olarak o şöyle der: "Bazı kimseler Peygamber efendimizin ilk hazırladığı bayrağın Hamza´nın seriyyesi için olduğunu söylerler Bu söylenti şundan ileri geliyor: Hamza ile Ubeyde´nin seriyye kumandanları olarak görevlendirilişleri aynı zamana rastlamış; bu sebepten dolayı hangisinin daha önce göreve çıktığı karıştırılmıştır "
tbn îshak´ın anlattıkları bundan ibarettir Ancak Vakidi´nin söylediğine göre, bu iki seriyye birlikte göreve çıkmamıştır
Ona göre, seriyyelerden ilki -ki o da Hamza´nın seriyyesidir-hicretin yedinci ayında göreve çıkmıştır îkincisi ise Ubeyde bin Haris´in seriyyesi olup hicretin sekizinci ayında göreve çıkmıştır
Bu arada ikinci bir ihtilaftan da söz etmek gerekiyor Vakı-di´nin rivayetine göre Hamza, seriyyesinin başında iken Ebu Cehil ile karşılaşmıştır îbn îshak´ın rivayetine göre ise, Ebu Cehil´in oğlu ikrime ile karşılaşmıştır Ibn Kesir´in ifadelerinden anlaşıldığına göre, o, Vakıdi´nin rivayetini -ileride açıklayacağımız şekilde- daha sağlam görmektedir
Sa´d Bin Ebi Vakkas´m Seriyyesi
Hicretten on ay geçtikten sonra, Zilkade ayında Peygamber (s a v) efendimiz Sa´d bin Ebi Vakkas´ı bir seriyyenin başında göreve gönderdi Peygamberimiz Kureyş kervanının yola çıktığını öğrenmişti Bu sebeple de yirmi kadar muhacirin başında kumandan olarak Sa´d bin Ebi Vakkas´ı görevlendirerek yola çıkardı Bunlar Hazar denen yere doğru yola çıktılar Peygamber efendimiz Hazar´ı geçmemelerini emretmişti Bu konuda Sa´d (r a ) şöyle der: "Yirmi kişiyle birlikte yaya olarak yola çıktık Gündüzleri gizleniyor, geceleri yürüyorduk Beşinci günün sabahı Hazar mevkiine vardık peygamber efendimiz Hazar´ı geçmememizi emir buyurmuştu Halbuki Kureyş kervanı, Hazar´a vardığımız günden önce oradan ayrılıp gitmişti "
Böylece Sa´d, Kureyşlmlerden hiç kimse ile karşılaşmamıştı Peygamber efendimiz kendisine Kureyş kervanını izlemesini emretmediği için izlemeye devam etmemişti Şu halde Peygamber efendimiz, bu seriyyenin Kureyş kervanını yolda ansızın yakalamasını istiyordu Kervandaki adamlar, birden müslü-man askerleriyle karşılaşınca paniğe kapılacaklardı Ama arkadan takip etme durumunda öyle bir paniğe kapılmaları söz konusu olmayacaktı Çünkü seriyyedeki adamlar piyade idiler Binekleri olmadığı için çölde daha fazla ilerleyemezlerdi
Sad´ın anlattığı gibi, Vakıdi, bu seriyyede yirmi ya da yirmi bir kişinin bulunduğunu söylemiştir Ancak ibn tshak´ın dediğine göre, Sa´dla birlikte altmış muhacir vardı Bizce Vakıdi´nin rivayeti daha açık ve akla daha yakındır Çünkü onun tesbitine göre, kervandaki kişiler altmış civarında imişler, Bunlar için de yirmi kadar piyadenin gitmesi münasip olur
Vakıdi´nin anlattığına göre, her üç seriyye de hicretin birinci yılında teşkil edilmiştir Göreve çıkış zamanlan da Vakıdi´nin ifadesinde açıkça belirtilmiştir Birinci seriyye Ramazan ayında, ikincisi Şevval ve üçüncüsü de Zilkade ayında göreve çıkmıştır Ancak Ebu Cafer bin Cerir´in tarihinde ve İbn îshak´a göre, bu üç seriyye, Hicretin üçüncü yılında teşkil edilmişlerdir, îbn îshak´ın bu seriyyelerin, hicretin ikinci yılında mı, yoksa birinci yılında mı teşkil edildiğini açıkça ifade edip etmediği hususu üzerinde düşünmek gerekir Ancak Ibn îshak bu seriyye-leri peygamber efendimizin bir gazalarından olan Veddan gazasından sonra anlatmıştır ki, bu gaza hicretin ikinci yılı Sefer ayında vuku bulmuştur îbn îshak bunu açıkça ifade etmektedir Veddan gazasını da üç gazadan sonra anlatmıştık Evet onun siyerinde anlattığı hadiseler zaman sırasına göre tertiplenmiş iseler, bu durumda söz konusu seriyyelerin, hicretin ikinci yılında teşkil edilmiş oldukları ortaya çıkar Ancak şunu da ifade edelim ki, îbn îshak, siretinde bazı hadiseleri zaman sırası dışında anlatmıştır Bunu da bazı münasebetlerden dolayı böyle yapmıştır îbn îshak´ın mezkur seriyyelerin hicri ikinci yılda teşkil edildiğini söylemiş olduğunu farzetsek bile, Hafız îbn Kesir, Vakıdi´nin sözünü tercihe şayan bulup şöyle demiştir: "Merhum Vakıdi´nin şahsiyetinde fazlasıyla iyilikler ve güzellikler vardır, tarih yazarıdır Büyük imamlar zümresindedir Onun adil bir kimse olduğunu daha önce de söylemiş idik Şahsı itibariyle doğru sözlü bir kimsedir Allah´a hamd ve minnet olsun "
Burada zaman faktöründen ve seriyyelerle ilgili rivayetlerden başka bir hususu daha göz önüne getirmemiz gerekir Bu husus Kureyşle ve onların inançlarına bağlılıklarının miktarıyla ilgilidir Şöyle ki: Başkalarını himaye etmek için sefere çıkan Kureyşliler arasında mü´min olup da imanını gizleyen kimseler vardı Bunlar bir yolunu bulup mü´minlere katılmak ümidiyle Kureyş kervanlarıyla birlikte sefere çıkarlardı Peygamber efendimizin Mekke-i Mükerreme´den ayrılıp Medine´ye giderken hicret imkanını bulamadıkları için, bu yolla mü´minler arasına katılma imkanları arıyorlardı Örneğin Ubeyde bin Haris bin Abdulmuttalib´in seriyyesi Kureyş kervanıyla karşılaştığında, iki taraf da birbirleriyle savaşmadan ayrılmışlardı îşte bu esnada Kureyşliler arasında bulunan îbn Amr el-Behrani -Züh-re oğullarının müttefiki idi-, Utbe bin Gazvan bin Cabir el Ma-zeni-Nevfel bin Abdi Menafin müttefiki idi- müslümanların safları arasına katılmışlardı Bunların ikisi de müslüman oldukları halde Kureyş kervanıyla birlikte yola çıkmış ve müslümanların arasına katılmışlardı
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|