Şengül Şirin
|
Sadullah Paşa
Sadullah Paşa (1838 -1891) Tanzimat devri devlet adamı ve şâir 1838’de Erzurum’da doğdu Babası çeşitli illerde vâlilik yapmış Esad Muhlis Paşadır   
S adullah Paşa, 1838
Erzurum doğumlu Osmanlı devlet adamı İyi bir eğitim gören Sadullah Paşa, babasının kontrolünde özel hocalardan Erzurum Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nde bulunan bir serhat şehridir Kış turizmi ve üniversiteler arası kış oyunlarının adresi olup aynı zamanda 2011 universiad dünya kış olimpiyatlarına hazırlanmaktadır Plakası 25 olan Erzurum ili sınırları içerisinde 2007 nüfus sayımına göre 784 941 kişi yaşamaktadır Erzurum insanına dadaş denmektedir
  
Arapça, Hami-Sami Dil Ailesi'nin Sami koluna mensup bir lisan Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da halkın çoğunluğunca, Türkiye ve İran'da ise Arap azınlıklarca kullanılmaktadır
  
Farsça, Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran’ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır
  
Fıkıh, Temel kaynakları Kur’an ve sünnet olan İslam hukukuna verilen ad
Fıkıhın amacı, yasa koymaktan çok, ana kaynaklara, yani Kur’an ve sünnete uygun hükmü araştırmaktır
  
Akaid,
Tabiiyye,
  
Kimya ve Kimya, element ya da bileşik haldeki maddelerin yapısını, bileşimini ve özelliklerini, uğradıkları dönüşümleri, bu dönüşümler sırasında açığa çıkardıkları ya da soğurdukları enerjiyi inceleyen bilim dalı Doğal halde bulunan ya da yapay olarak (bireşim yoluyla) üretilen her madde, element olarak tanımlanan bir ya da daha çok atom türü içerir Kendileri de daha küçük temel parçacıklardan oluşmakla birlikte, kimyasal maddelerin temel yapı birimleri atomlardır Bu nedenle kimya, temel parçac
  
Fransızca dersleri aldı
1853’te ilk memuriyetine başlayarak, mâliye Vâridat Kaleminde görevlendirildi Üç sene kadar burada çalıştıktan sonra, Bâbıâli Tercüme Odasına geçti Kısa zamanda memuriyette derecesi yükseldi ve sırasıyla Mesahib Kalemine (1866), Şûrâ-yı Devlet Maârif Dâiresi Başmuavinliğine (1868) ve ardından da Başkitâbetine (1870) geldi Dîvân-ı Hümâyun Tercümanlığına (1871), Dîvân-ı Hümâyun Amedliğine ve Defter-i Hâkânî Nezâretine (1874), Temyiz Mahkemesi Reisliğine (1876), Ticâret Nezâretine ve Sultan Murâd’ın tahta geçmesiyle de Mâbeyn Başkâtipliğine (1876) tâyin edildi
Fransızca Hint-Avrupa dillerinden, Fransa ve Fransız uygarlığının etkilediği toplumlar tarafından kullanılan dil
  
Sultan İkinci Abdülhamidzamânında, Bulgaristan Meselesini yerinde incelemek üzere Sultan İkinci Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul'da doğdu Babası Sultan Birinci Abdülmecid, annesi Tir-i Müjgan Kadın Efendi'dir Annesi Çerkezdir Sultan İkinci Abdülhamid çok küçük yaşta iken annesini kaybettiği için öksüz büyüdü ve onu üvey annesi Piristu Kadın yetiştirdi Çocukluğunda çok zayıf bir bünyeye sahip olan Sultan İkinci Abdülhamid sık sık hasta olurdu
  
Filibe’ye gönderilen komisyona başkanlık yaptı Bu vazîfesini tamamladıktan sonra Berlin’e elçi olarak gönderildi Buradayken Ayastefanos Antlaşması ile Filibe (yerel ağızda: Hülübe, Bulgarca: Пловдив/Plovdiv), 600 000'e yaklaşan nüfusuyla Bulgaristan'ın ikinci büyük şehridir Filibe ilinin idari merkezidir Ayrıca Trakya'nın en önemli uygarlık merkezidir
  
Berlin Kongresine ikinci murahhas olarak katıldı Berlin Kongresi, 13 Haziran-13 Temmuz 1878
Osmanlı Devleti, Rusya, Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa'nın katılımı ile gerçekleşen kongre Kongre sonunda 1887-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrası imzalanan Ayastefanos Andlaşması'nın yerine geçmek üzere bir andlaşma yapıldı Ayastefanos ile kurulan "Büyük Bulgaristan" oldukça küçülerek Osmanlı'ya bağlı bir prenslik haline geldi Doğu Rumeli eyaleti kuruldu ve Ayastefanos'ta Bulgaristan'a bırakılan Makedonya
  
Berlin’deki başarılı çalışmalarından dolayı vezirlik rütbesi verildi (1881) 1883’te Viyana Büyükelçiliğine tayin edildi 1891’de Viyana’da intihar etti Cenâzesi Berlin Almanya'ın başkenti 1943'te Almanya ikiye bölününce, Berlin de Doğu Berlin ve Batı Berlin diye ikiye bölündü Doğu Berlin, Doğu Almanya'nın başşehri, Batı Berlin ise Batı Almanya'nın bir eyaleti oldu 1961'de Doğu Almanya tarafından yapılan ve "Utanç Duvarı" diye tanınan Berlin Duvarı, Almanya'nın bölünmüşlüğünün bir sembolüydü
  
İstanbul’a getirilerek Sultan Mahmud Hanın türbesinin bahçesine gömüldü
Sadullah Paşa, devlet adamlığı yanında edebiyatla da uğraşmıştır Fakat yazdıklarının pek çoğu ele geçmemiştir Yazdıklarının içinde en önemlisi On dokuzuncu Asır manzumesidir Bu manzumede batının ilerlediği müspet ilimlere, Türklerin de ayak uydurması gerektiğini savunmaktadır Sadullah Paşanın batı dillerinden yaptığı tercümelerin en meşhuru Göl adlı eseridir Berlin Mektupları, Charlottenbourg Sarayı, Paris Ekspozisyonu, Cevdet Paşaya Mektup, bilinen eserleridir Berlin Mektupları, Tanzimat devri seyahat edebiyatının ilk örnekleridir Edebi kişiliği
İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34 sırada yer alır Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur
  
Edebiyat çalışmalarını birinci plana almayıp bunu bir amatör gibi sürdüren Sadullah Paşa, 1838 yılında, Erzurum''da doğdu Babası Esat Muhlis Paşa, İkinci Mahmut döneminin ünlü vezirlerindendi Sadullah Paşa öğrenimini İstanbul''da «Darülmaarif» adlı bir okulda yaptı İyi bir tahsil gören Sadullah Paşa, babasının kontrolünde de özel hocalardan Edebiyat ya da yazın, yazarın düşünce ve duygularını, okuyanın estetik bir tat almasını sağlamak amacıyla yazılmış ya da böyle bir amaç gütmese de biçimsel olarak bu düzeye ulaşmış yazılı yapıtların tümüne verilen isimdir
  
Arapça, Hami-Sami Dil Ailesi'nin Sami koluna mensup bir lisan Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da halkın çoğunluğunca, Türkiye ve İran'da ise Arap azınlıklarca kullanılmaktadır
  
Farsça, Kökü itibarıyla dünyanın en eski dilleri arasında yer alan Farsça, milattan yediyüz yıl öncesine ait açık tarihi ve bin yıllık yazılı eserleriyle İran’ın köklü ve sağlam kültürünü komşu ülkelere kadar tanıtmıştır
  
Fıkıh, Temel kaynakları Kur’an ve sünnet olan İslam hukukuna verilen ad
Fıkıhın amacı, yasa koymaktan çok, ana kaynaklara, yani Kur’an ve sünnete uygun hükmü araştırmaktır
  
Akaid,
  
Tabiiyye,
  
Kimya, element ya da bileşik haldeki maddelerin yapısını, bileşimini ve özelliklerini, uğradıkları dönüşümleri, bu dönüşümler sırasında açığa çıkardıkları ya da soğurdukları enerjiyi inceleyen bilim dalı Doğal halde bulunan ya da yapay olarak (bireşim yoluyla) üretilen her madde, element olarak tanımlanan bir ya da daha çok atom türü içerir Kendileri de daha küçük temel parçacıklardan oluşmakla birlikte, kimyasal maddelerin temel yapı birimleri atomlardır Bu nedenle kimya, temel parçac
  
Fransızca dersleri aldı
Babıâli Tercüme Odası''na memur adayı olarak girdi «Divan-ı Hümayun Tercümanlığı» görevi ile hayata atıldı Maarif Müsteşarlığı yaptı Beşinci Murat''ın kısa süren padişahlığı sırasında Mabeyn Başkâtibi oldu Fransızca Hint-Avrupa dillerinden, Fransa ve Fransız uygarlığının etkilediği toplumlar tarafından kullanılan dil
  
Beşinci Murat''tan sonra tahta geçen
  
Sultan İkinci Abdülhamit Han zamanında, Bulgaristan Meselesini yerinde incelemek üzere Filibe’ye gönderilen komisyona başkanlık yaptı Bu vazifesini tamamladıktan sonra Berlin’e elçi olarak gönderildi Buradayken Sultan Abdülmecit'in oğluydu Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce, bakımını Abdülmecit'in diğer çocuksuz eşi Perestü Kadın Efendi üstlendi Perestü Hanım Abdülhamit'i kendi çocuğu gibi büyüttü Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamit'in eğitimiyle de yakından ilgilendi Abdülaziz 1867 yılında çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamit'i de beraberinde götürdü
  
Ayestefanos Antlaşması ile Berlin Kongresine ikinci murahhas olarak katıldı Berlin’deki başarılı çalışmalarından dolayı vezirlik rütbesi verildi (1881) 1883’te Viyana Büyükelçiliğine tayin edildi 1891’de Viyana’da (Sefarethanenin hamam odasında hava gazı borusunu ağzına almak suretiyle) intihar etti Cenazesi İstanbul’a getirilerek İkinci Mahmut Türbesi bitişiğindeki küçük mezarlığa gömüldü
Sadullah Paşa edebiyat alanında bir amatör olarak çalışmış, ama bu kadar çabalarıyla bile yeni Türk edebiyatının oluşmasında oldukça yararı dokunmuş bir kimsedir Yeni Türk edebiyatı batıya yönelir ve ondan örneklenirken bu hususta en verimli alanlardan biri de oradan şiir çevirileri yapmaktı Bu ortamda, Tanzimat döneminde, batıdan Türkçe''ye ilk şiir çevirisi yapanlardan biri de Sadullah Paşa olmuştur Onun «Ondokuzuncu Asır» adlı ünlü manzumesi -belki edebi değerinden başka çağdaş uygarlığı tanıtmak istemesi bakımından, çok değerli bir belge karakteri taşır "Lamartine" den çevirdiği, çok tanınmış «Göl» manzumesi de yeni şiir zevkinin belirli bir örneğini teşkil eder Sadullah Paşa''nın siyasi ve kişisel anılarıyla gezi notları niteliğindeki kimi yazıları da, Tanzimat''la birlikte kendini göstermeye başlayan yeni edebi nesrin, üzerinde durulmaya değer örnekleridir
Eserleri
Sadullah Paşa, devlet adamlığı yanında edebiyatla da uğraşmıştır Fakat yazdıklarının pek çoğu ele geçmemiştir Yazdıklarının içinde en önemlisi On dokuzuncu Asır manzumesidir Bu manzumede batının ilerlediği müspet ilimlere, Türklerin de ayak uydurması gerektiğini savunmaktadır
Sadullah Paşa''nın cilt teşkil edecek büyük bir eseri, ya da tüm yazılarını bir araya toplayan bir kitabı yoktur Ancak, onun acıklı yaşamını ve trajik sonunu dile getiren -başkası tarafından hazırlanmış- bir eser bulunmaktadır Bu kitabın adı: Sadullah Paşa -yahut- Mezardan Nidâ''dır Kitap Paşa''nın yakınlarından Mehmet Galip Bey tarafından düzenlenmiş, İkinci Meşrutiyet''ten sonra basılmıştır
Sadullah Paşanın batı dillerinden yaptığı tercümelerin en meşhuru Göl adlı eseridir Berlin Mektupları, Charlottenbourg Sarayı, Paris Ekspozisyonu, Cevdet Paşaya Mektup, bilinen eserleridir Berlin Mektupları, Tanzimat devri seyahat edebiyatının ilk örnekleridir Tanzimat döneminin pozitivist ve materyalist anlayışı savunan ilk şairi oldu Fazla eser vermemiş olan Sadullah Paşa, yayımladığı birkaç makale ve çeviri içinde en çok Lamartin''den Göl şiiri çevirisi ve Ondokuzuncu Asır adlı şiiriyle tanınmıştır
"Ondokuzuncu Asır" adlı manzumesinde Sadullah Paşa, iki zihniyeti mukayese eder Ona göre, skolâstik dönemin yanlış, eksik ve olumsuzluklarına karşılık yeni çağda insanın, aklı ve iradesiyle gerçekleştirdiği hızlı ve baş döndürücü bir gelişme söz konusudur İnsanın idrak kabiliyeti bu çağda en üst seviyeye ulaşmış, gerçekleşmesi imkansız sanılan pek çok şey de bu asırda gerçekleştirilmiştir Eski dönemlere ait bütün bilgiler temelinden sarsılmış, kâinat yeniden keşfedilmiş, ilim ve irfan, deneyci tavrıyla batıl inançları temelinden yıkmıştır
ON DOKUZUNCU ASIR
Erişti evc-i kemalata nur-i idrakat Yetişti rütbe-yi imkana kısm-ı mümteniat
Besait oldu mürekkeb, mürekkeb oldu basît
Bedahat oldu tecârible hayli mechûlat
Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz
Yıklıdı belki esasından eski ma''lumat
Mebahis-i felek ü arz ü hikmet-ü kimya Değil vesavis-i ezhan ü vehm ül temsilat
Mesail-i nazariye tecarib oldu sened
Erişti hadd-i yakine fusul-i zanniyet
Ukuul-i zahire said feza-yi ecrama
Kuva-yi cazibe kaanun-i paye-yi mir kaat
Nüfus-i Rakire nazil kırare-yi arza
Delil-i mebhas-ı tekvin defain-i tabakaat
Heva vü berk u ziya vü buhar ü miknatis
Yed-i tasarruf-i insanda unsur-i harekat
Ziya hayalen iken şimdi bi''l-fiil sai Zılal zail iken şimdi ziver-i mir''at Seda hisab-i mesafatta muhbir-i sadık
Buhar zulmeti tenvirde ebda''-i ayat Cihat-ı erbaaya berk nakil-i ahbar Buhar bahr ü ber üstünde Hızr-ı nakliyyat
Tefahür eylemesin mi bu asr a''sara Kısalttı bu''d ü mekan ü zamanı muhtereat
Ne kaldı çeşme-yi Hayvan ne Daru-yi Sührab
Ne kaldı nüsha-yi efsun ne hükm-i tilsimat
Ne kaldı sa''d-ı tevali'' ne kaldı nahs-ı kıran
Ne kaldı reml ü kehanet ne kaldı cifriyyat
Ne var hümada saadet ne var şeamet-i bûm
Mukayyed asl-ı iradata cümle me''culat Ne atlas alemi hamil ne zühre fail-i küIl
Değil ukuul-i Felatun usul-i tekvinat Ne kaldı zann-ı tenasüh ne kaldı nar-ı mecus
Değil ukuule ekaanim kıble-yi hikat Esas-ı hikmet-i asr oldu vahdet-i Barı
Taammün eyledi asl-ül-usul-i mu''tekadat
Bulur gider cihet-i vahdetin umum milel
Vücud-i vahdeti müsbit olunca ma''kuulat Hudud-i hakk u vezaif muayyen ü sabit Ne kaldı cebr ü tagallüb ne kaldı keyfiyyat
Hukuuk-i şahs ü tasarruf masun taarruzdan
Verildi alem-i umrana başka tensikaat Ne Amr Zeyd''in esiri ne Zeyd Amr''a veli
Müessis uss-i müsavata nass-ı mevzuat
Münevver eyledi ezhanı intişar-ı ulum
Mükemmel eyledi noksan-ı feyzi matbuat
Megarib oldu dirigaa metali-i irfan Ne kaldı şöhret-i Rum ü Arab ne Mısr ü Herat
Zeman zeman-ı terakki cihan cihan-ı ulum
Olur mu cehl ile kaabil bekaa-yi cem''iyyat
KIT''A
Ressame-i semen bedenin bak şu vaz''ına
Hayretle kendi hüsnüni tasvire başlamış
Taklidi gayri kabili iken nur-ı kudretin
Kız, nüsha-i vücudüni tanzire başlamış
================================
Maruz-ı Hakiranemdir:
Nazarımda gül-i rana görünür hâr-ı vatan Var kıyas et ne imiş verdi çemenzârı vatan
================================
GÖL (ÇEVİRİ)
Tâ key bu şitab her kenare Hiçmedhine yok mudur nihaye
Yelday-ı ezelde serserisin Aram ü rücudan birisin
Bir dem olamaz mı ömr-i nasaz Ummanı dehirde lenger endaz
Ey göl! Nazar et ki bir yıl akdem Yarimdi bana bu yerde hemdem
Bu taş ki bus eder miyahın Aramgehi iken o mahın
Şimdi bana bir neşimen-i hayf Mehcure medar şiveni harf
Böyle yine inleyüb dururdun Yalçın kayalara baş ururdun
Yüzler sürer idi keffi müştak Ol paye ki kıblegahı uşşak
Yâldında mı bir gece o afet Ol hüsn-i melek, peri kıyafet
Çıkmışdı benimle mahitabe Bir sandal içinde seyr-i abe
Olmuşdum anınla duş berduş Aşk alemi içre mest ü medhuş
Tenhaca safayı ab ederdik Zevk-ı demi mahitab ederdik
Ses gelmez iken sema vü madan Hali iken her taraf sadadan
Sandalcıların kürek sadâsı Bu halvetin idi hoş nevası
Ahenkle çekerler idi birden Bu şevk ile mevcezen idin sen
Nagah çıkub hazin bir ses Emsalin işitmemişdi hiç kes
Aksi ile oldulardı hiyre Etraf-ü savahili buhayre
Yani ki o gülfemi hoş avaz Feryade şu yolda etdi ağaz :
Ey çerh, tevakkuf et zeman ver Ey saati sad aman eman ver
Bir kim alayım şu bahtı nevden Bu leyli neşan tiz revden
Bahtsız bu cihanda var hayli Mevt anlara tatlı bir temenni
Bu zümreye devl''in eyle tahsis İhlak ile derdden eyle tahlis
Mes''udları eyle gel feramuş Bu demdeki ayşdır anlara nuş
Beyhude taleb eman zemandan Kabil mi vefa o bi emandan
Sür''atle kaçar zeman benden Aheste rev ol ben ana derken
Fecretdi zalâmı leyli tarac Meş''al keşi mihri safha-i âc
Fevt olmaya fürsat edelim zevk Bu bezm-i visale verelim şevk
Yok âdeme bu cihanda mersa Yok dehre kenar hiç hayfa
Durmaz geçeriz çü zılli zail Dehr ise misal-i nehr-i sail
Ey dehri hasud bu haleti sekr Müstesidi desti aşkı pür mekr
Bizden olacak mı durü mehcur Ol sür''at ile ki ruz-i gam dûr
Aya bir eser kalur mı andan Nabud olacak mı bu cihandan
Ol dehir ki mucib hem de salib Hayf olmayacak mı redde talib
Ey ey ezel ü ademkehi hak Ey maziy-ü hufrei hevilnak
Eyyamı ki bel''edüb gidersin Söyle bize neyleyüb nidersin
Gasbeylediğin demi meserret Ermez mi bu semte artık avdet
Ey göl ki sefay-ı kalb ü cansın Korkunc kayalar ki bî zebansın
Ey bağrı delik mahuf garlar Zindana şebih pişezarlar
Asude nişin rüzgarsiz Mecray-ı feyuz-ı nevbaharsız
Bari siz edin bu leyley-i yâd Kim kahrı dehirden ali azad
Ey manzarası güzel buhayre Aşk ehline bibedel mesire
Her hali sükûn'' şiddetinde Etrafı besimi suretinde
Eşcarı hazin edalarında Avihte ser kayalarında
Lerzan esüb geçen sabada Etrafdan akseden sadada
Simin cebin olan kamerde Kim aksi yüzünde nur perde
Dûr etme bu meclisi hayalden Lillah sıyanet et zevalden
Erdikce riyah burda seyran Etrafdaki neysitani nalân
Eltafı revayihi nesimin Eknaf-ü havalii besimin
Hasıl burada ne ise menus Sem''ü basar u meşame mahsus
Nakleyleyeler ki burda bir gün Hem bezm-i safadı iki düşkün
|