Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Kırık Aynalar

Eski 04-29-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : Kırık Aynalar



Bu tür şeylere üzülmezdi annem İnsanları pek umursamazdı Kimin ne dediğiyle ilgilenmezdi Öyle kendi içinde, öyle kendi halindeydi ki Ondan nasıl ayrıldım, hâla gösterdiğim tahammüle şaşıyorum İnsanoğlu yaşarken ister istemez katlanıyor, sonra katlandığına inanamıyor� Isparta�dan ayrılacağımıza yakın annem vakitlerini çoğunu Mevhibe teyzeyle geçirmeye başladı Aralarında çok kuvvetli bir muhabbet bağı, bir gönül birliği vardı Şimdi hatırlıyorum da o günleri, ayrılıktan ürperen gözlerle bakıyorlardı birbirlerine Annemin gözlerinde gizli bir çaresizlik; Mevhibe teyze annemin sevdiği bir maniyi ezgileyerek katılıyor o çaresizliğe: �Yara yeri, Sızıldar yara yeri Kervan göçtü, Yol etti, Yalvararam yara yeri, Ne sende od tükendi, Ne bende yara yeri��
Isparta�daki biricik arkadaşım Canan�la ben, Mevhibe teyzeden Gülcü Kızlar�ın hikâyelerini dinlemeye doyamazdık Mevhibe teyzenin sanki yüzlerce serçeyi yüklenmiş gibi tatlı, sevimli sesi hâla kulaklarımda: �Güller ya gün doğmadan ya da akşam serinliğinde toplanır, amma kızıl gül bağında hava daima leylâk rengi, tatlı bir akşamdır Gülleri yalnız gülcü kızlar devşirir; nazlı gülün tabiatından onların narin parmakları anlar ancak Güllere ülfetini derinleştirdikçe gülcü kızlar, güller muhabbetin terini gülcü kızların ellerine bırakır Gül çamuru derler o terre
Oysa hakikatte çamur değil, muhabbet nişanıdır o Gülcü kızlar gül çamurunu zar gibi bezlere sarıp koyunlarında saklarlar, tenleri gül gibi koktukça gülün esrarına karışmış gibi bahtiyar olurlar�� Canan not alırdı Mevhibe teyzenin her anlattığını
Öyle benziyorduk ki onunla birbirimize; bir şiirin dizeleri gibi� kader bu beraberliğin örgüsünü dağıtmadı uzun zaman; Canan�la ben İstanbul Edebiyatı kazanıp Isparta�dan ayrıldık
Yeni tayin haberi annemle babamı Kütahya�ya uğurladıktan sonra, biz de Canan�la İstanbul�a gittik Öyle çekilmez acıların günleriydi ki o günler, kalbim nasıl dayandı, bilmem
Annem hiçbir vedaya dayanamaz Böyleyken Kütahya�ya gideceği vakit ne kadar metin görünüyordu Yalandı Benden ayrılır ayrılmaz yıldırım gibi kalbine düşecek acıyı gizleyen bir buluttu
Vedanın kollarında ben, kaybolmaktan korkan küçük bir kız çocuğuydum Böyle hissetmiştim, annem bunu sezmiş, sonunda birbirimizin kollarında kaybolur gibi ağlamıştık Demiştim ki ona, �Ölüm nedir biraz öğreneyim diye, senden ayrılıyorum� Elini ağzıma kapamıştı, ağlarken gülümsemeye çalışarak Hiçbir yüz ağlarken gülümseyen annemin yüzü kadar güzel, hiçbir yürek onun hafif yüreği kadar âşık olunmaya layık olamazdı
Sonunda gitti, ölerek ve öldürerek beni
Canan bütün gün bana gül yağı aramış Ben o vedanın ardından gamlı bir hazan gibi içime gömülürken, o, bir teselli bulmak adına belki de, benim en sevdiğim renk olan koyu buhurumeryem tonunda gülyağı aramış Gül şeklinde bir şişede buhurumeryem renginde gülyağı� Bir dost tarafından teselli edilmekten, içtenlikle verilen sevgiden daha büyük hediye ne olsun? Öyle sıkı kucaklamıştım ki onu, annemin kollarında kaybolur gibi, ağlarken, o da benim için benim gibi nasıl da ağlamıştı
Derken Isparta�ya veda vakti de geliverdi İstanbul�u ilk defa görecektim Ama İstanbul�a dair ne merak, ne hayret, ne de yâranlık taşıyacak takati yoktu kalbimin Bir ömre bedel aşkların toprağı olan İstanbul�a karşı beslenecek böyle bir gaflet olamazdı; ama ben mazurdum; ailemden ayrılmıştım, şimdi Mevhibe teyzeden ve bütün sevgili hatıraların şehrinden ayrılıyordum
Son kez dönüp ardıma baktığımda, annemin şiir defterinden ezberlediğim, Ahmet Gazali�ye ait o unutulmaz dörtlüğü fısıldamıştım geçtiğim şehirlerin (varsa) kalbine: �Senin gönlün daima meshur ve musahhardır mazursun- gamın ne olduğunu asla bilemedin mazursun
Yolculuk boyunca Canan kendi halime bırakmıştı beni Hiçbir şeyin bana ilişmemesini istediğimi sezmişti Öylece susuyor, ama kalbimizin içinde söylenen nice hüzünlü cümleyi bir fotoğraf karesi olup canlanan hatıralar eşliğinde tekrarlayıp duruyorduk
O yolculukta bir kırılan aynaydı zaman elimde Zamanın kırılan, dağılıp uzaklaşan halini ilk defa böyle derinden fark ediyordum Kırılan aynanın bana verdiği hüzünden başka bir şey göremiyor, duyamıyorum; bir romandaki hâyal gibiyim, öyle hissediyordum Otobüsün teybinde Gülden Karaböcek�in incecik mızraklar gibi insanın kalbine saplanıveren, hüzne müptela o esrik sesi, bir yarayı acımasızca genişleten rüzgâr gibi dokunuyordu bana Yolculuk boyunca suskun, nasıl da beliriyor belirecek olan ve nasıl da olgunlaşıyor kendinden başka hiçbir şeyi umursamadan, diye düşünüyordum Sevgiler, hasretler, kim bilir daha ne serüvenlerden geçirecek beni ve daha ne kadar ağırlaşacak�
Olgunlaşmanın durduğu nokta ölüm olmalı Demek ki beliren, içine aldığı varlık yaşadıkça kendi yolunda ilerleyecek gizlice Ve demek ki diyordum, benim ömrümü öçöne alan esrar hasret olacak imiş
Hasretin, hüznün sancılarıyla beliren düşünceler kalbimi öyle yordu ki gözlerimi yumup bir rehavet düşünde kaybolmak istedim Annemin, babamın, Mevhibe teyzenin hâyali beliriverdi gözlerimin içinde Her veda kucaklaşmasını yeniden yaşadım Mevhibe teyzenin buğulu gözleri daha derinden işledi içime Sonra titreyen güçsüz elleri ellerime uzandı, küçük bir defter bıraktı avuçlarıma: �Dün gece senin için hazırladım� dedi, titreyen tatlı sesi, �seversin� diye ekledi sonra
Defterini çıkardım �Çiçekler Arasında� Anlattığı ve benim tekrar tekrar dinlemekten usanmadığım çiçeklerin hikâyelerini kendi el yazısıyla bir araya getirmiş� Mor menekşe çiçeklerin şeyhi olan gülün dergâhına varır, boynun eğer, derman umar Gül, �Rengini gamlı kılan, yapraklarını perdeleyen dert nedir ki?� diye sorar Menekşe, muhabbet bağından hicran dağına nasıl atıldığını, ona muhabbet bağını hatırlatan nağmelerini işittikçe gömleğinin yakasını nasıl yırttığını anlatır� Gül menekşenin derdini dinlerken kimselere faş etmediği gizli derdi şahlanır içinde O dert öyle üstüne varır ki gülün, çaresizlikten titrer incecik gövdesi ve hüznün gözyaşları beliriverir yapraklarında Derdinin, çaresizliğinin fark edilmesinden korkar da �Dermanını derdinde ara, git artık� der menekşeye Menekşe ayrılırken cüret edip güle yapraklarında beliren damlaların ne olduğun sorar Gizler derdini gül, �O çiy damlaları benim tacımdır� der O günden sonra dert gülün tacı olur
O defteri okudukça geri dönmek isterdim, Mevhibe teyzeye dönmek; bir pervane gibi çırpındı durdu içimde bu arzu
Derken İstanbul, çiçekleri bir bir kabul edip dertlerini dinlerken kendi derdini gizlemek için ter döken gül gibi, derdimi içine alan bir fânus oldu
İstanbul� şairlerin müstesna cümlelerinde Leyla gibi bir mâşuk şehir Ne ki acılarıma, hasretlerime metelik vermeyen umursamaz bir çehreyle karşıladı beni İstanbul�u kendime benzettim; bir kalbi varsa o da kırıktı Onun da hasretini çektiği sevgilileri, uzaklaşan güzellikleri, bir aynada kırılan vakitleri vardı Öyle ya, esenliğinden çalınmış bir şehir ne kadar teselli edebilir içinde başka şehirlerin hatıralarını taşıyan kırık bir kalbi?
Peçesi indirilmiş, sonra da, uğrunda ölüme yürüyen âşıkların hatıralarını taşıyan güzelliğinden yüzçevirilmiş müstesna bir dilberin hüznü vardı İstanbul�un çehresinde Derken, benim hasretlerim, kalbimin melûl ezgileri onun buruk akşamlarına karıştı; hem öyle bir karıştı ki bir daha çıkamadım içinden
Konakladığım son şehir oldu İstanbul
Sonra, ömrümün geri kalan hasretlerini, ayrılıklarını iyice derinleştirerek içimdeki yerlerini sağlamlaştıran gamsız bir el oldu Canan fakülteyi bitirip Isparta�ya döndü Her mektubuyla yaramı derinleştiren sevgili oldu
Mevhibe teyze ölümsüzlükten gönlümde bâki kalan eşsiz bir kuşa dönüştü, süzüldü durdu içimde
Annem birkaç şehir daha gezdi babacığımın ardı sıra Sonunda onun da yolculukları İstanbul�da ikmal oldu Oysa biliyorum, o yollar kesilmedi içimizde Geçmişte yaşanan tatlı bir huzurun odaları gibi içinde sakladı bizi Ne hasretin hüznünden, ne hüznün gözyaşlarından kopamadık bir daha Ömrümüz, mektupları, geçip giden zamanları bir kutsal metin gibi bağrına bastı Biliyorum, annem, geçtiği şehirlerde kendi ruhunun yankısını bulduğu her şeye; bir sokağa, bir vaktin hatırasına dahi mektuplar yazdı gizlice Bir anlık huzurlu hatırayı dahi özlemekten vazgeçmedi� biliyorum, kendi kalbimden biliyorum
Ve işte saçlarımda berrak bir yaz gecesinin yıldızları gibi beliren senelerin ucunda ben, annemden yadigâr sandığın kıyısında, kalbimin üstünde çiçek bercesteleri, o hikâyenin başındayım hâla� Güneş ufkun eteklerinde hüzünlerden bir akşam bahçesi kurmayı sürüdüyor O bahçede daha kaç akşam dayanır benim gülüm, bilemiyorum
Münire DANİŞ

Alıntı Yaparak Cevapla