cansel
|
Hayata Dair
Hayata dair  (1)
Zamanımızda “başarı denilen virüs” öylesine yayıldı ve herkesin içine yerleştirildi ki, insanları böyle bir yaşamın tersinin mümkün olduğuna bile inandırmak güçleşiyor
Sanki “başarılı olmak” gereği her zaman ve herkes için geçerliymiş gibi algılanıyor
Artık günümüzün romancıları, şairleri, düşünürleri, bilim adamları bile “başarı” peşinde koşuyorlar
Herkesi, Amerikalıların kafalarımıza soktuğu “kazanan” ve “kaybeden” kavramlarına göre yargılıyoruz
Peki Yunus Emre başarılı olmak için mi yazmıştı şiirlerini, Mevlana sema dönerken “başarı” peşinde miydi?
Çarmıhta can veren İsa kazanan mıdır, kaybeden mi?
Ne demişti Peygamber: “Her şeyi kaybeden, her şeyi kazanır ”
***
Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, insanlığın binlerce yıl içinde geliştirdiği temel kavramları ters yüz edemezsiniz
Bazı toplumlar, belirli dönemlerde insani gelişimin dışına düşer ve bunu da kalıcı sanırlar ama sonunda evrensel kurallar galip gelir ve o toplumu bir düzeltmeye tabi tutar
Bir düşünelim: Güzel sanatlar nedir?
Eskiden “bedii zevk” denilen yüksek estetik kaygılar ne için toplumlarda bu kadar önemli yer tutmuştur?
Niye birçok gelişmiş ülke, genç kuşakların zevklerinin incelmesi için çalışmıştır?
Ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde tiyatro, resim, edebiyat, bale niçin bu kadar önemlidir?
Bu ülkeler zengin oldukları için mi yüksek zevklere yönelmiştir, yoksa bu birikim mi onları zengin etmiştir?
Bunlar önemli sorular
Ve cevapları belli
Dünya uzun vadede güzeli, doğruyu, iyiyi arar
Belki çok acı çekilir, çok kişi bu yolda kırılır ama eninde sonunda iyi, güzel ve doğru olan kazanır
***
Roman kahramanlarını, hep şişeden çıkmayı bekleyen cinler gibi düşünmüşümdür
Oradadırlar, sizi beklemektedirler, şişeyi okşadığınızda çıkıp geleceklerdir
Çağırmadığınız zaman ise yokturlar, şişe alelade bir şişe olarak durur
Kitaplar da öyle değil mi?
Birbirine yapışık durumda bekleyen binlerce, yüz binlerce sayfa cansızdır, kupkurudur
Zamanla tozlanmaktan, küflü bir koku edinerek sararmaktan başka bir işe yaramaz
Önce havayla en çok temas eden kenar bölümleri sararır, sonra içlere doğru yayılır
Okumayanlar için kitaplar, ölü birer selüloz katmanından başka nedir ki?
Ama bir kez elinize alıp okumaya görün O cansız sayfalardan süzülen ruhlar, ete kemiğe bürünür, capcanlı görünürler size
Onlarla dertlenir, onlarla sevinir, onlarla kıskanırsınız
O andan itibaren kitabın küf kokusu da bir alışkanlık olur sizin için, her ülke kağıdının değişik kokusunu içinize çekersiniz
Sararmalar, eski ve çok sevilen bir dostun saçlarına düşen ak gibidir
Selüloz katmanlarının arasından fışkıran yakıcı hayatlar, sizi de birlikte sürükler
Lafcadio olursunuz, Raskolnikov, Bovary, Meryemce, Anna Karenina, Lacombe Lucien, Goriot, Jean Valjean, Buendia gibi duyumsarsınız kendinizi
Yaşamı imbikten süzerek size yeniden sevdiren bir büyüdür bu
Hayata dair  (2)
Kitaplar sizi daha derin bir anlayışa götürür, hem kendinizi hem de dünyayı daha derinden kavramanızı sağlar
Bir ruh eğitimidir, bir duygular eğitimidir
Birçok olumlu kavram gibi edebiyat hakkında da olumsuz önyargılar yerleşmiş topluma
Bunlardan biri de “edebiyat yapmak” deyimi
Bu deyimle boş konuşmalar, hayal ürünü, hiçbir işe yaramayan düşünceler ve gerçeklere dayanmayan bir değersizlik ortamı kastediliyor
Oysa edebiyat dünyanın en ciddi işidir
Hiçbir gelişmiş toplumda edebiyat böyle bir deyimle kirletilmemiş, aksine hep toplumun en üst değerleri arasında yer almıştır
Bu saygıyı gösteren ve göstermeyen toplumlar arasındaki farkı görmek istiyorsanız, bir Avrupa ülkelerine bakın bir de biz ve Orta Doğu ülkelerine
Durum ortada değil mi!
***
Bazı kişiler eskiyi muhafaza etmek isterler ama kastettikleri eskinin de bir zamanın “yeni”si olduğunu ve daha önceki eserlere karşı bir yenilik mücadelesi vererek varolduğunu unuturlar
Ayasofya binbeş yüz yıllık bir eserdir ama basilika ve kubbe biçimlerini ilk kez birleştiren yani kendilerinden önceki bütün eserlere meydan okuyan iki yenilikçi mimar ve onları destekleyen yenilikçi bir hükümdar sayesinde yapımı mümkün olabilmiştir
Mozart klâsiktir ama kendi dönemindeki “eski”ye karşı mücadele eden bir “yeni” olarak varolabilmiştir
Cervantes de böyledir, Çaykovski de, Frank Lloyd Wright ya da Le Corbusier de  
Mustafa Kemal bir devrimcidir, hayatını Tanzimat Fermanı’nı tartışarak değil, geleceği inşa etmeye çalışarak geçirmiştir
Ama bu insanların hepsi geçmişten geleceğe uzanan bir köprü niteliğindedir Kökleri çok derindedir
“Kökü mazide olan atiyiz” yani “Kökü geçmişte olan geleceğiz” sözü bu büyük adamlarda doğrulanır gibidir
Her yenilik tepki görür, her peygamber, her büyük filozof, her büyük sanatçı önce reddedilir, sonra kabullenilir ve klâsik olur
Bu yüzden sanat da hayatın gerçeği gibi devrimcidir
***
Nasıl Descartes’tan “Düşünüyorum o halde varım” cümlesi insanlığa miras olarak kaldıysa İspanyol filozof Ortegay Gasset’ten de böyle bir cümle kalmıştır:
“Ben, kendimin ve çevremin toplamıyım ”
İlk bakışta “Ne demek bu?” diyenler olabilir Ama biraz düşündükçe her şeyin yerli yerine oturacağına ve sözün derin anlamının ortaya çıkacağına eminim
Aslında bu ülkedeki birçok gelişmiş ve incelmiş insanın dramının temelinde bu cümle yatıyor Çünkü siz kendinizi, beyninizi ve duygularınızı ne kadar geliştirmiş olursanız olun sonunda bu çevrenin bir parçasısınız
Bir yanınız arabesk, bir yanınız eurobesk
Bir yanınız vahşi bir sertlikle ve binbir cambazlıkla sürüp giden siyaset, öteki yanınız her gün ölüp ölüp dirilen, arap sabunuyla kaplı mermer zeminde rugan pabuçla dansetmeye çalışan ekonomi
Bir omzunuza yumuşak bir şefkat tünemiş, ötekine gözü kanlı bir şiddet
Yani ne yaparsanız yapın, kendinizi nasıl tanımlamaya çalışırsanız çalışın, sonuçta bu ülke ortamının bir parçasısınız Eğitimine kafa yorduğunuz çocuğunuz da aynen böyle olacak
Çünkü insanoğlu tek başına varolamıyor
Hayata dair  (3)
Sık sık Anton Çehov gelir aklıma, büyük Çehov! Onun dahice örülmüş oyunlarında da her şey olağan gibidir Gündelik yaşam, tembel bir nehir gibi ağır ağır akmakta ve insanlar kendilerini nehrin akıntılarına bırakmaktadır
Yaz bahçelerindeki beyaz giysili insanlar, piyano konserleri, yemekler, fıkralar ve entelektüel tartışmalarla vakit geçirirler
Ama oyun biraz ilerleyince anlarız ki, bu insancıkların hepsi derin bir huzursuzluğun pençesindedir
Durup durup ağlama krizlerine giren kadınlar, ölesiye sarhoş bir doktor, ona umutsuzca sevdalanmış bir genç kız, ölümü bekleyen bir ihtiyar  Hepsi de huzursuz ve her an isteri krizlerine açık bir kırılganlıkta yaşamaktadır ama dış görünüşte bunu fark etmeye imkân yoktur
İç huzursuzluğu anlayabilmek için Çehov çapında dahi bir yazarın, insan ruhlarını, sandıktan çıkarılmış gizli bir çeyiz bohçası gibi kat kat açması gerekmektedir
İhtilale yani büyük değişime akan bir toplumdaki derin huzursuzluktur bu
Taşlar yerinden oynamış ve insan ruhları onulmaz biçimde yaralanmıştır
***
Türkiye’de de ekonomik krizlerden daha yoğun olarak yaşanan kriz bence bu Amacını yitirmiş, hayallerini tüketmiş ve yarınına umutla bakamayan bir toplum
Büyük değişimin sancılarıyla kıvranan ve ne olduğunu bir türlü anlayamayan huzursuz insanlar
Yerleşik değerlerin çöktüğü ama bir türlü yeni değerler sistemine geçemeyen insanların iki cami arasında binamaz kalmış hali
Beni en çok bu durum korkutuyor biliyor musunuz!
Bir ülkenin ruhunu yaraladığınız zaman, ekonominin ve siyasetin bu yarayı iyileştirmesi çok zor oluyor
***
Belli bir yaşta insanın kendisini kanıtlama çabası, kendini anlama çabasına dönüşmelidir
Ne var ki bazıları yaşlanır ama olgunlaşamazlar, ömürlerinin sonuna kadar başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğü en önemli konu olarak kalır
Beğenilmek, sevilmek ister ve bütün güçleriyle bunu sağlamak için uğraşırlar
Bazıları da belli bir olgunluğa erişince, kendilerini beğendirmeye çalışmaktan vazgeçer ve dünyayı daha rahat bir gözle seyretmeye başlarlar
Bu aşamada kişinin “nasıl göründüğü” sorusu önemini kaybeder, bunun yerine kendisinin “dünyayı ve insanları nasıl gördüğü” öne çıkar
Değeri ölçülmeye çalışılan kişiden, değer ölçmeye geçiş aşamasıdır bu
O kişi artık yarışta değil, jüridedir
Altın değil sarraftır
Aktör değil, yönetmendir
Kıratı ölçülen taş değil, kuyumcudur
Ve bütün bunlar eğer bir iç disiplinin tutarlılığını taşıyorsa, o kişi dünyanın nirengi noktalarından birisi olur
Çevresindeki insanlar için bir ayar haline gelir
Bir terazidir, bir ölçüdür
Bazıları bu noktaya hiç gelemeden ölür ve son sorusu “Acaba beni beğeniyorlar mı?” olur
Bazıları da iç dünya zenginliği sayesinde manevi birer otorite mertebesi kazanırlar
Birinciler telaşlıdır, ikinciler sakin
Birinciler hırsı piriye kapılmıştır, ikinciler evren içindeki insanoğlunu hangi ölçekte değerlendireceklerinin farkındadırlar
Yaş insana olgunluk ve bilgelik getirmeli
Hayata dair  (4)
Dünyada yaşayan altı milyar insanın DNA’sı aynı
Maymun DNA’sıyla insan DNA’sı arasında bile kayda değer bir fark yok
Dünyadaki bütün hayvanlar, insanlar gibi yemek yiyor, su içiyor, uyuyor, cinsel ilişkide bulunuyor, kavga ediyor, hasta oluyor ve ölüyor
Memeli hayvanların “tropikal memeli” cinsinden olan insanoğlu da aynen onlar gibi kendi biyolojik kurallarına uygun olarak yaşıyor
Peki o zaman hayvanla insanı ve giderek insanla insanı ayıran fark nedir?
Kültür, sadece kültür!
Bangladeşlilerin Kanadalılardan biyolojik olarak hiçbir farkı yok
Ugandalılarla İsveçlilerin de öyle
Öyleyse bu ülkelerden birini uygar diğerini ilkel, birini yoksul diğerini zengin yapan öğe nedir?
***
Neden dolayı bazı ülkeler yoksullukla, yoksulluğun yol açtığı problemlerle ömür tüketir ve yaşamı cehenneme çevirirken, ötekiler dünya nimetlerinden alabildiğine yararlanan bir cennet yaratmayı başarırlar?
Bir kader midir bu?
Irk özelliği midir?
Hiçbiri değil
Çünkü eğer öyle olsaydı ülkelerin tarihinde iniş çıkışlar olmaz, her şey aynı kalırdı Oysa biz kendimizden biliyoruz ki bir zamanlar cihan imparatorluğu olan bir ülke, daha sonra azgelişmişlik kategorisine sürüklenebiliyor
***
İnsanları ve ülkeleri birbirinden kültürleri ayırır
Eğer kültürü dar anlamıyla alırsanız, sadece sanat çalışmaları akla gelir
Ama kültür, bir toplumun bütün ilişkilerini içine alan ve her şeyin üzerinde yükseldiği bir heykel tabanı gibidir
Bir ülkenin siyaseti, siyaset kültürüne bağlıdır ticareti, ticaret kültürüne
Bugün eğer Türkiye her alanda ilmik ilmik dökülüyorsa, metastaz yapmış kanser gibi her yeri yolsuzluk virüsü sarmışsa insanlar birbirini sevmiyor ve birbirine güvenmiyorsa, bunun nedenlerini kültürde aramak gerekir
Hepimizin gözü önünde toplumun dokusu bozuluyor, insanları bir arada yaşatan değerler sistemi yok oluyor, kısacası çürüyoruz
__________________
worapsow adige
|