Konu: Zen Nedir
Yalnız Mesajı Göster

Zen Nedir

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Zen Nedir



Zen Nedİr

Zen yalnızca, derin bir ahenk içinde

Her tür çelişki içeren engin bir yaşam bilir

Gece gündüz ile ahenk içindedir

Mevcudiyet, yokluk ile ahenk içindedir

Bu engin ahenk,

Bu eş zamanlılık Zen Manifestosunın özüdür

Saygı ve sevgi içeren, hiçbirşeyi reddetmeyen, hiçbirşeyi kınamayan

Tek yaşam biçimi budur

OSHO: ZEN MANİFESTOSU

Kar tanesi düşüyor

Derin sonsuz

Sessizlik…

Birbiri üzerine uzanır

Düşen yapraklar

Yağmur damlası

Yağmur damlasına çarpar

Düşmüş bir çiçeğin

Dala geri dönmesi mi?

O bir kelebekti

İşte Zen bu

Zen, insanın kendi iç varlığını ve iç yapısının derinliğini görebilme sanatıdır, bağımlılıktan özgürlüğe götüren yoldur" DTSuzuki

Zen'i özetlemek gerektiğinde herhalde yukarıdakinden daha iyi bir cümle kurulamaz Evet, Zen bir görebilme sanatıdır ve bir yoldur Bu ikisi bir arada düşünülürse Zen'e bir tür yaşama sanatı denilebilir

Böyle olunca, Zen'in insanlık var olduğundan bugüne kadar farklı coğrafya ve toplumlarda farklı pratiklerle ortaya çıkmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz Bugün bildiğimiz şekliyle Zen'in ortaya çıkmasında iki kültür etkin olmuştur Hint-Budist kültürü ve Çin-Tao kültürü Yine bu iki öğretinin, yani Budizm ve Taoculuğun'da yapısı nedeniyle bir isim verilmeden ve kağıda dökülmeden farklı coğrafya ve toplumlarda insanlık tarihi boyunca yaşanmış olduklarını söyleyebiliriz

Ama Budizm konusunda klasik hikaye hemen herkesin bildiği gibi İÖ563 yıllarında Prens Siddharta Guatama'nın Hindistan'ın kuzey doğusunda bir kralın oğlu olarak dünyaya gelmesi ile başlar Prens 29 yaşındayken yaşamın acıyla dolu olduğunu anlar ve kurtuluşu aramaya başlar Uzun yıllar bir ormanda çile ve perhiz içinde meditasyon yaptıktan sonra bunların bir işe yaramadığını anlar ve kendine işkence etmekten vazgeçer Bu sefer acıkınca yer, yorulunca uyur ama ormanda meditasyona devam eder En sonunda bir gün meditasyona oturur ve kendisini bağımlılıktan özgürlüğe geçiren kapıyı açar Yani aydınlanır, o ana kadar hiç yaşamadığı bir deneyim ile kendisini doğum ölüm döngüsünden, yaşamın acılarından kurtarır ve bir Buda olur Daha sonra Guatama, tüm duyarlı varlıkların kendisi gibi acıdan kurtulması için herkese aydınlanmanın yolunu öğretmeye başlar İşte bu andan itibaren o artık bir Buda ve Bodhisattva'dır Yani Buda ve Bodhisattva, budistler için belli bir kişinin adı veya lakabı değil aydınlanmaya ulaşmış ve kendisini diğer varlıkların kurtuluşuna adamış kişi anlamındadır Ve Guatamadan sonra pek çok Bodhisattva yaşamıştır

Zen tamamen doğu kökenli bir yaşam sanatı olsa da gelenekler, kutsal yer ve yazıtlar gibi şeylerle bir bağı yoktur Bu nedenle insanın var olduğu her mekana ve zamana uydurulabilir bir yapısı vardır İşte Zen'in batı dünyasında hızlı ve kolayca yayılabilmesinin nedeni budur Bugün Avrupa ve Kuzey Amerika'da pek çok Zendo vardır Ancak bu, Zen'in çok zahmetsiz ve basit olduğu anl***** gelmez Bir Zen ustası "Zen nedir?" sorusuna "Kızgın ateş üstünde kaynar yağ" diye cevap vermiş Çünkü insanın kendi iç varlığını, iç yapısının derinliğini görebilmesi öyle sıradan bir uğraş ile olacak iş değil *DTSuzuki'nin dediği gibi yaşamda en önemli, en önde gelen ciddi bir iş bu

Zen, Budacılık okulları arasında en sert olanı Bunun nedeni Zenin aydınlanmaya olan tam ve kesin bir inanç ve kararlılık ile tam bir kişilik dönüşümünü gerekli kılması Ancak bir Zen yolcusunun günlük yaş***** bakıldığında kendisini hiçbir zor uygulamaya yöneltmediği görülebilir Zeni sert yapan kişinin kendi egosuyla, kişiliği ile yaptığı mücadeledir Sonuçta ise Zen size tüm varlığın gerçek doğasını anlama ve benliğinizi aşarak doğum-ölüm döngüsünden kurtulmayı vaat eder Bunu yaparken ne bir kutsal kitaptan, ne bir kutsal kişiden, ne bir mistik öğretiden, ne bir bilgiden, ne akıldan, ne de varlığın dışındaki bir tanrıdan destek arar Tüm bunlar Zen için bir hiçtir oysa Zen yolcusunun kendi gerçek özüne derin, dikkatli ve içten bir bakışı herşey

İşte Zenin diğer Budist okullara nazaran batı dünyasına daha hızlı yayılmış olmasının nedeni bunlardır Özellikle sanayi devrimi ve kapitalizmin dünyayı ele geçirmeye başlamasıyla insanlar tüketim-üretim zinciri içerisinde daha çok dışa dönük ve yüzeysel bir yaşamı yaşamaya başladılar Sonuçta batı toplumları egonun tatmini için bencilliği körükleyen, göreceli çıkarlar için doğayı tahrip etmekten çekinmeyen, insanların ideoloji ve maddi çıkarlar için diğer insanları kitleler halinde hiç çekinmeden yok edebildiği bir toplum oldu çıktı Tabii ki bunlara duyarlı insanlar tarafından bir tepki doğdu En güçlü tepkiler ise ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan gençlik hareketleriydi Bu gençlerin karşısında duran tüm doğu dünyası ise vaat ettiği barış ve huzur ile adeta keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibiydi Tabii ki bu hazinenin içinde Zen de vardı ve içerdiği gelenek, ırk, bilgelik, yaş, cinsiyet, yaşam şartları gibi öğeleren bağımsız olma özelliği ile yandaş bulması çok kolay oldu Dahası Zen diğer Budist okullar gibi günlük yaşamdan çekilmiş, münzevi bir yaşam ideali taşımadığı için batı için çok uygundu

Ama batı dünyası bugüne kadar Zeni hep doğulu örneğinden kopya ederek yaşadı Zenin daha çok ahlaki yönlerinden ve günlük yaşama olan bakışından etkilendi Batıda pek çok Zen okulu kuruldu ama bu okulların kurucuları da doğudan gelen ustalardı Zen halen batı dünyasındaki yerini aramaktadır Çünkü batıda diğer Budist okullarla karşılaştırılınca en çok yoldaşı olan okuldur ama henüz iyi ustalar yetişmemiştir Bunun nedeni ise Zenin yapısının batılı tarzda yetişmiş birisi için tamamen ters duruyor olmasıdır, kişi Zeni anlayabilmek için kendisini ters çevirmeli alt üst etmelidir Bu durumu anlatan çok güzel bir hikaye şöyle; Bir Profesör Zenin ne olduğunu öğrenmek için bir Zen ustasını ziyarete gider Usta Profesöre çay ikram etmek ister Otururlar ve usta kendi fincanına çay koyduktan sonra profesörün fincanını doldurmaya başlar Ancak fincan çay ile dolduğu halde usta çay dökmeye devam eder Bir süre sonra Profesör dayanamaz ve "Artık doldu, daha fazla alamaz! der Usta ise "Tıpkı sizin zihniniz gibi, zihninizi boşaltmadan size Zeni nasıl öğretebilirim?der Oysa batı dünyası insanların zihnini sürekli doldurmaları, karışıklık içinde her türlü bilgiyi beyinlerine istiflemeleri için sürekli çaba içindedir

Bundan sonra Zenin içeriği hakkında yazmaya çalışacağım ama bu yaptığım hiç görmediğim bir yeri başkalarından duyduklarıma göre anlatmaya çalışmak gibi bir şey Ama Zen hakkında hiçbir bilginiz yoksa mutlaka pek çok önyargınız vardır Zaten benim asıl amacım da bunları aşmanıza yardımcı olabilmek Çünkü Zen çok farklı olduğu halde diğer pek çok doğu kökenli öğreti ile kolayca karıştırılabilecek bir görünümde Ve günümüzde çeşitli uygulamalarla Zen dışındaki öğretilerin pazarlanmaya başlandığını görüyorum

Öncelikle hepimiz yaşamı bir ölçüde sorgularız Bazı duyarlı insanlar bu sorgulama işleminde hiç durmadan bir çaba bir arayış içinde olsalar da çoğunluğu oluşturan insanlar genellikle kendi yaşamlarına ve yetiştirilme tarzlarına uygun olan cevapları seçip sorgulamayı bir kenara iterler Öncelikli sorular herhalde, Ben neyim, insan nedir? Evren nedir? gibi geniş kapsamlı sorulardır Günümüzde bu gibi sorulara cevap sunan kutsal kitaplar ve felsefeler çok çeşitli Ancak tüm bu felsefe ve kutsal kitaplardan yardım görmeden bir kez daha düşündüğümüzde çok açık ve seçik olarak gördüğümüz şey şudur; Ben her ne olursam olayım her an yaşlanmakta ve yavaş yavaş ölmekteyim Hepimiz bu dünyadan gelip geçip yok olacağız Bedenim geri dönüşü olmayan bir yolda ilerliyor Bu süre içinde bedenimdeki moleküller sürekli değişiyor Her gün çeşitli yollarla hücrelerimdeki molekülleri bedenimden dışarı atıyor ve beslenme veya solunum gibi yollarla yerine yenilerini alıyorum Bu sürekli değişim içinde bedenimde sabit olan hiçbir molekül yok Yani bundan birkaç yıl önce bedenim dediğim beni oluşturan tüm moleküller beni terk etmiş durumda Bunu önleyemiyorum Bu durum tüm varlıklar için geçerli Diğer gerçek ise tüm varlıkları içeren evren adını verdiğimiz birlikteliğimiz

İşte bu manzara düşünen her insanın karşısına çıkıyor Bu noktada insanlar genellikle kültürleme tarzlarına göre iki aşırı düşünceye doğru ilerliyorlar Ya tüm bu gerçeklerin aslında bir yanılsama olduğu, asıl gerçeğin insanın ruhu denilen yerinde olduğu gibi romantizme doğru, ya da her şeyin maddi bir temele dayandığı, ruh ve metafizik çıkarımlar gibi düşüncelerin saçma olduğu gibi rasyonalizme doğru Ancak insanlar ne düşünürlerse düşünsünler gerçek her neyse değişmiyor Yaşam devam ediyor, insanlar sürekli doğuyor ve ölüyor

İnsanların yaşamı ise sürekli bir mücadeleden başka bir şey değil Yoksulluk, hastalıklar, doğal afetler, savaşlar vs İnsanların yakasını bir türlü bırakmıyor Zenginler içten içe varlıklarını kaybetme endişesiyle yaşarken, hastalıklar varlıklı veya yoksulları ayırt etmeden kol geziyor İnsanlar para ve aşk gibi nedenlerle her gün evlerinden çıkıp birileriyle mücadele içinde akşam ediyorlar Tüm bu gerçekleri görmemize engel olan şey ise geçici zevkler değil mi? Zenginliğin verdiği bir anlık rahatlık, bize heyecan ve gevşeme yaşatan anlık zevkler Günümüzde insanların büyük çoğunluğu bu tür geçici rahatlık ve zevklerin peşinde ömürlerini tüketmiyorlar mı? Tüm bu arzu-tatminsizlik çemberinde acı insanın peşini hiç bırakmıyor Yaşama bir de buradan bakınca gerçekten acı ile dolu olduğunu görebiliriz Tüm bu acılar yetmiyormuş gibi bir de geçmişe üzülüp geleceğe olan umutlarımıza sarılarak yaşamak ve bunları takip eden hayal kırıklıkları var Hep gelecekte bir şeylere sahip olup mutlu ve rahat bir yaşam sürme hayaliyle bugünü geleceğe endeksleyip günlerimizi, yıllarımızı geçiriyoruz Oysa pek çoğumuzun şu andaki yaşamı bile huzurlu olabilmek için yeterli, oysa biz sürekli isteklerimizin yarattığı eksiklik duygusuyla acı içindeyiz

Tüm bu iç karartıcı manzaranın bize haykırdığı gerçek ise her şeyin geçici olduğu, hüzünlerimiz, acılarımız kadar mutluluğumuz da geçici Peki insanlar bu kadar acıya rağmen ne diye hiç durmadan geçici olan hüzünden kaçmak ve geçici olan mutluluğu bulmak için yaşamlarını tüketiyorlar? Yarın ölüp gitmeyeceğimizin garantisi olmadığı halde ne diye banka hesaplarımızı bir sidik yarışı yapar gibi şişirmeye çalışıyoruz?

Sanırım bu kadar sorgulama yeterli Zene göre yukarıdaki tüm bu yanılgıların tüm bu kafa karışıklığının, anlamsızlık duygusunun nedeni büyük bir cahillik Bu öyle basit bir bilgi veya deneyim eksikliği değil, bu öyle bir cahillik ki insanı kendisine ve tüm evrene yabancı kılıyor Kişi anlamsızlık duygusuyla ve zihnindeki bir yığın cevapsız soruyla bir serseri gibi yaşamaya başlıyor Kendisinin bu acıklı durumunun farkında olan pek çok kişi bir cevap, bir anlam arayışı içerisinde kitaplar okumaya başlıyor, konferansları dinliyor, dinsel uygulamaları deniyor veya kendisine yol gösterecek bir kişi arıyor Tüm bu yöntemlerin yanında Zende var Ancak Zen çok farklı olarak ne birisinin ağzından çıkan sözlere ne de yazılanlara bağlanmadan kişinin kendisinin deneyimleri ile yol gösteriyor Zende bunu özetleyen bir bildiri şöyle;

(Alıntı 1) "Yazılara, sözlere bağlanmadan / Kutsal yazıların dışında özel bir iletişim / İnsan ruhuna doğrudan bir yaklaşım / Gerçek yaradılışını tanıyıp Budalığa ulaşmak

Zen yolcusunun yazılara ve sözlere bağlanmamasının nedeni ise çok basit Bunlar, susuzluktan ölmek üzere olan birisine suyu anlatmak gibi bir şey çünkü O kişinin suyu içmeye ihtiyacı var, laf ve kağıt parçalarına değil Siz bir gün Budalık seviyesine erişebilirsiniz belki ama bu durum diğer insanlar için önemsizdir, onlara Budalığa nasıl eriştiğinizi ve Budalığın ne olduğunu yazılı olarak verebilseniz ve onlar bu yazdıklarınızı anlayabilseler dahi onlar için bir şey değişmemiş olur, ta ki onlar da bizzat Budalığa erişene kadar Ki o zaman da onların sizin sözlerinize ihtiyacı kalmaz İşte Guatama ve sonraki pek çok Buda ile diğer insanlar veya Zen yolcuları arasındaki durum aynen bu

Buradan çıkan sonuç söz ve yazının Zen yolunu ifade etmekte yetersiz olduğu Bu yol sıradan bir gezinti, bir tecrübe veya başa gelen herhangi bir olay gibi anlatılabilecek bir şey değil Sadece yaşanıldığı zaman ayrımına varılabilen deneyimler söz konusu Yaşanıp da söz ve yazıyla ifade edilemiyor çünkü aklın sınırları dışında bir yere yapılan bir yolculuk bu Zaten söz ve yazı akıl ürünü olan şeyler değil mi? Zen yolunun söz ve yazıları öğrenerek yürünebilecek bir yol olmamasının nedeni bu akıl dışı deneyimler

Yazının başında Zenin kökünde bir aydınlanma yaşantısının olduğunu yazmıştım Burada kök kelimesinin tam anlamını almak yanlış olmaz Aydınlanma yaşantısı kısaca Zen dediğimiz her şeyin kaynağı bir konumdadır DTSuzukinin dediği gibi, Zen konusunda yazılmış her şey kaybolsa, tüm Zen okulları kapatılsa ve Zenin varı yoğu elinden alınsa da bu aydınlanma yaşantısı kaldığı sürece Zen yok olmayacaktır Anlaşıldığı üzere Zendeki her şey bu aydınlanma yaşantısının bir açılımı, bir sonucu, öyle ki Zen hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir kişinin sadece aydınlanmayı yaşaması Zenin bir çiçek gibi açmasına yeterlidir

İşte bu durum Zen konusundaki en yaygın ön yargılardan olan, Zenin mantıksal ve ruhbilimsel bir açıklaması olduğu ve kavramsal olarak teknik terimlerle özetlenebilecek bir tür felsefe sistemi olduğu gibi düşüncelerin yanlış olduğunu ortaya koyuyor Bu tür düşünceler, bir insanın ortada hiçbir bilgi olmadan sadece aydınlanma yaşantısı ile bambaşka bir kişiliğe bürünerek birden sonsuz bir anlam duygusuyla kendisinin ve tüm varlıkların gerçek özünü görerek, tüm karşıtlıkların anlamlı bir bütünlüğe ve birliğe ulaştığını sezinleyip, bağımlılıklardan kurtuluyor olmasını ve başka hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor olmasını açıklayamaz herhalde Bu aydınlanma yaşantısına Çinde Wu, Japonyada Satori deniyor

Satorinin herhalde en ilginç özelliği birdenbire oluşuyor olması Bu durum, bir balonun bir süre şişirildikten sonra aniden patlamasına benzetilebilir Ama bunu en iyi sözcüklerle onu yaşayan kişiler anlatabilir!! Ne kadar mantıksal kanıtlar ortaya koyarsanız koyun, satoriyle elde edilen bilgiyi çürütemezsiniz ! Kişiliğimi her bir yanından sıkı sıkı kuşatıp içine kapatan bireysel kabuk, satori anında parçalanıp dağılıyor Bunun ardından gelen duyguysa tam bir bağımsızlaşma, tam bir iç suskunluk Yalnız satorinin şiirsellikten uzak, ulu bir yanı olmayan, gösterişsiz bir olay olmasığer zihniniz satori açılımı için olgun duruma gelmişse birden satoriye geçiverirsiniz Satori birdenbire ansızın geliveren anlık bir yaşantıdır

Bu deneyim öyle bir şey ki, kişi adeta ölüyor ve tekrar doğuyor, dışarıdan bakıldığında tam bir kişilik dönüşümü gözleniyor Kişinin tüm varlıklara olan bakış açısı sarsılmaz bir şekilde yerine oturuyor ve o açıdan bakıldığında tüm evren olduğu gibi bir anlam bütünü oluşturuyor Ancak tüm bu değişimler kişinin zihninde gerçekleştiği, kişi yaşadıklarının her anının bilincinde olduğu yani bir kendinden geçme bir bayılma hali olmadığı halde kişi ne kadar uğraşsa bu yaşadıklarını ne tam olarak kelimelere dökebiliyor ne de bir çeşit matematik formülü gibi anlatabiliyor İşte o andan itibaren birkaç paragraf yukarıda bahsettiğim büyük cahillik sona eriyor ve kişi ölçülemez bir bilgelik ile doluyor Ölçülemezliğin nedeni ise DTSuzukinin dediği gibi hiçbir akılcı ve mantıksal çıkarım ile bu bilginin yadsınamaz olması hali

Genel olarak bakıldığında Satori yaşantısı Zenin amacıdır Bu aşamaya gelinceye kadar bir Zen yolcusu pek çok seviyelerden geçiyor ancak her seviye aslında aydınlanmanın bir parçası ve ayrı birer deneyim Hatta bu yazımı sıkılmadan okuduğunuz için büyük olasılıkla siz de belli bir seviyeyi geçmişsiniz demektir Acaba hayatta yapacak pek çok eğlenceli şey dururken neden bu sıkıcı satırları okuyorsunuz?

Alıntı 1: ("Zen Budizm-DTSuzuki'den Seçme Yazılar", Yol Yayınları, ÇevİGüngören)

SEN Mİ? ZEN Mİ?

Lao Tzunun dediği gibi

Bilenler söylemiyor

Söyleyenler bilmiyor

Bilenler söylemediğine göre söz bilmeyenlere düşüyor Bilenler söylemiyor Çünkü salt gerçeğin yalın gerçeğin sözcüklere dökülüp anlatılması olanağı yok da ondan… Ama gerçeğe götüren yolu parmakla göstermek için gene de söze gerek var Bak ! İşte orada !! diyebilmek için…

Söyle bir gözlerini günlük yaşamın hayhuyundan çevirip kendine bakabilenler yaşamın tüm verebileceklerini almadıklarını, yaşamı tam yaşanması gibi yaşayamadıklarının farkına varıyorlar ama eksik olan şeyin ne olduğu konusunda ortak bir yargıya da ulaşamadıklarını biliyoruz Çoğumuz şu yada bu sorunumuz çözümlense de yada yeterince paramız olsa o zaman yaşamı tam yaşanması gibi yaşayabileceğimiz yanılgısı içindeyiz…

Oysa temel sorunlarının hepsini çözmüş, yeterince hatta yeterinden daha çok parası olanlar yaşamlarından yeterince hoşnut görünmüyorlar Belki yaşamlarının dış görünüşü bizi imrendiriyor ama doya doya yaşadıkları , içlerinin kıvançla yaşam sevinciyle dopdolu olduğu izlenimini vermiyorlar Kesinlikle hepimizin yaşamında olabilecekle olan arasında önemli bir eksik var Nedir bu eksik olan şey?

Bu eksik şey kendi kendimizden ve kopuk yaşamamızdan kaynaklanan yabancılaşmadan geliyor Kendi kendimize yabancıyız, çünkü zihnimiz gövdemizi tanımıyor; kendi kendimize yabancıyız, çünkü duygularımızdan, derindeki düşüncelerimizden büyük bölümü bilincimize ulaşmıyor

Gövdemizden o kadar kopuk yaşıyoruz ki en yaşamsal işlevimiz olan nefes alıp verdiğimizin bile, özel bir biçimde dikkatimizi üzerinde yoğunlaştırmadıkça ayırdında ,bilincinde olamıyoruz Gövdemizden gelen duyumların büyük bir bölümüne kapalıyız Gövdemizde önemli bir uyumsuzluk olup da gövde ağrı ve sızı biçiminde yorumladığımız uyarı bildirileri göndermedikçe gövdemizden habersiz yaşıyoruz Zihnimiz ağrıları sızıları algılıyor da gövdemizin gönderdiği hoşnutluk, memnunluk, iç açıklığı gibi duyumlar pek seyrek bilincimize ulaşıyor Oysa gövdemizden gelen bu tür duyumlar, örneğin serin havanın ciğerlerimizi doldurduğunun bilincinde olmak yaşama sevincini duymak için yeterli bir neden olabilir

Yalnız gövdemize mi yabancıyız? Gerçek duygularımız da bilincimize pek az yansıyor Düşünceleri, olayları sözcükler aracılığı ile belleğimizde bir düzene koyup saklayabiliyoruz da, duygularımızı belleğimizde saklayabilmek için böyle bir aracımız, böyle bir kolaylığımız yok Çok kez duygularımızı karşılayacak sözcüklerimiz bile yok Duygularımızı sözcüklerle karşılıklandırabildiğimiz zamansa onlar duygu olmaktan çıkıp düşünceye dönüşüyor

Ya çevremiz? Çevremize tüm ayrıntılarıyla izleyecek kadar ilgi duymuyoruz Çevremizi tüm dikkatimizi üzerinde yoğunlaştıracak kadar önemli ve olaylı bulmuyoruz Bunun için de değer ve önem sıralamamızla, önyargılarımızla, inançlarımızla çevremizden seçtiğimiz ayrıntılardan yeni bir dünya yaratıyoruz Kuşkusuz bu dünya gerçek dünyadan farklı oluyor Gerçek dünyada değil de zihnimizin kurgusu içinde düşsel bir dünyada yaşayıp gidiyoruz Çevremizi tam olarak olduğu gibi, bütün ayrıntıları ile tanımak istesek bile bilincimizin gücü buna yetmiyor Erich Frommun o kadar açık bir biçimde belirttiği gibi zihnimizin yalanla yanılgı ile dolu olması bir yana, kısa bir süre bile olsa yoğun bir biçimde bilinçli kalmaktaki yetersizliği içler acısı……

Bakışımızı bir yada birkaç ayrıntı üzerine üzerinde odaklaştırmadan, gördüklerimiz arasında bir seçim yapmadan, tüm çevremizin ayırdında olacak biçimde, her şeyi birden uzun süre görmeye, tüm sesleri algılamaya, bilincimiz yeterli değil Bir an için bilincimizi böyle bir uyanıklığa ayarladığımızı varsayalım, acaba bu ayarda, bu durumda kalmayı ne kadar sürdürebilir? Hemen söyleyeyim saniyelerle sınırlandırabilecek kadar kısa bir süre… Kimimiz daha çok kimimiz daha az ama hepimiz çevremize yabancıyız

Hep sokaklarda çevresiyle ilgilenen sağını solunu gören bir kimseye rastlayacak mıyım diye bakınır dururum Çocuklar dışında böyle bir kimseye rastlamadım Uyurgezerler dolaşıyor sokaklarda Genellikle karşıdakilere çarpmadan, otomobile altında kalmadan , ayakları kaldırıma takılmadan yürüyorlar ama gene de görmüyorlar Gözlerine düşüncelerden bir perde indirmişler, ne göğün mavisinden, ne yaprağın yeşilinden, ne gelip geçen insanların yüzlerinden haberleri var Birbirlerini görmeden sokaklarda yürüyen insan kalabalığı……

Arada uyandıkları da olmuyor değil, ilgilerini çeken bir şey görüş alanlarına girince kafalarına bir zil çalıyor, örneğin erkekse, karşıdan güzel bir kadın Kadınsa yakışıklı bir kadın geldiğini görünce yada ilgilendikleri bir eşyaya bir mağaza vitrininde gözleri takılınca birden uykudan silkinip bir an için bakıyorlar, sonra gene indiriyorlar düşüncelerden perdesini gözlerinin üstüne İşin en acıklı yanı, ne düşündüklerini de tam bilmeden, derindeki düşüncelerinden de habersiz yaşıyorlar Suzikinin de dediği gibi ortalama sıradan insan, gövdesinden duygularından derindeki düşüncelerinden ve çevresinden koparılmış olarak, körelmiş güdük kalmış, bir kötürüm, bir yarım adam gibi, varlığının küçük bir bölümünde, gerçek dünyada değil de düşsel bir dünyada yaşıyor

Bu duruma çözüm bulmak mı? Nasıl güçlü adalelere sahip olmak için beden egzersizleri yapmaya, bıçağı keskin tutmak için sürekli bilemeye gerek varsa, güçlü bir bilince sahip olmak içinde bilincin uyanık kalmaya alıştırmak gerekli İşte Zen bu yabancılaşma olgusuna karşı etkin bir çözüm getiriyor Gözümüzü kulağımızı açmak, bizi uyandırmak, bilincimizi keskinleştirmek, duyguların girebilmesi için gönlümüze bir aralama yapmak için elinden ne geliyorsa yapıyor

Uyanıklıktan söz ettiğim zaman bu sözü öyle gizemli, bizim anlayışımızı aşan bir anlamda kullanmıyorum Uyanıklık dediğim zaman gövdemin, tüm duygu ve düşüncelerimizin , çevremin ayırdında olacak biçimde bilincin uyanık kalması, gözlerimden kulaklarımdan, bedenim ve zihnimin derinliklerinden gelen bildirilerin tam ve eksiksiz olarak bilince ulaşması durumunu anlatmak istiyorum O zaman gövdemle, duygu ve düşüncelerimle çevremle olan kopukluğum, yabancılığım giderilmiş olacak; o zaman varlığımın küçük bölümünde yaşayan güdük kalmış yarım insan, bir kötürüm olmaktan çıkıp varlığının bütünlüğü içinde yaşayan kendisiyle çevresiyle bütünleşmiş insan olacağım; o zaman yaşamımı nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlayacağım İşte aydınlanma yada Satori dediğimiz ruhsal olay bu… Satori kendimle ve çevremle kopuk bağlarımın onarılmasından başka bir şey değil…


Alıntı Yaparak Cevapla