| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Türk Sineması Tarihi'nde Melodramların Öteki Yüzü 
 
            Türk Sineması Tarihi'nde Melodramların öteki yüzü
 -Dediğim gibi, hep afişler! Eski, siyah-beyaz Türk filmlerinin bendeki izdüşümü hep afişlerden
  Kitaplarda, dergilerde, şurda burda bir iki de fotoğraf  Afişlerden, fotoğraflardan sinemamızın hikâyesini, tarihçesini yakalamaya çalışıyordum  
 
  
 Türk Sineması Tarihi'nde Nijad Özön yazıyor: "Arıburnu'nun ondan (Kanlı Para) sonraki rejisörlüğü, Zeki Müren'li Beklenen Şarkı'da (1953–54)
    " 
 İşte şimdi Elmadağı'ndaki Şan Sineması; Beklenen Şarkı yaz mevsiminde tekrar gösterime girmiş
  Afişte Cahide Sonku'yla Zeki Müren  Sonradan televizyonda defalarca gösterilen Beklenen Şarkı, bende yazlık sinemada 'fragman': Zeki Müren, yağmurlu    Şakır şakır yağmurlu bir gecede, bir köşkün bahçesinden geçip gidiyor  Yazlık sinema, Yoğurtçupark Bahçe olmalı     
 Nijad Özön yazıyor: "Katil, bir düzene kurban gidip hapse atılan delikanlının, masumluğunu ispat etmek üzere hapisten kaçması
    " 
 Fotoğrafta Gülistan Güzey, çamaşır leğeni başında, saçlarını oyalı yemeni örtüyor, yüzü adamakıllı kederli, çevresinde kadınlar
  Kim bu kadınlar? Şimdi nerdeler? Yaşıyorlar mı? Hayat hikâyelerinde neler olup bitti? 
 Şu Dağdaki Muallâ Sürer olabilir; fakat ne kadar genç! Gözleri o zaman da fıldır fıldır
  Muallâ Sürer olmalı  1970'lerde Berker İnanoğlu'nun Erman Han'daki film yazıhanesinde, "Meslek hayatımı Lütfi Akad beye borçluyum" demişti bana  Demek Katil'de birlikte çalışmışlar     
 Sazlı Damın Kahpesi'ni bugüne kadar seyredemedim
  Belki 'yanan' filmler arasındadır  Daha adından başlayarak, herkesin küçümsediği yerli melodramlardan  Muherrem Gürses yönetmiş  Unuttuğumuz Muharrem Gürses'i Nijad Özön 'bambaşka' değerlendirir: 
 "Gürses'in melodramlarında bilinçli ya da bilinçsiz, kökleri daha derinlere doğru inen, Doğululara özgü bir acılık, eziklik vardı: Bir tür gerilikten, baskıdan kurtulamamış bir toplumun yarı-hayvan yaratıkları, ancak kaderle açıklayabildikleri sayısız dertlerle, belalarla karşılaşıyorlar, oraya buraya itiliyorlar; toplumun kenarında tutunmaya çalışıyorlar, hayvancıl bir içgüdüyle yaşamakta ayak diretiyorlardı
  " 
 Sazlı Damın Kahpesi'nden arta kalan fotoğrafta, at üstünde, siyah gözlüklü, binici kıyafetli Gönül Bayhan, elinde kırbaç; yemenili, şalvarlı köy kızına horgörüyle bakıyor
  Dikkatle bakınca, köylü kızın Muhterem Nur olduğunu ayırt ediyorsunuz   
 Büyük kentlerin okumuş yazmışları küçümseye dursun, Türk sineması bir yandan da kentlilik bilincini, büyük şehir kültürünü beyazperdeden kitlelere yansıtır
  Ama eleştirmenler üzerinde durmamışlar  Bülent Oran'la bu konuyu konuştuğumuzu hatırlıyorum   
 Bülent Ağbi, Belgin Doruk örneğini vermişti
  1950'lerin sonunda, 1960'larda Belgin Doruk büyük şehir hikâyelerinin yıldız genç kızıdır  Daima derli toplu, çoğu kez 'şık' giyim kuşamıyla, zarif davranışlarıyla kadın seyirciyi etkiler  Anadolu kentlerinde, küçük sinema salonlarında gösterime girmiş Belgin Doruk'lu filmler öylesine sevilir ki, o dönemlerde birçok kız çocuğuna Belgin adı takılır  Bu sevgide, Belgin Doruk'un, ihtişamlı görünümüne rağmen, hep alçak gönüllü hali tavrı, kimseye yukarıdan bakmayışı büyük rol oynamış   
 Türk sinemasının anatomisini çok iyi bilen Bülent Oran'ın şu değerlendirişi yankıyıp duruyor: "
    Sonra Türkân (Şoray), Hülya (Koçyiğit), Filiz (Akın), hepsi Belgin'in açtığı yolda yürüdüler  " 
 Dünkü sinemamızın yelpazesinin hiç dar olmadığını Türk Sineması Tarihi'nden de yakalayabiliriz
  Çeşitli temsil edişleri saptadıktan sonra, Özön, Muhterem Nur'a ayrı bir paragraf açar: 
 "Gerek (Mesiha) Yelda, (Belgin) Doruk, (Deniz) Tanyeli, gerek (Leylâ) Sayar, (Çolpan) İlhan, gerekse (Neriman) Köksal, (Gönül) Bayhan'ın temsil ettikleri tiplerin tam karşı kutbunda, küçük, talihsiz, sürekli olarak ezilen, toplumun bir kenarında tutunarak yaşamaya çalışan Türk kadınını canlandıran Muhterem Nur, 1952'den başlayarak bugüne değin çevirdiği altmıştan fazla filmde, bu tipin en acemicelerinden en ustaca çizilmişlerine kadar birçok örneklerini ortaya koydu
  Bir yandan da sağduyusu, sezişi ve duyuşuyla, zaman zaman değişik tiplerde bile, başka oyuncularda rastlanmayan bir rahatlık, sadelik ve ustalıkla oynayabilecek olgunluğa erişti  " 
 Birden, film çekimini ilk gördüğüm gün! Cihangir Parkı'nda oynuyoruz
  Galiba Nuri, "Film çeviriyorlar!" diye bağıra çağıra geliyor  Hepimiz aşağıya, alt caddeye koşuyoruz  Bir kaza sahnesi bu: Muhterem Nur'a otomobil çarpacak  Az ötede büyülenmişçesine kalakalıyorum   
 Teknik imkânları çok kısıtlı sinemamızın içten çabasına tanıklığım ilk o gün
  Hangi filmdi? Beyazperdede bir iki dakika seyredip geçtiğimiz sahne için sinemacılar saatlerce uğraşmışlardı     
 Horgörülerle kuşatılmış eski Türk sineması birçok aşamadan geçerek kendini var etmeye çalışır
  Türk Sineması Tarihi'nin usta sinemacı saydığı adlar Akad'la başlıyor, Metin Erksan'la, Atıf Yılmaz, Osman Seden, Memduh Ün ve "eleştirmenlikten sinemacılığa geçen en genç rejisörümüz" Halit Refiğ'le sürüyor  Bu yönetmenlerin hemen hemen bütün filmlerini izledim  Bugün pek çoğu sinemamızın 'klasik'leri arasında   
 Özön, Ayşecik filmi üzerinde durmuş
  Memduh Ün'ün eseri Ayşecik, kitabın yayımlanış tarihine göre hayli yeni bir film  Özön, Ayşecik'in nasıl iz bırakacağını o zamandan saptamış: 
 "
    Küçük kızın, kendinden o misli cüssede komiserle dostluğu, mahallelinin yardımı; mahalle kasabının, manavının, bakkalının el altından yardımları; Ayşecik'in bütün mahallenin yaka silktiği 'yumurcak'lıktan akıllı uslu, 'bir şeyler yapmaya' çabalayan, vaktinden önce olgunlaşmış bir 'küçük insan' haline geçişi insanı sarsan bir yoldan ortaya konmaktaydı  " 
 Bunca yıldır belki 'dayanışmaya' duyduğumuz özlemle unutmuyoruz Ayşecik'i
  Devam ediyor Nijad Özön: 
 "Ün, büyük şehrin tehlikelerini, güçlüklerini; her vakit sarsıntıyla, felâketle karşı karşıya bulunan küçük insanlarını; bu insanların her şeye rağmen yaşamak, hem de insanca yaşamak isteğini, bu uğurdaki yenilmez çabalarını Ayşecik'le bir kez daha anlatıyordu
  " 
 Ayşecik'in senaryosunu, Kemalettin Tuğcu'nun romanından yola çıkarak, Hamdi Değirmencioğlu yazmış
  Hamdi Bey'le yıllarca Teşvikiye'de aynı apartmanda oturduk  Zeynep Değirmencioğlu orada büyüdü  Hamdi Bey, senaryolar tasarlarken, ne kadar duygusallaşırdı, bazan gözyaşlarını tutamazdı   
 Ne kadar çok sigara içerdi, benden de çok! Roman ve hikâyemizin dikkatli okurlarındandı
  Hayalleri arasında, Halid Ziya Uşaklıgil'in inceliklerle örülü uzun öyküsü "Bir Yazın Tarihi"ni, 'çağ filmi' olarak gerçekleştirmek vardı  Benim de senaryolar yazmaya didindiğim o günlerde "Bir Yazın Tarihi" çok konuşuldu   
 Hamdi Bey 'mutlu son' taraftarıydı
  İnsanların, seyircilerin, gözyaşlarından sonra, ama ille "gözyaşlarından sonra" mutluluğa kavuşmasını isterdi  Yanılmıyorsam, senaryoları hep öyle   
 Aslında, eski, dünkü Türk sineması da biraz öyle
  
 Melodramların öteki yüzünü göremeyenler, bu filmleri boyuna olumsuz yönde eleştirdiler
  Gönül tarihimizden yansıyanlara dudak büküldü  Şimdi o duyarlığın özlemini çekiyoruz    
 SELİM İLERİ
 |