Prof. Dr. Sinsi
|
Can Dündar Klasikleri
KADINIM
Köhne bir yük katarı gibi ayak parmaklarımızı ezerek önümüz sıra geçen bu
yorgun asır, bizim asrımız değildi
Korkarım, tozu dumana katarak pürtelaş gelen yenisi de, o imanla
beklediğimiz ahengin asrı olmayacak
Raylar üstünde alelade bir tımarhane bu  
  tıklım tıkış vagonlarında vahşi bir itiş kakış; dumanında genzi yakan
bir ihtiras kokusu  
Şüphesiz zamanla bu cinnet de ufukta yitip gidecek; lakin bizim için başka
katar yok ömrümüzün içinden geçecek
Görünen o ki kadınım, seninle biz, "hayat" denen bu metruk peronda, üzerinde
adres yazmayan mektuplar gibi bekleşip, aşkımızı acılardan damıtarak
yaşlanacağız
* * *
Öyle bir çağdayız ki, insanoğlu geçen asır düşünü gördüğe "denizler altında
20 bin fersah" yolu kat edip, "arzın merkezine" yaklaştıkça, uzaklaştı
insanlığından  
Kalabalıklaştıkç a arttı kayıtsızlığın ıssızlığı  
Her bineni ise bulayan sefil bir trenle onun borsadan başka tapınak, paradan
başka tanrı tanımayan son yolcuları, kainatın raylarındaki şiiri, ilhamı,
aşkı ezip geçti
"Ah o gönü1 şarkıları" sustu önce  
Sonra, sevdaların ömrü kısaldı; tadı kaçtı hasretin, şehvetin harı söndü
Sanal posta kutusu, mektubu öldürdü; bak, bir tek satır yok kalemimden sana
kalacak
Silinip gidiyor telefondaki aşk mesajları; "seni seviyorum", -ki amentüsüdür
itiraf gecelerinin- parfüm sıkılmış plastik bir gül dalının teybinde
tutsak  
Korkuyorum gülüm; "Seni seviyorum" desem sana, plastik kokacak
* * *
A kadınım,
A hüznümün bançesi! 
Görmem mi sanırsın; sesi kısık gözlerinin nicedir  dudakların buselere
sağır  
Oysa ben, haykırmak için sesine, solumak için nefesine muhtacım
Bilsen neler verirdim bakışlarından o kederi silebilmek, sana itimadın
hazzını yeniden verebilmek için  
Lakin öyle bir tufana yakalandık ki, birbirimize kavuşmak için
çekiştirdiğimiz kement boğuyor bizi  
Mübadele garında saadet ülkesine kesilmiş iki biletle mecalsiz bekleşiyoruz
Kudretim olsa, seni bu harabe istasyondan kapar, koştukça yelelerinden
takvim sayfaları uçuşan bir kısrağın terkisine attığım gibi, o çok sevdiğin
ihtişam romanlarının mağrur asrına taşırdım
Soyunurduk bütün o delik deşik kostümlerimizden, boyası akmış
maskelerimizden  mecburi rollerimizden  
"Devamsızlık yüzünden" tarihten kovulmuş iki muzip çocuk gibi, azad olurduk
kendimizden  Benim boynumda alıçtan kolyeler, senin tebessümünde
sümbülden gamzeler; çözüp dudaklarımızın mührünü, iç çekişlerimizi toprağa
gömer, her akşam ilk sana gülümseyen yıldızına ip dolayıp keyifle
ayaklarımızı sallandırırdık dünyaya  
Dilimizde, "kavuşmanın tadını/ayrılık feryadını" taşıyan bir şarkıyla  
Uşşak makamında  
Can Dündar
:wink2:
Ufuk çizgisinde biten bereketli toprakların karanlığında, upuzun bir yoldaydık geçen hafta  ve dolunay, buğulu bir kitabe gibi gökte asılıydı
Nur yüzlü bir yol arkadaşıydı gece boyunca  Duru ve sakin izledi bizi; daldıkça camı yalayan kirpiklerimizden öperek, şefkatle  
Yol boyu tenimizi parlatan ışık sağanağı, nehir kenarlarında pul pul yakamozlanıyor, meltem estikçe kavak yapraklarında yanıp sönen bir ateşböceği kafilesine dönüşüyordu
Ne zaman başımızı kaldırsak orada mağrur ve sessiz parıldıyordu; eteklerinden puslu haleler saçan sihirli bir gümüş lira gibi  
Arada eflatun bir bulutun arkasına çekilip gizleniyor ve orada birkaç dakikada bütün mahcubiyetinden soyunmuşcasına cüretkâr, bu kez çırılçıplak bir raksa başlıyordu semada  
Kutsal kitapların yazdığı gibi, tanrının geceye de hükmetmek üzere yarattığı bir büyülü ışıktı o  
Çevresi yıldızlarca kuşatılmıştı, onun kadar parlayamadığına yanan  ve biz yol boyu, hüzünlü şiirler damıttık gözalıcı ışığından  
Gerçi Fuentes'in dediği gibi, üzerinde o adamlar gezindiğinden beridir bizim romantik hayallerimizin tanrıçası olma özelliğini yitirmişti kısmen, ama hâlâ öyle güzel, öyle baştan çıkarıcıydı ki  
Gece boyunca ilham verdi hepimize; bayram şekeri tadında, ilk öpücük heyecanında  ve eski bir şarkı olup yerleşti dilimize; "Dün gece mehtaba daldım hep, seni andım/öyle bir an geldi ki, mehtap  seni sandım"
* * *
Sonra birden bastırıverdi kasvet  
Kalleş bir gölge, ağır ağır sokuldu dolunayın nurdan yüzüne  ve birkaç dakika içinde kara bir şal gibi tamamen örttü üzerini gece güneşinin  
Bir süre kıvranıp durdu ay ışığı, sonra tutulup kaldı aniden  
Ölü bedenlere can veren o ürpertici buğusu hoyratça gölgelendi
Karanlık, hükümranlığını ilan etti dağ yamaçlarında  Bozkır, siyaha teslim oldu
Ay tutuldu, dilimiz tutulmuşcasına şaşırtarak bizi 
Aydınlık yüzü keder bulutlarıyla gölgelenirken, gözümüzü semaya dikip paylaştık sancısını  
Okşadık bakışlarımızla; doğum anında bir annenin terli saçlarını okşarcasına  
Öyle masum, öyle sessiz çekiliverdi ki başucumuzdan, daha kirpiklerimizdeki nemi kurumadan ışıklı busesinin, yokluğunun boşluğuna yuvarlandık ıssız bir yol ortasında, yapayalnız  
Efkârlandık mahrumiyetinden  
Aya tutulduk, ay tutulurken  
Yollarda esmer tenli adamlar silah sıktı ayın karanlık yüzüne doğru; kurşun dökercesine gökkubbenin uğursuz mührünün üzerine  ve çocuklar teneke çaldı dolunayın ruhunu kurtarmak için, kara büyücünün elinden  
Bense durumu açıklarken "aydan dede"sini kaybetme telaşındaki oğluma; ne kara büyücülerden sözettim; ne de gezegen sisteminden: "Güneşe tutkunmuş dolunay" dedim; "lakin karalar bağlamış, aralarına dünya girince  "
İzahat ne kolay, konu aşka gelince  
* * *
Gördünüz ya; yok bu yazının bir mesajı 
Sadece dolunaya övgü için yazıldı
  o dolunay ki, yoldaşı geceyarısı hasretliklerinin  ilhamı sevda sözcüklerinin  
O dolunay ki, yüzyılda bir gölgelenir yüzü 
Eh, haketti bu kadarcık sözü  
:wink2:
Bahar, yalvarırım çek git işine! 
Salma üstüme çiçeklerini,
  aklımı çelme! 
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde; sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek  
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem  
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek  
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme  !
* * *
Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı 
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime 
Kalbimin buzları erimiş
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir 
Bir de sen çıldırtma beni 
Krizdeyim ben  tembelliğin sırası değil, uyamam sana 
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni 
Bulutların üşüşmesin başıma  
Girme kanıma benim  
  yoldan çıkarma  !
* * *
Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
afrodizyakların en etkilisi,
Sevdanın suç ortağısın
Kıyma bana  !
Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin
Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin  
O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman  
Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
uçuştuğu günbatımları 
Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan  
Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında 
Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz  
Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden  yüreğim viraneye  
Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da  
Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak
* * *
İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar  
İş açma başıma  
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!
|