Yalnız Mesajı Göster

Tedvîn Nedir?

Eski 10-28-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tedvîn Nedir?



Tedvîn Nedir?
Tedvin, lügat olarak cem edip kitap hâline koymak mânasına gelir Bir hadîs ıstılahı olarak, hadîslerin resmen yazılıp kitap haline konması demektir Burada "resmen" tabirinin bilhassa ehemmiyeti var Zira, önceki bahislerde de görüldüğü üzere, hadîslerin yazılması, ferdî ve hususî olarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde başlamış bir faaliyettir Hatta bizzat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından pek çok yanlı vesîkanın bırakıldığını ve hepsine de "sünnet" dendiğini belirtmiştik
Ama bunların hiçbiri tedvîn kelimesiyle ifade edilen "yazma" işine girmez Çünkü tedvîn´de hadîslerin tamamının yazılması söz konusudur Öyle ise tedvîn´in daha mükemmel bir târifini: "Hadîslerin hepsine şâmil olan ve devlet eliyle yürütülen ikinci hicrî asırdaki yazma faaliyetidir" şeklinde yapabiliriz

Nasıl Başladı?
Tedvîn işi, Emevi halifelerinden Ömer İbnu Abdilaziz´le başlar Dindarlığı ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sünnetine düşkünlüğü ile meşhur olan Ömer İbnu Abdilaziz (rahimehulllah), sünneti bilen Ashab neslinin, arkadan da büyük alimlerin çeşitli sebeplerle birer birer hayattan çekilmelerini görerek hadîsin kaybolacağından endişe eder Tehlikeyi önlemek için her tarafdaki mevcut âlimleri hadîslerin yazılması işine sevketmeyi düşünür Bu maksadla, halife sıfatıyla vâlilere emirler, tamimler gönderir Ömer İbnu Abdilaziz´in gönderdiği bu mektuplardan bir tanesinin metni Buhârî´de mevcuttur Bu, Medîne valisi Ebu Bekr İbnu Hazm´a gönderilen mektuptur:

"Beldende Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´le ilgili rivayetleri araştır, topla ve yaz Ben ilmin (hadîslerin) yok olmasından ve âlimlerin tükenmesinden korkuyorum Bu iş yapılırken sâdece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın sünneti kabul edilsin Âlimler mescid gibi herkese açık ve malum yerlerde oturup tedrisatta bulunarak ilmi yaysınlar, bilmeyenlere öğretsinler Zira ilim gizli kalmadıkça yok olmaz"

İbnu Sa´d´ın kaydettiği rivayette Ömer İbnu Abdilaziz (rahimehullah) İbnu Hazm´a yazdığı mektupta şu ziyadede bulunmuştu: "câri, bilinen bir sünnet veya Amra bintu Abdirrahmân´ın rivâyetleri kabul edilsin"

Dârimi´nin rivayetinde şu ziyâde mevcut: "Sizce (veya bölgenizde) Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´den sâbit ve sahîh olan rivâyetlerle Hz Ömer´den sâbit olan rivayetleri yaz"

Ebu Nuaym´ın Târîhu İsfehan´da kaydettiğine göre Ömer İbnu Abdilaziz, mektubu, bütün İslâm beldelerine göndermiştir

Şu halde tedvîn işinden bahseden muhtelif rivâyetleri göz önüne alarak konu hakkında daha bütün bir fikre varabilmekteyiz

Hadîslerin tedvîninde Halîfe Ömer İbnu Abdilaziz´in bu teşebbüsünü takdir edebilmek için; Tedvîn´de en büyük hizmeti geçen ve bu faaliyete ismini veren Muhammed İbnu Şihâb ez-Zührî´nin şu itirafını bir kere daha kaydetmek isteriz:

"Bizi bu ümera (idâreciler) mecbur edinceye kadar ilmin yazılmasını uygun bulmuyorduk (Ümerânın müdâhale ve icbarıyla bu işe girişince) hiçbir müslümanı yazmaktan men etmemek gerektiğine inandık"

Tedvîne Sevkeden Sebepler
Hadîslerin yazılıp kitaplar halinde bir yerde toplanmasına sevkeden gerçek âmilleri daha yakından görmekte fayda var:

1- Alimlerin ittifakıyla bunlardan biri, Ömer İbnu Abdilazîz´in mektubunda da ifâde edilen husustur: Ulemânın inkırazı ile hadîslerin yok olma endişesi: Bu gerçekten mühim bir husustur Her ne kadar hadîsler ferdî olarak yazılıyor idiyse de çoğunlukla "Ezberlenmek için" yazılıyordu ve ezberlenince yakılıyordu veya ölürken, kendisinden yazılanların imhası tavsiye ediliyordu Yukarıda Zührî´den kaydettiğimiz rivâyet bile, hadîslerin yazılması hususunda, ilmî çevrelerdeki tereddüdü anlamaya kâfidir

Tedvîn´in Cereyan Tarzı
Rivâyetler, Ömer İbnu Abdilazîz´in, meseleyi bir tamimle bırakmayıp, tedvîn çalışmalarını titizlikle takip ettiğini göstermektedir Meselâ merkezde, bu işte çalışacak, hususî katipler tutulmuştur Sözgelimi Hişâm İbnu Abdilmelik, Zührî´nin emrine iki kâtip vermiştir Bunlar tam bir yıl boyu Zührî´nin hadîslerini yazmışlardır

Tedvîn faaliyetlerine, halife Ömer İbnu Abdilazîz (rahimehullah) bizzât katılmış, elinde defter kalem namazlara devam etmiş, namazlardan sonra teşkil edilen ders halkalarına oturarak Avn İbnu Abdillah´dan, Yezîb İbnu´r-Rakkâşî´den hadîs yazmıştır

Tedvîn sırasında, sâdece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a nisbet edilen rivâyetler değil, Sahâbe hazerâtından ve Tâbiîn´den rivâyet edilen âsâr da bâzı muhaddislerce "sünnet" mefhumuna dâhil edilerek yazılmıştır

Halife´nin, emriyle taşrada yazılan hadîsler defterler hâlinde merkeze gönderilmekte, orada çoğaltılarak tekrar İslâm beldelerine yollanmaktaydı Bu mühim hususu tevsîk eden bir rivâyet Zührî´den gelmektedir: "Ömer İbnu Abdilaziz (rahimehullah) Sünnet´in cem edilmesini emretti Biz de onu defter defter yazdık Ömer İbnu Abdilazîz (rahimehullah) üzerinde hâkimiyeti bulunan her bir yere bunlardan bir defter yolladı"

Bu yollanan defterlerin, merkezdeki aslî nüshalardan çoğaltılan tâli nüshalar olduğu muhakkaktır

Bazı rivâyetler, merkezde toplanan hadîslerin, ulemâ nezâretinde belli bir kontrolden geçirildiğini ifâde etmektedir: Ebu´z-Zinâd Abdullah İbnu´z-Zekvân anlatıyor: "Ömer İbnu Abdilaziz´in fukahâ´yı topladığını gördüm Ulema ona pek çok sünnet toplamıştı (Bunları fukahâ ile birlikte okuyor) kendisiyle amel olunmayan bir sünnet zikredilince: "Bu fazladandır, üzerine amel yoktur" diyordu"

Yukarıda, merkezden taşraya gönderildiği belirtilen nüshaların bu kontrol muâmelesinden sonra istinsah edilmiş olabileceği söylenebilir

Tedvîn faaliyetlerinin mühim bir hususiyeti, hadîslerin, sünen, sahîh veya müsned gibi herhangi bir tasnîf tarzında yazılmamış olmasıdır Burada hadîsleri yazıya geçirmek, yazı ile tesbît etmek esas alınmıştır, şu veya bu tarzda, şu veya bu maksada uygun olması değil Bu sebeple, merfu, mevkuf ve maktu rivâyetler sahîhi, haseni ve zayıfıyla birlikte iç içe, yan yana yazılmıştır Bunların temyîz ve tanzimi müteakip asırda tebvîb devrî´nde ele alınacaktır

Ebu Bekr İbnu Hazm´ın Rolü:Medine Valisi Ebu Bekr İbnu Hazm, devrinin büyük bir hadîs âlimi olmasına rağmen Ömer İbnu Abdilazîz´in emrine icâbet ederek şahsen hadîs yazdığına dâir elimizde kayıt yoktur O, vali sıfatıyla ulemâyı bu faaliyete icbar etmekle yetinmiş olabilir Nitekim bu işi can u gönülden benimseyip birinci derecede rol oynayan Zührî, bir Medîne âlimidir ve Ebu Bekr İbnu Hazm´ın emriyle işe başlamış olması şüphe götürmeyen bir husustur

Tedvîn işinin meyvesini tam olarak görmeye Ömer İbnu Abdilazîz´in ömrü vefa etmemiş olsa da onun devrinde tedvîn edilenlerin istinsah edilerek taşra vilâyetlere gönderilecek bir seviyeyi bulduğunu bizzat Zührî´den intikal eden bir rivâyete istinâden az önce kaydettik Bu sebeple İslâm âlimleri, ilk tedvîn işinin Ömer İbnu Abdilazîz (rahimehullah) zamanında,birinci hicrî asrın son yıllarında ele alındığında ittifak ederler

Tedvîn Sayılmayan Bazı Yazma Vak´aları
Tedvîn deyince daha ziyade "bütün hadîslerin tesbit ve cem edilmesini hedefleyen resmî yazdırma faaliyetini" anlayınca bunun dışında kalan çalışmalar tedvîn sayılamaz Öyleyse:

1- Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in bıraktığı yazılı vesikalar tedvîn değildir

2- Başta Abdullah İbnu Amr İbni´l-As tarafından yazılmış olan Sahife-i Sâdıka, diğer bazı sahâbîler tarafından yazıldığını belirttiğimiz hiçbir sahîfe tedvîn sayılmaz

3- Hz Mu´âviye (radıyallahu anh)´nin, Muğire İbnu Şube´ye mektup göndererek "namazın ardından Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın nasıl bir dua okuduğunu işitti ise kendisine yazmasını" istemesi ve bu talebe Muğire´nin yazılı olarak cevap vermesi de bir tedvîn değildir

4- Keza Emevî halifesi Abdülazîz İbnu Mervân, Mısır vâlisi iken, Humus´ta bulunan -ve yetmiş kadar Bedîr ashabını gördüğü belirtilen- Kesîr İbnu Mürre´ye "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın Ashâbından (radıyallahu anhüm) işittiği hadîsleri kendisine yazması"nı bir mektupla taleb etme vak´ası da bir tedvîn değildir İbnu Sa´d bu vak´ayı kaydeder, fakat Kesîr İbnu Mürre´nin bu talebi yerine getirip getirmediğini belirtmez Farz-ı muhal, Kesîr, duyduğu hadîsleri yazmış bile olsa, yine bu, mevziî, mahallî, kısmî bir "yazma" olacağı için yine de tedvîn sayılmayacaktı

Tedvînde Hizmeti Geçenler

Hadîslerin tedvîni Zührî başkanlığında çalışan bir grup âlimin Şam´da yürüttüğü sınırlı bir faaliyet değildir İslâm aleminin her tarafında bu faaliyet yürütülmüştür Tedvînde ilk hizmet verenler arasında şu isimler geçer:

Mekke´de: Abdülmelik İbnu Cüreye (V 150/767), Medine´de: Muhammed İbnu İshâk el-Muttalibî, (151/768); yahud İmam Mâlik (179/795), İbnu Ebî Zi´b, Basra´da: Rebî´ İbnu Sabîh (160/777); yahud Said İbnu Ebî Arûbe (156/772) yahud Hammâd İbnu Seleme (167/783); Kufe´de: Süfyan Sevrî (161/777); Şam´da: Abdurrahman Evzâ (157/773); Vâsıt´ta: Hüşeym İbnu Beşir es-Selemî (183/799); Yemen´de: Hâlid İbnu Cemil, Ma´mer İbnu Râşid (153/770); Rey´de Cerîr İbnu Abdi´l-Hâmid (188/803); Horasan´da Abdullah İbnu´l-Mubârek (181/797) Bunlardan başka Hişam İbnu Hibbân´ın (147/764); Yahya İbnu Zekeriyya İbni Ebî Zâide´nin (183/779); Vekî İbnu´l-Cerrâh´ın (196/811), Abdurrahmân İbnu Mehdî´nin (198/813) de isimleri tedvînde zikredilir

Bu zatların hepsi de ikinci asır ricâlidir ve tedvînleri, Sahâbe´nin akvali ve Tabiîn´in fetvalarıyla doludur

İkinci Asır´da tedvîn edilen kitaplardan meşhur olanlar şunlardır: İmam Malik´in Muvatta´ı, İmâm Şâfiî´nin Müsned´i, İmâm Abdurrezzâk İbnu Hümâm´ın (211/826) Muhtelifu´l-Hadîs´i ve el-Câmi´si, Şu´be İbnu´l-Haccâc´ın (160/776) Musannaf´ı, Süfyan İbnu Üyeyne´nin (198/813) Musannaf´ı, Leys İbnu Sa´d´ın (175/791) Musanaf´ıdır

a) Zührî

Ebu Bekr Muhammed İbnu Müslim İbni Ubeydillah İbni Şihâb ez-Zührî:Hicri 50-123 yılları arasında yaşamıştır Doğumu için, 50, 51, 56, 58; ölümü için de 123, 124, 125 gibi farklı yıllar ileri sürülmüştür Ölümünde 72 yaşında idi Medîne âlimlerindendir Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbnu Câfer, Câbir İbnu Abdillah, Enes İbnu Mâlik, Sehl İbnu Sa´d gibi sayısı ona ulaşan sahabe ve A´rec, Atâ, Alkame, Urvetu´bnu Zübeyr, Amrâ bintu Abdirrahman gibi çok sayıda Tâbiîn´den hadîs dinlemiştir Kendisinden de Atâ, Ebu´z-Zübeyr el-Mekkî, Ömer İbnu Abdilaziz, Amr İbnu Dinâr, Sâlih İbnu Keysan, Eyûb Sahtiyânî, Evzâ´î, Ebu Cüreye, Süfyân İbnu Üyeyne gibi pekçokları hadîs rivâyet etmişlerdir

Zührî, hadîslerin tedvîninde birinci derecede hizmet vermiş bir zâttır Hatta bâzı klasik kaynaklarda "Hadîsi ilk tedvîn eden Muhammed İbnu Şihab ez-Zührî´dir" ifadesine rastlanır Bu ifadeyi "tedvînde en büyük hizmeti veren", "tedvîn işlerini tedvîr eden" mânasında anlamamız gerekir

Tedvîn hizmetinin ne derece sıhhatli ve titizlikle yürütüldüğünü anlamak için, bu işte başı çekmiş olan Zührî´nin şahsiyetini, ilmî yönünü iyi bilmemiz gerekmektedir

İbrahim İbnu Sa´d´a göre; "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan sonra, hadîsi Zührî kadar nefsinde cem eden bir başka insan mevcut değildir" İmam Mâlik de buna yakın bir ifâde ile, "Medine´de muhaddis ve fakîh olarak tek kişiye rastladığını, onun da Zührî olduğunu" söylemiştir İmam Malîk´e göre; "Zührî ve muktesebâtı dünyada bir örnek olarak kalacaktır" Yine İmâm Mâlik´in rivâyetine göre; "Zührî Medine´ye girince hiç bir âlim, o ayrılıncaya kadar hadîs rivayet etmezdi"

Zührî, ilim aşkı, gayreti, kabiliyet ve hâfızası ile emsâli arasında temâyüz etmiş ve onlara tefevvuk etmiş bir zattır Sâd İbnu Müseyyib´in sekiz sene dizine diz dayadığını, tek bir hadîs için üç gün peşinde dolaştığını, Ubeydullah İbnu Abdillah´dan hadîs dinlemek için hizmetçilik yaptığını kendisi anlatır Öyle ki, Ubeydullah´ın câriyesi Zührî´yi hizmette çok gördüğü için onun kölesi bilirdi

Leys der ki: "Ben İbnu Şihâb kadar nefsinde çeşitli ve çok miktarda ilim toplamış bir başkasını bilmiyorum Onu ne zaman tergîb (güzel amellere teşvîk edici) hadîsler konusunda dinlesen "en iyi bildiği budur" dersin Ne zaman ensâb´tan bahseder görsen "en iyi bildiği budur" dersin Kur´ân ve sünnetten bahsederken dinlesen bu sefer de: "en iyi bildiği budur" dersin Her konuda bilgisi tamdı"

İbrahim İbnu Sa´d, Zührî´nin bu kadar geniş ilmi nasıl elde ettiğini merak ederek babasından sorar Aldığı cevap, ibretlerle dolu: "İbnu Şihâb, ilim meclislerine en evvel gelir, mecliste bir yaşlı mı gördü birşeyler sorardı, genç mi gördü sorardı Sonra Ensâr´ın oturduğu mahallelere uğrar, oralarda da karşılaştıklarına genç, orta yaşlı, ihtiyar erkek ve hatta kadın demeden sorardı" Suâl sormanın önemini belirtmek için Zührî: "İlim bir hazineyse anahtarı sualdir" demiştir Salih İbnu Keysân şunu anlatır: "Ben ve Zührî elbirliğiyle ilim taleb ediyorduk Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´den yapılan rivâyetleri yazdık Zühri bir ara: "Sahâbeden yapılan rivâyetleri de yazalım Onlar da sünnettir" dedi Ben ise: "Hayır, onlar sünnet değildir" dedim O yazdı ben yazmadım Neticede o kârlı ben de zararlı çıktım"

Ebu´z-Zinâd: "Zührî ile ulemâyı dolaşırdık, o yanında bukalar (levhalar) ve sayfalar taşır, her duyduğunu yazardı" der Ve ayrıca belirtir: "Biz helal ve haram yazıyorduk İbnu Şihâb da bütün işittiklerini yazıyordu Kendisine ihtiyâç hâsıl olunca anladım ki, o herkesten âlimdir"

Zührî, hâfızasındaki kuvvetle de temâyüz etmiştir Öğrendiği hiçbir şeyi bir daha unutmadığını kendisi söyler Kur´ân-ı Kerîm´i seksen günde ezberlemiştir Talebeliği sırasında yazdıklarını ezberler sonra da yırtardı "Ezberlediğim şeylerden hiçbirini unutmadım, sâdece bir hadîsten şüphe ettim Bir arkadaşımdan sorduğum vakit o da benim gibi rivâyet etti" der

Dillere destan olan Zührî´nin hâfızasını Halîfe Hişâm İbnu Abdilmelik bir denemek ister Bir gün çocuklarından biri için bir miktar hadîs imla ettirmesini söyler Çağrılan bir kâtibe, Zührî, dört yüz kadar hadîs imla ettirir Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra Halîfe, Zührî´yi çağırıp defteri kaybettiğini, aynı hadîsleri bir kere daha imla ettirmesini rica eder Sonra iki defter karşılaştırılınca tek harfin bile ihmal edilmediği görülür

Zührî, hafızasındaki kuvveti sâdece fıtrî kapasitesine borçlu değildir Hâfıza sağlığı için bazı tedbirler aldığı, gayret gösterdiği de anlaşılmaktadır Zira rivâyetler, onun bu maksadla bal şerbetini bol içtiğini, ekşi şeyleri ve bu meyanda elmayı yemediğini belirtir "Hadîs ezberlemek isteyenler kuru üzüm yesin" diye de tavsiyede bulunur

Zührî´nin hadîs ezberlemede hâfızasına güvenmeyip hususî gayret gösterdiği de anlaşılmaktadır Rivâyetler onun da Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) gibi geceyi üçe taksim ettiğini, bir kısmını istirahat, bir kısımını ibâdet ve üçüncü kısmını da hadîs müzakeresine ayırdığını ifade etmektedir Duyduğu hadîsleri başkalarıyla müzâkere ettiği, bu meclislerde bazan sabâha kadar kaldığı rivâyetlerde belirtilir Birçok seferler şeyhlerinden yeni işittiği hadîsleri eve gelince hizmetçisine anlatır, bu şekilde müzâkere ederdi Eğer hizmetçi uykuda ise uyandırır, yine de anlatırdı Bir gün yine eve geç dönmüş, hizmetçisini yataktan kaldırmış: "An fülan an fülan" diye hadîs anlatmaya başlamıştı Gözlerini oğuşturan ve uyandırılmış olmaktan memnun kalmayan hizmetçi: "İyi ama bunlardan bana ne?" demekten kendini alamaz Zührî:

"- Bunların seni ilgilendirmediğini ben de biliyorum Fakat onları yeni işittim de müzâkere edeyim arzu ettim" der Zührî´nin hanımı, onun bu ilmî meşguliyetinden o kadar müşteki ve o kadar bıkmıştır ki, "kocasının etrafında döndüğü bu kitapların, eve getireceği diğer üç zevceden daha tahammül-fersa olduğunu" söylemiştir

Zühri´nin ilme ve bâhusus hadîse olan düşkünlüğü çok eser bırakmasını netice vermiştir İlk müdevvin olmaktan başka, siyer sâhasında ilk müellif olduğu da söylenmiştir Zührî´nin ilminden yazılan defterler, Halîfe Velîd öldürüldüğü zaman birkaç deveye yüklenerek nakledilmiştir

Ebu Dâvud, Zührî´ye ait rivâyetlerin -yarısı müsned olmak üzere- 2200 kadar olduğunu söyler Bunlardan 200 kadarı sika olmayan râvilerden alınmıştır 50 kadarı ihtilaflıdır 70 tanesinin rivâyetinde de teferrüd eder Kendisinin sika olduğunda ihtilaf yoktur

Zührî´nin bir başka yönü cömertliğidir O kadar cömerttir ki, -tek kusuru olan borçluluktan- bir türlü yakayı kurtaramamıştır Halife Hişam, Abdülmelik ve bazen arkadaşları birkaç kere borcunu ödeyivermişlerdir Amr İbnu Dinar onun hakkında şöyle der: "Dinar ve dirhemin Zührî´nin nezdinde olduğu kadar başka hiç kimsenin nezdinde değerini bu kadar kaybettiğini görmedim Onun yanında para deve mayısı hükmünde idi" Dilencilere mutlaka birşeyler verir, parası yoksa borçlanarak temîn eder yine de verirdi

Öğretme aşkı da zikre değen bir husustur Bu maksatla bedevilerin bulunduğu çöllere seyahatler tertipleyerek onlara hadîs ve fıkıh öğretmiştir

Son olarak şunu da kaydedelim İslâm ve İslâm büyükleri hakkında müslümanları teşvişe, tereddüde sevketmek isteyen müşteşrikler Zührî (rahimehullah)´yi de dile dolamak, onun hakkında yanlış bilgi vermek, bazı hâdisleri çarpıtarak, istedikleri doğrultuda yorum yapmak yollarına sapmışlardır Maksad onu nazardan düşürmek suretiyle tedvîn faaliyetlerine şüphe sokmak, hadîslerin sıhhatine olan güveni sarsmaktır

En çok istismar edilen husus Zührî´nin "saray âlimi olması" "Emevi halifelerinden himâye ve destek görmesi" dir

Halbuki, İslâm âleminde devlet büyükleri, âlimleri, şâirleri, edib ve san´atkârları her devirde himâye etmişlerdir Menfaati için bunlar arasında fire veren olmuşsa da hükmü hepsine teşmîl etmek insafsızlık olur Üstelik devletten aldığı yardımla vicdanını satanları efkar-ı umumiye affetmemiş, onları derhal teşhîr etmesini bilmiş, târihler yazmıştır Terâcim kitaplarında bunlar da belirtilir Halbuki Zührî hakkında öyle bir cerhe rastlanmamıştır Bütün cerh ve tâdil âlimleri Zührî´yi sadece sena ederler Nevevî: "Zührî´nin büyüklüğü, sağlamlığı ve titizliği hususunda âlimler ittifâk eder" demiştir

Söylenenlerin bir iftira ve yakıştırma olduğunu göstermek için bir misal kaydedelim: Zührî, saray âlimi olduğu için Emevî halifelerinin keyfine göre hadîs uydurmuştur ve mesela "Üç mescid´den başkasına ziyâret için seyâhat gerekmez: Biri şu benim mescidimdir, biri Mescid-i Haram, biri de Mescid-i Aksâ´dır" hadîsini de uydurmuştur" Çünkü, "Emevi halifesi Abdülmelik Kubbetü´s-Sahra´yı inşa ederek Şam ve Irak ahâlisinin Ka´be´ye haccetmelerini önlemek, onların istikâmetini Kudüs´e çevirmek istemiştir Bu menfur düşüncesine dinî bir renk vermek için de bu hadîsi uydurmuştur"

Bu "iftira ve târihî gerçeklerin tahrifi "ne Mustafa Sibâî, dilimize de çevrilmiş olan es-Sünne ve Mekânetuhâ fî Teşrî´i´l-İslâmî adlı eserinde genişçe cevap vermiştir Biz bazı mühim noktaları oradan aktaracağız:

1- Kubbetu´s-Sahrâ´yı inşa eden halîfe Abdülmelik değil onun oğlu Velîd´dir (yani el-Velîd İbnu Abdi´l-Melik) İbnu Asâkir, Taberî, İbnu´l-Esîr, İbnu Haldun, İbnu Kesir vs bütün târihçiler böyle yazmaktadır Hele, bu inşaatın Kabe´nin yerini alacak bir bina olması, haccın burada ifa edilmesi diye bir düşünce söz konusu değildir Böyle bir iddia muazzam bir hadisedir Gerek şahıslarla gerek vakalarla ilgili en küçük teferruatı bile yazan İslâm tarihçileri böyle birşey olsa mutlaka yazardı Arife günü Mescid-i Aksa´da vakfe yapıldığına dair kayıt vardır Ancak bu ona has değil, başka yerlerde de o günü teşrîfen ve hacca gidemiyenlerin, hacılara teşebbühen baş vurdukları bir âdettir Fakihler bunun kerâhetini belirtmişlerdir Bu davranışın gerçek hacla ilgisi yoktur

2- Hac maksadıyla Kabe dışında yeni bir bina inşası açık bir küfürdür Zira Kur´ân-ı Kerîm hac mahalli olacak yerleri belirtmiştir, kimsenin bunu değiştirmesi mümkün değildir Hususan Abdülmelik gibi dindar bir halife bunu asla düşünemez Abdülmelik, çok namaz kıldığı için mescid güvercini lakabı verilmiş bir halîfedir Muârızları bu zâta bazı ithamlarda bulunsa bile tekfir etmemişler, Kubbetu´s-Sahra´yı bu maksatla yaptığını hiç söylememişlerdir

3- Abdullah İbnu Zübeyr hâdisesiyle hacc işinin aksaması yıllarında (hicrî 73), Zührî 22-23 yaşlarında birisi idi Yani tanınmış, duyulmuş, itimad edilen birisi değildi Onun adına piyasaya sürülecek bir hadîsin ümmetçe kabul görüp, amele esas alınacağı düşünülemez

4- Zührî, İbnü´z-Zübeyr zamanında, Abdülmelik´le ne karşılaşmıştır ne de onu görmüştür Zira tarihi kaynaklar Zührî´nin Abdülmelik´le 80´li yıllarda (Zehebî´ye göre 80 senesi civarı, İbnu Asâkir´e göre 82 yılında) karşılaştığını belirtir Yani İbnu´z-Zübeyr´in katlinden yıllarca sonra Bu ilk karşılaşmada Abdülmelik Zührî´ye "ensar´ın yaşadığı yerleri dolaşarak hadîs toplamasını" tavsiye etmiştir Zührî´nin, arkadaşı Abdülmelik´in arzusuna uyarak, kendisine, halkın İbnu´z-Zübeyr zamanında haccetmesi için Beytü´l-Makdis´le ilgili hadîsi uyduruvermesi pek mantıksız bir kuruntu olur

5- Mezkûr hadîs, bütün hadîs kitaplarında rivâyet edilmiştir ve Zührî dışında başka râviler de rivâyet etmiştir Buhâri´de Zührî´nin bulunmadığı bir tarîkle rivayet edilir Müslim´de üç ayrı tarikten birinde Zührî var, diğer ikisinde yok Hülasa hadîs müstefiz, sahîh bir hadîstir, ehl-i ilim sıhhatinde icma etmiştir

6- Hadîsi Zührî, Sâd İbnu´l-Müseyyib´ten almıştır Said ise Emeviler´le arası açık olan, onların ezâsına mâruz kalan birisidir 93 hicrî yılında öldüğü düşünülürse, kendi adına Zührî´nin hadîs uydurduğunu işitmiş olacaktı ve Zührî´yi tekzîb edecekti Böyle bir rivayet mevcut değil

7- Esasen hadîs üç mescidde kılınacak namazın faziletini beyan etmekte, sâdece Mescid-i Aksâ´nın değil Üstelik bu namaz hac mevsimiyle sınırlanmış değil, senenin herhangi bir gününde olabilir Bunun haccın orada yapılmasıyla ne ilgisi var? Zaten Mescid-i Aksa Kur´ân´da da zikredilmiş değil mi?

8- Kubbetu´s-Sahra ve Mescid-i Aksa´nın faziletiyle ilgili uydurma hadîsler de var Ancak Zührî´nin o rivayetlerle bir ilgisi yok Ulema da onları tenkid etmiş, üç tanesi dışındaki hadîslerin uydurma olduğunu belirtmiştir

Allah, Ümmet-i Muhammed´i müsteşriklerin, müşteşriklerin iğfâlâtına kapılan zavallıların, münafıkların şerrinden korusun


Alıntı Yaparak Cevapla