Prof. Dr. Sinsi
|
Tengricilik Ya Da Göktanrı Dini
Tengricilik ya da Göktanrı dini

Tengricilikdeki Üç-Dünya-Kozmolojisinin, şaman Davulu üzerindeki resmi Dünyanın ortasında duran Dünyalar-Ağacı, Yeraltı, Yeryüzü ve Üst alemi birleştiren noktayı oluşturuyor Şafağı simgeleyen çizgideki sarkıklar Yer Su ruhlarının simgesi
Tengricilik ya da Göktanrı dini tüm Türk ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki inancıdır Tengri'ye ibadet etmenin yanında Animizm, Şamanizm, Totemizm bu inancın ana hatlarını oluşturur Tengri, bugünkü Türkçedeki Tanrı sözcüğünün eski söyleniş şeklidir
Bu inanca göre Gök'ün yüce ruhu Tengri'ydi İnsanlar kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip, onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi Büyük dağların, ağaçların ve bazı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bazen bu cisimlere yöneltirlerdi Fakat bu cisimler tanrı kabul edilmezdi Sadece onun yeryüzündeki varlığının bir göstergesiydi Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna, her katta çeşitli ruhların varolduğuna inanılırdı İnsanlar doğaya, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tutmaları ile kişisel güçlerinin doruğuna varıp dışarıya yansıdığına inanırlardı Eğer bu denge, kötü ruhların saldırısı veya bir felaketten dolayı bozulursa, bir şamanın yardımı ya da Tengri'ye verilen bir adak ile yeniden düzene sokulması gerektiğine inanılırdı
Bu inancın kalıntılarını bugün Moğollarda (Lamaizmle birleşmiş şekilde), ve bazı hâlâ doğa'ya bağlı göçebe yaşam tarzı sürdüren Türk Halkları'nda, örneğin Altay-Türkleri ve Yakutlarda bulmak olasıdır Ama Tengriciliği çoktan bırakmış halklarda da bu inancın birçok parçası, İslam, Hıristiyanlık, Budizm, Musevilik ya da Taoizm ile birlikte, geleneksel kültür olarak hâlâ sürmektedir Örnek olarak ağaca çaput bağlama gibi gelenekler ve Türkiye Türkçesindeki "Utançtan yedi kat yerin dibine girdim" deyimi gösterilebilir
Eski Türk inancının adı Şamanizm değil, Tengricilik
Eski Türklerin ve Moğolların, bugün Tengricilik adıyla bilinen geleneksel inancı, kısa zaman öncesine kadar Türk şamanizmi diye adlandırılıyordu Ama Şamanizm terimi artık yalnızca Sibirya'daki inanç sistemi için değil, bütün dünyadaki ilkel inançlar için kullanıldığından, son 10-15 yıldan beri Türklerin ve Moğolların geleneksel inancı için batılı bilimciler arasında Tengrizm adı giderek yaygınlaşmaktadır
Julie Stewart "Moğol Şamanizmi" adlı makalesinde şunları belirtiyor:
Batılı bilim adamları bu inanç için gitgide daha sık Tengrizm adını kullanıyor Bu ad bu inanç için çok daha isabetli, çünkü bu inanç tamamen Tengri'nin etrafına inşa edilmiştir ve insanların günlük ibadetleri için bir Şaman (Kam)'a gereksinimleri yoktur
Tarih

Hiung-nu'lardan kalma altın kemer kilidi (M Ö 3 ila 2 yüzyıl)

Orta Asya'da bulunan eski Türk yazıtlarından birisi
Tengri-Kültü'nün en eski kanıtları 3000 yıllık Çin kaynaklarında Hiung-nu (Doğu Hunlar) ve Tue'kue halklarını anlatan yazılarda bulunmuştur (bkz En eski kanıtlar)
Hun(Çince de Hiung-nu)hükümdarlarının kanlarının Tengri tarafından kutlandırılmış olduğuna inanırlardı Destanlarında, Tengri'nin yolladığı bir dişi ya da erkek kurdun tanrısal kanının çiftleşme yoluyla hükümdarlarının sülalesine karışmış olduğuna inandıkları çeşitli yollarla belirtilmektedir En eskisi ve en yaygın olanı kutsal dişi kurt Asena hakkındaki efsanenin farklı sürümleridir Birçok eski Türk topluluğunda, Göktürkler'de ve Orta Çağ'a kadar varolmuş Türk devletlerinde, kendi köklerinin kutsal Asena sülalesine dayandığını vurgulayan ve bu yüzden halkı tarafından yaşayan bir yarı tanrı olarak görülmüş olan Türk hükümdarlarına rastlayabiliriz Bu hükümdarlar, Tengri'yi yeryüzünde temsil eden Tengri'nin oğulları olarak kabul edilmiştir Tengri'nin bu hükümdarlara verdiği kudretli hükümdar ruhu olan kut'u elde etmiş olduklarına inanılarak adlarına Tengrikut ya da kutluğ gibi eklemeler yapılmıştır
Göktürkler
Göktürkler, Türk toplulukları arasında inançları, kültürleri ve politikaları hakkında değerli bilgiler içeren yazılı kanıtlar bırakan ilk ulus olmuştur Orhun Yazıtları'nda Bilge Kağan eski Türk inancını yalnızca bir söz ile açıklamaktadır:
„üzä kök tänri asra yağız yer kılıntıkda, ekin ara kişi oğlı kılınmış “
(Üstte mavi gök, aşağıda yağız yer kılındığında, ikisinin arasında insan oğlu kılınmış )
Göktürk hükümdarlarının unvanları sürekli Tengri ile olan bağlantılarına değinir; örneğin "kök tengri yaratmış" ya da „tänri täg tänri yaratmış türk bilge kağan“
Göktürk İmparatorluğu'nda Tengricilik tek tanrıcı bir din olarak görünmektedir ve kesin olarak birçok başka inançları da barındırmış olan bu kültürde en büyük rolü oynamış ve hatta bu dönemde en parlak zamanlarından birini yaşamıştır Göktürk hükümdarları halkları tarafından, yaşayan bir tanrı oğlu olarak kabul edilmiştir Dört 'il'e ayrılmış olan devletin bu illerinin yönetimi dört il han'ca temsil edilmiş ve bu ilhanlar da halkları tarafından tanrısal davranış görmüşlerdir Ölen bir Han ya da Kağan'ın ölümden sonra da tanrısal varlığını sürdürdüğüne inanılmış ve halkına destek olmaya devam etmesi için her sene ölüm gününde onun için bir kurban kesilmiştir
Ancak bunların yanında Göktürklere Doğu Hunlardan miras kalmış olan Çin etkileri de bulmak mümkündür: Doğu Hun İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra son hükümdarların oğullarının birbirlerine düşman olmaları sağlanmış, güneyde kalan bölümü Han Çinleri ile birlik olmuş ve onların kültüründen etkilenmiştir Bu dönemde ve sonraki yüzyıllarda, Tabgaçlar gibi birçok Türk topluluğunun Çinlerin arasında erimiş olduğu tahmin edilir Bilge Kağan, atalarının yaptığı bu hataları yazılarında ayrıntılı olarak ele almış ve halkını Çinlilerden gelen tehlikeye karşı uyarmıştır Bu yüzden Göktürklerde halkın bütünlüğünü korumak için etkili şekilde vurgulanan bir Türk ulusçuluğunda ve Tengriciliğe büyük önem verilmiştir Buna rağmen 12 hayvanlı Çin takvimi ve göğün yönlerini hayvan isimleri ile tanımlamak gibi bazı etkiler kalmıştır Böylece Göktürk İmparatorluğu topraklarının bölündüğü dört il, göğün hayvan isimleri ile adlandırılmasından dolayı Kartal ili, Domuz ili, Kaplan ili ve İt ili olarak adlandırılmıştır
Göktürk yazıtlarında bulunan diğer bir cümle, Tengricilikteki mahşer günü hakkında bir fikir verir:
Üze Tengri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun ilingin törüngün kim artatı udaçı erti?
(Üstte gök yıkılmazsa, altta yer delinmezse (çökmezse), Türk milleti, senin ilini, senin töreni kim bozabilir?)
Böylece Göktürklerde dünyanın sonunun 'gök'ün yıkılması ve yerin çökmesi ile gerçekleşeceğine inanıldığı söylenebilir
Kalıntılardan birinde, Budizm'in Türklerin arasında yayılmaması için uyarıcı bir metin bulunmaktadır Metinde Büyük Kağan'ın kardeşi, Budizmin, Türkleri umursamaz, tembel ve edilgin yaptığını ve bunun önlenmesi gerektiğini kaydetmektedir
Tengriciliğin diğer inançlara karşı anlayışının ve hoşgörüsünün kanıtlarını bulmak mümkündür Örneğin, Karadeniz'in kuzeyinde yapılan kazılarda, Tengrici oldukları bilinen Ön Bulgarlar'ın kalıntıları arasında, Musevi, Hıristiyan ve Budistlerin de olduğuna dair kanıtlar bulunmuştur
Moğollar

Moğol İmparatorluğu önderi Cengiz Han konuşmalarına daima, Sonsuz "Kök Tengri'nin" dileğiyle sözü ile başlardı
Moğolların ve birçok Türk boylarının önderi olan Cengiz Han'ın da diğer inançlara karşı düşmanca bir tutumu yoktu Savaş olmayan zamanlarda, hatta bazen savaşlardan sonra, Budist manastırlarında dinlenir, meditasyon ve oruç ile "ruhunu arıtırdı" Tengrist halkları birleştirip insanlık tarihinin en büyük devletini kurmuş olan hükümdar, konuşmalarına daima, Sonsuz "Kök Tengri'nin" (mavi Gök'ün) dileğiyle sözü ile başlardı Cengiz Han'ın döneminde Tengricilik, Hunlardan ve Göktürklerden sonra, tekrar ve son kez, büyük bir ün kazanmıştı
Kubilay Kağan, Çin'i fethettikten sonra oradaki yaygın dinlerle de ilgilenmeye başlamıştır Örneğin; Tengricilik ile zaten akrabalığı olan Çinlilere ait "tek bir gök felsefesi" Tien Min'i taklit etmiştir Ama özellikle Budist Uygur-Türk rahiplerinin bilgilerine ve eğitimlerine hayran kalmış ve onlardan bir heyeti, Buda'nın felsefesini Moğolların arasında da yaymak ve yeni bir Buda tapınağı kurmak görevi ile Karakurum'a göndermiştir Bu rahipler sadece bugüne kadar Moğolistan'da var olan Lamaizmi değil, Uygurların kendi dillerine göre şekillendirdikleri sanskrit alfabesini de Moğolistan'a taşımışlardır
Ama Budizm'e rağmen, Tengricilik Moğolistan'daki ağırlığını sürdürmüş, Budizm, Tengriciliğin içine ilave edilmiştir Bugünkü Moğolların Budizmi, küçük bir Buda heykelini, boylarının Ongun'u ve ulu ataları Cengiz Han'ın resmi ile birlikte çadırın kutsal sayılan kuzey köşesine yerleştirmekten ibarettir
Avrupa'da Tengricilik

Süslü Ön Bulgar runları ile yazılı bir mezar taşı
Tengricilik, Hunlar, Avarlar, Ön Bulgarlar, Kumanlar ve antik çağın bazı diğer savaşçı Türk ve Moğol toplulukları ve daha sonra da Cengiz Han'ın Altın Ordusu tarafından Avrupa'ya da taşınmıştır
Bu inanç göçebe yaşamına o kadar bağlıdır ki, Tengrici kavimlerin yerleşik bir yaşama geçişleri daima göçebe hayatı ile birlikte Tengriciliği de bırakmalarını ve diğer inançları kabul etmelerini beraberinde getirmiştir Göçebeliği bırakmayan kavimler, Tengriciliği de bırakmamışlardır Doğu ve Orta Avrupa'da, Orta Çağ'ın sonlarına kadar, Tengri'ye dua eden bazı ufak göçebe kavimlere rastlamak mümkün olmuştur
"Tudomany" sözcüğü eski Macarcada "sihir" ya da "esrarengiz bilgi" anlamına gelirdi (günümüzde "bilim" demektir) "Taltos" denilen Macar Şamanları günlerce sürebilen bir baygınlıktan sonra "tudomany"yi elde ederlerdi "Taltos" sözcüğü Eski Türkçe "tal-" ya da "talt-"'dan (günümüz Türkçesi: "dalmak") kaynaklanır ve "bayılmak" ya da "şuurunu kaybetmek" anlamına gelir Şaman olma işlemi, şaman olacak kişinin kendinden geçmiş bir vaziyette "Gök'e kadar uzanan ağaca" (Macarca "Tetejetlen nagy fa") tırmanması ile gerçekleşirdi Bu "Dünyalar Ağacı", bu halkların inancının bir parçasıydı

Hun ordusu İtalya'ya girerken
Ön Bulgarlar, Gök tanrısı Tengri'ye "Tangra" derlerdi ve Tengricilik için tipik olan dağların kutsallığına inanma kapsamında Balkan'ın en yüksek dağına "Tangra" adını verdiler Bu dağın adı Osmanlılar tarafından 15 yüzyılda "Maaşallah"'a çevrilene kadar böyle kalmıştır Bugünkü Bulgarca'da bu dağın adı Maaşallah'tan türetilmiş şekilde "Musala"'dır
Ayrıca şimdiye kadar bulunan 80 civarında eski Bulgar Run yazıtının neredeyse hepsinde "Tangra"nın adı geçmektedir Bulgarlardan önce de Trakyalılar ve Yunanlar tarafından kutsal sayılmış olan ve eteklerinde eski Yunan tapınakları bulunan Perpenikon Dağı'nın en yüksek zirvesindeki dikili taşa, eski verimlilik tanrıçası olan Umay'ın resmi kazınmıştır
Bulgarların Tengriciliği 864 yılında Han Boris (Mikail) I 'in Hristiyanlığı kabul etmesi ile sona ermiştir
Avrupa'ya göç etmiş olan göçebe Tengrici kavimler, yerli olmaları ile birlikte zamanla eski inançlarını unutmuş ve yerli Slav, Germen ve Roman halklarıyla karışmışlardır
Diğer Türkler
10 yüzyıl öncesinde Araplar ve Farslarla temasa girip, bazen gönüllü olmadan İslam'ı kabul etmiş olan Türk boyları vardır Ama İslam'ı toplu halde kabul etmiş olan ilk büyük Türk topluluğu, Saltuk Buğra Karahan emri altındaki Karahanlılar olmuşlardır (920)[2] Bundan sonra İslam, Orta Asya'nın güneybatısındaki Türk kavimleri arasında hızla yayılmıştır
Bazı Türk kavimlerinin İslama katılmadan evvel Nestoryan Hristiyanları oldukları hakkında da kanıtlar bulmak mümkündür 581 yılından kalma bir Farsça yazıda, bir savaştan sonra esir düşen Türk askerlerinin yüzlerinde Haç dövmeleri bulunduğundan söz edilir
762 yılında Bögü Kağan, Göktürk ülkesinin parçalanmasından doğmuş olan Uygur ülkesinde, Mani dinini ülkenin resmî inancı olarak ilan etmiştir Ama Farslardan alınmış olan Mani dini, eski Türklerin Tengricilik ilkeleriyle kesinlikle bağdaşmadığından Uygur halkının tümüyle bu dini kabul ettiğine inanmak zordur
Bundan yüz yıl kadar sonra, Uygurların çoğunluğu Budizmi kabul edip bu temelin üzerine ilk "yerleşik Türk kültürünü" geliştirmişlerdir Hatta Budizmin öncüleri olup, dini diğer halkların arasında yaymaya başlamışlar, binlerce Çince ve Sanskritçe Budist yazısını özenle Türkçeye çevirmişlerdir Budizmi kendi kültürlerine göre şekillendirmiş ve hatta ilk kez kadınlar için bir manastır inşa ederek "Budist rahibeler" geleneğini başlatmışlardır Kırgızlar'ın saldırısından sonra bir süre göçebeliğe geri dönmek zorunda kalmışlardır Bugünkü Uygurlar çoğunlukla Müslümandır Uygurlar bazı gelenekleri Budizm'den İslam'a taşımışlardır Örneğin, kendini ruhsallığa adamış, maddi varlığı olmayan, göçmen rahip geleneğini İslam'da da devam ettirerek, kapı kapı dolaşarak hayır duaları ile geçimini sağlayan ve bazen ermiş olarak görülen derviş geleneğini çıkarmışlardır İslam'daki tüm derviş şekilleri buradan kaynaklanmışdır
16 yüzyıldan sonra, Sibirya'nın Türk kavimleri Ruslar tarafından gitgide Hristiyanlaştırılmış ve Slavlaştırılmıştır Ama bu toplulukların Hristiyanlığında hâlâ Tengricilik kalıntılarını bulmak mümkündür Örneğin hâlâ Şaman geleneği sürdürülmektedir ve köylerdeki Şamanlara olan güven, köyün papazına ya da doktoruna olan güvenden daha fazladır Bugün Tengricilik artık sadece Moğollarda Lamaizm ile karışmış bir şekilde ve hâlâ doğaya bağlı ve göçebe yaşam sürdüren bazı Sibiryalı küçük Türk kavimlerinde görülmektedir
Tengriciliği bugüne kadar muhafaza etmiş olan kavimler daima göçebe olmuşlardır Bazı Müslüman Türkmen ve Kırgız boyları hâlâ tamamen veya kısmen göçebe bir yaşam sürdürmektedirler Bu boylarda, eski dini törelerini İslami dualar ile karışık şekilde uygulayan şamanlara rastlamak mümkündür
Son yüzyıllarda birkaç defa Tengriciliği modernleştirme ve canlandırma denemeleri yapılmıştır Bu çabalardan biri, Altay bölgesinde doğmuş olan ve Batılı bilimcilerin Burhanizm dedikleri Ak Yang dır (Ak Din) 1902 yılından 1930 yılına kadar süren Ak Din'in en önemli özelliği Şamanlara ve Ruslara karşı düşmanlığıdır Onlara göre Şamanlar, yüzyıllar boyunca diğer dinlerin ritüellerini taklit etmiş ve saçma sapan şeyler yapmaya başlamışlardır Ak Din, Şamanların Gök'ün (yani Tengri'nin) değil, yeraltının, yani kötülüğün temsilcileri olduklarını vurgulamış ve Şamanları yok etmeye çağırmıştır Ak Din için vaaz verilen toplantılarda Şaman elbiseleri, Şaman davulları ve hatta Rusların şeytanlığı olarak görülen Rus kâğıt paraları bile yakılmıştır Bu uygulamalara 1930 yılında Ruslar tarafından, şiddetli ve kanlı bir şekilde son verilmiştir
Gökteki Kutsal Nesneler
Güneş, ay, ateş ve su, Tengri'nin kudretinin sembolleridir İnsanların Gök'e dua ederek elde ettiklerine inandıkları "Buyan" adlı enerji, güneşin göğün neresinde durduğuna bağlı olarak değişir En fazla buyanın yeni ay ve dolunayda elde edilebildiğine inanılır Senenin en uzun gününün yaşandığı ve gündüz ile gecenin eşit olduğu günler, en önemli bayramlardır
Yılbaşı, 21 Aralık'tan sonra gelen ilk yeni ayda, "Kızıl Güneş Bayramı" 21 Haziran'dan sonra gelen ilk dolunayda kutlanır
Venüs gezegeninin Türkler'deki adı "Erklik," Moğollar'daki adı "Tsolman"dır "Ateşli ok" denilen yıldız kaymalarını ve yeryüzüne düşen meteorları Erklik Han'ın gönderdiğine inanılır (Erlik Han ile karıştırılmamalı) Büyük ayı yıldızlarına Moğollar'da Doolon Obdog ("Yedi Yaş Damlalı Adam") derler Gök'ün Ülker yıldızlarına bağlı olduğuna, ve Ülker'in etrafında döndüğüne inanılır
Beyaz Ay bayramında 14 adet tütsü yakılır Bunların ilk yedisi "Yedi Yaş Damlalı Adam" ve diğer yedisi Ülker içindir
Üç-Dünya kozmolojisi
Çoğu eski inançlardaki gibi Tengricilikte de gerçek âlemin yanında bir "gök âlemi," bir de "yeraltı âlemi" vardır Bu âlemlerin arasındaki tek bağlantı, dünyanın merkezinde duran "Dünyalar Ağacı"dır
Gök âlemi ve yeraltı aleminin yedişer katları vardır (bazen yeraltı 9, gök de 17 kat olarak geçmektedir) Şamanlar bu âlemlere yolculuk yapmak için birçok girişler tanırlar Bu âlemlerin katlarında, aynı yeryüzündeki insanlar gibi bir hayat sürdüren varlıklar vardır Onların da kendi saygı gösterdikleri ruhları ve şamanları vardır Bazen bu varlıklar yeryüzünü ziyaret ederler ama insanlara görünmezler Sadece ateşin garip bir cızırtısında ya da bir tilkinin havlamasında kendilerini belli ederler ve şamana görünürler
Yeraltı âlemi ("Yerlik")
Yeraltı âleminin yeryüzü ile çok benzerlikleri vardır ama yeraltı halkının insanlarda olduğuna inanıldığı gibi 3 ruhu değil, sadece 2 ruhu vardır Onlarda, vücut ısısını üreten ve nefes alınmasını sağlayan "ami ruhu" eksiktir Bu yüzden çok beyaz tenlilerdir ve kanları çok koyu renklidir Yeraltı âleminin güneşi ve ayı çok daha az ışık verir Yeraltında da ormanlar, ırmaklar ve yerleşim yerleri vardır
Yeraltı âleminin efendisi Erlik Han'dır (Moğolca: Erleg Han) Erlik, Tengri'nin bir oğludur Yeraltında yeniden doğmayı bekleyen ruhları da Erlik Han kontrol eder Eğer hasta bir insanın "süne ruhu" daha ölmeden yeraltı âlemine kayarsa bir şaman, Erlik Han ile pazarlık yaparak onu tekrar geri getirebilir Eğer bunu başaramazsa hasta ölür
Gök âlemi
Gök âleminin de yeraltı alemi gibi yeryüzü ile benzerlikleri vardır ama bu âlemde insanların ruhları bulunmaz Bu âlem yeryüzünden çok daha aydınlıktır Bazı rivayetlere göre yedi tane güneşi vardır Yeryüzündeki şamanlar bu âlemi ziyaret edebilirler Burada sağlıklı, hiç dokunulmamış bir doğa vardır ve buranın yerlileri atalarının geleneklerinden hiçbir zaman sapmamışlardır Bu âlem Tengri'nin diğer bir oğlu olan Ülgen'in himayesi altındadır
Bazı günlerde Gök âleminin kapısı aralanır ve ışığı bulutların arasından parlar Bu anlar, şaman dualarının en tesirli olduğu anlardır Bir şaman, kendisini gök âlemine götüren hayali yolculuğunu bir kuşun, geyiğin ya da atın sırtına binerek, ya da bu hayvanların şekline girerek gerçekleştirir
Bir Tengricinin dünyayı görüşü
Bir tengriciye göre dünya sadece üç boyutlu bir ortam değil, aynı zamanda durmadan dönen bir çemberdir Her şey bu çemberin içine bağlıdır ve çember durmadan eskir ve yenilenir Dünyanın üç boyutu, güneşin hareketi, durmadan hareket halinde olan mevsimler ve bütün yaratıkların ölümden sonra tekrar doğan ruhlarından oluşur
İnsanların üç ruhu
Tengricilikte, insanların ve hayvanların birden çok ruha sahip olduklarına inanılır Genelde her insanın üç ruha sahip olduğu kabul edilir ama ruhların isimleri, özellikleri ve sayıları bazı kavimlerde farklı olabilir: örneğin, Sibirya'nın kuzeyinde yaşayan ve bir Moğol halkı olan Samoyetler, kadınların dört, erkeklerin beş ruha sahip olduklarına inanmaktadırlar
Ruh türleri
Kuzey Amerika'da, Orta ve Kuzey Asya'da araştırmalarda bulunmuş olan Paulsen ve Hultkratz bu ruh inancının bütün halklarda aynı olan iki ruhunu şöyle açıklamışlardır:
* Nefes, hayat ya da beden ruhu
* Gölge ruhu/serbest ruh
Bunların yanında kavimden kavime değişen "kısmet ruhu," "koruyucu ruh" ve bir de "çocuk ruhu" inancını tarif etmişlerdir Yeni doğan bir çocuğun "Omi ruhu" olduğuna, ve bu çocuk bir yaşına girdiğinde bu ruhun "Ergen ruhu"na dönüştüğüne inanılır Ayrıca aynı kavme ait olan insanların bir "kolektif ruh"a sahip olduklarına inandıkları tespit edilmiştir Bu "kolektif ruh" inancı, aynı türe ait olan hayvanlara da yansıtılır Yani, aynı türe ait olan hayvanların büyük bir toplu ruha bağlı olduklarına inanılır
Ruh adları
Türklerde ve Moğollarda insan ruhları için birçok farklı isimler bulunur ama bunların özellikleri ve anlamları henüz yeterince araştırılmış değildir
* Türklerde: Özüt, Süne, Kut, Sür Salkin, Tın, Körmös, Yula
* Moğollarda: Sünesün, Amin, Kut, Sülde
Jean Paul Roux, bu ruhların yanında, bir de Uygurlar'ın Budist dönemlerinden kalan yazılarda sözü edilen "Özkonuk" ruhuna dikkati çeker
Moğolistan'a araştırmalar yapmak için gidip sonunda hayatını Tengriciliğe adamış ve "Sarangel Odigen" adlı Şamaniçe olarak Moğolistan'da vefat eden bilimci Julie Stewart, Tengricilik hakkında yazdığı makalelerinden birinde ruh inancını şöyle tarif etmiştir:
* Amin ruhu: Nefes almayı ve vücut ısısını sağlar Amin ruhu tekrar canlandırır (Bu ruhun Türklerdeki adı "Özüt" olsa gerek Kaşgarlı Mahmud, yazdığı Divân-ı Lügat-it Türk adlı eserinde "Özüt ruhu"nu nefes ruhu olarak tarif etmiştir)
* Sünesün ruhu: Vücudun dışında, suya gider, suyun içinde hareket eder Aynı doğadaki su çemberi gibi bir varlık sürdürür İnsan ölünce yeraltı dünyasına iner Tekrar dünyaya gelmesi gerektiğinde, bir kaynaktan çıkar ve bebeğin içine girer (Türklerde "Süne ruhu")
* Sülde ruhu: Bir insana kişiliğini veren ruh Benlik ruhu Diğer ruhlar insan vücudunu terk ederse sadece baygınlığa, benliğini yitirmeye ya da komaya yol açarlar, ama eğer bu ruh vücudu terk ederse insan ölür İnsan ölünce doğada bir cisme girer ve Yer Su ruhu olur Tekrar dünyaya gelmez
Hayvanların iki ruhu vardır Hayvan öldüğünde bunlardan birisi tekrar dünyaya gelir ve diğeri doğaya yerleşir Hayvanlar yeniden dirilebilen bir ruha sahip oldukları için, onlara da saygılı davranmak ve eziyet etmemek gerekir
Kut, Tengrikut ve Iduk
"Kut" Tengrinin sadece hükümdarlara verdiği güçlü bir ruhtur Tengri bu ruhu bir kağana, uygun gördüğü zaman verir ve yine uygun gördüğü zaman geri alır Bu ruha sahip olan bir kağanın unvanına "Tengrikut" eklenir
"Iduk" Umay'ın, Yer Su'ların ve bazı diğer dişi cinsiyetli kutsal varlıkların ismine katılan bir ektir ve henüz yeterince araştırılmamıştır Jean Paul Roux'un fikrine göre, "Kut"un dişi varlıklara verilen uyarlamasıdır
Tengri'nin yanındaki diğer kutsal varlıklar
Tengricilikte ataların kutsal sayılması ve hatta bazı büyük hükümdarların ölümlerinden sonra tanrı olarak kabul edilmesinden dolayı, kabileden kabileye farklı tanrısal varlıklar bulunur Bu yüzden Tengriciliğin bütün kutsal varlıklarını bir araya toplanması imkânsız gibidir Örneğin, Altaylarda çok yüksek bir tanrı olarak görülen Kara Han'ın Oğuz Han'ın babası olduğu düşünülmektedir Ayrıca Macar bilimcilere göre, Macarca'daki "tanrı" anlamına gelen "Isten" kelimesi İstemi Kağan'a ölümünden sonra tanrı olarak tapılmasından kaynaklanmaktadır
Tengriciliğin bir tek-tanrı dini olup olmadığı hakkında farklı görüşler var olduğu için, bu kutsal varlıkların gerçekten "tanrı" olarak mı, yoksa sadece "güçlü ruhlar" olarak mı adlandırılması gerektiği kesin olarak söylenememektedir Bu konu hakkında, bilimcilerin farklı görüşleri aşağıda Tek-Tanrı Kuramı başlığı altında ele alınmıştır
En tanınmış kutsal varlıklar
Tengrinin yanında Tengriciliğin coğrafyasında en yaygın ve en tanınmış kutsal varlıklar şunlardır:
* Umay (Iduk Umay ya da Tenger Ninyan da denir): Bereket tanrıçası Tengri'nin kızı
* Ülgen (Altaylar'da Adakutay, Yakutlar'da Ak Toyun): Tengri'nin oğlu Gök âleminin (cennetin) efendisi
* Erlik Han (Yeraltı âlemi=Yerlik/Erlik): Tengri'nin oğlu Yeraltı âleminin efendisi
Sibirya Türklerinde
Günümüzdeki Yakutlar ve Altaylar yukarıda sayılan dört tanrısal varlığın yanında ayrıca şu kutsal varlıkları tanımaktadırlar:
* Kara Han: Altaylılarda yüksek derecede bir tanrı Gök'ün en yüksek katında, altın bir sarayda, altın bir taht'da oturduğu anlatılır Altayların yaratılış efsanesinde hatta insanların yaratıcısı olarak gösterilir
* Ayzıt ya da Aykız: Aşk, güzellik ve Ay tanrıçası Gök'ün 3 katında oturur Kamlar alkışlarında (alkış= Dua) inanılmaz güzelliğini methederler
* Gün Ana: Güneş tanrıçası Güneş ile birlikte Gök'ün 7 , yani en yüksek katında oturur
* Ay ata ya da Ay dede: Ay tanrısı Ay ile birlikte Gök'ün 6 katında oturur
* Alasbatır: Ev hayvanlarının koruyucusu
* Ancasın: Yıldırımların efendisi
* Su Iyesi: Suda yaşıyan güzel peri kızlarıdır Kendilerini yılana ya da kuşa çevirebilme yetenekleri vardır
* Taş Gaşıt: Kısmet tanrısı
* Andarkan: Ateşin efendisi Eski Kırgızlarda bir bitki tanrıçası aynı isimi taşıyordu
* Satılay: Kötülük tanrıçası İnsanların dengesini bozar, yoldan çıkarır ve ruh hastalıkları getirir Çaresiz insanları intihar etmeye ikna eder
* Kış Han: Kışın efendisi
* Arah, Toyer, Tarila, Sabıray: Yeraltı âleminde, insanların ruhları hakkında kararlar veren hakim derecesindeki ruhlar
* Gölpön Ata: Koyunların koruyucusu
* Erdenay: Haberci Tanrıların insanlara bildirmek istedikleri iyi kararları insanlara ileten ruh
* Kambar Ata: Atların koruyucusu
* Od ana:Ateşin ve ocağın tanrıçası
|