Prof. Dr. Sinsi
|
Refah Faciasında Kurtulanlar
Refah faciasında kurtulanlar


Denizaltı filomuzun tarihindeki ilk ve en büyük kayıp: ‘Refah Faciası’
Bugün ‘Refah Faciası’nın üzerinden tam 65 yıl geçmiş olmasına rağmen, bazı sorular hâlâ yanıtını bulamamıştır:
• II Dünya Savaşı'nın en kritik günlerinde, İngiltere’de yaptırılan 4 denizaltıyı almaya giden askerî kafileyi taşıyan Refah şilebini, 23 Haziran 1941 gecesi, Mersin açıklarında kim torpilledi?
• Bu önemli sefer için, neden Refah gibi yaşlı bir gemi seçildi? Daha sonra, mahkeme safhasında, kimi yetkililer, ‘casuslarının dikkatini çekmemek için’ bu yola başvurulduğunu öne sürmüşlerse de, bu açıklamanın tatmin edici olmadığı ortadadır
• Refah yola çıkarken, neden savaş gemilerinin cirit attığı Akdeniz’in koşullarına uygun olarak donatılmadı? Refah’ta sadece mürettebat için iki filika bulunuyordu 200 kişilik bir askerî kafilenin yolculuk yapacağı gemideki filikaların sayısı neden çoğaltılmamıştı?
• Asker ve sivil 167 deneyimli denizcinin canına mal olan ‘Refah Faciası’ olayında, eksik önlemler nelerdi? Refah yola çıkarken, neden Akdeniz’deki hava ve deniz keşif raporları kaptana iletilmemişti?
• Refah yola çıkmadan önce, herhangi bir olasılığa karşı, gemide neden can kurtarma ve tahliye tatbikatı yapılmamıştı?
• Refah’ın telsizi eski ve gemi elektriğiyle çalışan cinsten idi Gemide elektriğin kesilmesi, Refah’ın telsizinin de susmasına ve çevreyle bağlantısının kopmasına yol açmıştı Geminin telsizi çalışsaydı, Kıbrıs ve Mersin’den yardım gelmesi gelecek ve can kaybı büyümeyecekti Gemiye neden yeni bir telsiz konulmadı?
• Refah’ın kaptanı İzzet Dalgakıran tarafından saptanan rota, neden gemiye binen İngiliz irtibat subayı tarafından değiştirilmişti?
• Olay sırasında, Akdeniz’de gerek Müttefik ve gerekse de Mihver devletlerinin savaş gemileri ve denizaltıları cirit atıyordu Refah’a neden refakatçi olarak bir savaş gemisi verilmemiş ya da bir denizaltı şilebi koruma görevini üstlenmemişti?
Bu ve benzeri kimi soru işaretleri hâlâ yanıtını ararken son günlerde, Refah Faciası hakkında yeni bir kitap yeni iddialar da gündeme getirdi:
Denizcilik tarihi çalışmalarıyla tanınan Osman Öndeş’in uzun yıllara yayılan araştırmasının ve tanık söyleşilerinin yer aldığı “Refah’ı kim batırdı?” adlı kitabı, Denizler Kitabevi tarafından şu sıralar yayımlandı
Kitabın ilk bölümünde Öndeş, geminin nasıl battığı konusundaki senaryolara yeni bir bakış açısı getiriyor: Refah şilebi batırıldıktan sonra, bunun bir denizaltı saldırısı olduğu tahmin edilmiş; ancak hangi ülkenin bu saldırıyı gerçekleştirdiği belirlenememişti
Refah Faciası’ndan iki yıl sonra, İskenderun’daki İtalyan Başkonsolosluğu’nda diplomat olarak görülen Luigi Ferraro isimli bir sualtı komandosu tarafından, İskenderun ve Mersin limanlarından denize açılan krom yüklü dört geminin batırılması olaylarına dikkat çeken Osman Öndeş, Refah’ın da bu gemiler gibi, şilebin altına önceden konulan sualtı mıknatıslı mayınların patlatılması sonucu battığını öne sürüyor  
Kitabın ikinci bölümünde ise, Refah’ın batırılması ve sonrasında yaşananlarla ilgili anlatımlar sunuluyor Osman Öndeş’in, askerî kafileden ve gemideki mürettebattan olup da faciadan kurtulanlarla yaptığı söyleşiler; ‘Refah Faciası’na ilişkin mektuplar, soruşturma süreci ve mahkeme kayıtlarıyla ilk kez yayımlanan fotoğraflar, bu ikinci bölümde yer alıyor  
Biz de Popüler Tarih olarak, ‘Refah Faciası’nın 65 yıldönümünde, olayı geniş bir çalışma çerçevesinde ele aldık
Popüler Tarih’in yazı ailesinden gazeteci arkadaşımız Ertan Ünal, konuyu araştırdı  
Şimdi önce, facianın patlak verdiği günlerin ortamına dönelim  Türkiye, II Dünya Savaşı’nın ilk sıcak etkilerini 1940 yılında hissedilmeye başlar Muhtemel bir Alman saldırısını sınırda karşılamak amacıyla, Kırklareli ve Edirne’den geçen, daha sonra da Çatalca’ya kadar uzatılan, adını da dönemin Genelkurmay Başkanı’nın soyadından alan ‘Çakmak Hattı’ kurulur
Boğazlar çevresindeki 6 ilde de, olağanüstü durum ilan edilirken, genel karartma uygulanmasına başlanır
Alman orduları 1941 Şubat’ında Balkanlar üzerine bir çığ gibi inerken, Türkiye’deki tedirgin bekleyiş de son haddini bulur 1939’dan beri ‘Yıldırım Savaşı’ taktiğiyle çeşitli cephelerde peş peşe zaferler kazanan Alman ordularının öncü tümenleri, Romanya’yı işgal ettikten sonra, Bulgaristan içlerinde ilerlemeye başlar
Takvimler 17 Şubat 1941’i gösterdiğinde, öncü birliklerin Bulgaristan-Türkiye sınırına varmasına az bir zaman vardır Türkiye’nin etrafındaki ateş çemberi daralır Ankara, heyecanlı bir bekleyiş içindedir  
Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Franz von Papen, bu tedirginliği ortadan kaldırmak için, ülkesinin Türkiye’ye saldırmayacağı konusunda yetkililere güvence verirken, müttefik ülkelerin temsilcileri de, başta İngiltere Büyükelçisi olmak üzere, Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sokmak için çaba harcarlar Türkiye, her iki blok için de vazgeçilmez derecede önemli bir ülkedir  
Türkiye savaşa girecek miydi? Yoksa ani bir saldırı ile, savaşa girmek zorunda mı bırakılacaktı? 
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türkiye’yi savaşın dışında tutma politikasını izler; tarafları silah, malzeme gibi isteklerle oyalama yolunu seçer
Beklenti tüm heyecanıyla sürerken, Büyükelçi von Papen’in 4 Mart 1941 günü İnönü’ye sunduğu Hitler’in mektubu, tedirginliği biraz olsun ‘hafifletir’
Hitler mektubunda, savaşı kendisinin çıkartmadığını iddia etmekte ve Almanya’nın Türkiye’ye saldırmayacağına dair güvence vermektedir
Bulgaristan’da bulunan Alman birliklerine, “Oradaki mevcudiyetlerinden dolayı yanlış bir anlam çıkarılmaması için,” Türk sınırından uzak kalmalarını emrettiğini de mektubunda vurgular
Cumhurbaşkanı İnönü’nün cevabî mektubuyla da, Türk-Alman ilişkileri yumuşarken, gelişmeleri dikkatle izleyen müttefiklerden İngiltere, Türkiye için tersanelerinde yapılan 4 denizaltının hazır olduğunu açıklar  
Savaşın başlamasından kısa bir süre önce, Türkiye, ordusunu güçlendirmek amacıyla İngiltere’den bazı taleplerde bulunmuş ve 1930’da yapılmış olan bir karşılıklı yardımlaşma sözleşmesi gereğince, 4 denizaltı, 4 muhrip, 12 çıkarma gemisi ve 4 uçak filosu sipariş etmişti  
İngiltere, tam bu kritik dönemde, Türk Hükümeti’ne bir mesaj göndererek, denizaltıların teslime hazır olduğunu bildirdi: ‘Burak Reis’, ‘Murat Reis’, ‘Oruç Reis’ ve ‘Uluç Reis’ adları verilen denizaltılar ile 4 uçak filosunu almak üzere, gerekli mürettebatın İngiltere’ye gönderilmesi isteniyordu  
Dışişleri Bakanlığı’nın, durumu Başbakanlık katına bildirmesi üzerine görev, Millî Müdafaa ve Münakalat (Ulaştırma) bakanlıklarına havale edildi
Bu arada, oluşturulan komisyon, Türk donanmasının en seçkin denizcilerini, sicillerine bakarak saptandı ve İngiltere'ye gidecek olanları açıkladı
Bu büyük görev için, 19 deniz subayı, 63 deniz astsubayı, 68 deniz eri seçildi Kafilede ayrıca İngiltere’ye havacılık öğrenimine giden bir hava subayı ve 20 Hava Harp Okulu öğrencisi -ki bazı kaynaklarda, bunlardan 16’sının Kara Harp Okulu’nu üstün derece ile bitirdikleri için, İngiltere’de pilot olarak yetiştirilmesine karar verilen topçu, piyade, süvari, istihkam ve diğer sınıflardan mezun oldukları öne sürülmektedir- yer aldı  
İngilizler, böylece Almanya’ya karşı kozlarını ortaya koyuyor, Türkiye’yi kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlardı  Ama bir şartları vardı: Denizaltıları teslim alacak mürettebatın, en geç 25 Haziran 1941 günü, Mısır’ın Port Said Limanı’nda olmasını istiyorlardı Mürettebat, burada kendilerini bekleyecek olan meşhur Quenn Mary transatlantiği ile ve koruma altında İngiltere’ye gideceklerdi  
Bu durum karşısında, Deniz Askerî Nakliyat Genel Komutanlığı’nın, İstanbul’da yaptığı araştırma sonucu, ‘Barzılay ve Benjamen Vapur Kumpanyası’na ait Refah şilebi kiralanır
Geminin sahiplerine, şilebin Mısır’a giderek Millî Müdafaa Vekâleti’ne ait kimi malzemeleri Türkiye’ye getireceği söylenir
İzzet Dalgakıran’ın kaptanlığını yaptığı ve 28 mürettebatı bulunan Refah şilebi, 16 Haziran 1941 günü, İstanbul’dan Mersin’e doğru hareket eder  
Gemi alelacele sefere hazırlanmıştır ve ‘asıl amaç’ gemi kumpanyasından gizlendiği gibi, kaptana da bildirilmediğinden, Refah, eksiklikler içindedir
|