Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlida Bahriye Teskilati Ve Bahriye Mektebi
BAHRİYE TEŞKÎLÂTI
Donanma, tersane, Bahriye mektebi ve bunlarda vazifeli personelden meydana gelen teşkilât Teşkilât içerisinde donanma esas gaye olup, diğerleri onun için vardır ve Osmanlı Devleti’nin bütün devirlerinde mühim bir kuvvet olma hususiyetini dâima muhafaza etmiştir
Donanma
İlk Osmanlı donanması; Karesi, Menteşe, Aydın gibi denizci beyliklerin hâkimiyet altına alınmasıyla sâhib olunan gemi ve personelle kuruldu Fâtih Sultan Mehmed zamanında ise dünyâ çapında bir seviyeye kavuştu İkinci Bâyezîd ve Yavuz Selîm zamanlarında donanma daha da gelişerek, Barbaros kardeşlerin kendilerini hizmete adamaları ile Kânûnî devrinde en mükemmel şeklini aldı Marmara, Karadeniz, Akdeniz birer Türk gölü hâline geldi
Bu muazzam donanmanın ve diğer bütün Bahriye teşkilâtının bağlı olduğu en yüksek makam kapdân-ı deryalık makamı idi Uzun müddet deniz işlerine bakan bu makam, 13 Mart 1867 yılında kaldırılarak yerine 19 Mart 1867’de Bahriye nezâreti kuruldu Kapdân-ı deryaya da bahriye nâzırı denildi
Kapdân-ı derya 1516’ya kadar Gelibolu’da ikâmet ederken, ondan sonra Kasımpaşa’da oturmaya başladı Kapdân-ı derya, önce sadrâzama sonra pâdişâha karşı sorumlu idi Kapdân-ı deryanın sırasiyle, kapudâne (oramirâl), patrona (koramiral), riyale (tuğamiral) olmak üzere üç yardımcısı vardı Kapudâne, kapdân-ı deryaya her türlü işinde vekâlet ederdi Kapudânenin rütbesi derya sancakbeyi (tümamiral) iken, sonradan derya beylerbeyi (oramirâl) olmuştur Patronalara beylerbeyi (koramirâl) rütbesi verildiği de görülür, Osmanlı deniz kuvvetleri, bu dört kişi tarafından idare olunurdu Kapdân-ı derya (büyük amiral) al, bahriye beylerbeyi (oramirâl) yeşil, bahriye sancak beyi (tümamiral) mavi âsâ taşırdı Kadırgalarına kara generallerinin tuğlarına karşılık olmak üzere; sırasiyle üç, iki ve bir fener takarlardı
Osmanlı bahriyesinde subaylık ve leventlik (deniz erliği) çok defa babadan oğula geçerdi Mezomorto Hüseyin Paşa, hazırladığı donanma kanunnâmesine; “Babası Osmanlı donanmasında subay olmayan hiç bir levendin deniz subayı olamıyacağı maddesini koyarak, deniz subayının çekirdekten yetişmesini istemişti Levend başarı gösterirse, subaylık rütbelerini geçerek kabdân-ı deryalığa kadar yükselebilirdi Osmanlı Deniz kuvvetlerinin başı olan kapdân-ı deryanın sorumluluk sahası, Akdeniz ve ona bağlı denizler, Adalar denizi (Ege denizi), Marmara, Karadeniz, Azak denizi ve Atlas okyanusu idi
Kapdân-ı derya bütün bu denizleri, buralarda üslenmiş olan amiralleri vâsıtasıyle idare ederdi Bunlar arasında en mühimi Cezâyir kapdanlığı idi On altı ve on yedinci asırlarda Cezâyir kapdanlığının donanması tek başına dünyânın belli başlı donanmalarından biri idi On altıncı asrın sonunda kurulan Tunus ve Trablusgarb (Libya) kapdanlığı da, kapdân-ı deryanın emrinde olarak doğrudan Dîvân-ı hümâyûna bağlı idi
Bu üçünden başka, doğrudan kapdân-ı deryaya bağlı kapdanlıklar da vardı Bunlar;
İskenderiye kapdanlığı: Çok kestf olan Anadolu-Mısır trafiğinden mes’ûl idi
Süveyş veya Hind kapdanlığı: Doğuda Endenozya, güneyde Mozambik’e kadar filo gönderirdi
Tuna kapdanlığı: Elindeki ince donanma denen filosuyla, Estergon’a kadar, Tuna nehri üzerindeki askerî ve ticarî trafikten mes’ûl (sorumlu) idi
Fırat kapdanlığı: Tuna kapdanlığından küçük olup, Birecik’ten Basra’ya kadar olan trafikten mes’ûl idi İran’a karşı yapılan muhârebelerde ehemmiyeti artardı
Hazar ve Kür (Ardahan) kapdanlığı: İran seferlerinde orduya malzeme taşımak için birlikte hareket ederlerdi
Faşa (Fas, Riyon) kapdanlığı: İran muhârebelerinde kullanılan askerî nakliyeye âid bir ince filo idi
Nil kapdanlığı: Nil üzerindeki trafiği denetlemekle beraber, devlete itaat etmeyen bedevilere gözdağı vermek gayesi ile kurulmuştu
Osmanlı deniz hâkimiyetinin te’minâtı olan donanmada daha ziyâde; çektiri, kadırga gibi kürekli gemiler kullanılıyordu İkinci Bâyezîd devrinde yelkenli gemilerden kalyonlar kullanılmışsa da zaman zaman terk edilmiş, kesin olarak yelkenli gemilere geçiş on yedinci yüzyılın sonunda mümkün olabilmiştir Gemiler sekiz-on yıldan fazla donanmada bulundurulmazdı Yoksa donanmanın gücüne zaaf verirdi Böyle gemiler Avrupa devletlerine satılır, yerine daha yenisi konurdu Böylece her on senede bir donanma yenilenmiş olurdu
Gemilerde azablar, leventler, kürekçiler, kalyoncular gibi muhtelif hizmet grubu vardı
Osmanlı donanmasında, ayrıca korsan ocağı denen mühim bir denizci sınıfı da vardı Akıncılar karada ne ise, korsan ocağı da denizde aynı vazifeyi görürdü On altıncı asırdaki dehâ sahibi denizcilerin hemen hepsi bu sınıftan gelmişti
Gayet techizâtlı olan Osmanlı donanması, disiplin ve intizâmı ile yabancılar tarafından takdir görmüştür Nitekim zamanın Fransa büyükelçisi Sakız adasındaki Osmanlı donanmasının disiplin ve intizâmını övmekten kendini alamamıştır
Osmanlı donanması bu seviyeye, gemi ve teçhizat bakımından pek yüksek bir teknik, idâri üstünlük ve denizcilerin kültür seviyelerinin çok ileri olması ile ulaşmıştır Kristof Colomb’un Amerika kıt’asına ayak basmasından 21 yıl sonra donanma-yı hümâyûnun elinde, Amerika’nın Atlantik kıyılarının en iyi haritası bulunuyordu 1529’da bu harita, 16 yıllık yeni keşiflerin neticelerine göre düzeltilmişti Bu târihlerde Pîrî Reis’in bu derece mükemmel bir Amerika haritası çizebilmesi, Avrupalıların hâlâ münâkaşa ettiği bir mevzudur Bu devirde Osmanlı denizcilerinin küttür seviyeleri pek ileri idi Meselâ Pîri Reis, Türkçe’den başka; Arabça, Farsça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce’yi şiir yazacak derecede iyi biliyordu Bir kaç dil bilmeyen Türk denizcisi azdı Bunlar bilhassa korsan (deniz akıncısı) sınıfına mensup subaylardan olup devletin istihbaratında çalışır, düşman donanma ve gemilerinin harekâtına, hangi limandan ne zaman ayrılacağına ve rotalarının ne olacağına dâir mühim bilgileri, ilgili mercilere ulaştırırlardı
Düzenli bir bahriye teşkilâtına sâhib olan Osmanlı Devleti, donanma-yı hümâyûn için hiçbir fedâkârlık ve masraftan çekinmezdi
Tersane
Devlet, gemilerini dışardan almaz, kurduğu büyük tersanelerde yapardı İstanbul’un fethinden önce en büyük tersane Gelibolu tersanesi idi Burada 1470’e doğru, Venedik donanmasını geçmek için 100 000 işçi birden çalıştırıldı Fâtih’den sonra ise, Tersâne-i hümâyûn ve Haliç tersanesi de denilen İstanbul tersanesi birinci sırayı almıştır Tersâne-yi hümâyûn on yedinci asrın sonlarında 137 gemiyi birden tezgâha koyup, kızakdan indirecek şekilde idi ve devletin seksen altı tersanesi vardı Bu tersaneler, aynı zamanda, büyük sanayi siteleri idi Osmanlı Devleti’nin sanayi kuvveti, on altıncı asırda öyle kurulmuştu ki, devletin eski gücünü kaybettiği 1838’de Samsun tersanesini gezen bir yabancı, buradan takdirle bahsetmiştir
Devletin en büyük tersanesi olan tersâne-i hümâyûn, kapdân-ı deryanın emrinde idi Ondan sonra en yüksek rütbeli me’mur, tersanedeki elli bin işçi, usta ve mühendisin âmiri olan bahriye müsteşarı makamındaki, tersane emini idi Başlıbaşına bir şehir olan tersanenin disiplinini, bir ihtilâf ve kargaşalığa meydan vermeden o te’min eder, her gece 300 azab (deniz piyadesi) devriye gezer ve 35 kapdan da hiç uyumadan nöbetçileri murakabe (kontrol) ederdi Donanma-yı hümâyûnun masraflarından da mes’ûl olduğu için, tersane emînine, 1805-1807 yılları arasında defterdâr denildi Tersanenin diğer me’murları rütbe sırasına göre şöyledir: Kethüda, tersane başmîmârı, forsa, zindan kâtibi, mahzen kâtibi, tersane başsavcısı ve bunlardan başka albay rütbesinde diğer vazifelilerdir
DIPNOTLAR:
) Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı (Uzunçarşılı); sh 389
2) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh 148
3) Büyük Türkiye Târihi; cild-10, sh 5
4) Gelibolu ve Yöresi Târihi (F Kurdoğlu, İstanbul-1939)
|