Prof. Dr. Sinsi
|
Sorularla Osmanli
Tanzimat devri ne demektir? Tanzimat’tan sonra yapılan İdarî değişiklikler (1839-1920) nelerdir?
Tanzimat, yeniden düzenlemeler demektir Osmanlı tarihinin 3 Kasım 1839 (26 Şa’ban 1255) tarihli Gülhane Hattı Hümâyûn’u veya Tanzimat Fermanı adı verilen ferman ile başlayan ve 1293/1876 tarihine kadar devam eden devresine Tanzimat; 18761878 yılları arasındaki devresine I Meşrûtiyet; 18781908 yılları arasında II Abdülhamid’in tek başına idare devri (bazı tarihçiler tarafından istibdâd devri) ve 1908’den sonrasına ise II Meşrûtiyet devri denmektedir Biz Tanzîmât’tan sonra ifadesi ile bu devrelerin tamamını kastediyoruz Osmanlı Devleti’nin idarî yapısı açısından gerçekten yeniden düzenlemeler devri demek olan bu dönemde yapılan değişiklikleri kısaca inceleyeceğiz:
Merkezî teşkilâttaki değişiklikleri de iki ana bölüme ayıracağız:
a) Divanı Hümâyûn’un yerine geçen kurullar ve bunlarda yapılan değişikliklerdir Kronolojik olarak özetlersek;
1255/1839 tarihli Tanzimat Fermanıyla, II Mahmûd devrinde 1253/1837’de kurulan Meclisi Vâlâyı Ahkâmı Adliye’nin danışma meclisi manası devam ettirilmiş, üyeleri artırılmış ve devletin hukukî düzenlemelerinin yapıldığı bir yasama ve idarî yargı organı haline getirilmiştir 1271/1854 yılında bu kurulun kanun layihalarını hazırlama, nizâmnâmeleri ve talimatları düzenleme görevi, yeni kurulan Meclisi Âlii Tanzimat adlı yüksek bir meclise verilmiş ve Meclisi Vâlâyi Ahkâmı Adliye ise sadece bir idarî ve adlî yargı organı olarak göreve devam etmiştir 1278/1861 yılında ise bu her iki meclis de Meclisi Ahkâmı Adliye adı altında birleştirilerek üç daireye ayrılmıştır Birincisi, idarî işlere; ikincisi, kanun ve nizâmnâmeleri hazırlamaya ve üçüncüsü ise, idarî yargıya bakmakla görevlendirilmiştir
8 Zilhicce 1284/1868 yılında bu yüksek kurulların yapısı yeniden değiştirilmiş ve aynı tarihli iki ayrı nizâmnâme ile iki yeni üst merci ihdas edilmiştir Birincisi; Divanı Ahkâmı Adliye’dir ve tamamen yüksek bir adlî mahkeme niteliğindedir Ayrıntılı bilgiyi yargı bahsinde vereceğiz İkincisi ise; Şûrâyı Devlet’tir Temel görevi idarî yargı olmak ve Danıştay’ın çekirdeğini oluşturmakla birlikte, ilk kurulduğu andan 1876 tarihine kadar aynı zamanda yasama fonksiyonunu da ifa etmiştir En önemli görevi bütün kanun ve nizâmnâmeleri tetkik etmek ve layihalarını hazırlamaktır Teşkilâtı hakkındaki ayrıntılı bilgiyi yargı bahsinde vereceğiz
1293/1876 tarihli Kanuni Esasî ile açılan I Meşrutiyet döneminde devlet teşkilâtında yeni bir düzenlemeye gidilmiştir:
400 senelik Divanı Hümâyûn’un sınırlı yasama fonksiyonunun Şûrâyı Devlet ve benzeri kurullardan alınarak Heyeti A’yan ve Hey’eti Meb’ûsân’dan oluşan Meclisi Umumiye verildiğini biliyoruz Bu Kanunı Esasî’ye göre, devletin yürütme fonksiyonu, sadrazamın başkanlığında toplanacak olan, dahilî ve haricî bütün önemli devlet işlerinin mercii bulunan Meclisi Vükelâ’nındır Bu, bakanlar kurulu demektir Böylece Şûrâyı Devletin yasama fonksiyonu ile yürütme kurulu özelliği ortadan kalkmıştır Ayrıca tıpkı günümüzde olduğu gibi, başta bakanlar ve yüksek yargı organı mensupları olmak üzere belli şahısların yargılanması için bir de Divanı Âli teşkil edilmiştir
b) Tanzîmât döneminde artık Divanı Hümâyûn değil, belli kurullar veya meclisi vükelâ vardır Aynı zamanda divan üyelerinin yerini vekiller veya nazırlar almıştır Cumhuriyete kadar devam eden bu nezâret (bakanlık) ler arasında şunlar bulunmaktadır Başvekalet (sadâret); Adliye ve Mezâhib Nezâreti; Bahriye Nezâreti (1283/1867); Dâhiliye Nezâreti; Defteri Hâkânî Nezâreti (Eski Defter Emini); Evkaf Nezâreti; Harbiye Nezâreti, Hariciye Nezâreti, Ma’âdin ve Orman Nezâreti, Ma’ârıf Nezâreti, Nâfi’a Nezâreti; Posta ve Telgraf Nezâreti, Ticâret Nezâreti, Sıhhiye Nezâreti ve Meşihat Vükelâ yani bakanlardan her biri kendi bakanlığına dair idarî işlerin yürütülmesinden sorumludur
1293/1876 Anayasası ile rayına oturtulan bakanlık sistemi, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra da devam etmiştir Bakanlık sayıları zaman zaman artmış veya azalmıştır yahut da isimleri değiştirilmiştir
Yeniçeri ocağının lağvedilmesi olayına neden Vak’ai Hayriye denmiştir?
465 yıl, Osmanlı Devleti’nin zaferden zafere koşmasında, Müslümanların can, mal ve ırzlarının korunmasında ve kısaca 24 milyon km2/lik Osmanlı diyarının fethedilmesinde büyük payı olan Yeniçeri Ocağı, tamamen çürümüştü Yeniçeri ocağına yaklaşık 200 senedir vasıfsız insanlar alındığından, bu ocağın kanunları ayaklar altına alındığından ve en önemlisi de yeniçeri ocağı askerleri, askerliği bırakıp siyâsete, servete ve sefâhete bulaştıklarından dolayı, son Rus Harbinde patır patır dökülmüşlerdi Padişah da, devlet ricali de ve hatta yeniçeri ağaları da, artık bu teşkilâtın yürümeyeceğinde müttefik idiler
II Mahmûd zeki bir devlet adamıydı ve tarihden de ders almıştı Hemen bu teşkilâtı kaldırmayı denemedi ve 17 yıl bekledi Önce neferlerini ocağından seçerek ve Şeyhülislâm Tâhir Efendi’den ilga fetvasını alarak, Mayıs 1825’de Eşkinci Ocağı denilen eğitimli ve düzenli bir ordunun çekirdeğini teşkil etti Artık yeniçeriler, bütün propagandalarına rağmen, ulemâ da dahil bütün destekçilerini kaybetmişlerdi Bu arada başta Yeniçeri ağası Celâleddin Ağa olmak üzere, kendi ağalarının çoğunluğu da Padişahın yakın adamları ve nizâmı cedidin taraftarları idiler Gönüllü yeniçerilerden oluşan bu askerler eğitime başlayınca, yeniçeriler âdetleri üzere kazan kaldırıp isyan ettiler 14 Haziran 1826 günü akşamı ayaklanan yeniçerilerin elinden son yeniçeri ağası olan Celâleddin Ağa zor kurtulabildi 15 Haziran 1826 günü İstanbul’un fetih gününü hatırlatan bir gün oldu Et Meydanında (Aksaray Meydanı) ayaklanan yeniçerilere karşı II Mahmûd Sancağı Şerifi Sultân Ahmed Meydanına dikerek halkı itaate davet etti Sadrazam Benderli Selim Paşa, Ağa Hüseyin ve İzzet Paşalara askerleri ile birlikte şehre inmeleri için emir verildi Başta Şeyhülislâm ve Kazaskerler olmak üzere bütün ulemâ, devlet ricali ve yeniçeri dışındaki Kapıkulu Ocakları Padişahın yanında yer aldı Halk ve asker yeniçeri ocağının bulunduğu Aksaray Meydanına geldiler ve binlerce yeniçeriyi katlederek ocağı tasfiye ettiler
Padişah, sadrazam, bütün vezirler, Şeyhülislâm, Kazaskerler, Mevleviyet Kadıları, Hocalar ve büyük cami imamlarının da katıldığı bir meşveret meclisini topladı Beğlikçi Pertev Efendi’nin kaleme aldığı ve Reisülküttâb Seydâ Efendi’nin okuduğu ilâve kararı ittifakla kabul edildi Yeniçerilerin manevi dayanağı gibi görülen Bektaşî dergâhları kapatıldı ve ileri gelen şeyhleri sürgün edildi Bu karar herkesin kabul ettiği bir karardı ve ittifakla vak’ai hayriye =hayırlı olay diye tarihe geçti Ancak bundan sonra yapılanlar, halkı rahatsız etmeye başladı Mesela kabristanlardaki âbidevî yeniçeri başlıklarının tahrip edilmesi; yeniçeri teşekkülü diye muhteşem Osmanlı askeri muzıkası olan Mehterhanenin ilga olunması manasız hareketlerdi
Yeni bir Osmanlı ordusu kurularak adına Asâkiri Mansûrei Muhammediye adı verildi Yeniçeri ağalığı yerine seraskerlik makamı ihdas olundu ve Ağa Hüseyin Paşa ilk serasker oldu Ağa Kapısı meşîhata devredildi ve seraskerlik makamı da Bâbı Seraskerî adıyla Eski Saray denilen şimdiki İstanbul Üniversitesi merkez binasına taşındı
İşte tarihte vak’ai hayriye denilen hadisenin temeli budur
II Mahmûd devrinde yapılan köklü değişiklikler (1808-1839) nelerdir? Bakanlar Kurulu sistemi bu dönemde Avrupa’dan nasıl adapte edilmiştir?
II Mahmut, 400 senelik Osmanlı idarî teşkilâtını Tanzimat’tan sonra kemalini bulacak olan yeni şekle sokmayı başarmıştır Ancak Avrupa’yı kuru kuruya taklitten ibaret olan bu rüzgar, şeklî olmaktan öteye geçememiştir Yaptığı yeniliklerin çoğunluğu Osmanlı Devleti’nin merkez teşkilâtına aittir 1241/1826 yılında Yeniçeri Ocağını kapattıktan sonra kendisini daha güçlü hisseden II Mahmut, merkezî teşkilâtta şu önemli değişiklikleri yapmıştır:
Merkezî teşkilâtın çekirdeğini oluşturan Divanı Hümayun’un bir şûra meclisi olma özelliğini kaybetmesinden dolayı meşveret usulünü yeniden canlandırmak ve Divanı Hümayun’un daha önceleri ifa ettiği icra ve yargı görevini birbirinden ayırmak üzere iki önemli yüksek kurul teşkil edilmiştir: Birincisi, Divanı Hümayun’un yasama yetkisini ve kazaî görevini ifa etmek üzere kurulan Meclisi Ahkâmı Adliye’dir Bu meclis, Divanı Hümayun’un adlî yönünü devam ettirmiştir Lüzumlu görülen kanunları, memleketin ihtiyaç duyduğu çeşitli idarî, adlî ve malî konularda gerekli düzenlemeleri yapma görevi bu meclise verilmiştir İkincisi ise, yürütmenin yüksek bir kurulu mahiyetinde bulunan Dârı Şûrâyı Bâbı Ali’dir Devletin idarî fonksiyonunu icra görevi tamamen bu müesseseye devredilmiştir 11 Muharrem 1254/1837’de kurulan bu müesseseler, eski Divanı Hümayun’un görevlerini üstlenmiş ve başta yeni ihdas edilen nezâretlerin reisleri olmak üzere büyük devlet adamları bu kurulların üyesi olarak toplantılarına katılmışlardır Yani her iki kurul da yasama ve yürütme organı olarak görev yapmışlardır Divanı Hümâyûn fonksiyonunu kaybedince onu teşkil eden idarî birimler de önemlerini yitirmişler ve bu gün de devam eden nezâret usulü (bakanlar ve bakanlar kurulu şekli) benimsenmeye başlanmıştır Yani devletin yürütme fonksiyonu çeşitli bakanlıklar arasında paylaşılma yoluna gidilmiştir
Sadâret Kethüdâlığı ilga edilerek Umûri Mülkiye Nazırlığı (içişleri Bakanı) ihdas edilmiştir (1251/1835)
Reis’ülKüttabiık unvanı Hariciye Nezâreti unvanına çevrilmiştir (1251/1836)
Bâbı Âli Çavuşbaşılık unvanı De’âvî Nazırlığına (Adliye Bakanlığı) dönüştürülmüştür (1252/1836)
Zahire Nezâreti ve Meclisi Umûri Nâfia lağvedilerek yerine Ticâret Nezâreti ihdas edilmiştir (6 R ahir 1255/1839)
Defterhane’nin yerine 1253/1838 yılında Maliye Nezâreti teşkil edilmiştir
Baruthaneler Nezâreti ve benzeri askeri idareler ilga edilerek Harbiye Nezâreti te’sis edilmiştir (1251/1835) Ayrıca Dârı Şûrâyı Askerî oluşturulmuştur
Sarayın iç idaresine bakan idarî üniteler Enderûnu Hümâyûn Nezâreti adı altında yeni bir yapıya kavuşturulmuştur (1249/1833)
Çeşitli vakıflara ait idarî teşkilâtlar birleştirilerek 1242/1826’da Evkafı Hümâyûn Nezâreti kurulmuştur
Şeyhülislâmlığın da bir nezâret gibi kabul edilmesinden sonra, 1254/1838 tarihinde sadrazam ve sadâret tabirlerinin yerine başvekil ve başvekâlet ifâdeleri ikâme edilmiştir Bütün bu nazırlardan meydana gelen kurula da bakanlar kurulu anlamında meclisi vükelâ ve heyeti vekile denmiştir
İlk resmî gazete olan Takvimi Vakayi’i de çıkaran ve başta Kanunnâmei Cezâyı Askerî olmak üzere devletin askerî ve sivil memurları ile ilgili hukukî düzenlemeleri yaptıran II Mahmut, Tanzîmât hareketinin de hazırlayıcısı olmuştur 1254/1838 tarihli Tarîki İlmîye Dair Ceza Kanunnâmei Hümâyun’u ile de, yargı görevini yerine getiren adliye ve ilmiye mensupları düzene sokulmak istenmiştir
Üzülerek ifade edelim ki, II Mahmûd zamanındaki ıslâhat bir iki mesele dışında öze değil, şekle yönelik olarak yapılmıştır Avrupa’nın ilim, fen ve teknolojisi alınacak yerde, giyim, kuşam ve diğer pek de güzel olmayan âdetleri taklid edilir hale gelmiştir Bu yüzden yapılan ıslâhat, halk tarafından beğenilmemiştir Damad Halil Rif’at Paşa’nın "Avrupa’ya benzemezsek, Asya’ya çekilmeye mecburuz" sözü yanlış tatbik edilmiştir Devlet dairelerinde II Mahmûd’un resimlerinin asılması, setre, pantolon ve fes giyilmesinin mecburi hale getirilmesi, hatta sadece yeniçeriler kullandı diye mehterin ve mehterhanenin ilga olunması ve en önemlisi de sadâret ve sadrazam tabirleri yerine başvekâlet ve başvekil tabirlerinin kullanılmaya başlanması, bu basit ve öze yönelik olmayan batılılaşma örneklerindendir Bu sebepledir ki, bütün ıslâhat hareketlerine rağmen, II Mahmûd dönemi başarılar ve zaferler devri değil, tam manasıyla bir çöküş ve yıkılış devri olmuştur Halbuki akıllı ıslâhat yapılsaydı ve halkın inançlarına aykırı hareketlere gidilmeseydi, hem yapılanları halk destekleyecek idi ve hem de Kavalalı oğlu İbrahim Paşa Kütahya’ya kadar geldiğinde, halk onu alkışlamayacaktı Kısaca Osmanlı Devleti, II Mahmûd döneminde kendi yürüyüşünü terk etti; ama başkasının yürüyüşünü de öğrenemedi
Kabakçı İsyanı, bir irtica hareketi midir? III Selim’in hal’ edildiği İkinci Edirne Vak’asının asıl sebebi nedir?
Üzülerek ifade edelim ki, Cumhuriyet döneminde kaleme alınan tarihlerin önemli bir kısmında Kabakçı Mustafa isyanı, sadece bir irtica hareketi olarak ele alınmaktadır Halbuki olay, öyle anlatıldığı gibi değildir Meseleyi olduğu gibi aktaran muteber Osmanlı kaynaklarından özetleme yoluna gideceğiz
Yeniçeri teşkilâtının tamamen çalışmaz hale geldiği, yeni usul tâlim ve terbiyeye de yeniçerilerin rıza göstermek istemeyerek işi yokuşa sürdükleri, bu askerle Osmanlı Devleti’nin bir adım müsbet adım atmasının mümkün olmadığı herkesin kabul ettiği gerçeklerdir Yani Avrupa usulü eğitimli askere Osmanlı Devleti acilen muhtaç durumdadır; bunu Kaynarca Andlaşması ile sonuçlanan son seferde yeniçeriler de itiraf etmişlerdir III Selim, evvela yeniçeriyi eğitmeyi amaçlamış ise de, söz verdikleri halde buna yaklaşmamışlardır Bunun üzerine Şubat 1793’de Levend Çiftliğindeki Bostancı Ocağına bağlı olarak, Avrupa usulüne göre eğitimli asker yetiştirecek Nizâmı Cedid kurulmuştur Yeniçerilerin bütçesine dokunmamak üzere, İrâdı Cedid Hazinesi de bu maksatla tesis edilmiştir Yeni vergilerle zenginleştirilen bu hazinede 1212 senesi itibariyle 60 000 kese toplanmış ve bu da hem Nizâmı Cedid Askerinin çoğalmasına ve hem de yeniçerilerin gözlerine batmasına sebep olmuştur Günden güne başarılarının artması, yeniçeriler gibi halkı rahatsız eden hallerinin görülmemesi ve asâkiri şâhâne adıyla anılmaya başlanmaları, aradaki rekabeti iyice arttırmıştır
"Eski köyde yeni âdet, ne kadar yerinde olursa olsun, avâmı nâsın ondan nefreti bu âlemin bir eski âdetidir" kuralınca, bir takım hayır ve şerri birbirinden ayıramayan, devlet ve millet gayreti gözetmeyen bazı cahiller, bu yeni sisteme şer’i cedid ve kâfirleri taklid nazarıyla bakarak, hem nizâmı cedidin ve hem de yeni vergilerin aleyhinde konuşmaya başlamışlardır Halbuki ilim ve hakikat ehli olanlar, itiraz edilen Avrupa usulü giyim ve hatta tranpet çalmanın dahi dinen caiz olduğunu açıklayarak bunları susturmuşlar; gayri müslimlere teşebbüh ile onlardaki ilim ve fennin alınmasını birbirinden ayırmışlardır Bu arada nizâmı cedid sebebiyle ikbal ve itibar sahibi olan insanları kıskananlar da boş durmamışlardır Nizâmı Cedid askerleri belli bir meblağa ulaşınca, devletin hazinesini boşaltmaktan başka bir işe yaramayan yeniçeri güruhu, aleyhteki telkinlerin tesiriyle, "Moskof olurum, nizâmı cedid olmam" diyerek işi istismar etme fırsatı bulmuşlardır
İstanbul’daki devlet adamları da ikiye ayrılmışlardır; Nizâmı Cedid taraftarları ve yeniçeri taraftarları Peki işin bu raddeye gelmesinin asıl sebepleri nelerdir?
Bunun bazı tarihçiler tarafından görülmek istenmeyen dört önemli sebebi vardır:
Birincisi; Nizâmı Cedid’in temelinde bir sakatlık bulunmaktadır Bu sebeple halka mal olamamıştır Başlangıçta çok güzel bir şekilde ulemâ ve devlet ricalinden bu konuda lâyihalar istenmiştir Bu lâyihalardaki ma’kul ve gayrı makul bütün teklifler, meşveretle değerlendirilip neticeye gidilecek yerde, Padişahın mahrem olan yakınları ve müşavirlerinin ve hatta saray personelinin eline ve diline düşmüştür Bunlara Osmanlı tarihçileri saltanatın atabekleri demektedirler Bunun üzerine Nizâmı Cedidin âşıkı olan ulema ve devlet ricali kenara çekilirken, bu işi kendileri için menfaat kapısı görenler, Nizâmı Cedidci olarak görünmeye başlamışlardır Bunların içinde her ne kadar Sır Kâtibi Ahmed Efendi gibi, dirayetli insanlar da bulunsa da, Nizâmı Cedid’i yürütüyor görünenler, bu hareketi servet yığma vesilesi olarak görmüşler; neticede Nizâmı Cedid adına toplanan paralarla, İstanbul’da görülmedik tarzda villalar ve yalılar yaptırmışlar; rüşvet kapıları sonuna kadar açılmış; Nizâmı Cedidciler ise gündüz yârân sohbetine çevirdikleri Bâbı Âli’ye ve geceleri de kayıklarla mehtaba çıkar olmuşlar; Sultân Selim de yakınlarına fazla itimad ederek devletin ruhu mesabesinde olan devlet sırlarını bu yakınlarına sohbetlerde fâş etmeye başlamıştır Bunu fırsat bilen saray hizmetlileri, tam bir başıbozukluk içinde halkın içine karışmışlar; Lale Devrindeki musiki sohbetleri, Kâğıthane gezileri ve helva sohbetleri gittikçe artar hale gelmiştir Halk, III Selim’i, II Selim’e benzetir hale gelmiştir Bu eğlenceden sadece gençler değil, devletin en yüksek tepesindeki insanlar da nasibini almıştır
Memleket içte ve dışta isyanlar ve harplerle kavrulurken, saltanatın atabekleri denilen III Selim’in yakınları, servet yığmaya ve bu malları hesapsızca harcamaya devam edince, devir dönmeye başlamıştır Nizâmı Cedidi teşvik eden devlet adamları servet yığmaya devam ettikleri gibi, yakınları da bu fırsatı değerlendirince, artık nizâmı cedid, halktan haksız yere bol bol paralar toplayarak sefih bir hayat için harcama manasına alınır şekilde anlaşılmaya başlanmıştır Halbuki yeni nizâmları uygulamak, fedâkârlık ve şahsî menfaatlerini ve rahatını terk ile mümkündür
İşte başlangıçta Nizâmı Cedid’in lehinde olanlar, işi yürüten saltanat atabeklerinin aleyhine geçmişlerdir İhtişam ve sefâhet çoğalınca, yeni vergilerle bunalan halk geçim derdine düşünce; Nizâmı Cedidci yeni zenginler "İstanbul zengin beldesidir; fakirler ve müflisler buradan ayrılsın" demeye başlayınca, âlimler, akıllı devlet adamları ve halk Nizâmı Cedid’in aleyhine geçmişlerdir Buna Padişah’ın yakınındaki saltanat atabeklerine güvenerek, halka ve devlete ait her bilgiyi bunların vasıtası olmadan alamamak gibi büyük hatası de eklenince, hedefe Padişah da girmiştir Şah vâkıf gerekdir ahvâle * Vükelâya kal ursa vay hâle
Zikredilen sebeplerden dolayı, III Selim, başta kendi sadrazamı olmak üzere, devlet ricalinin ve halkın itimadını kaybetmiştir
Bütün bunların etkisiyle, yeniçeri güruhu eğitimli askerlerin günden güne artmasından ve itibar kazanmasından dolayı, her türlü iftirayı yapar bir hale geldiler III Selim ve çevresi ise, medeniyetin gereği olan şeyleri aşarak, alafranga adıyla çok lüzumsuz şeylere sarılır oldular Lüzumlu lüzumsuz her konuda Avrupa mukallidi olmaya başladılar Bu aşırılıklarından dolayı, avam onları tekfir eder, ötekiler de Avrupa’dan gelen her şeyi reddettiklerinden dolayı karşı tarafı taassupla suçlar oldular Her ikisi de yanlış bir yola girdiler
İkincisi; III Selim kimseyi incitmek istemeyen ve yeri gelince azl ve ceza kurumlarını işletemeyen bir yaratılışta idi Mücâzât ve mükâfat gibi devlet terazisinin birini ihmal, diğerini de tehlikeye atacağının farkında değildi Yakınları ne derse yapan ve fikrinde sebat etmeyen bir şahsiyete sahipti
Üçüncüsü; III Selim’in güvendiği yakınları ve müşavirleri, devleti istila edercesine, ikbalden dolayı ne yapacaklarını şaşırdılar Sefâhet ve ihtişamda haddi aştılar Böylece kamuoyunu III Selim’in aleyhine çevirdiler
Dördüncüsü; Yeniçeriler, Nizâmı Cedidcileri tahkir ve tekfir ettikleri halde, cezalandırılmayınca tam manasıyla şımardılar ve azıttılar
Beşincisi; Şehzade Mustafa, saltanata fazlaca haris olduğundan, iyilik gördüğü III Selim’e karşı tavır aldı ve yukarıdaki sebepleri çok iyi kullanmaya başladı
Bütün bu sebeplerle muhalif grup iyice cesaretlenerek ve başta Sadrazam İsmail Paşa olmak üzere küskün devlet adamlarını, a’yânları ve İstanbul’daki yeniçerileri yanlarına alarak İkinci Edirne Vak’asının meydana gelmesine sebep oldular Kadı Abdurrahman Paşa komutasındaki Nizâmı Cedid ordusunun geri dönmesi ve bu isyancıların istediklerini elde etmeleri, onları daha da azdırdı (1807) Bu sırada nizâmı cedidin azılı düşmanı olan Topal Atâullah Efendi Şeyhülislâmlık makamına geldi Osmanlı Devleti’nin kuvvetli olmasını istemeyen Fransız Elçisi Sabastiyani, yeniçerileri Nizâmı Cedid aleyhine kışkırtmaya başladı Artık hem Rumeli’ye doğru sefere çıkan ordu içinde ve hem de İstanbul’daki kahve köşelerinde, saltanatın aleyhine her türlü dedikodu yapılıyordu Bu sırada III Selim, Topal ve riyakâr olan Atâullah Efendi’yi meşihata getirmekle kalmamış ve müfsid birisi olan Köse Musa Paşa’yı da sadâret kaymakamlığına getirmiş Bu ikisinin fitne ateşini alevlendirmesiyle ayaklanan yeniçeri yamakları, Kastamonulu Kabakçı Mustafa adındaki bir neferi başlarına geçirerek, isyana başlamışlardı Boğaz Nâzın Mahmûd Râif (İngiliz Mahmûd diye meşhurdur) Paşa’yı parçalayan isyancılar, Köse Musa’nın Nizâmı Cedid birliklerini hileyle durdurmasından da yararlanarak,isyanı her tarafa yaymışlardı Bu isyanı durdurmak isteyen III Selim’in Nizâmı Cedid’i, Atâullah Efendi ve Köse Musa’nın tahrikleriyle ilga etmesi de, fayda sağlamamıştı Bir gün sonra III Selim de tahttan indirilmişti Sonra da IV Mustafa’nın tahrikleriyle, Temmuz 1808’de III Selim şehid edildi
Netice olarak, Nizâmı Cedid, güzel bir başlangıçtır; güzel projeleri kendilerine vesile ederek servetlerini arttıran ve bunu gayri meşru yollarla yemeyi âdet haline getiren bir grup, Avrupalılaşma adı altında, hem meşrugayri meşru demeden tam bir Frenk hayatı yaşamaya başlamışlar ve hem de hakir gördükleri halkı yeni yeni vergilerle perişan etmişlerdir Bunu fırsat bilen bazı geri kafalılar da, hiçbir zaman tasvip edilemeyecek olan bu çirkin olayları meydana getirmişlerdir Maalesef olanlar, bazı menfaat gruplarının lehine ve ama devlet ile milletin aleyhine olmuştur III Selim’in bizzat Nizâmı Cedid askerinin başına geçip de âsileri te’dip ile devleti esasından ıslah ve tanzim etmesi mümkün iken, maalesef nezâket ve yumuşaklığı tercih etmesiyle ve karşılıklı hatalarla, bunca emekler sarf edilerek meydana getirilen Nizâmı Cedid bir anda mahv edildi O halde Avrupalılaşmak diyerek Nizâmı Cedide körü körüne karşı çıkmak da, taassup diyerek Nizâmı Cedidcilerin yaptıkları gayri meşru işleri tasvip etmek ve bu hareketi sadece bir irtica hareketi olarak takdim etmek de yanlıştır
|