ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Kişisel Gelişim (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=611)
-   -   Ergenlik Çağındaki Çocuğa Yüz Çevirmeyin&Quot; (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=938880)

Prof. Dr. Sinsi 10-15-2012 06:02 PM

Ergenlik Çağındaki Çocuğa Yüz Çevirmeyin&Quot;
 

Uzmanlar ergenlik çağındaki çocukla itiş-kakış ve inatlaşma şeklinde yaşanılabilen bir durum karşısında ailelerin, bu geçişin doğal olduğunu bilerek, çatışmaya girmek yerine onun yanında bir tutum almasında yarar bulunduğunu bildirdi.

Alman Hastanesi Psikiyatri Bölüm Başkanı Uzman Dr. Ayça Gürdal Küey, ergenliğe geçişte bazı gençlerin, ergenlik dönemi değişimlerine uyum sağlamakta birtakım yetersizlikler gösterebileceğine, bunun da bazı hastalık ve psikolojik sorunlara yol açabileceğine dikkat çekti.

Küey, ergenliği daha çok, "bir geçiş dönemi ya da dönemeç olarak tanımladıklarını" belirterek, "Ama dönemin özelliği gerçekten o geçiş veya dönemeç olmasından gelen bir karmaşa taşıması. Ergen, çocuk olarak girdiği bu dönemi erişkin olarak bitiriyor" dedi.

Küey, genel olarak 14-18 yaş arası yaşanan bu dönemde, ergenin bedeninin, cinselliğinin değiştiğini ve kimlik gelişiminin yaşandığını ifade ederek, şunları kaydetti:

"Ergenlik bir karmaşa dönemi ama bu ergenliğin gereği olarak beklenen bir durum olabiliyor ve sonunda bu dönemden ergen sağlıklı bir erişkin olarak çıkabiliyor. Ancak ergenliğe uyumda yetersizlik gösterirse, birtakım hastalıklar ya da psikoloji sorunlar ortaya çıkabiliyor.

Günümüzde de bunlar eskiye göre biraz daha arttı. Ergenliğe giriş yaşının belki öne gelmesi, gencin bu değişime ayak uydurmasını zorlaştırıyor. Yani bedeni o kadar hızlı değişiyor ki, ruhsal olarak henüz o bedeni taşımaya hazır olmadan bambaşka bir bedenle karşılaşıyor ergen."

Ergende kimlik değişimi

Ergenin, bu dönemde karşılaştığı en önemli değişimin "kimliğine ait değişim olduğunu", bütün dünyayı, anne babayı ve arkadaş ilişkilerini sorgulayarak bunlar içinde kendine bir yer bulmaya çalıştığını anlatan Ayça Gürdal Küey, burada da gencin ciddi bir karmaşa ve belli sorunlar yaşadığını söyledi.

Küey, bu tartışmanın derinleşmesi, gencin bunun içinden çıkamaması ve çevre tarafından iyi desteklenmemesi halinde, depresif durumlar da ortaya çıkabildiğine işaret ederek, "Ergen çok çabuk kendini eyleme vuran, çabuk eyleme geçen bir yapı. Her şeyi hızlı yaşadığı ve harekete geçtiği gibi, depresyonunda da belki de erişkin depresyonlarına göre biraz daha çabuk eyleme geçebiliyor" diye konuştu.

Gencin bireyleşme ve bağımsız olmaya çalıştığı bu dönemde ister istemez ailesiyle çatışmaya girdiğini ve bunun da döneme özgü olduğunu dile getiren Küey, itiş-kakış ve inatlaşma şeklinde yaşanılabilen bu durum karşısında ailelerin, bu geçişin doğal olduğunu bilerek, çatışmaya girmek yerine onun yanında bir tutum almasında yarar bulunduğunu bildirdi.

Ergen birimine başvuru nedenleri

Psikiyatri Bölümünde ergen ve yeme bozuklukları birimi bulunduğunu anlatan Küey, kendilerine en çok "aile, okul ve arkadaş ilişkilerinde uyumsuzluk, ilişki sorunları, okul problemleri, yeme bozuklukları" gibi sorunlar nedeniyle başvuru yapıldığını söyledi.

Yeme bozukluklarının belirgin olarak kızlarda, alkol ve madde kötüye kullanımının ise daha çok erkeklerde görüldüğünü anlatan Küey, yine kızlarda anne-kız çatışmasının sık başvuru nedenleri arasında yer aldığını ifade etti.

Ailelere, ergenlik döneminin özelliklerini iyi tanımaları, gencin yanında olmaları ve olası değişiklikler karşısında telaşa kapılmamaları önerisinde bulunan Küey, "Örneğin bize yapılan başvuruların bir kısmının çok doğal ergenlik değişimleriyle ilgili olduğunu görüyoruz.

Aileler bazen de çabuk telaşa kapılıyorlar. O aileyle ergenin gireceği kimi çatışmalar ve tartışmalar, aslında sağlıklı ve geçirilmesi gereken bir çatışma dönemi" dedi.

Küey, ancak sorun yaşanması halinde ailelerin bir merkeze başvurmaktan çekinmemesi ve bunu ertelememesi gerektiğine işaret ederek, sözlerine şöyle devam etti:

"Ergenlik döneminin bazı sorunları, gerçekten çok kronikleşip bize gecikmiş olarak başvurulduğunda tedavi etmemiz daha zor oluyor. Yeme bozuklukları, depresyon, alkol ve madde kötüye kullanımı bunlardan bir kaçı.

Bazen o kadar ertelenmiş oluyorlar ki, bir psikiyatr ya da psikologa başvurmadan, diğer branşları dolaşarak bunları halletmeye çalışıyorlar. Örneğin yeme bozukluklarında genç kızın adeti kesiliyor sıklıkla.

Kadın doğum uzmanlarına başvurarak bu sorunu halletmek istiyorlar. Halbuki gerisinde koskoca bir buz dağı var.

O çağda bulunan bir çocuk varsa ve bu sorunları yaşıyorsa, doktor doktor gezme yerine önce bir psikiyatrik danışmanlık alabilirler. İlk soru işaretleri oluştuğunda psikiyatrik danışmanlık alınsa, sorun daha kolay çözülebilir."

Ergenlik döneminde ebeveynlerin arkadaş yerine, anne-baba olması gerektiğini belirten Küey, "Dinleyen, duyan, kulak veren, gencin söylediğini doğru anlayıp, doğru yorumlayabilen anne-baba olmak gerekiyor.

Güç mücadelesine girilmemesi gerekiyor. Onu şefkatli bir şekilde tutmak gerekiyor. Sınır koymak deyince aileler katı bir sınır koymak gibi algılıyor. O sınır şefkatli bir tutuşla da yaşatılabilir ergene" diye konuştu.

Gencin o dönemde temel referanslarının aileden daha çok arkadaşlara saydığını ve sanki ailesinin söylediklerini hiç dikkate almazmış gibi gözüktüğüne dikkat çeken Küey, "Fakat o arada aslında ergen ailenin bütün söylediklerini duyuyor. Dolayısıyla 'bizim söylediğimizi önemsemez' diye aile olumlu şeyleri söylemekten geri durmamalı.

Olumlu şeyleri de her zaman söylemeye devam etmeli, genci cesaretlendirmeli, beğendiğini söylemeli. Çatışmalı görünseler de, aslında, anne-babanın onayına çok ihtiyaçları var" dedi



Prof. Dr. Sinsi 10-15-2012 06:02 PM

Ergenlik Çağındaki Çocuğa Yüz Çevirmeyin&Quot;
 

Anksiyete Bozuklukları

Anksiyetenin en iyi tanımı, somatik belirtilerin de eşlik ettiği, normal dışı, nedensiz bir tedirginlik ve korku halidir.

Anksiyeteyi, kaygı, sıkıntı, bunaltı, endişe olarak da adlandırabiliriz. Anksiyete yaşayan kişi bu durumu "kötü bir şey olacakmış hissi", "hoş olmayan bir endişe hali" ya da "nedensiz bir korku" şeklinde ifade eder. Korku, dışarıdan gelebilecek kaynağı belli gerçek bir tehlike karşısında ruhsal ve bedensel olarak verilen bir tepki biçimidir. Böyle gerçek bir tehlike ile karşılaşan kişi şiddetli bir korku duygusuyla beraber fiziksel tepkiler de gösterir: kalp çarpıntısı, titreme, terleme, gözbebeklerde büyüme, ürperme, v.b. gibi. Anksiyete de kişi sanki kötü bir şey olacakmış gibi nedeni belirsiz bir endişe hisseder. Anksiyete, nedeni hakkında net bir bilgimizin olmadığı, içsel bir tehlike ya da tehdit karşısında gösterilen psikolojik bir tepki olmasına rağmen, korkuda olduğu gibi bedensel belirtilerin eşlik ettiği bir durumdur. Bu durum çok hafif bir tedirginlik ve gerginlik duygusundan panik derecesine kadar varan değişik yoğunluklarda yaşanabilir.

Anksiyetenin en iyi tanımı, somatik belirtilerin de eşlik ettiği, normal dışı, nedensiz bir tedirginlik ve korku halidir.

Anksiyete sık yaşanan, herkes tarafından zaman zaman hissedilen bir duygudur ve her zaman bir hastalık belirtisi olarak düşünülmemelidir. Okulun ilk gününde, hoşlandığını biri ile ilk randevuda ya da yeni ve değişik bir durumun başlangıcında anksiyete duyulması normaldir.

Normal anksiyetenin organizmayı uyarıcı, koruyucu ve motive edici özellikleri vardır.

Anksiyetenin patalojik olduğuna karar verebilmek için, uyaranın şiddeti ile ortaya çıkan anksiyete uyaran ile uyumlu olmaması, zamanla azalmak yerine değişmemesi ya da şiddetlenmesi, klinik tabloya ağırlıklı olarak anksiyetenin fiziksel belirtileri hakim olması, anksiyeteye katlanılaması ve işlevselliğin bozulması gerekir. Bu durumda anksiyete kişinin mesleki ve ailevi yaşantısını etkilemeye başlar, kişilerarası ilişkilerinde bozulmalara neden olur, gün içinde sık sık ortaya çıkar ve günün büyük bir kısmını kaplar, kişi bu duygulanımı kontrol edemez ve başa çıkamaz. Bu semptomların yanında huzursuzluk, gerginlik, tedirginlik, sıkıntı, daralma, çabuk yorulma, konsantrasyon zorluğu, kolay irkilme ve tetikte olma da gözlemlenir. Anksiyete esnasında görülebilecek psikosomatik reaksiyonlar ise; baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, ağız kuruluğu, çarpıntı, nefes darlığı, muhtelif ağrılar ve gastrointestinal şikayetlerdir.

Anksiyete Bozukluklarını DSM-IV-TR’a göre:

Panik Atağı

Agorfobi

Agorafobi Olmadan Panik Bozukluğu

Agorafobi ile Birlikte Panik Bozukluğu

Panik Bozukluğu Öyküsü Olmadan Agorafobi

Özgül Fobi

Sosyal Fobi (Sosyal Anksiyete Bozukluğu)

Obsesif-Kompulsif Bozukluk

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Akut Stres Bozukluğu

Yaygın Anksiyete Bozukluğu

Bir Genel Tıbbı Duruma bağlı Anksiyete Bozukluğu

Madde Kullanımının Yol Açtığı Anksiyete Bozukluğu

Başka Türlü Adlandırılamayan Anksiyete Bozuklukluğu
olarak sınıflandırabiliriz.

Anksiyete Bozukluğu her 100 kişiden 30’unda yaşamlarının bir döneminde görülebilir. Toplumda görülme oranı %3 olup, hayat boyu rastlanabilme oranı % 5 civarında saptanabilmiştir. Tüm kaygı bozuklukluklarının %12 sini oluşturur. Kadınlarda erkeklere oranla iki kat fazla görülür. Vakaların yarısından çoğu çocukluk ve erişkinliğe geçiş döneminde başlamaktadır. Yaşlılıkta en çok görülen kaygı bozukluğudur ( yaşlılıkta görülen kaygı bozukluklarının % 60’ini oluşturur).

Anksiyete Bozukluğu teşhisi konan kişilerin genelde çekingen ve bağımlı bir yapıları olup, kendilerine güvenleri azdır. Çoğu vakanın toplusal ilişkilerde arka planda durmayı yeğleyip, aşırı kırılgan, utangaç, eleştiriye çok duyarlı, çabuk yıkılan kişiler oldukları görülmüştür.

Anksiyete Bozuklukları’nda annenin gerilim ve kaygısının önemli olduğu düşünülmektedir. Vakaların çocukluklarında yüksek bir oranda anne baba ayrılığı (ya da vefatı) olduğu gözlemlenir. Zorlu bir çocukluk donemi geçirmişlerdir. Hastalığın birinci derece akrabalarda görülme oranı, normallere kıyasla 5 kat daha yüksektir. Yapılan bir çalışmaya göre hastaların % 30’unda, hastalığın stresli bir olayla başladığı belirlenmiştir.

Anksiyete Bozukluğu’nun tedavisinde ilaç tedavisi yanında , kişinin beklentileri, düşünüş biçimini değiştirme, gevşeme eğitimi, belli durumlardan kaçınma gelişmiş ise kaygıya yol açan etkenlerle yüzleştirme gibi yaklaşımların olduğu bilişsel tedavi uygulanmalıdır. Kaygıyı artırabilen kafeinli maddelerin (çay, kahve, kola, çikolata) azaltılması önerilmelidir



Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.