![]() |
Deyimler'in Açıklaması
<< A >>
Acemi çaylak : Toy, tecrübesiz, beceriksiz kimse. Acemilik çekmek : -1. Bir işte bilgisiz ve deneyimsiz olduğu içjn sıkıntı çekmek. -2. Bir yerin yabancısı olduğu için bocalamak. Acem kılıcı gibi İki tarafı (taraflı) kesmek: Yandaşlarına da, karşıtlarına da zarar vermek, her iki yanı da kırmak. Acentadan çıkma : Yeni, gıcır gıcır (araba). Acı çekmek (duymak) : -1. Vücutta herhangi, bir yara, ezik vb. nedeniyle aa duymak. -2. Yaptığı bir işin kötü sonuçlanmasından ötürü üzülmek. Acı gelmek (bir şey, birine) : Bir söz, durum, davranış ona dokunmak, onu üzmek. Acından ölmek : -1. Çok acıkmış olmak. -2. Açlıktan ötmek. Acı kuvvet: Zorlayıcı, ezici güç. Acısı çıkmak : Bir güçlüğün daha sonra olumsuz, kötü sonuçlarını görmek, yaşamak. Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) : Üzüntü yaratan bir olay belleğinde, gönlünde derin iz bırakmak. Acısını almak : -1. Act tadını gidermek. -2. Sızısını, üzüntüsünü gidermek. Acısını çekmek (bir şeyin) : Yapılan yanlış bir işin üzücü sonuçlarını görmek. Acısını çıkarmak (bir şeyin) (bir kimseden) : -1. Uğradığı maddi ve manevi kayıpları gidermek . -2. Zamanında gereği gibi yapılamayan bir-şeyi fırsatı düşünce fazlasıyla yapmak; telafi etmek, gidermek. -3. Yapılan bir kötülüğe kötülükle karşılık verip öç almak; intikam almak. Acı soğuk : Çok üşüten, sert soğuk. Acı söylemek: Yanlış yolda olan bir kimseyi çekinmeden uyarmak, sert dille eleştirmek. Acı tatlı: Hem hoş hem üzüntü verici olan. Aciz bırakmak (birini) : Birini çaresiz, güçsüz duruma getirmek. Aciz kalmak : -1. Hiç bir şey yapamayacak duruma gelmek. -2. Bütün çabalarına karşın o işi yapamamak ; çaresiz kalmak. Acze düşmek : Güçsüz kalmak, beceriksiz olmak. Aç açına : Aç olarak, hiçbir şey yemeden. Aç bülaç : Perişan, yoksul, bakımsız bir durumda. Aç gözlü : Azla yetinmeyen, doymak bilmeyen (kimse) ; haris; gözü aç. Aç gözünü, açarlar gözünü : Çok dikkatli ol, yoksa çok şeyler kaybedersin, act olaylarla karşılaşırsın.” anlamında. Açığa almak (birini) : Onu tam yetki ve sorumlulukla yaptığı, görevden almak. Açığa çıkarmak (birini) (bir şeyi): -1. O kimsenin görevine son vermek ; onu kadrodışı bırakmak. -2. Bir durumu fark ederek aydınlatmak. -3. O şeyi kimyasal bir işlemle başka şeylerden ayırmak. Açığa çıkmak: Bir durum başkalarınca anlaşılmak. Açığa vurmak (bir şeyi) : -1. Gizli kalması gereken bir şeyi açıklamak, belli etmek. -2. Bir davranış her şeyin belirtisi olmalı. Açığı çıkmak : Onun sorumluluğundaki mal ya da para tutarında, tuttuğu hesapta, eksiği olduğu anlaşılmak. Açığını bulmak (birinin): -1. Bir hesaplamada eksiğini ortaya koymak. -2. Birini alt etmek için, bilinmeyen, gizli kalmış bir kusurunu, hatasını öğrenmek. Açığını kapatmak (birinin) (bir şeyin) : -1. Birinin eksik bıraktığı işleri tamamlamak. -2. Birini hesap açığını ödemek. Açığını yakalamak (birinin) : Onun hesap hilesini, yalanını, hatalı bir işini fark etmek, bulmak. Açık açık : Hiçbir gizli yön bırakmadan ; içtenlikle. Açık ağızlı: Aptal görünüşlü, salak, sersem kimse için söylenir. Açık alınla : Şerefle, şerefli bir biçimde, övünçle. Açık bono (çek, kart) vermek (birine) : Bir kimseye bir konuda sınırsız yetki vermek, tanımak Açık elli: Cömert kimse için söylenir, eli açık. Açık etmek (bir şeyi): Beili etmek (Kars. İpucu vermek.) Açık fikirli: Yeniliklere İlgi duyan, ayak uydurabilen ya da hoşgörülü bir tavır takınan (kimse). Açıkgöz: -1. Durumları, fırsatları en iyi değerlendirebilen, becerikli, uyanık (kimse). -2. Kurnaz, işini bilen, kendi çıkarını gözeten (kimse). Açık gözlük etmek : -1. Uyanık davranmak. -2. Fırsatlardan yararlanmasını bilmek. Açık hava : Bir binanın dışındaki yer. Açık hava oteli: Geceyi sokakta geçirenler için sokak. Açık kalpli: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini olduğu gibi söyleyen, samimi (kimse); açık yürekli. Açık kapı bırakmak : Bir konuda kesin yargıya varmamak, o konuyu yeniden ele alabilme olanağını bırakmak Açık kapı bırakmamak : Bir konuda her türlü önlemi almış olmak Açık konuşmak: Gerçeği korkuya, çekinme duygusuna kapılmadan, gizlemeye gerek duymadan söylemek Açıklık getirmek (İzahetme) : Konuyu daha anlatılır kılmak. Açık mektup : Herhangi bir kimseye, kuruma hitaben yazılan ve kamuoyunu etkilemek amacıyla basın organlarında yayımlanan mektup. Açık olmak: Hiçbir şeyi gizlememek saklamamak; içten, samimi, art Açık oynamak: Hiçbir art düşüncesi, gizli niyeti olmamak. Açık saçık : Yasa ve toplum kurallarına göre ayıp ve suç sayılacak ölçüde (giyim, söz; konuşmak) Açık seçik: Çok belirgin (biçimde), açık ve anlaşılır biçimde. Açık söylemek : -1. Kolay anlaşılır bir biçimde söylemek. -2. Çekinmeden söylemek. Açık sözlü : Düşüncelerini açıkça belirten, İçten kimse için söylenir. Açık şehir: Bir savaşta, savunmasız olduğu önceden ilan edilen şehir. Açıkta bırakmak (birini) : -1. Ona herhangi bir iş ya da görev vermemek. -2. Onu evsiz barksız bırakmak. -3. Onu çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun bırakmak. Açıkta kalmak: -1. Herhangi bir işe ya da kuruluşa girememek. -2. Evsiz barksız kalmak. -3. Çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun kalmak yararlanamamak. Açıktan açığa: Herkesin gözü önüride, gizleyip saklamadan. (Kars. Göz göre göre.) Açık teşekkür : Basın organları yoluyla, ilgili kimse ya da kuruluşa İletilen teşekkür türü. Açık vermek: -1. Hesabı tutturamamak, gelir ile gider arasında denge kuramamak. -2. Borçlu duruma düşmek. -3. Kendini ele verecek söz söylemek ya da davranışta bulunmak. -4. Gizlenmesi gereken bir şeyi farkında olmadan belli edivermek. Açık yürekli: İçi dışı bir, dürüst kimse; Açık kalpli Açık yüreklilikle (yürekle): Hiçbir şeyi gizlemeden, samimi olarak. Açılıp saçılmak : -1. (Kadın) Oldukça açık saçık giyinmeye başlamak. -2. (Kadın) Oldukça serbest ve pervasız davranmaya başlamak. Aç karnına : Boş mideyle, henüz bir şeyler yiyip içmeden. Aç kurt (kurtlar) gibi: Aşın bir istekle. Açlıktan gözü (gözleri) kararmak : Çok Acıkmak. Açlıktan İmanı gevremek : Çok acıkmış olmak. Açlıktan nefesi kokmak : Yoksul duruma düşmek. Açlıktan ölmek: Dayanılamayacak ölçüde acıkmış olmak. Açmaza düşmek: İçinden çıkılması zor bir durumla karşılaşmak. Açmaza getirmek (düşürmek, sokmak) (birini) : Onu içinden zor çıkılır bir durumla karşı karşıya bırakmak. Açtı ağzını, yumdu gözünü : “Kızgınlık, Öfke nedeniyle onur kına sözler söyledi.” anlamında kullanılır. (Kars. Ağzına geleni söylemek.) Ad almak : Kendisine ad verilmek. Adama dönmek (benzemek) : Giyimi ve tavırlarıyla herkesçe beğenilir duruma gelmek, derlenip toparlanmak. Adam almamak (bir yer); Orası çok kalabalık olmak. Adam başına : Her bir kimseye. Adam etmek (birini) (bir şeyi) : -1. O kimseyi topluma yararlı bir duruma getirmek, yetiştirmek. -2. O şeyi onarıp yarayışlı duruma getirmek. Adamına düşmek(adamını bulmak): -1. Bir iş gerçek sahibine verilmek; bir işi en iyi, en kolay yapan kimseyi bulmak. -2. (Alay yollu) Karakterine güvenilmeyen kimseyle bir arada olmak, iş yapmak, karşılaşmak. , Adam içine çıkamaz olmak (çıkamamak): Sıkılganlık, utangaçlık, yoksulluk, yüz kızartıcı bir davranış vb. yüzünden İnsanların arasına karışamamak. ^ Adam olmak : -1. Bir kimse, kendisini yetiştirip toplama yararlı bir duruma gelmek. -2. Bir şey onarılıp işe yarar duruma gelmek. Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek İster : “Söz konusu kimsenin yetişip topluma yararlı olması için daha çok uzun zaman çalışması gerekir.” anlamında. Adam sen de : “Aldırma, önem verme!” anlamında. Adam yerine koymak (birini) : Ona hak etmediği değeri vermek. A’dan z”ye kadar: Başından sonuna kadar, bütünüyle, baştan aşağı. Âdet görmek : Kadının ayda bir dölyatağından kan gelmek; aybaşı olmak. Âdet yerini bulsun diye : “Gerekli görüldüğü için değil, herkes öyle yaptığı, alışıldığı İçin.” anlamında. Adı çıkmak (birinin): Kötü bir adla anılır olmak. Adı (bir şeye) çıkmak: Gerçekte öyle olmadığı halde, öyteymiş gibi tanınmak; ismi (bir şeye) çıkmak. Adı duyulmak : Ünlenmeye başlamak; ismi duyulmak. Adı geçmek: -1. Söz konusu edilmek. -2. Adı yazılmak; ismi geçmek. Adı kalmak : öldükten sonra da adı anılmak; ismi kalmak. Adı karışmak (bir işe, olaya) : Söz konusu iş ya da olayda kendisinin de İlgili olduğunu söylenmek; ismi karışmak. Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim : “Senin bulunduğun yere sezdirmeden bir yerleşeyim, bak sana ne oyunlar oynayacağım.” anlamında. Adım atmak : Bir işe başlamak, girişmek. Adım atmamak (bir yere ) : Oraya hiç gitmemek, uğramamak. Adım başı(na) : Birbirine yakın yerlerde. Adımım denk (tek) almak : Bir işte dikkati davranmak Adını ağzına aptestte almak : Onu saygıyla anmak. Adını koymak : Bir malın fiyatını, bir işin paraca karşılığını belirlemek. Adı (bite) okunmamak: Ona hiç değer, önem verilmemek; iemi (bile) okunmamak. Adını (bir şeye) çıkarmak : Kendini o şey gibi tanıtmak. Adını (defterden) silmek : Onunla İlişkisini kesmek. Adı sanı belirsiz: Kim olduğu, kimin nesi olduğu bilinmiyen. Adı üstünde ; Apaçık belli, adından da anlaşılacağı gibi. Adıyla sanıyla : Herkesçe bilinen adı ve ünüyle; ismiyle cismiyle. Ad takmak (birine) : Ona niteliklerine uygun bir ad vermek; isim takmak. Afakanlar basmak : bk. Hafakanlar basmak. Afişte kalmak : Bir oyun pekçok kez sahnelenmek, gösterimi sürmek. Aforoz etmek (birini) : Kızılan, sevilmeyen bir kimse ya da kuruluşla bütün ilişkileri kesmek, onu dışlamak. Afyonu başına vurmak: Öfkesinden ne yaptığını bilmeyecek duruma gelmek. Afyonu patlamak : Kendine gelmek. Afyonunu patlatmak: -1. Bir kimsenin keyfini bozup sinirlenmesine yol açacak davranışlarda bulunmak. -2. Uyku sersemliğini gidermeye çalışmak. Ağaç olmak : Birini ayakta uzun süre beklemek. Ağına düşmek : Birinin tuzağına düşmek. Ağır aksak : Pek yavaş, aralıklı olarak. Ağır basmak : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Bir yön, bir taraf daha üstün gelmek. Ağır başlı : Ciddi, tutarlı (kimse). Ağır canlı: Çok yavaş davranan (kimse). Ağırdan almak : Bir işi yapmak konusunda gönülsüz davranmak Ağır duymak (işitmek) : Kulakları iyi duymamak. Ağır elli : -1. İşlerini çabuk yapamayan (kimse); Ağır gelmek : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Yapılması, tahammül edilmesi güç gelmek. -3. Gücüne gitmek, kırmak, incitmek. Ağır gitmek : Bir iş normal temposundan daha yavaş yürümek. Ağır hastalık: Tehlikeli, Ölümle sonuçlanan hastalık. Ağırına (ağrına) gitmek: Bir davranış İncinmesine, gücenmesine yol açmak, onurunu kırmak (Kars. Gücüne gitmek, zoruna gitmek.) Ağır İşitmek : bk. Ağır duymak. Ağır kanlı: Davranışları yavaş olan tembel, uyuşuk (kimse). Ağırlığım koymak (Bir şeye, bir şeyden yana): Etkisini, gücünü, onu desteklemede kullanmak. Ağırlık basmak (çökmek) (birine) : Üzerine bir gevşeklik gelmek, uyuyacak duruma gelmek. Ağırlık merkezi: Bir İşin en önemli kısmı. Ağırlık vermek (olmak) (birine) (bir şeye) : -1. Bir kimseye sıkıntı vermek. (Kars. Yük olmak) -2. Bir şeye önem vermek, öncelik tanımak. Ağır olmak : Sabırlı, ciddi, soğuk kanlı olmak. Ağır söz: Kalp kıran, onuru zedeleyen söz. Ağır top : Bir toplulukta sözü gecen, yönlendirme gücü olan kimse. Ağır uyku : Derin uyku. (Kars. Deliksiz uyku). Ağız birliği etmek : Bir konuda aynı şeyler söylemeyi ya da yapmayı kararlaştırmak . (Kars. Aynı ağzı kullanmak.) Ağız dalaşı (dalaşması): Sözle yapılan kavga. Ağızdan ağıza : Biri ötekine, ötekisi de başkalarına söyleyerek. Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinden çok farklı şeyler anlatmak. Ağız dolusu (küfür, laf etmek) : Bol ve ağır (küfür, laf etmek). Ağız eğmek (birine) : Bir şeyi ondan yalvarırcasına istemek Ağız kalabalığına getirmek (birini): Konudışı sözlerle karşısındakini şaşırtıp amacına ulaşmak Ağız kokusu : Bir kimsenin dayanılması güç davranışları, sözleri, istekleri. Ağız tadı: Bir toplulukta, dirlik düzenlik. . Ağız yapmak : Bir kimseyi sözle, davranışlarıyla oyalamaya, aldatmaya çalışmak Ağlama duvarına dönmek : Herkesin derdini döküp sızlandığı biri haline gelmek. Ağlamaklı olmak : Ağlayacak gibi olmak. Ağrısı tutmak: -1. Gebe kadının doğum şanoları başlamak. -2. Herhangi bir ağrı varlığını duyurmaya başlamak. Ağza alınmayacak (alınmaz) : Kaba, söylenmesi ayıp sayılan (söz). Ağzı (bir karış) açık kalmak: Bir olay ya da söz karşısında şaşırıp kalmak, donup kalmak. Ağzı bozuk : Küfürlü konuşmayı huy edinen, küfürbaz (kimse). Ağzı burnu yerinde :Olduça güzel, yakışıklı (kimse). Ağzı çelik (teneke kaplı): Çok sıcak yiyecek ve içecekleri rahatlıkla yiyip içebilen kimse. Ağzı dili kurumak : Bir şeyi bıkacak derecede çok tekrarlamak. Ağzı dili varmamak : bk Dili varmamak. Ağzı var dili yok: Pek konuşmayan, hakkını aramasını bilmeyen (kimse). Ağzı gevşek: Sır saklamasını beceremeyen, geveze (kimse). Ağzı havada : Neler olup bittiğinden haberi olmayan, şaşkın, alık. Ağzı kalabalık : Yerli yersiz çok konuşan (kimse). Ağzı kara: -1. Kötü haberler veren (kimse). -2. Fitneci, çamur atan (kimse). Ağzı kulaklarına varmak : Bir olay, durum karşısında çok sevinmek. Ağzı laf yapmak : Etkileyici, inandırıcı biçimde konuşmak. Ağzına bir parmak bal çalmak: Bir kimseyi tatlı vaatlerle, önemsiz şeylerle oyalamak, avutmak. Ağzına bir şey (çöp) koymamak : Hiçbir şey yememiş olmak. Ağzına burnuna bulaştırmak (bir işi): Bir işi becerememek, berbat etmek, bozmak. (Kars. Yüzüne gözüne bulaştırmak.) Ağzına geleni söylemek: Kızgınlık, öfke, vb. etkisiyle kına ve kaba sözler söylemek. (Kars. Açtı ağzını yumdu gözünü.) Ağzına kadar: Boş yer kalmamak üzere. Ağzına (ağzınıza) sağlık: Yerinde, en uygun zamanında söz söyleyenlere iltifat olarak söylenir. Ağzına sakız etmek (bir şeyi) : 0 şeyi devamlı konuşur olmak. Ağzına sakız olmak: Bir kimsenin devamlı konuştuğu bir konu durumuna gelmek, dedikodu konusu olmak. Ağzına sürmemek (koymamak) (bir şeyden): Söz konusu bir yiyecek, içecekse ondan hiç yememek, içmemek. Ağzına tükürmek :Sıkıntı, aa veren bir şeye lanet okumak. Ağzına vur, lokmasını al: Çok yumuşak başlı, sessiz, âciz (kimse). Ağzına yakışmamak : Ayıp sayılan ya da hayrete düşüren sözler söylemek. Ağzında bakla ıslanmamak : Hiçbir sim saMayamamak, sır tutama-mak Ağzında büyümek : Bir yiyeceği sevmediği, karnı doyduğu, iştahsız olduğu için bir türlü yutamamak Ağzında gevelemek (bir şeyi): Onu açıkça söylememek Ağzından baklayı çıkarmak : Sabrı tükenip bildiklerini, düşündüklerini söyleyi vermek Ağzından bal akmak : Tatlı, etkileyici biçimde konuşmak Ağzından burnundan gelmek : bk. Burnundan gelmek. Ağzından burnundan getirmek : bk. Burnundan getirmek. Ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı işitmemek (duymamak) : Kızgınlık, öfke vb. yüzünden çok ağır sözler söylediğinin farkında olmamak Ağzından düşürmemek (bir şeyi, birini, adını) : Her yerde, her zaman onun sözünü etmek Ağzından girip burnundan çıkmak : Çeşitli yollar deneyerek kandırmak, bir şeye razı etmek Ağzından kaçırmak : Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyleyi vermek Ağzından kapmak: Bir kimsenin konuşmasından yarım yamalak bir şeyler öğrenmek Ağzından konuşmak (birinin): Başkası adına ya da başkasını taklit ederek konuşmak Ağzından laf almak (kapmak) : Bir kimseden çeşitli yolları deneyerek gizli tutulan şeylerle İlgili bilgiler edinmek Ağzından laf çalmak (çekmek): Bir kimseden birtakım mantık oyunlarıyla bilgi sızdırmak Ağzından lokmasını almak : Hakkı olan şeyi onun elinden almak Ağzından yel alsın : “Söylediğin kötü olayın gerçekleşmemesini dilerim.” anlamında. Ağzında yaş kalmamak : Bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemiş olmak (Kars. Dilinde tüy bitmek) Ağzını açmak: -1. Konuşmak -2. Kına sözler söylemek, azarlamak, paylamak. Ağzını aramak (yoklamak) (birinin) : Bir kimsenin belli bir konuda neler düşündüğünü öğrenmeye çalışmak Ağzını bıçak açmamak : Üzüntüsünden ya da başka bir nedenle konuşacak durumda olmamak Ağzını bozmak : Küfür ve hakaret dolu sözler söylemek, küfretmek Ağzını burnunu dağıtmak : .Yumrukla feci şekilde dövmek, adamakıllı hırpalamak Ağzını havaya (poyraza, yele) açmak: Eline geçen fırsatı kaçırdıktan sonra, boş yere bir şeyler beklemek, ummak. Ağzını hayra açmak : Hep kötü olasılıklardan söz etmek. Ağzını kapamak (kapatmak) (biri) (birinin) : -1. Susmayı tercih etmek. -2. Küçük bir çıkar karşılığında bir kimsenin konuşmamasını sağlamak. Ağzını mühürlemek: Hiç konuşmamak, hep susmak. : Ağzının içine bakmak : -1, Bir kimsenin sözlerini zevkle, dikkatle dinlemek. -2. Onun sözlerini yerine getirmeye hazır olmak. Ağzının içine girmek : Bir kimseye çok yaklaşmak. Ağzının kokusunu çekmek : Bir kimsenin yerli yersiz İstek ve davranışlarına katlanmak. Ağzının payını almak:Bir söz ya da davranışından ötürü hak ettiği karşılığı görmek; paylanmak, azarlanmak. Ağzının payını vermek (birine): Bir kimseyi bir söz ya da davranışından ötürü paylamak (Kars. Haddini bildirmek). Ağzının suyu akmak : Çok beğendiği, imrendiği bir şeyi elde etmek istemek, imrenmek. Ağzının tadı bozulmak (kaçmak) : Kurulu düzeni, rahatı bozulmak, huzuru kaçmak. Ağzının tadını bilmek : >1. Damak zevki olmak. -2. Her şeyin güzelini seçmede usta olmak, Ağzını öpeyim (seveyim) : “Ne güzel anlattın, ne güzel haber verdin, sağ olasın” anlamında. |
Deyimler'in Açıklaması
Ağzını sıkı (pek) tutmak : Sır vermemek, boşboğazlık etmemek.
Ağzını sulandırmak: İmrendirmek. Ağzını topla : “Konuşmana dikkat et, terbiyeli konuş!” anlamında. Ağzını (çenesini) tutmak : İleri geri konuşmamak, sır saklamak. Ağzını yoklamak : Ağzını aramak. Ağzı pek (sıkı): Sır saklamayı bilen (kimse). Ağzı pis : Sövmeyi, açık saçık konuşmayı huy edinmiş .(kimse). Ağzı sulanmak : Bir şeyi yeme, ya da elde etmek isteği duymak, ona imrenmek. (Kars. Canı çekmek.) Ağzı süt kokmak : Çok genç, toy, tecrübesiz olmak. Ağzı teneke kaplı: bk. Ağzı çelikli. Ağzı var dili yok: Sessiz sedasız, uysal, yumuşak huylu (kimse). Ağzı yanmak (bir şeyden): O şeyden (ötürü) zarar görmek, olumsuz yönde etkilenmek. Ağzıyla kuş tutsa : “Ne yaparsa yapsın, en güç işleri bile yapsa da…” anlamında. Aha gelmek (ah almak, antm almak): Kötülük ettiği bir kimsenin bedduasına uğramak. Ahbap çavuşlar : İyi anlaşan, her zaman butikte görülen arkadaşlar. (Kars. ÇHfte kumrater.) Ah çekmek: Üzüntü, özlem vb. duygulan bffHrfrnek k>n içten gelen bir sesle “ah” demek. Aheste beste : Yavaş, yavaş, nazlı nazlı. Ahfeş’in keçisi gibi baş (başm) sanamak : Söylenen her şeyi anlamadan, dinlemeden doğrulamak; onaylamak. Ahi çıkmak (ahi yvrde kalmamak) : Zulüm gören kimsenin bedduası etkisini göstermek. Ahım şahım : Beğenilecek, olağanüstü bir yönü olmayan. Ahini almak : bk. Aha gelmek. Ahı tutmak (birinin) : Bedduası, kötülük yapan kimseye etki etmek. Ahi yerde katmamak : bk. Ahi çıkmak. Ahkâm çıkarmak : Kendi kuruntularına dayanarak birtakım yersiz yargılara varmak, sonuçlar çıkarmak. Ahkâm kesmek : feir konuda yetkili olmadığı halde kesin yargılar ileri sürmek. Ahkâm savurmak (yürütmek): Kendine göre sonuçlar çıkarmak, yetkisi dışında hükümler vermek. Ahmak ıslatan : İnce ince yağan yağmur. Ahireti boylamak: Ölmek. Ahiret, suali: Yanıtlaması güç, gereksiz ve bıktırıcı soru; kabir suali. Ahirette on parmağı (iki eli) yakasında olmak : Haksızlık yapan kimseden öbür dünyada davacı olmak. Akıbetine uğramak (birinin): Aynı kötü duruma düşmek. Akıl almak (danışmak, sormak) (birinden) : Ondan herhangi bir konuda bilgi, görüş, öğüt istemek. Akılda katmak: Unutulmamak, hatırlanmak. Akıldan çıkmak: Unutulmak; Akıl danışmak (birine): bk. Akıl almak Akıl ermemek (erdirememek) (bir şeye): Onun ne olduğunu anlayamamak. Akıl etmek (bir şeyi) : -1. Akıllıca bir iş yapmak -2. Önlem almak. -3. Hatırlamak. Akıl hocası: Birine yol gösteren kimse. Akıl (âkil) kârı olmamak: Söz konusu iş akıllı bir kimsenin yapacağı türden bîr iş olmamak.* Akıl küpü (kutusu, kumkuması) : Çok akıllı kimse, özellikle çocuk için şaka yollu söylenir. Akıllara durgunluk vermek : Bir şey İnanılması guç, şaşırtıcı bir nitelikte olmak. Akıllı uslu ; Ağır başlı, terbiyeli, dengeli (Kimse). Akıl öğretmek (vermek) (bir kimseye) : Oha ne yapacağını, nasıl davranacağını söylemek. Akıl sır ermemek (birşeye): Bir şeyin niteliğini, gizli yönlerini hiç kimse anlayamamak. Akıl sormak (birinden): bk Akıl almak. Akıl tersletti: Dengesiz, hoppa, delişmen (kimse). Akıl var, yalan (izan) var ; ‘Fazla kafa yormana gerek yok, doğrusu işte meydanda.’ anlamında. Akıl vermek (birine): bk. Akıl öğretmek. Akıl yormak: Bir konuda çok düşünmek. Akıl yürütmek : Aklını kultanmaK düşünme yeteneğini harekete geçirmek. Akıntıya bırakmak (bir şeyi) : Olayların gelişmesini engellemeye çalışmadan sonucu kabullenmek. (Kars. İşi oluruna bırakmak.) Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak bir iş için boşuna çaba harcamak. Akla (hayale) gelmemek : Düşünülmemek, tasarlanmamak, hatırlanmamak. Akla karayı seçmek: Bir işt başanncaya kadar çok zahmet çekmek Akla yakın : Herkesçe kabul edilebilir nitelikte olan. Aklı almamak (bir şeyi): -1. Onu anlayamamak, kavrayamamak. -2. Bir şeyin olabileceğine inanmamak, gerçekleşebileceğini düşünememe Aklı başına gelmek : -1. Kendine gelmek, ayılmak. -2. Doğruyu yanlış* tan ayırabilecek duruma gelmek; gerçeğin farkına varmak, doğru yolu bulmak, uslanmak, (Kars. Ayağı suya ermek) Aklı başında : Akıllıca davranışlarda bulunan (kimse). Aklı başından bir karış yukarı (yukarda) : Aklına esenleri düşünmeden yapan (kimse). Aklı başından gitmek: -1. Bayılmak, kendini kaybetmek. -2. Sevinç ya da korkudan ne yapacağını şaşırmak. -3. Sağlıklı düşünebilecek durumda olmamak. Aklı başka yerde olmak: Bir iş yaparken başka şeyi düşünmek. Aklı bîr karış havada : Dikkatsiz, dağınık, dalgın (kimse, genç). Aklı çıkmak: Korkmak, ne yapacağını bilememek. Aklı dağılmak : Sağlıklı düşünememek, dikkatini bîr konu üzerine verememek. Aklı durmak : Şaşırmak, düşünemeyecek duruma gelmek. Aklı ermek (yetmek) (bir şeye): Çevresinde olup bitenleri, doğruyu yanlışı anlamaya başlamak; anlayacak düzeyde, durumda olmak. Aklı fikri: Bütün düşüncesi, düşündüğü. Aklı gitmek : -1. Çok korkmak. -2. Çok beğenmek. Aklı kalmak (bir şeyde, birinde) : Sevdiği, beğendiği bir şeyi düşünmekten kendini alamamak. Aklı karışmak : Ne yapacağını bilememek, sağlıklı düşüneme mek. Aklı kesmek : bk Aklı yatmak. Aklına esmek: Hiç düşünmediği halde birdenbire bir şeyi yapmaya karar vermek. Aklma gelmek: -1. Kafasında bir düşünce doğmak, tasarlamak. -2. Hatırlamak. Aklma getirmek : -1. Anımsatmak, hatırlatmak. -2. Düşünmek, tasarlamak. Aklına koymak (bir şeyi),(bir şeyi birinin): -1. Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek. -2. Başkasına akıl öğretmek. Aklına sığmamak : Olabileceğine (olabildiğine) inanmamak. Aklına şaşayım (şaşarım) : “Böyle akılsızca davranması, işler yapması beni şaşırttı.” anlamında. Aklına takılmak: Bir şey sürekli olarak kafasını meşgul etmek. Aklına turp sıkayım : “Böyle düşünmen ya da yapman budalaca bir iş olur.” anlamında. Aklına uymak : Bir kimsenin düşüncesi doğrultusunda iş yapmak. Aklında kalmak : Unutmamak, hatırlamak. Aklından çıkmak : Unutmak, hatırlamamak Aklından çıkarmak (bir şeyi, birini) : Unutmamak Aklından geçirmek (bir şeyi, birini) : Onu hatırlamak, bir şeyi düşünmüş olmak. Aklından geçmek : Bir kimseyi ya da şeyi düşünmek. Aklından zoru olmak: Ancak bir delinin yapacağı türden işler yapmak, davranışlarda bulunmak. Aklında tutmak (bir şeyi): -1. Onu unutmamak. -2. İyice Öğrenmek, bellemek. Aklını (başından) almak (bir şey, bir kimse) : -.1. Birinin güzelliği karşısında büyülenmek. -2. Birinin, ani bir davranışta bulunarak korkutmak. Aklını başına almak (devşirmek, toplamak) : Delice, çılgınca davranışları bir yana bırakıp akıllı uslu olmaya çatışmak. Aklını başından almak : bk.Aklını (başından) almak. Aklını bir şeyle bozmak : Bir şey üzerine düşünerek, hep onunla uğraşıp durmak. Aklını çelmek: -1. Niyetinden, karanndan caydırmak. -2. Ayartmak, kandırmak. (Kars. Baştan çıkarmak.) Aklını kaybetmek (kaçırmak, oynatmak) : -1. Deli gibi olmak. -2. Delirmek, çıldırmak. Aklının çivisi (tahtası) eksik : Dengesiz, aptal (kimse). Aklının ucundan (köşesinden) bile geçmemek : Onu daha önce hiç düşünmemiş olmak. Aklını peynir ekmekle yemek : Delice, aptalca işler yapmak. Aklını şaşırmak : Akılsızca işler yapmaya başlamak. Aklı sıra : Aklınca, düşündüğüne göre, sözde. Aklı sonradan gelmek : Hatasını anlayıp düzeltmeye çalışmak. Aklı takılmak (bir şeye, birine) : Hep o şey, kimse üzerinde durup düşünmek. Aklı yatmak (kesmek) (bir şeye) : O şeyin olabileceğine, onu yapılabileceğine İnanmak. Ak pak : -1. Tertemiz. -2. Saçı sakalı ağarmış. -3. Beyaz tenli. Aksi gibi: Yazık ki, maalesef. Aksi gitmek (bir iş ) (bir kimseye) : -1. Bir iş olumlu, istenilen biçimde yürümemek. -2. Birisine ters davranmak, onunla uzlaşmaya yanaşmamak. Aksi şeytan (hay): İşler yolunda gitmediği, bir engel çıktığı zaman bunu vurgulamak için kullanılır. Aksi tesadüf: Şanssızlık, aksilik. Akşama sabaha : Kısa bir zaman sonra , pek yakında, yakın zamanda. Akşamdan kalmak : Henüz geceki sarhoşluğun etkisinden kurtu I marn amış olmak. Akşamdan sonra merhaba (sabahlar hayrolsun) : İş işten geçtikten sonra gösterilen ilgi, çaba hiçbir işe yaramaz.’ anlamında. Akşam üstü (üzeri): Güneşin batacağı sırada. Alaca bulaca : Çok karışık renkli. Alaca karanlık : Yan karanlık. Alaka beslemek (duymak) (bir kimseye) : Ona ilgi duymak; ilgi beslemek. Alaka çekmek (uyandırmak) (bir şey, kimse) : İlgi çekmek, ilgi uyandırmak. Alaka görmek : bk. İlgi görmek. Alaka göstermek (bir şeye, kimseye) : bk. İlgi göstermek. Alakayı kesmek (bir şeyle, kimseyle): Onunla her türlü ilişkiye son vermek. Alan razı, satan razı; “Bu ikisi anlaşmış, hiç kimsenin karışmaması gerekir.” anlamında. Al aptestin! ver pabucumu : ‘Senden gördüğüm yardım, uğradığım zarara değmedi, yardımdan vazgeçtim, yeterki zarar görmeyeyim.” anlamında. Alaşağı etmek (birini): -1. Onu hızla yere vurmak. -2. Onu bulunduğu yerden (ya da görevden) indirmek, almak; devirmek. Alavere dalavere : Hile, düzen, yalan dolan. Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete: Birtakım hilelerle bir işin bütün ağırlığını az bilgili, saf ve arkası olmayanlara yükleme. Alaya almak (birini) : Onunla alay etmek, eğlenmek; onu küçümsemek, aşağılamak; makaraya a|mak, sarakaya almak. Alay etmek (geçmek) (biriyle) : -1. Bir kimseyle gülünç yönlerini söz konusu edip eğlenmek. -2. Şaka etmek. -3. Küçümsemek, aşağfla-m ak. Al birini vur Öbürüne : ‘Hepsi birbirinden beter.” anlamında. Aldığı aptest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işten elde edi*** kâr, bu işte uğranılan zararı karşılayamamak. Aldırmazlıktan (aldırmamazlıktan) gelmek : Önem vermemek; kayıtsız kalmak. Aldı yürüdü : “Kısa zamanda büyük gelişme gösterdi.” anlamında. Âlemi var mı? : Beğenilmeyen bir durum karşısında “Uygun mu? Yerinde mi?” anlamında söylenir; ne âlemi var? Alet etmek (birini) : Onu bilerek kötü binişte kullanmak; kötü işlerinin görülmesinde onu da ortak etmek. Alet olmak (bir şeye): Bilerek ya da bilmeyerek kötü bir şeyde aracılık etmek. Alev almak : -1. Tutuşmak, yanmaya başlamak. -2. Coşmak, heyecanlanmak. -3. Öfkelenmek. Alev saçağı sarmak: Olay önlenemeyecek aşamaya gelmek. Aleyhinde bulunmak (söylemek) : Onu çekiştirmek, kötülemek. Aleyhine dönmek: -1. Bir kişiye karşı olumsuz tavır takınmak. -2. Bir durum o kişi İçin tehlikeli olmaya başlamak. / Aleyhine olmak (bir şey, bir kimsenin) : Bir iş bir kimsenin zararına yol açmak. Al gülüm ver gülüm : Yapılan bir İşin hemen karşılığını bekleme. Alı al moru mor: Koşmaktan, heyecandan, telaştan yüzü kıpkırmızı (bir şekilde). Alıcı gözüyle bakmak (bir şeye, birine): Ona çok dikkatli bakmak, onu dikkatlice gözden geçirmek. Alın teri: Emek, çalışma. Alın teri dökmek : Bir iş için büyük emek harcamak. Alıp verememek (biriyle, bir şeyle) : Onunla arasında bir sorun olmak, anlaşamamak, geçinememek. Alicengiz oyunu : Kurnazca, haince düzenlenen oyun. Aİikıran başkesen : Bir çevrenin en zorba, kötü kişisi. Alkış almak : Alkışlanmak, beğenilmek. Alkış tutmak (birine) : -1. El çırparak alkışlamak. -2. Bir kimseyi hem - alkışlamak hem de “yaşa, var ol” gibi sözlerle ululamak; övmek. Alfa ha bir can borcu olmak : Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye borcu olmamak. Allah acısını unutturmasın : ‘Allah’a bu acıyı unutturacak daha büyük bir felaket vermesin.” anlamında. Allah’a ısmarladık: Bir yerden ayrılırken orada kalanlara “Esen kal! Tanrı seni korusun” anlamında söylenen iyi dilek sözü. Allah akıl fikir (akıllar) versin (birine): “Yaptıkları akıl ve mantığa sığmıyor, inşallah bundan sonra akıllanır.” anlamında. Allah Allah : “Ne garip, ne olacak şimdi?” anlamında. Allah aratmasın : “Bir şeyin Allah eksikliğini göstermesin.” anlamında şükür söızü. Allah aşkına : -1. “Doğru mu söylüyorsun?” anlamında. -2. “Allahını seversen” anlamında şaşkınlık, usanç, ısrar, rica, yalvarma, bildirir. Allah bağışlasın : Tanrı sevdiklerini kötülüklerden korusun.’ anlamında. Allah bana, ben de sana : “Borcumu ancak elime para geçtiğinde ödeyebilirim.” anlamında. Allah bilir; -1. “Belli değil.” -2. “Bana öyle geliyor ki.” anlamında. Allah bir yastıkta kocatsın : Yeni evlilere “Evliliğiniz ömür boyu olsun.” anlamında söylenen İyi dilek sözü. Allah dört gözden ayırmasın : “Allah çocuğu anansız babasız bırakmasın.” anlamında. Allah düşmanına vermesin : ‘O kadar büyük felaket ki.” anlamında. Allah ecil sabır versin : “Emeklerin boşa gitmesin.” anlamında. Allah etmesin : “Böyle bir şey olmamasını dilerim.” anlamında. Allah geçinden versin : “ölüm geç gelsin.” anlamında. Allah’ın günü : Her gün; her Allanın günü; Tann’nın günü. Allah’ını seven tutmasın: “öyle öfkele/ıdi ki, kimse önüne geçmeye kalkmasfn.” anlamında. Allah için : Doğrusu, gerçekten. Allah kuru iftiradan saklasın : “Allah iftiraya uğratmasın.” anlamında. Allah manda şifası versin (birine): Çok yiyenlere takılmak, onlan yermek amacıyla söylenir. Allah ne verdiyse : -1. “Evde yiyecek olarak ne(ler) varsa.” -2. “Elimize ne geçerse.” anlamında. Allah selamet versin : -1. Yolculuğa çıkanlara “Yolunuz açık olsun’ anlamında. -2. Güçlük içinde olanları anarken kullanılır. -3. Uzaktaki tanıdıkları ya da pek beğenilip tutulmayan kimseleri anarken kullanılır. Allah taksimi: Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma. (Kars. Kul taksimi.) Allah utandırmasın : “İnşallah bu iş de başarıyla bitirilir.” anlamında. Allah var (Allah’ı var) : ‘Doğrusunu söylemek gerekirse.” anlamında. Allah vere de : “İnşallah, temenni ederiz ki,” anlamında. Allah vergisi: Doğuştan gelen özellik, yetenek. Allah versin: -1. Dilenciyle konuşurken ‘Sana sadaka veremeyeceğim” anlamında -2. “İşinin yolunda olmasına ben de seviniyorum.”anlamında. -3. Kimi vakit durumu iyi olan kimselere şaka ve takılmak için söylenir. |
Deyimler'in Açıklaması
Allah yarattı dememek: Acımasızca dövmek, hırpalamak, cezalandırmak.
Allah “Yürü ya kulum” demiş : “Kısa sürede her giriştiği işten para kazandı.” anlamında. Allak bullak etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karıştırmak, bozmak, darmadağınık etmek. -2. Onu sağlıklı düşünemeyecek duruma getirmek. (Kars. Altüst etmek, karmakarışık etmek.) Allak bullak olmak : -1. Düzeni bozulmak. -2. Sağlıklı düşünemez duruma gelmek. (Kars. Altüst olmak, karmakarışık olmak.) Allayıp pullamak (bir şeyi, kimseyi) : Onu süslemek, İlgi çeksin diye kötü yönlerini çarpıcı şeylerle donatmak. Allem (etmek) kallem etmek : Amacına ulaşmak için her yola başvurmak. Allı pullu : Süslü, gösterişli. Alnı açık, yüzü ak : Dürüst, namuslu (insan). Alnından öpmek (bir kimseyi) : Onu çok beğenmek, kutlamak, takdir etmek. Alnını karışlamak: Zor bir İşi yapacak olanın gücünü küçümsemek. (Kars. Meydan okumak.) Alnının akıyla : Emeğiyle, namusuyla, şerefiyle. Alnının damarı çatlamak : Bir İş başarmak için çok çalışmak, çok yorulmak. Al takke ver külah : -1. Büyük çekişmelerden sonra. -2. Çok samimi, senli benli. AK etmek (birini) : Onu yenmek. Altı kaval üstü şeşhane : Hiçbir parçası birbiriyle uyumlu olmayan. Altında kalmamak (bir şeyin) : Gördüğü iyiliği ya da kötülüğü karşılıksız bırakmamak. Altından çapanoğlu çıkmak : Bir işte birtakım pürüzlerle, beklenmedik durumlarla karşılaşmak. Altından girip üstünden çıkmak : Parayı ya da malı savurganca harcayıp bitirmek, kısa sürede tüketmek. Artından kalkmak : Zor bir işi yapmak, güç bir sorunu çözmek, başarmak. Altını çizmek: Bir sözün, yargının, durumun önemini vurgulamak. Altını üstüne getirmek: -1. Karmakarışık duruma getirmek. -2. Bir şey bulmak için her yanı karıştırmak. Altı okka etmek (birini): -1. Bir kimseyi kollarından ve bacaklarından tutup yukarı kaldırmak, aşağt indirmek. -2. Ona büyük değer vermek. Altlı üstlü : -1. Etek ve ceket gibi iki parça (giysi). -2. Alt ve üst katta olmak üzere. Altta kalanın canı çıksın : “Bu güç koşullarla baş edemeyen yok olup gitsin.” anlamında. Alttan almak : Soğukkanlı ve yumuşak davranmak (Kars. Aşağıdan olmak.) Alttan atta : Gizlice, kimseye belli etmeden (Kars. El artından, gizliden gizliye.) Alt tarafı : -1. Geriye kalanı. -2. Olup olacağı. -3. “Değeri nedir ki.” anlamında. Alt üst etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karmakarışık etmek. -2. Aramadık yer bırakmamak. -3. Büyük zarar vermek. -4. Ruhsal bunalım yaratmak. Alt üst olmak : -1. Düzeni bozulmak, karmakarışık olmak. -2. Rahatsızlanmak. -3. Üzülmek, tedirgin olmak. Aman aman bir şey olmamak: Herkesin beğeneceği bir şey olmamak. Aman dilemek: Carimin bağışlanmasını dilemek, Aman vermemek (birine, bir şeye) : -1. Onu rahat bırakmamak, -2. Ona acımamak, merhamet etmemek. Aman zaman demeye (fırsat) kalmadan : Çok çabuk, ne olduğunu anlamadan. Amiyane tabiriyle : Halkın deyişiyle, halk ağzıyla, kaba bir söyleyişle. Ana avrat dümdüz gitmek : Çok ağır küfretmek. Ana baba günü : Çok kalabalık, karışık, telaşlı durum. Anadan doğma : -1. Çınlçtplak. -2. Doğuştan, sonradan değil. Ana kuzusu (anasının körpe kuzusu) : Sıkıntı ve güçlüklere alışmamış nazlı kimse. Anan güzel mi? : Yerine getirilmesi güç istekler karşısında “Nerede o bolluk?” anlamında. Ananın ak sütü gibi helal etmek (bir şeyi) : Onu karşılıksız olarak bağışlamak. Ananız (analar) taş yesin, yarımşardan (yarım yarım) beş yesin : “Sizin için fedakârlıkta bulunuyor görünüyorum, ama sizden daha kârlı çıkacağım.” anlamında. Anan yahşi baban yahşi demek : Bir kimseyi pohpohlayarak istediğini yaptırmak ya da elde etmek. Anası ağlamak : Çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek. Anası (onu) kadîr gecesi doğurmuş : Çok şanslı (kimse); kadir gecesi doğmuş. Anasından doğduğuna pişman : -1. Çok tembel. -2. Çok bezgin, bitkin. Anasından doğduğuna pişman etmek (birini) : Eziyet ederek onu canından bezdirmek. Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek : Bir işi yaparken çok sıkıntı ve güçlük çekmek. Anasını ağlatmak : -1. Ona çok eziyet etmek, onu sıkıntıya sokmak. -2. Bir şeyi hor kullanmak. Anasının gözü : Çıkara, düzenbaz, uyanık (kimse) (Kars.Hin oğlu hin.) Anasının körpe kuzusu : bk. Ana kuzusu. Anasının nikâhını istemek: Satılacak bir şeye değerinin çok üstünde fiyat biçmek, para istemek. Anasını satayım : “Her ne olursa olsun, aldırdığım yok.” anlamında. Anca beraber kanca beraber: Bir işte iki ya da daha çok kimsenin, o iş kötü bile gitse birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır. Anladımsa Arap olayım : ‘Anlatılanlardan hiçbir şey anlamadım.’ anlamında. Anlamazlıktan (anlama mazltktan) gelmek (anlamazlığa vurmak) ; Bir şeyi anladığı halde anlamamış, farkına varmamtş gibi davranmak. Anlam çıkarmak : Ne anlama geldiğini anlamak; mana çıkarmak. Anlam vermek : Yorumlamak, değerlendirmek; mana vermek. Anlamına gelmek : Belirtildiği biçimde anlaşılmak; manasına gelmek. Anlarsın ya : Herkesin bilmemesi gereken bir konuyu ima etmek için kullanılır. Anlayıp dinlemeden : Yeterli bilgi edinmeden, iç yüzünü anlamadan. Anlayış göstermek (birine) : -1. Onun yaptıklarını hoşgörüşle karşılamak. -2. Ona istenen kolaylığı göstermek. Ant içmek (etmek) : Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya kutsal bir şeyi tanık gösterip söz vermek. (Kars. Yemin etmek.) Ant vermek (birine) : “Allah aşkına”, “Çocuklarının başı İçin” gibi sözlerle birisini bir şey yapmaya ya da yapmamaya mecbur etmek; yemin vermek. Apar topar : -1. Aceleyle, çarçabuk. -2. Zorla ; yaka parça. Aptal kutusu: Televizyon. Aptesi gelmek : Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak Aptesi kaçmak : Aptest bozmak gereksinimi ortadan kalkmak. Aptest almak: Din kurallarına göre yıkanmak. Aptest bozmak: Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak. Aptesti kaçmak : Yeniden aptest alması gerekmek. Ara (aralarını) bozmak (açmak) : Kişiler arasındaki dostluğu, iyi ilişkileri bozmak. Ara (aralarını) bulmak : Kişiler arasındaki sorunları, uyuşmazlıkları çö-zümleyip tarafları uzlaştırmak. Arada bir: Seyrek olarak, nadiren. Arada çıkarmak: Öteki işler arasında başka bir işi de yapıp bitiriver-mek. Arada dağlar kadar fark olmak : Birbirinden çok farklı olmak. Arada kalmak : Uyuşmazlıkları çözümlemek üzere girişimde bulunurken güç durumda kalmak, her iki yanı da hoşnut edememek. Arada kaynamak: Karışıklık nedeniyle gereken ilgiyi, önemi görmemek. Aradan çıkarmak : Daha büyük işlere ağırlık verebilmek için bir işi öncelikle bitirmek. Aradan çıkmak : -1. İlgisini kesmek. -2. Başka işler yapılırken o iş de bitirilmek. Araları açılmak (bozulmak) : İlişkileri bozulmak. Aralarından kara kedi geçmek : İki dostun arasına dargınlık, soğukluk girmek, gücenmek, küsmek. Aralarından su sızmamak : İki kişi arasında çok iyi dostluk ilişkileri olmak. Aralarını açmak : bk. Ara bozmak. Aralarını bulmak : bk. Ara bulmak. Arap saçı: Çözülmesi güç, karışık durum, iş. Ara sıra : Seyrek olarak, nadiren, bazen. Ara vermek (bir şeye) : Dinlenmek için o şeyi (işi) bir süre bırakmak; duraklamak, kesmek. Araya girmek : -1. Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak. -2. Bir iş yapılırken başka bir durum ortaya çıkıp o işi geciktirmek. Araya koymak (birin) : Bir işin çözümü için sözü geçen birinin aracılık yapmasını sağlamak. Araya soğukluk girmek : Dostluk ilişkileri zedelenmek. Arayı açmak : -1. Bir şeyle kimseyle arasındaki mesafeyi artırmak. -2. Bir kimseyi ziyarette gecikmek. Arayıp sormak (birini) : -1. Bir kimse ile ilgili bilgi toplamak, haber sormak. -2. Bir kimseyi ziyaret etmek, onunla İlgilendiğini göstermek. Arayı soğutmak: -1. Bir olayın üzerinden zaman geçmesini beklemek. -2. Eski dostluğu sürdürmemek. Arayı uzatmak : Bir kimseyi ziyarette, arayıp sormada gecikmek. Arayı yapmak: -1. Dargın olanları barıştırmak. -2. İki kişi arasında dostluk ilişkisi kurmak. Ar damarı çatlamak : Utanma duygusunu yitirmek, artık utanmaz olmak. Ardı arkası kesilmemek: Birbiri ardınca gelmek, hiç ara vermeden sürüp gitmek. Ardına düşmek (birinin, bir şeyin): -1. Herhangi bir amaçla onun arkasından gitmek, peşini hiç bırakmamak. -2. ,Bir işi sonuçlandırmak için sürekli uğraşmak. Ardından atlı kovalamak : bk. Arkasından atlı kovalamak. Ardı sıra : Arkasından, peşinden. Arı kovanı gibi işlemek (bir yer) : Bir yerin gidip geleni, gireni çıkanı çok olmak. Arına dokunmak : Bir şeyden alınmak, incinmek, utanmak Arı kovanına (yuvasına) çöp dürtmek (çomak sokmak) : Belayı üzerine çekmek, bela aramak; başına bela getirecek söz söylemek, davranışta bulunmak. Arif olan anlasın (anlar) : “Çok açık söylenmiştir, anlayan anlar.” anlamında. Arka arkaya vermek : Dayanışma içinde olmak, işbirliği yapmak; sırt sırta vermek. Arka bulmak (birinden) : Bir iş için onun desteğini sağlamak. Arka çevirmek (birine) : Ona eski yakınlığını göstermemek; sırt çevirmek. Arka çıkmak (birine) : Bir kimsenin koruyuculuğunu üstlenmek, haklarını savunmak. Arkada kalmak : -1. Geriden gelmek, birlikte yürürken geride kalmak. -2. Herhangi bir konuda ilerleyememek, ileri gidememek Arkadan arkaya : Gizlice, belli etmeden; sinsice. (Karşjçten İçe.) Arkadan (arkasından) söylemek (konuşmak) : Birisini o kişi yokken bir başkasına çekiştirmek; onun hakkında dedikodu yapmak; aleyhinde konuşmak. Arkadan vurmak (birini) : Güvenilen bir kimse, beklenmedik bir anda kötülük etmek; ihanet etmek. Arkadaş canlısı: Arkadaşı, arkadaşlığı çok seven. Arka kapıdan çıkmak: Okuldan hiçbir şey öğrenmeden ya da başarısız olduğu için ayrılmak. Arka planda : Geride, önemsiz. Arkası alınmak : Sona erdirilmek, kesin olarak bitirilmek. Arkası gelmek : Sürmek, devam etmek, kesilmemek. Arkası kesilmek: Sona ermek, son bulmak. Arkasına düşmek: -1. Bir kimsenin arkasından gitmek. -2. Bir işi sonuçlandırmak İçin sıkı ve aralıksız bir şekilde çalışmak. Arkasından (ardından) atlı kovalamak : Bir işi gereksiz bir çabuklukla ve telaşla yapmak Arkasından söylemek : bk Arkadan söylemek. Arkasından teneke çalmak: Yuhalamak, kovmak Arkasında yumurta küfesi yok : Verdiği sözden vazgeçen, sık sık düşünce ve tavır değiştiren, bunda da sakınca görmeyen kimse ve onun durumu için söylenir; sırtında yumurta küfesi yok. Arkasını almak (bir işin) : O İşi sona erdirmek, bitirmek Arkasını bırakmak: Vazgeçmek; artık ilgilenmez, uğraşmaz olmak; peşini bırakmak. Arkasını çevirmek (birine, bir şeye) : Onunla ilgilenmez olmak, ona önem vermemek Arkasını dayamak (birine, bir şeye) : Güçlü bir kimsenin koruyuculuğunda olmak; sırtını dayamak. Arkasını getirmek (getirememek) : Bir işi sürdürüp sonuçlandırmak (sonuçlandıramamak). Arkasını sığvamak (sıvamak, sıvazlamak) : Okşamak, övmek, iltifat etmek Arkasını (birine, bir şeye) vermek : Bir kimsenin koruyuculuğundan güç almak ona dayanmak yaslanmak. Arkası pek : Bir kişi ya da şeyin koruyucuğuna güvenen (kimse); sırtı pek. Arkası sıra : Arkasından, peşinden, ardından: peşi sera. Arkası yere gelmemek : Başarısızlığa uğramamak, durumu sarsılmamak; sırtı yere gelmemek. Arkası yufka : -1. ‘Güvendiği kimse pek güçlü değil.” -2. Sevilen bir yemeğin ardından başka bir yemeğin’bulunmadığını belirtmek için söylenir. -3. Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemiş olma durumu; sırtı yufka. Arka üstü : bk. Sırt üstü. Armudun sapı, üzümün çöpü var demek : Her şeyde bir kusur but-mak, hiçbir şeyi beğenmemek. Armut piş ağzıma düş : “Çalışmadan her şey ayağıma gelsin.” diyen kişinin bu durumu için alay ve sitem yollu söylenir. Ar namus tertemiz : Utanma, namus gibi niteliklerini yitirmiş (kimse). Arpa boyu kadar gitmek (bir işte) : Çok az önemsiz denecek ölçüde ilerlemiş olmak. Arpacı (arpağcı) kumrusu gibi düşünmek : Çaresizlikler içinde, umutsuzca derin derin düşünmek. (Karş. Kara kara düşünmek.) Arpalık yapmak (bir yeri) : 0 yeri sürekli çıkar kaynağı yaparak sömürmek. Art düşünce (niyet) : Bir davranış ya da düşüncenin arkasına gizlenen kötü düşünce (niyet). Asabı bozulmak (gerilmek) : Sinirlenmek. Asabına dokunmak (asabını bozmak) (biri, bir şey) : O kimse, şey sinirlenmesine yol açmak. Asık surat: Küskün, üzgün, öfkeli insanın somurtkan yüzü. Asıp kesmek : Keyfi ve zorbaca davranmak. Askıda bırakmak (bir şeyi): Bir sorunu çözüme kavuşturmamak; tereddütte bırakmak, sonuçlandırmamak. Askıda kalmak: -1. Bir iş, birtakım engeller çıkıp bitirilememek. -2. Resmi bir belge belli bir süre belli bir yerde ilan edilmek. Askıya almak (bir şeyi) : -1. Bir yapıyı birtakım dayanaklarla yıkılmaktan kurtarmak. -2. Bir işin, birtakım nedenlerle gerçekleşmesini bir süre ertelemek. (Karş. Buzdolabına koymak) Askıya çıkarmak: Evlenecek kimselerin durumlarını bildiren belgeyi belli bir süre herkesin İncelemesine sunmak. Aslanrpayı: Bir paylaşmada, en büyük pay. Aslan sütü : “Rakı” için şaka yollu söylenir. Aslan yürekli: Cesur, yiğit (kimse). Aslı astarı (faslı) olmamak: Yatan olmak, asılsız olduğu anlaşılmak. Aslı çıkmak : Doğru, gerçek olduğu anlaşılmak. Aslına bakmak : Bir şeyin esasını, gerçeğini araştırmak. Astarı yüzünden pahalı olmak (gelmek): Bir, işin ikinci derecede önemli kısmına harcanan para ash için ödenen parayı aşmak. Astığı astık, kestiği kestik : Zalim, acımasız, zorba (kimse). Aşağıdan almak : Sert çıkış yapmamak,.yumuşak davranmak. (Karş. Alttan almak.) Aşağı görmek (saymak) (birini, bir şeyi) : Onu beğenmemek, küçümsemek. (Karş. Hor görmek.) Aşağı kalır yeri yok : “Nitelikleri bakımından başkalarından ya da benzerlerinden farkı yök.” anlamında. Aşağı kalmamak (birinden): Özellikleri ya da davranışları yönünden benzerlerinden geri kalmamak; aynı nitelikte, durumda olmak. (Karş. Geri. durmamak.) Aşağı kurtarmaz: -1. “Daha ucuza satılamaz, çünkü zarar edilir.” -2. “Değerce daha aşağısını kendisine layık görmez.” anlamlarında. Aşağılık duygusu (kompleksi) : Kendisini herkesten küçük görme duygusu. Aşağı tabaka : Halkın “avam” denilen, nitelikleri beğenilmeyen, kültür-süz-eğitimsiz sayılan kesimi. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık : İki karşıt güç, durum ya da konuda karar verme zorluğu. Aşağı yukarı: Yaklaşık olarak (Kar. Hemen hemen) Aşığı cuk (bek, bey, çift) oturmak: Her işi yoluna girmek, herşey istediği gibi gerçekleşmez. Aşık atmak (biriyle): Bir kimseyle çeşitli konularda yarışa girmek; ondan aşağt kalmamak. Açıklısı olmak (bir çeyln): O şeyin meraklısı, tutkunu, düşkünü olmak. Aşırı gitmek (aşırıya kaçmak) : -1. Sının aşmak, ölçüyü kaçırmak. -2. Usandırmak, bıktırmak. Aşırı uç : Bir görüşün en ateşli, en yıkıcı kanadı. Aşırılığa kaçmak: Bir konuda aşırı davranmak, alışılagelenin dışına çıkmak. Aşka gelmek : O şeyi yapmak için büyük istek duymak; coşmak. Aşk etmek : Hızla (tokat) vurmak. Aşna fişna : Gizli dost, flört, oynaş. Aşna fişna etmek : Gizli dostluk kurmak, oynaşmak, flört etmek. Aş yermek: Gebe kadın kimi yiyeceklere aşın istek duymak, kimi yiyeceklerden tiksinmek; aşermek. At başı (gitmek) : Beraber, bir hizada (gitmek). Ateh getirmek esk) Bunamak. Ateş açmak (birine, bir şeye) : Ona silahla ateş etmek Ateş almak: -1. Tutuşmak, -2. (Silah İçin) Patlamak. -3. Birdenbire öfkelenmek Ateş almaya mı geldin? : “Niye acele ediyorsun; ne acelen var?” anlamında. Ateş bacayı (saçağı) sarmak: Bir iş çok tehlikeli, önüne geçilemeyecek bir duruma gelmek. (Kars. İş işten geçmek.)’ Ateş basmak: Bir sıkıntı nedeniyle bunalmak, vücut ateşi artmak. Ateşe atmak (kendini, birini): Çok tehlikeli bir işe girişmek ya.da birini çok tehlikeli bir işe sokmak. Ateş etmek (birine, bir şeye) : Ona silahla mermi atmak. Ateşe tutmak (bir şeyi) (bir yeri, kimseyi) : -1. Onu biraz ısıtmak. -2. Ona ateşli silahla saldırmak. Ateşe-vermek (bir yeri) : -1. Bir yeri kundaklamak, ateşle yakıp kül etmek. -2. Çok telaşlandırmak. Ateşi başına vurmak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek. Ateşi düşmek: (Hasta için) Vücut ısısı azalmak. Ateş kesmek : Karşılıklı olarak ateş etmeyi bırakmak. Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe girişmek. Ateş olsa cirmi kadar yer yakar : “Onu o kadar önemseme, ondan gelebilecek tehlikeyi göze aldık.” anlamında. Ateş pahası (pahasına) : Çok pahalı, fiyatı çok yüksek. Ateş parçası: -1. Çok canlı, hareketli (kimse). -2. Yaramaz çocuk, ele avuca sığmayan (çocuk). Ateş püskürmek (saçmak) : Öfkelenip ileri geri konuşmak, ağır sözler söylemek. Ateşten gömlek : Sıkıntılı, bunaltıa durum. Ateş yağdırmak :Ateşli silahlarla sürekli atış yapmak. At gözlüğü ile bakmak : Olayları dar açıdan görüp değerlendirmek. Atı alan Üsküdar’ı geçti: “Fırsat elden kaçtı, artık yapılacak bir şey yok.” anlamında. Atıp tutmak: -1. Biri hakkında ileri geri konuşmak. -2. Büyük işler yaptığını söylemek. At oynatmak: -1. Üstünlük sağlamak. -2. Yarışmak. -3. Bildiği ve istediği gibi davramak. At pazarında eşek osurtmuyoruz: “Beni dinle, boş şeyler söylemiyorum.” anlamında. Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu durumdan daha aşağı bir duruma düşmek. Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işin sonucu, kazana o iş için harcanan emeği, parayı karşılamamak. Attığı tırnak bile olamamak: Söz konusu kimseye göre çok değersiz olmak; tırnağı (bile) olamamak. Avara kasnak işlemek : Boş yere çalışmak. Avucunun içi gibi bilmek (bir yeri): Bir yeri çok iyi bilmek. Avucunun içine almak (birini): Onu kendi etkisi, söz geçerliği altona almak, dilediği gibi yönlendirmek. Avucunu yalamak: Umduğunu bulamamak. Avuç açmak: Dilenmek, muhtaç duruma düşmek; el açmak. Avuç dolusu : Pekçok; çok miktarda. Avuç içi kadar (yer): Çok küçük (yer). Ayağa düşmek: Bir işe olur olmaz kimseler de karışır olmak. Ayağa fırlamak: Bulunduğu yerden hızlıca kalkmak. Ayağa kaldırmak (birini, herkesi): -1. Onlart telaşa, heyecana sürüklemek. -2. Onlart kışkırtmak, isyan ettirmek. Ayağa kalkmak: -1. (Hasta için) İyileşmek. -2. Saygı gereği oturma durumundan ayakta durumuna geçmek. Ayağı alışmak (bir yere) : Bir yere gidip gelmeyi, bir yerden alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirmek. Ayağı (ayakları) (birbirine) dolaşmak: Telaş, utanma, heyecan vb. etkisiyle düzgün yürüyememek; ne yapacağını şaşırmak; yanlış bir davranışta bulunmak. Ayağı çarıklı: Kurnaz, akıllı (kimse). Ayağı ile gelmek: Kendi isteğiyle çelmek. Ayağı kaymak : Kötü yola düşmek. Ayağına bağ olmak : İşine engel olmak. Ayağına çabuk: Hızlı yürüyen, çabuk gidip gelen. Ayağına çağırmak : Yanına gelmesini söylemek. Ayağına dolaşmak (dolanmak) : -1. İş yapan birinin çevresinde dolaşıp iş yapmasına engel olmak. -2. Yaptığı kötülüklerin karşılığını görmek Ayağına geçirmek (bir şeyi): Pantolon, pijama vb’yi giymek. Ayağına gelmek: -1. Yanına gelmek. -2. Emeksizce elde etmek. Ayağına gitmek (birinin) : Saygı gösterip, alçak gönüllü davranıp yanına gitmek. Ayağına (ayaklarına) kara su İnmek: Uzun süre ayakta kalıp yorulmak. Ayağına sıcak su mu (şerbet mi) dökelim? : ‘Uzun süredir bize gel-miyordun; nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz.” anlamında sitem yollu söylenir. Ayağını alamamak: -1. Alıştığı yere gitmekten kendini men edememek. -2. Ayağını oynatamayacak duruma gelmek. Ayağını çekmek (bîr yerden): Sık gittiği yere artık gitmez olmak. Ayağını denk almak : Birtakım tehditlere, tehlikeli durumlara karşı dikkatli, uyanık davranmak. Ayağını kaydırmak (ayağının altına karpuz kabuğu koymak) : Bir kimseyi birtakım bahanelerle, uydurma gerekçelerle işinden, görevinden uzaklaştırmak. Ayağını kesmek: -1. Devamlı gittiği yere artık gitmez olmak. -2. Bir kimsenin bir yere devamlı gidip gelmesinin önüne geçmek. Ayağının (ayaklarının) altına almak (birini) : Onu feci şekilde dövmek, hırpalamak. Ayağının altında olmak (bir yer birinin) : Bulunduğu yerden geniş bir alanı görür durumda dmak. Ayağının attına karpuz kabuğu koymak : bk. Ayağını kaydırmak. Ayağının pabucu olamamak (biri başkasının) : Değerce ondan aşağı olmak. Ayağının tozuyla : Yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden. Ayağını sürümek : -1. Ardından başkalarının gelmesine yol açmak. -2. Ölmek üzere olmak. -3. Bir işi ağırdan almak. -4. Bir yerden uzaklaşmayı geciktirmek. Ayağını vurmak : Ayakkabı ayağını sıkmak, yara etmek. Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine göre ayarlamak. Ayağı (ayaklan) suyu ermek (değmek) : Gerçekler umduğu gibi çıkmadığı için düş kırıklığına uğramak (Kars Aklı başına gelmek.) Ayağı uğurlu : Geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kimse). Ayağı (ayakları) yere değmemek : Sevinçten yerinde duramamak. Ayak altında dolaşmak : Bir işe yaramadığı halde herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak. Ayak bağı: İş yapmaya engel olan şey. Ayak basmak (bir yere) : -1. Bir yere inmek, varmak. -2. Bir şeye başlamak, girmek. Ayak diremek : Kendi görüş ve tutumunda ısrar etmek, onu ısrarla savunmak. Ayakkabı vurmak (sıkmak) : Ayakkabı ayağı rahatsız etmek. Ayaklar attına almak (bir şeyi) : Önemli, kutsal, değerli şeyleri çiğnemek, hiçe saymak. Ayakları dolaşmak : bk. Ayağı dolaşmak. Ayakları geri geri gitmek : Bir yere isteksizce gitmek, oraya gitmek istememek. Ayakları yere basmak : Gerçekçi, sağduyulu olmak. Ayaklı canavar : Yaramaz çocuk. Ayaklı kütüphane : Genel kültürü zengin olan kimse. Ayak takımı: Bilgisiz, görgüsüz kimseler için kullanılan aşağılama sözü. Ayakta tutmak (bir şeyi) (birini) : -1. Ortadan kalkmasının, çökmesinin önüne geçmek, sürekliliğini sağlamak. -2. Sağlıklı olmasını, iş yapabilmesini sağlamak. Ayakta uyumak : Olup bitenlerin farkına varamayacak kadar dalgın ve şaşkın durumda bulunmak Ayak uydurmak (birina, bir şeye): -1. Yürüyüşte adımları başkalarının adımlarına uydurmak . -2. Bir başkasının davranışlarına uygun davranmak; bir değişikliğe uyum sağlamak. Ayak üstü : Ayakta durarak, ayakta olarak. Ayak yapmak : Birisini kandırmaya çalışmak. Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te sadaka (zekât) vermek : Geçimini sağlayabilmek için başkalanndan yardım almasına rağmen kendisi elindekini başkalarına vermek. Ayaza çekmek : Hava çok soğuk olmak. Ayaz paşa kol geziyor (kola çıktı): ‘Hava çok soğuk.” anlamında. Aybaşı olmak: Âdet kanaması başlamak; âdet görmek. Ayda yılda bir : Çok seyrek olarak, nadiren; arada bir. Ayda yılda bir namaz, onu da şeytan kömaz : “Çok seyrek olarak iyi bir iş yapmaya kalkar, fakat bir bahane bularak ondan da cayar.” anlamında. Ay dede : Çocuk dilinde ay. Ayıbını yüzüne vurmak : Bir kimsenin hatasının yüzüne* karşı söylemek. Ayıkla pirincin taşını: “İşler öyle karmakarışık oldu ki, gel de işin içinden çık!” anlamında. Ayıptır söylemesi: -1. “Öğünmek gibi olmasın.” -2. “Bunları söylemek ayıptır; ama beni bağışlayın söylemek zorundayım.” anlamında. Aykırı düşmek : Uygun gelmemek, çelişmek (Kars. Ters düşmek.) Ayna tutmak (bir şeye) : Onu yansıtmak, göstermek. Aynı ağzı kullanmak: Aynı şeyleri söylemek, («arş. Ağız birliği etmek.) Aynı kapıya çıkmak : Aynı sonuca varmak, sonuç olarak hiç değişmemek; bir kapıya çıkmak. Aynı telden çalmak : Hemen hemen aynı şeyleri söylemek. Aynı yolun yolcusu : Yazgıları aynı olanlardan her biri. Ay parçası: Çok gürel (kız). Ayran gönüllü : Bir şeyden kısa sürede bıkan (kimse). Ayranı kabarmak : -1. Öfkelenmek. -2. Aşırı cinsel istek uyanmak. Ayrısı gayrisi olmamak: Dost olanlar birbirlerinden hiçbir şeylerini esirgememek, yakın dost olmak. Ayrı tutmak : Farklı davranmak. Ayvayı yemek : Çok kötü, tehlikeli bir duruma düşmek, zarara uğramak. Ayyuka çıkmak : Ses çok yükselmek, fazlalaşmak. Aza çoğa bakmamak: Bir şeyin niceliğine değil, eline geçtiğine önem vermek. Azar işitmek : Söylediği bir söz ya da yaptığı bir davranıştan ötürü laf işitmek, azarlanmak, paylanmak. Az buçuk (az çok} : Biraz, bir parça, şöyle böyle. Az buz (bir şey) olmamak : Bir şey azı m sanacak kadar olmamak. Az çok ; Bir parça; oldukça. Az daha : bk. Az kalsın. Az değil: “Göründüğü gibi değil.” anlamında. Az gelmek : Yetmemek, yeterli olmamak. Azınlıkta kalmak : -1. Bir oylamada bir görüşe olumlu ya da olumsuz oy verenlerin sayısı az çıkmak. -2. Sayıca az oldukları için varlık gösterememek; ekalliyette kalmak. Azizlik etmek : -1. Muziplik etmek, şaka yapmak. -2. Beklenmedik, şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya bırakmak. Az kalsın (kaldı) (az daha) : “Bir iş olmak üzereydi, hemen hemen olacaktı.” anlamında. Azrail’e bir can borcu kalmak (olmak) : -1. Bütün borçlarını ödemek. -2. Eninde sonunda Öleceğini kabul etmek. Azrail’in elinden kurtulmak: Ölümden kurtulmak, ölüm tehlikesini atlatmak. Azrail’le burun buruna gelmek : Ölümle karşı karşıya gelmek Az ye de, (kendine) uşak tut: “Ben senin uşağın mıyım ki ikide bir bana iş buyuruyorsun?” anlamında hafif yollu azarlama sözü. |
Deyimler'in Açıklaması
<< B >>
Baba adam : Yaşlı, hoşgörülü, yardımsever adam. Babaları tutmak (üstünde olmak): Sinir ve öfkeden bağırıp çağırmak, çok öfkelenmek. Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur : “Yeteneğim, gücüm ancak bu kadarını yapmama elveriyor.” anlamında. Babasının hayrına : “Hiçbir çıkar elde etmeden, sadece İyilik olsun diye” anlamında. Bacak kadar: Ufak tefek; kısa boylu (kimse) (Karş.EI kadar.) Badire(yi) atlatmak : Tehlikeli durumu geçiştirmek. Bağ bozmak : Mevsim sonunda bağdaki üzümleri toplamak. Bağdaş kurmak: Sol ayağını sağ bacağın, sağ ayağını da sol bacağın altına alıp oturmak. Bağlandığı yerde otlamak : Yerinde saymak, hiçbir ilerleme göstermemek. Bağrına basmak (birini): Sevgi gösterip onu koruyuculuğuna almak. Bağrı yanık : Çok dertli, acılı (kimse). Bahar başına vurmak (birinin) : -1. Havalar iyice ısınmadan İnce giyinmek. -2. Coşkun, taşkın, aşırı davranışlarda bulunmak. Bahis açmak (bir şeyden, kimseden) : Onun hakkında konuşmaya başlamak, ondan söz etmek. Bahse girmek (biriyle): Onunla herrjangi bir konuda kendi görüşünün doğru olduğuna ilişkin iddiaya girmek. Bahse tutuşmak (biriyle): Karşılıklı bahse girmek; iddialaşmak. Bahtı açık: İşleri yolunda giden; talihi açık, şansı açık, kısmeti açık. Bahtı bağlı olmak: -1. İşleri İstediği gibi yürümemek. -2. Evlenecek çağa gelmiş kıza kısmet çıkmamak; kısmeti bağlı olmak. Bahtı kara : Talihi kötü olan. Bahtına küsmek : İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şansına küsmek, talihine küsmek. Bakış açısı: Bir olayı, durumu belirli bir açıdan, yönden inceleme; görüş açısı. Bakkal çakkal: Bakkal, kasap, manav gibi esnaf için küçümseme yollu kullanılır. Bakkal defteri: Düzensiz, karalanmış, yıpranrmş defter. Baklayı ağzından çıkarmak: Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleyemediği şeyleri sabrı tükenince söylemek. Baldın çıplak: -1. İşsiz güçsüz (kimse). -2. Serseri. Bal gibi: Pekâlâ, adamakıllı, çok iyi, gereği gibi. Balık eti, balık etinde : Şişman değil, ama dolgunca. (Karş.Etine dolgun.) Balık istifi: Çok sıkışık , üst üste, kalabalık olarak. Balık kavağa (kurbağa ağaca) çıkınca : “Olmayacak şeyler olursa” anlamında kullanılır. Balon uçurmak : Asılsızca haber yaymak. Batta olmak (birine): Birisinden ısrarla, bıkkınlık verdirecek ölçüde bir şeyler istemek; ona asılmak. Baltayı taşa vurmak : Farkında olmadan karşısındakini rahatsız edecek, kızdıracak söz söylemek. (Kars. Çam devirmek, gaf yapmak, pot kırmak.) Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi duyarlı olduğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta bulunmak. Bana (sana, ona) göre hava hoş : “Öyle ya da böyle olması benim (senin, onun) için fark etmez.” anlamında. Bana mısın dememek : Zorlu bir işe, etkene vb’ye dayanmak, bunlardan hiç etkilenmemek. Bardağı taşıran son damla : Sonunda insanın sabrını tüketen, olumsuz tepki yaçatan söz, davranış vb. Bardaktan boşanırcasına : (Yağmur için) Çok miktarda, şiddetli. Barut fıçısı gibi: -1. Her an bir çatışmanın çıkabileceği olasılığı bulunan (yer). -2. Çok kızgın, öfkeli, sert (kimse). Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey otaca-ğını sezmek. Basamak yapmak (bir şeyi, birini) : Bir kimseden ya da durumdan, daha yüksek bir yere gelebilmek için yararlanmak. Basıp geçmek: -1. Önündekini geçmek. -2. Ona uğramamak. -3. Ona Önem vermemek. Basıp gitmek : Bir yerden çabucak ayrılmak, uzaklaşmak. Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde dav-ranamamak. Baskına uğramak : -1. Düşmanın anı ve beklenmedik saldırısına uğramak. -2. Suçüstü yakalanmak. -3. Bir doğa afetinden büyük ölçüde etkilenmek. Baskın çıkmak (birinden, bir şeyden): Ondan üstün olmak, onu geride bırakmak. Baskın yapmak : -1. Bir kimseyi suçüstü yakalamak İçin bulunduğu yere ansızın girmek. -2. Düşmana beklemediği bir anda saldırı düzenlemek. -3. Haber vermeden konuk gitmek, ziyarete gitmek. Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız olmak. Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek. Baston yutmuş gibi (yürümek): Sallanmadan, dimdik (yürümek). Başa baş : Eşit, denk, aynt. Başa çıkarmak (bir işi) (birini) : -1. Bir işi sona erdirmek. -2. Onu çok şımartmak. Başa çıkmak (biriyle); Ona gücünü kanıtlamak, istediğini yaptırabilmek. (Kars. Yola getirmek.) Başa geçmek: -1. Yönetici mevkiine geçmek, yönetimde en üst yeri almak. -2. önem bakımından ilk sıraya geçmek. Başa (bir şey) gelmek : Kötü bir durumla karşılaşmak. Başa güreşmek: -1. Yağlı güreşte; güreşçiler, başpehlivanlık sanını kazanmak için yarışmak. -2. En üstün dereceyi almak için mücadele etmek. Baş ağrıtmak : Çok konuşarak dinleyenlere bıkkınlık vermek. Baş alamamak : bk Başını alamamak Baş aşağı: -1. Başı yere yönelik biçimde. -2. Başından aşağıya (yere) doğru. Baş aşağı gelmek : -1. Tepesi üstü düşmek. -2. Bütün işleri alt üst olmak. Baş aşağı gitmek: Durumu gittikçe kötüleşmek, sürekli kötüye gitmek. Baş baş : Küçük çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenen söz. Baş başa : Birlikte, beraberce; kafa kafaya. Baş başa vermek : Görüş alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini birleştirmek; kafa kafaya vermek. Baş belası: Sürekli rahatsız eden ve bir türlü kurtulunamayan (kimse, . şey); başının derdi. (Kars. Tatlı bela) Baş döndürücü : -1. (Hız ve sürat için) Olağanüstü. -2. Baygınlık verici. -3. Korku verici, korkutucu. -4. Sarhoş edici. -5. Çok büyük, büyük hayranlık uyandıran. Baş edememek (bir şeyle, biriyle) : -1. O işi basaramamak; o işin üstesinden gelememek. -2. O kimsenin sö* ve davranışlarını düzelte-memek. Baş eğmek (birine) : Güçlü, sözü geçer bir kimsenin buyruğuna uymayı kabul etmek. (Kars. Boyun eğmek.) Baş etmek (bir şeyle) (bir kimseyle) : Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı kazanmak. Baş göstermek : -1. Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek. -2. (Güneş için) Doğmak. Baş göz etmek (birini) : Onu evlendimek, evermek. Baş göz olmak : Evlenmek, evlendirilmek. Başı ağrımak : Bir işi, kararı vb. nedeniyle sorumlu olmak; bu konulardaki olumsuzluklardan etkilenmek, üzülmek. Başı altından çıkmak (birinin) : Kötü bir durum onun tasarım ve girişimiyle meydana gelmek; kafasının atfından çıkmak. Başı belada olmak : Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı karşıya olmak. Başı belaya girmek : Üzücü, tehlikeli bir durumla karşılaşmak. Başı boş bırakmak (birini) (bir şeyi) : Onu de netle meyi p kendi haline bırakmak. Başı boş kalmak : Denetim altında bulunmamak, karışanı görüşeni olmamak. Başı (baş) çekmek: -1. Bir işte ön ayak olmak, bir işin yapılmasında Öncü olmak. -2. Halayın başında bulunup oyunu yönetmek. Başı dara düşmek (başı daralmak) : -1. Sıkıntılı bir durum içinde’ olmak. -2. Paraca darlığa düşmek. Başı darda (kalmak, olmak) : Sıkıntı içinde (olmak). Başı derde girmek (düşmek) : Üzücü, sıkıntı verici bir durumla karşılaşmak. Başı dik (dimdik, alnı açık) ; Onurlu; onurlu biçimde. Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak). Başı dinç (olmak): Herhangi bir kaygısı/sorunu olmayan (olmamak), huzur içinde yaşayan (yaşamak). Başı dönmek: -1. Dengesini yitirip düşecek gibi olmak. -2. Kötü bjr «şey karşısında karşısında bunalmak, sıkılmak. -3. Görkemli, ilk kez - görülen bir şey karşısında şaşırıp kalmak. -4. Ulaştığı zenginlik ya da mevki nedeniyle şımarıkça davranışlarda bulunmak. Başı dumanlı: -1. (Dağ için) Tepesini, doruğunu sis bürümüş. -2. İçkiden sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen (kimse); kafası dumanlı. -3. Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durumda olmayan (kimse). Başı eğik (olmak, kalmak): Söz söyleyemez, direnemez, mahcup durumda (olmak); kafası eğik. Başı göğe ermek (değmek) : Beklenmedik bir anda büyük bir mutluluğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek. (Kimi zaman alay’ yolu kullanılır.) Başı hoş olmamak (bîr şeyle), (biriyle) : -1. Ondan hoşlanmamak. -2. O kimseyle arası bozuk olmak; kafası hoş olmamak. Başı için (birinin) : Değer verilen kişinin hayatı sözkonusu edilerek kullanılan ant ya da yalvarma sözü. Başı kabak: -1. Saçları dökülmüş. -2. Başında şapka, başörtüsü vb. olmayan. Başı kalabalık olmak: Yanında iş, konuşma vb. nedenlerle birçok kimse bulunmak. Başı kazan gibi olmak : -1. Gürüjtü, vb’den çok rahatsız olmak. -2. Çalışmak vb’den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi olmak. Başımla beraber : Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız olmaksızın. Başına bela etmek (birini, bir şeyi) : Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gelmesine neden olmak. Başına bela kesilmek : Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert olacak duruma gelmek. Başına bela olmak : Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma gelmek. Başına bela sarmak : Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu rahatsız etmesine yol açmak. Başına belayı satın almak : Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş olmak. Başına bir şey (bela, bokluk, hal, İş, kaza vb) gelmek : Kötü bir duruma düşmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmak. Başına bitmek (birinin) : İstemediği halde yanına gelip bir türlü ordan ayrılmamak, ısrarlı isteklerde bulunmak. Başına buyruk : -1. Hiç kimseden izin almak gereğini duymadan, İstediği gibi davranan. -2. özgür, bağımsız (bir biçimde). Başına çalmak (bir şeyi) : -1. Bir şeyle vurmak. -2. Bir şeyi öfkeyle geri vermek ; kafasına çalmak. Başına çıkarmak (birinin) : Onu çok şımartmak; tepesine çıkarmak. Başına çıkmak: Birinin hoşgörüsünü, yakınlığını fırsat bilip şımarıkça davranmak; tepesine çıkmak. Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan hazırlamak; çorap örmek. Başına dikilmek : Başucunda durmak, rahatsız etmek; tepesine dikilmek. Başına iş açmak : Zor, zorunlu bir işe kendi İsteğiyle girişmek. Başına kakmak : Yaptığı iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzüne karşı söyleyerek onu incitmek; kafasına kakmak. Başına kalmak : Bir işin yapılması, bir kimsenin bakımı, ağırlanması onun görevi olmak. Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal, boyun eğen (kimse). (Kars. Yumuşak baştı.) Başından aşağı kaynar sular dökülmek : bk. Başından kaynar su dökülmek. Başından atmak (defetmek) (birini) (bir şeyi) : -1. Rahatsızlık veren, artık sıkıa olan bir kimseyle olan ilişkiye son vermek. -2. Yapılması güç olan ya da çok zaman alacak olan bir işi bırakmak. Başından büyük işlere girişmek (kalkışmak) : Bilgi, beceri ve yetkisini aşan işleri yapmak istemek, bunlara yeltenmek. Başından geçmek: Söz konusu olayı (olayları) yaşamış olmak; söz konusu durumla daha önce karşılaşmış olmak. Başından (aşağı) kaynar su (sular) dökülmek : Üzücü, utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından kaynar su dökülmek. Başından savmak (bir şeyi, bir kimseyi) : Onu herhangi bir bahane ile uzaklaştırmak. Başında olmak (bir durum birinin) : Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta olmak. Başında paralansın (parçalansın) : Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde ya da pek bir işe yaramadığında, o iyiliğin artık istenmediğini belirten iîenç sözü; kafasında paralansın. Başını ağrıtmak : -1. Gereksiz, yersiz sözlerle bunaltmak. -2. Tedirgin etmek, uğraştırmak, can sıkmak; kafasını ağırtmak. Başını (baş) alamamak (bir şeyden): O şeyden kendisini bir türlü kurtaramam ak. Başını alıp gitmek (kaçmak, savuşmak): -1. Hiç kimseye danışmadan, haber de vermeden bulunduğu yerden uzaklaşmak. -2. (Fiyat, ücret, faiz vb) Gittikçe artmak, yükselmek. Başını (başında) beklemek: Bir kimseyi, şeyi korumak, gözetlemek Başını belaya (derde) sokmak (salmak) : Hiç gereği yokken bir kimseyi sorumlu kılan, başını ağrıtan bir duruma itmek.. Başını boş bırakmak: Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline bırakmak; denetim altına tutmamak. Başını dinlemek : Kalabalıktan, gürültüden uzak, sessiz sakin bir yerde dinlenmek; kafasını dinlemek. Başını döndürmek : -1 .(Korku, içki, tütün vb) Baygınlık vermek, bayılacak duruma getirmek. -2. Çok beğenmek, büyük bir ilgi duymak. Başını ezmek: Birisini bir daha kötülük yapamayacak duruma getirmek, yok etmek; kafasını ezmek. Başını gözünü yarmak : Bir işi istenildiği gibi yapmamak; o işi kusurlu, eksik bir biçimde yapmak; kafasını gözünü yarmak. Başını (bir şeyden) kaldırmamak (kaldıramamak) : -1. Bir işi yaparken hiç ara vermemek, o işin gidişini bozacak başka bir iş yapmamak; kafasını kaldırmamak. -2. Hasta bir türlü iyileşip ayağa kalka-mamak; kafasını kaldırmamak. Başını kaşımaya vakti olmamak (başını kaşıyacak durumda olmamak) : İşleri çok ve sıkışık durumda* olmak; kafasını kaşımaya vakti olmamamak. Başının artından çıkmak (bir şey, birinin): Kötü bir şey birinin, kurnazca hazırladığı bir plana göre yapılmak; kafasının altından çıkmak. Başının çaresine bakmak: İçinde bulunduğu güç durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu aramak. Başının derdi: (özellikle çocuklar için sitem yollu söylenir) Çok rahatsızlık veren, eziyet eden; baş belası. Başının etini yemek : Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini yemek. Başını şişirmek : Çok konuşmak ya da gürültü vb ederek başının ağrımasına yol açmak; kafasını şişirmek. Başını taşa (taştan taşa) vurmak : Bir fırsatı kaçırınca ya da başarısızlığa uğrayınca çok üzülmek, kafasının taştan taşa vurmak. Başını yakmak (birinin) : Onu tehlikeli bir duruma sokmak, zarar sokmak Başını yemek (birinin): -1. Bir kimsenin tehlikeli, güç bir duruma düşmesine yol açmak. -2. Öldürmek, ölümüne yol açmak. -3. bk. Başının etini yemek. Başın (başınız) sağ olsun: Bir yakını ölmüş kimseye söylenen teseli sözü. Başı önünde: -1. Terbiyeli, uslu (kimse). -2. Utangaç, mahcup (kimse). Başı sıkışmak (sıkılmak) : Herhangi bir güçlükle karşılaşmak. Başı sonu belli değil: Çok düzensiz, karmakarışık. Başı (başı beyni) şişmek: Gürültü, yorgunluk vb’den çok rahatsız olmak; kafası şişmek. Başı tutmak: Gürültü, fazla konuşma, üzüntü ya da başka bir nedenle başı ağrımaya başlamak; kafası tutmak. Başı yerine gelmek : Kafası dinlenmiş, yorgunluğu gitmiş olmak; kafasın yerine gelmek. Başı yukarda : Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş (kimse). (Kars. Burnu havada) Baş kaldırmak (bir şeye, birine) : Ayaklanmak, İsyan etmek, karşı gelmek. Baş kıç belli değil: “Burada, bu toplulukta tam bir kargaşa, düzensizlik hâkim: Kim yönetici; kimler yönetiliyor belli değil.” anlamında.. Baş koymak (bîr şeye): Bir ülkü, amaç uğruna ölümü bile göze alıp uğraşmak. Baş tacı etmek (bîrin): Ona büyük saygı göstermek, değer vermek. Başta gelmek: En ön sırada olmak, üstün durumda bulunmak; önde gelmek. Başta gitmek : En ileri, en üstün, durumda bulunmak. Baştan aşağı (asağa) (Baştan ayağa); Başından sonuna kadar; bütünüyle; tepeden tırnağa. Baştan başa : Bütünüyle, her yönüyle, iyice,.bir uçtan Öbür uca kadar. (Kars. Tepeden tırnağa) Baştan çıkarmak (birini) : Onu etkileyerek kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak; ayartmak. Baştan çıkmak: Yasadışı, ahlakdışı yollara sapmak;, kotu insan olmak. Baştan savma (iş): Özen göstermeden, gelişigüzel bir biçimde yapı*** (iş). Baştan savmak: bk. Başından savmak. Belasını aramak : Kendisi için tehlikeli bir durum yaratmak. (Kars. Canına susamak, eceline susamak, kanına susamak.) Belasını bulmak : Yaptığı kötülüklerin karşılığını bulmak, cezasını çekmek. Belaya çatmak : Tedirgin edici bir durumla ya da kavgacı biriyle karşılaşmak. Bel bağlamak (birine, bir şeye): Ona güvenmek, inanmak. Bel bel bakmak : Şaşkın şaşkın bakmak. Belge almak : İki yıl aynı sınıfta üst üste kalan öğrenci, okuldan uzaklaştırılmak. Beli bükülmek : Yaşlılık nedeniyle bir iş yapamaz duruma gelmek. Beli gelmek : Cinsel İlişki sırasında boşalmak. Belini bükmek (bir şey, bir kimse birinin): O, söz konusu kimsenin çaresizlik içinde kıvranmasına yol açmak. Belini doğrultmak: İşlerini düzene koymak (Kars. (İşi) yoluna koymak.) Belini kırmak: -1. Fena halde dövmek. -2. Hırpalamak, bir şey yapamaz duruma getirmek. -3. Bir işin en güç kısmını yapıp bitirmek, kolaylaştırmak Belirli belirsiz: Çok az belli olan, zorlukla seçilebilen. Belli başlı: -1. En önemli, başlıca. -2. Belirli. Belli belirsiz: Çok az belli olan, kolayca sezilemeyen. Bel vermek: -1. (Duvar için) Ortası kamburlaşmak. -2. (Tavan için) Aşağı doğru sarkmak. Benden günah gitti (Benden söylemesi) : “Ben görevimi yaptım, gerekeni söyledim; bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem.’ anla-, mında. Benden sonra tufan : Kendinden sonrakileri, sonra olacakları düşünmeyen kimsenin tutumunun yanlışlığını belirtmek için söylenir. Benden uzak olsun da, Mısır’a sultan olsun : “Söz konusu kimse, nerede, hangi mevkide olursa olsun, yeterki benden uzakta bulunsun.” anlamında. Bende (sende, onda) o göz var mı? : “Bunlara inanacak kadar saf mıyım? (saf mısın?) , (saf mı?).” anlamında. Ben derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası: “Benim söylediklerimden bambaşka şeyler anlıyor, anlamlar çıkarıyor.” anlamında. Ben diyorum hadımım, o diyor (soruyor) oğul uşaktan neyin var (çoluk çocuktan ne haber?) : “Ben gücüm olmadığını, bu işi yapamayacağımı söylüyorum; o hâlâ benden yardım istiyor, birtakım işler yapmamı umuyor.” anlamında. Benim diyen : Kendine çok güvenen (insan). Benim oğlum bina olur, döner döner yine okur: Hiçbir sonuca varmadan aynı şeyleri yineleyip duran kimse için alay yollu söylenir. Benzi atmak (uçmak) : Korkudan ya da heyecandan yüzü sararmak; beti benzi atmak. Benzi kül gibi olmak : Korkudan yüzünden kan çekilmek, yüzü sapsarı olmak. Benzine kan gelmek : İyileşmek, canlanmak. Berabere kalmak: Bir oyunda her iki tarafın da aldığı sayılar eşit olmak, yenişememek. Bereket versin (bereket ki, bereket versin ki) : -1. “Tanrıya şükür ki.” anlamında yaşanılan kötü bir durum için söylenir. -2. “Tanrı size bol para versin.” anlamında iyi dilek sözü. Besledik büyüttük danayı, (şimdi) tanımaz oldu anayı: “0 kimseyi biz yetiştirdik, bu hale getirdik, şimdi yüzümüze bile bakmıyor.” anlamında. |
Deyimler'in Açıklaması
Beş aşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak; üç aşağı beş yukarı.
Beş beter: Çok kötü. Beşik kertme nişanlı (beşik kertiği) : Daha beşikte iken ailesi tarafından nişanlanmış. Beşinci kol: Düşmanla iş birliği yaparak ülkeyi içten çökertmeye çalışan örgüt. Beş kardeş (yemek): Tokat (yemek). Beşlik simit gibi kurulmak: Önemli bir kişiymiş gibi kasılarak oturmak. Beş para etmez : “Hiçbir değeri yoktur.” anlamında. Beş paralık etmek (birini) : Ayıplarını söyleyip onu küçük düşürmek. Beş paralık olmak: Ayıpları ortaya döküldüğü için küçük düşmek. Beş parasız : Yoksul, parasız. Bet bet bakmak: Kötü bir şey yapacakmış gibi bakmak. Beterin beteri: En kötü sanılandan daha kötü olan şey İçin söylenir. Beti benzi kalmamak (atmak, uçmak, kireç kesilmek): Korku, üzüntü vb. nedeniyle yüzünden kan çekilmek; benzi atmak. Beti bereketi olmamak (kaçmak) : -1. Yiyecek çabuk tükenir olmak. -2. Paranın satın alma gücü düşmek. Beyaz kömür: Elektrik enerjisi. Beyaz oy : Kabul oyu. Beyaz perde : Sinema, sinema sanatı. Beyaz zehir : Eroin, uyuşturucu madde. Bey devesi (danası) gibi yan gelip geviş getirmek : Hiçbir işe el sürmeden keyfince yiyip içmek, yaşamak. Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde yaşamak. Beyhude yere : Boş yere, gereği yokken, boşu boşuna; yok yere. Beyin göçü: Özellikle azgelişmiş bir ülkenin yetişmiş, nitelikli bilim adamlarının çalışmak üzere gelişmiş ülkelere gitmesi olgusu. Beyin yıkamak : Çeşitli yöntemler uygulayarak birisini belirli bir düşünceyi benimsemeye zorlamak. Beyin yormak : Bir konu üzerinde çok düşünmek; kafa yormak. Beylik söz: Herkesçe kullanılan, basamakalıp söz. Beyni atmak: Çok kızmak; tepesi atmak. Beyni bulanmak (uyuşmak): Sersemlemek, sağlıklı düşünemez duruma gelmek. Beyninden vurulmuşa dönmek : Kötü bir haber alıp, hiçbir şey düşünmeyecek duruma gelmek. Beyni sulanmak : Bunamak, sağlıklı düşünebilme gücünü yitirmek. Bezginlik gelmek (birine bir şeyden) : 0 şeyden yorulmak, bıkmak, usanmak. Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, 2ahmet, artık dayahılamayacak bir duruma gelmek. Bıçak sırtı: -1. Çok az (fark, zaman), -2. Çok yakın (aralık). (Kars. Kıl payı.) Bıkkınlık gelmek (birine) : Ondan bıkmak, usanmak, bunalmak. Bıkkınlık vermek (birşey birine) : Bir şeyi tekrarlaya tekrar I aya karşısındakini usandırmak. Bıyığı (bıyıkları) terlemek : Bıyığı yeni çıkmaya başlamak. Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden gülmek. Bıyık bırakmak : Bıyıklarını kesmeyip uzatmak. Biçilmiş kaftan : Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli olan. Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek. (Kars. Gürültüye pabuç bırakmamak.) Bildiğini okumak (yapmak): Başkalarının sözüne kulak asmadan istediği gibi davranmak. Bile bile : Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, kasten. Bile bile lades : Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu kabul etmiş görünme. Bileğine güvenmek : Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek, Bileğinin hakkıyla : Kendi çalışması ve gücüyle. Bilincine varmak (bir şeyin) : O şeyi iyice anlamak, kavramak; gerçekliğini görmek. Bilir bilmez: Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi ile. Bilmezlikten (bitmemezlikten) gelmek: Bilmiyor görünmek. Bilmiyorsun (bilmediğin) bu boku, git mektebinde oku : “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş.” anlamında. Binde bir: Çok seyrek olarak; nadiren. Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su getirmek. Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, kendisi için zararlı duruma getirmek. Bini aşmak : Çok fazla olmak. Bini bir paraya : Pekçok, bol. Binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : “Tasalanmana gerek yok.” anlamında avutma sözü. Bin kat: Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok. Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak. Bin tarakta bezi olmak : Çok şeyle uğraşmak. Bin yaşa : Çok yaşa anlamında. Bir abam var atarım nerede olsa yatarım : “Yalnız yaşayan bir kimseyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim.” anlamında. Bir ağızdan : Hep birlikte, beraberce. Bir âlem : Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olan. Bir allahın kulu : Herhangi bir kimse. Bir an : Çok kısa bir süre. Bir an önce (evvel) : Olabildiğince çabuk. Bir anlamda : Anlamlarından birine göre. Bir anlık: Pek kısa bir süre içinde olan. Bir ara (aralık) : -1. Bir süreç içindeki kısa bir süre; -2. Eskiden, eski bir zamanda. Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz. Bir araya gelmek : Toplanmak; buluşmak. Bir araya getirmek: -1. Derlemek, toplamak. -2. Birleştirmek. Bir arpa boyu yol gitmek : Önemsiz denecek kadar az ilerleme sağlamak. Bir aşağı bir yukarı (dolaşmak, yürümek) : Amaçsızca, bir yerde oradan oraya (dolaşmak, yürümek vb.) Bir atımlık (atım) borutu olmak (kalmak) : Bir konuda yapabileceği pekaz şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye başlamak. Bir ayağı çukurda (olmak) : Çok yaşlanmış (olmak); ölüme epeyce yakın (olmak). Bir bakıma : Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden bakılırsa. Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi olmak. Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak. Bir başına : Yalnız olarak, yanında hiç kimse bulunmadan. Bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : Bir yerin bir sınırından öbür sınırına kadar. Bir ben bilirim, bir de Allah : “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Tanrı’dan başka kimse bilmez.” anlamında. Bir bildiği olmak : Kendine göre bir düşüncesi olmak. Bir bir: Teker teker, ayrı ayrı. Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak. Birbirine girmek: -1. Kavga etmek. -2. Heyecanla oraya buraya koşuşmak. Birbirinin gözünü oymak : Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga etmek. Birbirini yemek : Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde olmak. Bir bu eksikti: “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çıktı.” anlamında. Bir çırpıda : Çabucak, çok kolay biçimde. Bir çift söz : Birkaç söz. Bir çuval inciri berbat (murdar) etmek : Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak. • Bir daha:-1.Bir kez daha, ikinci kez.-2.Artık,ondan sonra, hiçbir zaman. Bir dediği bir dediğini tutmamak : Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak. Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek (ikiletmemek): Onun her istediğini yerine getirmek. Bir dediği iki olmamak (edilmemek): Her isteği yerine getirilmek Bir defa (kere) : -1. Olup biten bir durumu anlatan cümlelerde, artık o şeyin geçmiş olduğunu, geri dönülemeyeceğini anlatır. -2. Her şeyden önce, ilkönce, hele. -3. Asıl önemlisi, her şeyden önemli olarak. Bir dereceye kadar: Makul bir ölçüye kadrar, belli bir noktaya kadar; nispeten. Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf (düşmek), zayıflamış (olmak). Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek : Faydası az zahmeti çok bir işle uğraşmak. Bir dizi: Birçok, bir yığın. Bir dokun bin ah işit (dinle) (kase-i fağfurdan ): “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler.” anlamında. Bir don bir gömlek (kalmak, bırakmak) : Yarı çıplak, yoksul bir durumda (kalmak, bırakmak). Bir dostluk kaldı: Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme sözü. Bir düziye : Sürekli olarak, aralıksız; bidüziye, biteviye. Bire bir (gelmek): (İlaç için) Kesin ve etkili (olmak). Bir elin beş parmağı gibi: Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında herhangi bir ayırım gözetilmeyen (kimseler). Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk içinde (olmak). Bire (beş, on, yüz…) vermek : (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek. Bir günden bir güne : Hiçbir zaman. Bir güzel: Çok iyi, iyice, güzel bir biçimde. Bir hal olmak : -1. Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek. -2. Davranışlar, huyu değişmek. -3. Bir.kazaya uğramak, ölmek. Bir hayli: Oldukça çok, epeyce. Bir hiç uğruna : Amaçsızca, boşu boşuna. Bir hoş : -1. Tatlı bir hoşluk içinde olan. -2. Garip, yadırgatıcı, tuhaf. Bir İçim su : Çok güzel (kadın, kız). Bir iğne bir iplik kalmak : Bir üzüntü, hastalık vb. nedeniyle çok zayıflamak. Bir iki demeden (derken) : Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde duraksamadan.’ Bir kalemde : Toptan, bir işlemde. Bir kapıya çıkmak : Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya çıkmak. Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak; kin duymak. Bir kenara bırakmak (bir şeyi): Orta Önem vermemek, onu dikkate almamak. Bir kenara çekilmek : İlgisini kesmek; sorumluluk almamak. Bir kere : Aslında, gerçekte. Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telaş olmak. Bir kol çengi: Espirili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için söylenir. Bir kofluğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki işi birden yapar durumda olmak. Bir köroğlu bir ayvaz: Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız yaşadıklarını belirtmek için söylenir. Bir köşeye ayırmak (atmak, koymak) (bir şeyi): Bir şeyi gerektiğinde kullanmak üzere bîr yere koymak, biriktirmek, saklamak. Bir köşeye çekilmek: Etkin görevi bırakmak. (Kars. İnzivaya çekilmek.) Bir kulağından girip öteki (öbür) (bir) kulağından çıkmak : Söylenilenlere önöm vermemek, hiç uymamak, onları dikkate almamak. (Kars. Kulak asmamak.) Bir lokma bir hırka : Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya) görüşü. Bir nalına bir mıhına : bk. Hem nalına, hem mıhma. Bir paralık etmek (birini): Onu utanılacak bir duruma düşürmek, rezil etmek; beş (on) paralık etmek. Bir paralık olmak : Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş (on) paralık olmak. Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak. Bir punduna getirmek : Bir iş için en uygun durum ve zamanı yoklamak; punduna getirmek. Bir saati bir saatine uymamak: Tutum ve davranışları sürekli değişmek, tutarsız olmak; saati saatine uymamak. Bir sıkımlık canı olmak : Kısa boylu, cılız ve güçsüz olmak. Bir sürü : Çok sayıda, pekçok, birçok. Bir şeyciği kalmamak: İyileşmek, iyi olmak. Bir şeye benzememek : İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda olmamak. Bir şeyler (şey) olmak : -1. Huy ve davranışları değişmek. -2. Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak. -3. Herhangi bir kötü durum başından geçmek. Bir tahtası eksik : Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan (kimse); tahtası eksik. Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde etmek. Bîr tek atmak : Bir kadeh içki içmek. Bir temiz : Adamakıllı, iyice, güzelce. Bir toh : Çok, çok miktarda. Bir tuhaf,: Garip, alışılmadık, yadırgatıcı (biçimde). Bir tuhaf olmak : Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını bilememek. Bir tuhaflığı olmak: Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu anlamak. Bir tutmak (görmek) : Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit saymak. Bir türlü : -1. Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde. -2. (Yinelemeli biçimde) Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir. -3. Bir başka çeşitten. Bir vakitler (bir vakit) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir zamanlar. (Biri, bir şey) bir yana, dünya bir yana : Bir kimseye ya da şeye aşırı ölçüde değer verildiği zaman kullanılır. Bir yastığa baş koymak : (Bir erkek bir kadın) Evlj olmak, hayatını evli olarak sürdürmek. Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak. Bir yerde : Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir bakıma. Bir yığın : Birçok, pekçok, çok miktarda. Bir yolunu bulmak : Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, İmkânı bulmak. Bir zamanlar (zaman) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda. Bitkin düşmek : Çok yorulmak ; halsiz düşmek. Boca etmek (bir şeyi) : Onu birdenbire ters çevirip içindekileri boşaltmak. Boğaz boğaza gelmek : Kavga etmek; gırtlak gırtlağa gelmek. Boğazı kurumak :Çok konuştuğu için su içmek gereksinmesini duymak; damağı kurumak. Boğazına basmak : Birini bir işi yapması için zorlamak; gırtlağına basmak. Boğazına dizilmek (boğazından geçmemek) : İştahsızlık vb. nedenlerle yemeğin tadına varamamak. Boğazına düğümlenmek ; Heyecan, korku, vb. yüzünden söyleyeceklerini söylememek. Boğazına düşkün : Yemeği ve içmeyi çok seven (kimse); gırtlağına düşkün. Boğazına kadar borca girmek: Çok borçlanmak ; gırtlağına kadar borca girmek. Boğazına sarılmak : Kavgaya girişmek, peşini bırakmamak; gırtlağına sarılmak. Boğazından kesmek: Para arttırmak için yiyeceğinden kısıntı yapmak; gırtlağından kesmek. Boğaz kavgası: Geçimini sağlamak için uğraşma. Boğaz tokluğuna (çalışmak) : Sadece karnını doyurma karşılığında (çalışmak). Boğuntuya gelmek : Aldatılmak, kandırılmak Boğuntuya getirmek : Şaşırtma yoluyla birisine yüksek fiyatla mal satmak ya da düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul ettirmek. Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek. Bol keseden atmak : Yerine getirilmesi güç vaatler bulunmak. Bombardıman etmek (birini) : Bir kimseye ağır sözler söylemek. Borca batmak: Borcu çok olmak. Borca girmek ;* Borçlanmak. Borç bilmek (bir şeyi): Bir şeyi yapmayı, kendisi için zorunlu bir görev olarak kabul etmek. Borç bini aşmak (borç gırtlağa çıkmak): Borç, ödemesi güç bir duruma gelmek. Borç harç : Borçlanarak, borca girerek. Borçsuz harçsız : Hiç borca girmeden. Boru mu (bu)? (boru değil) : “Küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil.” anlamında. Borusunu çalmak (birinin): Çıkar sağlanan kimsenin hoşuna gidecek, düşüncelerine uygun düşecek davranışlarda bulunmak. Borusu ötmek: Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü geçmek. Bostan korkuluğu : Görevini yapmayan, etrafına sözünü geçiremeyen kimse. Boşa çıkmak : Gerçekleşememek, sonuç vermemek; boş çıkmak. Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan yok olmak; havaya gitmek. Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: ‘Hiç bir çözüm yolu bulamıyorum.” anlamında. Boş atıp dolu tutmak (vurmak): -1. Umutsuz gibi görünen bir işten olumlu sonuç almak. -2. Doğruluğuna inanmadan söylenilen söz gerçek çıkmak. Boş bulunmak : Dikkatsiz ve dalgın bir durumda bulunmak. Boş çıkmak : (Umut edilen şey) Gerçekleşememek; boşa çıkmak. Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kimse için kullanılır. Boşta kalmak (boşta gezmek); İşsiz güçsüz kalmak. Boşu boşuna : Hiç gereği yokken, hiçbir kazanç sağlamadan; boş yere. Boş vermek (bir şeye, birine) : Ona önem vermemek, aldırmamak. Boş yere : Boşuna, gereksiz yere; boşu boşuna. Boyacı küpü değil ki (hemen daldırıp çıkarasın) : “Bu iş o kadar ko-x lay ve çabuk yapılamaz, belli bir emek ve zamana ihtiyaa vardır.” anlamında. Boy atmak (boya çekmek): (Çocuk, için) Boyu uzamak, boylanmak. Boy göstermek : Gösteriş olsun diye ortalıkta görünmek. Boy bos (pos) : İnsanın boy açısından görünümü. Boylu boslu (poslu): Boyu uzun, gösterişti; yakışıklı (kimse). Boylu boyunca : Bütün boyu ile, boyu uzunluğunca. Boynu bükük : -1. Acınacak, zavallı kimse İçin söylenir. -2. Acınacak, yardım bekler bir durumda. Boynu eğri: Bir kimsenin İstediğini yerine getirmek durumunda olan, bu isteği borç bilen. Boynu kopsun (boynu altında kalsın) : “Ölsün, gebersin” anlamında beddua. Boynum kıldan ince : “Haksız olduğum anlaşılırsa, verilecek her cezaya boyun eğeceğim.” anlamında. Boynunu bükmek : Kendisine aandirıa davranışta bulunmak., Boynunun borcu : Bir kişinin yapmak zorunda olduğu iş. Boynuz isterken kulaktan olmak : Daha iyi bir şey elde etmek isterken elindekini de yitirmek. Boynuz takmak (dikmek) (birine) : Kadın başka bir erkekle ilişki kurarak kocasını aldatmak. Boy Ölçüşmek (biriyle) (bir şeyle) : Yeterliğini,, üstünlüğünü göstermek için onunla yarışmak. Boy pos : bk. Boy bos. Boyu boyuna, huyu huyuna uymak : Birbiriyle denk, uyumlu olmak. Boyu (boyu boşu) devrilsin : “ölsün.” anlamında beddua. Boyundan büyük işlere karışmak: Başaramayacağı işlere kalkışmak. Boyunduruk aftına girmek: Başkasının (başka bir devletin) baskı ve buyruğu altında yaşamak. Boyun eğmek: Güçlü birinin isteğini zorla ya da istemeyerek kabul etmek. Boyunun ölçüsünü olmak : Giriştiği bir işte başarısızlığa uğrayıp beceriksizliğini ya da yetersizliğini anlamak. Boy vermek: -1. {İnsan İçin) Suyun derinliğini boyu ile ölçmek. -2. (Bitki için) Gelişmek, uzamak. Bozguna uğramak (bozgun vermek, bozgun yemek) : Bir karşılaşmada, savaşta yenilip perişan bir duruma düşmek. Bozuk çalmak: Sinirli, canı sıkkın olduğunu davranışlarıyla göstermek. Bozuk para gibi harcamak (birini): Bir kimsenin değerini sıfıra indirmek, onu başkalarının yanında küçük düşürmek. Bozum olmak : Utanacak duruma düşmek (Kars. Küçük düşmek.) Bozuntuya vermemek : Olup bitenleri anlamamış, görmemiş, söylenenleri duymamış gibi davranmak, durumu İdare etmek. Böylesine can kurban : “Benzerlerine oranla daha iyi, daha güzel olanlar için her türlü fedakârlığa katlanır.” anlamında. Bu aptestle çok namaz kılınır: “Küçümsenen bu tutumla, inanışla ya da araçla işler daha çok yürütülür.” anlamında. Bucak bucak aramak (birini) : Onu her yerde aramak. Bucak bucak kaçmak (saklanmak) (birinden, bir şeyden): Onunla karşılaşmaktan sakınmak. Bu gidişle : Bu biçimle, bu tempoyla. Bu gözle : Bu anlayışla. Bugünden tezi yok : Hemen şimdi, ilk fırsatta. Bugüne bugün : Bugünkü ölçülere, değerlendirmelere göre. Bugünlük yarınlık : Pek yakında olması beklenen şeyler için kullanılır. Bugün yarın : Bir iki gün İçinde. Bulanık suda balık avlamak: Karışık bir durumdan yararlanıp çıkar sağlamaya bakmak. Bulantı vermek (bir şey birine) : O şey onu kusacak duruma getirmek, midesini bulandırmak. Buldukça bunamak: Bulduğuna şükretmemek, daha çoğunu İstemek. Buldumcuk olmak: Eline geçen bir şeyden ötürü fazlaca sevinmek. Bulunmaz Hint (Bursa) kumaşı! mı? : ‘Az bulunur, çok değerli bir şey ya da kimse değil ya!” anlamında alay yollu söylenir. Bulup buluşturmak: Ne yapıp yapıp bulmak, büyük bir çaba sonucu sağlamak. Bulut gibi: -1. (Sinek vb için) Yoğun. -2. Aşın ölçüde (sarhoş). Buluttan nem kapmak : En küçük bir, şeyden bile alınmak, çok alıngan olmak. Bundan böyle : Bundan sonra. Bundan iyisi can sağlığı: “Bundan daha iyisi olamaz.1 anlamında. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu : “Sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor.” anlamında. Bununla birlikte (beraber): -1. Buna bağlı olarak. -2. Şu da var ki, ayrıca. Burnu bile kanamamak : Büyük bir kazayı herhangi bir yara bere almadan atlatmak. Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; başkalarını beğenmemek. Burnu havada (burnu büyük, burnu Kaf dağında): Kibirli, herkese yukarıdan bakan kimse için söylenir. Burnuna barut kokusu gelmek : bk. Barut kokusu gelmek. Burnundan (fitil fitil) gelmek : Elde ettiği güzel bir şey, sonradan olan tatsızlıklar nedeniyle kendisine zehir olmak; ağzından burnundan gelmek. Burnundan getirmek: Birini bir şeyi yaptığına yapacağına pişman etmek; ağzından burnundan getirmek. Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine hiçbir söz söyletmemek, huysuz ve gururlu olmak, eleştiriye tahammülü olmamak. Burnundan solumak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek. Burnunda tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek, istemek, aramak; gözünde tütmek. Burnunu kırmak : Kİrbirii bir kimseyi güç duruma sokup, artık büyükle-nemez duruma getirmek. Burnunun dikine (doğrusuna) gitmek : Başkalarının öğütlerine kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak. Burnunun direği kırılmak : Pis koku yüzünden rahatsız olmak Burnunun direği sızlamak: Çok üzülmek. Burnunun ucunu görmemek : Sarhoşluk, dalgınlık nedeniyle basacağı yeri görememek. Burnunu sokmak (bir şeye) : Kendisini ilgilendirmeyen işe karışmak. Burnu sürtülmek : Zorunlu, yorucu olaylar yaşamak, zorunluklan öğrenmek bunlardan ders almak. Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli kimse için söylenir. Burun buruna gelmek (biriyle, bir şeyle) : Onunla beklenmedik bir anda karşılaşmak (Kars. Yüz yüze gelmek.) Burun kıvırmak (bir şeye): Onu beğenmemek, küçümsemek. Bu yakınlarda : Oldukça yakın bir zamanda, bir yerde. Buyur etmek (birini) : Konuğu “buyurun” diyerek içeri almak ya da sofraya çağırmak. Buyurun cenaze namazına : “Bir terslik oldu, artık yapılacak bir şey yok.” anlımanda. Buzdolabına koymak (bir şeyi): Bir sorunun çözümünü ileri ki bir tarihe bırakmak. (Kars. Askıya almak.) Buz kesilmek : Üzücü bir olay karşısında donup kalmak. Buz kesmek: -1. Çok üşümek. -2. Hava çok soğumak. Buz üstüne yazı yazmak : Süresi ve etkisi pek az olan bir iş yapmak, sözleri etkisiz kalmak. Bülbül gibi konuşmak (okumak) : Kolaylıkla konuşmak (okumak). Bülbül gibi söylemek (bir şeyi): Hiçbir şeyi saklamadan, herşeyi soy lemek. Bütün bütüne : Büsbütün, tamamıyla, tamamen. Büyük apdest : İnsan dışkısı, kaka. Büyük aptesi gelmek : Kaka (dışkı) yapmak gereksinmesi duymak. Büyük görmek (birini, kendini) : Birini ya da kendini yüceltmek, olduğundan üstün tutmak. Büyük oynamak : -1. Büyük para ile kumar oynamak. -2. Bir işe risklerini, zararlarını göze alarak girişmek. Büyük (laf, söz) söylemek : Yapıp yapamıyacağı belli olmayan bir iş konusunda kesin konuşarak övünmek. Büyümüş de küçülmüş : Konuşmaları, davranışları büyüklere benzeyen çocuk için söylenir. |
Deyimler'in Açıklaması
<< C >>
Cadı kazanı: Alabildiğine dedikodu yapılan, fesat kurulan yer, ortam. Caka satmak : Gösteriş yapmak, büyüktük taslamak ; çalım satmak. Cami yıkılmış ama mihrabı yerinde : Yaşlanmış ama eski güzelliğini pek yıtirmemiş kadın İçin söylenir. Can acısı: Vücudun herhangi bir yerinde duyulan şiddetli acı, ağrı. Can afacak (can alıcı) (yer, nokta) : Bir konunun ya da şeyin en önemli noktası (yeri). Can almak : Ölüme yol açmak, öldürmek. Can atmak (bir şeye, bir şey yapmaya) : Onu elde etmeyi, herhangi bir duruma kavuşmayı çok istemek. Cana can katmak : İnsanın dinçliğini, neşesini artırmak, yaşamayı daha çekici duruma getirmek. Cana kastetmek : bk. Canına kastetmek. Cana yakın : -1. Sevimli, içten, sokulgan kimse. -2. Şirin, gönül okşayıcı şeyler için kullanılır. Can benim, çıksın elin canı: “Ben sağlığıma, sahip olduğum şeylere düşkünüm, bunun için ben üzülmeyeyim de, başkalarına ne olursa olsun.” anlamında. Can beslemek : Hiç kaygı duymadan, yalnızca yiyip içip rahatına bakmak. Can borcu : İnsana yaşama olanağı veren Tanrı’ya ya da kendisini ölüm tehlikesinden kurtaran bir kimseye olan manevi borç. Can borcunu ödemek : Ölmek, vefat etmek. Canciğer kuzu sarması: Birbirlerinden hiç ayrılmayan, birbirini çok seven, içli dışlı, candan {iki dost). (Kars. Ahbap çavuşlar, İki ahbap çavuş.) Can çekişmek : -1. (Canlı için) Ölmek üzere bulunmak, son nefesini vermek üzere olmak. -2. Sona ermek, yıkılmak üzere olmak. -3. (Güneş) Batmak üzere olmak. Can damarı: -1. Bir İnsanın kendisi için en gerekli saydığı şey. -2. Bir şeyin en önemli, en duyarlı yönü. Can damarına basmak : -1. Bir kimsenin en önemli, en duygulu yönünü açığa vurmak. -2. Bir İşin en Önemli noktası üzerinde durmak. Candan (canından) geçmek : Bir şey uğrunda canını bile verebilecek ölçüde bir özveri içinde olmak; o şey için ölümü göze almak. Can dayanmamak (bir şeye): -1. Kötü, aa bir durum karşısında dayanıklılığını yitirmek. -2. Sevinçli bir durumdan hoşnut olmak. Can derdine düşmek: Kendi canını korumak, kurtarmak için çaba göstermek, kendini kurtarmaya bakmak. Can dostu : Pek içten dost, çok sevilen dost. Can düşmanı: Aşırı düşmanlık gösteren kimse, şey. Can evi: -1. Kalp, yürek, gönül. -2. Bir şeyin en duyarlı noktası. Can evinden (evine) vurmak (yıkmak) (birini) : En duyarlı yerinden saldırmak, en hayati noktasından yaralamak. Can feda (kurban) : Uğrunda ölüm bile göze alınabilecek kadar güzel, iyi olan kimse, şey için söylenir. Can (canı) gelmek : Güç kazanmak, canlanmak. Can havli ile : Canını kurtarmaktan, ölüm korkusundan kaynaklanan güçtü tepkiyle.. Can havline düşmek : Canını kurtarmak kaygısı içinde olmak. Canı acımak: Vücudun herhangi bir yerinde acı duymak ; canı yanmak. Canı (yüreği) ağzına gelmek : -1. Çok heyecanlanmak. -2. Çok korkmak. Canı burnuna gelmek : Bir şey yapılırken çok zorluk çekmek; bunalmak. Canı burnunda : Yorgun, bezgin; olup bitenlere kazanamayacak durumda olan. Canı cehenneme : Sevilmeyen bir kimse ya da şey İçin duyulan nefreti, öfkeyi ya da umursamazlığı anlatmak için söylenir. Canı çekilmek : Vücudun bir organı için, gücünü canlılığını yitirmek. Canı çekmek (bir şeyi) : Onu istemek, arzulamak, ona imrenmek. (Kars. Ağzı sulanmak, gönlü çekmek.) Cam çıkmak: -1. Zor bir İş görüp pek bitkin bir duruma düşmek. -2. Çok örselenip yıpranmak. -3. Ölmek. Canı geçmek : Uyumak, dalmak. Canı gelmek: bk. Can gelmek. Canı gitmek (bir şeye) : Özen gösterilen, üzerine titrenen bir şeye zarar gelecek diye çok kaygılanmak. Canı gönülden (yürekten) : İçtenlikte, samimi olarak, İsteyerek. Canı ile oynamak : Tehlikeli işlerle uğraşmak. Canı ile uğraşmak : Eski sağlıklı durumuna kavuşmaya çalışmak, ötmemek için çaba harcamak. Canı istemek (bir şeyi): -1. Bir şeyi yapmaya ilgi, heves duymak. -2. Bir şeye karşı içinde istek uyanmak. Canı isterse : Olumsuz bir yanıt karşısında, “Kabul etmezse etmesin” anlamında umursamazlık bildirir. Canımın içi: Canım kadar çok sevdiğim kimse. Canımı sokakta bulmadım : ‘Bu sıkıntıya katlanmaya, bu tehlikeye atılmaya hiç niyetim yok.” anlamında. Canım yanmaz: Üzülmeye konu olan şey ile yol açtığı kötü durum arasında denklik olmadığı durumlarda kullanılan yazıklanma sözü. Canına acımamak: Kendini tehlikelerden korumayı düşünmemek,, kendini yıpratmak, sağlığını düşünmemek. Canına değmek : Hoşlandığı bir şey olduğu, bir şeyi yaptığı için keyiflenmek. Canına değsin : “Yapılan iyilikler o ölmüş kimseye ulaşsın, onun ruhu’ şad olsun.” anlamında. Canına düşkün : Kendine iyi bakan, her şeyine Özen gösteren, rahatına düşkün (kimse). Canına (cana) kastetmek : öldürmeye niyet etmek. Canına (cana) kıymak: -1. Bir kimseyi, canlıyı öldürmek, katletmek. -2. Kendini öldürmek, intihar etmek. -3. Gücünü aşan işleri yaparak kendine eziyet etmek. Canına minnet: Herhangi bir durumu, başka durumlarla karşılaştırdığında daha iyi bulan kimse için söylenir. Canına okumak : -1. Bir kimseye, hayvana, şeye büyük zarar vermek. -2. İyi bir şeyi, yolunda giden bir işi berbat etmek. Canına susamak :Belayı üzerine çekecek, kendisinin ölümüne yol açacak davranışlarda bulunmak. (Kars. Belasını aramak, eceline susamak.) Canına tak demek (etmek): Bir sıkıntı, olumsuzluk, artık katlanılmaz duruma gelmek. (Kars. Bıçak kemiğe dayanmak) Canına yandığım (yandığımın) : Öfke, hayranlık, sevgi gibi duyguları belli ezgilemelerle anlatır. . Canına yetmek: -1. Artık dayanamayacak duruma gelmek, bezmek, bıkmak. -2. Bıktırmak, bezdirmek. Canından bezmek (bıkmak, usanmak) : Yaşama isteği yok olacak kadar sıkıntı içinde olmak. Canından geçmek : bk. Candan geçmek. Canından etmek (birini) : Onun ölümüne yol açmak, onu öldürmek. Canından olmak: ölmek. Canını acıtmak : Bir yerinin acımasına yol açmak. Canını almak: -1. Öldürmek. -2. Çok sevindirmek, canını verdirecek kadar memnun etmek. Canını bağışlamak: Öldürmekten vazgeçmek. Canını cehenneme göndermek : öldürmek. Canını çıkarmak : -1. Öldürmek. -2. Çok yormak, hırpalamak. -3. Bozmak, yıpratmak, eskitmek. Canını dar atmak (bir yere): Tehlikeli durumdan güçlükle kurtularak bir yere sığınmak. Canını dişine takmak (almak) : Bir işe her türlü tehlikeyi göze alarak, bütün gücüyle girişmek. Canının derdine düşmek : Tehlikeli bir durumda kendinden başkasını düşünmemek. Canını sıkmak: Neşesini kaçırmak, keyfini bozmak, üzmek. Canını sokakta (pazarda) bulmamak : Bedeni olur olmaz şeylerle yıpratmamak, sağlığın değerini bilmek. Canını vermek : Değerli bir şey uğruna her türlü fedakârlığı yapmak, hatta ölümü bile göze almak. Canını yakmak : -1. Bir yerini acıtmak, act vermek. -2. Sıkıntı ve zarara uğratmak. Canı pahasına : Ölümü göze alarak, hayatını tehlikeye atarak. Canı sağ olsun: Çeşitli kayıplar karşısında “Kendisi sağ ya, önemli olan bu” anlamında teselli sözü. Canı sıkılmak: -1. Yapacak bir işi, oyalanacak bir şey olmadığı için bir sıkıntı duymak. -2. Bir olaydan, durumdan büyük üzüntü duymak; neşesi kaçmak. -3. Bir kimse için yan üzülmek, yan öfkelenmek. Canı tatlı: Zorluklara katlanmayı göze almayan (kimse). Canı tez: Bir işin çabucak yapılmasını isteyen, sabırsız (kimse). (Kars. İçi tez.) Canı yanmak : -1. Vücudun herhangi bir yerinde aa duymak; canı acımak. -2. Aa bir deneme geçirmek, bir İşte büyük zarara uğramak. Canı yok mu? : -1. “O, bu sıkıntıya nasıl dayanıyorsa sen de dayanmalısın.” -2. “Ona bu kadar zor bir işi yaptırmak insafsızlıktır.” -3. “O da o şeyden istiyor.” anlamlannda. Can kalmamak : Gücü tükenmek, bitkin duruma gelmek. Can kaybı: Tehlikeli bir durumda meydana gelen ölüm; ölüCan kaygısı (korkusu) : -2. Öleceğini sanmaktan doğan korku. -3. Bu korkuyla ölmemek İçin çabalama. Can kaygısına düşmek : Hayatını’ kurtarmaktan başka bir şey düşünmemek. Can kulağı ile dinlemek (birini, bir şeyi): Anlatılanları iyice kavramaya çalışarak, dikkatlice dinlemek. Can kuşu: Ruh. Canla başla : Her türlü fedakârlığı göstererek, var gücüyle. Canlı cenaze : Çok zayıf, çelimsiz (kimse). Can sağlığı: -1. İhsanın sağ ve sağlıklı olması. -2. İçinde bulunulan iyi durumla yetinmek, daha iyisini beklememek gerektiğini belirtmek için söylenir. Can sıkıcı: Üzüntü ve tedirginlik veren, üzücü, sıkıntılı. Can sıkıntısı: Yapacak bir iş ya da oyalanacak bir şey bulamayan kimsenin duyduğu ruhsal tedirginlik, bunalım. Can sıkmak: Usanç vermek, bıktırmak. Can vermek : -1. Ölmek. -2. Kutsal sayılan şeyler için hayatını feda etmek. -3. Diriltmek, canlandırmak. Can yakmak: -1. Acıtmak, eziyet etmek, zulmetmek. -2. Bîr kimseyi büyük zarara uğratmak. Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse, hayvan, şey. Cartayı çekmek : -1. Ölmek. -2. Yellenmek, osurmak. Cart curt etmek : “Şöyle yaparım, böyle yaparım” diye yüksekten konuşmak, korkutmaya çalışmak. Cart kaba kâğıt: “Senin yüksekten atmana, korkutmana hiç kimse aldırmıyor.” anlamında. Cavlağı çekmek: Ölüp gitmek. Cebi delik: Parasız, züğürt (kimse). Cebinde akrep olmak: Cimri olmak, para harcama konusunda çok isteksiz davranmak. (Kars. Elî cebine varmamak.) Cebinden çıkarmak (birini) : Zekâ, bilgi, beceri vb. bakımlardan söz konusu kimseden üstün olmak. Cebine indirmek (atmak) (bir şeyi) : Hakkı olmayan bir şeyi kendine mal etmek. Cebini doldurmak: Fırsatlardan yararlanıp bol para kazanmak. Cebi para görmek: Artık para kazanmaya başlamak; eli para görmek. Cehennem azabı: Dayanılmaz, çok büyük üzüntü, eziyet. Cehenneme kadar yolu var: “Hiç buralarda görünmesin, defolup gitsin, cehenneme gitsin.” anlamında kızgınlık sözü. Cehennem gibi: Çok aşırı ölçüde sıcak. Cehennemin dibi (bucağı) : Çok uzak, varılması pek güç yer. Cehennemin dibine gitmek, cehennem olmak : Defolup gitmek. Cemaziyelevvelîni bilmek (birinin): Onun herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir durumunu bilmek. Cephe almak (birine) : Ona karşı düşmanca tavır takınmak; bir düşünceye karşı olmak, direnmek. Cepheden hücuma geçmek : Doğrudan, açıkça karşı çıkmak. Cesaret almak (bulmak) : Bir kimseye, şeye güvenerek gücü artmak. Cesaret etmek (bir şeye): Tehlikeli bir işe korkmadan girişmek, güç- füğü ya da tehlikeyi göze almak. Cesaret gelmek : Yılgınlığı gitmek, yüreklenmek. Cesaret göstermek : Yürekli davranmak. Cesaretini kırmak : Cesaretini yok etmek, yürekliliğini sarsmak, umutsuzluğa düşürmek. Cesaret vermek (birine) : Birinin yılgınlığını gidermek, birini yüreklendirmek; ona moral vermek. Cevabı yapıştırmak (dayamak): Karşısındakine hiç de beklemediği ters ve kesin bir yanıt vermek. Cevahir (cevher) yumurtlamak : Saçma sapan konuşmak. Cevap vermek (bir şeye) : Bir gereksinimini karşılamak. Cevher yumurtlamak : bk. Cevahir yumurtlamak. Ceza almak: -1. (Öğrenci için) Cezalandırmak. -2. (Suçlu İçin) Para ödeme zorunda bırakılmak. Ceza çekmek: İşlediği suçtan ötürü hapiste yatmak; cezasını çekmek. Ceza kesmek (bîrine) : Bir görevli, yasadışı bir davranışı nedeniyle suçluya para cezası yazmak. Cezasını çekmek: -1. bk. Ceza çekmek. -2. Yaptığı yanlış bir işin, davranışın zararını görmek. Cezaya çarptırmak (birini) : Onu cezalandırmak. Ceza yemek : Cezalandırılmak. (Kars. Hüküm giymek.) Cıcığı çıkmak : Çok hırpalanmak. Cici bici: Güzel, İyi, yeni, sevimli, renkli ve süslü eşyalar için söylenir. Cicim ayı: Evliliğin ilk zamanları, balayı. Ciğeri beş para etmez: Çok değersiz, aşağılık, İşe yaramaz kimse için söyfenir. Ciğerini okumak : Bir kimsenin ne düşündüğünü pek iyi bilir durumda olmak. Ciğeri sızlamak (parçalanmak) : Çok acı duymak, üzülmek (Kars. İçi burkulmak, sızlamak, parçalanmak.) Cim karnında bir nokta : Hiçbir şey bilmeyen, kara cahil kimse için söylenir. Cin çarpmak: Boş inançlara göre cinlerin saldırısına uğrayıp hastalanmak, sakatlanmak, aklını yitirmek. Cin çarpmışa dönmek : Neye uğradığını anlayamayacağı kötü bir duruma düşmek. Cin fikirli: Çok akıllı, çok zeki, çok kurnaz (kimse). Cin gibi: Pek anlayışlı ve çok zeki (kimse). Cin ifrit olmak (kesilmek) : Son derece kızmak, aşırı öfkelenmek. Cinler cirit (top) oynamak : Bir yerde hiç kimse bulunmamak; bir yer tenha ve ıssız olmak. Cirit atmak (bir hayvan, bir kimse) : Zararlı yaratıklar yada insanlar meydanı boş bulup istediği gibi davranmak. Cuk oturmak: -1. bk. Aşığı cuk oturmak. -2. Uygun olmak, uygun düşmek. Cümbür cemaat: Topluca, hep birlikte. |
Deyimler'in Açıklaması
<< Ç >>
Çakılıp kalmak: Bulunduğu yerde uzun süre kımıldamadan kalmak, hareketsiz durmak. Çalımına getirmek: Tasarlanan bir İş için uygun zamanı ya da durumu bulmak. Çalımından geçilmemek : Kurumundan, büyülenmesinden yanına yaklaşılmaz olmak. Çalım satmak: Yapay davranışlarla büyüklük taslamak. (Kars. Hava atmak.) Çalıp çırpmak : Az çok demeden, eline ne geçerse çalmak. Çalmadan oynamak : Çok neşeli, keyifli bir dyrumda olmak. Çam devirmek : -1. Karşısındakini gücendirecek söz söylemek. -2. Bilgisizliğini ele verecek sözler söylemek. (Kars. Pot kırmak, gaf yapmak.) Çamur atmak (sıçratmak) (birine) : Birini kötü bir işe bulaşmış gösterip lekelemeye çalışmak, İftira etmek. (Kars. Kara çalmak, leke sürmek.) Çamura yatmak: Borcunu ödememek, verdiği sözü yerine getirmemek. Çam yarması gibi: İhyan, iri gövdeli kimse için kullanılır. Çanak tutmak (açmak) (bir şeye) : Davranışlarıyla ya da sözleriyle kendisine kötü bir söz söylenmesine, kötü davranışlarda bulunulmasına yol açmak. ‘ Çanak yalamak : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak. Çanak yalayıcı: Yaltaklanan kimse, dalkavuk. Çan çan etmek (Ötmek) : Durmadan yüksek sesle gevezelik etmek. Çanına ot tıkamak : Birini sesini çıkaramayacak, zarar veremeyecek bîr duruma getirmek. Çantada (torbada) keklik : Elde edilmiş sayılan, elde edileceğine kesin gözüyle bakılan (şey). Çapraza getirmek (birini) : Onu tuzağa düşürmek. Çapraza sarmak : İçinden çıkılması güç duruma gelmek. (Kars. Çarşafa dolanmak.) Çaptan düşmek : -1. Çalışma düzenini bozmuş olmak. -2. Değerinden bir şeyler yitirmek. Çarçur etmek (bir şeyi) : Elindeki parayı vb’yi gereksiz yerlere harcayıp tüketmek. Çarçur olmak : Yararsız yere harcanıp ziyan olmak. Çaresine bakmak : Bir işin, sorunun çözüm yolunu bulmak. Çarığı ters giydirmek (birine) : bk. Pabucu ters giydirmek. Çarıklı erkânıharp : Okuması yazması olmadığı halde kurnaz ya da uyanık davranan kimseler için şaka yollu kullandır. Çark etmek: Verdiği sözden ya da yapacağı İşten dönmek. (Kars. Yüz geri etmek.) Çarpık çurpuk : Çok çarpık; eğri büğrü. (Kars. Eciş bücüş.) Çarşafa dolanmak : İçinden çıkılmaz duruma gelmek. (Kars. Çapraza sarmak.) Çarşambadır çarşamba (demek): Bir konuda gereksiz yere inat (etmek). Çatal kazık : -1. Bir konuda değişik tutumları yüzünden işin yürümesini engelleyen yetkili kimseler. -2. Çok karışık durum. Çatık yüz (çehre, surat) : Öfkeli yüz. Çatır çatır çatlamak : Çok kıskanmak. Çat kapı: Beklenmedik bir anda. Çatlak ses : Uyumu bozan, istenmeyen söz ya da davranış. Çatlasa da patlasa da ; “Her türlü çareye başvursa da, ne kadar karşı çıkarsa çıksın.” anlamında. Çat pat: -1. Her yerde hazır ve nazır bulunan. -2. Biraz, yarım yamalak. Çaydan (denizden) geçip darede boğulmak : Bir işin yapılması sırasında büyük engelleri aşıp tam sonuca ulaşılacağı anda önemsiz bir-neden yüzünden başarısız olmak. Çayı görmeden paçaları sıvamak : bk. Dereyi görmeden paçaları sıvamak. Çek arabanı: ‘Yıkıl, git, defol.” anlamında hakaret sözü. Çekeceği olmak (birinden, bir şeyden) : Karşılaşacağı kötü durumlar olmak. Çekidüzen vermek (üstüne başına, bir yere) : Dağınık bir yeri, üstünü başını düzgün duruma getirmek, düzeltmek. Çekip çevirmek (bir yeri) (birini) : -1 .Bir yeri, kuruluşu düzene koymak, iyi biçimde yönetmek. -2. Birini tutumlu, düzgün yaşayabilir duruma getirmek. Çekip gitmek : Uzaklaşmak, sıvışmak, kaybolmak. Çekirdekten yetişme : Bir meslekte küçük yaştan itibaren görgü ve deneyimini arttırarak ustalaşan kimse için kullanılır. Çek (çekiver) kuyruğunu: “Artık ondan hiçbir şey bekleme!” Çelişkiye düşmek : Sözleri ya da davranışları; sözleri ile davranışları birbirini tutmamak, birbiriyle çelişmek; tenakuza düşmek. Çelme atmak (takmak) (birine) (bir işe) : -1. Çelme ile onu düşürmeye çalışmak. -2. İşin başarı ile sonuçlanmasını engellemek. Çene çalmak : Oradan buradan konuşmak, gevezelik etmek. Çenen tutulsun : “Konuşamaz ot” anlamına İlenme sözü. Çenesi açılmak : Durmaksızın konuşmak, gevezelik etmek. Çenesi durmamak (düşmek) : Durmadan konuşmak, gevezelik etmek. Çenesi düşük : Sürekti ve dayanılmayacak kadar çok konuşan, geveze kimse için söylenir. Çenesi kuvvetli: Kolay ve etkili konuşan kimse için kullanılır. Çenesini açtırmak: Konuşması için uygun ortam hazırlamak, fırsat vermek. Çenesini (bıçak) açmamak : Herhangi bir nedenle, hiç konuşmamak. Çenesini kapamak (kesmek) : -1. Artık konuşturmamak. -2. Susmak. Çenesini tutmak : Konuşmamak, sır saklamak; ağzını tutmak* Çene yarıştırmak : Gevezelik etmek. Çeneye tutmak (birini) : Aralıksız konuşarak ve konuşturarak onu oyalamak. Çene yormak : Boşuna konuşmak. Çetin ceviz: -1. Yola getirilmesi, kendisine bir durum ya da düşüncenin benimsetilmesi zor olan kimse için söylenir. -’2. Başarılması oldukça güç olan iş için söylenir. Çevir kazı yanmasın : Kırdığı potun farkına varınca sözünü çevirmeye kalkışanlara alay ya da şaka yollu söylenir. Çevre yapmak : Girişkeniigiyle pekçpk dost edinmek; muhit yapmak. Çıban başı: -1. Kurcalanırsa sonucu kötüye varma olasılığı bulunan sorun. -2. Varlığı, düşünceleri, eylemleri sûrun yaratan kimse. Çığır açmak : Bir alanda eski görüş, anlayış, biçim ya da yöntem yerine yenisini getirmek, başlatmak. Çığırından çıkmak: -1. Doğru yoldan ayrılmak. -2. Düzeltilmesi güç bir duruma girmek. Çığlık atmak (koparmak) (çığlığı basmak) : Kulakları tırmalayacak korkunç sesler çıkararak acı acı bağırmak. Çığlık çığlığa : Çığılık ata ata, bağırıp çağırarak. Çıkar yol: İnsanı güç durumlardan kurtaran davranış, başarıya ulaştıran seçenek, çare; çözüm yolu. Çıkış yapmak: Bir tartışmada, karşıt görüşte olanları susturmak amacıyla sert davranışta bulunmak. Çıkmaza girmek: Bir iş içinden çıkılamayacak bir duruma gelmek, (Kars. Batağa saplanmak.) Çıkmaz ayın son çarşambası: “Bilinmeyen ve bilinmeyecek olan bir zamanda, hiçbir zaman.’ anlamında şaka yollu söylenir. Çıldırmak işten (bile) değil: “Söz konusu ters, aykırı bir durum karşısında insan delirebilir.” anlamında söylenir. Çıngar çıkarmak : Gürültü ve kavgaya yol açmak. Çırasını yakmak: Olumsuz ilişkisi ya da kötü davranışı yüzünden biri’ ni büyük bir zarar uğratmak. Çıt çıkarmamak: En küçük bir ses bile çıkarmamak. Çıt çıkmamak : En hafif bir ses bile çıkmamak. Çıtı çıkmamak : Sessiz durmak, uslu oturmak, yaramazlık etmemek. Çiçeği burnunda (çiçeği burnunda, çamuru karnında) : -1. Taze, henüz çıkmış şey için söylenir. -2. Yeni oluşmuş, yeni yapılmış, şey için söylenir. -3. Bir konuda yeni olan kimse için söylenir. Çiçek gibi olmak: Temizlenip paklanmak, göze hoş görünen duruma gelmek. Çift çubuk : Tarım yapabilmek için gerekli üretim araç ve gereçleri. Çift dikiş : Aynı sınıfta iki yıl okuyan öğrenci. Çifte kumrular: Birbirlerinden hiç ayrılmayan, birbirlerini çok seven kimseler. (Kars. Ahbap çavuşlar, iki ahbap çavuşlar.) Çiğ çiğ yemek(birinî): Öldürecek derecede Öfkelenmek. Çiğlik etmek : Uygunsuz, yersiz davranışta bulunmak. Çiğneyip geçmek : Gereken ilgi ve saygıyı göstermemek. Çiğ yemedim ki karnım ağrısın : “Suç işlemedim, neden korkayım?” anlamında. Çile çekmek : Sıkıntı içinde bulunmak, sıkıntı çekmek. Çileden çıkarmak (birini): Birini densiz söz ve davranışlarıyla çok kızdırmak. (Kars. İfrit etmek.) Çileden çıkmak: Sabır ve dayanma gücünü yitirip taşkınlık göstermek; kendini kaybetmek. (Kars. İfrit olmak.) Çile doldurmak (çıkarmak): Sürekli sıkıntı ve eziyet içinde bulunmanın sona ermesini beklemek. Çilingir sofrası: Hafif mezelerle donatılmış içki sofrası. Çil yavrusu gibi dağılmak: Kotu bir durum karşısında, perişanca her biri bir yana dağılmak; kaçışmak. Çimdik atmak (basmak) (birine): Onu çimdiMemek. Çirkefe bulaşmak: Kötü sonuçlar doğurabilecek bir işe ya da şirret birine sataşmak. Çirkefe taş atmak (çirkefi üzerine sıçratmak); Kötülüğü dokunabilecek birinin saldırısına yol açacak bir davranışta bulunmak, söz söylemek. Çivi gibi: -1. Sağlam yapılı, çevik (insan). -2. (Su için) Çok soğuk. Çivi kesmek : Çok üşümek. Çizmeden yukarı çıkmak : Olanaklarının elvermeyeceği bir işe karışmak, aşın gitmek Çocuk işi: Kolay ya da önemsiz iş. Çocuk oyuncağı :-1. Pek Önemli sayılmayan. -2. Kolay yapılabilecek iş için kullanılır. Çoğu gitti azı kaldı (keli gitti, dazı kaldı): “Ele alınmış olan işin büyük bölümü, en zor, en önemli yanı tamamlandı, geriye önemsiz bir bölümü kaldı.” anlamında. Çok bilmiş: -1. Zeki, akıllı (kimse). -2. Sinsi, kurnaz, çıkarını gözeten (kimse). Çok gelmek: -1. Gereğinden fazla olmak. -2. Katlanılmaz, çekilmez olmak. Çok görmek (bir şeyi birine): -1. Bir şeyi bir kimseden esirgemek, o şeyi ona değer bulmamak. -2. Birinin bir davranışını yadırgamak. Çok olmak : Davranışları sınmnı aşarak dayanılmaz, çekilmez duruma gelmek, usandırmak. Çoluk çocuk: -1. Bir kimsenin çocukları. -2. Bir kimsenin ailesi; eşi ve çocuklan. -3. Yaşça küçük ve deneyimsiz kimseler için alay yolu söylenir. Çorap örmek: bk. Başına çorap örmek. Çorap söküğü gibi gitmek (gelmek): Bir kez başlayınca arkası çok kolay, kendiliğinden gelmek. Çorbada tuzu bulunmak: Yapılan işte ya da bir hizmette küçük de olsa bir katkısı katkısı olmak, ona emeği geçmek. Çöp atlamamak: Çok titiz ve dikkatli olmak, gözünden hiçbir şey kaçmamak. Çöpe dönmek : Çok zayıflamak; çok güçsüz olmak. Çöp gibi (çöpten çelebi}: Çok zayıf, güçsüz (kimse). Çöpsüz üzüm : -1. Sorun çıkaracak pürüzleri olmayan, kârlı İş. -2. Bakmak zorunda olduğu çok yakın akrabası olmayan eş. Çubuğunu tüttürmek: Sorunsuz ve sıkıntısız bir hayat sürmek. Çukurunu kazmak: Birinin felaketine yol açacak girişimlerde bulunmak. (Kars. Tuzak kurmak.) Çulu düzeltmek (düzmek): -1. Giyimini yenilemek. -2. Paraca iyi duruma gelmek. Çürük tahtaya basmak: İncelemeden, önlem almadan tehlikeli bir işe girişmek; aldatılmak. |
Deyimler'in Açıklaması
<< D >>
Dağa çıkmak : Hükümete başkaldırıp dağda, kırsal yörelerde eşkıyalık yapmak. Dağa kaldırmak (birini) : İstediğini elde etmek için birini dağa kaçırmak. Dağ başı: -1. Kent dışı, ıssız yer. -2. Yasaların geçmediği, herkesin dilediğini yapabileceği yer. Dağdan gelip bağdakini kovmak : Sonradan geldiği halde oraya kendinden önce gelip yerleşmiş olanların hakkını çiğnemek, onları beğenmez olmak. Dağ (doğ ura doğ ura bir) fare doğurmuş (doğurdu) : “Büyük sonuç vermesi beklenen şey küçük bir verim sağladı.” anlamında. Dağ (dağlar) gibi: -1. Pek iri, çok güçlü (kimse). -2. Göz korkutacak ölçüde çok olan (şey). Dağlar dayanmaz : “Bu aa felaketin üzüntüsü dayanılacak gibi değil. anlamında. Dağ taş : Her yan, her taraf. Daha iyisi can sağlığı: Elde edilen bir şeyle ya da karşılaştırılan bir durumla yetinilmesi gerektiğinde söylenir. Daha (daha da) neler: -1. “Öyle şey olur mu?” -2. “Amma yaptın ha!” anlamında. Dalavere çevirmek (döndürmek) : Gizli bir iş çevirmek, yasadışı yollardan iş becermek. Dalavere dönmek : Gizliden gizliye bir aldatmaca hazırlanmak. Dal budak salmak: -1. Bir konudaki haber ya da söylenti, her yana yayılıp genişlemek. -2. Gelişip büyümeye başlamak. Daldan dala konmak (atlamak) : Sık sık iş, konu ya da düşünce değiştirmek. Dalgacı Mahmut: Yapılması gereken bir işi benimsemeyen, kaytana kimse için şaka ya da alay yollu söylenir. Dalga geçmek : -1. Yapması gereken işle uğraşmayıp zihni başka yerde olmak. (Kars. Tünel geçmek.) -2. Biriyle alay etmek, belli etmeden eğlenmek; matrak geçmek. (Kars. Maytaba atmak.) -3. Biriyle geçici gönül ilişkisi kurmak. Dal gibi: Çok ince, çok zayıf (kimse). Dalına basmak (birinin) : Hoşlanmadığı bir davranışta bulunup onu kızdırmak. Dalına binmek (birinin) : Onu tedirgin edici, kızdırıcı davranışta bulunmak. Dallanıp budaklanmak: Bir iş ya da bir sorun genişleyerek karmaşık bir durum almak, çözümü güç bir duruma gelmek. Dallı budaklı: Çok ayrıntılı, karmaşık, çapraşık, anlatılması ya da çözümü güç olan. Dama çıkmak : Cinsel dürtüsü azmak, bunu dışa vurmak. Damağı kurumak : Çok susamak; boğazı kurumak. Damak zevki: Yiyeceklerden tat alma, yemekten haz duyma. Damarına basmak; Duyarlı olduğu bir konuya değinerek onu kızdırmak. Damarı tutmak : Huysuzluğu üzerinde olmak, aksiliği tutmak. Dama taş; gibi oynatmak (birini) : Bir kimsenin yerini keyfi olarak sık sık değiştirmek; onu bir yerden bir yere göndermek ya da atamak. Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak söz söylemeyi, ya da söylenen sözü anlatmak için kullanılır. Damgasını taşımak (bir şey, bîr şeyin) : Bir şey söz konusu şeyin özelliğini taşımak. Damgasını vurmak (birine, bir şey): O kimse için kötü bir yargıya varmak; onu kötü bir adla adlandırmak. Damgasına vurmak (biri, bir şeye kendi): O şeye kendisiyle ilgisi olduğunu ya da kendi yapıtı olduğunu belli edecek nitelikler vermek. Damga vurmak (birine) : Onun hakkında kötü bir yargı vermek. Damga yemek ; Hakkında kötü bir yargı yerilmiş olmak. Damoktesira (Demoktes’in) kılıcı (gibi): Oiumsuz durumlarda gerçekleşme olasılığı bulunduğunu hissettiren tehdit. Dam üstünü saksağan, vur beline kazmaytı : Hiç ilgisi yokken ve birdenbire söylenen söz ya da söz söyleme için alay yollu kullanılır. Dananın kuyruğu kopmak : Beklenen ya da korkutan durum gerçekleşmek. Danışıklı dövüş : Başkalarını aldatmak ya da atlatmak amacıyla Önceden yapılmış gizli bir anlaşmaya dayanan tutum, davranış. Dara düşmek : Para sıkıntısı çekmek. Dara gelmek: -1. Aceleye gelmek. -2. Zorunda kalmak, mecbur olmak. Dara getirmek (bir şeyi, birini): Onu aceleye getirmek, onun sıkışık durumundan yararlanmak. Dar boğaz : Sıkıntılı, bunalımlı durum, dönem. Darda kalmak : -1. Paraca sıkıntıya düşmek. -2. Zor duruma düşmek Dar gelirli: Geliri, gereksinmelerini tam olarak karşılayamayan (kimse). (Kars. Orta direk.) Darısı (dostlar) başına : “İyi, mutlu bir olayın benzerlerini dostların da görmesini dilerim.” anlamında. Dar kaçmak (bir yerden, bîr şeyden): Kendisi için tehlikeli olabilecek bir yerden, bir şeyden güçlükle kurtulmak. Dar kafalı: -1. Anlama yeteneği sınırlı olan, anlayışsız (kimse). -2. Tutucu (kimse). Davulu biz çaldık, parsayı başkası (el) topladı: “İşi biz yaptık, karşılığını başkası aldı.” anlamında. Dayak arsızı: Dayak yemeğe alışmış (kimse, özellikle çocuk). Dayak atmak (birine): Onu dövmek; kötek atmak. Dayak düşkünü (düşmanı) : Dövülmesine yol açacak hareketlerde bulunmayı alışkanlık haline getirmiş (kimse). Dayak kaçkını: Dayak hak etmiş (kimse). Dayak yemek: Dövülmek; kötek yemek. Dediği dedik (çaldığı düdük): Kendi bildiğinden dönmeyen, sözünde ısrar eden (kimse). Dediğine gelmek : Birinin önceden kabul etmediği düşüncesini sonradan uygun bulmak Defibela kabilinden : (esk.) Başından savmak için istemeye istemeye: Defihacet etmek :fesk.) Büyük aptesini yapmak (Kars. Aptest bozmak.) Defterden silmek (birini) : Onun adını anmaz olmak, onunla ilişkiyi kesmek, yakınlığa son vermek Defteri dürülmek : Öldürülmek -2. İşten uzaklaştırılmak Defteri kabarmak : Borcu çoğaldıkça çoğalmak. Defteri kapamak: Sözü edilen işi artık yapmaz olmak, o işten bundan böyle hiç söz etmemek. Defterini dürmek (birinin) : -1. Onu öldürmek ortadan kaldırmak. -2. Onu perişan edecek bir düzen kurmak. Değer biçmek (bir şeye) : O şeyin paraca _ karşılığını saptamak, fiyatını belirlemek, kıymet biçmek. Değer vermek : Özel İlgi ve saygı göstermek; k.yms-t w#nm-.k. Değil mi ki: Madem, mademki. Değirmenin suyu nereden geliyor? : “Söz konusu İşin yapılmasını karşılayacak para nasıl sağlanıyor?” anlamında. Değiştokuş etmek : Değerce eşit olan şeyleri karşılıklı alıp vermek, takas etmek Değme keyfine : “O durumdan çok hoşnut, memnun.” anlamında. Deli çıkmak : Aklım kaç r m ak. Deli divane olmak: Bir şeye, kimseye aşırı derecede tutkun olmak; onu çıldırasıya sevmek Deli dolu : Kabına sığmayan, taşkın ruhlu (kimse). Delik deşik etmek (bir şeyi, birini*): -1. Bir şeyin her yanında delikler açmak -2. Yaralayıcı bir aletle bir canlının vücudunda birçok yara aç m ak. Deliksiz uyku : Hiç ara vermeden uyunulan ve uzun süren uyku. (Kars. Ağır uyku.) Deli olmak (bîr şeye) : -1. Ona kendinden geçercesine bağlanmak onu çok sevmek -2. O şeyden ötürü çok sinirlenmek Deli pösteki sayar gibi: Çok karışık, çok parçalı ve iç sı ki a bir işle uğraşır tarzda. Deli saçması: Çok saçma ve anlamsız söz. Deme gitsin (değme gitsin): “Anlatılması çok güç.” anlamında. Demeye getirmek: Düşüncesini dolaylı yoldan söylemek; dediği gibi olmasını, yapılmasını ima etmek Demir atmak: Bir yerde uzun süre kalmak Demir gibi: -1. Pek sağlam, katı, sert (şey). -2. Çok kuvvetli (kimse). Demir leblebi: -1. Başarılması çok zor olan iş. -2. Alt edilmesi güç, ödün vermeyen, inatçı (kimse). Dem vurmak (bir şeyden) : Bir konudan söz etmek Demokles’in kılıcı (gibi): bk Damokles’in kılıcı (gibi). Deneme tahtası: Üzerinde bilgisizce tedavi, onarım gibi iş yapılan kimse ya da nesne. Dengi dengine : Herkes, eşit olduğu, kendine uygun olan kimseyle. Denizden geçip derede boğulmak : bk Çaydan geçip derede boğulmak. Denk gelmek: -1. (Biçim yönünden) Uygun düşmek uygun gelmek -2. (Zaman yönünden) İyi rastlamak, uygun gelmek. Derdi günü : -1. Baş düşüncesi . -2. Asıl uğraşısı. Derdine düşmek (bir şeyin) : -1. Yersiz bir hevese kapılmak. -2. Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını aramak Derdini dökmek : Derdini, sıkıntılarını ayrıntılarıyla anlatmak. Derdini Marko Paşa’ya anlat : “Derdini giderecek, seni dinleyecek kimse yok.” anlamında. Dereden tepeden (konuşmak) : Şundan bundan, bir konudan diğerine geçerek (konuşmak). Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken hazırlanmaya başlamak. Derinden derine : -1. İyice uzaklardan, anlaşılmayan yerlerden. -2. Oldukça gizli, hiç kimseye duyurmadan. Derin derin düşmek : -1. Üzüntülü düşüncelere dalmak. -2. Uzun süre düşünceye dalmak. Derisini yüzmek : -1. Birinin varını yoğunu zorla elinden afmak. -2. İşkence ederek öldürmek. Derli toplu : Düzeni seven, tertipli (kimse). -2. Düzgün, düzenli (şey). Derme çatma : -1. Gelişigüzel nesnelerden yapılan (ev vb.). -2. Oradan buradan devşirilen (düşünce vb.). Ders almak (bir şeyden) : Genellikle kötü bir olaydan yararlı sonuç çıkarmak; ibret almak. Ders olmak (bir şey, birine): O şey bir kimse için öğretici bir örnek oluşturmak; ibret olmak. Ders (dersini) vermek (birine) : -1. Sert bir karşılıkla onu yola getirmek, sert davranmak, azarlamak. -2. Oyunda yenmek. Dert ortağa: İnsanın kötü günlerinde dertlerini dinleyen, çözümlemeye Çalışan dostu, arkadaşı. Dertsiz başını derde sokmak : Hiç gerekmediği halde, kendisi için tehlikeli ya da can sıkıcı olacak bir işe girişmek. Dert yanmak (bir şeyden, birinden) : O şeyler, kimseyle ilgili şikâyette bulunmak. Desteksiz atmak : Bir şeyden abartarak söz etmek, bir temele dayanmadan konuşmak. Dev adımlarıyla ilerlemek : Kısa sürede pek büyük bir gelişme göstermek. Devede kulak : Karşılaştırılan şeye göre daha önemsiz, küçük1 olan (şey). Deve gibi: Uzun boylu ve hantal (kimse). Deve kini: Unutulmayan, kolay kolay geçmeyen kin. Devekuşu gibi başını kuma gömmek, (sokmak) : -1. Bir tehlike anında hiç yaran olmayacağı halde kendisini korumaya çalışmak. -2. Başkalarını aldattığını sanıp aslında kendisini aldatmak. Deveyi havutuyla (hamutuyla) yutmak: Haksız çıkar sağlamak, hırsızlık etmek. Devlet kapısı: Devlet dairesi, devlet işlerinin görüldüğü resmi daire. Devlet kuşu : İyi talih. Devlet sırrı (gibi): Son elerce gizli tutulan şey. Devreye girmek: Çözüm getirmek amacıyla ilgilenmek, kanşmak, araya girmek. Dırıltı çıkarmak : Kavga, tatsızlık çıkmasına neden olmak. Dışarı uğramak: Kendini bir anda dışarı atı vermek. Dışa vurmak (bir şeyi): -1. Onu belli etmek, tutum ve davranışlarından, bir şeyin etkisinde olduğu belli olmak. -2. Duygularını saklamayı p belli etmek. . Dışı eli yakar, içi beni: Başkalarına iyi ve elverişli görünen, asıl ilgili kişiye gerçekte kötülük getiren şey, durum ya da kimse için kullanılır. Dibi kırmızı balmumuyla çağırmak (birini): Onu özel bir önem vererek çağırmak. Dibine darı ekmek (bir şeyin): Ona şeyi tümüyle tüketmek, hiçbir şey bırakmamak. Dibi tutmak: Kaynamakta olan bir tencerenin içindeki yemeğin dipte kalanı tencereye yapışmak. Didik didik etmek (bir şeyi, yeri) : Onu, orayı en küçük ayrıntısına kadar incelemek, aramak. Dik âlâsı (bir şeyin): Hoş olmayan bir durum ya da hoş karşılanmayan bir davranışın son kertesi. Dik başlı (kafalı): Boyun eğmez, asi karakterli, inatçı (kimse). Dik dik bakmak (birine, yüzüne) : O kimseye sert, kızgın, öfkeli bir ifadeyle bakmak. Diken üstünde gibi (olmak) : Tedirgin, rahatsız (ot m ak). Diken üstünde oturmak (durmak) : -1. Eğreti bir biçimde oturmak. -2. Tedirgin bir durumda olmak. -3. Bulunduğu yerden her art gidecek, aynlacakmış gibi olduğunu düşünmek. Dikili ağacı olmamak : Hiç malı mülkü olmamak. Dikine gitmek (birinin): O kimsenin sözünü dinlemeyip kendi bildiğini yapmak. Dikiş tuturamamak : Çeşitli nedenlerle bir iş yerinde tutunamamak. Dikiz etmek (birini, bir yeri, şeyi): Onu gözetlemek, ona gizlice bakmak. Dik kafalı: bk. Dik başlı. Dikte etmek (bir şeyi, birine): İsteklerini ona zorla kabul ettirmek Dikkate almak (bir şeyi): Onu da gözönünde bulundurmak. (Kars. Göz önüne almak, hesaba katmak, kaale almak. Dil çıkarmak (birine): Onunla alay etmek, eğlenmek. Dilden dile dolaşmak: Bir haber, herkesin ağzında söylenir olmak, herkesçe konuşulmak Dil (diller) dökmek (birine): Kandırmak, inandırmak ya da yaranmak İçin onun hoşuna gidecek sözler söylemek, yalvarmak yakarmak. Dile (dillere) düşmek : Yaptıkları hakkında dedikodu çıkmak; dile gelmek. Dile gelmek: -1. bk. Dile düşmek -2. Konuşma yeteneği yokken ya da herhangi bir nedenle bu yeteneğini kaybetmişken konuşmaya başlamak. Dile getirmek (bir şeyi, birini) : -1. Onu açıklamak, anlatmak. -2. Onu konuşturmak. Dile kolay : “Anlatması kolay gibi görünür ama öyfe zor, öyle güç ki!” anlamında. Dili açılmak (çözülmek): Herhangi bir nedenle konuşmazken konuşmaya başlamak. Dili ağırlaşmak : Hastalığı yüzünden güçlükle konuşmak Dili bir karış : Büyüklerine karşı konuşurken saygısızlık eden kimse için söylenir. Dili bir karış dışarı çıkmak : Çok yürümekten ya da konuşmaktan dolayı aşırı yorulmak. Dili çalmak : Konuşması, söyleyişi bir başka dili andırmak. Dili çözülmek : bk. Dili açılmak. Dili damağı kurumak : Çok konuşmaktan, heyecandan, susuzluktan ağzı kurumak, çok susamak; boğazı, damağı kurumak. Dili damağına yapışmak : Uzun süre su içmediğinden ağzı kurumak Dili dolaşmak: Korkudan, hastalıktan ya da sarhoşluktan söyleyeceği şeyi bir türlü anlatamamak Dili döndüğü kadar: Anlatım gücü elverdiği ölçüde. Dili dönmemek : Anlatmak istediğini tam söyleyememek Dilimin ucunda : Bir adın, sözün, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım-sanamaması durumunda söylenir. Dilinden anlamak (birinin, bir şeyin) : -1. Onun ne demek istediğini kavramak. -2. Söz konusu şeyin özelliğini, o şey üzerinde ne yapılması ^gerektiğini bilmek |
Deyimler'in Açıklaması
Dilinden düşürmemek (bir şeyi, birini) : Hep aynı kişiyi ya da şeyi anlatmak, hep ondan söz etmek.
Dilinden kurt ula mamak : Eleştirilerinden, siteminden, iğnelemelerinden, sataşmalarından kurtulamamak. Dilinde tüy bitmek: Nasihat etmekten, yol göstermekten bıkıp usanmak. Diline dolamak (bir şeyi, birini) : -1. Aynı şeyi sık sık her yerde söylemek. -2. Bir kimseyi her yerde kötüleyip durmak. Dilini eşek arası soksun : “Bundan böyle hoşa gitmeyecek söz söyleyemez ol (olsun)” anlamında ilenç sözü. Dilinin altında bir şey olmak : Söz ve davranışlarından bir şeyler sakladığı belli olmak. Dilinin ucuna gelmek (bîr şey) : O şeyi, söyleyecek durumdayken herhangi bir düşünceyle söylemekten vazgeçmek. Dilinin ucunda olmak : Çok iyi bildiği bir şeyi o anda hatırlayanıamak. Dilini tutmak: Sonunu düşünerek rastgele söz söylemekten sakınmak. Dili tutulmak : Korku, heyecan yüzünden konuşamaz duruma gelmek. Dili uzamak : Haddini bilmeden konuşmaya başlamak. Dili varmamak (bir şeye, söylemeye) : Kötü bir şey söylemeye niyetlenmişken söylememek, kendini tutmak; ağzı dili varmamak. Dillere destan olmak : Herkes tarafından uzun uzun kendisinden söz edilir olmak. Dil uzatmak (bir şeye, birine): Saygı duyulan bir kimse ya da kutsal bir yer, şey hakkında yakışık almayacak, aşağılayıcı sözler söytemek. Dil yarası: Acı sözün yarattığı gönül kırgınlığı. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak : Daha iyi şeyler elde etmeye çalışırken elindekini de yitirmek. Dinden imandan çıkmak : Çok öfkelenmek. Dini bütün : Dinine çok bağlı, inana sağlam olan, dindar (kimse). Dini imanı para : Paraya tapar gibi düşkün olan, paradan başka hiçbir şey düşünmeyen (kimse). Dip bucak : -1. Göze çarpmayan yer. -2. Kıyı köşe. Dirlik düzenlik : Birlikte yaşayan, çalışan kimseler arasındaki iyi geçinme duruma. Dirlik yüzü görmemek : Yaşamı boyunca huzur ve rahata kavuşmamak. Dirsek çevirmek (birine) : Daha önce işbirliği yaptığı kişiye, çıkar ilişkisi son bulunca olumsuz tavır takınmak. (Kars. Yüz çevirmek.) Dirsek çürütmek: Bilgisini arttırmak İçin uzun süre masa başı çalışması (öğrenim) yapmış olmak. Diskur geçmek (çekmek) (birine): Onunla yaptıktan, yapması gerekenler konusunda uzun bir konuşma yapmak; nutuk çekmek. Diş bilemek (birine): Kızdığı birine kötülük yapmak için fırsat kollamak. Dişe dokunur : İşe yarar, belirtilmeye değer, önemli. Diş geçirememek (birine): O kimseye istediğini yaptırmaya gücü yetmemek. Dişinden tırnağından artırmak : Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek para biriktirmek. Dişinin kovuğuna (oyuğuna) bile gitmemek: Yediği yiyecek ya da elde ettiği, payına düşen şey kendisine pek az gelmek. Dişini sıkmak : Güçlük ve sıkıntılara katlanmak, dayanmak. Dişini tırnağına takmak: Çok büyük güçlüklere, sıkıntılara, katlanmak; bütün gücünü kullanmak. Diyeceği olmamak: Bir itirazı, söyleyecek herhangi bir sözü bulunmamak. Dize gelmek: -1. Baş eğmek, boyun eğmek. -2. Yenilip teslim olmak. Dize getirmek (birini) : -1: Kendisine direneni alt ederek buyruğuna uyacak duruma getirmek. -2. Yenip teslim almak. Dizini dövmek : Çok pişman olmak. Dizinin dibi: Yanı başı. Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman, güç kalmamak. Dizlerinin bağı çözülmek : Korku, aşırı yorulma gibiTar nedenle ayakta duramayacak duruma gelmek. Dobra dobra (söylemek, konuşmak): Hiç çekinmeden, sakınmadan, gerçeği, düşündüklerini olduğu gibi (söylemek). Doğru bulmak (bir şeyi) : Onu uygun görmek, onaylamak. Doğru çıkmak : Gerçek olduğu gibi anlaşılmak. Doğrudan doğruya: Hiçbir aracı kullanmadan, araya başka bir şey girmeden. Doğru doğru dosdoğru : “En doğrusu şu ki.” anlamında. Doğru durmak : Uslu.durmak, yaramazlık yapmamak. Doğru dürüst: -1. Kusuru, yanlışı, eksiği olmayan kimse ya da şey için söylenir. -2, Kusursuz, yanlışsız, eksiksiz biçimde, tam olarak. Doğru oturmak : Uslu durmak. Doksan kapının ipini çekmek: Her yere uğramak; kırk kapının ipini çekmek. Dokuz canlı: Ölümle sonuçlanabilecek birçok tehlikeyi atlatıp sağ kalabilen (kimse ya da canlı). Dokuz doğurmak : Merakla, heyecanla, korkuyla beklemek. Dokuz yorgan eskitmek (parçalamak): Çok uzun yaşamak. Dolap beygiri gibi dönüp durmak : Dar bir çevrede aynı işi sürekli olarak yapıp durmak. Dolap çevirmek (döndürmek) : Hile ile, yalan dolan ile iş görmek, düzen kurmak. Dolu dizgin gitmek : -1. Son hızla koşmak. -2. Önüne geçilemeyecek biçimde olmak. Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: “Hangi yolu denedi yse m olmadı, çözüm yolu bulamadım.” anlamında. Domuzdan (bir) kıl çekmek (koparmak): Sevilmeyen ya da eli sıkı olan birinden az da olsa bir şey elde etmek. ‘ Dona, çekmek (hava): Hava sulan donduracak ölçüde soğumak. Don çözülmek : Hava ısınmaya başlayarak buzlar çözülmek. Don gömlek : Üzerinde sadece iç çamaşırı olmak üzere. Don tutmak : Donmak, buz tutmak. Dost düşman : Herkes. Dosta düşmana karşı: Dosttan üzmemek, düşmanları sevindirmemek için. Dostlar alışverişte görsün (diye) : “Sın” gösteriş olsun, iş görüyor densin (diye).” anlamında. Dostlar başından (dostlardan) ırak: “Dostlar böyle kötü durumlarla karşılaşmasınlar.” anlamında. Doyum olmamak (bir şeye): O şeyden hiçbir şekilde bıkmamak, tadına doyulmamak. Dozunu ayarlamak : Ölçülü olmak; ölçülü davranmak. Dozunu kaçırmak : Aşırı gitmek, ölçüyü aşmak. Dönüm noktası: Bir olayın ulaştığı yeni bir aşama. Dört ayak üstüne düşmek: Ummadığı bir şeyi, fazla emek harcamadan edinivermek.-2.Tehlikeli bir durumu kazasız belasız atlatmak. Dört başı mamur (bayındır): Her bakımdan istenildiği gibi olan, kusursuz, mükemmel, yetkin. Dört bir tarat: Her yer, her taraf. Dört dönmek : Bir iş için telaşla oraya buraya koşmak, koşuşturup durmak. Dört dörtlük : Her yönüyle tam, kusursuz, mükemmel olan. Dört duvar arasında (kalmak) : Evde, kapalı bir yerde (kalmak), Dört elle sarılmak (yapışmak) (bir şeye) (birine) : -1. O şeyi İyice benimseyerek ve özenle yapmak için ele almak. -2. Destek ya da yardım umulan kimseyle sıkı bağlar kurmak. Dört gözle bakmak : Dikkatlice bakmak. Dört gözle beklemek : Çok isteyerek, özlemle,-sabırsızlıkla beklemek. Dört köşe olmak; Çok keyiflenmek, büyük zevk duymak, çok sevinmek. Dört yanı deniz kesilmek : Her yönden çaresizlik, umutsuzluk içinde kalmak. Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini belirten davranışta bulunmak, umursamamak. Dudak ısırmak : -1. Biçimsiz, ayıp bir duruma şaşmak. -2. Hayran kalmak. Dudakları titremek : Ağlayacak duruma gelmek. Dudak sarkıtmak : Hoşnutsuzluğunu, üzüntüsünü yüz ifadesiyle belli etmek; surat asmak, somurtmak. Dudak tiryakisi: Sigarayı dumanını içine çekmeden dışarı üfleyerek içen tiryaki. Duman almak (bir yeri) (bir şeyden) : -1. Orayı sis bürümek, sis kaplamak. -2. Sigaradan ya da sigara gibi sarılmış uyuşturucudan içine çekmek. Duman altı olmak: Esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek. Duman attırmak : Birini üstünlüğünü göstererek korkutmak, sindirmek. Duman etmek (birini, bir şeyi): -1. Onu yok etmek, dağıtıp bozmak. -2. Başarı göstermek, yenmek. Dumanı üstünde : Çok yeni, çok taze olan. Duman olmak : İşi, durumu bozulup, çok kötü duruma düşmek. Dumura uğramak : Körelmek, canlılığını yitirmek, işlevini yapamaz olmak. Dur dinlen yok (dur otur yok, dur durak yok) : Durup dinlenme bilmeden, hiç ara vermeden sürekli çalışmayı anlatır. Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim : “Bana neler ne-ler yaptığını biliyorum, hele bir buraya yerleşeyim, sonra gör, sana neler yapacağım.” anlamında tehdit sözü. Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu : “Bıkmadı, sabretti, ama sonunda olumlu bjr sonuç, güzel bir şey ya da büyük bir kazanç elde etti.” anlamında gıpta sözü. Durduğu (durduk) yerde : -1. Hiçbir emek harcamadan. -2. Gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken; durup dururken. -3. Hatası ya da suçu olmadığı halde. Durmuş oturmuş : -1. Davranışları ve düşünceleri tutarlı olan, olgun (kimse). -2. Büyük sorunları kalmamış, uzun süredir rahat bir yaşama biçimine girmiş (yer).. Durumu bozulmak: -1. Parasal gücü azalmak, giderleri karşılayamaz olmak. -2. Eriştiği güzel durum kötüye gitmek. Durumu düzelmek: -1. Parasal gücü iyileşmek. -2. önceki iyi durumuna kavuşmak. Durup dinlenmeden : Aralıksız, arka arkaya, sürekli olarak. * Durup dururken : -1. Birdenbire, ansızın, -2. Hiçbir neden yokken, hiç gereği olmadığı halde, hiç gereği yokken, durduğu yerde. Dut gibi olmak: -1. Çok içip sarhoş almak. -2. Utanmak, bozum olmak, mahcup olmak. Dut yemiş bülbüle dönmek : Önceleri neşeli ve konuşkan iken» hiç sesi çıkmaz olmak. Duymazlıktan (duymamazlıktan) gelmek : Duymamış gibi davranmak. Düdük gibi: (Pantolon için) Kısalmış, dar, sıkı. Düdük makarnası: Anlayışsız, sersem (kimse). Düğüm noktası: Bir işin sonuçlandın İm ası için öncelikle çözüme kavuşturulması gereken en zor yanı. Düğümü çözmek : Anlaşılması güç bir şeyi açıklığa kavuşturmak. Düğüm üstüne düğüm atmak : Hiç para harcamayıp birikim yapmak. Düğün bayram etmek : Çok sevinmek. Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü : “Ortada bir neden yokken, niçin bu kadar yakınlık gösteriyor.” anlamında. Dümdüz etmek (bir şeyi, yeri) : Onu yıkmak, kırıp dökmek, ezmek, yerle bir etmek. Dümdüz olmak : Ezilmek, yıkılmak, kırılıp dökülmek, yerie bir olmak. Dümen çevirmek : Hileye başvurarak iş görmek. Dümen suyunda gitmek (birinin) : Bir kimseye her yönden bağımli olmak, onun izinden yürümek. Dümen yapmak : Dalavereyle, hüeyie başkasını aldatmaya çalışmak. Dümenine bakmak : Çıkarından başka işle uğraşmamak, yasadışi yol-iarla da olsa çıkarına çalışmak. Dün bir bugün iki: “Daha çok. fazla zaman geçmiş değil.” anlamında bir şeyin erken olduğunu anlatır. Dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi. Dünden bugüne : Çabucak, az zamanda. Dünden razı (hazır): “Bir öneriyi hemen seve seve kabul eden kimse için söylenir. Dünkü çocuk : Genç, acemi, deneyimsiz (kimse). Dünya ahret kardeşim olsun : “Karşı cinsten bir kimseye kardeşlik duygusundan başka bir duygu beslemem, kardeşim gözüyle bakarım, ona kötü gözle bakmam.” anlamında. Dünya âlem : Herkes, tüm insanlar. Dünya başına yıkılmak : Dayanamayacağı kadar büyük bir yıkıma uğrayıp tüm umutlarını yitirmek, dirliği ve düzeni karmakarışık olmak. Dünya bir araya gelse : “Tüm insanlar birlikte davranarak karşı olsa, engel olmaya çalışanlar çıksa bile, vız gelir.” anlamında. Dünyadan elini eteğini çekmek : Çevresiyle, çevresinde olan bitenlerle ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak. (Kars. Bir köşeye çekilmek, inzivaya çekilmek.) Dünyadan geçmek (el çekmek, vazgeçmek) : Bir köşeye çekilip, toplum yaşamından uzak durmak, kendi halinde yaşamak. Dünyadan haberi olmamak : Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olmamak. Dünyada olmaz (gelmez vb): Kesinlikle olmayacak yapılmayacak bir şey için söylenir; hayatta olmaz. Dünya durdukça : Sonsuzluğa dek, ebediyen. Dünya evine girmek : Evlenmek, yuva kurmak. Dünya (gözüne, ona) zindan olmak (kesilmek) : Umutlarını yitirmek, karamsarlığa düşmek. Dünya gözüyle (görmek}: Sağ iken, ölmeden Önce, sağlrğında (görmek). Dünya kadar : İstemediğin kadar, çok bol. Dünya kazan ben kepçe : “Çok arandı, aranmadık yer bırakılmadı, her yer gezildi.” anlamında. Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek. Dünyalığı(m) doğrultmak : Yaşadığı sürece yetecek kadar para kazanmak ya da gelir sağlamak. Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu anlamak: Yaşamın zorluğunu, insanın çetin engellerle karşılaşabileceğini öğrenmek; Hanyayı Konya’yı öğrenmek. Dünyanın kaç bucak (köşe) olduğunu göstermek (birine) : Onu yaptığına pişman etmek, ona hak ettiği cezayı vermek. Dünyanın öbür (bir) ucu : Çok uzak yer. Dünyası yıkılmak : Yaşama umudu yıkılmak, güzel hayalleri son bulmak. Dünya varmış : “Oh! bunaltıcı, üzücü, sıkıntılı bu durumdan kurtuldum.” anlamında. Dünyaya gelmek: Doğmak. Dünyaya getirmek: Doğurmak. Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): Ömrü bitip Ölmek. Dünyaya kazık kakmak : Çok yaşamak, uzun ömürlü olmak. Dünyayı gözü görmemek: Sıkıntı, üzüntü, öfke, karamsarlık, hınç ya da çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünmemek. Dünyayı haram etmek (birine) ; Ona hayatı yaşanılmaz duruma getirmek. Dünyayı toz pembe görmek : En kötü, en acıklı durumlarda bile iyimser olabilmek, durumun iyi yönleri bile olduğunu düşünmek. Dünyayı tutmak : Her yerde duyulmak, ünü yayılmak. Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorum M uk duygusu gelişmemiş, hiçbir şeyle ilgilenmez, kaygısız, tasasız, gamsız kimse için söylenir. Dünyayı zindan etmek (birine) : Onu çok sıkıntılı bir duruma sokmak. Dünya zindan olmak (birine) : Umutlarını yitirmek, İyice karamsar olmak. Dürbünün tersiyle bakmak (bîr şeye) : Söz konusu şeyi çok küçümsemek, olduğundan daha az değerli, önemli görmek. Düş görmek : Uyurken zihinde olay ve düşünceler belirmek; rüya görmek. Düş gücü : Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği; hayal gücü. Düş kırıklığı: Çok istenilen, beklenilen ya da umulan bir şeyin gerçekleşmemesi halinde beliren duygusal durum; hayal kırıklığı. Düş kurmak : Olmamış bir şeyi, olması olanaksız ya da gelecekte olabilecek bir şayi hayalinde canlandırmak; hayal kurmak. Düşe kalka : Güçlüklerle karşılaşarak, zor bela; iyi kötü. Düşüncesini açmak (birine) : Herhangi bir konudaki görüşünü, endişesini bildirmek. Düşüncesini almak : Herhangi bir konuda görüşünü öğrenmek. Düşüncesini okumak : Birinin ne düşündüğünü anlamak. Düşünceye dalmak : Dalgın bir durumda derin derin düşünmek. Düşünceye varmak: Bir kanıya ulaşmak, çözümü bulmak. Düşün düşün, boktur işin : Durumu kötü olan, hiçbir çıkar yol bulamayan kimsenin kendi kendine söylediği söz. Düşünüp taşınmak : Bir konuyu her yönüyle iyice düşünmek, buna göre karar vermek. Düşüp kalkmak (biriyle): -1. Biriyle yasa ve törelerin uygun görmediği biçimde, birlikte yaşamak. -2. O kimseyle yakın ilişki içinde bulunmak, yakın arkadaşlık etmek. Düttürü Leyla: Çok dar ve kısa giyinmiş kadın için söylenir. Düzene koymak (sokmak) (bir şeyi): -1. Yolunda gitmesini sağlamak, uygun biçimde çalışır duruma getirmek. -2. Dağınıklıktan kurtarıp derli toplu duruma getirmek. Düzen kurmak: -1. Gerekli araç ve gereçleri kullanıma sokarak, onlara işlerlik kazandırmak. -2. Hileye başvurmak, dolap çevirmek. Düzlüğe çıkmak : Engelleri aşmak, işini,yoluna koymak. |
Deyimler'in Açıklaması
<< E >>
Eceli gelmek : -1. İnsanın yaşamı doğal olarak sona ermek, eceli ile ölmek. -2. Doğal olmayan bir nedenle ölmek ya da öldürülmek. Eceline susamak : Ölümüyle sonuçlanabilecek tehlikeli davranışlarda bulunmak. (Kars. Belasını aramak, ölümüne susamak.) Ecel şerbeti içmek : Ölmek. Ecel teri dökmek : Tehlikeli bir durum karşısında büyük korku ve kaygı duymak; kendini ölecekmiş gibi hissetmek. Eciş bücüş : Çirkin görünüşlü. (Kars. Çarpık çurpuk, eğri büğrü.) Edebiyat yapmak: Bir konuda süslü, yapmacıklı boş sözler söylemek. Efkâr dağıtmak : Kaygıyı, üzüntüyü, tasayı neşelenerek, eğlenerek gidermeye çalışmak. Efradını cami, ağyarını mani: (esk.) “Gerekli her tür şeyi içeren, gereksizleri konu dışı bırakan” tanım için söylenir. Eğri büğrü : Eğilmiş, bükülmüş; çarpık çurpuk. (Kars. Eciş bücüş.) Ekalliyette kalmak : bk. Azınlıkta kalmak. Ekin iti: Başını yukarı kaldırıp herkese yüksekten bakan kimse için kullanılır. Ekmeğinden etmek (birini) : Onu işinden çıkarmak, atmak. Ekmeğinden olmak (biri) : Geçimini sağlayan işinden zorunlu olarak ayrılmak. Ekmeğine yağ sürmek (bir şey, birinin) : İstemeden, düşüncesizce yaptığı bir iş, karşı tarafın işine yaramak. Ekmeğini çıkarmak : Geçimine yetecek kadar kazanç sağlamak. Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi sağlayacak duruma gelmek, (Kars. İş tutmak). Ekmeğini taştan çıkarmak : Geçimini sağlama konusunda pek becerikli, yetenekli olmak. Ekmeğini yemek (birinin): -1. Birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak. -2. Geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak. Ekmeğiyle oynamak (birinin) : Bir kimse kendisinin ya da başkasının işini kaybetmesine neden olmak. Ekmek aslanın ağzında : “Geçimini sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak çok zor.’ anlamında. Ekmek elden su gölden : Çalışmayıp başkasının kesesinden bol bol yiyip içme. Ekmek kapısı : Bir kimsenin geçimini sağladığı yer ya da iş; geçim kapısı. Ekmek kavgası: Geçimini sağlama çabası. Eksik çıkmak : Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak. Eksik etek: Kadın, eş için aşağılama sözü. Eksik etmemek (bir şeyi) : -1. O şeyi her zaman bulundurmak. -2. Ona devam etmek, onu sürekli yapmak. Eksik gedik : Gerekli olan ufak tefek şeyler. Eksik gelmek : Gerekli olandan daha az olmak, yetmemek. Eksikliğini duymak (bir şeyin, birinin): O şeyin eksik, yarım, noksan olduğunun bilincine ermek; o kimseyi arar olmak. Eksik olma : “Sağ ol, var ol” antamında teşekkür sözü. Eksik olmasın : “Sağ olsun, var olsun” anlamında iyi dilek sözü. Eksik olsun : -1. “İstemem, gereği yok.” anlamında öfkeyle söylenir. -2. Kızılan bir kimse için “ölsün!” anlamında kullanılır. El açmak : Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma düşmek; avuç açmak. El alışkanlığı (yatkınlığı) : Bir işin birçok kez yapılması sonucu kazanı*** beceri, ustalık. El atmak (birinden) : -1. Tarikatlarda bir mürit, mürşidinden başkalarına yol gösterme iznini almak. -2. Bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş yapabilme iznini almak. -3. İskambil oyunlarında karşı taraftan daha kuvvetli kâğıdı oynayarak üstünlük sağlamak. El altından : İstenildiği zaman kolayca alınabilecek, bulunabilecek yerde, hazırda. El altında : Gizlice, kimsenin haberi olmadan. (Kars. Alttan alta, gizliden gizliye.) El atmak (bir şeye) : -1. Yeni bir işe başlamak. -2. Birisinin işine karışmak; müdahale etmek. -3. Birine sarkıntılık etmek. El ayak çekilmek : Ortalıkta kimse kalmamak, ortalık sessizleşip ıssızlaşmak. El basmak (bir şeye) : Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek. El bebek, gül bebek :Çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk İçin söylenir. El beğenmezse yel (yer) beğensin : “İnsanı beğenecek kişiler olmazsa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir.’ anlamında. El çabukluğu: -1. Bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı. -2. Bir şeyi sezdirmeden yapma. El çabukluğuna getirmek (bîr şeyi) : Bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak yapmak El çekmek (bir şeyden) : O şeyden vazgeçmek, artık onu yapmamak. El çektirmek (birisine, işten): Onu görevinden, İşinden uzaklaştırmak. Elde avuçta bir şey bırakmamak: Para, mal mülk, vb’yi savurganca harcayıp tüketmek. Elde avuçta bir şey kalmamak: Para, mat, mülk vb. harcanarak bitmek, tükenmek. Elde avuçta ne varsa : Elindeki bütün mal, mülk , para. Elde etmek (bir şey) (birini) : -1. Bir şeye sahip olmak, onu edinmek. -2. Bir şey meydana getirmek, üretmek. -3. Bir kimseyi kendi yanına çekmek. -4. Bir kimseyi kendi hizmetine almak. El değiştirmek: Bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir başkasına geçmek. El değmemiş : -1. Hiç kullanılmamış, hiç dokunulmamış. -2. Saflığı bozulmamış. Elde (elinde) kalmak: -1. Bir mal satılamadığı için olduğu gibi sahibinde durmak. -2. Harcamanın sonunda artmış olarak durmak. Elden ayaktan düşmek (kesilmek) : Hastalık ya da yaşlılık sonucu yürüyemez, iş yapamaz duruma gelmek. Elden çıkarmak (bir şeyi) : O şeyi satmak, başkasına devretmek. Elden çıkmak (bir şey): O şey satılmak, başkasına devredilmek. Elden düşme : Az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal). Elden (elinden) düşürmemek (bir şeyi) : O şeyle uzun süre yakından ilgilenmek. Elden ele : Bir kişiden ötekine. Elden ele dolaşmak : -1. Birçok kimsece alınıp bakılmak. -2. Birçok sahip değiştirmek. Elden geçirmek (bir şeyi) : -1. Onu incelemek, kontrol etmek. -2. Onu onarmak, düzeltmek. Elden gel: -1. “Seni kutlarım.” -2. “Parayı hemen ver.” anlamında. Elden gelmemek : Bir şey yapamamak, dayanamamak. Elden (elinden) geldiği kadar: Yapabildiği, mümkün olduğu kadar. Elden gitmek (bir şey, biri) : Onu yitirmek, ondan mahrum kalmak. Elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir. Elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi) : Onu elde etmek fırsatını yitirmek. Elde (elinde) tutmak (bir şeyi): Bir duruma ya da işe hâkim olmak. Ele almak (bir şeyi) : -1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak. -2. Bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek. Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlarda bulunmak. Ele geçirmek (birini, bir şeyi) : -1. Onu yakalamak. -2. Onu elde etmek, edinmek, ona sahip olmak. Ele geçmek: -1. Yakalanmak. -2. Elde edilmek. Ele gelmek : -1. Bir şey ele tutulabilir duruma gelmek. -2. Bebek kucağa alınacak kadar büyümek. Ele güne karşı: Herkese karşt, herkesin Önünde. El elde baş başta : “Hiçbir şey kalmadı, her şey tükendi.” anlamında. Et ele vermek (biriyle) : Onunla işbirliği yapmak, güçlerini birleştir-rnek. El emeği: -1. Elde yapılan iş, ürün. -2. Elle yapılan çalışmanın karşılığı, ücreti. El etek çekmek (bir şeyden) : -1. Artık o şeyle uğraşmaz olmak. -2. Kendini bütünüyle ibadete vermek. El etek öpmek : -1. İşini yaptırmak için çok yalvarmak. -2. Yaltaklanmak, hoş görünmeye çalışmak, dalkavukluk etmek. El etmek (birine) : Ona “gel” anlamında el sallamak. Ele verir talkını, kendi yutar salkımı : (ele verir öğüdü, kendi keser söğüdü) : “Başkasına verdiği öğüdü kendisi tutmaz, dahası tersini yapar.” anlamında. Ele vermek (birini) : -1. Suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber verip yakalatmak. -2. Aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetlerine yakalatmak. El gün : Herkes, el âlem. Eli açık : Cömert, para harcamaktan çekinmeyen (kimse). Eli ağır: -1. Yavaş iş yapan (kimse). -2. Eliyle vurduğunda acıtan kimse; ağır elli. Eli ağzında kalmak : Çok şaşırmak, şaşırıp kalmak. Eli alışmak (bir şeye) : -1. Bir işte ustalık kazanmak. -2. Herhangi bir davranışı alışkanlık haline getirmek. Eli altında otmak : Aradığı, istediği zaman bulabileceği yerde olmak. Eli armut mu devrişiyor? (eli armut devşirmiyor ya?) : “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir.” anlamında. Eli ayağı (kolu) bağlı kalmak : -1. Bir şey yapamayacak durumda olmak. -2. Yardıma olması, çözüm bulması gereken bir konuda, hiçbir şey yapamamak. Eli ayağı buz kesilmek: Aldığı üzücü bir haber yüzünden İş yapamaz duruma gelmek. Eli ayağı düzgün olmak : Bedence, görünüşçe kusursuz olmak, iyi görünmek. Eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşırmak, saçma sapan işler yapmak. Eli ayağı titremek :” Korkur sinir, vb. yüzünden heyecanlanmak. Eli ayağı tutmak : İş yapabilecek durumda olmak. Eli bol: -1. İş yapabilecek parası olan (kimse). -2. İş için gerekli araçları esirgemeyen (kimse). Eli bollaşmak : Para yönünden rahatlamak. Eli boş : O sırada yaptığı bir işi olmayan (kimse). Eli boş dönmek (bir yerden): İstediğini elde edemeden dönmek. Eli (elleri) boş gelmek (gitmek) (bir yere) : O yere armağansız gelmek (gitmek). Eli böğründe (koynunda) kalmak : Başarısızlığa uğramak, bir iş yapamaz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek. Eli cebine varmamak (gitmemek) :* Para harcama konusunda cimri davranmak, para harcamaya yanaşmamak. (Kars. Cebinde .akrep olmak.) Eli (eline ) çabuk : Çabuk iş yapan (kimse). Eli darda : Para sıkıntısı içinde. Eli değmek (değmemek) ermek (ermemek) (bir şeye) : Söz konusu işi yapacak vakit ve fırsatı bulmak (bulamamak). Eli ekmek tutmak: Geçimini sağlayacak duruma gelmek. (Kars. Ekmeğini eline almak.) Eli ermek (ermemek) (bir şeye, bir şeyi yapmaya) : Onu yapmaya vakti olmak (olmamak). Elifi görse mertek (direk) sanır : Bilgisizliğine rağmen bilgiçlik taslayan, okuması yazması olmayan bir kimse için alay yollu söylenir. Eli geniş : Para sıkıntısı çekmeyen; cömert (kimse). Eli genişlemek : Eli bol para geçmek, harcama olanağı olmak. Eli gitmek (bîr şeye) : Onu tutmak, yakalamak istemek. Eli hafif : Acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci). Eli İşe yatmak : Bir işi yapabilecek el becerisi olmak. Eli işte (aşta), gözü oynaşta : İş yapar görünen, fakat aklı başka şeylerde olan, (kimse). Eli kalem tutmak: -1. Yazı yazmayı bilmek. -2. Bir konu hakkında başarılı bir biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak. Eli kırılmak : Eli bir işe yatkın duruma gelmek. Eli kolu bağlı olmak (durmak, kalmak) : Üzerine düşen ya da üzerine aldığı bir görevi çeşitli nedenlerle yapamayacak durumda olmak. Eli kulağında : Olması ya da gerçekleşmesi çok yakın. Eli kurusun : “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun.” anlamında ilenç. Eli mahkûm : “Bu işi yapmak zorunda.” anlamında. Eli maşalı: Şirret, edepsiz, kavgacı (kadın). Elinden almak (bir şeyi, birisi) : Birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden yoksun kılmak. Elinden bir İş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak. Elinden bir kaza (sakattık) çıkmak : İstemeyerek birisini yaralamak ya da Öldürmek. Elinden bir şey gelmemek : Olanaksızlık, çaresizlik ya da beceriksizlik yüzünden yardıma olamamak. Elinden çekmek: -1. Bir kimse yüzünden sıkıntıya düşmek. -2. Bir kimseyi öç almak için sıkıntıya sokmak. Elinden düşürmemek (bir şeyi) : Sürekli onunla İlgilenmek. Elinden geleni ardına koymamak : Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak. Elinden geleni yapmak: Bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak. Elinden gelmek : Söz konusu şeyi yapma becerisi olmak. Elinden hiçbir şey kurtulmamak : Her şeyi becerebilecek yetenekte olmak. Elinden İş çıkmamak: Elindeki İşi zamanımda bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak. Elinden tutmak (birinin): -1. Ona yardım etmek. -2. İlerlemesine yardıma olmak, kayırmak. Elinde olmak {bir şey) : O şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi, becerisi içinde olmak. Eline ağır: Elinden çabuk iş çıkmayan (kimse). Eline ayağına düşmek (kapanmak, sarılmak) : Bir isteğini yaptırabilmek için bir kimsenin ayaklarına kapanıp yalvarmak. Eline ayağına üşenmemek : İşini severek yapmak. Eline bakmak (birinin) : Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda otmak. Eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin) : -1. O şey (yer vb) onun egemenliği, buyruğu altına girmek. -2. Ona yakalanmak. -3. Kendisine hıncı bulunan bir kimseye muhtaç duruma gelmek. - Eline, eteğine sarılmak: Birine bir iş için çok yalvarmak. Eline geçmek (bir şey) (birisi) : -1. Kazanmak, elde etmek. -2. Bulmak. -3. Yakalamak. Eline kalmak (birinin): Kendisine yardım edecek ya da bakacak ondan başka kimsesi kait ak. Eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık: “Yaptığın iş iyi olmuş, teşekkür ederim.” anlamında. Eline su dökemez : “Bu kimse, adı geçen kimsenin çırağı bile olamaz, onunla aynı değerde değildir.” anlamında. Eline vur, ekmeğini (ağzından) al: Sessiz, pısırık (kimse). Elini ayağını çekmek (biri, bir yerden) : Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek. Elini ayağını kesmek (birinin, bir yerden) : Onun oraya uğramasını engellemek. Elini ayağını öpeyim : “Çok yalvarıyorum.” anlamında bir şeyin yapılmasını isterken söylenir. Elini cebine atmak : Cebinden pars çıkarmak için davranmak. Elini çabuk tutmak : Bir işi çabuk yapmaya çalışmak. Elini eteğini çekmek (bir şeyden) : O şeyle ilgisini tümüyle kesmek. Elini kana bulamak : Bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek. Elini kolunu bağlamak (bir şey, birinin) : O şey onu hiçbir iş yapamayacak duruma getirmek. Elini kolunu sallaya sallaya dolaşmak (gezmek) : Pervasızca, serbestçe, çekinmeden dolaşmak. Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir yere eli boş olarak, hiçbir armağan almadan gitmek. Elinin altında : Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlıkta. Elinin körü: “Sorduğun sorular yeter artık, kötü sözler söyleyeceğim şimdi!” anlamında paylama sözü. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürmemek, çok nazlı olmak. Elini sürmek (bir şeye, birine) : -1. bk. elini sürmemek. -2. Birine herhangi bir kötülük yapmak; dövmek, tecavüz etmek. Elini sürmemek (bir şeye) : -1, O şeyi eline almamak, o işi yapmamak. -2. Tenezzül etmemek. Elini uzatmak (birine) : Ona yardım etmek, destek olmak. Elini veren kolunu alamaz: ‘Çıkara bir kimsedir. Senin cömert, yardımsever biri olduğunu anlarsa, elinden zor kurtulursun.” anlamında. Elini vicdanına (kalbine) koyarak (söylemek) : Doğru, hakça (söylemek); gerçekleri, doğruları gizlemeden (söylemek). Eli olmak (bir şeyde) : -1. Bir işe herhangi bir biçimde katkıda bulunmak. -2. Bir işle gizli bir ilişkisi olmak. Eli para görmek : Para kazanmak, cebi para görmek. Eli sıkı: Cimri, kolay para harcamayan (kimse). Eli silah tutmak: Silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak. Eli sopalı: Zorba, sert, baskıcı (kimse, yönetim). Eli şakağında : Düşünceli, tasalı, kaygılı. Eli uzun : Fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız. Eli varmamak (gitmemek) (bir şeye): Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak; o işi yapmak için içinde bir istek duymamak. Eli yatkın (bir işe) : O işe alışkın, becerikli (kimse). Eli yatmak (bir işe): Bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak. Eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): Aradığını hemen, kolayca (bulmak). Eli yüzü düzgün : Yüzüne bakılabilir olan, güzelce (kimse). El kadar: Çok küçük (Kars. Bacak kadar.) El kaldırmak : -1. Söz istemek ya da oy verdiğini belirtmek için elini havaya kaldırmak. -2. Kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davra-mak. El kapısı: -1. Yabancıların evi, yurdu. -2. Bir kızın gelin gittiği ev. -3. Kişinin geçimini sağladığı işyeri. El kiri: Hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir). El koymak (bir şeye) : -1. Bir şeyi, kendi buyruğu altına almak; bir yerin yönetimini kendi yetki sınırlan içine almak. -2. Bir yolsuzluğu ortaya çıkarmak için incelemesine girişmek. Ellerin dert görmesin : “Allah razı olsun.” anlamında iyi dilek sözü. Eller yukarı: “Ellerini yukarı kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü. Elle tutulacak tarafı kalmamak : -1. Sağlam tarafı kalmamak. -2. Kendisine güvenilmemek. Elle tutulacak tarafı olmamak : Değerli, güvenilir bir yönü bulunmamak. Elle tutulur gözle görülür : Çok belirgin, çok açık olan. El sıkışmak : İki arkadaş karşılaştıklarında sevgi ve saygı gereği birbirlerinin ellerini tutup, hafifçe sıkmak. El sıkmak: Selamlaşmak için iki kişi birbirlerinin ellerini tutmak. El sürmemek (bir şeye, birine) : -1. Onu ellememek, ona bir zararı dokunmamak. -2. Bir işi yapmaya başlamamak. -3. İlgilenip eline almamak. El tutmak : Bir iş vakit almak, uzun sürmek. El uzatmak (birine) (bir şeye) : -1. O kimseye yardım etmek. -2. Başkasınıın İşine, çıkarına dokunmak, kendisine ait olmayan bir şey üzerinde Ihak iddia etmek. El uzluğu : El alışkanlığı, ustalık, maharet. El üstünde tutmak (birini) : Ona çok değer vermek, aşırı saygı ve sevgi göstermek. El vermek (birine) : -1. Ona yardım etmek. -2. Mürit mürşide başkalarına yol gösterme izni vermek. -3. Birine bir konuda yetki vermek. -4. İskambil oyunlarında karşı tarafa oyun üstünlüğü tanımak. El yatkınlığı: -1. İşe alışmış olma durumu. -2. El işlerini yapmakta yetkin olma. El yordımıyla : Görmeden, elle yoklayarak. |
Deyimler'in Açıklaması
Emeği geçmek: Bir işin yapılmasında özenle, çok çalışmış olmak.
Emek çekmek: Bir işin yapılmasında çok çalışmak. Emek vermek (bir şeye) (birine) : -1. Bir şeyin meydana gelmesi için özen göstererek Çok çalışmak. -2. Bir kimsenin yetişmesi için büyük çaba harcamak. Emir büyük yerden : İtiraz edilemeyecek buyruklar İçin söylenir. Emniyet etmek (birine) : Ona güvenmek, emanet etmek. Emniyet vermek (birine) : Ona güven duygusu vermek. Endazeye vurmak (bir şeyi) : Onu hesaplamak, ölçmek. Endişe duymak (bir şeyden) : O şey için kaygılanmak, tasalanmak. Engel çıkarmak (birine) ; Bir işin yapılmasını zorlaştırmak. Eninde sonunda (önünde sonunda): Ne zaman olsa, en sonunda, kaçınılmaz olarak. Enine boyuna : -1. Her yönüyle, eksiksizce. -2. İriyarı, gösterişli (kimse). Eni konu : Eksiksizce, her yönüyle. (Kars. İyiden iyiye.) Ensesi kalın : Maddi durumu yerinde olan (kimse). Ensesinde boza pişirmek : Bir işi yapması, bitirmesi İçin sürekli uyarmak, tedirgin etmek. Ensesine binmek : Baskı altında tutmak, bir işi yapmaya zorlamak. Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak. (Kars. Yakasına yapışmak.) Ense yapmak: Hiçbir işle uğraşmadan, keyfinoe yaşamak. Entrika çevirmek : Hile düzenlemek. Er geç : Ne vakit olsa, erken ya da geç. Eriyip bitmek: -1. Çok zayıflamak, incelmek. -2. Çok aa çekmiş olmak. Eriyip gitmek : Yok olmak. Erkek Fatma (Ayşe) : Erkekler gibi davranan kızlar için kullanılır. Esamisi okunmamak: Hiç önem ve değer verilmemek, adı geçmemek. Es geçmek (bir şeyi, birini) : Üzerinde durmamak, aldırış etmemek, boş vermek, önemsememek. Eski çamlar bardak oldu : “Zaman değişti, eski durumların önemi ve değeri kalmadı.” anlamında. Eski defterleri karıştırmak : Geçmişteki olayları bir yarar umarak ya da başka bir amaçla yeniden ele almak, anımsatmak. Eski göz ağrısı: Birinin çok eskiden sevgilisi durumunda olan kimse (özellikle kız, kadın); İlk göz ağrısı. Eski kafalı: Geçerliğini az ya da çok yitirmiş düşünceleri savunan, eski yaşam biçimine bağlı (kimse) (Kars. Geri kafalı.) Eski köye yeni âdet: Geleneklerine, eski yaşam biçimine bağlı bir topluluğa yadırganan bir yenilik getirmek. Eski kurt : Mesleğin inceliklerini bilen, aldatılması olanaksız kimse. Eski tas eski hamam : “Değişen hiçbir şey yok, eski durum devam ediyor.” anlamında. Eski toprak : Yaşlandığı halde dinç kalmış (kimse). Eski tüfek: Herhangi bir alanda en kıdemli olan, bilgi, deneyim yönünden en zengin olan (kimse). Esrar kumkuması (kutusu, küpü) : Neyin nesi olduğu, ne ile uğraştığı bilinmeyen kimse için söylenir. Esrar perdesi: Bir olayın gerçek yüzünün anlaşılmasını güçleştiren özelliklerin tümü. Eş dost: Tanıdıklar, bildikler, ahbaplar. Eşek başı mısın? : “Yetkini kullanmayıp neden gevşek davranıyorsun?” anlamında. Eşek cenneti: Öbür dünya. Eşek kadar olmak : Büyüdüğü halde akıllanmamak. Eşek sudan gelinceye kadar dövmek (birini): Onu uzun bir süre İyice dövmek. Eşek şakası: Ağır el şakası. Eşref saati gelmek : Uygun, elverişli zamanı gelmek. Etekleri tutuşmak : Çok telaşlanmak, kaygıya düşmek. Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek. Etek öpmek : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; el etek öpmek. Eti budu yerinde, (etine buduna dolgun) : Semiz, tombul (özellikle kadın, kız). Eti ne, budu ne? : Bir kimsenin küçük, cılız veya olanaklarının sınırlı, parasını az olduğunu anlatmak için söylenir. Etine dolgun : Tombul (kimse). (Kars. Balık etinde.) Eti senin kemiği benim : Eskiden velilerin çocuklarını eğitimciye, ustaya teslim ederken söyledikleri söz. Et kafalı: Anlayışsız, kalın kafalı (kimse). Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı dostlar için söylenir. Etliye sütlüye karışmamak: -1. Kendini ilgilendirmeyen işlere karışmamak. -2. Kendi halinde yaşamak. Etmediğini bırakmamak (komamak): Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak. Etrafında dört dönmek : İstediğini elde etmek ya da korumak için birinin yanından ayrılmamak. Ettiği (yaptığı) hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek : Bir İşte verdiği zarar yaptığı iyilikten büyük olmak. Ettiğini bulmak : Yaptığı kötülüğün karşılığını bulmak. Ettiğini yanına bırakmamak: Yaptığı kötülüğe kötülükte karşılık vermek, ondan öcünü almak. Ettiği yanına (kâr) kalmak : Yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, yaptığı kötülüğün cezasını görmemek, Ettiğiyle kalmak: Düşündüğü kötülüğü yapamadığı için üzüntü ve utanç içinde kalmak. Ev açmak : Ayrı bir eve yerleşmek, evlenmek. Ev bark : -1. Ev. -2. Çoluk çocuk, ev halkı. Evde kalmak ; Kız, yaşı ilerlemesine karşın evlenememiş olmak. Evdeki hesap çarşıya uymamak : Tasarlanan bir şey başka biçimde gerçekleşmek, sonuçlanmak. Evin direği: -1. Kadın için koca, eş. -2.Evİn geçimini sağlayan kimse. Evirmek çevirmek (bir şeyi),: O şeyin her >a>ını iyice gözden geçirmek. Evlerden uzak (ırak) : ‘Kimsenin başına bu tür felaketlerin gelmemesini dilerim.” anlamında. Evvel Allah : “Allah’ın yardımıyla” anlamında pekiştirme sözü. Evvel âr idi, şimdi kâr oldu : “Önce ayıp sayılırken şimdi beğenilen bir davranış oldu.” anlamında. Ev yıkmak : -1. Karı ile koca arasına fitne sokup, ayrılmalarına yol açmak. -2. Bir ailenin geçim yollarını ortadan kaldırıp perişan olmalarına yol açmak. Eyvallah demek (bir şeye) (birine) : -LRazı olmak, kabul etmek. -2. Aliaha ısmarladık demek. Eyvallah etmemek (birine) : Birinin minneti altına girmemek, birine boyun eğmemek. Eyvallahı olmamak (birine, hiç kimseye) : Ona, onlara minneti, gö-. nül borcu olmamak. Ezbere iş görmek : İncelemeden, gelişigüzel iş görmek. Ezbere konuşmak : Aslını arayıp sormadan, bilmeden konuşmak. Ezilip büzülmek : -1. Konuşurken sıkılmak, çekinmek, güç duruma düşmek. -2. Utangaç ya da kibarca davranışlarda bulunmak. |
Deyimler'in Açıklaması
<< F >>
Faka basmak: Tuzağa düşmek, aldatılmak; tongaya basmak. Fal açmak (fala bakmak) : Suya bakarak, kitap, iskambil kâğıdı açarak gelecekten haber vermek. Falakaya çekmek (yatırmak) (birini): Ayaklarını falakaya bağlayarak tabanlarını kalın bir sopa ile dövmek. Fareler cirit atmak (oynamak) (bir yerde) : O yerde hiç kimse bulunmamak, o yer bomboş, ıpıssız olmak. Fark atmak: -1. Fazla sayı yapmak. -2. Benzerlerinden çok farklı ot-mak, onları geçmek. Fark etmez: -1. “Hiçbir önemi, etkisi yoktur.” -2. “Hiçbir değişiklik yapmaz.” anlamında. Fark gözetmek : Ayrım yapmak, birini Ötekinden ayrı, üstün tutmak. Farkına varmak : -1. Bir şeyin var olduğunu anlamak, sezmek. -2. Aralarında fark bulunduğunu anlamak. Farkında olmamak (olmak): Ne olup bittiğini anlamamak (anlamak). Fark yapmak : Oyunlarda yenmek. Fasit daire : bk. Kısır döngü. Fasulye gibi kendini nimetten saymak : Kendine aşırı bir değer vermek. Fatiha okumak (bir şeye, ruhuna) : O şeyden umudunu kesmek. Fazla gelmek : Gereğinden, alışılmıştan fazla olmak. Fazia kaçırmak : -1. Her zamankinden fazla yemek, İçmek. -2. Bir şeyi normalinden fazla yapmak. Fazia olmak : Başkalarını rahatsız edecek davranışlarda bulunmak. Felce uğramak : İşlemez, yürümez, çalışmaz duruma gelmek. Feleğin çemberinden geçmiş : Başından pekçok iyi kötü olay geçmiş olan (kimse). (Kars. Görmüş geçirmiş.) Feleğini şaşırmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek. Feleğin sillesini yemek: Büyük bir yıkıma uğramak. Felekten bir gün çalmak: Neşeli, eğlenceli bir gün geçirmek. Fellik fellik (fellek fellek) aramak (birini, bir şeyi): Onu her yerde telaşla, heyecanla aramak. Felsefe yapmak: Bir olayın nedenleri ve sonuçları hakkında değişik görüşler ileri sürmek. Fena olmak : -1. Bozulmak. -2. Çok üzülmek. -3. Hasta gibi olmak. Fenasına gitmek : Üzülmek, sinirlenmek, üzerinde kötü bir etki bırakmak. Fenaya çekmek (bir şeyi) : O şeye kötü bir anlam vermek. Fena yapmak (birini) : Onu kötü bir duruma düşürmek. Fener alayı: -1. Şenlik gecelerinde bir topluluğun ellerinde fenerler ya da meşalelerle kenti dolaşarak yaptıkları gösteri. -2. Bu gösteriyi yapan topluluk. Feneri nerede söndürdün? : “Nerede kaldın? Çok geciktin” anlamında şaka yollu söylenir. Ferah tutmak (gönlünü, içini, kalbini) : Sevinçli olmak, tasalanmamak, sıkılmamak. Ferman çıkmak : Yetkili bir kimse tarafından bir işin yapılması konusunda buyruk verilmek. Ferman dinlememek : Hiçbir kural, yasa, buyruk tanımamak. Feryadı basmak : Tehlikeli, korku verici bir durumla karşılaşınca bağırıp çağırmaya başlamak. Fesat karıştırmak (çıkarmak, kaynatmak) : İnsanların arasını bozacak işler yapmak. Fırsat düşmek (çıkmak) ; Uygun bir ortam ortaya çıkmak. Fırsatı ganimet bilmek: Önüne çıkan fırsatlardan hemen yararlanmak. Fırsatı kaçırmak: Yarar sağlayacağı uygun durum ve zamanı değer-. lendirememek. Fırsatını düşürmek : Uygun, kolay bir yol bulmak. Fırsat kollamak : Bir iş için elverişli zaman ve durumu kollamak. Ftrsat vermek (tanımak) (bir şeye, birine) : Bir işi gerçekleştirmek İçin uygun durum hazırlamak; zaman vermek. Fısıltı gazetesi: Toplumu ilgilendiren bir olayın dedikodu biçiminde kulaktan kulağa yayılması. Frtık etmek (birini) : Onu çok kızdırmak ; sinirlendirmek. Fıtık olmak (birine) : Ona çok kızmak, sinir olmak Fikir almak (birinden, bir şeyden): -1. Bir konuda yetkili bir kimseden bilgi almak, o kişinin düşüncesini sormak. -2. O konuda bilgi sahibi olmak. Fikir vermek (birine) (bir şey) : -I.Bir konuda yol gösterici nitelikteki düşüncesini bildirmek. -2. İnsanı bir düşünceye, inanca ulaştırmak. Fikir yürütmek : Herhangi bir konuda kendi düşüncesini söylemek. Filan feşmekan (filan falan) : Adının belirtilmesine gerek olmayan kimse ya da şeylerin yerine kullanılır. Filinta gibi: Genç, ince uzun boylu, çevik, yakışıklı (kimse). Fincancı katırlarını ürkütmek: Zarar verebilecek bir kimseyi kızdıracak bir davranışta bulunmak. Fink atmak : Keyfince, gönlünce gezip dolaşmak. Fire vermek : -1. Miktarı azalmak. -2. Kötü durumu görülmek. Fi tarihinde : Çok eski bir zamanda. Fitil etmek (birini) : Onu çok kızdırmak. Fitil gibi olmak : Çok sarhoş olmak. Fitili almak : Birdenbire öfkelenmek. Fitil olmak (birine) : Ona çok kızmak; öfkelenmek. Fitil vermek (Birine): Onu kızdırmak, kışkırtmak. Fitne fücur: Çok fitneci, kışkırtıcı, arabozucu (kimse). Fitne sokmak: Asılsız söz ve haberlerle, insanların arasında geçimsizlik yaratmak. Fit olmak : -1. Birinin bir davranışına denk düşen bir davranışta bulunarak ödeşmek. -2. Razı olmak, uygun bulmak. Fit sokmak (vermek) : Birini bir başkasına karşı kışkırtmak, aralarını açmak. Fiyaka satmak : Gösteriş yapmak; çalım satmak. Fiyat biçmek: Fiyatını belirlemek; değer biçmek. Fiyatı (fiyatları) dondurmak : Bir malın, hizmetin fiyatının yükselmesini önleyici önlemler almak. Fiyat kırmak : Rekabet vb amaçlarla bir malın fiyatını indirmek. Fiyat vermek : Bir malın, hizmetin para olarak karşılığını bildirmek. Fol yok yumurta yok : “Ortada konuyla ilgili belli bir neden yok.” anlamında. Fos çıkmak: -1. (Birinin) Bir işe yaramadığı anlaşılmak. -2. Bir iş, beklenen sonucu vermemek. Foyası meydana çıkmak: Bir kimsenin kötü bir yönü bir vesileyle bir süre sonra anlaşılmak. |
Deyimler'in Açıklaması
<< G >>
Gafil avlamak (birini): Onu habersiz ve hazırlıksız olduğu bir sırada bastırmak, güç duruma düşürmek. Gaf yapmak: Farkında olmadan yersiz bir davranışta bulunmak ya da bir kimseyi incitecek söz söylemek (Kars. Baltayı taşa vurmak, çam devirmek, pot kırmak.) Gaipten haber vermek : Gelecekte neler olacağını söylemek, bilinmeyen âlemden haber vermek Galebe çalmak: Üstünlük sağlamak, yenmek Galeyana gelmek : Bir şeyden çok etkilenmek, heyecanlanıp coşmak Galeyana getirmek (birini, bir topluluğu) ; Onu, o topluluğu etkileyip coşturmak. Galip gelmek (çıkmak): Yenmek; üstün gelmek. Garaz bağlamak (birine) :Ona karşı düşmanca duygular beslemek; kin beslemek (bağlamak). Gargaraya getirmek : Gürültüye getirerek bir sözün, bir eylemin önemini, etkisini hafifletmek, dikkatten kaçırmak Garibine gitmek: Garip bulmak, yadırgamak; acayibine gitmek, tuhafına gitmek. Garip gelmek: Garipsemek, yadırgamak; acayip gelmek, tuhaf gelmek. Gâvur etmek (bir şeyi): Onu işe yaramayacak duruma getirmek, ziyan etmek. Gâvur eziyeti: Acımasız, zalimce davranış, güç; zahmetli iş. Gâvur inadı: Önüne geçilemeyen inat; keçi inadı. Gâvurluğu tutmak (gâvurluk etmek) : -1. İnsafsızca davranmaya başlamak -2. İnatlaşmak, inat etmek. Gâvur olmak :Boş yere harcanmak, heder olmak. Gâvur ölüsü gibi: Çok ağır ve hantal olan (şey). Gayret dayıya düştü : “Söz konusu iş onu başarabilecek olana kaldı.” anlamında. Gayya kuyusu : İşlerin karmakarışık, içinden çıkılmaz olduğu durum, ortam. Gaza basmak: -1. Taşıtın hızını artırmak için gaz pedalına basmak. -2. Savuşmak, kaçmak; defolmak Gazaba gelmek : Çok öfkelenmek Gazaba uğramak: Bir kimsenin öfkesini üzerine çekmek. Gebe bırakmak (birini): Onu borçlu duruma getirmek. Gebe kalmak (birine) : Ona borçlu durumda olmak. Gece gündüz : Her zaman, hiç ara vermeden, sürekli olarak. Gece gündüz dememek : Vaktin uygun olup olmadığına bakmadan sürekli çalışmak. Gece kuşu : Gece vakti gezmesini, iş görmesini seven, geceleri uyumayan (kimse). Geceli gündüzlü : Gece gündüz, hiç ara vermeden, sürekli olarak. Gece silahlı gündüz külahlı: Kendini iyi insan gibi gösteren, fakat sezdirmeden kötü işler yapan (kimse). Geceyi gündüze katmak : Gece gündüz durmaksızın çalışmak. Geçer akçe : Herkesçe beğenilen şey için kullanılır. Geçer not almak : Uygun bulunmak, beğenilmek. Geçim dünyası: -1. Herkesle iyi geçinmek gerektiğini anlatmak için kullanılır. -2. “Herkes için en önemli konu geçimini sağlayacak yolu bulmasıdır.” anlamında kullanılır. Geçim kapısı: Kazanan sağlandığı işyeri; ekmek kapısı. Geçim yolu : Yaşamak İçin kazanç bulma yolları, çareleri. Geçinip gitmek : -1. Yaşamını iyi kötü sağlayabilecek bir geliri olmak. -2. Başkalarıyla ilişkileri önemli sorun yaratmayacak düzeyde olmak. Geçmiş ola : -1. “Geçmiş olsun.” -2. “Bu fırsatı bir daha ele geçiremezsin. Yazık olur (oldu).” anlamında. Geçmiş olsun : “Hastalığınız, geçirdiğiniz kaza ya da felaketin geçmiş olmasını, bir daha böyle üzüntülerle karşılaşmamanızı dilerim.” anlamında. Geçti Bor’un pazarı (sür eşeğini Niğde’ye): ‘Bu fırsatı kaçırdın, yeni bir fırsat aramaya koyul.” anlamında. Geleceği varsa göreceği de var: “Yiğittik taslayıp kötülük yapmak için gelmeye niyeti varsa, buyursun gelsin, ona haddini bildiririz.” anlamında tehdit yollu söylenir. Gelen ağam, giden paşam : “Başa kim gelirse gelsin benim İçin fark etmez, ben kendi işime bakarım.” anlamında. Gel gelelim : “Ne çare ki.” anlamında. Gel keyfim gel: -1. “Genel olarak durumumdan oldukça memnunum.” anlamında. -2. Durumu iyi olanlara gıpta yollu da söylenir. Gel zaman git zaman : Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra. Gemi aslanı: Gösterişli olan, fakat hiçbir İşe yaramayan (kimse). Gemi azıya almak : Hiçbir şekilde söz dinlemez olmak, kural tanımamak. Gem vurmak (birine) (duygularına) : -1. Onun taşkın, aşırı .davranışlarını önlemek, önleyecek girişimde bulunmak. -2. Duygularına hakim olmak. Geri çevirmek (bir şeyi, birini): -1. Onu kabul etmemek. -2. Onu geldiği yere göndermek. Geriden geriye : -1. Uzaktan. -2. Gizlice. Geri durmamak (bir şeyden) : O şeyi yapmaktan kaçınmamak. (Kars. Aşağı kalmamak.) Geri hizmet: Kolay, yorucu olmayan görev. Geri kafalı : Tutucu, gerici; yenilikler karşı çıkan, düşünce ve davranışlarıyla eskiye bağlı olan (kimse). (Kars. Eski kafalı.) , . Geri kalmak : -1. Nitelik ve zaman yönünden geride bulunmak. -2. Benzerliklerinden daha az gelişmiş olmak. Geri tepmek : Yapılan bir davranış benzer bir davranışla karşılanmak, ters etki göstermek. Geyik muhabbeti: Yararsız anlamsız uzun konuşma, gevezelik. Gezip tozmak : Gönlünün İsteğince gezmek. Gıcık almak (kapmak) (bir şeyden, birinden) : Onun söz ve davranışlarından, kimi özelliklerinden hoşlanmamak; dahası sinirlenmek. Gıcık olmak (birine, bir şeye) : Bir davranışa ya da bir kimseye sürekli olarak sinirlenmek. Gıcık tutmak : Boğazı gıcıklanmak. Gıcık vermek : Birini kıskandıracak davranışlarda bulunmak. Gıkı (bile) çıkmamak (gıkını bile çıkarmamak) : -1. Çok sessiz uslu durmak. -2. Baskı karşısında tek söz söylememek. Gına gelmek (getirmek) (birine, bir şeyden): O şeyden bıkmak, usanmak. Gırgır geçmek (biriyle) : -1. Onunla alay etmek. -2. Gevezelik etmek. Gırgırında olmak (İşin) : O şeye gereken önemi vermemek, onu dikkate almamak; eğlenmek, dalga geçmek. Gırla gitmek : -1. Uzun sürmek. -2. Bol bol harcamak. Gırtlağına basmak : Bir kimseye bir işi yaptırmak için baskı yapmak; boğazına basmak. Gırtlağına kadar borcu olmak : Çok miktarda borcu olmak; boğazına kadar borca girmek. Gırtlağına sarılmak : Kavga etmek, peşini bırakmamak; boğazına sarılmak. Gırtlağından kesmek: Para biriktirmek için yiyeceğinden kısıntı yapmak; boğazından kesmek. Gırtlak derdi: Geçim kavgası. Gırtlak gırtlağa gelmek (biriyle) : Onunla kavgaya tutuşmak; boğaz boğaza gelmek. Gibi gelmek (gibisine gelmek) : Sanısını uyandırmak, sanmak, (…) gibi görünmek. Gidiş o gidiş : “Sözü edilen kimse gitti ve bir daha geri dönmedi.” anlamında. Girdisi çıktısı: -1. Birinin yakın ilgisi. -2. Bir şeyin ayrıntıları. -3. Gelir ve gideri. Gitti gider: “Artık ele geçmemek üzere gitti.” anlamında. Gizliden gizliye: Gizli olarak, çaktırmadan. (Kars. Alttan atta, el altından, arkadan arkaya, içten içe.) Gizli din taşımak: Din, inanç, görüş yönünden göründüğü gibi olmamak. Gizli kapaklı: Başkalarından saklanan, kimseye haber verilmeden ya-pttan (iş, konuşma). Gizlisi kapaklısı olmamak : Başkalarından gizlenecek herhangi bir şeyi olmamak. Gizli tutmak (bir şeyi): Bir olayı, bir haberi hiç kimseye duyurmamak, açıklamamak. Göbeği beraber kesilmiş ; “Her’zaman onunla birliktedir, ondan hiç ayrılmaz.” anlamında. Göbeği çatlamak: Bir işi başarmak için çok zorlanmak, uğraşmak. Göbek adı : Çocuğun göbeğini keserken ebenin koyması âdet dan ad. Göbek atmak : -1. Oynarken karnını yukarı doğru hareket ettirmek. -2. Çok sevinmek. Göbek bağlamak (salmak) : Göbeği sarkacak ölçüde şişmanlamak,göbeklenrnek. Göğsü kabarmak (bir şeyden) : Ondan büyük övünç duymak, kıvanmak. Göğsünü gere gere : Övünerek, kendine güvenerek, kıvanç duyarak. Göğüs geçirmek: Üzüntü nedeniyle derin derin nefes alıp vermek. (Kars. İçini çekmek.} Göğüs germek (bir şeye) : Her türlü güçlüğe dayanmak, bilinçlice karşı koymak, direnmek. Gök gözlü: -1. Göz rengi maviye çalan (kimse). -2. Gözleri bu renk olanların hainliğini belirtmek için kullanılır. Göklere çıkarmak (birini) : Onun yaptıklarını, niteliklerini abartarak övmek, onu yüceltmek. (Kars. Övgüler düzmek.) Gökte ararken yerde bulmak (bir şeyi, birini) : Ele geçirilmesi güç sanılan bir şeyi, birini kolayca bulmak. Gökten zembille mi indi? : “O kimsenin ne ayrıcalığı var ki başkalarına tanınmayan haklar ona tanınıyor?” anlamında. Gölgede bırakmak (bir şey, bir şeyi) (biri, birini) : -1. Bir şey nitelik yönünden daha üstünolmak. -2. Bir kimseden daha başarılı olup değerce ondan üst düzeyde olmak. Gölge düşürmek (bir şeye) : Bir şeyin bilerek ya da bilmeyerek değerini azaltmak. Gölge etmek : Rahatsız etmek, engel olmak. Gölgesinden korkmak : Kuruntulu olmak, tehlikesiz işlere girişmekten bile korkmak. Gönlü bol: Cömert, eli açık (kimse). Gönlü çekmek (bir şeyi) : Ona imrenmek, onu canı istemek. (Kars. Ağzı sulanmak, canı çekmek, içi çekmek.) Gönlü gani (gönlü gözü gani): Cömert, eli açık, gözü tok (kimse). Gönlünden geçirmek (birini, bir şeyi) : Onu şöyle bir düşünmek, istemek; içinden geçirmek. Gönlünden kopmak: Bir kimseye, o an içinden geçtiği kadar iyilikte bulunmak. Gönlüne doğmak: Bir şeyin olacağını önceden sezgi yoluyla bilmek; içine doğmak. Gönlünü almak: Kırgın, küskün birini güzel sözlerle ya da bir armağanla sevindirmek, memnun etmek. ( Kars. Hatırını hoş etmek.) Gönlünü çelmek : -1. Bir kimsenin sevgisini kazanmak. -2. Birisini kendine âşık etmek. Gönlünü etmek (yapmak) : Onu razı etmek, hoşnut etmek. Gönlünü hoş etmek: Bir kimseyi istediğini yerine getirerek sevindirmek. Gönlünü kaptırmak (birine) : Ona âşık olmak. Gönlünü kırmak : Bir kimseyi kaba söz ve davranışlarla üzmek, küstürmek; kalbini kırmak. Gönlü olmak : Razı olmak, hoşnut olmak. Gönlü tok : Yetinmesini bilen kimse; gözü gönlü tok. Gönül almak: Bir kimseyi uygun bir davranışla ya da armağanla sevindirmek. Gönül bağı: Duygusal ilişki, sevgi-bağı. Gönül borcu: Yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetme; minnet, şükran. Gönül hoşluğuyla (rızasıyla) : İsteyerek, severek. Gönül kırmak : Birini incitmek, gücendirmek; kalp kırmak. Gönül vermek (birine) (bir şeye): -1. Ona âşık olmak. -2. Ona sevT giyle bağlanmak. Göreyim seni: -1. “Senden başarılı olmanı bekliyorum.” -2. “Dediğimi yap, karşılığını görürsün.” anlamında. Görmezlikten (görmemeztikten) gelmek : Görmemiş gibi davranmak. Görmüş geçirmiş : Yaşam deneyimi zengin olan, tecrübeli (kimse). (Kars. Feleğin çemberinden geçmiş, kaçın kurası.) Görülecek hesabı olmak (biriyle) : Onunla aralarında çözümlenecek bir sorunu olmak. Görünüşü kurtarmak : Küçük düşürücü herhangi bir olayı geçiştirmek, örtbas etmek. Görüp göreceği rahmet bu : “Göreceği tek yardım, tek iyilik budur.” anlamında. Görüş açısı: Bir şeyi değerlendirme biçimi; bakış açısı. Görüşeni karışanı olmamak : Hiç kimse o kişinin işine karışmamak. Gösteriş yapmak : İlgi çekmek, kıskandırmak gibi amaçlarla göze çarpan davranışlarda bulunmak. Gözaltına almak (gözattı etmek) (birini) : Onu belli bir yerde oturmak zorunda bırakıp hareketlerini denetlemek, onu gözetim altında tutmak. Göz açamamak: İşlerin çokluğu yüzünden başka hiçbir şeyle ilgilenememek. Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa bir süre içinde. Göz açtırmamak (birine) : Ona herhangi bir şey yapma fırsatı vermemek. Göz .alabildiğine : Gözün görebildiği en uzak yerlere kadar. Göz alıcı: Güzelliği ilgi çeken. Göz ardı etmek (bir şeyi) : Onu görmezlikten gelmek, ona gereken ilgiyi, önemi göstermek. Göz atmak (bir şeye, yere) : Ona, üzerinde pek durmadan şöyle bir bakmak. Göz aydına gitmek: Birinin sevindirici bir durumunu kutlamaya gitmek. Göz banyosu : -1. Göz hastalıklarının iyileştirilmesi İçin yapılan banyo. -2. Kadınlara hoşlanarak bakma. Göz boyamak : Kötü bir şeyi iyi olarak gösterip aldatmak. Gözdağı vermek (birine) : Onu tehdit etmek, istediğini yaptırmak, kabul ettirmek için baskı yapmak. (Kars. Kafa tutmak, posta koymak.) Göz değmek (birine, bir şeye) : Uğursuzluk ya da kötülük getirdiğine inanılan kıskanç ya da hayran’ bakışlar nedeniyle kötü bir duruma düşmek; göze gelmek. Gözden çıkarmak (bir şeyi) : Bir şeyin elden gitmesine isteyerek ya da istemeyerek razı olmak, onu feda etmeye karar vermek. Gözden düşmek : Başkalarının sevgi, saygı ve güvenini söylediği sözler ya da yaptığı davranışlar nedeniyle yitirmek. Gözden geçirmek (bir şeyi) : -1. Ne olduğunu anlamak için ona iyice bakmak, incelemek. -2. Onu okumak. Gözden kaçmak : Farkına varılmamak, görülmemek. Gözden kaybolmak: Görülmez olmak, yok olmak. Gözden uzaklaşmak: Ayrılıp görülmeyecek yere gitmek. Göz dikmek (bir şeye, birine) : Onu ne pahasına olursa olsun ele geçirmek istemek. Göz doldurmak: -1. Bir şey görünüşüyle umulan etkiyi yapmak. -2. Bir kimse bir becerisi, başarısı vb’den ötürü beğenilmek. Göze almak (bir şeyi): Bir işi gerçekleştirmek için ortaya çıkabilecek bütün engelleri, tehlikeleri kabullenmek. Göze batmak: -1. Durumu, davranışları çevredekileri tedirgin etmek. -2. Görünüşüyle dikkati çekmek: -3. Başkalarını kıskandıran bir mevki-ye yükselmek. Göze çarpmak: -1. Görünüşüyle dikkatleri üzerinde toplamak. -2. Görülmek, fark edilmek. Göze gelmek: -1, bk. Göz değmek. -2. Görünüşüyle başkalarının dikkatini çekmek. Göze girmek : Yaptıktarıyla çevresindekilerin sevgi ve güvenini kazanmak. Göze görünmek: -1. Belli, açık olmak. -2. Var olmadığı halde varmış gibi görünmek. Göze görünmemek: Ortalıkta dolaşmamak, saklanmak. Göze göz, dişe diş : Kötülüğe kötülükle karşılık verme yöntemi. (Kars. Kısasa kısas.) Göz etmek (birine): Ona göz ve kaşını oynatarak ne demek istediğini anlatmak; kaş göz etmek. Göz gezdirmek (bir şeye): Ona üstünkörü bakmak, şöyle bir bakmak, onu yüzeysel olarak okumak, incelemek. |
Deyimler'in Açıklaması
Göz göre göre : -1. Herkesin gözü önünde. -2. Çok açık olduğu halde.
Göz göze gelmek : Bakışları karşılaşmak. Göz gözü görmemek: Sis, toz, duman gibi engeller yüzünden hiçbir şey görülmez olmak. Göz hakkı : İmrenilecek bir şeyden görenlere verilen pay. Göz kamaştırmak : -1. Görmeyi bulanıklaştırmak. -2. Güzel bir şey büyük hayranlık uyandırmak. Göz kırpmak (birine) : -1. Gözkapağını bilinçli ya da bilinçsizce açıp kapamak. -2. Bir kimsenin halini hatırını gözünü açıp kapayarak sormak. -3. Söylediği sözün doğru olup olmadığını yanındakine işaretle anlatmak için gözünü açıp kapamak. -4. Bir erkok bir kadınla dostluk kurmak için gözünü açıp kapayarak işaret etmek. Göz koymak (bîr şeye, birine) : Onu elde etmeyi amaçlamak. Göz kulak olmak (bir şeye, birine) : -1. Onu korumak amacıyla gözetlemek. -2. Ne olup bittiği hakkında görerek, duyarak bilgi toplayarak. Gözleri açılmak : -1. Uyanmak. ~2. Bilinçlenmek; gerçeklerin, olup bitenlerin farkına varmak. Gözleri bayılmak : Uyku, istek gibi bir durum gözlerinden anlaşılmak. Gözleri dolmak (dolu dolu olmak) : Sevinçten ya da üzüntüden ağlayacak kadar duygulanmak. Gözleri (gözü) dönmek: -1. Hastalık nedeniyle gözlerin renkli bölümü görünmez olmak. -2. Aşırı istek ya da öfkeden ötürü saldıracak duruma gelmek. Gözleri fattaşı gibi açılmak : Hayretten, şaşkınlıktan dolayı gözleri normalden çok açılmak. Gözleri fıldır fıldır (oynamak): Zekice, meraklıca, çapkınca (bakmak). Gözleri kamaşmak: -1. Çok ışık nedeniyle çevreye bakamaycak duruma gelmek. -2. Hayran olmak, büyülenmek. Gözleri kan çanağına dönmek : Uykusuzluktan ya da çok ağlamaktan ötürü gözleri çok kızarmak. Gözleri (gözü) kapanmak : -1. Ölmek. -2. İyice uykusu gelmek. Gözlerinden okumak (bir şeyi): Düşünce ve niyetlerinin ne olduğunu bakışlarından anlamak. Gözlerine inanamamak : Gördükleri karşısında şaşkına dönmek, gördüklerine inanamamak. Gözlerini açmak (biri) (birinin) : -1. Uyanmak. -2. Birisinin bilinçlenmesine çalışmak. Gözlerini alamamak (bir şeyden, birinden): Duyduğu hayranlık nedeniyle bakışlarını onun üzerinden ayıramamak. Gözlerini faKaşı gibi açmak : Şaşkınlıkla, hayretle bakmak Gözlerinin içi gülmek: Sevinci gözlerinin parıldamasından belli olmak, yüzünden olduğu anlaşılmak. Gözleri sulanmak: Hastalık, güneşe bakma ya da sevinçten ötürü gözlerinden yaş gelmek; gözleri yaşarmak. Gözleri velfecri okumak : Gözlerinden zeki, fakat oynak, kurnaz, hileci olduğu anlaşılmak. Gözleri yaşarmak: -1. bk. Gözleri sulanmak. -2. Duygulandırın bir durum ya da olay karşısında ağlayacak gibi olmak. Gözleri (gözü) yollarda (yolda) kalmak : Sevilen bir kimseyi özlemle beklemek. Göz nuru dökmek: İyi bir yapıt ortaya koymak İçin dikkatli ve yorucu bir çalışma yapmak. Göz önünde tutmak (bulundurmak) (bir şeyi) : Bir şeyin nasıl sonuçlanacağını, gerçekleşmesinin hangi koşullara bağlı olduğunu düşünmek (Kars. Dikkate almak, hesaba katmak.) Göz önüne getirmek (bir şeyi) : Onun nasıl olacağını düşünmek, onu gözünde canlandırmak, tasarlamak. Göz süzmek : Göz kapaklarını hafifçe birbirine yaklaştırarak nazlı nazlı bakmak. Göz ucuyla bakmak (bir şeye): Başını çevirmeden gözleriyle yandan, sezdirmeden bakmak. Gözü aç : Paraya, mal mülke doymak bilmeyen (kimse); aç gözlü. Gözü açık gitmek : Yapmak istediklerini gerçekleşti re meden ya da yapılmasını istediklerini görmeden ölmek. Gözü açılmak : Ne olup bittiğini anlayacak düzeye gelmek, bilinçlenmek, gerçekleri görmeye başlamak. - Gözü alışmak (bir şeye) : İyi seçemediği bir şeyi bir süre sonra net olarak görmeye başlamak. Gözü arkada kalmak : Ayrıldığı kişinin ya da işin ne olduğunun merakı içinde olmak. Gözü dalmak : Gözünü bir noktaya dikip dalgın dalgın bakmak. Gözü dışarda : -1. Evli olduğu halde başka kadınlarla ilişki kuran (kimse). -2. Oturduğu ya da çalıştığı yeri bırakıp başka yere gitmek isteyen (kimse). Gözü doymak : İstediğini elde ettikten sonra fazlasını istemez olmak. Gözü dönmek: Aşırı istek, Öfke gibi duyguların etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek. Gözü dünyayı görmemek: Hiç kimseye ya da şeye önem vermemek; sadece önem verdiği kimseyle ya da şeyle ilgilenmek. Gözü gönlü açılmak: Neşelenmek, keyiflenmek. Gözü gönlü tok: Bulduklarıma yetinen, fazlasını istemeyen (kimse); gönlü tok. Gözü hiçbir şey görmemek : -1. bendini bütünüyle işine verip hiçbir başka şeyle ilgilenmez olmak -2. Öfkesinden ötürü sonucunun ne olacağını bilmediği kötü işler yapacak duruma gelmek Gözü ısırmak (birini): Onu bir yerden tanıyacak gibj olmak; biri ona tanıdık gibi gelmek Gözü ilişmek (bir şeye): Onu farkında olmadan görmek Gözü kalmak : Beğenip de elde edemediği bir şeyi istemekte devam etmek Gözü kapalı: -1. Düşünmeden, güvenle, hiç duraksamadan. -2. Çevresinde olup bitenlerden habersiz. Gözü kara : Korkusuz, cesur (kimse). Gözü kararmak : -1. Başı dönüp bayılacak gibi olmak. -2. Ne yaptığını bilmez duruma gelmek. Gözü keskin: -1. Uzakları iyi görebilen (kimse). -2. İncelikleri fark eden (kimse). Gözü kesmek (bir şeyi) (birini) : Bir işi kendisinin ya da adı geçen kişinin yapabileceğine inanmak Gözü korkmak : Tehlikeli bir işe girişmekten kaçınmak Gözü kör olsun : -1. “İstemiyorum, vazgeçtim.” anlamında -2. Gereksinme duyulan şeyin yokluğu karşısında da söylenir. Gözüm çıksın : “Doğru söyle miyprsan» gözlerim kör olsun.” anlamında. Gözüm görmesin (birini, bir şeyi) : “Artık onu görmek istemiyorum.” anlamında. Gözün aydın : “Seni sevindiren olay kutlu olsun.” anlamında. Gözünde büyümek (bir şey) : Bir şey olduğundan daha büyük ve güç görünmek. Gözünde büyütmek (bir şeyi) (birini) : Onu abartmak, olduğundan büyük ve önemli görmek. Gözünden kaçmak : Görememek, farkına varamamak. Gözünden uyku akmak : Çok uykusu gelmek. Gözünde tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek; burnunda tütmek. Gözüne batmak :‘ Tedirgin etmek, çok gelmek. Gözüne dizine dursun : ‘Yaptığım iyilikleri hiçe sayıyorsun, Tanrı bunun için cezanı versin.” anlamında beddua sözü. Gözüne girmek: Çalışkanlığı ve tutarlı davranışlarıyla bir kimsenin sevgi ve güvenini kazanmak. Gözüne ilişmek : Onu dikkatlice aramadığı halde görmek. Gözüne kestirmek (birini) (bir şeyi) : -1. Onun bir işi başarabileceğine inanmak. -2. Bir şeyi beğenmek, ele geçirebilmeyi tasarlamak. Gözüne uyku girmemek: Hiç uyumamak, uykusuz kalmak. Gözünü açmak: -1. Uyanık, dikkatli olmak. -2. Bîr kimseyi bilgili kılarak gerçekleri görmesine yardıma olmak. -3. Bir olay nedeniyle gerçeği görmek. -4. Bir kimseyi cinsel konularda bilgili ve deneyimli kılmak. Gözünü ayırmamak (alamamak) (bir şeyden, birinden): Ona sürekli olarak bakmak, bakışlarını ondan, oradan ayıramamak. Gözünü daldan budaktan esirgememek (sakınmamak): Olur olmaz işlere girişmekten kaçınmamak, tehlikeleri önemsememek. Gözünü doyurmak: Bir şeyden bol miktarda vererek tatmin etmek. Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak, aldatılmamak için uyanık bulunmak. • Gözünü (gözlerini) kapamak: -1. Ölmek. -2. Gormemezlikten gelmek Gözünü (gözlerini) kan bürümek : Öfkesinden dolayı adam öldürmeye kalkışmak. Gözünü kırpmadan : Çekinmeden, korkusuzca. Gözünü kırpmamak: Hiç uyumamak. Gözünü korkutmak : Çeşitli tehditlerle o işi yapmaktan alıkoymak. Gözünün içine baka baka : Cesaret ve soğukkanlılıkla, çekinmeden, cüret ederek. Gözünün içine bakmak : -1. Bir kimsenin üstüne titremek. -2. Her isteğini yerine getirmeye hazır olmak. Gözünün önünden gitmemek : Onu bir türlü unutamamak, anısı zihinde canlı olarak durmak. Gözünün önüne gelmek : Geçmişteki bir olayı, ilişki kurulan bir kimseyi zihinde canlandırmak, tasarlamak, anımsamak. Gözünün yaşına bakmamak : Ağlayıp sızlanmasına aldırış etmemek, acımamak. Gözü olmak (bir şeyde, birinde) : Onu elde etmeyi çok istemek. Gözü tok : Fazla malda, mülkte gözü olmayan (kimse); gönlü tok, gözü gönlü tok. Gözü tutmak (birini, bir şeyi) : Onu beğenmek, ona güvenmek. Gözü uyku tutmamak : Bir türlü uyuyamamak. Gözü üstünde olmak : -1. Herkesin kıskandığı şey olmak. -2. Herkesin dikkatini çekmek. Gözü üzerinde olmak : -1. Bir kfmsenin istenmeyen davranışlar yapmasına olanak vermemek için sürekli olarak gözetlemek. -2. Başına bir şey gelmesin diye sürekli izlemek. Gözü yememek (bir şeyi) : Onu yapmaya bir türlü karar verememek; göze alamamak. Gözü yılmak (bir şeyden) : Daha önce denenen ve başarısız olunan birjşi yapmaya girişmekten çekinmek. Gözü yolda (yollarda) kalmak : Birinin gelmesini büyük bir merak ve istekle beklemek. Gözü yüksekte (yükseklerde) olmak : Zenginliğe, yüksek mevki ye ulaşmayı amaçlamak. Göz yummak: -1. Hataları, kusurları hoşgörüyle karşılamak. -2. Görmezlikten gelmek, görmemek. Gurbete (gurbet etlere) düşmek : Çeşitli nedenlerle aile ocağından uzakta yaşamak. Gurur duymak (biriyle, bir şeyden) : Onunla övünmek, gururlanmak. Gururunu okşamak ; Bir kimsenin yüzüne karşi beğenilen /önlerini belirterek gurur duymasını sağlamak. Gücü gücü yetene : “Kimin gücü kimin gücüne yetiyorsa.” anlamında Gücüne gitmek: Bir söz ya da davranış bir kimsenin gücenmesine yol açmak; ağırına gitmek, zoruna gitmek. Güçlük çıkarmak (birine): Bir iş yapılırken engeller, zorluklar yaratmak; müşkilat çıkarmak, zorluk çıkarmak. Güler misin ağlar mısın? : Hem gülünecek, hem de üzülecek bir olay karşısında söylenir. Güler yüz (göstermek) (birine): Ona yumuşak, sevecen bir tavır(takınmak). Güler yüzlü : Yumuşak, sevecen kimse İçin söylenir. Gülüp geçmek : Bir söz ya da davranışın üzerinde durmamak, bunları önemsememek. Güme gitmek : -1. Hiç yere yok olmak. -2. Boşu boşuna ölmek. -3. Bir söz, bir düşünce başkalarının söz ve davranışları arasında kaynayıp gitmek. Gümrükten mal kaçırır gibi: Herkesten gizlemeye çalışarak, telaşla; yangından mal kaçırır gibi. . Gün almak (birinden) (bir yıldan): -1. Randevu almak, bir kimse ya da kuruluştan belli bir iş için uygun bir istemde bulunmak. -2. Bir yaşı birkaç gün geçmek. Günah (birinden) gitmek: Söz dinlemeyen bir kimseye son olarak uyanda bulunup rahatlamak, sorumluluğu o kişiye bırakmak. Günaha girmek: Günah işlemek, din yönünden suç sayılan bir iş yapmış olmak. Günaha sokmak (birini) : Bir kimseye din yönünden suç sayılacak bir iş yaptırmak. Günahı (vebali) boyuna : ‘Ben senin için bir iş yapıyorum, ama yaptığım iş bir suç ise sorumlusu sensin.” anlamında. Günahına girmek (günahını almak) : Bir kimseye yapmadığı bir işin, söylemediği bir sözün sorumluluğunu yüklemek, onun hakkında kötü düşünmek. Günahını çekmek : Yaptığı kötülüklerin cezasını çekmek. Günahını vermez: Günahını, en değersiz, kötü şeylerini dahi vermeyecek ölçüde cimri olan (kimse). Günden güne : Gün geçtikçe, her gün biraz daha. Güneş çarpmak (birine) : Güneş altında fazla kalıp hastalanmak. Güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak: Durumu iyi olduğu halde hiç kimseye iyilik etmemek. Gün görmek : Mutluluk içinde yaşamış olmak. Gün görmüş : Başından pekçok olay geçmiş, yaşam deneyimi olan (kimse). Gün günden : Gün geçtikçe. Gün ışığına çıkmak : Aydınlanmak, gerçekler ortaya çıkmak. Günleri sayılı olmak : -1. Bir yerde ancak birkaç gün daha kalabilmek. -2. Ölümü yakın olmak. Günlük güneşlik : Aydınlık, güneşli, açık, iç açıcı yer ya da hava İçin kullanılır. Günü birliğine : Aynı gün içinde. Günü gününe : Tam vaktinde, gününü geçirmeden. Gününü görmek : -1. Çocuklarının, emek verdiği insanların mürüvvetini görmek. -2. Yaptığı kötü bir işin davranışın karşılığını görmek, cezasını bulmak. Gününü gün etmek: Hiçbir sorunla ilgilenmeyip günlerini rahatça, hoşça geçirmeye bakmak. Gürültü çıkarmak (koparmak) : -1. Gürültü etmek. -2. Tepkisini sert biçimde göstermek. Gürültüye gelmek: Bir düşünce çeşitli nedenlerle önem kazanmamak, onun üzerinde durulmamak. Gürültüye getirmek (gürültüye boğmak) : -1. Bir düşünceyi ,bir işi, başka konuların araya girmesiyle görüşme dışı bırakmak. -2. Karışıklıktan yararlanarak istediğini gerçekleştirmek. Gürültüye gitmek : Bir düşünce, bir iş, araya başka konuların girmesiyle ilgi görmeyip unutulmak. Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak : Korkutmalara aldırmadan işini yürütmek. (Kars. Bildiğinden şaşmamak.) Güven beslemek (duymak) (birine) : Ona güvenmek; itimat beslemek. Güvendiği dağlara kar yağmak : Güvendiği kimseden yardım gelmemek, güvendiği şey işe yaramamak. Güven vermek : Güvenilir bir şey ya da kişi olduğu izlenimini vermek, böyle bir duygu uyandırmak; itimat telkin etmek. |
Deyimler'in Açıklaması
<< H >>
Ha babam (ha): -1. Durmadan, sürekli olarak. -2. “Hadi göreyim seni.” anlamında yüreklendirme sözü. Habbeyi kubbe yapmak: Pek önemi olmayan bir şeyi abartmak, önemliymiş gibi göstermek. (Kars. Pireyi deve yapmak.) Haber almak (birinden) : Birinden bir haber, bilgi öğrenmek, kendisine haber iletilmek. Haber atlamak: Bir haberi zamanında alıp yayımlayamamak. Haber çıkmamak : Beklenen haber gelmemek, hakkında bilgi verilmemek. Haberi olmak (bir şeyden): Onun hakkında bilgisi olmak. Haber salmak (birine, bir yere) : Ona, oraya haber göndermek. Haber vermek (birine): -1. Oha söz konusu şeyi bildirmek. -2. Bir durumun belirtilerini yansıtmak. Ha bire : Hiç ara vermeden, sürekli olarak. Hacet kalmamak (bir şeye): Gereği olmamak, gereği kalmamak. Hacı ağa : Gelişigüzel yere para harcayan, kültürsüz (zengin). Haciz konmak (koymak) (bir yere): Borçlunun malına mahkeme yoluyla et konmak (koymak). Haddi hesabı yok : “Sınırsız, ölçüsüz.’ anlamında. Haddi mi? (haddine mi düşmüş?): “Onda bunu yapacak güç, yetenek, cesaret yoktur.” anlamında tehdit, küçümseme yollu söylenir. Haddini bildirmek (birine) : Ona, her işe burnunu soktuğu, küstahlık ettiği için sert bir karşılık vermek. Haddini bilmek : -1. Gücünü, yetkisini, yeteneğini bilmek. -2. Her işe burnunu sokmamak, küstahlık etmemek. Ha deyince : Hemen, istenilen zamanda. Hadise çıkarmak: Tatsız bir olaya yol açmak; kavga çıkarmak, otay çıkarmak. Hafakanlar (afakanlar) basmak (boğmak) -(birini) : Çok sıkılmak, bunalmak. Hafif atlatmak (bir şeyi) : Bir kazayı, tehlikeyi, ölüm olmaksızın, ciddi bir yara almaksızın geçirmek. Hafife almak (birini, bir şeyi) : Onu küçümsemek; ona önem vermemek. Hafiflik etmek: Hoş olmayan, ahlak kurallarıyla pek bağdaşmayan bir söz söylemek, davranışta bulunmak. Hafif tertip : Biraz, fazla aşırıya kaçmadan, şöyle böyle. Hafta sekiz gün on dokuz: Hemen her gün, bıktıracak ölçüde sık. Hah şöyle : “İyi yaptın, aferin.” anlamında. Hak etmek (bir şeyi) : -1. Hakkı olan bir şeyi, emeğinin karşılığını almak. -2. Kötü davranışı nedeniyle layık olduğu karşılığı görmek. Hak getire : “Ne arar, yoktur.” anlamında. Hakkı geçmek (birine, bir şeye) :-1. Bir kimsede, şeyde emeği, hizmeti bulunmak. -2. Hakkından bir parçası başkasına verilmiş olmak. Hakkından gelmek (bir şeyin, birinin): -1. Yapılması güç bir işi başarmak. -2. Bir kimseye hak ettiği cezayı vermek. Hakkını vermek (birinin, bir şeyin) : -1. Çalışmasının karşılığını tam olarak ödemek. -2. Bir işe gerektiği ölçüde emek vermek. Hakkını yemek : Bir kimseye hakkı olan şeyi vermemek, onun hakkını zorla olmak. Hakkın rahmetine kavuşmak : ölmek. Hakkı olmak :1. Bir şeyde alacağı bulunmak; ona emeği geçmiş olmak. -2. Sözünde, savında haklı olmak. Haklı bulmak (birini) : Haklı olduğunu kabul etmek; onu uygun, yerinde görmek. Haklı çıkmak : -1. Haklı olduğu anlaşılmak. -2. Bir şey bir kimsenin ya-nılmadığını göstermek. Haksız çıkmak : Haksız olduğu anlaşılmak. Haksız yere : Haksız olarak, hak etmediği halde. . Hak vermek (birine) : Onun haklı olduğunu kabul etmek, ona yanıl-madığını söylemek. Halden anlamak : Bir kimsenin durumunu göz önüne alarak anlayışlı davranmak. Halep ordaysa, arşın burada : “Yaptığını söylediğin şey, inandırıcı olsun İstiyorsan, haydi burada da yap, görelim.” anlamında. Hale yola koymak (bir şeyi) : Onu düzenlemek, iyileştirmek, düzeltmek. Hal hatır sormak (birine) : Bir kimseye “nasılsınız” diye sormak. Hali duman olmak : Kötü bir duruma düşmek, perişan olmak. Hali harap : Birinin, bir şeyin durumunun “kötü, bitkin, perişan.” olduğunu anlatmak için söylenir. Hali kalmamak (bir şeye) : Çok yorulmak, gücünü yitirmek; başka şey yapacak gücü kalmamak. Halim selim : Sakin, kendi halinde, yumuşak huylu (kimse). Hali vakti yerinde : Oldukça varhkU, geçim sıkıntısı çekmeyen (kimse). Hallaç pamuğu gibi atmak (bir şeyi, bir yeri): Onu, orayı dağıtmak, her birini ayrı yere atmak. Halsiz düşmek : Güçsüz kalmak; bitkin düşmek. Halt etmek (karıştırmak) : Uygunsuz İşler yapmak, sözler söylemek, davranışta bulunmak. Halt yemek : Yakışıksız ya da kötü bir iş yapmış olmak. Halvet olmak (birileriyle, biriyle) (bir yer) : -1. Birkaç kişi gizli görüşmek İçin bir odaya kapanmak. -2. Bir yer dayanılmaz derecede sıcak olmak. Hamamın namusunu kurtarmak : Kötü bilinen bjr yerin işin durumunu kurtarmak için sözde çarelere başvurmak. Hamhum şaralop : -1. Boş ve anlamsız söz. -2. El çabukluğu ya da hile ile yapılan akıl ermez iş. Hancı sarhoş, yolcu sarhoş : “Kimin ne yaptığı, ne söylediği belli değil.” anlamında. Hangi akla hizmet ediyor? : “Neden böyle akılsızca işler yapılıyor?” anlamında; ne akla hizmet ediyor? Hangi dağda kurt öldü? : “Ne (ler) oldu da, böyle beklenmedik ve hoşa giden bir iş yaptı, davranışta* butundu?” anlamında. Hangi rüzgâr attı? : “Uzun zamandır geliniyordunuz, nasıl oldu da ge-lebildiniz?” anlamında sitem, alay yollu söylenir. Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: -1. “Her işe karışıyor.” anlamında. -2. “Her işten anlar.” anlamında. Hanım evladı: Nazlı büyütülmüş kimse. -2. ***. Hanım hanımcık: İyi bir hanıma yakışır davranışları, giyimi olan (kadın, kız). Hanya’yı Konya’yı Öğrenmek (anlamak) : Çeşitli olaylarla karşılaşarak yaşamda insanın basma neler gelebileceğini öğrenmek; dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak. Hapı yutmak: Kötü bir durumla karşı karşıya kalmak. Hapis giymek (yemek) : Hapis cezasına çarptırılmak. Hapis yatmak : Cezası süresince tutukevinde kalmak. Hapse atmak (tıkmak) : Tutuklayıp cezaevine göndermek; içeri atmak. Hapse girmek (hapsi boylamak): Suçlu bulunup cezaevine konmak. Haraca bağlamak (kesmek) (birini, bir yeri) : Ona belli zamanlarda belli miktarlarda haraç vermesini zorbalıkla kabul ettirmek. Haraç mezat satmak: Açık artırma ile satmak. Haraç yemek: Zorbalıkla başkalarından para toplamak. Harama uçkur çözmek: Evlilikdışı cinsel ilişkide bulunmak. Haram etmek (bir şeyi, birine) : Bir kimseye verilen bir şeyin yararlı olmamasını İstemek Haram olmak (bir şey, birine) : O şeyden yararlanamamak; o şey ona hiçbir yarar getirmemek. Haram yemek: Haksız yollardan kazanç sağlamak. Hararet basmak (birini): -1. Çok susamak. -2. Vücut ateşi yükselmek. Hararet kesmek (söndürmek): Bir içecek susuzluğunu gidermek. Hararet vermek (bir şey, birine): Susatmak, susamasına yol açmak. Harbi keriz (marşandiz): İşin doğrusu, gerçeği. Harbi konuşmak: Yalansız, gerçekleri gizlemeden konuşmak. Harcı olmak (bir şey, birinin): -1. Birinin yapabileceği bir iş olmak. -2. Ancak o kimseye özgü bir iş olmak. Harekette geçmek : Bir İşi yapmaya başlamak. Harekete getirmek (birini, bir şeyi); Onu kımıldatmak, canlandırmak. Hareket noktası: Yapılacak bir işin, geliştirilecek bir düşüncenin başlangıç noktası. Haremlik selamlık olmak: Bir yerele kadınlar ve erkekler ayrı gruplar halinde oturmak. Harfi harfine : Tastamam, uygun, tıpatıp. Har gür: Karışıklık, kargaşa. Hariçten gazel okumak (atmak) : -1. Bir konuda bilgisi olmadığı halde görüş bildirmek. -2. Öncesini bilmediği bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak, müdahele etmek. Haritadan silmek (silinmek) : Herhangi bir nedenle ortadan kaldırmak (kaldırılmak). Har vurup harman savurmak: Elindekileri hesapsızca harcayıp tüketmek. Hasır attı etmek (bîr şeyi) : Onu örtbas etmek, unutturmaya çalışmak, işleme koymamak; minder altı etmek. Hasret çekmek :Ayn kalınan bir şeyi, kimseyi özlemek, onu görmek istemek, Özlem duymak; Özlem çekmek. Hasret gidermek: Uzun süre görülmeyen, ayrı kalınan bir kimseyle görüşüp konuşmak; Özlem gidermek Hasret gitmek (bir yere, kimseye): Özlemini çektiği bir yeti ya da kimseyi göremeden ölmek. Hasret kalmak (birine, bir şeye) : Onu çok özlemek, ona özlem duymak. Hastalık hastası: Hiçbir hastalığı olmadığı halde, kendinde sürekli olarak birtakım hastalıklar olduğunu sanan kimse için alay yollu söylenir. Hastalık kapmak, (hastalığa tutulmak): Bulaşıcı bir hastalığa yakalanmak. Haşa huzurdan : ‘Bağışlayın, konuyla ilgili yakışıksız bir söz söyleyeceğim, alınmayın.” anlamında. Haşa sümme haşa : “öyle olmasına olanak yok.” anlamında. Haşatı çıkmak: -1. İşe yaramaz bir duruma gelmek. -2. Çok yorulmak. Haşir neşir olmak (biriyle) (bir şeyle) : -1. Onunla, onlarla kaynaşmak, sıkı fıkı olmak. -2. Onunia uğraşmak. Ha şöyle : “Aferin, bravo, tamam.” anlamında. Ha şunu bileydin : “Bunu daha önceden anlamam, bilmen gerekirdi.” anlamında. Hata etmek (işlemek) : Yanlışlık yapmak, yanılgıya düşmek. Hataya düşmek: Yanılmak, farkında olmadan bir yanlışlık yapmak. Hatır belası: Sevilip sayılan bir bir kimsenin ricası üzerine yapılan iş, katlanılan sıkıntı. Hatır gönül bilmemek (tanımamak) : Doğru”bildiği yoldan kimsenin hatırı için şaşmamak, doğruluğuna inandığı işi yapmak. Hatırı kalmak: Gücenmek, darılmak, kırılmak. Hatırına bir şey gelmesin : ‘Sözüm, davranışım sana karşı değil, sen alınma.” anlamında. Hatırına gelmek: Anımsamak, hatırlamak. Hatırında kalmak: Unutmamak. Hatırından çıkamamak (birinin) : Sevilip sayılan bir kimsenin isteğini yapmazlık edememek. Hatırından çıkarmamak (bîr şeyi, birini) : Onu unutmamak. Hatırından çıkmamak: Unutmamak. Hatırından hayalinden geçmemek: Akla hiç gelmemek, hiç düşünmemek. Hatırında tutmak: Unutmamak. Hatırını hoş etmek: Birini sevindirmek, memnun etmek. (Kars. Gönlünü almak.) |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.