| [KAPLAN] |
06-05-2008 03:36 PM |
"P" Harfiyle Başlayan Deyimler
..."P" Harfiyle Başlayan Deyimler... - Pabucu dama atılmak: Kendisinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek."Yeni bir elektrikçi aldılar, desene Murat`ın pabucu dama atıldı."
- Pabucunu ters giydirmek: Güç bir duruma düşürerek telâşlandırmak, bu telâşla kaçmasına sebep olmak."El oğlu bu, adama pabucunu ters giydirir, tetikte olmalı insan."
- Pabuç bırakmamak: Yılmamak, korkmayıp yapacağından vazgeçmemek."Ben öyle olur olmaz insanlara pabuç bırakmam."
- Pabuç pahalı: Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır."Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü."
- Paçaları sıvamak: Bir işi yapmak için hazırlanmak."Bir an önce paçaları sıvayıp işe başlamak istiyordu."
- Paçası düşük: Giyimine, kılık kıyafetine pek dikkat etmeyen, sünepe.
- Paçayı kaptırmak: 1. Yakalanmak, ele geçmek. 2. Giriştiği işten vazgeçmek istediği hâlde kendini kurtaramamak. 3. Dilediği gibi davranamamak."Paçayı kaptırdık bir kere, yakamızı kurtaramıyoruz."
- Paçavrasını çıkarmak: Çok hırpalamak, sağlam yerini koymamak, işe yaramaz bir duruma getirmek."Beş kişiydiler, adamın paçavrasını çıkardılar."
- Paçayı kurtarmak: Bir ilişkiden veya önce girişip sonra pişman olduğu bir işten yakasını sıyırmak."Çok şükür şu belâlı işten paçayı kurtardık."
- Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
- Paha biçilmez: Çok pahalı, kıymeti ölçülemeyecek kadar yüksek."Paha biçilemez tablolar sergilenmişti."
- Pahalıya mal olmak: Kolay elde edilememek; para, özveri ve emek gerektirmek; zarara ve sıkıntıya yol açmak."Bu ev size pahalıya mal olsa gerek."
- Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan."Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık."
- Palavra atmak: Abartarak söylemek, yalan söylemek, olmayacak şeylerden söz etmek.
- Paldır küldür: 1. Büyük bir gürültü ile. 2. Ansızın ve kurallara uymaksızın."Paldır küldür merdivenlerden inmeye başladılar."
- Pamuk ipliği ile bağlamak: Etkisi az sürecek, köksüz, geçici bir çözüm yolu bulmak.
- Paniğe kapılmak: Çok korkmak, telâşa sürüklenmek."Çocuklar paniğe kapılacaklar diye endişeleniyorum."
- Papara yemek: Çok azarlanmak."Çabuk olun, annemden papara yemek istemiyorum."
- Para babası: Çok zengin, parası bol olan.
- Para canlısı: Parayı çok seven, paraya düşkün.
- Para çekmek: 1. Banka veya benzeri bir yere yatırılmış parayı geri almak. 2. Bir kimseden çeşitli yollarla para sızdırmak.
- Para dökmek: Bir şey için çok para harcamak."Düğün için az para dökmedi."
- Para etmemek: 1. İşe yaramamak, etkili olmamak. 2. Değeri pahasına satılamamak."Bu malların para edeceğini sanmıyorum."
- Parasını sokağa atmak: Değeri olmayan bir işe ya da mala para vermek.
- Para kesmek: 1. Çok para kazanmak. 2. Devletin çok para basması."Bizim büfe âdeta para kesiyor."
- Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para almak."Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar."
- Para tutmak: 1. Parasını idareli harcayıp kalanını biriktirmek. 2. Satın alınan şeyin karşılığını para olarak hesaplamak."Aldığımız eşyaların hepsi kaç para tuttu dersiniz?"
- Paraya çevirmek: Bir malı verip yerine para almak."Gidin, şu dolapları paraya çevirin de gelin."
- Paraya kıymak: Gereken yerde para harcamaktan kaçınmamak.
- Paraya para dememek: 1. Çok para kazanmak. 2. Bol para harcamak. 3. Elde olan parayı az bulmak.
- Para yapmak: Para kazanıp biriktirmek."Gurbete para yapmaya gitti."
- Para yedirmek: İşini yaptırmak için birilerine kanunsuz, hak etmedikleri parayı vermek; rüşvet vermek."O binayı yaptırmak için belediyeye az para yedirmediler."
- Para yemek: 1. Çok para harcamak. 2. Rüşvet yemek, görevini kötüye kullanıp bir iş yapmak için birinden para almak."İnsanlar artık açıktan para yiyorlar."
- Parmağı ağzında kalmak: Çok şaşırmak, hayrete düşmek.
- Parmağına dolamak: Bir konuyu her fırsatta, her yerde ele alıp konuşmak, o konu ile uğraşmak.
- Parmağında oynatmak: Birine her istediğini yaptırmak, onu kukla gibi kullanmak."Beni parmağında oynatamayacaksın alçak herif."
- Parmağını bile oynatmamak: Hiç tepki göstermemek, kayıtsız kalmak."Beni dövdüler ama o parmağını bile oynatmadı."
- Parmak basmak: 1. Bir nokta üzerine dikkati ya da ilgiyi çekmek. 2. İmza yerine parmağını mürekkebe batırarak bir yere bastırmak.
- Parmak hesabı: 1. Parmakları kullanmak suretiyle yapılan hesap. 2. Hece vezni."Bizim bakkal hâlâ parmak hesabı yapıyor."
- Parmak ısırmak: Büyük şaşkınlık duymak, hayrete düşmek."Yaptığım tatlıyı görünce parmaklarını ısıracaklar."
- Parmak kadar (çocuk): Yaşça çok küçük, pek küçük (çocuk)."Parmak kadar çocukla iş yapılır mı?"
- Parmak kaldırmak: 1. Olumlu oy vermek için el kaldırmak. 2. Bir toplulukta söz istemek için işaret parmağını kaldırıp diğerlerini yumarak el kaldırmak."Parmak kaldırarak söz istemeyi öğrenin artık!"
- Parmakla gösterilmek: 1. Bir şey az bulunmak. 2. Seçkin, ünlü olmak."O, çevresinde parmakla gösterilen bir adamdı."
- Parmaklarını yemek: Bir yemeğin çok lezzetli olduğunu anlatmak için kullanılır."Böreği değil, parmaklarımızı yedik âdeta."
- Parsayı başkası toplamak: Verilen emek karşılığını, emek veren değil, bir başkası almak."Biz durmadan çalışalım parsayı da başkası toplasın olmaz öyle şey!"
- Partiyi kaybetmek: 1. Biriyle çekiştiği bir konuda yenilmek. 2. Elde etmeye çalıştığı bir kazancı bir başkasına kaptırmak.
- Pasaportunu vermek: Kovmak, işten atmak."Patron üç işçinin pasaportunu eline verdi."
- Pas geçmek: Üzerinde durmamak, caymak, vazgeçmek, aldırış etmemek.
- Patırtı çıkarmak: Kavga, kargaşa, gürültü çıkarmak."Patırtı çıkarmadan oturun, babanız uyuyor."
- Patlak vermek: Gizlenen ya da hoş karşılanmayan bir durum aniden ortaya çıkmak."Kim der di ki savaş bu sabah patlak verecek."
- Pay biçmek: Bir fikir elde edebilmek için, durumu bir şey ile kıyaslamak.
- Payını almak: 1. Azarlanmak. 2. Kendine düşen kazanç miktarını almak.
- Paye vermek: Adam yerine koymak, değer vermek.
- Payidar olmak: Kalmak, yok olmamak, yaşamak."Milletimiz ilelebet payidar olacaktır."
- Perdesi yırtık: Ar damarı çatlamış, utanmaz, arlanmaz."Perdesi yırtılmış adamın, baksana neler söylüyordu!"
- Pergelleri açmak: Uzun adımlarla yürümeye başlamak."Pek vaktimiz yok, pergelleri açın da geç kalmayalım."
- Pay çıkarmak: Bir olay ya da davranıştan tecrübe kazanmak, hisse kapmak, tutulacak yolu belirlemek.
- Pes demek: Mağlubiyeti kabul etmek, başkasının üstünlüğüne boyun eğmek."Yenileceğini anlayınca sırtı yere gelmeden pes dedi."
- Pestil gibi olmak: Çok yorulmuş olmak; kımıldayamayacak kadar bitkin, güçsüz düşmek.
- Pestilini çıkarmak: 1. Çok dövmek. 2. Çok çalıştırıp adamakıllı yormak. 3. İyice ezmek."Kazma sallamaktan pestilimiz çıktı."
- Peşini bırakmamak: Bir şeyi izlemekten vazgeçmemek."Adamın peşini bırakmayın sakın!"
- Peşkeş çekmek: Kendisinin veya bir başkasının malını bir çıkar uğruna birisine uygunsuz olarak vermek."Yurdu düşmanlara peşkeş çekiyorlar."
- Peyda olmak: Ortaya çıkmak, belirmek, oluşmak."Köşede bir adam peyda oldu."
- Pılıyı pırtıyı toplamak: Hemen bütün eşyalarını toplayarak bir yere gitmek üzere hazırlık yapmak."Pılıyı pırtıyı toplamış bekliyordu."
- Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
- Pire için yorgan yakmak: Önemsiz bir şey için kızıp daha büyük zarara yol açacak davranış içine girmek.
- Pireyi deve yapmak: Küçük, basit bir olayı büyütüp mesele yapmak, aşırı abartmak.
- Pisi pisine: Boş yere, boşuna."Pisi pisine vurdular çocukcağızı."
- Pis pis düşünmek: Karamsar, derin ve üzüntülü bir düşünceye dalmak."Pis pis düşünmeyi bırak da bir yol arayalım."
- Pis pis gülmek: Birinin düştüğü kötü duruma öç alır gibi, arsız arsız gülmek.
- Pişkinliğe vurmak: Çıkarı için kötü bir davranışa veya söze aldırmamak.
- Pişmiş aşa su katmak: Yoluna girmiş, bitmek üzere olan bir işi bozmak ya da aksatmak."Pişmiş aşa su katabilir, onu buraya sokmayın."
- Pişmiş kelle gibi sırıtmak: Anlamsız, çirkin, yersiz, dişlerini göstererek gülmek."Pişmiş kelle gibi gülmeyi bırak da işine bak."
- Posasını çıkarmak: 1. Birini çok dövmek. 2. Bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek."Ülkenin posasını çıkardılar, biz hâlâ seyrediyoruz."
- Posta koymak: Birini korkutmak, gözdağı vermek, tehdit etmek."Bana posta koyacak adam daha anasından doğmadı."
- Postayı kesmek: İlişkiyi kesmek, gidip gelişi sona erdirmek.
- Post elden gitmek: 1. Öldürülmek. 2. Bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kalmak."Post elden gidince kahretti adam."
- Post kavgası: Bir makamı, işi ya da iktidarı ele geçirme çekişmesi."Seçimler yaklaştı, post kavgası da başladı."
- Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak."Postu kurtardık çok şükür."
- Postu sermek: Kısa bir süre için gittiği yerde, saygısızca ve sorumsuzca uzun süre kalmak.
- Pot kırmak: Gaf yapmak, farkında olmayarak karşısındakini kıracak, incitecek söz söylemek."Dikkatli ol, bir pot kırma sakın."
- Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle uğraşmak."Ne mi yapıyorlar? Pösteki sayıp duruyorlar."
- Prangaya vurmak: Zincire vurmak, ayağına pranga bağlamak."Prangaya vurulu olarak yıllarca kaldı o hapishanede."
- Puan almak: 1. Spor karşılaşmalarında sayı kazanmak. 2. Bir test imtihanında herhangi bir puan elde etmek."Şu sorulardan hiç puan alamayacağımı sanıyordum."
- Puan tutturmak: Gereken sayıda puan kazanmak."Bu sene puan tutturup da üniversiteye girecek miyim bilmiyorum!"
- Punduna getirmek: Bir şeyi yapmak için uygun şartları elde etmek, fırsat kollamak."Punduna getirir getirmez patlattı yumruğunu."
- Pupa yelken: 1. Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan. 2. Yelkenler, arkadan esen rüzgârla şişmiş olarak, tam yolla."Pupa yelken açıldık denize."
- Pusu kurmak: Birine saldırmak için, bir yere gizlenip beklemek."Düşmanlarımızın pusu kurduğundan tam zamanında haberdar olmuştuk."
- Pusulayı şaşırmak: 1. Ne yapacağını bilemez duruma düşmek. 2. Doğru tutum ve davranıştan ayrılmak."İyice pusulayı şaşırmadan uyarmalıyız onu."
- Pusuya düşmek: Pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine girmek."Eyvah, pusuya düşürdüler bizi!"
- Put gibi: Kımıltısız, sessiz, anlamsız bir bakışla.
- Put kesilmek: Sessiz, kımıltısız bir durumda kalmak."Onun bağırmasıyla herkes bir anda put kesildi!"
- Püf noktası: Bir işin en ince, en önemli yeri.
- Püsküllü belâ: Kendisinden kurtulunması bir türlü mümkün olmayan, büyük sıkıntı, zarar veren kimse veya şey."Başıma püsküllü belâ kesildi bu çocuk."
|