ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Edebiyat / Dil Bilgisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=658)
-   -   Deyimler Sözlüğü-T- (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=375833)

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:57 AM

Deyimler Sözlüğü-T-
 
Kaynak:Türkceciler Deyimler Sözlüğü
eyimler Sözlüğü-T-[/url]
Tabana kuvvet: "Binecek bir şey yok. yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır."Haydi kalkın bakalım. tabana kuvvet!"
Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak."Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı."
Tabanları yağlamak: 1. Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak. 2. Hızlıca koşarak kaçmak.
Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak. birbirine çok aykırı."Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler."
Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek. çok sık gidip gelmek."Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim."
Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek.
Taburcu olmak: İyileşen hasta. bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak."Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler."
Tadı damağında kalmak: Tadını. lezzetini bir türlü unutamamak."O kebabın tadı damağımda kaldı."
Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek. nasıl olduğunu yoklamak."Yemeğin tadına baktın mı?"
Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak. hissedememek ya da kavrayamamak."Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha."
Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak."Yeter çocuklar! Tadında bırakın. havayı bozacaksınız yoksa."
Tadını almak: 1. Bir şeyin lezzetini almak. 2. Yaptığı işten zevk duymaya başlamak."O işin tadını aldı bir kez. daha peşini bırakmaz."
Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak."Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım."
Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak. zevki bozmak.
Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak. yavanlaşmak. güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak."İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı."
Tahtalı köy: Mezarlık.
Tahtası eksik: Aklı noksan. deli."O ne biçim hareketti. tahtası eksik galiba!"
Takım taklavat: Hepsi. parçalarıyla birlikte.
Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek."Takıp takıştırmış. öyle çıkmıştı sokağa."
Takke düştü kel göründü: Kusuru. kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler. hileler. ayıplar ortaya çıktı.
Tam adamını bulmak: 1. En uygun kişiyi seçmek. 2. En uygunsuz kişiyi seçmek."Tam adamını bulmuşsunuz hani!"
Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok. bomboş."Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler."
Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak. fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek. istenilen sözü söylemek.
Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk."O bir Tanrı misafiridir. Nasıl kalk git diyebilirim."
Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek. yan çıkmak."Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?"
Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak.
Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak."Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk."
Taş atmak: Birine dokunacak. onu incitecek söz söylemek.
Taş attı da kolu mu yoruldu?: "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu. emek verdi mi. para harcadı mı?" anlamında kullanılır.
Taşa tutmak: Üst üste taş atmak. sürekli taşlamak."Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular."
Taş çatlasa: "Ne yapılsa. ne denli zorlansa. gerçekleşmesi imkânsız" anlamında kullanılır."Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:57 AM

Deyimler Sözlüğü-T-
 
Taş çıkartmak: Biri. ötekinden niteliğiyle üstün olmak."Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor."
Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek.
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli. dinç kimse."Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı. hastalık onu ne hâle getirmiş!"
Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını. ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak. hareket edememek."Çocuk sanki taş kesilmişti."
Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek."Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler. taş üstünde taş koymadılar."
Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan. merhametsiz."Taş yürekli herifler. çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler."
Tatlı dil: Gönül alıcı. hoşa giden. kırmayan konuşma biçimi ya da söz."Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır."
Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış.
Tatlı su firengi: Batılılık taslayan. Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan.
Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak."Nihayet işi tatlıya bağladık."
Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak.
Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek."Tavına getirip söyle."
Tava gelmek: 1. Yumuşamak. kanmak. 2. Süzülecek duruma gelmek."Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam. yapalım dedi."
Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak."Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum"
Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma. davranışlarında yüreklendirme.
Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tavşan yürekli: Korkak. ürkek. çekingen."Amma da tavşan yürekli bir adammışsın."
Tazıya dönmek: 1. Oldukça zayıflamış olmak. 2. Sırılsıklam. çok ıslanmış olmak.
Tebelleş olmak: Kancayı takmak. musallat olmak. istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak."Başıma iyice tebelleş oldu. nereye gitsem oraya geliyor."
Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek.
Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak."Bunlar adamı tefe koyarlar. sakın ağzından bir şey kaçırma."
Tekbir getirmek: "-ü ekber" diyerek `ın adını yüceltmek.
Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek. aksatmak gibi davranışlarda bulunmak."Adamın tekerine çomak soktular. düzenini altüst ettiler."
Tekin değil: 1. İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer. 2. Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan. tehlikeli kabul edilen kimse."O eski ev tekin değil diyorlar."
Telâşa düşmek: Heyecanlanmak. aceleci olmak.
Tel çekmek: 1. Telgraf çekmek. 2. Telle sınırlandırmak. telle çevirmek.
Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek."Gelini bir güzel telleyip pulladılar."
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak. yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek.
Temel atmak: 1. Bir yapının temellerini yapmaya başlamak. 2. Bir işe başlamak. ilk davranışta bulunmak. girişmek."Evin temelini yarın atacağız inşallah."
Temel taşı: 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe. kişi. bir şeyin aslî unsuru. en güçlü dayanağı."Bu şiir. onun şiir anlayışının temel taşıdır."
Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden. silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak."Ödevlerinizi temize çekin."
Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak."O yapmadı. temize çıkacak. göreceksin!"
Temiz para: 1. Kesintiden sonra elde kalan para miktarı. 2. Doğru yoldan kazanılmış para.
Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek. olanıyla yetinmek.
Tencere dibin kara seninki benden kara: "Kötülükte. kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır.
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş. birleşmiş. yakışmışlar birbirlerine.
Tepeden bakmak: Küçümsemek. kendini üstün görmek."İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık. aciz bir varlık olduğunu düşün."
Tepeden inme: 1. Beklenmedik. şaşırtıcı. ansızın gelen. 2. Yüksek bir makamdan çıkan buyruk. emir."Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına."
Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı. baştan aşağı. bütün vücudu."Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı."
Tepesi atmak: Çok sinirlenmek. birden öfkelenmek."Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı."
Tepesinde havan dövmek: Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek.
Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek: Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak. sıkıntı içinde kalmak."Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü."
Tepesine binmek: 1. Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak. yaptırmak. 2. Kendinden güçsüzleri ezmek. onlara kötü davranmak."Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu."
Tepesi üstü: Tepe taklak. başı yere gelmek üzere."Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü."
Tepe tepe kullanmak: Yıpranacağını. eskiyeceğini düşünmeden. sakınmadan istediği gibi kullanmak."Bu kadar istiyorsan al senin olsun. tepe tepe kullan!"
Terbiyesini vermek: Yaptığı kırıcı hareketler. kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak. azarlamak. gerekirse dövmek.
Tercüman olmak: Başkasının duygusunu. düşüncesini dile getirmek. anlatmak.
Ter dökmek: 1. Bir işi yapmak için çok zahmet. zorluk çekmek. 2. Çok terlemek."Bu işi başarmak için az ter dökmedi."
Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak.
Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar vermeden. çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden. kimi sorumluluklardan kurtularak."Merak etme sen. tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi."
Tersi dönmek: Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek.
Ters tarafından kalkmak: Aksi. huysuz ve ters olmak."Ters tarafından kalktın galiba. ne dersem tersini yapıyorsun."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:57 AM

Deyimler Sözlüğü-T-
 
Ters yüz etmek: İçini dışına. altını üstüne getirmek ya da çevirmek."Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim."
Ters yüz geri dönmek: İstediğini elde edemeden. eli boş dönmek.
Teselli etmek: Avundurmak. acısını gidermeye. onu rahatlatmaya çalışmak."Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim."
Teselli bulmak: Avunmak.
Teslim bayrağı çekmek: 1. Yenilgiyi kabullenmek. teslim olmak. 2. Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak."Yakında teslim bayrağını çekerler. endişeye kapılmayın."
Teslim olmak: 1. Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek. mücadeleden vazgeçmek. 2. Kendini teslim etmek. birtakım ellere bırakmak."Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!"
Teşrif etmek: Onurlandırmak. şereflendirmek.
Tetikte olmak: Her an uyanık ve hazır bulunmak."Ben size tetikte olun. gözünüzü dört açın demedim mi?"
Tez canlı: Aceleci. sabırsız. beklemeye dayanamayan."Bu kadar tez canlı olma!"
Tez elden: Çabucak. bir an önce. çarçabuk."Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!"
Tezgâhı kurmak: İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak. çalışmaya başlamak."Hemen tezgâhı kurup gittiler."
Tezkeresini eline vermek: Kovmak. işten atmak. işine son vermek.
Tıka basa doldurmak: Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak. hiç boş yer bırakmamak."Çuvalı tıka basa doldurun. ne alırsa kârdır."
Tıka basa yemek: Haddinden fazla yemek. çok yemek. mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek."Doymaz çocuk. tıka basa doldurdu karnını."
Tımarhane kaçkını: Delice işler yapan kimse.
Tıpış tıpış yürümek: 1. Kısa adımlarla çabuk yürümek. 2. İster istemez bir yere gitmek.
Tıraş etmek: 1. (Saç. sakal) benzeri tıraş işini yapmak. 2. Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak."Yeni berber iyi tıraş yapamıyor."
Tırnak göstermek: Gözdağı vermek. korkutmak.
Tırpan atmak: 1. İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek. 2. Kırıp geçirmek. topluca öldürmek. kıyıma uğratmak."Genel müdür olunca. ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu."
Tohuma kaçmak: Yaşlanmak. evlenme çağı geçip kartlaşmak.
Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu hâlde doymayan. ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden. her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse)."Bu çocuk da tok evin aç kedisi."
Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak.
Tok gözlü: Mala. paraya. yiyeceğe düşkün olmayan; cömert.
Tok sözlü: Sözünü esirgemeden. çekinmeden. hatır gönül dinlemeden söyleyen."Rahmetli tok sözlü bir insandı."
Tongaya basmak: Tuzağa düşmek."Çok kötü bastı tongaya."
Top atmak: İflas etmek."Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım."
Topa tutmak: 1. Bir yeri top ateşi altında bulundurmak. 2. Bir kimseye kırıcı. ağır sözler söylemek.
Topun ağzında: Tehlikeye. saldırıya en yakın yerde olmak.
Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır. Müslüman ölüler için " rahmet eylesin" denir.
Topu topu: (Azımsanan şeyler için) olup olacağı. yalnızca. hepsi."Topu topu beş elma almış."
Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek. onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek."Kızına da hiç toz kondurmuyor."
Toz olmak: Ortadan kaybolmak. kaçmak. uzaklaşmak."Çabuk toz olun buradan."
Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı. üzücü durumları iyimserlikle karşılamak."Hayatı hep toz pembe görmüştür."
Tozu dumana katmak: 1. Ortalığı altüst etmek. karışıklığa yol açmak. gürültü patırtı çıkarmak. 2. Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak."Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı."
Tur atmak: Dolaşmak. dolaşıp gelmek."Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin."
Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek.
Turp gibi: Çok sağlıklı. sağlam. rahatı yerinde."Merak etme. turp gibi o."

Prof. Dr. Sinsi 08-02-2012 05:57 AM

Deyimler Sözlüğü-T-
 
Turşu gibi olmak: Çok yorgun. bitkin düşmek."Üç gündür çalışıyoruz. turşu gibi oldum. hiç hâlim kalmadı."
Turşusu çıkmak: 1. Çok yorulmak. 2. İyice ezilmek. parçalanmak."Armutların turşusu çıkmış. yenecek hâlleri kalmamış."
Turşusunu kurmak: Bir şeyi kullanmak. harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir."Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor. turşusunu kuracak sanki."
Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı. güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek. fayda temin edemez olmak.
Tuttuğunu koparmak: Her girişiminden başarıyla çıkmak. her işi becermek."O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır. güvenin ona."
Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği. dayanacağı kimse bulunmamak."Küçüktüm. tutunacak dalım yoktu. tek başımaydım."
Tuz biber ekmek: 1. Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek. 2. Bir üzüntünün acısını. bir kusurun ağırlığını daha da artırmak."İyi yaptın sanki. o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine."
Tuz (la) buz olmak: Kırılıp parçalanmak. çok küçük parçalara ayrılmak. paramparça olmak."Masadan düşen vazo tuzla buz oldu."
Tuzlayayım da kokma: Bilip bilmeden konuşanlar. yüksekten atanlar. düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır.
Tuzluya mal olmak: Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak."Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu."
Tuzu kuru: Hiçbir derdi. sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan."Sana göre hava hoş. gülersin. oynarsın. tuzun kuru nasıl olsa."
Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek."Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim. gideceğim oraya!"
Tümen tümen: Pek çok.
Türküsünü çağırmak: Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak. söz söylemek. onun tarafını tutmak."Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum. yeter artık!"
Türkü yakmak: Bir türküye ezgi uydurmak."Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar."
Tütünü tepesinden çıkmak: Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak. çok üzülmek.
Tüy dikmek: Kötü bir işi. ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek.
Tüyleri diken diken olmak: Korku. heyecan. endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler. kıllar kabarmak. dikilmek."Hava buz gibiydi. tüylerim diken diken olmuştu."
Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek. iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.