![]() |
Sabır, Şükür, Tövbe Ve Diğer Salih Amel
Sabır, Şükür, Tövbe ve Diğer Salih Amel İbadetleri (a) Sabır Sabır konusundan söz açılınca Hz. Eyyup peygamber gelir akla. Çünkü her türlü kötülük ve olumsuzluklara karşı dayanma gücünün sembolü olmuş, dolayısı ile de bizlere örnek. Allah Teâlâ, biz kullarını öğretip eğitmek üzere toplumda hakça düzen içerisinde kurallara uyumlu yaşayabilmemiz için ilâhi emirler yanında peygamberlerin örnek davranışlarıyla yol gösterici olmaktadır. Nitekim Kuran-ı Kerimde: “ Hamt olsun ki, biz sizi biraz korku, biraz açlık ve biraz da maldan, candan ve ürünlerden noksanlık vererek deneriz; sabredenleri müjdele!” buyrulur (Bakara Sur/155). Demek ki, bu emri İlâhiye göre başa gelecek her türlü musibetlerde kulun görevi sabretmek olacaktır. Fakat nasıl bir sabır; nereye kadar sabır gösterilir? gibi soruların cevabı bizzat peygamberler üzerinde denenerek bizlere örnek gösterilmiştir. Bu konuda Hz. Eyyup Peygamberin başına gelen olumsuz olaylar karşısında gösterdiği dayanma gücü, yani sabrı herkese örnek teşkil eder. Hatta Kuran-ı Kerimde Yüce Rabbim: “ Gerçekten biz Eyyub’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi!” (Sad Sur/44) buyurarak onu övmüştür. Hayat bir imtihan olduğuna göre Hz. Eyyup Peygamberin sabretmeyi nasıl anlayıp uyguladığını ve sınavını nasıl başardığını görelim: Önce mukaddes kitap Tevrat’ın Eyyup bölümüne göz atalım: “Uts diyarında bir adam vardı, adı Eyyup idi; ve bu adam kâmil ve doğru idi. Allah’tan korkar ve kötülükten çekinirdi. Ve kendisine yedi oğul ile üç kız doğdu. Ve mal olarak onun 7000 koyunu ve 3000 devesi ve 500 çift öküzü ve 500 dişi eşeği ve pek çok kölesi vardı. Ve bütün şark oğullarından bu adam en büyüktü (Bap:1, ayet:1,2,3). Ve Rab şeytana dedi: Nereden geliyorsun? Ve şeytan Rabbe cevap verdi: Dünyada dolaşmaktan ve orada gezinmekten. Ve Rab şeytana dedi: Kulum Eyyub’a iyice baktın mı? Çünkü dünyada onun gibisi yok; kâmil ve doğru adam; Allah’tan korkar ve kötülükten çekinir. Ve şeytan Rabbe cevap verip dedi: Eyyup Allah’tan boşuna mı korkuyor? Onun etrafına, evinin etrafına, ve nesi varsa hepsinin etrafına sen çepçevre çit çevirmedin mi? Ellerinin işini sen bereketlendirdin ve onun malı memlekette çoğaldı. Şimdi elini uzat da nesi varsa hepsine dokun ve yüzüne karşı sana lânet edecektir.” (Bap:1, ayet:7-11). Bundan sonraki bölümde Tevrat’ın bildirdiklerini özetleyelim: “ Ve günlerden bir gün, oğullar ve kızlar büyük kardeşin evinde toplanıp yemek yerken çölden bir şiddetli rüzgâr gelip çatıyı başlarına yıktı ve öldüler. Şebali kavmi baskın yapıp işçileri kılıçtan geçirip öküzleri ve eşekleri ise alıp götürdüler. Gökten Allah’ın ateşi düşüp koyunları yaktı. Kıldanlılar otlaktaki develerin üzerine saldırıp alıp götürdüler. Bu üzücü haberler Hz. Eyyub’a ulaşınca, yerinden kalkıp kaftanını çıkardı, saçlarını kesti ve yere eğilip secde yaptı. Ve şöyle dedi: Anam karnından çıplak çıktım ve oraya çıplak döneceğim. Rab verdi ve Rab aldı. Bu işin hepsinde Eyyup suç işlemedi ve Allah’a uygunsuzluk yüklemedi (Bap:1, Ayet: 13-22) Rivayete göre Hz. Eyyup Peygamberin bu defa vücudunu çıban ve yara sarar. Ne yapılırsa şifa bulamaz. Eski tanıdıklar Onu terk ederler. Uzun süre evine kapalı kalır. Bedeninde yaralar açılır ve kurtlar girip çıkar, yanına kimse giremez olur; Hz. Eyyup yine sabreder. Zenginliği yok olur; O, sadece şükreder. Eşi Rahmet’in el emeğine ve hizmetine muhtaç kalır; buna da sabreder. Bir gün eşinin ısrarı üzerine Allah’a dua edip halini arz eder. Allah Teâlâ duasını kabul edip üzerindeki hastalıktan kurtulur. Beden eski haline döner. Yaşamı süresince eski mal- mülk zenginliğine tekrar kavuşur. Böylece dünya ve ahiret saadeti ile mutlu yaşar (1). Hataya düşmemek için öncelikle bir konuyu açıklamak gerekir: İlk insanın yaratılışında Allah’ın “ Hz. Âdem’e secde yap “ emrine uymayan şeytan huzurdan kovulmuş, Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva ile beraber Cennetten çıkarılıp dünyaya indirilmiştir. Ahirete kadar dünyada yaşamını sürdürecektir. Ancak kendisine, dünyaya bitişik gök tabakasına kadar çıkabilme izni verilmiştir. Kuran’da: “Ant olsun ki, Biz dünyaya yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlar için atış taneleri yaptık. Onlara ateşli bir azap vardır” (Mülk Sur/5) buyrularak, böylece şeytanların daha yükseklere çıkışının önlendiği ifade edilmektedir. Dolayısı ile Tevrat’taki ifadede şeytanın Allah’ın huzuruna çıkıp O’nunla sohbet üslubu ile konuşması, abartılmış gerçek dışı haberlerdir. İslâm inancı ile bağdaşmayan bilgilerdir. İşte Hz. Eyyub Peygamberin sabır konusuna bakış açısı ve uygulaması böyle. Kader inancı ile sabır uygulamasını benliğinde birleştirmiş. Mal- mülk, sağlık ve diğer her türlü geçim olanaklarını verenin Allah olduğuna kesinkes inanmış. Bu aşamada insanın görevi, sadece aracı olmak, istemek ve girişimde bulunmaktan ibarettir. Takdir edip veren ise Tanrıdan başkası değil. Yine insanın başına gelip yaşamını olumsuz yönde etkileyen musibetleri de yaratıp veren yine Allah. Burada insanın görevi ise, önce tedbir ve çare aramak, sonra tevekküle sarılıp sabretmek olacaktır. Yalnız Allah’a güvenip dayanan kişiler, yani gerçek müminler, başlarına bir kötülük- musibet geldiği zaman Allah’tan olduğuna inanıp sabrederler; bir iyilik, rahatlık geldiğinde de, yine Allah’tan olduğunu düşünüp şükrederler. Sabır ve şükür bu yönü itibariyle Yaratan’ına karşı bir ibadet ve kulluk görevi olur. Bu konuda bizlere hayat dersi verip en güzel davranışa yönlendiren Hz. Peygamberimizin konuya ilişkin değerlendirmesine değinelim: Hz. Peygamberimiz buyuruyor ki : “ Müminin işine hayret ederim: Çünkü onun her işi hayırdır. Bu hâl müminden başka hiçbir kimse için böyle değildir. Şayet ona sevinç verici bir şey isabet ederse şükreder. Bu da kendi lehine hayır olur. Eğer ona zarar ve ziyan verecek bir hâl isabet ederse sabreder. Bu da onun lehine bir hayır olur.” (Müslim, Züht:64). Hem sevap kazanmak ve hem de stresten öte mutlu bir yaşam isteyen herkes bu hadisi kendisine rehber olarak kabul edip yaşamına uygulamalıdır. Şimdi gerçekçi olarak düşünelim; başa gelen bir musibetten dolayı üzülüp strese girme ne derece doğru olabilir ve sorunu çözebilir mi? O stres ki, kişinin fiziksel fonksiyonlarını yıpratıp erken yaşlanmasına yol açan bir rahatsızlık olduğu halde. Sonra üzülmek neticeyi değiştirebilir mi? Hayır !...Öyleyse “ Allah’ın takdiri böyle ! Zorlu bir imtihan geçiriyorum” diye düşünüp sabrederse hem sağlığını, korumuş, hem de sevap kazanmış olarak Allah’ı yanında bulmuş olur. Nitekim Yüce Rabbim buyuruyor: “Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Sur/153). İşte sabrın, ibadet olduğunu belirleyen ve bizleri mutlu sona götürecek Allah’ın rehber ayeti. Hz. Eyyup Peygamber sabır konusunda tarihi bir örnektir. Cenab-ı Hak, başa gelen musibet ve kötülüklerin nasıl sabırla aşılacağını, Onun üzerinde uygulayarak sonucunu bizlere göstermiştir. Böylece bir canlı örnekten sonra hele biz Müslümanlara düşen görev; -Allah’ın emirlerini iyi anlayıp kendi hayatımıza titizlikle uygulamak, -Sabır sevabını kazanabilmek için çekilen sıkıntı, mal- mülk zarar ziyanını insanlara anlatıp dert yanmamak. Şöyle düşünmelidir: “Başıma gelen felâketi kim verdi? Allah!... Öyleyse kimi, kime şikâyet ediyorum! Allah’ın takdirini kulları değiştirebilir mi? Hayır, değiştiremez! O halde, insanlar üzerimdeki musibeti gideremeyeceklerine göre hiç olmazsa dert yanıp sevabını kaybetmeyim” , demelidir. -Sabır sevabını kazandıracak davranışa dikkat edilmeli. Çünkü makbul olan sabır, musibetin ilk anında gösterilen tepki halidir. Olayı sükûnetle karşılarsa sevap kazanır; tepkisi kırıcı olursa günaha girer. Nitekim Hz. Peygamber (s )’den nakledilen hadis şöyledir : Enes (R.Anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (s),kabrin başında ağlayan bir kadının yanından geçti. - Allah’tan kork ve sabret, dedi. Kadın, -Geç git; zira benim başıma gelen musibet senin başına gelmemiştir, dedi. Peygamberi tanımamıştı. Onun Peygamber olduğunu kadına söylediler; bunun üzerine kadın, Peygamberin kapısına geldi, kapıda kapıcıların bulunmadığını gördü ve: -Ben seni tanıyamadım, diye özür diledi. Peygamber Efendimiz de: -Asıl sabır,musibetin ilk anında olanıdır, buyurdu.”(Riyazus-salihin,Cilt:1,Sf: 64) Bu bağlamda sabırla beceriksizliği birbirinden ayırmamız gerekir. Kişinin başına bir kötülük, felâket geldiğinde, öncelikle aklını kullanıp soruna çare aramalıdır. Eğer, imkânlarını kullanıp yine de çare bulamazsa o zaman “Allah beni deniyor, imtihan ediyor” diyerek sabırlı olmaya gayret gösterecektir. Yoksa toplumda nüfuzlu ve güçlü kişinin kendisine yaptığı hakaret, saldırı ve aşağılamasına katlanması kesinlikle sabır olamaz. Bu ancak beceriksizlik olur Bu durumda kalan mazlum hakkını yasal yollardan araması gerekir. |
Sabır, Şükür, Tövbe Ve Diğer Salih Amel
(b) Şükür (Hamt) etmek Şükür, Allah’ın verdiği her türlü nimetine (mal – mülk, geçimlik nesneler, sağlık, kabiliyet, eş ve çocuklar gibi) karşı duyulan hoşnutluluğu, Allah’a arz edip O’na şükran borcunu ödemektir. İnanmış kişilerin doğru yola iletilmesinde kendilerine rehber olan Kuran-ı Kerimin Fatiha suresinin 2. ayeti, Allah’a hamt ile başlar ve Allah’ın nitelikleri belirtilir. Şöyle ki, “Hesap gününün sahibi, dünyada bütün insanlara, ahirette ise, müminlere rahmet edici olan, âlemlerin Rabbine hamt olsun!” denilerek, hamt etmenin ancak Allah’a karşı yapılacağı belirtilir. Yüce Rabbim biz kullarını, sağlık, beceri, ilim sahibi olma, zenginlik, eş ve çocuk sahibi olma, meslek edinme gibi olanaklarla dener. Yani imtihan eder. Bu olanaklara sahip kişi bunları kendi gayret ve becerisi sonucu elde ettiğini düşünerek başkalarına karşı büyüklük duygusuna kapılırsa sınavı kaybeder. Peki, ne yapması gerekir? Bu sevindirici imkânları kendisine lütfedenin Allah olduğunu düşünerek O’na şükretmelidir. Allah’ın her hükmünde ibret alınacak bir hikmet vardır. Bilinçli olan kişi bu perspektiften bakıp neticeye ulaşmaya çalışır. Örneğin, Allah bir kişiyi zenginlikle ödüllendirmiş ise, buna karşılık sorumluluk da yüklemiştir. Ne gibi sorumluluk? İmtihan sorumluluğu! Soruların cevabı nerede? Kuran ve Hz. Peygamberimizin (s) sünnetinde. Evet, böyle bir lütfe mazhar olan mümin kişi, öncelikle mülkün esas sahibine şükredecek, sonra zenginliğin zekâtını fakirlere dağıtacak, kurban kesecek, sağlığı izin verirse hac ve umre görevlerini yapacak, ayrıca dilenen veya iffetinden dolayı dilenemeyen muhtaçlara geçimlik yardımında bulunacak, öldükten sonra kendisine sevap kazandıracak “sadaka-i cariye” denen hayır kurumlarına hizmet ve bağış yapacak.. Böylece bu ve buna benzer hayır işlerinde parasını harcamış ise Kuran’da nitelikleri sayılıp övülen o mutlu muttakiler ( gerçek müminler) safında yer almış olacaktır. Cimrilik eder, kazancından kimseye koklatmazsa, o zaman ahirette cezasını çok ağır ödeyecektir Demek ki, bilinçli Müslüman, kendisine lütfedilen maddi ve manevi olanaklardan dolayı, bunları kendisine karşılıksız veren Rabbine şükredecek. Şükretmek, hem ibadet yerine geçip sevap kazandırır ve hem de imtihanını başarmasına yardımcı olur. Şükür, yalnız mal – mülk, eş ve çocuklar veya menfaati gerektiren herhangi bir olanak karşılığında değil, yaşamın her anı ve aşamasında yapılmalıdır. Neden mi? Çünkü Allah Teâlâ ne buyuruyor: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk (ibadet) yapsınlar diye yarattım.” (Zarıyat Sur/56). Yaratılış amacının ibadet olduğuna ve hamd etmenin de ibadet sayıldığına göre her Müslüman, Allah’ın emri olduğu için hamt etmelidir. Örneğin, sabah uyanıp hayatta olduğunu görünce şükredecek, kahvaltısını bitirince yine şükredecek, işbaşı yapınca lütfedilen bu imkândan dolayı şükredecek, işyeri arkadaşlarının hal- hatır sorularına şükrederek cevap verecek, bir kaza sonucu zarar görüncedaha kötüsü olabilirdi düşüncesiyle- yine şükredecek, akşam evine dönünce kavgasız gürültüsüz bir gün geçirdiği için hamt edecek. Yani kişi yeter ki, Allah’ın emrine uysun; hamt edecek fırsatları devamlı önünde hazır bulacaktır. Peki, bir kişi sahip olduğu olanaklar için şükretmezse ne olur? İbadet yapmış olma sevabını (ödülünü) alamaz. Dahası, kendisinde kibir denen hastalık belirir ve devamlı günah kazandırır. Başka bir deyişle ahiret hayatını karartır. |
Sabır, Şükür, Tövbe Ve Diğer Salih Amel
(c) Tövbe Etmek Yaratılış gereği olarak hiç kusur işlememek meleklerin özelliği, hiç iyilik yapmamak da şeytanların görevidir. Kötülük işledikten sonra pişman olup iyiliğe yönelmek de insanlara özgü özelliktir. Demek ki, insanda davranış biçimi yönünden iki ayrı haslet bulunur: Biri kötülük işleyebilme dürtüsü, diğeri iyilik yapabilme melekesi. Diğer bir ifadeyle insan, melek ile şeytan arasında üçüncü özel bir varlık, olmuş olur. Bu özel yaratılış gereği olarak insan, bilerek veya bilmeyerek kötü davranışta bulunabilir. Diğer bir ifadeyle günah işleyebilir. Hiç günah işlememek pek kolay olmayan ve irade gücünü zorlayan; ancak eğitimle ulaşılabilen üstün bir meziyettir. Yani peygamberler ve gerçek Müminlere özgü yaşam biçimidir. İnsan yaşam süresince öyle olaylarla karşılaşır ki, istemeyerek de olsa günah işleyebilir. Çünkü bu özellik insan oğlunun mayasında mevcuttur. Peki, “ biz böyle devamlı günah işlersek ahirette hesabını nasıl verecek, cezadan nasıl kurtulacağız” gibi akla gelen soruya nasıl cevap vereceğiz? Yaratan Allah, bunun alternatifini de yaratıp bizleri uygulamaya çağırmıştır. O’nun emrine uyarsak ahirette sınavı kolayca verip cezadan kendimizi kurtarırız. Nasıl mı? Her günah işledikten sonra pişman olup Allah’a tövbe etmek suretiyle... Nitekim Hz. Peygamberimiz bir hadisinde: “ Eğer sizler günah işlemeseydiniz, yemin ederim ki, Allah, yerinize günah işleyen, sonra da tövbe edip bağış dileyen ve bağışlanan bir kavim getirirdi.” buyurmuştur (Müslim, Tövbe:11). Tövbe nedir ve nasıl yapılır? Tövbe kişinin, dinin günah sayıp çirkin gördüğü bir davranışı yapınca, akabinde pişman olup af dilemek üzere Allah’a yakarışta bulunması ve bir daha böyle günah sayılan işleri yapmayacağına dair iradesinde beliren arzuyu ortaya koymasıdır. Burada iki özellik ön plana çıkar: Birisi, pişmanlık duygusu Kişi, bir anlık gaflet sonucu iyice düşünmeden şeytanın isteğine kapılıp kötülük işler. Hemen yaptığı hareketin doğru olmadığını, günaha girdiğini hatırlayıp pişman olur; kalbinde sıkıntı ve üzüntü belirir. Diğeri, hemen Yaratan’ına sığınıp “Allah’ım! Bir hata ettim, pişman oldum, beni af et” diye dua etmesidir. İnsanın, kendi acizliğini kabul edip Allah’a sığınarak O’na dua etmesi nedir? İbadet!... İşte bu nedenle diyoruz ki, tövbe etmek; namaz, oruç, zekât, hac gibi bir ibadettir. Usulüne uygun yapıldığında Müslüman’a sevap kazandırır. Sonra tövbe yapmak, Müslüman’ın içinden gelen bir duygu ötesinde Allah’ın biz kullarına emridir. Bu nedenle tövbe, Allah’ın emri olduğu için yapılır. Nitekim Yüce Rabb’im: “ Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra tövbe edip O’na yönelin. Kuşkusuz Rabbin çok merhametli ve çok sevendir.”(Hud Sur/90)“Şunu iyi bilin ki, Allah hem çok tövbe edenleri sever, hem de çok temizlenenleri sever.” (Bakara Sur/222) “Ey müminler! Nasuh tövbe ile Allah’a tövbe edin.” (Tahrim Sur/8) buyurmuştur. Nasuh, içtenlik anlamında kullanılmıştır. Yani yapılacak tövbe içten gelen yalvarma duygusu içerisinde olacak; işlenen günaha pişmanlık duyulacak ve aynı hatayı tekrar yapmama konusunda iradesini güçlendirecek kararlıkta olacaktır. Yoksa dilinin söylediğini kalbi tasdik etmiyorsa, bu yapılan tövbe değil, kişinin kendi kendini aldatması olur. Nasuh tövbeye, Hz. Peygamber döneminde cereyan eden tarihi bir olayı örnek verelim: Medine’nin dış bölgesinde yerleşik “Beni Kurayza” adındaki Yahudi kolonisi, barış içerisinde yaşamak isteğiyle Hz. Peygamberle bir anlaşma yapmışlardı. Ancak, “Hendek Savaşı” esnasında Kureyş ordusuna yardım yapmaları anlaşmanın bozulmasına neden oldu. Savaş sonrası, henüz cenk elbiselerini üzerlerinden çıkarmadan Cebrail gelip Allah’ın emrini Hz. Peygambere duyurdu. İslâm ordusu bu defa Beni Kurayza topraklarına yönelip kalelerini kuşattı. Yahudiler işin vahametini anlayıp bir arabulucu olarak kendi müttefiki bulunan Evs kabilesinden Ebu Lübabe ile görüşmek istedikleri haberini gönderdiler. Hz. Peygamber teklifi uygun karşıladı ve Ebu Lübabe’yi kendilerine gönderdi. Ebu Lübabe oraya vardığında, ağlaşan kadın ve çocuklarla karşılaştı. Bu manzara onun hain düşmana karşı olan kinini yumuşattı. Adamlar, Muhammed’e teslim olup olmama konusunda düşüncesini sorunca o,”Evet” dedi ve elini boğazına dokundurarak, teslimiyetten ölümü ima etti. Bu davranış onun görevine aykırı idi. Hem teslim olmayıp kuşatmayı uzatabilirlerdi, hem de Allah ve Resulü’ne ait kararı kendisi vermiş olması idi. Anında hata işlediğinin farkına vardı, fakat iş işten geçmişti. Suçluluk duygusu içinde yanlarından ayrılırken gözlerinden akan yaşlar sakalını dahi ıslatmıştı. Kendisini bekleyen Evs’lilerle karşılaşmamak için kalenin arka kapısından çıkıp Medine’ye doğru hızlıca yürüdü. Doğruca Mescide gitti; kendisini Mescidin direklerinden birine bağlattı ve şöyle dedi:”Allah yaptığım şeyi affedinceye kadar burada bağlı kalacağım”.Peygamber onun gelip haber getirmesini bekliyordu. Neler olduğunu duyunca şöyle dedi:”Eğer bana gelseydi, bağışlanması için Allah’a dua ederdim.” Ebu Lübabe 15 gün kadar direğe bağlı kaldı. Namaz vakti ve diğer ihtiyaçları gidermek üzere kızı gelip bağını çözüyor ve ihtiyaç sonrası tekrar bağlıyordu. Daha sonra bir sabah Peygamberimiz, Ebu Lübabe’nin affedildiği müjdesini verdi. Muhterem eşi Ummi Seleme, Mescide açılan kapının önünde durdu ve:”Ey Ebu Lübabe, müjdeler olsun, Allah sana merhamet etti!” diye bağırdı. O esnada Mescitte bulunanlar Ebu Lübabe’nin bağını çözmek istediler. Fakat Ebu Lübabe’e ,” Hz. Peygamber gelip bağı çözmedikçe kimseye açtırmam,”dedi. Daha sonra bağı Hz. Peygamber tarafından çözüldü. Ebu Lübabe ,bir anlık gaflet sonucu farkında olmadan yaptığı davranışa büyük bir pişmanlık duymuş , bununla da yetinmeyerek kendisini direğe bağlatarak cezalandırmıştı.Allah tarafından affedildiğini öğrendikten sonra, yine de yaptığının kefareti olarak mal varlığının üçte birini sadaka olarak dağıttı.(30) Usulüne uygun tövbe nasıl yapılmalıdır? Tövbenin makbul olabilmesi için nasıl bir girişimde bulunulmalıdır: -Önce muhtaçlara maddi bir sadaka verilmeli, -Sonra aptes almalı ve tövbeye Hz. Peygamberimize (s) salâvat okuyarak başlamalı, -Mübarek zamanlarda (Ramazan ayında, kandil gecelerinde, -Cuma gününde, her gün seher vaktinde, vakit namazlarının arkasında) yapılmalı, -Kutsal mekânlarda (Kâbe, Medine’deki Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve diğer camilerde) yapılmalı. Ancak tövbe yapmak için mübarek zaman ve mekânları beklemek doğru bir hareket tarzı olmayacaktır. Pişmanlık duygusu zamanla kaybolabilir. Bu nedenle kötülük işlendikten hemen sonra, hata anlaşıldığında tez elden tövbe yapılıp bağışlanmasını Allah’tan isteyecektir. Yine bu konuda Hz. Peygamberimizin (s): “Kötülüğün arkasından hemen iyilik yap ki, onu gidersin.” buyruğuna uyulması da gerekir. Bu tavsiye aynı zamanda Allah’ın da emridir: “ Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok eder.” (Hud Sur/114). İyilik, sadaka vermek, ihtiyacı olanlara hizmet etmek, maddi ve manevi yardımda bulunmak, borç para vermek, yol göstermek, akıl soranları bilgilendirmek gibi, insanlara yararlı hizmetler anlaşılmalıdır. Yine Allah için yapılan ibadetler de bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bunun ötesinde önemli olan diğer bir koşul da, yapılan hatadan dolayı pişmanlık duymak ve bir daha aynı hatayı işlememeye dair Allah’a söz vermesidir. Yoksa aynı hatayı tekrar tekrar işle ve her defasında tövbe et. O zaman kişiye demezler mi sen kimi aldatıyorsun!... Böyle bir tövbe amacı dışına çıkmış olmaz mı? Bilinçli akıl sahibi kişi bu soruya “Evet” der. Üçüncü koşul ise, tövbenin geciktirilmemesidir. Eğer geciktirilirse iki musibet ortaya çıkar. Şöyle ki, günah işleye işleye kalbi kararır ve alışkanlık haline geldiği için de temizlenemez bir hal alır. Diğeri de, hastalık ve ölüm tezden gelir de tövbe etmeye fırsatı kalmaz. İşte bu nedenle günah sonucu pişmanlık duyup tövbe edilmelidir. Nitekim Cenab-ı Hak: “Ölünceye kadar günahlar işleyip de öleceğini anlayınca – şimdi tövbe ettim – diyenlerin ve inkâr üzere ölenlerin tövbesi, gerçek tövbe değildir.” (Nisa Sur/18) buyurarak yapılan yanlışlığı açıklamıştır. Şunun hatırlatılmasında yarar görülmektedir: Genelde birçoklarımız noksan bilgi nedeniyle kendi kendimizi yanıltırız. Şöyle ki, bir günah işlenince “Allah büyüktür, af eder” düşüncesiyle pek fazla önemsemez, pişmanlık duymaz ve başka bir zamanda da yine aynı hatayı yaparak tekrarlarız. Hâlbuki Rabbimiz günahları af etme konusundaki hükmünü açık olarak belirtmiştir. Peki, ne diyor Yüce Rabbimiz: -“Eğer siz yasak edildiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız, sizden diğer kusurlarınızı örteriz ve sizi iyi bir gidişata sokarız.” (Nisa Sur./31). - Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size!.. Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek (cahillik sebebiyle) bir kötülük yapar, sonra ardından tövbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyendir.” (En’am Sur./54). -“Gizli ve aşikâr olan günahı bırakın. Çünkü günah kazananlar, kıyamette kazandıklarının cezasını muhakkak çekecekler.” (En’am Sur./120). -“O gün (kıyamette) insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek için fırka fırka (kabirlerinden) çıkacaktır. Zîra, kim zerre miktarı bir iyilik (hayır) işlerse, onun mükâfatını görecek, kim de, zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzal Sûr./6,7,8). -“Şüphesiz ki, iyilikler kötülükleri yok eder.” (Hud Sur./114). Bu açıklamalar ışığında konuyu inceleyelim. Rabbimiz hangi günahları af edeceğini bildiriyor: -Hata ve kusur sayılan küçük günahlar ile, -Bilmeden (cahillik sebebiyle) işlenen günahları... Peki, diğer büyük günahların affı nasıl gerçekleşecektir? Bu konuda iki ayrı görüş vardır. Birincisi; -Yukarıda açıklandığı gibi tövbenin kabulünde ön görülen koşullar yerine getirilmiş, kişi de kendini ıslah edip doğru yola yönelmiş ise, işlediği büyük günahın affı Allah’ın takdirine kalmıştır. Bunun nasıl gerçekleşeceği ise bilgimiz dışındadır. Tamamen bağışlanacak mı, Cehennemde daha az bir süre mi kalacak veya azabın şiddetinin azaltılması şeklinde mi gerçekleşeceği konusunda kesin bilgi sahibi değiliz. Ancak, âyet-i kerimede “İyilikler, kötülükleri yok eder.” denildiğine göre, kendisini düzeltip doğru yola yönelen Mümin kişi kazanacağı sevaplarla Allah’ın affına ulaşacağı umulmaktadır. Diğeri; -İşlenen büyük günahtan sonra eğer tövbe yapılmamış ise, bunun affı, cezası çekildikten sonra “bir hardal denesi kadar iman sahibi ise” Allah’ın buyruğu ile gerçekleşip Cehennemden çıkarılacaktır. Şayet, günah Allah’ı inkâr – küfür şeklinde ise bunun affı yoktur. İnsanın bilerek veya bilmeden yaptığı kötülük ve hataların bir kısmı kişilerle ilgilidir. Kişilerle ilgili olanlar için “kul hakkı” tabiri kullanılır. Allah’ın emirlerine ters düşecek davranışta bulunulduğunda tövbe ederek günahtan kurtulma söz konusu olabilmektedir. Ancak, kişi haklarında ise tövbe ile bağışlanma olmaz. Mutlaka hak sahibi ile görüşüp onun helâl ve af etmesini istemelidir. İnancımıza göre kul hakları iki yönlüdür: Birisi, her Müslüman’ın üzerinde görev kabul edilen; selâm vermek, davete katılmak, isteyene öğüt vermek, aksırdığında – Allah’a hamt ederse – buna karşı hakkında rahmet dilemek (bugünkü ortamda genellikle çok yaşa denmekte, en doğrusu Allah’ın rahmeti, iyilikleri üzerine olsun, denirse amaca ulaşır), hastayı ziyaret etmek, Müslüman’ın cenazesinde bulunmak.. Diğerleri ise, kişilerin mal, mülk, namus, kan gibi kişisel haklarına saygılı davranıp elini, dilini bunlardan uzak tutmaktır. Yine kişisel haklar içerisinde de, hem Allah hakkı hem de kul hakkı bulunur. Allah’ın hakkı bu tür günah işlenirken Allah’ın yasakladığı bir zulme girişilmiştir. Böylece Allah’a karşı hak doğmaktadır. Bu tür günahlardan arınmak ve günaha kefaret olması bakımından; Allah’ın hakkını ödemek üzere pişmanlık ve üzüntü duyulmalı, kötülükleri terk edip iyilik yapmaya yönelmelidir. Örneğin; -Kötülüğe karşı iyilik yapılmalı, -Malını gasp etmiş ise, helâl servetten sadaka verilmeli, -Gıybet ve aleyhteki dedikodulara karşı o kişiyi övmek ve bildiği iyiliklerini söylemek, şeklinde ifade edilebilir. Bütün bunları yapmakla Allah’a karşı görevini yapmış olur. Fakat henüz kul hakları yerinde durmaktadır. Kul hakları ve bunları ödeme durumuna gelince; hak sahibinin hakkını ödeyerek gönlünü almaktan ibarettir. Hak sahibi af etmedikçe ahirete kul hakkı ile gidilmiş olur. Kul hakkı alış verişteki hile, aldatma, gasp yolu ile başkasının malını zimmetine geçirmek şeklinde olduğu takdirde, derhal hak sahipleri aranıp bulunacak ve hakları kendilerine iade edilecektir. Bulunamadığı takdirde sevabı o kişiye olmak üzere iyilik ve hayır yardımı yapılmalıdır. Gönül yıkma, hatalı davranışa gelince; gerek yüzüne, gerek gıyabında ağır sözler söylemek ve kalbini kırıcı hareketlerde bulunmak gibi kusurlu işlerde de yine hak sahiplerini bulup onlardan bağışlama dilemelidir. Şayet ölmüş ise, kıyamette onlara verilmek üzere hayır ve hasenat yapılmalıdır (14). Konuyu özetlersek, diğer ibadetler gibi tövbe etmek de geçirilen bir sınavın sonuca ulaşmış başarı göstergesidir. Burada da akıl ile nefsin amansız mücadelesi görülür. Nefis yaptığı her hareketi kişiye güzel, doğru ve uygun olduğunu öğütler. Çirkin de olsa, günah da olsa beğendirmeye çalışır ve kapatır tövbe kapısını. Çünkü tövbe yaparsa, pişmanlık ve acizlik çıkar ortaya. Bu da nefsin büyüklük duygusunu rencide eder. Akıl, düşünen, iyi ile kötüyü birbirinden ayıran, geleceği tehlikeye düşürecek davranışları önlemeye çalışan insana özgü bir meleke. Hemen çıkar nefsin karşısına, onun hileli öğütlerine aldanmaması için kişiyi zorlar ve böylece bir anlık gaflet sonucu olarak işlenen kötülük ve günah için tövbe etmeye, Yüce Yaratan’ına sığınıp bağışlanma dilemeye sevk eder kişiyi. Bilinçli Müslüman Allah’ın emirlerine ve Hz. Peygamberimizin (s) tavsiyelerine uyarak nefsin istekleri üzerine basa basa gerçek yola yönelir. Yani hataların bağışlanması isteği ile Rabb’ının sonsuz merhameti ve Tevvab olan sıfatına sığınır. Böylece sınavını da başarmış olur. |
Sabır, Şükür, Tövbe Ve Diğer Salih Amel
(d) Salih Amel İşlemek Salih, iyi, değerli ve güzel anlamında kullanılır. Salih amel ise, genellikle Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kişinin yaptığı ibadetler ile kendisi, ailesi ve diğer insanların yararına olan işleri kapsayan güzel davranışlar, anlaşılır. Buna göre Allah ve Resulü’nun emirlerini yapıp yasakladığı şeylerden kaçınan kişi, her olumlu davranışında salih amel ile meşgul oluyor demektir. Salih amel, sınırları çizilmiş ve sayıları belirlenmiş değildir; geniş kapsamlıdır. Yapıldığı zaman sevap kazandırır, yapılmadığında kişinin üzerine sorumluluk yüklenmeyen davranışları da içerir. Örneğin, yolda yürürken aniden sağanak şeklinde yağmur başladı. Şemsiyeni açıp kendini koruma altına aldın. Yanındaki kişinin şemsiyesi yok; üstelik açık bir mekânda bulunuyor. Kendi kendine düşünüyorsun, bu kişiyi davet edersem hem içim rahat eder haz duyarım, hem de Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olurum ve çağırıp koruma altına alıyorsun. Teklif edilmezse kişiye bir sorumluluk yok, ancak yapılan bu salih amel ile sevap kazanmış olur. Ayrıca, kişi kendinin ve ailesinin geçimini sağlamak üzere dürüst olarak çalışıp helâl yoldan kazanması salih amel bir iştir. Kazancından tasarruf edip çocuklarına miras bırakması da salîh amel bir davranıştır. Başkalarına zarar vermesi muhtemel olan olayları önlemesi de salih ameldir. Yoksul ve muhtaçlara yapılacak her türlü yardım, hatta yabancılara yol ve adres göstermek dahi salih amel kapsamındadır. Yeter ki, yapılan bütün işlerde Allah rızası gözetilsin ve niyet de bu yönde olsun. Kendi itibarını yükseltmek amacı güdülmüş ise, belki karşı tarafı memnun etmiş olabilir, fakat sevap kazandırmayan bir davranıştan öteye geçmez. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor: “... ailen ile çoluk çocuğuna yaptığın sarfiyat da bir sadakadır. Senin hanımın, malından yemekte olduğu şey de bir sadakadır. Senin, aileni hayırda (rahat bir yaşayış içinde) bırakman, onları insanlara el açar bir halde bırakmandan çok hayırlıdır.” (Müslim, Vasiyye:8). Salih amel, kazancı bol bir alış veriştir. Siz ihtiyacı olana iyilik yaparsınız, bundan dolayı Allah size daha fazlasını nasip eder. “Ey Peygamber! Temiz şeylerden yiyin, sâlih amel işleyin; doğrusu ben yaptığınızı bilirim.” (Müminun Sur/51). “İyi hareket edenin sevabını zayi etmeyiz. Doğrusu, inanıp salih amel işleyenlere işte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn Cennetleri vardır.” (Kehf Sur/30-31 ). Sâlih amelin karşıtı, kötü veya çirkin ameldir. Yani kişinin başkalarının hoşnut olmayacağı bir iş yapması veya incitici söz ve davranışta bulunmasıdır. İslâm ahlâkından nasibini almamış bazı kişiler, insanlara bilinçli olarak yaptıkları kötülüklerden, zulümden, verdikleri eziyetlerden zevk alırlar. Hâlbuki kötü davranışlar yasaklanmıştır; yapanlar cezasını da çekerler. Nitekim Yüce Allah: “... kim kötü amel işlerse cezasını görür” (Nisa Sur/123) diye buyurmuştur (10). Yüce Rabbim biz kullarını, kimin daha çok, daha güzel ve topluma daha yararlı işler yaptığını belirlemek üzere imtihan etmekte. Yine bu yararlı işleri yaparken Allah rızasının gözetilip gözetilmediği konusu da denenmektedir. Amaç, olgun ve duyarlı insan olmak; nefsi eğitip aklın yönetimine vermektir. Çünkü Cennet halkı, maddi ve manevi lekelerden arınmış tertemiz mümin kullardan oluşacaktır. |
Sabır, Şükür, Tövbe Ve Diğer Salih Amel
d. Günah İşleme Konusunda Geçirilen İmtihan Günah, İslâm dinine göre yapılması suç sayılan, hoş görülmeyen, kötü ve çirkin davranışlara denir. Diğer bir tanımla, akıl ve irade sahibi Müslüman’ın, Allah ve Resulü tarafından yasaklanan işleri yapması, yapılmasına rıza göstermesi (görmezlikten gelmesi) veya yapılmasına yardımcı olmasındaki davranışına günah denir. Demek ki, bir şeyin günah sayılabilmesi için o şeyin, Allah ve Resulü tarafından yasaklanmış olması gerekir. Hakkında dini bir hüküm olmadan, bazı kişilerin kendi aralarında – bu işi yapma günaha girersin! – şeklindeki konuşmaları, hiç de doğru olmayan ve kendilerini günaha götüren bir ikazdan ibaret olur. Çünkü Allah ve Resulü’nun yetkisini bilmeden kendisi kullanmaya kalkışmıştır. Bu nedenle kesinlikle bilmeden bir şey hakkında bu günahtır diye hüküm belirtmemeye dikkat edilmelidir Dinler tarihinde semavi dinlere ilişkin bilgilere göz atıldığında, her dinin kendine özgü yaptırımları kapsayan kurallar dizisi olduğu, yani her birinin ayrı şeriatı (yolu) bulunduğu görülür. Tevhit dinleri, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelinceye dek tevhit inancında (Allah’ın birliği) bir değişiklik olmamasına karşın, kulların uyması gereken kurallarda zaman ve mekâna göre düzeltme olabilmiştir. Şöyle ki, önceki kavimlerde yasak olan bir nesne, İslâmiyet’te mubah duruma getirilmiştir; bunun tersi de olmuştur. Örnek vermek gerekirse; Yahudilikte cumartesi günleri çalışmak, ateş yakıp yemek pişirmek, av avlanmak; büyük ve küçükbaş hayvanların iç yağlarını yemek yasak kılınmıştır. İslâmiyet’te ise serbest bırakılmıştır. Hıristiyanlıkta içki içmek serbest, İslâmiyet’te ise yasaklanmıştır. Yani haram olarak belirlenmiştir. Domuz eti İslâm dininde haram, Hıristiyanlıkta serbest... Bunun gibi değişiklikleri çoğaltabiliriz. Önemli olan, niçin ve nedenleri anlamaya çalışmaktır. Tarihe geçmiş kavimlerden Yahudi dinine mensup deniz kıyı şeridinde yerleşik ”Eyke” şehir halkının başına gelen olaylar, niçin ve nedenleri anlamamıza ışık tutacaktır. Allah Teâlâ Yahudilere, haftanın altı gününü iş günü olarak belirlemiş, yedinci cumartesi gününü de, sadece din işleri ile uğraşmaları ve dünya malına karşı besledikleri hırsı kırmaları için mukaddes gün kılmıştı. Fakat onlar bu günü de ticaret günü yapmışlar ve böylece haddi aşarak Allah’ın emrine karşı gelmişlerdi. Yahudiler, cumartesi günü yasağına saygı gösterdikleri zaman, balıklar can korkusuna düşmeden su yüzüne çıkar, akın akın yanlarına gelirdi. Fakat diğer iş günlerinde ise sahile tek bir balık bile gelmezdi. Nefislerinin verdiği – daha çok ticaret yapabilme – hırsı ile hareket eden Yahudiler, cumartesi gününde de balık avlamaya kalkıştılar. Böylece mukaddes günün hürmetini ihlâl edip haddi aştılar ve Allah’ın emirlerine karşı geldiler. Bu işledikleri günahtan dolayı da Allah’ın gazabına uğradılar. Konuya ilişkin Kuran’ın bildirdikleri de şöyledir: “Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir (Eyle) halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı imtihan ediyorduk.” (Araf Sur/163). “İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: “aşağılık maymunlar olun!” dediklerimizi elbette bilmelisiniz (Bakara Sur/65). “Biz bu olayı, bizzat görenlere ve sonradan gelenlere bir ibret dersi, muttakiler için de bir öğüt vesilesi kıldık.” (Bakara Sur/66). O dönemlerde İsrail oğulları, yukarıdaki olayda anlatıldığı gibi genelde dinin kesin hükmüne karşın haddi aşıp Allah’ın emirlerine karşı gelmişlerdir. Bu davranışları Allah’ın gazabını üzerlerine çekmiş ve aşağılanmışlardır (7). Önce Keldaniler (Buhtunnasır zamanında), sonra Romalılar tarafından ülkeleri işgal edilip kimisi kılıçtan geçirilmiş, kimisi de esir alınıp başka mekânlara götürülmüştür. Bu korkunç olaylar sonrasında ellerindeki Tevrat kitapları da yakılarak yok edilmiştir. Bugünkü ortamda cumartesi günü çalışma yasağını ele alıp kendi ölçülerimize göre değerlendirelim. Cumartesi günü çalışmanın ne gibi sakıncası olabilir. Diğer günler gibi cumartesi de Allah’ın belirlediği bir gün. Eğer istirahat edilsin denirse, isteyen istirahat eder, isteyen çalışır. Sonra cumartesi günü çalışması insana zarar getirecekse İslâmiyet’te de yasak olması gerekirdi. Çünkü İslâm kural ve yasaklar – faydalı, zararlı – değerlendirmesinde odaklaşır. Genelde yasaklar, insana zararlı olduğu için konulmuş kurallardır. Peki, hal böyle iken Yahudilikte cumartesi günü çalışma yasağına ne denilebilir? Bunun cevabını meâli yukarıda yazılı (Araf Sur/163) âyette Allah bildirmektedir. Allah kullarını, zaman ve mekâna göre belirlediği yasaklarla imtihan etmektedir. Böylece kişi, dünyanın geçici güzellik ve geçimliklerine aldanmadan, Allah’ın belirlediği kurallar çerçevesinde nefsini eğitip olgunlaşmasını tamamladıktan sonra Cennete gidebilme hakkını kazanmış olacaktır. Yine bu olay bizlere, hayatımıza yön verirken Allah’ın emir ve yasaklarına kesin kes uyulmasının gerekliliğini, uyulmadığı takdirde başımıza çeşitli kötülüklerin geleceği veya kazanılan günahların ahirette hesabı sorulacağı mesajını bildiriyor. Ne diyor Rabbimiz: “Biz bu olayı, gören ve sonradan gelenlere ibret dersi, muttakiler (Allah’ın emrine uyan müminler) için de bir öğüt vesilesi kıldık.” (Bakara Sur/66). Yüce Rabbim ikaz ediyor; “Ey kullarım dikkat edin emrime uymayanların halini görün, başlarına gelen kötülük sizin başınıza da gelebilir; bundan ders alın; Allah’ın sünnetinde değişiklik olmaz! Dünyada da, ahirette de mutlu olup kurtuluşa kavuşabilmeniz için mutlaka emir ve yasaklarıma uyun!.” diyor. Günah, Allah ve Resulü’nün emirlerine aykırı söz ve davranışlar olduğuna göre, hayat boyu yaşamımızda onlardan kaçınabilmek için nelerin günah sayıldığının bilinmesi gerekir. Ayrıca, günahların hepsi de eşit değildir. Kimisi büyük bir cezayı gerektirirken, bazıları da kınanmakla geçiştirilir. Örneğin bekâr kız ve erkeğin nikâh dışı cinsel ilişkileri zina sayılıp İslâm kurallarına göre sopa vurulması zorunlu olduğu halde (Nur Sur/2), birbirlerine elle sarkıntılık yapmaları fiziki cezayı gerektirmez. İşte iki davranış da günah sayılmakta... Fakat birincisi ceza yaptırımı olduğu için buna büyük, diğerine küçük günah denilmektedir. Kendisini Allah yolcusu kabul eden inançlı her Müslüman küçük olsun, büyük olsun günahın her türlüsünden mümkün oldukça kaçınmalıdır. Özellikle büyük günah sayılan söz ve davranışlardan kesinlikle uzak durmalıdır. Niçin mi? Kendi geleceği için; ebedi hayatını karartmaması için; Cehennem ateşinde yanmaması için. Bütün bunlar yeterli neden sayılmaz mı? Bu nedenle büyük ve küçük günahların neler olduğunu bilmemiz önem arz eder. Süleyman GÜNVER |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.