![]() |
Davet Yolunda İmtihan Ve Çileler
Davet Yolunda İmtihan Ve Çileler Bilindiği gibi çileler, davetlerde Allah'ın kanunudur ve davet yolunun temel bir parçasıdır. Allah çilelerin ardından, hem davet hem de davetçi için hayır gerçekleşsin diye, onları verdi. Fakat, davet yolunun bu önemli merhalelerini geçerken, bazı sapmalar veya hatalar ortaya çıkar. Korunmak için iyi tanımak gerekir onları. Bu sapmalara geçmeden önce çilelerin karakteri ve durumu hakkında biraz söz etmek yararlı olur. Çilelerin ve imtihanların, davalarda Allah'ın kanunu olduğunu pekiştiren hadis-i şerifler ve ayet-i kerimeler varid olmuştur. Çünkü o davalar uğrunda inananlar, işkencenin, fitnenin, eziyetin, baskının, saldırıya uğramanın ve benzerlerinin., her çeşidine uğratılırlar. Bazen de sebepler ölüme kadar gider.. Bunlar doğruları yalancılardan ayırmak ve arındırmak içindir. Çünkü zaferin emaneti ağırdır. İfrat ve tefrite girmeden sebat eden erleri zaferden önce hazırlamak gerekir.Bunun için çile, eziyet döneminin, zafer ve iktidar döneminin başlangıcına kadar devam ettiğini görüyoruz. İşte Kur'an'ın bazı ayetleri: "Elif, Lam, Mim. insanlar imtihandan geçirilmeden sadece "îman ettik" demeleriyle bırakılıverileceklerini mi sandılar. Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır. "Ey müminler! Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin baslarına gelenler size de gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız. Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve öyle sarsıldılar ki, Peygamber ve O'nunla beraber iman edenler nihayet "Allah'ın yardım ne zaman gelecek?" dediler. İşte o zaman (onlara), "Şüphesiz Allah'ın yardımı yakın (denildi). "Andolsun ki; sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber!) Sen sabırlı davrananları müjdele. "Allah, kirlenmişi temizden ayırdetmeksizin mü'minleri bulunduğu halde bırakacak değildir. Bununla beraber Allah size gaybı da bildirecek değildir. "Andolsun ki; senden önceki peygamberler de yalanlamıştı. Onlar yalanlamalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti, Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek kimse yoktur. Muhakkak ki, gönderilen peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi. "Andolsun ki; içinizden cihad edenlerle, sabredenleri belirleyinceye kadar ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz. Siyret-i Nebeviyye, Resulullah (a.s.)'ın ve müslümanların Mekke'de müşriklerden gördükleri, cezalandırma, işkence ve dinden döndürme faaliyetlerinin bir çoğunu bize anlatır. Hatta Yasır ve ailesi (r.a.) bu işkencelerden dolayı şehid olmuştur. İşte Habbab bin Eret (r.a.) onlardan biri. Müşriklerin, müslümanlara yaptıkları eziyetin dozajı artınca, Habbab yardım dilemek için doğruca Resulullah (a.s.)'a gitti. Habbab olayı şöyle anlatıyor: "Resulullah (a.s.) Kabe'nin gölgesinde, hırkasını yastık edinmiş vaziyette iken, derdimizi O'na anlattık ve "bizim için Allah'tan yardım istemeyecek misin?" Bizim için dua etmeyecek misin? dedik. Resulullah (a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetler arasında öyle kimseler vardı ki, adam yakalanır, bir çukur eşilir ve içine konulurdu. Bir testere getirilir, başının üstüne konulur, vücudu iki parçaya ayrılırdı. Demirden bir tarakla etleri kemiklerinden ayrılırdı da, işkence yine O'nu dininden döndürmezdi. Vallahi, Allah bu işi (îslamiyeti) tamamlayacaktır. Hatta bineğine binip, San'a'dan ta Hadra-Mevt'e kadar tek başına giden bir kimse Allah hariç, hiç kimseden ve koyunları konusunda kurttan da korkmayacak. Fakat siz acele ediyorsunuz." Ve yine hepimiz, Resulullah (a.s.)'ın işkence görürken Yasir ailesinin yanından nasıl geçtiğini, ancak onlara şöyle buyurmaktan başka bir şey yapamadığını biliyoruz. O, şöyle buyurdu: "Yasîr ailesi! Sabredin. Kuşkusuz size vaadedilen yer cennettir." Eğer Allah dileseydi, kafirlerin mü'minlere işkence yapmalarına engel olurdu. Fakat mü'minlerin üzerine Allah'ın kanunu böyle uygulanıyor... Şehid İmam Hasan el-Benna, bu konuyu ve bizim üzerimizde imtihan ve çilelerle Allah'ın kanununun uygulanmasının gerekli olduğunu iyi biliyordu. Bundan dolayı da bu konuyu bize hatırlattı ve dikkatlerimizi o yöne çekti. Bize, hükümetlerin ve düşmanlardan bir çoğunun düşmanlığıyla karşılaşacağımızı, tutuklanacağımızı, işkence göreceğimizi ve diğerlerine de maruz kalacağımızı hatırlatıyordu. Ve şöyle diyordu: "İşte o vakit, dava sahiplerinin yoluna girmeye başlamış olacaksınız. Halbuki imtihan bazan uzayabilir, siz çalışmaya devam etmeyecek misiniz?" İşte bize, davet yolunun dikenlerle ve yokuşlarla dolu olduğunu, güllerle döşenmiş olmadığını öğretti. İşin aslı, sabırlı olmamız, tahammül etmemiz ve sapmadan, zayıflık göstermeden, yılmadan ve duraksamadan yokuşlara tırmanmamızdır. Korunmamız için çilelerle ilgili sapmaları ve hataları aşağıya maddeler halinde sunuyoruz: 1- Bazılarının, çilelerin davet yolunda tabii bîr durum olmadığını veya cemaatin içine düştüğü hataların bir neticesi olduğunu sanmaları hatadır. Sonra bu gibi hatalı anlayışlar, saflar arasında yayılır ve davet yolundaki yürüyüşe zarar verdiğinden ötürü kargaşaya sebep olur. Biz, bu anlayışın aksine bir görüşe sahibiz. Bizim çilelere maruz kalışımız, dava sahiplerinin yoluna girişimizin delilidir. Şayet biz çilelere maruz kalmamışsak, bir hatanın veya sapmanın var olduğunu araştırmak gerekir. Hz. Peygamber (a.s.) ve O'nunla beraber olan mü'minler, işkenceye uğramış diğer peygamberler, kendilerinden zuhur eden hataların neticesi olarak çilelere maruz kaldılar demek hiç doğru olur mu? Fakat işin hakikati, Allah düşmanları, hakkın davetçilerine, bu hakikatin kendi batıl nevalarını silip süpüreceğinden korktukları için savaş açıyorlar. 2- "Biz hak üzerinde olsaydık, Allah bize elbette yardım ederdi ve Allah düşmanlarına imkan vermezdi ki, bize yapacaklarını yapsınlar" demek suretiyle çilelerin yola güvenmede sarsıntı meydana getirdiğini savunmak da bir yanlış anlamadır. Şüphe üreticileri, bu düşünceyi etrafa yayıyorlar ve bazıları da onlardan etkileniyor. Yukarıdaki bentte de açıkladığımız gibi bu, hatalı bir anlayıştır. 1965 yılındaki işkence sırasında, işkenceci zebanilerden bir sorumlu bize bu anlamda sözler söylemişti. O demişti ki: "Hükümet ve Başkan Abdunnasır hak üzerinde, sizler ise batıl üzerindesiniz. Çünkü siz hak üzerinde olsaydınız, Allah mutlaka size yardım ederdi ve bu işler de sizin başınıza gelmezdi." Bu, Firavun'un Musa'ya karşı kullandığı mantığın aynısıdır. 3- Yine sapmalardan biri de bazılarının şöyle zannetmeleri: Düşmanlarla diplomasi sanatını kullanmakla veya siyaset sayesinde ya da hikmetle çile ve işkencelerden korunmak mümkündür. Fakat sorumlularda bu saydıklarınız yok. Bunun için de olan oluyor. Bu tür bir anlayış da hatalı ve sapık bir anlayıştır. Düşmanlar, dava sahiplerinin işini bitirmek maksadıyla onlara karşı açtıkları savaştan asla vazgeçmeyecekler. Ancak dava sahiplerini davalarından vazgeçtikleri veya en azından davanın bazı yönlerini terkettikleri, özellikle de düşmanları rahatsız eden kendilerine, yerlerine ve inançlarına zararı dokunan yönlerini terkettikleri takdirde belki vazgeçerler. Bu düşünceyi destekleyen Kur'an ayetlerine göz atalım: "Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar. "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkar edivermenizi istemektedirler. "... Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar, size karşı savaşa devam ederler... "Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere, bize isnad etmen için seni neredeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. Bakınız Hz. Peygamber (a.s.) onlara nasıl cevap veriyor ve Cenab-ı Hak bu konuda O'na ne buyuruyor: "Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Zira sen, dosdoğru yoldasın. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir ikaz ve öğüttür; yakında ondan sorguya çekileceksiniz. "... Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et ve onların arzularına uyma... 4- Eziyetten, hapsolunmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmak için zalimi destekleme, cemaatten ayrılıp uzaklaştığını açıklama ve cemaate saldırıya geçmek bir sapmadır. İşin aslı, işkencelere katlanıp sabretmemiz, sebat edip terketmememiz veya davet yolunu ve cemaate karşı tavır değiştirmememizdir. Yiğitlerin taşıdığı ve kendilerinden sonrakilere teslim edinceye kadar terketmedikleri hakkın bayrağının yükseklerde dalgalanması için zalimlerin bizden istediklerine cevap vermeliyiz. Bazen katlanılmayacak kadar şiddetli işkenceye uğrayan kişiler için, cemaata bağlı kalmak ve imanla kalbi dopdolu olmak kaydıyla bu gibi tutumlara başvurmaları mubah olur. Ama bu topluluk için bir kural değil, sadece istisnadır. Asıl olan azimettir, ruhsat ise bir istisnadır. Çünkü davalar, azimetler ve azim sahiplerinin omuzlarında ayakta kalır, ruhsatların ve ruhsat düşkünlerinin üzerinde değil. Şairin bu konudaki sözleri ne kadar hoş: "Zaman değişse de, sıkıntılarıyla mutluluklarıyla, Hadiseler devam etsin ettiği kadar, sonsuza Yumuşatamaz bizi hiç bir çelik mızrak, Ne de baş eğdirebilir bir soysuza." 5- Çile ve işkencelerin, yolda yürümeyi bırakıp oturmaya sevketmesi de bir sapmadır. İşin aslı sebat etmektir. Kendimizi sabır ve tahammüle, Allah'tan yardım ve sebat dilemeye zorlamalıyız. Aksi takdirde, büyük çoğunluğun bu tutumu benimseyip, sebat etmediklerini düşünürsek, hareket tehlikelere maruz kalır, bu da gelecek nesillerin çalışmalarına engel olur. Sıkıntı ve çileleri aşmak, sebat etmek asıl olduğuna göre, bunlar gelecek nesillerin ruhlarında azimeti diriltir. Allah'ın azabıyla insanların eza ve cefalarını mukayese etmeye yardım eder. Buna göre biz, ikisinin arasında büyük bir fark görüyoruz ve Allah'ın azabından kurtulmak için insanların eza ve cefalarına katlanırız. İnsanların işkencelerini, Allah'ın azabı gibi değerlendiremeyiz. Bundan dolayı biz Şehid İmam'ı, sebatı, davet yolunun zaruretlerinden saydığını ve sebatı, bey'atın on prensibinden biri yaptığını görüyoruz. Çünkü, her kardeşin Allah'la olan sözleşmesine ve bey'atına sadık kalarak sebatı kendine gerekli görmesi, vazgeçmek veya oturmak suretiyle bey'atını bozmaması gerekir. Şehid İmam'ın sebat konusunda şöyle dediğini görüyoruz: "Sebattan kasdımız, Müslüman Kardeş'in ne kadar zor ve süre ne kadar uzun olursa olsun, Allah'a kavuşuncaya kadar gayesi uğrunda çalışması ve gayret göstermesidir. Böylece o, iki feyizli yoldan birini seçmiş olur. Bunlar ya gayeye ulaşmak ya da sonunda şehid olmaktır. "Mü'minlerden bir grup, Allah'a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimisi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir. Kimisi de (getireceği zamanı) bekler. Ve onlar asla sözlerinden dönmezler." Bize göre vakit ilaçtan bir cüzdür. Yol, her ne kadar uzun, aşamaları çok yorucu ve tehlikeleri fazla olsa da amaca götüren yegane çaredir. Bütün bunların sonunda büyük bir ecir ve güzel bir sevap vardır. Biz, düşmanla karşılaşmayı ve çileleri arzu etmeyiz, Allah'tan devamlı afiyet dileriz. Ama düşmanla karşılaşır ve eziyetlere maruz kalırsak, Resulullah (a.s.)'ın bizi yönlendirdiği gibi sebat ederiz. Yolda ilerleyen, hapis, işkence, öldürülme ve bunun gibi şiddetli çilelere maruz kalan kardeşlere Allah iyilikte bulundu ve onları sebat ettirdi. Onlar da bu sayede bey'atlanna vefa göstermeye devam ettiler. Onların içinde sözlerini tutup hayatlarını yitirenler olduğu gibi, hiçbir yumuşama göstermeden, bu musibetler içinde yirmi yılını veya daha fazlasını geçirenler de vardı. Buna rağmen onlar, zalimi desteklemek şartıyla hapisten salıverilecekleri teklifini reddettiler. Yaşlarının ilerlemesine ve sağlıklarının bozulmasına rağmen, hiçbir gevşeklik, zayıflık ve eğilme göstermeden daveti yürütmek ve çalışmayı sürdürmek için, hükümlülük sürelerini bitirip, tutukevinden ve hapishaneden çıkmayı beklediler. Onlar kendileri için değil, Allah için dayandıklarından ve sebat ettiklerinden Allah'ın lütfuna kavuştular. 6- Çilelerden önce, sorumluluk mevkisine gelenlerin bazısının çile esnasında güçsüzleştiği ortaya çıkar. Bazıları da, bunun, yönetimin kötü seçimine delil olduğunu ve işlerin dikkatsiz davranmak veya güzel muamele etmemek ya da buna benzer şeyler sebebiyle böyle seyrettiğini zannederler. İşte bunlar da hatalı ve doğru olmayan bir anlayıştır. Çünkü beşer olarak bizim gücümüz, falanca kişinin çilelere maruz kalınca sebat edeceğini veya etmeyeceğini bilmemize imkan vermiyor. Ama seçimdeki içtihad, görünüşe göre olur. Kalbleri ve gaybı ancak Allah bilir. 7- Bela ve musibetler konusunda Allah'ın hikmetini hesaba katmamak da bir sapma veya hatadır. Halbuki, Allah'ın hikmeti insanları denemek ve iyiyle kötüyü birbirinden ayırmaktır. Bu hata, meşakkatlar sırasında sebat edemeyip zayıflık gösteren bazı kişileri yönetim veya sorumluluk mevkilerine getirdiğimiz vakit meydana gelir. Onlara bir sıkıntı veya bir bela isabet edince tekrar zayıflık gösterirler. Böylece de onlar sorumluluk mevkiinde iken zararları büyük olur. 8- İşkence ve eziyetlere, şiddetinden ötürü tahammül etmeyen, ric'at yapmadan veya inancını değiştirmeden zayıflık gösteren kimseleri mazur görmemek de aynı şekilde sapmadır. Onun yüzüne kapıyı kapamak veya davet için çalışmasına engel olmak doğru olmaz. Ama ona münasip bir yer verilir, gücünün üstünde görevler yüklenemez ve ona önemli mevkiler emanet edilemez. 9- Meşakkatler karşısında asıldan sapmalardan biri de; fertleri alıkoyma düşünce ve gayretidir. Bu, davetin ve İslami çalışmanın hesabına da olsa aynıdır. Bu düşünce ve gayret, zalimlerin birine itaat etmemiz veya içinde davetin yönteminden ve hedeflerinden vazgeçme ya da, İslami çalışmanın dayandığı temellere ve şeriata aykırı maddelerin bulunduğu ittifaklara ve sözleşmelere katılma gibi... Asıl olan davettir ve başarısıdır, şahıslar değil. |
Davet Yolunda İmtihan Ve Çileler
10- Burada önemli noktalar var ve bazılarının içine düştüğü hatalı anlamalar var. Bazı kimseler, çile ve musibetlerin parçalayıcı ve kahredici darbeler olduğunu veya onların binayı tamamlayan her unsuru yıkma mesabesinde olduğunu zannederler. Netice böyle devam ettiği sürece, her yeni gayret engellenmiş olur. Bu tür anlayışın da hatalı olduğu ortadadır. Çilelerin ve musibetlerin, davet ve davetçilere zarar veren hatalı düşüncelere ve böyle sonuçlara sebep olduğunu akıl kabul etmez. Halbuki çileler davetlerde Allah'ın kanunudur. Allah onları zarar vermesi için değil; yararlı olması için, yıkması değil; yapması ve güzelleştirmesi için ve davetçilerin onlar sayesinde kuvvetlenmesi ve durup dinlenmeden güç ve azim içinde yürüyüşü sürdürmeleri için takdir buyurmaktadır. Yine çile ve musibetler gönülleri ve niyetleri her türlü şüpheden ve dünyevi maksatlardan arındırır, safın zayıf noktalarını temizler. Mü'minlerle münafıkların, yalancılarla doğruların arasını, yapı sağlam temellere dayansın diye ayırır. Bazı insanlar, şehidlerin şehadete ermelerini, bu güzel elamanları kaybetmek suretiyle cemaate gelen bir zarar olarak değerlendirirler. Halbuki hakikatte, cemaat onların şehadetiyle kazançlı çıkmıştır. Zira onların şehadeti, yeni gençlerden yüzlercesinin, binlercesenin kalbinde iman ateşini parlatan yakıt olmuştur. Allah onların yerine safta daha fazlasını verir. Nitekim cezaevi, sıkıntı ve gücü bitiren bir yer olsa da, dava sahipleri için yararlı bir okul, sabreden soyutlanan ve arınmış üyeleri yetiştirmek için bir fırsattır. Buralarda, zamanın uzun, çilelerin zorlu olmasına rağmen, halk üzerinde sebat etmekte önder ve örnek kişiler yetişir. Bela ve musibetler sırasında davetin neşri birazcık geri kalır, ama onun yerini nefislerin temizlenmesi, güzelleştirilmesi ve terbiyesi alır. Bununla beraber hücuma uğrayan ve rahatsız edilen fertlerin bela ve musibetler sebebiyle dünyanın değişik yerlerine dağıldıklarını ve bu yörelerde daveti neşrettikleri görüyoruz. Allah onların çalışmalarına ve üretimlerine bereket vermektedir. Çünkü, bu iş Allah'ın davetidir, O'nun nurudur. Allah'ın nurunu hiç bir beşer söndüremiyecektir. Nitekim cemaatın gücü; sloganların, toplantıların, levhaların ve evlerin çokluğu ile değil, çalışkan, sadık ve inanmış kalbler ile ölçülür. 11- Çilelerden dolayı yeni bir işkenceye maruz kalmayalım diye davet hareketini ve Allah'a daveti durdurmamız da asıldan sapmadır. Peygamberimiz ve önderimiz, müşrikleri İslam'a davet ediyordu, bundan dolayı da eziyetlere maruz kalıyordu. Davetin neşrinden ve faaliyetlerinden geri durmuyordu. Eziyet ve musibetler sırasında bize düşen ödev, davet ve hareketin bizden istediğini, duraksamadan imkan ve şartların elverdiği ölçüde yerine getirmektir. Aksi takdirde, düşmanların işkence ve eziyetlerden beklediklerini biz gerçekleştirmiş oluruz. 12- Çile ve sıkıntılar, faaliyetlerimizi; ilim, ibadet ve zikir gibi, düşmanları ve yöneticileri kızdırmayacak alanlara kaydırmamıza sebep olmamalıdır. Yine çile ve sıkıntılar, düşmanları korkutan; yaşama, yönetim, cihad ve benzeri konuları terk etmemize sebep teşkil etmemelidir. Ama bunlardan hiç birini terketmeksizin çalışmadaki öncelik sırasına göre sıraya koymak mümkündür. 13- Son olarak, çilelerin şiddetli ve uzunluğu, Allah'a ve O'nun desteğine olan güvenimizin; geleceğe ve gelecekteki hedeflerimizi gerçekleştirme konusundaki umudumuzun zayıflaması sonucu umutsuzluğa kapılmak da bir sapma ve hatadır. Aslında bu güven, uğradığımız eziyetlerden ve düşmanların engellemesinden etkilenmemelidir. Biz olayın şahsımıza ve fiziki yapımıza yönelik olduğuna inanmıyoruz. Aslında bizim şahsımızda, Allah'a ve O'nun davasına yönelik olduğuna inanıyoruz. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "... Allah emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler. Siyret-i Nebi bize, Allah'ın işkence ve sıkıntılara uğramalarına rağmen az sayıdaki mü'minlere çok sayıdaki kafirlere karşı nasıl yardım edip zafere erdirdiğini açıklıyor. İlk müslümanlar, Mekke'de, işkence, cezalandırma ve öldürülmelere maruz kalmalarına rağmen Allah onları zafere erdirdi. Bu sayede Arap Yarımadası, şirkten ve putlardan temizlendi. Yahudiler sürgün edildi, İran fethedildi, karanlıklar dağıldı ve İslam'ın nuru her tarafı kapladı. Ayet-i Kerimeler, şiddet ve sarsıntıya rağmen Allah'ın yardımına güvenmeyi pekiştiriyor: "(Ey müminleri) Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler, size de gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve O'nunla beraber iman edenler nihayet "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" dediler, işte o zaman (onlara) "Şüphesiz Allah'ın yardımı yakın" denildi. "(O kafirler kendilerine verilen mühlete aldanmasınlar. Çünkü önceki toplumlara da böyle mühlet verdik) ama, tüm peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez. Şehid İmam, bize yol üzerindeki yokuşları gördüğümüz zaman, karşısında hiçbir yokuşun dayanamadığı başarının amillerini düşünmemizi işaret etmişti. Şöyle diyordu; a- Biz Allah'ın davetine çağırıyoruz. O'nun daveti, davetlerin en yücesidir. Biz İslam düşüncesine çağırıyoruz, halbuki o fikirlerin en güçlüsüdür. Biz, insanlara Allah'ın şeriatını sunuyoruz, kanunların en adili odur. "Allah'ın boyası (ile parlayın). Boya yönünden Allah'tan daha güzel kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz. b- Tüm dünya bu davete çok muhtaçtır. Dünyanın içindekiler de buna hazır vaziyettedir ve yolunu da hazırlıyorlar. c- Elhamdülillah, biz şahsi arzulardan ve kişisel çıkarlardan uzağız. Sadece Allah'ın rızasını ve insanların hayrını amaçlıyoruz. Yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için çalışıyoruz. d- Biz Allah'ın desteğini ve yardımını bekliyoruz. Allah kime yardım ederse, onu yenecek hiç bir şey yoktur. Davetimizin gücü, dünyanın ona olan ihtiyacı, maksadımızın yüceliği, Allah'ın bize olan desteği, başarımızın amilleridir ki, onlar karşısında hiç bir yokuş yerinde duramaz ve o yolda hiç bir engel karşı koyamaz. "Allah emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler." Mustafa Meşhur |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.