![]() |
Hayâ-Murakabe-İhsan
HAYÂ-MURAKABE-İHSAN Bil ki, haya (Allah'tan utanma) mukarrebînin (Allah'a yakın velîlerin) makamlarının ilkidir. Aynı şekilde tövbe de muttakilerin makamlarının ilkidir. Kulu hayâlı olmaya sevk eden, Allahu Teâlâ'nın her an kendisini gördüğünü bilmesidir. Bu vaciptir, çünkü Allahu Teâlâ'nın kulun her halini gördüğünü bilmesi, Allah'a imanın bir parçasıdır. Kulun, nefisinin ayıplarını tanıması, onun Yüce Rab-binin hakkını korumadaki kusurlarını bilmesi de vaciptir. Bu da Allah'a imanın bir gereğidir. İşte bu iki bilgi ve marifetten güzel bir hal ortaya çıkar, ona haya denir. Haya, kalbin yüce Allah'ın hakkını yerine getirmedeki kusurunu gördüğünde yaptığı gibi, Allahu Teâlâ'dan utanarak, her halde boyun büküp önüne bakmasıdır. Hayanın herkese gerekli kısmı, terkedilmesi istenen haramları terketmek ve yapılması istenen şeyleri yerine getirmektir. |
Hayâ-Murakabe-İhsan
MURAKABE VE İHSAN Bunlar, aynı mânaya gelen iki kelimedir. Murakabenin evvelinde elde edilecek sonuç, kalbe gelen düşünceleri kontrol etmek, onların içinde karışık olanları keşfedip ayırmak, Allahu Teâlâ'nın her an bizi gördüğünü düşünerek O'na karşı edepli olmak ve herkesten istenen şekliyle hayâlı olmaktır. Herkesten istenen haya hali, Hz. Peygamberin (s.a.v) şu hadisinde emrettiği durumdur. Resûlullah (s.a.v), ashâb-ı kirama (r.anhüm), "Allah'tan hakkı ile haya edinil buyurdular: Ashap, "Ey Allah'ın resulü, biz Allah'tan haya ediyoruz" dediler. O zaman Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Benim bahsettiğim haya, sizin dediğiniz değildir. Benim kastettiğim şudur: Kim Allah'tan gerçek mânada haya ederse, başını ve başını çevreleyen azalarını, midesini ve midesinin etrafındaki bölgeleri (avret mahallini) haramdan korusun, ölümü ve çürümeyi düşünsün. Kim, âhireti isterse, dünyanın süsünü terkeder. Kim bunları yaparsa, Allah'tan gerçek mânada haya etmiş olur.44 Bu haya, manevî makamlardandır. Haller içindeki özel hayaya gelince bu, Hz. Osman'dan (r.a) nakledilen şu sözdeki haya çeşididir. O demiştir ki: 44 Tirmizî, "Kıyâme", 24; Müsned, I, 387; Hâkim, el-Möstedrek, IV, 323; Taberânî, e-Mu'cemü'l-Kebîr, II, 246. "Ben, karanlık bir evde yıkanırken Allahu Teâlâ'dan haya ettiğim için belimi büker iki büklüm olurum." Ahmed b. Salih'in naklettiğine göre Muhammed b Abdûn şöyle demiştir: Ebü'l-Abbas el-Müezzin'in şöyle dediğini işittim: Serî es-Sakatî bana dedi ki: "Sana söyleyeceğim şu sözleri iyi ezberle: Haya ve üns kalpleri dolaşır; içinde zühd (dünyadan sevgiyi çekme) ve vera' (şüpheli şeylerden çekinme) duygusu buldukları kalbe inerler; yoksa çekip giderler." Haya; ruhun Allah'ın celâlini yüceltmek için başını eğip ilâhî huzurda edebe bürünmesidir. Üns, Allah'ın cemâlinin sonsuz güzelliğini müşahede ile ruhun manevî zevke ermesidir, ikisi birleştiği zaman, işte istenecek ve peşine düşülecek en büyük hedef budur. Hikmet ehlinden biri demiştir ki: "Kim haya hakkında konuşur da kendisi konuştuğu hususlarda yüce Allah'tan haya etmezse, o, istidrâca düşmüş (hâli ile alda-nıp azaba doğru giden) biridir." Zünnun el-Mısrî (rah) şöyle demiştir: "Haya, Allahu Teâlâ'ya karşı geçmişteki kusurlarından utanarak kalpte O'na karşı heybetin bulunmasıdır." İbn Atâ demiştir ki: "En büyük ilim heybet (Allah'ın yüceliği karşısında kalbin titremesi) ve hayadır; bunlar kuldan gidince, onda hiçbir hayır yoktur." Ebû Süleyman ed-Dârânî emiştir ki: "İbadet edenler, dört hal üzere ibadet ederler. Bunlar havf (ilâhî korku), recâ (ümit), tazim (Allah'ı yüceltme) ve hayadır. Bunlar içinde derecesi en şerefli olan kimse, haya üzere ibadet edendir. Çünkü o, Allahu Teâlâ'nın her halde kendisini gördüğünü yakînen bilerek hareket etmektedir. Öyle ki, bu kimse, günah işleyenlerin kusurlarından dolayı utanmalarından daha fazla, yaptığı iyiliklerinden utanır." Velîlerden biri demiştir ki: "Haya sahiplerinin kalplerine hâkim olan, Allahu Teâlâ'nın kendilerine nazar ettiğini düşünerek devamlı O'nu yüceltme ve tazim halidir." Şeyh Ebu'n-Necib es-Sühreverdî (rah) şu şiiri okumuştur: İştiyak duyarım ona; bana görününce de; Eğerim hep başımı o dostun celâlinden. Bu korkudan değildir, aksine heybettedir; Bir de korunduğumdan o güzel cemâlinden. Benden ayrılışına dayanamam ölürüm; Yeni hayat bulurum o dostun gelişinden. Büyük bir sabır ile gözümü çekerim ondan; Ama simasını hiç çıkarmam hayalimden. |
Hayâ-Murakabe-İhsan
MURAKABENİN DERECELERİ Murakabe, iki derecede gerçekleşir. Birisi sıddıkların (seçkin hak dostlarının) murakabesi, diğeri de ashâbü'l-yemînin (iman dairesine giren diğer müminlerin) mura-kabesidir. Birinci derecedeki murakabe, sıddıklar içinden mu-karrebun makamına ulaşmış ariflerin murakabesidir. Bu, Allah'ın yüceliğini ve ululuğunu murakabe etmektir. Bu murakabede kalp, tamamen Allahu Teâlâ'nın celâlini (yüceliğini) düşünmekle meşgul olur, ilâhî heybet altında tam bir hiçliğe bürünür, kalpte Allah'tan başka kimseye bir yönelme imkanı ve alanı kalmaz. Bu murakabenin sevabını açıklamaya güç yetmez; çünkü o, sadece kalbe bağlı bir durumdur. Bu murakabe içinde, azaların durumuna gelince; vücut azaları görülen şeyler bir yana, görünmeyen her şeyden kesilerek tamamen yüce Allah'a münâcâta (zikir ve yalvarışa) yönelir. Vücut azaları bir taate başladığı zaman, hiç zorlanmaz; defalarca onu yapmış gibi kolayca yapar; onların doğru yoldan sapmasını önlemek için herhangi bir tedbire ve sebebe ihtiyaç yoktur. İkinci murakabe çeşidine gelince, o; müminler içindeki vera' (takva) sahiplerinin murakabesidir. Onlar öyle kimselerdir ki, Allahu Teâlâ'nın her an kendilerini gördüğü inancı, içlerine ve dışlarına hâkim olmuştur. Onların Allah'ın celâlini (yüceliğini) ve ululuğunu düşünmeleri, kendilerini dehşete düşürmez; bilakis kalpleri içinde bulunduğu halleri ve amelleri kontrol edecek bir halde dengesini muhafaza eder. Ancak kalpleri, amelleri rahatça uygulamakla birlikte, murakabeden (hâlini kontrolden) uzak kalmaz. Evet, bu kimselere Allahu Teâlâ'dan haya (utanma hali) hâkim olmuştur; artık onlar, bir işe ancak onu araştırdıktan sonra adım atarlar ve kıyamet günü kendilerini rezil edecek şeylerden şiddetle kaçınırlar. Onlar, Allahu Teâiâ'nın dünyada kendilerine nazar ettiğini ve her şeylerini gördüğünü yakînen bilirler. Artık onların, bu gerçeği anlamak için kıyameti beklemeye ihtiyaçları yoktur.! Onlar, müşahedeleri ile iki âlemin birbirinden çok farklı > olduğunu anlarlar. Allah en iyisini bilir İMAM GAZÂLÎ |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.