ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Serbest Forum (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=151)
-   -   Bir Tartışma Konusu; Evren (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=27646)

İSİMSİZ KARANLIK 09-24-2007 07:47 PM

Bir Tartışma Konusu; Evren
 
Forumda bir tartışma konusu açmak istedim arkadaşlar, sizin de fikirlerinizi almak istiyorum. Bir süredir doğa felsefecileriyle ilgileniyorum ve dikkatimi çeken pek çok şey oldu. Ama aralarında en ilginç olanı evrenle ilgili görüşlerdi. Ben de düşüncelerimi sizlerle paylaşmak ve sizlerin de düşüncelerini almak istedim.
Yaşam ve Evren ilişkisi nedir?
Evrenin bir sonu var mı?
Evrende başka yaşamlar var mıdır?
Sorularımızı çoğaltabiliriz, ama sizden öncelikle ilk soru hakkında fikir beyan etmenizi rica ediyorum. Özellikle bu konu çok farklı fikirlerin doğmasını sağlayacaktır...
İlk yorumlardan sonra ben de kendi fikrimi beyan edeceğim arkaaşlar, sizlerin değerli fikirlerinizi beklyorum...

İlginiz için teşekkürler...

Ergenekon 09-26-2007 01:02 PM

Çok ilgi duyduğum bir konu. Öncelikle yaşam ve evren ilişkisini ele alırsak,birkaç parağrafta konuyu irdelemek güç olsa da düşüncelerimizin özünü ortaya koyar sanıyorum.
Elbette başka dünyalarda hayat konusuna daha sonra değinmek istiyorum,çünkü bu konuda çok ilginç bulgular var.


Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir
.
Evrendeki bu kusursuz tasarım yeryüzü ölçülerinde de açıkça görülmektedir. Yeryüzünde yaşamı destekleyen ve bilinen uzayda başka hiçbir gezegende bulunmayan olağanüstü dengeler söz konusudur. Örneğin yerçekimi eğer daha güçlü olsaydı, dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşamı olumsuz etkilerdi. Eğer daha zayıf olsaydı, dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı. Güneş’e uzaklık eğer daha fazla olsaydı, gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi. Buna karşın daha yakın olsaydı, gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkansızlaşırdı. Yerkabuğu eğer daha kalın olsaydı, atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi. Tam aksine daha ince olsaydı, hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.
Yeryüzünde bu saydıklarımızın yanısıra yaşamı destekleyen daha birçok hayati önemde denge vardır
Bu dengeler modern bilimde önemli bir ilkenin doğuşuna da yol açmıştır. Bilim adamlarının bu dengeleri birer birer ortaya çıkarmasıyla birlikte evrenin insan yaşamını destekleyecek şekilde tasarlandığı görüşü yaygınlık kazanmıştır.
"Fizik ve biyoloji kanunlarındaki uyum ve akılla karşılaşan birisinin düzenleyici bir aklın varlığını kabul etmemesi imkansızdır
"
Tüm bunlar göstermektedir ki, modern bilimin evrenin ve yaşamın kökeniyle ilgili bulgularında "kazalara" yer yoktur. Evrendeki tasarım, üstün akıl sahibi bir Yaratıcı’nın varlığını göstermektedir.
Sayıları iyice artan bilimadamlarına göre, doğanın kanunları ve değişmezleri o kadar ‘iyi ayarlanmıştır ki ‘ , ve yaşamın varolması için o kadar çok tesadüf gerçekleşmiştir ki , evrenin , kasıtlı bir planlama ve zeka sonucunda ortaya çıktığı söylenebilir.
Aslında, bu ‘ince ayar’ o kadar belirgin, ve bu ‘tesadüfler ‘ o kadar sayısızdır ki, birçok bilimadamı , evrenin insanlığı yaratmak uğruna kasıtlı ortaya konulduğunu ileri süren ‘Antrofik Esası’ savunmaya başlamıştır. Antrofik Esası kabul etmeyenler bile, ‘ince-ayarı’ itiraf etmekte ve evrenin şans eseri varolamayacak kadar mükemmel olduğunu belirtmektedirler.

Doğa kanunlarını biraz olsun değiştirirseniz, ya da doğanın sabitlerinde birazcık oynama yaparsanız, - bir elektronun yükü gibi - , doğanın gelişimi o kadar değişir ki , akıllı hayatların varolması imkansız hale gelebilir.
Bu sabitlerden herhangi birini ,herhangi bir yöne çok ufak bir oranda kaysaydı , yıldızlar, oluşumlarından sonraki 1 milyon yıl içinde sönerlerdi ve evrim için hiçbir zamanımız olmazdı. Sabitler, diğer yönde oynasaydı , bu sefer helyumdan ağır elementler hiçbir zaman oluşamazdı. Karbon olmayacaktı ve tabii hayat da..Ne kimya olabilirdi ne de karmaşıklık…
Bu sebeplerleasıl muhteşem olay, dünyadaki hayatın muazzam dengesi değil, tüm evrenin dengesidir, ve doğal sabitlerinin küçücük bir değişimi tamamiyle bir kaosa neden olacaktır. Evren, inanılması güç bir şekilde hayat için mükemmel bir ortam yaratıyor.Ben evrenin dünyadaki hayatı sağlamak,sürdürmek ve desteklemek için yaratıldığına inanıyorum. Bir nevi "antropik ilke"..
Kozmolojistler, uzay-zaman sürecininn sonlu mu sonsuz mu , bağımlı mı bağımsız mı olduğu hakkında tartışmaktadırlar. Her türlü senaryoda, doğanın inanılmaz ayarları sabit kalmaktadır.

İSİMSİZ KARANLIK 09-26-2007 03:43 PM

Evren ve Yaşam...
 
Alıntı:

Evren, inanılması güç bir şekilde hayat için mükemmel bir ortam yaratıyor.Ben evrenin dünyadaki hayatı sağlamak,sürdürmek ve desteklemek için yaratıldığına inanıyorum. Bir nevi "antropik ilke"..
Kozmolojistler, uzay-zaman sürecininn sonlu mu sonsuz mu , bağımlı mı bağımsız mı olduğu hakkında tartışmaktadırlar. Her türlü senaryoda, doğanın inanılmaz ayarları sabit kalmaktadır.
Bu güzel ve açıklayıcı yorum için teşekkür ederim sevgili Ergenekon.
Ancak fikirlerinize tamamen katılmıyorum. Evet, dediğiniz gibi, en küçük bir ayar dahi değişse idi evren çok daha farklı bir yer olacaktı. Zaten çok küçük olan bir elektron yükünün küçücük de olsa değişmesi her şeyi değiştirecek, her şeyin daha farklı olmasına neden olacaktı. Yerkabuğu'nun kalınlığı, Güneş'e olan uzaklık, yerçekimi kuvveti hakkında dedikleriniz de doğru...

Lâkin, tüm bunların yanında bir kavram var ki, tüm bu düzeni yıkmak istiyor. Bu kavram "Entropi"dir. Entropi, bir sistemin içerdiği düzensizliğin ölçüsüdür. Bir sistemin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan; düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin entropisini artırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir.
Entropi, ilk olarak, ısıyla ilgili bir kavram olarak doğmuştur. Tüm evrendeki ısı akışını ifade eder. Nasıl biri sıcak diğeri soğuk iki cismi birbirine temas edecek şekilde yan yana koyduğunuzda sıcak olan ısı kaybediyor, soğuk olan ısınıyorsa tüm evrendeki hâl ve düzen de böyledir. Evrende sıcak maddelerden soğuk maddelere doğru bir ısı akışı vardır.

Isı, evrende hayatın olması için gereken en önemli şeydir. Nerede ısı varsa orada entropi - yani düzensizlik - azalır. Örneğin insanlar, vücut sıcaklığı hep sabittir. Ve belli bir düzenliliği ifade eder. Dünya, belli bir sıcaklığı - ısısı - vardır ve bir düzenlilik içersindedir. Güneş - ve diğer yıldızlar - için de aynı şey geçerli, bir düzenlilik vardır. Galaksiler de bir düzenlilik içinde süregelirler. tüm bunlar, evrendeki entropiyi - yani düzensizliği - azaltan şeylerdir. Yaşayan, sıcaklığı - ısısı - olan her şey entropiyi azaltr. Lâkin, evrendeki entropi her zaman artmaktadır. Yani evrenin düzensizliği artmakta, evren soğumakta ve yaşama uygunsuz bir yer haline gelmektedir. Bunun anlamı, evrendeki sıcak bölgelerden soğuk bölgelere bir ısı akışı olduğu, ve tüm evrenin sonunda ılık bir yer olacağıdır. Ve bu ısı akışı durduğunda yaşam da durur.

Entropinin arttığı yerler de vardır. Örneğin dünya; ölen insandan çok doğan insan vardır. Bu, kendi sıcaklığına sahip, ısı yayan, düzenli, yeni varlıkları işaret eder, ki bu entropinin azalmasıdır. Ancak bu tür artışlar sadece yereldir. Yani evren genelinde entropi her zaman artmaktadır...

Tüm bu anlattıklarım, Rudolf Clausius'un öncülük ettiği "Entropinin Korunmaması Yasası"nın doğurduklarıdır. Evreni kozmik bir kumarhane olarak kabul eden bu doğa felsefecisi evrenin her zaman kârlı çıktığını düşünmekte haklı olduğunu göstermiştir. Evren aslında her zaman büyük bir düzensizliğe, bir felakete doğru gidiyordu. Ölen ve bedeni ısı kaybeden her canlı, soğuyan her yıldız, her galaksi evrendeki entropiyi artırıyordu ve bundan kârlı çıkan tek şey - kozmik bir kumarhane olan - evrendi.

Entropinin Evren üzerindeki yaşlandırıcı etkilerine ilişkin bu ürpertici düşünce Clausius’un 1868 yılında yaptığı keşfinin bir sonucuydu. Ancak, 1877’de Ludwig Boltzmann adındaki Avusturyalı bir fizikçi, aynı şeyi ifade etmenin farklı bir yolu olduğunu sezinlemişti.

Entropinin düzensizliğin bir ölçüsü olduğunu matematiksel olarak kanıtlayan Boltzmann, Clausius’un Entropinin Korunmaması Yasasının Evrenin sakinleşmesinin yanı sıra daha kaotik bir hale dönüşmesi anlamına geldiği sonucuna varmıştı.

Doğal olarak buda, Evrenin başlangıçta çok gergin ve çok iyi düzenlenmiş olması gerektiği anlamına geliyordu; sanki milyarlarca yıl önce, Bir Şey ya da Birisi mükemmel işleyen zemberekli bir saat yapmış ve onu hiç aksamayacak bir şekilde kurup bırakmıştı. Evren şu anda tıpkı bu saat gibi, ağır ağır boşalma, gevşeme ve parçalanma sürecini yaşıyordu.

Evren, bugünde hala oldukça iyi düzenlenmiş durumdaydı ve bütün parçaları bilimsel bir hassaslıkla çalışıyordu. İyi belirlenmiş sıcak ve soğuk bölgeler vardı; iyi belirlenmiş amaçlara hizmet edecek olan iyi düzenlenmiş mekanik enerji üreten, yine iyi belirlenmiş ve tasarlanmış makineler vardı.

Ancak zaman geçtikçe Evren bütün bu seçkin özelliklerini yitiriyordu: Sıcak ve soğuk bölgeler birbirine karışıyor, güç kaynağı tükenen makineler çürüyüp toprağa karışıyordu. Katı toprağın kendisi bile aşama aşama ayrışıyor ve sonunda her şey tanımlanamayan, karmakarışık ve ılık bir gaz haline dönüşüyordu.

Boltzmann’ın entropiye ilişkin bu kaotik yorumu, entropinin korkutuculuğunu, anlaşılmaz acımasızlığını biraz daha arttırmıştır. Clausius’un Entropinin Korunmaması Yasası’nın, Evrenin yaşama ve yaşamla ilgili davranışlara saldırarak hayatta kaldığı anlamına geldiği artık daha da açık bir şekilde kendini gösteriyordu. Evren öldürme ve yıkma eğilimine sahipti.

Hayatın yaratılması doğal olmayan bir şeydi, doğal düzensizliğin geçici olarak bozulmasıydı. Kısacası hayat doğanın yasalarını hiçe sayıyordu! Öyleyse, entropi yasasının bu açık seçik ihlali nasıl mümkün olabilirdi? Yaşamın tam karşısında yer alan bir yasayla yönetilen bir Evrende, yaşam nasıl oluşabilmişti? Tabii ki yaşam makinesi, Her Ne ise ya da Her Kim ise, bir sırdı.

Entropinin Korunmaması Yasası hayatın ileriye doğru, doğumdan ölüme doğru yaşanmasını gerektiriyordu. Avusturyalı psikiyatrist Sigmund Freud bunu şu sözlerle dile getirecekti : “Bütün hayatın amacı ölümdür.”

Bunun tersini arzulamak, Evrenin entropisinin zamanla azalmasın arzulamak demekti ki, böyle bir şey imkânsızdı. Bu, sonbaharda yaprakların ağaçlardan düşer düşmez düzgün yığınlar halinde kendiliğinden toparlanmalarını beklemek ya da suyun ısıtılınca donmasını umut etmek gibi bir şeydi.

Fikirlerimi kısaca derlemek gerekirse; yaşam, doğaya ve evrenin yasalarına aykırıdır. Evren, geri dönüşü olmayan bir şekilde kaosa doğru gitmektedir ve sonunda her şey çürüyüp işlevsiz hâle gelecektir. Tüm bu çürüme, parçalanma, ölme olaylarındansa kârlı çıkan tek şey evren olacaktır.
İlgilenenler için; fikirlerimi oluşturmamda bana büyük ölçüde yardımcı olan - ve küçük alıntılar yaptığım - Michael GUILLEN'in Dünyayı Değiştiren Beş Denklem isimli kitabındaki YARARSIZ BİR DENEYİM, Rudolf Clausius ve Termodinamiğin İkinci Yasası bölümünü okumanızı tavsiye ederim.
Bunlar dışında, her türlü karşıt ve yandaş yorumlarınızı duymayı heyecanla bekliyorum. İlginiz için teşekkürler...

Ergenekon 09-28-2007 09:22 PM

Ben bu bölümde Kuran-ı Kerimde Evren ve başka dünyalar konusunu kısaca ele almak istiyorum..

İnsan aklının kavrama sınırlarını zorlayan evren, varolduğu ilk andan itibaren hassas dengeler üzerinde ve büyük bir düzen içerisinde hiç şaşmadan işlemektedir. Bu muazzam evrenin nasıl varolduğu, nereye doğru gittiği ve içindeki düzen ve dengeyi sağlayan kanunların nasıl işlediği her devirde insanların merak konusu olmuştur. Bilim adamları bu konuyla ilgili sayısız araştırmalar yapmış, pekçok tezler ve teoriler üretmişlerdir.

İlk teori, evrenin sınırsız olduğunu, sonsuzdan beri varolduğunu, sonsuza kadar da varlığını ve şu anki durumunu koruyacağını savunmaktaydı. 20. yy.'ın ilk yarısında gündemde olan ve 'Sabit Durum Teorisi' (Steady State Theory) ismi verilen bu modele göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son sözkonusu değildi. Evren yoktan varedilmediği gibi hiçbir zaman da yok olmayacaktı.

Oysa daha sonraları elde edilen bilimsel bulgularla bu teori tamamıyla çökmüş oldu. Evren durağan değildi, tam tersine sürekli bir harekete sahipti ve devamlı değişime uğramaktaydı.

Bu teori ise evrenin bir başlangıcı olduğunu savunuyordu. Bu teori 1940'larda "Büyük Patlama" (Big Bang) modeli olarak adlandırılmıştı. Buna göre evrenin tüm malzemesi yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktada toplanmıştı. Bu noktanın yoğunluğu sonsuzdu ama hiçbir hacmi yoktu. Teoriye göre bu nokta patladı ve büyük bir hızla dağılmaya başladı.

Bu bilimsel gerçek, Kuran'da da şöyle haber verilir:

O, gökleri ve yeri yoktan varedendir. (En'am, 101)

Yapılan araştırmalar ve elde edilen bilimsel veriler zaman içinde "Büyük Patlama" teorisini destekleyerek teorinin daha da kuvvetlenmesini sağladı. Bu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla, evrenin durağan olduğunu, maddenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini iddia eden teori de kendiliğinden çökmüş oldu.

Ancak esas çarpıcı olan, geliştirilen bu teorinin ve onu destekleyen kanıtların, 1400 yıl önce Allah tarafından gönderilmiş olan ilahi bir kitabın, "Kuran'ı Kerim"in açıklamalarıyla paralellik göstermesiydi.
O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya, 30)


Evrende, bizim dünyamızdan başka gezegenlerde de başka güneş sistemlerinde de hayatın, hatta fiziksel akıllı varlıkların olduğuna dair Kur'ân'da işaretler vardır. Mesela şu ayetler başka dünyalarda da akıllı varlıkların olduğuna işaret olabilir:

"Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez Allah'a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzanıp kısalarak O'na secde etmektedirler)" (Ra'd 15). "Sûr'a üfleneceği gün, Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi, korku içinde kalır (bayılır). Hepsi boyun bükerek O'na gelirler" (Nemi: 87). "Sûr'a üflenmiş, göklerde ve yerde olanlar (korkudan) bayılmışlar ancak Allah'ın dilediği sarsılmamıştır. Sonra ona bir daha üflenmiştir, birden onlar kalkmış, bakıyorlardır" (Zümer: 68).





Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.