ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Genel Konular (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=324)
-   -   Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu nasıl ispat edebiliriz? (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=155769)

Prof. Dr. Sinsi 06-24-2012 10:37 PM

Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu nasıl ispat edebiliriz?
 
düşünen araştıran ve sorgulayan bir beyne sahip kişi şu yazılanlarla tatmin olur mu sanıyorsun?evreni daha başında allah yarattı diye noktayı koyup sonra da içi boş örneklerle ve hiçbir kesinlik derecesi olmayan bir uslüple

aklınca kuranın allah kelamı olduğunu kendine ve bize kanıtlandı öyle mi?hadi canım sende! kuran o kadar ışık ve nur saçtığı için mi islam ülkeleri bu durumda bilim ve teknoloji açısından daima ithal eden konumda? abd ingiltere fransa gibi sömürgeciler ellerini sallaya sallaya islam ülkelerini talan ediyorlar ırz namus adalet ne varsa içine ediyorlar ve tüm islamdaş ülkeler öylece kardeşlerinin yok oluşunu izliyorlar.ya bu kokuşmuşluğa çürümüşlüğe ne dersin?uyan da bak dünyaya bebeklere tecavüzleri gör işkenceleri gör ensest ilişkileri gör para için namusunu satanları gör sonra da de ki bana işte kuran amacına ulaştı.iyiler 100 de 1 ise kötüler 99 dur.o evrensel dediğin kitaptaki çelişkileri nasıl açıklarsın gramer hatalarını çeviri dersin değil mi herkes orjinalini bulacak ve arapça okuyacak değil mi levhi mahfuz ne oldu peki?göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar 33 falan mı yaşıtmış ya o zaman neden tomurcuklanmış göğüsler ya da neden huriler var da nuriler yok ve neden birçok eşler var yoksa genel bir sesleniş mi? ya adem ile havvanın olayı için ne dersin? şeytan meleklerden değil anladık iblis cinlerdendi o zaman nasıl oluyor da şeytan allah la bire bir diyaloğa girer?allah kızar ona sen süre verilenlerdensin der?onu allah azdırmadığına göre onun bir iradesi var ve tüm bu cennetten kovulma hadisesi bir elma yüzünden ve iblisten kaynaklanıyor adem ile havva yüzünden tüm insanların gözüne kurtçuklar mı girmeli mi?bu olayı allah bilerek yaptıysa şeytanın da bir iradesi yok o zaman nasıl olur da o cinlerden olur meleklerden olsa robt gibi olur anlarız.işte bu devirde bu hikayelere inanmak için akıl sağlığını yitirmesi lazım insanların.ya el kol kesmeler için ne diyorsun ciha edenlerin tüm günahlarının affedilmesine ya da allahın and içmelerine muhammedin bizzat kendisinin konuştuğu ayetlere.çok renkli ve değişik bir anlatımı mı var dersin?muhammed bir insandı ve insanlar hata yapar.ve o mucizevi dediğin sözlerin ağa babasını kaç yüzyıl önce muhammedden konfuçyuslar demokritoslar eflatunlar hipokratlar aristolar da söylediler.evrenle ilgili ne felsefeler geliştirdiler ne bilimsel bulgular elde ettiler demek ki insanlar çok daha önceden birçok işleri başarıyorlarmış.kuranda kölelik için peki ne dersin o zamanın şartları mı?bir kerede kaldırmazdı değil mi?bu kitap evrensel değil mi yahu ben o devire öre düşünmek zorunda mıyım?o kitaptakileri uygulayacaksak eğer yazılanlara riayet etmek lazım değil mi?çok eşli evlilik çok normal bir şey mesela hangi vicdan kadını bu duruma sokar yahu?kadının hakkını bir erkeğin iki diye taksim ettirir.ama ona da zorlama yorum bulur dersiniz ki efendim erkek aile geçindirecek sorumluluğu bakacağı kişi sayısı o bağlamda falan filan...atatürk bu ülkeye laikliği getirdi ve o sömürgeci zihniyetin elidnen aslan yürekli mehmetçiklerle başardı bunu.unutmayın din hangi topluma hayır getirdi ki bize getirsin.diyebilirsiniz ki onun birçok toplumda başarısız olması yanlış olduğunu göstermez demek ki anlayamadılar çoğu.ben de derim ki bir kitap bu kadar yanlış anlaşılıyorsa hem de apaçık bir kitap olmasına rağmen onda da bir yanlış vardır demektir.ve yine kuran diğer dinlerdeki peygamberleri doğrulamasına rağmen o dinlerin tahrif edildiğini belirtmeden kendini alamaz.geçen bir yorum yapmışlar demiş ki çok bilir kişi efendim kuran allah kelamı neden mi bir milyar insan o kuran o peygambe riçin ölür bu kadar insan manyak mı inanıyor ben de dedim ki hristiyanlık tahrif edildi siz müslümanlara göre değil mi evet dedi ama o tahrif edilmiş kitap olan incil için bile ölecek bir milyar insan çıkar.deli mi o kadar adam tahrif edilmiş kitaba inanıyor? işte düşünmekten korkan bünyeler kendi çıkmazlarını sırf korkuları yüzüdnen geçiştirirler.atom son nokta dersiniz ardına tanrıyı yerleştirirsiniz bilimciler araştırır atom altı parçacıkları bulur.teoriler değişkendir deriz big bang var kuranda dersiniz yarın big bang yanlışlansa dinden çıkacak mısınız?evrim yok dersiniz maymunu aşağılayan tanrıya uyarak ensest ilişkilerle çoğalmayı seçersiniz.doğduğunuzda nüfus cüzdanınıza islam yazarlar sorgulamaktan bahsedersiniz özgürlükten bahsedersiniz.inançlı bir alimle inançsız bir alim arasında kocaman farklar vardır.ibni sina gazali farabi ibni rüşd eski yunan bilginlerinin bilgilerini içselleştirdiler kuşkusuz ve söyledikleri kuranla uyuşmadığından çoğu zaman güçlükler yaşadılar.dieğr yobazlar yüzünden ama onlar dahi kuranın o akıl dışı ayetlerini korkuları yüzünden benimsedikleri aşikardır ya da diğer yobazlar gibi inanmayan birine zındık deyip öldürülmeleri lazımdır demeleri de cabasıdır.kuranı eleştirmek o zaman mümkün müydü adamın dötünden kan alırlar.çaprazlama el ayak kesmeler lakap takmalar ebu cehil demeler.kokskoca kuranda allah ebu lehebin elleri kurusun kurududa diyor önce dilekte bulunuyor sonra gerçekleşiyor ve reklamın kötüsü olmaz ya ebu leheb de hala adını duyuruyor.islam öncesi arap şairlerinden bazı şiirlerinden bizzat ayetlerde yani kuran ayetlerde görmek mümkündür.koskoca allah esinlenecek değil ya bu nasıl allah sözü kardeşim? google yazın araryın anlarsınız dediğimi.neyse isteyen istediğine inansın isterse beygire tapsın ama inançsızlara yok cehennemi boyalayacksınız deyip onları hatta öldürüp aşağlayıp bir yere varamazlar.


Prof. Dr. Sinsi 06-24-2012 10:37 PM

Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu nasıl ispat edebiliriz?
 





İnsan ve kâinat kimin eseriyse, Kur’an da ancak O’nun eseridir. Zira Kur’an-ı Kerim, hem insanı insana tanıtmakta, hem de varlık kitabını tefsir etmektedir. Şöyle ki, Kur’an bir taraftan, insanı bütün zaaf ve faziletleriyle, diğer taraftan da kâinatı bütün sır ve incelikleriyle okumaktadır ki, kâinatın bütününde tasarruf edemeyen bir Zât’ın öyle bir söz söylemesi mümkün değildir.


Bu girişten sonra Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunun bazı şahit ve delillerini özetle ve maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz:


Kur’an bütün asırlara örnek olacak bir nesil yetiştirmiştir


Her şeyden önce, Kur’an, yeryüzünü şereflendirdiği o ilk dönemde, hem ruhlarda, hem akıllarda, hem de gönüllerde tasavvuru imkânsız öyle bir tesir icra etmiştir ki, onun o ışıktan atmosferinde, yeniden hayata uyanan nesillerin mükemmelliği, onun hakkında başka bir delile/mûcizeye ihtiyaç bırakmayacak ölçüde bir harikadır ve bu insanların düşünce ufukları, kulluk sırlarına vukufları ve marifetleri açısından benzerlerini göstermek de mümkün değildir. Gerçek şu ki, Kur’an o çağda sahabe unvanıyla öyle bir nesil yetiştirmiştir ki, bu nesil meleklerle eş değerdedir denilse mübalâğa edilmiş olmaz.


Kur’an okumak usanç ve bıkkınlık vermez


Kur’an dışında usanmadan defalarca okunabilen kitap belki hiç yoktur. Kur’an’dır ki, çeşitli vesilelerle devamlı okunur, hatmedilir ama hiçbir zaman usanç ve bıkkınlık vermez. Nice müstesna eserler, fikir yazıları ve şiirler orijinalliğini ve değerini kaybeder; nice aktüel eserler birkaç yıl hatta birkaç ay ya dayanır ya dayanmaz; hem doğruluğu hem de aktüalitesi yönünden değerini yitirir ve sonunda bir kenara bırakılır. Kur’an’a gelince, o, solmak, eskimek şöyle dursun her geçen gün, zihin ve kalplere yeni yeni fikir ve marifet meltemleri üfler ve tazeliğini artırarak muhafaza eder.


Bir beşerin zihninden çıkan prensiplerin asırlara hitap etmesi mümkün değildir


İnsan hayatını maddî-manevî bütün yönleriyle kucaklayan Kur’an’ın bir beşer kelâmı olamayacağı açıktır. Her asırda her türlü şartlar altında ve her seviyedeki insanın problemlerini çözecek küllî prensipler ortaya koymak, hiçbir zaman bir insanın -hele hele ümmî bir Zât’ın- kapasitesi dâhilinde olamaz. Diğer bir ifadeyle, bir beşerin zihninden çıkan prensipler, asırlarca kıtalara huzur ve saadet veremez. İlâhî kitaba ve vahye dayanmayan beşerî çözüm ve sistemler, değişmeden, revizyona uğramadan elli yıl bile ayakta kalamazlar. Beşer mahsulü kaideler, sistemler, fikirler, düşünce ve ideolojiler bir gün eskir ve yetersiz kalır, yan tesir gösterir ve hatta yenilenme/değiştirilme ihtiyacı hissettirir. Hâlbuki Kur’an’ın hiçbir mevzuunda, hiçbir kaide ve prensibinde ve hiçbir meselesinde bu gibi arıza ve noksanlıkları bulmak mümkün değildir.


Servetin sadece zenginler elinde dönüp dolaşan bir devlet olmamasını (Haşr, 59/7), insan için kendi gayret ve emeğinden başka bir şeyin olmadığını, (Necm, 53/39) emanet ve vazifelerin ehline verilmesini ve adaletle hükmedilmesi gerektiğini, (Nisa, 4/58) bir kişiyi öldürmenin bütün insanları öldürmek gibi olduğunu (Maide, 5/32) temel ve ölümsüz kaideler olarak yerleştiren Kur’an-ı Kerim’dir. Fert, aile ve cemiyet için birer öldürücü zehir olan faiz, kumar, içki ve fuhşun her çeşidini, yalan, iftira, lüks ve israfın her türlüsünü yasaklayan da bu Kitap’tır.


Ve yine, insana, insanlığını kazanması, fert ve toplum hayatında daha dünyada iken, Cennet benzeri bir hayat yaşaması için namaz, oruç, hac, zekât ve daha başka ibadetleri emreden; bunun gibi, akıl ve ruhları, insanı insan yapan her bir güzellik ve fazilete yönlendirip, Allah korkusunu her kalbe bir gözetici, Allah sevgisini de bir teşvikçi yapan bu Kitap’tır. Böyle bir Kitap, ilmi, hikmeti ve rahmeti sonsuz bir Yaratıcı’nın kelâmı olmaktan başka ne ile izah edilebilir?


Kur’an’da anlatılan coğrafi gerçekleri çöl ortamında yaşayan birisi bilemez


Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunun bir delili de şudur:



Eserlerinde manzara tasvirinde bulunan herhangi bir yazar daha çok iklimi, bitki örtüsü ve tabiî şekilleriyle yaşadığı veya gezip gördüğü çevreyi anlatır. Hâlbuki Kur’an’da çöl ve çöl hayatının tasvirinden çok, coşkun akan nehirlerden, yemyeşil manzaralardan, toprağa can katan yağmur yüklü bulutlardan, bağ ve bahçelerden, dağlardan ve denizlerden bahisler açıldığını görürüz. Sözgelimi, Nur sûresinde engin denizin karanlıklarından söz edilmesi; üst üste gelen dalgalardan ve bu dalgaların üstünü bulutların kaplamasından ve bu durumun oluşturduğu karanlıklar içinde elin görülememesinden bahisler açılarak(Nur, 24/40) enteresan benzetme ve anlatımlarda bulunulması, ne o zamanki Arap coğrafyası ne de devrin denizcilik literatürüyle alâkalıdır. Sonra çölde doğup, çölde büyüyen sadece gençliğinde iki defa Şam tarafına, yine çöllerden geçerek seyahatte bulunan Peygamber Efendimiz (sallu aleyhi ve sellem), ne Kur’an’ın sözünü ettiği manzara ve bitki örtülerini görmüş ne de deniz yolculuğu yapmıştı.



Ve yine bu çerçevede, En’am sûresinde, inkarcı birisinin hâli, göğe doğru yükselirken kalbi sıkışıp daralan bir insanın durumuna benzetilir.(En’am, 6/125) Bugün, bilimsel gelişmeler, gerekli cihaz kullanılmadan dağların tepesine doğru yükseldikçe, oksijen azalmasından insanın nefessiz kaldığını; göğsünün daralıp sıkıştığını ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu gerçek, ancak balon gibi vasıtalarla yukarılara çıkıldığında veya çok yüksek dağlara tırmanılarak anlaşılabilmektedir. Allah Rasulü’nün döneminde balonla yolculuk bir hayal bile olmadığı gibi, Arabistan coğrafyası da yüksek rakımlı yerlerden mahrumdu. Öyleyse böyle bir benzetme ve ifade ancak her şeyi bilen Allah’a (celle celâluhû) ait olabilir.


Kur’an’ın büyüleyici ifadeleri beşer sözü olamaz


Kur’an’ın nâzil olduğu devrede şiir fevkalâde gelişmişti. İnsanlar sohbetlerinde ve kavgalarında birbirlerine âdeta hep şiirle karşılık verir, her yıl şiir müsabakaları düzenlenir ve kazanan şiirler altınla yazılıp Kâbe duvarına asılırdı. Birer millî kahraman sayılan şairlerin sözleriyle kabileler harbe girer veya barış yaparlardı. Ve Efendimiz (sallu aleyhi ve sellem) aralarında büyümüş olmasına rağmen, herkesin bildiği bir gerçek olarak, ne şiirle, ne de düz yazıyla uğraşmıştı. Sonra Kur’an’ın sırlı ve i’cazlı ifadeleri ne O’nun ne de başkasının ifadelerine benziyordu; ne şiirin, ne de düz yazının sahasına giriyordu, ama kendisine has orijinalliği ile herkesi büyülüyordu. Bu yüzden insanları ondan uzaklaştırmak isteyen müşriklerin ileri gelenleri, “Şiir desek şiir değil, kâhin sözü desek o da değil, cinnet eserine zaten benzemiyor; en iyisi ‘sihirdir, kulaklarınızı tıkayın, yoksa çarpılırsınız’ diyelim.” şeklinde kendilerince karşı koymaya çalışıyorlardı. (Enbiya, 21/25; Saffat, 37/36; Sad, 38/4)


Onun çağlara ışık tutan mesajlarına karşı, bugünün inkârcıları da, tıpkı kendilerinden önceki ataları gibi onca demagoji, diyalektik ve karşı çıkma taktiklerine rağmen acz ve öfke içinde yutkunup durmaktan başka bir şeye muvaffak olamamışlardır. Zaman değişip durmuş, asırlar başkalaşmış, mücadele hissi daha bir hararetlenmiş ama, Kur’an, bunca sözlü sataşma yolları karşısında hâlâ o müessir hâliyle baş döndürmektedir.


Şayet Kur’an beşer sözü olsaydı


Kur’an’ın Peygamber Efendimizin (sallu aleyhi ve sellem) bir eseri olamayacağına bir de şu açıdan bakalım: Bir yazar, eserini daha çok his ve zihin konsantrasyonunun tam sağlandığı anlarda yazar ve kendisini üzüntüye veya sevince sevk eden hâdiselerden de bahsetmemezlik edemez. Diğer bir ifadeyle, bir yazarın ruhunda ve kalbinde derin etkiler bırakan hâdiselerden soyutlanarak bir şeyler yazması öyle kolay kolay mümkün değildir.


Allah Rasûlü (sallu aleyhi ve sellem), çileler, ıstıraplar ve mücadelelerle dolu hayatı içinde; bir yandan müstesna cemaatini yetiştirirken, diğer yandan, dışa karşı amansız bir mücadele vermekteydi. Durum bu iken, Kur’an’da ne O’nun çektiği acılarla alâkalı bir âyet, ne de eşinin ve çocuklarının vefat ve hayatıyla ilgili bir âyet görürüz. Öyleyse, bu kitap O’na ait değildir. O sadece bir vasıtadır ve Kur’an’ı geldiği şekliyle tebliğ etmiştir.



Hangi yazar eserinde kendi lehine olmayan sözlere yer verir?


Acaba hangi yazar, eserinde, kendi lehine görünmeyen sözlere yer verir? Meselâ, Kur’an’da Tebuk Gazvesi’nden geri kalanlardan ötürü “Hay Allah seni affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice belli oluncaya ve yalancılar da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip izin isteyen o münafıklara izin verdin?” (Tevbe, 9/43) ikazında bulunulmaktadır. Ve bu hususta bir başka misal: Allah Rasulü, belini büken, kendisini ıstıraptan ıstıraba sürükleyen ifk (Eşleri Hz. Aişe Validemize atılan iftira) olayı karşısında tam bir ay beklemişti. Münafıkların, eşine attıkları iftira karşısında eğer o Kur’an’ı kendi yazmış olsaydı, hakikati ortaya koymak ve namusu üzerinde en ufak bir lekenin olmadığını ilân etmek için bir ay bekler miydi? Yani, bir insanın kendi yazdığı kitaba alması mümkün görünmeyen beyan ve ifadelere yer verilmektedir. Bu demektir ki, Kur’an hiçbir zaman Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in değil, mutlak surette Allah’ın kelâmıdır.


Sözün özü: Kur’an’ın, kendisini “Ey Resulüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, batıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi.” (Ankebut, 29/48) şeklinde tanıttığı okuma ve yazması olmayan o Zât, “Haydi el ele verin de, fazla değil, Kur’an’ın sûrelerinden tek bir sûrenin mislini getirin!” diyerek o günün okuyup yazmışlarından bu günün en büyük bilgin ve ediplerine kadar meydan okumaktadır. O’nun kendinden gayet emin bir şekilde böyle bir meydan okuyabilmesi bile, Kur’an’ın o ümmî Zât’ın değil de, Allah’ın kelâmı olduğuna yeterli bir delil ve şahit değil midir?




Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.