![]() |
Kemal Tahir'in istanbul'u
“İstanbul Bedestanı”na ayrılmış sayfalar, Türk romanının unutulmayacak seçme parçaları arasındadır. Romancı, bedestendeki atılmış, sahip çıkılmamış eşyaya bakarak, dalıp giderek, kültür mirasının nasıl acımasızca har vurulup harman savrulduğuna işaret eder.Kemal Tahir’i 1960’ların iyice sonunda tanıdım. O günleri, Kemal Tahir’le geçen zamanı Kar Yağıyor Hayatıma’da uzun uzadıya anlattım. Ama Kemal Ağbi’nin eserindeki İstanbul’dan pek söz açmadım. Ünlü romancımız ikide birde anılara dalıp gitmezdi. Çok çalışkan bir yazardı; belki anılarını dile getirecek zamanı yoktu. Çünkü akşamüzeri, dört buçuktan sonraki dinlenme zamanlarında hep yeni, yazmakta olduğu romandan konuşur; o romanı adeta konuşa konuşa bizlerle ve daha çok kendisiyle tartışırdı. Bölük pörçük anılarından devşirdiklerim şunlar: Annesi saraylı Nuriye Hanım, babası II. Abdülhamid’in hünkâr yaverlerinden, deniz subayı Tahir Bey’miş. Tahir Bey, ayrıca, Yıldız Sarayı’nda Abdülhamid’in özel marangozhanesinde çalışmış. 1908’de İkinci Meşrutiyet’le birlikte ailenin yaşamında önemli değişiklikler oluyor. Emekliye ayrılan Tahir Bey, Balkan Savaşı’nda tekrar askere alınıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda yaralanınca, aile, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşamış. 1916-1918 arası, Tahir Bey hastanelerde inzibat subayı olarak görev alıyor. Sonra İstanbul’a dönerek, Kasımpaşa’ya yerleşmişler. Sekiz dokuz yaşlarındaki çocuk Kemal Tahir’in üstünde o günkü Kasımpaşa’nın yabana atılamayacak etkisi olmuş. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki çok renkli Kasımpaşa’yı anlatmaktan hoşlanırdı. Orada, Cezayirli Hasan Paşa Okulu’nda okumuş. Ardından Galatasaray Lisesi. Fakat lisedeyken hayata atılma zorunluğu; avukat yazıhanelerinde kâtiplik, dergilerde, gazetelerde röportajlar, yazı emekçiliği. 1938’de, Tan gazetesinin yazıişleri müdürüyken, siyasal inançlarından dolayı, Kemal Tahir yargılandı. On beş yıl hüküm giydi. Komünist olmakla suçlanmıştı. 1950 seçimlerinden sonraki af kanununa kadar on üç yıl Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya cezaevlerinde yattı. O günlerden hiç yakınmazdı. Tam tersine, kendisini gençliği boyunca cezaevlerinde yaşatanlara şükran duyduğunu söylerdi. Asıl Anadolu insanını oralarda tanıdığına inanıyordu. Kemal Tahir’in eserinde yaygın coğrafya Anadolu’dur. Bununla birlikte kimi romanları İstanbul’da geçer. Bu romanların ilki, Kurtuluş Savaşı’nı hazırlayan koşulların, dönemin canlandırıldığı Esir Şehrin İnsanları’dır (1956). Romanda Mütareke devrinin İstanbul’u, Üsküdar Bağlarbaşı’ndaki bir köşk, İstanbul halkının Millî Mücadele’ye gizli yardımları zengin ayrıntılarla işlenmiş, tasvir edilmiştir. Özellikle Bağlarbaşı’ndaki köşk, geçen yüzyıl başındaki İstanbul’un ahşap ağırlıklı mimarisine ait bir resmi andırır: Bahçe içinde, çevresindeki öteki ahşap yapılar gibi hafiften kararmış yüzlü, sessiz… Esir Şehrin İnsanları’nın devamı olan Esir Şehrin Mahpusu (1962), romanın baş kişisi Kâmil Bey’in düşünce ve siyaset suçlusu kimliğiyle Bekirağa Bölüğü’ndeki günleri, Mehterhane’ye nakli handiyse belgesel bir anlatımla yansıtır. Bekirağa Bölüğü’ndeki yaşamayı öğrenmek isteyenler, Kemal Tahir’in dile getirdiklerinden gerçekten yararlanabilirler. Yine Kurtuluş Savaşı günlerindeki İstanbul; şehrin bir kesimi kurtuluşu, Anadolu mücadelesinin zaferini beklerken, bir başka kesimin işbirlikçi tutumu, düşman askerlerine kucak açışı çok canlı sahnelerle yazılmıştır. Esir Şehrin Mahpusu’nda, Halide Edib Adıvar Sultanahmet Mitingi’ndeki coşkusuyla belirir. Belgeselci yaklaşım, miting sahnesi için de geçerlidir. Hele, Halide Edib’in Ateşten Gömlek’i ve Türk’ün Ateşle İmtihanı’yla birlikte okunsa, tarih kitaplarının kuru ifadesi dışında, o günlerin dünyası duyumsanabilir. Üçlemenin son eseri olan Yol Ayrımı’ysa (1971) 1930’lar İstanbul’unu gündeme getirir. Anadolu zaferinden sonraki yıllarda, çıkarcı gruplar yine ortaya çıkmış ve Kuva-yı Millîyecilerin büyük mücadelesi birtakım kişisel menfaat oyunlarına adeta yenik düşmüştür. Romancı, dönemin yönetimine muhalif sayılabilecek tutumuyla, İstanbul’un ve yurdun karanlık, baskıcı bir geleceğe yol aldığına işaret eder. Yol Ayrımı yayımlandığında, birtakım düşünsel ve yazınsal tartışmaların odağı olmuştu. Tartışmalarda Kemal Tahir’in Atatürk düşmanı olduğu ileri sürülmüştü. Kemal Tahir’in epey üzüldüğünü hatırlıyorum. Meselesinin, siyasetteki ve toplumdaki trajediyi dile getirmek olduğunu söylüyor; Mustafa Kemal’e saygısını, onun önderliğindeki İstiklâl Harbi’ne hayranlığını özellikle vurguluyordu. Yol Ayrımı, Kemal Tahir’in İstanbul’u belki en derinlikli tasvir eden romanıdır. “İstanbul Bedestanı”na ayrılmış sayfalar, Türk romanının unutulmayacak seçme parçaları arasındadır. Romancı, bedestendeki atılmış, sahip çıkılmamış eşyaya bakarak, dalıp giderek, kültür mirasının nasıl acımasızca har vurulup harman savrulduğuna işaret eder. Kemal Tahir’in saptayımıyla, burada, “İstanbul Bedestanı”nda, “toplumun hayatından tekmeyle kovulmuş Osmanlılığın ufak tefeği, süsü, işe yararlıklarıyla beraber, bütün değiş tokuş değerini, bütün tarihsel değerlerini, bütün sanat değerlerini kesinlikle yitirmiş, hepsi burada, hiç acımadan çürümeye” bırakılmıştır. Sonra imparatorluğun çehresi: “Kılıçlarına dayanmış, göğüsleri silme nişan dolu Osmanlı paşaları, sakoları yukardan aşağı sırma işlemeli sivil rütbeliler, çeşitli okul üniformalarıyla çocuklar, delikanlılar… Yaşmaklı, çarşaflı hanımefendiler… İlle de, çoğu Müslümanlardan daha sağlam Osmanlı oldukları halde, çoluk çocuklarıyla beraber gaddarca öldürülmüş, göğüslerindeki sadakat, şefkat, liyakat, madalyalarıyla gururlu Ermeni memurlar, esnaflar, sanatçılar, bunların kızları, karıları… Palabıyık Rum beyzadeleri, tombul kokonalar, çapkın kokoniçalar…” İşgal altındaki İstanbul’un silkinişini ve mücadelesini kaleme getiren Yorgun Savaşçı (1965), bir yandan da, İttihatçıların son bir portresi niteliğindedir. Eserde, işgalin bozgununa uğramış, haysiyetini yitirmiş İstanbul, özellikle bir ‘Gülhane Parkı sahnesi’yle simgelenmektedir. Roman, yorgun savaşçıların yeni bir dirençle Anadolu’ya geçişlerini canlandırarak, yurdun yarınına ilişkin bir güvençle noktalanır. Ne var ki Kurt Kanunu (1969) İzmir suikastini hazırlayanların hesaplaşmasını yansıtırken, tıpkı Yol Ayrımı’nda olduğunca, siyasal çekişmelerin, amansız rekabetlerin irkiltici dünyasına umutsuz denebilecek bir bakış açısıyla yaklaşır. 1926 İstanbul’unda, Cerrahpaşa’nın eski töreli bir evi, bir İstanbul konağı, Terkos Gölü, Belgrat Ormanı çevresindeki Paşa Çiftliği, Aksaray’da bir ahşap ev, Kurt Kanunu’nun mekânları arasındadır. Devlet Ana’dan (1967) sonraki olumlu olumsuz değerlendirişler Kemal Tahir’i ne ölçüde etkiledi, bilmiyorum. Kasırgalı öfkelerini gördüğüm gibi, alabildiğine kayıtsız kalışlarına, hatta, uçsuz bucaksız hoş görüşlerine de tanığım. Bir nokta geldi, tartışmaların dışında kalmaya -galiba- kesenkes karar verdi. “Arkadaş, Rauf Mutluay’ı okudun mu?.. Fethi Naci’yi… Vedat Günyol’u… Bülent Ecevit’i okudun mu?..” gibisinden soruları azaldı, dindi. Öyle sanıyorum ki, 12 Mart dönemine hızla sürüklenen ortama dehşetle bakıyordu. Eseri çevresinde okurun büyük ilgisi onu mutlu kıldı mı? Yazar Kemal Tahir’i mutlaka kılmıştır. İnsan, birey Kemal Tahir ise, son yıllarında -tanıklığıma güvenilirse- hep kaygılıydı. Geçmişte yarım bıraktığı roman çalışmalarına büyük bir telaşla geri dönmüştü. Yaşadığı topluma, toplumsal sancıya çare arıyordu. Uzun yıllar üzerinde çalışılmış, ama çoğu son şekline ulaşamamış bu eserlerden Bir Mülkiyet Kalesi (1977) II. Abdülhamid dönemi İstanbul’unu, Yıldız Sarayı’nı, törenleri, saray âdetlerini saptar. Sultan Hamid roman kişisidir. Ve sanki iki Abdülhamid vardır: Bazan despot, bazan monark… Selim İLERİ |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.