ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   İslami Yazılar & Hikayeler (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=320)
-   -   İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!! (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=50766)

b@ron 07-02-2008 10:28 PM

İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
vFatih Sultan'ın babası 2.Murat, Hacı Bayram Veli Hz.lerine: “Hocam dua buyurursanız da şu İstanbul’un fethi bize nasip olsa" dediğinde hazretin cevabı; "Sultanım, İstanbul’un fethini, şu çocuk ile köse görecekler" Dediği gibi de oldu, o çocuk, Fatih Sultan Mehmet, köse ise Akşemseddin Hazretleri idi ve gördüler. Onlara nasip oldu.

vFatih Sultan Mehmet, hocası Akşemseddin'i çok severdi. Sık sık onu ziyaret eder, saygıda kusur etmezdi.
Fatih'in her gelişinde Akşemseddin ayağa kalkmaz, ona oturduğu yerden " hoş geldin evlât" derdi. Fakat, hocası kendisini ziyaret ettiği zaman Fatih onu ayağa kalkarak karşılardı.
Sadrazam Mahmut Paşa Fatih'ten bunun sebebini sordu. Büyük hükümdar ona şu cevabı verdi. "...paşam ! bunun sebebini ben de bilmiyorum. Korkudan mı dır, yoksa aşırı sevgi ve saygıdan mıdır ?... Onu gördüğüm zaman yerimde oturamıyorum, ayağa kalkıyorum, adeta elim ayağım titriyor, dilim dolaşıyor..." dedi. -İşte sana saygı ve terbiye örneği...

vYavuz Sultan Selim, Mısır yolunda, “Ordu-yu Hümayun” saatlerce Kocaeli’nin bağ ve bahçelerinden geçer. Yavuzun içinde bir endişe:
“-Acaba asker izinsiz bir tek elma koparmış mıdır?” Bir müddet sonra ordusunu durdurur. Yeniçeri ağasını yanına çağırarak bütün askerin heybelerinin aranmasını emir verir. Arattığı şey tek bir elmadır. Fakat yok. Yarım elma bile çıkmaz heybelerden. Yavuz sevinçlidir:
“-Eğer bir askerin üstünde halkın bahçesinden koparılmış tek elma çıksaydı, Mısır seferinden vazgeçecektim. Şükür Allah'ıma” der.
Tarih gösteriyor ki; gerçek “ZAFER”ler yalnız kılıçların ucunda değil, üstün ahlak anlayışının ve faziletlerin burcundadır.

b@ron 07-02-2008 10:28 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
vAbdullah İbn-i Mübarek, ölüm döşeğinde iken yanında birisi vardı. Bu şahıs ölüm sarhoşluğu içinde bulunan Abdullah ibn-i Mübarek için bir takım ilmi meseleler yazıp kendisine okuyordu. O sırada bulunanlardan biri: Ey Abdullah, bu ölüm anında da mı ilim öğreniyorsun? diye sordu. İbn-i Mübarek’in cevabı şu oldu: "Evet belki de şu ana kadar bilmediğim bir mesele öğrenirim de bana faydalı olur dedi."

vDavûd-u tâ'î şöyle dedi: Yirmi sene Ebû Hanifenin huzurunda bulundum, bu zaman zarfında, ona dikkat ettim, kalabalıkta ve yalnız iken başının açık olduğunu görmedim. İstirahat etmek için ayaklarını uzatmazdı. Kendisine, “Ey İslam Dininin İmam-ı, yalnızken ayaklarınızı uzatsanız ne olur? Diye sordum, cevabında: “Allah’u Taâla'nın huzurunda edeple durmağa dikkat etmek, yalnızken daha çok icap ediyor” buyurdu.

vİmam-ı Âzam Ebu Hanife, sahip olduğu ilmi, bir geçim vasıtası yapmamış, resmi bir görev de kabul etmemiştir. Irak valisi İbn-i Hübeyre, kendisine bir ara kadılık teklif etti. Ebû Hanife kadılığı kabul etmedi.
Bunun üzerine kendisine işkence yaptılar dayak atıp hapsettiler.
Annesi oğlunun bu haline çok üzüldü. -"Ah oğlum ! İlmin sana eza ve cefadan başka bir şey getirmedi" dedi. Ebu Hanife: " Üzülme anacığım, onlar bana dünyayı vermek istiyorlar, ben ise ahireti istiyorum. Ahirette Allah'ın azabına maruz kalmaktansa, dünyada işkenceye katlanırım." dedi.

vİslam bilginleri ruh olgunluğu ve Allah’a (c.c) yaklaşmak için, birer mürşidi-i kâmile bağlamışlardır. Müçtehitlerin en büyüğü İmam-ı Âzam (Rah.)’da derin ilmine ve olgun takvasına rağmen Hasan-ı Basri (K.S.)’ye, İmam-ı Şafii (Rah.)’de ümmi bir kişi olan ve mânevî sahada ilerleyen Şeyban Râî (K.S.) hazretlerine intisap etmiş bağlanmış, Hüccetü’l İslam İmam-ı Gazali (K.S.) ise, Ali Feramid-i (K.S.) Hazretlerini rehber edinmişlerdir.
Onun için hak aşığı ne güzel söylemiş:
“Ne kadar âlim olsan, herkes gibi beşersin,
örnek insana uy ki, gönül bahçen yeşersin”.

vBüyük zatlardan Sadr’ül Ecel Burhan’ül Eimme’nin Hüsameddin ve Taceddin adlarında iki oğlu vardı. Babaları sabahleyin erkenden diğer talebelerin derslerini verirdi. Bu iki kardeş öğlen sıcağına kalırlardı. Babalarına dediler ki bize bu usanç veriyor. Babaları: Onlar hem uzaktan geliyorlar, hem de yabancıdırlar, dedi. Onlara şefkatli davranmak lazımdır. Siz yanımdasınız, dedi. Bu şefkat ve fedakarlık bereketi ile evlatları zamanın en ileri gelen alimleri oldular.

vİbrahim bin Ethem (K.S.), bir gün Beyt-ül Makdis’de bulunuyordu, gece olunca uykuya dalmıştı: Bir ses işitti. “Geceleri ibadetle kaim olmak, cehennem ateşini söndürür, sırat üzerinde ayakların kaymasını önler. Öyleyse bu hususta gaflete düşüp ihmalci olma!” O da bu hadiseden sonra ölünceye kadar geceleri ibadetle ihya etmiştir.

v Allah dostlarından biri; Ey insanoğlu rahat yaşayıp, fazlaca para ve mal sahibi olmaya bakıyorsun. Eline geçenleri, helal-haram demeden yığıyorsun; ama düşün ki, hamalın sırtında ki yük çoğaldıkça, zavallının sıkıntısı ve ızdırabı da o nispette artıyor.

b@ron 07-02-2008 10:29 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
vSahabeden Ukbe bin Nafi (R.A.) Afrika’da, yerli halk tarafından yapılması muhtemel inkılâba karşı bir emniyet tedbiri alarak başka bir şehirde yerleşmeye karar verdi. Buna da “Kavrayan” mevkiini uygun buldu. Adı geçen yer, yılan, çıyan ve yırtıcı hayvanların barınağı olduktan başka bataklıktı Ukbe Allah’a dua etti. Kendisi, duası kabul olunanlardandı. Sonra hayvanlara: “BİZ DEDİ, ASHABIYIZ, BURALARDAN UZAKLAŞIN, BİZ BURAYA YERLEŞECEĞİZ, BUNDAN SONRA KİMİ BULURSAK ÖLDÜRÜRÜZ...” O gün orada bulunanlar baktılar ki, yavrusunu alan hayvan yola koyulmuş, savuşup gitmekte. Bu hadiseyi bir çok berberi kabileleri görüp Müslüman olmuşlardır.

vİran Şahı Nûşerevan’ın veziri Büzürg-Mihr, ehemmiyetsiz bir sebepten dolayı eline, ayağına zincirler geçirtip zindana atılıyor. Her gün ekmek ve sudan başka bir şey verilmiyordu. Bir müddet böyle yaşadı, hiç şikayet etmedi. Bunun üzerine şah dostlarının yanına gönderilmesini ve onların yanında söyleyeceği sözlerin yazılmasını ferman buyurdu. “Vezir altı ilacım var ki, onları kullanarak kendimi koruyorum. Durumu soran dostlarına altı ilacı şöyle sıraladı:
1-Allah'a güvenmek,
2-Başa gelene dayanmak,
3-Sabretmek,
4-Yılmamak,
5-Daha kötü bir duruma düşmemiş olmak yüzünden teselli bulmak,
6-Her lahza kurtuluşu ümitle beklemek,
İşte bunlar bana destek olup metanet verdi, dedi.

vFadıl Oğlu Şeyh Muhammed (K.S.) talebe iken çarşı yemeği ve ekmeği yemezdi. Babası köylü idi. Cuma günleri oğlunun bir haftalık yemeğini getirirdi. Bir gelişinde babası oğlunun odasında çarşı ekmeği gördü. Oğlu ile konuşmadı. Oğlu özür beyan etti. Ben almadım. Arkadaşım aldı , ben razı değilim dedi. Babası, eğer sen vera(*) ve takva sahibi olup şüphelerden sakınsaydın, arkadaşın buna cesaret edemezdi. İlim öğrenen vera’ya riayet etmezse cahiller arasında kalır dedi.

vEmevi halifelerinden Ömer Bin Abdülaziz, Horasan’a bir vali tayin ediyor. Vali Horasan’a vasıl olunca bakıyor, vaziyetler vahîm. Adamlar birbirini öldürüyorlar. Anarşi var, içki içiyorlar, her türlü rezalet var, soygun var. Oradan halifeye bir mektup yazıyor. “Ya benim istifamı kabul et, yahut ta meydanlara dikeceğim kazıklara direklere insanları bağlatacağım, at kamçıları ile dövdüreceğim” diyor ve müsaâde istiyor. Emir' in ona verdiği cevap çok enteresan: İstifanı kabul etmem için fevkalâde bir sebep yok. Tebââmı dövmene de razı değilim, sakın dövme. Çaresini sana iki kelimeyle söylüyorum: Hakk’ın emrini halka öğret. Adaletten de kıl kadar inhiraf etme -dönme-” diyor ve mektubu böylece cevaplandırıyordu.

vAbbâsîlerin en meşhur halîfesi Harun’ur Reşid, vezirleri ile bir sohbet esnasında, oğulları Emin ve Me’mun dan hangisinin daha zeki olduğu hakkında herkesin ayrı ayrı fikir beyan etmesi üzerine, sekiz on çubuğu bir araya bağlayıp getirmelerini emreder. Ve çocuklarını huzuruna davet eder. Önce Emin’e bu sımsıkı bağlanmış desteyi kırmasını söyler. Emin bütün gücünü sarf ederek elleri ve ayaklarının yardımıyla parçalamaya gayret ederse de muvaffak olamaz ve aczini itiraf eder. Sonra Me’mun içeri girer, aynı teklif ona yapılınca, bir müddet çubuk destesini gözden geçirir ve destenin içinden bir çubuğu güçlükle ç›kararak kırar, geri kalanları da aynı surette birer birer parçalar. Böylece zekasını meydana koymuş olur.

vİslam tarihinde ikinci Ömer diye tanınan, Ömer Bin Abdülaziz, halifeliği zamanında aklı erenleri çağırır onlarla din ve devlet işlerini görüşürdü, müşavere ederdi. Bir gün büyük zevattan Muhammed Bin Ka’bül Kürâzî'yi çağırır der ki, “Bana adaleti” tavsif et -vasıflandır-. O zat dedi ki, "peh!... peh!... sen büyük bir işten sordun. Adalet ve Adaletli davranmak: İnsanların küçük olanlarına baba olacaksın. Büyük yaşta olanlara evlat olacaksın, akranlarına kardeş olacaksın. Babana iyi bakıp hürmetli olacaksın, oğluna karşı merhametli ve şefkatli davranacaksın. Kendi kardeşini görüp gözeteceksin. İşte sana adalet."

b@ron 07-02-2008 10:29 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Sa’d b. Ebu Vakkas (R.A.) şöyle anlatır:

Anneme karşı çok itaat eden biriydim. Annem Müslüman olduğumu duyunca, beni çağırdı ve: Bu inandığın din nedir ey Sa’d dedi; ya bu dinden vazgeçersin, yahut da yemeyeceğim, içmeyeceğim, öleceğim. Sana herkes “anne katili” diyecek, dedi. Sa’d, anneciğim bunu bana yapma, ben yeni inandığım dinimi terketmem, dedi. Aradan bir kaç gün geçti. Annem hiç bir şey yemedi, oldukça zayıflamış ve halsiz kalmıştı. Nihayet kendisine şöyle dedim:

Ana ! Allah’a yemin ederim ki, bin canın olsa da hepsi tek tek çıksa yine de hak din olan İslamiyet'ten ayrılmam, dedim

b@ron 07-02-2008 10:29 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
vOsmanlı alimlerinin sonuncularından olan Hüsrev hoca, Fatih Camii’nde ders okuturken bir gün geç kalmış, nefes nefese içeri girmiş kusura bakmayın çocuklar demiş, bugün bizim 17 yaşında bir kızımız vefat etti; onun defin işlerini yakınlarına havale ettim, onlar hazırlayacaklar. Ben de derse acele geldim yine de geç kaldım, diyor.

vBüyük Türk Düşünürü İbn-î Sinâ, dünyaca meşhur olan “Kitabu’ş-Şifa” isimli eserini, her gün sabah namazından sonra, Bağdat’ta ki bir caminin büyük kandili altında oturarak kuşluk vaktine kadar, yani takriben iki saat çalışmak suretiyle vücuda getirmiştir.

vGençlerin enerjisi, azim ve iradesi ile ihtiyarların tecrübesi mutlaka birleştirilmelidir. Bazı kimseler 60-70 yaşına varınca, irade zaafına uğruyor, kendi kendisine fena bir telkinle hiç bir işe yaramayacağını zannediyor ve köşesine çekiliyor. Bu yanlıştır. Ebû Eyyüb El-Ensari (R.A.) Hazretleri 85-90 yaşları civarında genç mücahitlere katıldı. Emevi orduları ile İstanbul’a kadar geldi. cihad yaptı ve orada şehit oldu, geri dönemedi. Mimar Sinan da 85 yaşında Edirne’de Selimiye Camii gibi en değerli eserini yaşlılığında ortaya koymuştur. İhtiyar büyüklerimiz bunu örnek almalı da irade pısırıklığına düşmemelidirler.

vİhtiyar piri fani bir zat bahçesine meyve ağacı dikiyordu. Oradan geçen bir genç baktı ve gülerek dedi ki, “dede bu yemiş ağaçlarını kimin için dikiyorsun? Kaç günlük ömrün var ki?” Dede: “Yavrum bu meyveler bana yetişmezse torunuma yetişir ya diyerek gence cevap verdi”. Zaten insanın dünyaya gelişi şu üç gaye içindir. Birincisi, halife olarak gönderilmiştir, yani insan, yeryüzünde Allah'ın vekilidir. İkincisi, ibadet için gönderilmiştir. Üçüncüsü, dünyayı ziğnetlendirmek için, gelecek nesillere bir şeyler bırakmak, böylece de ölünce bıraktığı hayır müesseselerinden dolayı rahmet almak içindir. İhtiyar da bu niyetle ağaç diktiğini vurguladı.

vRivayet olunur ki, iki arkadaş ilim öğrenmek için uzak yerlere gitmişler. Ve seneler sonra memleketlerine dönmüşlerdi. Birisi güzel bir âlim, fakih olmuş, diğeri bir şey olamamış. Bunun sebebi araştırılmış, ikisini bir araya getirmişler. Âlim olan kıbleye karşı oturmuş, diğeri de kıbleye arkasını dönmüş. Bu haller sorulunca: Alim olan demiş ki, “ben hiç bir vakit kıbleye arkamı dönmedim. Ve okuduğum şehre dahi hürmeten sırt çevirmedim.” Âlimler, o zatın bu vera’sı sebebiyle diğerinden üstün olduğuna ittifak etmişler. Hem de hürmet ettiği şehir de ilminden istifade ettiği hocaları oturuyorlardı.

__________________

b@ron 07-02-2008 10:30 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
vBüyüklerden biri anlatıyor: “Gençliğimde -talebelik zamanımda- zorluklar yüzünden dersi terk edip köyümün yolunu tuttum.” Yolda dinlenmek için bir çalı dibine oturmuştum. Bir ara gözüm bir böceğe ilişti. Böcek bir tuğla parçasının üzerine çıkmak istiyor, fakat biraz sonra geriye düşüyordu. Tekrar tırmanıyor, yine düşüyordu. Defalarca bunu tekrarladı ve nihayet çıkmaya muvaffak oldu. Bundan ilham alarak geri döndüm ve derslerime dört elle sarıldım ve bende muvaffak oldum.

vBir gün bir mümine şöyle dediler: “Senin dostun ve kardeşin iyi hallerini bırakıp kötülüklere saplandı. Neden onunla dostluğunu ve arkadaşlığını kesmiyorsun?” O mümin şöyle cevap verdi: Onun asıl şimdi, bir kardeşe ve dosta ihtiyacı vardır. Bu düşkün halinde onu nasıl terk ederim? Aksine, bütün gayretimle eline yapışacağım ve ateşten kurtarmaya çalışacağım.

vYahya aleyhisselam, üç yaşında iken arkadaşları: “haydi sen de gel bizimle oyna”, dediklerinde; minik yavru onlara şu cevabı veriyor: “Biz oyun için yaratılıp dünyaya gelmedik”.

vİmam-ı Âzam Ebû Hanife, fıkıh öğrenmek için devrin meşhur fakîhi Hammad’a gidiyor, üstat ona şöyle tavsiyede bulunuyor: Numan, her gün üç mesele öğren, bundan fazlasını alma. Ta ki, okuduğun ilim sana fayda verebilsin.

vİmam-ı EbûYûsuf şöyle der: Oğlum öldüğü zaman techiz ve defin işini bir dostuma havale ettim, kendim İmam-ı Azam’ın ders verdiği medreseye giderek dersleri takip ettim.

vİmam-ı Âzam Hazretleri çarşamba günleri derse başlardı. İmam-ı Yûsuf Hemedan’i Hazretleri de her hayırlı işe çarşamba günü başlardı. Çünkü Cenabı Hak nûr’u çarşamba günü yaratmıştır.

vHasan-ı Basri Hazretlerine dediler ki: Filan adam senin gıybetini yaptı.Hasan-ı Basri o adama bir kutu şeker gönderdi. Ve dedi ki: ”haber aldım ki, sevabınızı bize hediye etmişsiniz. Biz de size ancak bir kutu şeker hediye edebildik.”

vİmam-ı Âzam Hazretleri, kendisine gelen her dedikoduya aldırmaz ve şöyle derdi: “Allah arkamdan kötü konuşanları affetsin. İyi konuşanları da rahmetine mahzar kılsın.”

b@ron 07-02-2008 10:31 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
vMuhammed bin Vâsi’nin bacağındaki yarayı gören biri der ki: sana çok acıyorum. O da şöyle cevap verir: Ben aksini düşünüyor ve bacağımdaki yaranın gözümde çıkmadığına şükrediyorum.

vİmam-ı Âzam, talebesi Ebû Yûsuf’a dedi ki: Sen dersi pek iyi anlamazdın. Senin devamın ve derslere sebat edişin seni zeki ve çalışkan yaptı.

vAbdullah bin Mübarek hazretlerinin dört şeyde eşi yoktu: Zamanında onun gibi alim yoktu, yumuşak huylu idi, iyilik severdi, yiğit ve cömertlikte fevkalâde idi.

vİmam-ı Âzam (H.80 - 150) aslen Türk tür, sahabeye yetiştiği için tabiindendir. Yetmiş yıl yaşadı, 64000 fetva vermiş, 500.000 adet mesele meydana koymuş ve halletmiştir.

v14. asır şairlerinden Şeyhülislam Yahya Efendi ölünce cenazesine çok büyük bir kalabalık gelmişti. O kadar ki, namazdan sonra herkes olduğu yerde kaldı. Tabut elden ele verilerek kabrine kadar ulaştırılabildi.

vİmam-ı Azam dört yaşında hafız olduğunda, babası Numan ağlıyor: “Eğer o elmayı izinsiz ısırmasaydım daha önce hafız olurdu” diyor.

vNefis mücahedesi kahramanlarından olan Şeyh Muhammed Bin Annan’ın, her gece ki ibadeti, 500 rekat namaz kılmaktı.

vBüyük Müfessir Âlûs'î Zâde Mahmut Efendi gündüzleri talebe okutur, fetva verir, akşamları dostları ve sevdikleri ile bir müddet sohbet eder, sabaha karşı da seher vaktinin feyzi bereketi ile eserlerini yazmakla meşgul olurdu. Gecenin bir kısmında da uyur, istirahat ederdi.

vSeçkin Âlim, İmam-ı Sûyûti Hazretleri (849-911) hicri tarihleri arasında (62) yıl yaşadı, fakat bu kadar kısa ömrü içinde talebeliği ve hocalığının yanında 400 civarında eser yazdı. Hayatının günleri ile, yazdığı eserleri bölüyorlar, ömrünün her gününe 14 sayfa düşüyor.

vBüyük İlim adamı, İmam, Müfessir Fahrüddin-i Razi Hazretleri 12. asrın imkansızlıkları içinde bugün 8 cilt halinde elimizde bulunan Muhteşem Tefsir-i Kebir-ini yazmıştır. Sadece o mu ki, yanında daha nice eserler. Ve medreseye giderken her vakit bineğinin etrafında 300 den fazla talebe yürürdü.

vHüccet-ül İslam İmam-ı Gazali, İslam alimlerinin büyüklerindendir. O kadar çok kitap yazdı ki, ömrüne bölününce, bir güne on sekiz sayfa düşmektedir. H.484 de Bağdat’da Nizamiye Medresesine -Üniversite- Müderris -profesör- oldu.

vZiyad oğlu Hasan isminde bir âlim, ilim tahsiline 80 yaşında başlamıştır. Binaenaleyh ilim tahsili için hangi yaş olursa olsun geç kalınmamıştır. Bu zat, 40 sene yatakta yatmadan çalışmıştır. 40 senede müftülük yapmıştır. 160 yaşında vefat etmiştir.

vMolla Fenari, vefat ettiği zaman özel kütüphanesinde bulunan kitapların sayımı yapıldı. Bu büyük âlimin kütüphanesinde 10.000 ciltten fazla kitap bulunduğu tespit edildi.

vBüyük tarihçi ve müfessir Taberi’nin 15 yaşından 86 yaşına kadar geçen günlerini ve yazdığı eserleri hesaplamışlar. Her gün için yirmisekiz sayfalık bir eser yazdığı görülmüş.

vFatih devri ilim adamlarından Molla Hüsrev, gençlik günlerinden vefatına kadar her gün mutlaka dört sayfa gerek tercüme, gerek telif, gerek istinsah -arttırmak, çoğaltmak, kopya etmek- yoluyla bir mevzûû yazdığı bildirilmektedir.

vBüyük Türk düşünürü İbn-i Rüşd, 1198 yılında Merakeş kadısı iken vefat etmişti. Cenazesi Kurtuba’ya getirildi. Cenazeyi taşıyan devenin bir tarafına düşünürün yazdığı kitaplar yüklenmişti. Diğer tarafına da cesedi... Yazdığı eserlerin ağırlığı, cesedin ağırlığına tamamen müsavi-denk geliyordu.

vMeşhur İslam âlimi, Firuzâbâdî her akşam 200 satırlık bir metni ezberlemeden uyumazmış. Hal böyle iken yine de çalışmalarından memnun olmuyormuş. Kendisini ilme adayanların hali işte böyledir

b@ron 07-02-2008 10:31 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
vEmir-ül Mü’minin Ömer bin Hattab (R.A.) mescit de yüksek sesle bağıran birisini işittiği zaman, kamçısı ile ona vurur ve “nerede olduğunu bilmiyor musun? Mescitte oturan bir kimse, büyük ve ulu Allah’ın huzurunda bulunuyor demektir” buyurdu.

vSahabelerden biri, bir kişiye dedi ki: “iyi dinle sana tıbbı öğreteceğim. O öğrendiğin tıp sebebiyle tabiplerden üstün olursun. O tıp şudur: Aç isen yemek ye yani acıkınca ye. Yemek yemeğe isteğin olduğu halde sofradan kalk yani tıka basa doymadan sofradan ayrıl, elini çek.

vBir zamanlar Hz.Peygamber aleyhisselamı öldürmeye giden Ömer, iman şerefine erince, cennetle müjdelenen Hz.Ömer (R.A) oldu. Sonrada Faruk unvanına ve şerefine erdi.

vİman hem nûr hem kuvvettir. İman tarihin kaydettiği en büyük kuvvettir. Onunla zırhlanan korkaklar kahraman, sakatlar pehlivan oldu.

vKoçi Bey, Osmanlı’nın ayakta durabilmesi için, padişaha sunduğu teşhisler içerisinde şöyle diyor: “Padişahımız her sınıftan değerli kişilerden lütfunu esirgemesin ve değersizleri de pek önemsemesin.

vKur'an-ı Hakîm ve Meâli Kerîmi hazırlayan, Merhum Hasan Basri ÇANTAY, Kutbü'l Arifin Abdülkadir GEYLANİ (K.S.) Hazretlerinin ruhuna her gün bir YASİN’i Şerif okur hediye edermiş ve bunun feyz-u bereketini hayatında bizzat görürmüş.

vSon asrın müfessirlerinden Ömer Nasûhî BİLMEN Hoca, dört yaşından itibaren Kur’an-ı Kerimle haşir neşir olmuş, 87 yıllık ömrünün büyük bir bölümünde her gün bir cüz Kuran-ı Kerim okurmuş, 60 yıl da hocalık yapmıştır.

vŞair Ali Ulvi Kurucu Bey diyor ki, Müslüman kardeşler teşkilatının lideri merhum şehit Allâme Hasan El-Bennan’ın muvaffakiyetinin baş şartı; davasına olan hudutsuz aşk ve şevki idi.

v“Beşiği sallayan el, cihana hükmeder” derler. O da annedir. Demek ki beşiği sallayan da, eşiği kollayan da çocuğu hayata hazırlayan da kadındır, annedir.
Şu halde kadın ekindir. Erkekte yağmur. Ekin elbette yağmura muhtaçtır. Ekin olmayan yerde yağmur rahmet olmak vasıf ve imkanını kaybeder.

vKardinal Gibbons diyor ki; “86 yıl yaşadım, insanlardan yüzlerce sinin muvaffakiyet şahikasına tırmandıklarını gördüm. Muvaffak olmak için gerekli unsurların en önemlisi İmandır.”

vMeşhur İngiliz Filozofu Spencer, muazzam eseri olan “İlk Prensipler"ini günde yalnız iki saat çalışarak yazmış, meydana koymuştur.

b@ron 07-02-2008 10:32 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
vUlu Hakan Sultan II. Abdülhamit Han, 33 yıl padişahlık yapmış muttaki bir zat idi. Yaptırdığı Yıldız Sarayı yakınında Hamidiye camiinde namazlarını kılardı. Bu camide uzun süre müezzinlik yapmış bir hafız diyor ki , " her sabah camii erken açarken, Sultan'ı benden önce camide bulurdum. Öyle ki bazen de saraya gitmez, camide sabahlardı. Ben de erken kalkmada bir türlü Sultan'a erişemezdim."

vDr. Rıza Nur diyor ki:

“Bir aralık çok sofu oldum. Sevabı çok diye namazları evde değil, camiye gidip kılardım. Erken uyanır, sabah namazlarını evde değil, camide kılardım. Anam, babam pek memnundu. İtiraf ederim ki; benim de dünyada en saâdetli -mutlu- devrem budur. İlâhî bir neş'e içinde idim. Önümde parlak bir istikbal, semâvî bir ümit, mes'ût ve emin bir ahiret görüyordum. Taş, toprak her şey bana mesut gelir, saâdet telkin ederdi. Her şey bana bahtiyar›k verirdi. Ezan okunurken dehşetli heyecanlar duyardım. kendimi kuş gibi hafif hissederdim. Yerlere sığmazdım. Yürürken âdetâ uçuyorum gibi gelirdi. Sanki gökler benim diyarımdı. Pürüzsüz, en ufak bir lekeden Ârî, temiz bir insandım...”

vOrd. Prof. Dr. Mazhar Osman UZMAN çocuklarına diyor ki:
·Evlatlarım; şöhreti, serveti, huzuru, şeref ve haysiyetinizle değişmeyiniz.
·İkbal için kimseye boyun eğmeyiniz.
·Namuslu, hür, cesur ve azimkâr olunuz.
·Hele, hiç gülünç olmayınız.
·Kimse size acımaya lüzum görmesin.
·Kimsenin merhametine muhtaç olmayınız.
·Milletinizi, vatanınızı ve bütün insanları seviniz.
· Âlicenâp ve şefkatli olunuz.
· Sıhhatinizi koruyunuz; çünkü, hayat pek kıymetli bir vadiâdır. Fakat icabında onu, yalnız şeref ve haysiyetiniz için seve seve fedâ ediniz, fedâ etmekte de hiçbir tereddüt göstermeyiniz.

v Bir Düşünürün Tesbit Ettiği Başarı için Ondört Altın Kural
· İşyerinde daima bilgili olun.
· Kibar ve ciddi davranın.
· Alt ve üst ilişkilerinizde hem saygılı, hem de mesafeli olun.
· Kariyerinizi ön planda tutun.
· Sık sık iş ve yer değiştirmeyin.
· Yabancı dilinizi geliştirin.
· İş hayatınızdaki ilişkilerinize dikkat edin.
· Emin olmadığınız konularda yorum yapmayın.
· Konuşmayı olduğu kadar, dinlemeyi de bilin.
· Kendinize her zaman spor yapacak zaman ayırın.
· İşinizle ilgili kurslara gidin. Mesleki performansınızı geliştirin.
· İş arkadaşlarınıza sorumluluk yüklemeyi bilin.
· Yeni şeyler öğrenmek için çaba sarfedin.
· Dış görünüşünüze ve sağlığınıza özen gösterin.

Equinox 07-03-2008 11:53 AM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Elinize sağlık birbirinden anlamlı hikayeleri bizlerle paylaştığınız için teşekkürler.

sudenaz 07-03-2008 11:55 AM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
hepinizin ellerine sağlık...

KRDNZ 07-03-2008 11:58 AM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Ben yalnızca en üstteki yazıyı okumuştum ama ilk fırsatta tamamını okuyacağım. Teşekkürler paylaşımın için.

b@ron 07-03-2008 10:58 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
A L L A H D E M E K
Fakir bir genç, padişahın kızına aşık olmuş. Bu ümitsiz sevdasını gidip meşhur dervişine anlatarak yardım dilemiş. Derviş: “Evlâdım, şehrin girişinde tam yol ağzında otur, kim ne derse desin sadece ‘Allah’ diye cevap ver.” demiş.

Fakir genç, denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. Zamanla “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten, genç hakkında bilgi istemiş.

Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. Padişah, kalkıp genci ziyarete gitmiş. “Kimsin?

Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç, padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış.

Derviş akşam gencin yanına gelmiş. “Padişah sana “Kızımı vereyim” diyene kadar, sen ondan sakın ola ki bir istekte bulunma!” diye tembihte bulunmuş. Nihayet bir gün padişah gelip: “Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendireyim.” deyince, genç, dervişin şaşkın bakışları altında “Yok” demiş. Artık onu da istemiyorum.

Ben başka birisinin hatırı için Allah dedim, Allah devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi. Eğer Onun hatırı için Allah deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle Ondan başkasını anmıyor, ondan başkasını istemiyorum.”

b@ron 07-03-2008 10:58 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
S U L T A N K İ M


Bir zamanlar, uzak diyarlardan birinde bilge bir sultan yaşardı. Her hükümdar gibi onun da etrafı onlarca yağcıyla doluydu. Sarayında hangi odaya girse iltifatların, övgülerin bini bir paraydı:


“Siz gelmiş geçmiş en kudretli sultansınız, efendim!”


“Sultanım! Kimsenin, hiçbir şeyin gücü sizinkiyle boy ölçüşemez.”


“Sizin kudretinizin yetemeyeceği hiçbir şey olamaz,efendim.”


“Siz sultanların sultanısınız ey aziz hükümdar. Kimse size itaatsizlik etmeye cesaret edemez.”


Dediğimiz gibi, sultan aklı başında biriydi ve bu tür aptalca sözleri duymaktan bıkmış usanmıştı.


Bir gün deniz kenarında yürürken, her zamanki gibi kendisine övgüler yağdıran saray ahalisine ve adamlarına bir ders vermek istedi.


“Benim bu dünyadaki en büyük insan olduğumu söylüyorsunuz, öyle mi?” diye sormuş adamlarına.


“Sultanımız!” diye atıldı hepsi bir ağızdan. “Sizin kadar kudretli, sizin kadar büyük hiç kimse gelmedi bu dünyaya.”


“Yani her şey bana itaat eder, diyorsunuz, öyle mi?” diye devam etti sorularına sultan.


“Kesinlikle efendimiz” diye karşılık verdi saraylılar.


“Dünya sizin önünüzde eğilir ve size ram olur.”


“Demek öyle,” dedi sultan. “O zaman bana tahtımı getirin ve kıyıya koyun.”


“Derhal sultanımız.”


Ve tahtını hemen getirip kumların üzerine yerleştirdiler.


“Denize yaklaştırın,” diye seslendi sultan. “Tam şuraya, kumsala koyun.”


Sonra tahtına oturdu ve önündeki denize bakmaya başladı. Biraz sonra adamlarına sordu:


“Bir dalganın gelmekte olduğunu görüyorum. Sizce ona emir versem durur mu?”


Sultanın adamları ne diyeceklerini bilemediler.


“Hayır” demeye de cesaret edemediler. Sonunda, “Siz emredin dalga size itaat edecektir Sultanım” demek zorunda kaldılar.


“Pekala” dedi Sultan da. “Ey dalga, sana emrediyorum:


Dur! Deniz, sana da emrediyorum: dalgalanmayı bırak!”


Daha sonra, sessizce bekledi sultan. O arada, küçücük bir dalga geldi, sahile vurdu. Dalga onun ayağını da ıslatmıştı.


“Bu ne cüret?” diye bağırdı ayağa kalkan sultan. “Ey deniz! Derhal geri dön! Sana önümden çekilmeni emrediyorum. Bana itaat et!”


O daha bunları söylerken, bu defa daha büyük bir dalga gelip ayaklarını ıslattı. Uzaklardan geçen bir gemiden dolayı olsa gerek, dalgalar büyüdükçe büyüdü. Öyle ki, sultanın tahtı suların içinde kaldı. Sadece ayakları değil,elbisesinin etekleri de ıslandı. Bütün bu olup bitenleri hayretle izleyen saraylılar, fısıltıyla sultanlarının aklını kaçırıp kaçırmadığını soruyorlardı birbirlerine.


“Evet, dostlarım” dedi sultan adamlarına dönüp. “Öyle görünüyor ki, sizin inandığınız kadar kudretli birisi değilim ben. Bakın şu küçücük dalgalara bile sözüm geçmiyor. Nerede kaldı, denizlere, dağlara, dünyaya hükmedebileyim...


“Bu size ders olsun. Bundan böyle tek bir Sultan olduğunu, sadece Onun kudretinin her şeye yeteceğini, denize onun hükmettiğini, bütün denizlerin onun kudret elinde bulunduğunu hatırlarsınız umarım. Sultan da olsam, ben Onun aciz bir kuluyum. Dolayısıyla, bana yönelttiğiniz övgülerin ve iltifatların gerçek adresi ancak O olabilir.”

b@ron 07-03-2008 10:59 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Beyaz At



Öykü ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, anlatırmış hatta.


Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.


“Bu at, bir at değil benim için bir dost. insan dostunu satar mi” dermiş hep.


Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarin başına toplanmış.


“Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.


İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin”, demiş. “Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atimin kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”


Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın
dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takip getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.


“Babalık”, demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.”


“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz”, demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?”


Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye
geçirmişler.


Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarin tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul simdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara:


“Bir kez daha hakli çıktın”, demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak.Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.


İhtiyar; “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”


Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarin kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler;


“Gene haklı olduğun kanıtlandı”, demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”


“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”


Lao Tzu, öyküsünü su nasihatle tamamlarmış, etrafına anlattığında: "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatin küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.


Karar aklin durması halidir. Karar verdiniz mi, akil düşünmeyi, dolayısıyla gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akil insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi baslar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

b@ron 07-03-2008 10:59 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Ç İ V İ

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. “Arkadaşlarınla kavga ettiğin zaman, her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak.” demiş.

Genç, ilk gün tahta perdeye otuz çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.

Babasına gidip söylemiş.
Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence:

“Bu günden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdeden bir çivi çıkart.” demiş.Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona 'Aferin, iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak.'

Arkadaşlarla kavga edildiği zaman kötü sözler söylenir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak. Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni dinler, yüreklendirir, güldürür, sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur, sana yüreğini açar

b@ron 07-03-2008 11:00 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
GÜVEN MESELESİ

İngiltere'de yargıçların maaşı yoktur. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri vardır.

İngiliz devleti hakimlerine o kadar güveniyor yani.

Birgün hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş.

Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyecekleri söyleyip hemen Içişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Başbakanlığa filan telefon etmişler.

Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYIN!

Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş.

Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş.

Hakim çıkagelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış.

Hemen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar.

Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar.

Hakim :

"Kraliçe nin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? Onu sınadım" cevabını vermiş.

Raporlar bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim azledilmiş. Adalet bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış:

"Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez."

- "Güven" çok ince bir çizgidir.

Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey, " iki taraflı " olmasıdır.-



Şimdi birkaç noktayı sorgulamak istiyorum. Cevapları kendinize verin.

İşinizdeki ilişkilerinizde, ortamınızda güven önemli mi?

Personeliniz size ne kadar güveniyor? Neden? Güven seviyesi beklentilerinizi karşılıyor mu? Geliştirmek için neye ihtiyacınız var? Aldığınız aksiyon nedir?

Siz personelinize ne kadar güveniyorsunuz? Neden? Güven seviyesi beklentilerinizi karşılıyor mu? Geliştirmek için neye ihtiyacınız var? Aldığınız aksiyon nedir?

b@ron 07-03-2008 11:00 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
İYİ Kİ GELDİN!
Adam kapıyı açtığında, polislerle karşılaştı. Heyecanla: — Bir şey mi istediniz? diye sordu. Bir olay mı var? İçlerinden komiser olanı: — Geçen yıl evinizi soyan hırsızı yakaladık, diye cevap verdi.İfâdesinden, bu eve de girdiğini anladık. Adam, polislerin arasında sıkışıp kalan 18-20 yaşlarında ki genci bir müddet süzdükten sonra: —Buyurun, içeri girin, diye kenara çekildi. Herhalde bazı şeyler soracaksınız. Hep birlikte oturma odasına geçtiler. Adam önce polislerin, sonra da hırsızın elini sıkarak: —Geldiğinize sevindim, dedi. Bu gençle tanışmayı da çok arzu ediyordum. Polislerden biri: —Herhalde yanlış anladınız, diye lâfa karıştı. Bu delikanlı polis falan değil, evinize giren hırsızdır. Adam: —Daha o kadar yaşlanmadım memur bey, diye çıkıştı.Hırsız olduğunu biliyorum ama, açık söylemek gerekirse şikayetçi de değilim. Konuşanlar hırsızı da şaşırtmış görünüyordu. Adam, misafirlerine şeker ikram ettikten sonra tane tane konuşmaya devam etti: — Evim soyulmadan önce geç vakitlere kadar oturur, hâliyle sabah namazlarına kalkamazdım. Ve çok istediğim halde günde bir sayfa bile Kur'an okumaya vakit bulamazdım, namazlar da, Allah kabul etsin hep yarım yamalak olurdu. Ama delikanlı, bilmeden de olsa beni bu gafletten kurtartardı. Polislerden biri dayanamayıp atıldı: — Ne yaptı ki bey amca? Adam, biraz önce ikram ettiği sekerleri kutusuyla birlikte hırsızın önüne koyarken: — Daha ne yapsın ki evlât, diye gülümsedi. Evime girdiğinde, televizyonumu çalmıştı.

b@ron 07-03-2008 11:01 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Ya Sonra


Alanında başarı ve şöhreti yakalamış zengin bir yatırımcı küçük bire sahil kasabasında tatil yapıyordu. Bir gün kıyıda gezerken küçük bir balıkçı kayığına gözü takıldı. Kayık kıyıya yanaştı, içindeki balıkçı karaya atladı. Kayığın içinde birkaç tane büyük sarı ton balığı vardı.


“Balıkların çok kaliteli ve güzel” dedi balıkçıya, “Seni tebrik ederim.”


“Teşekkür ederim” diye karşılık verdi balıkçı.


“Bu balıkları tutman ne kadar zamanının aldı?”


“Fazla değil, bir iki saat.”


“Peki neden birkaç saat daha kalıp daha fazla balık tutmadın?”


“Yakaladığım balıklar bu gün ki rızkımızı yetiyor.”


“Peki ama geriye kalan vakitlerde neler yapıyorsun?”


“Çocuklarımla oynar, öğle uykusuna yatar, evimin bahçesinde çalışır ve arkadaşlarımla oturur sohbet ederim. Kısacası huzurlu bir hayatım var.”


Yatırım bankacısı küçümser bir eda ile “Ben işletme ve yatırım konusunda doktora yaptım” dedi, “İstersen sana yardım edebilirim.” Sonra da tavsiyelerine başladı:


“Öncelikle, balık avlamaya daha fazla zaman harcamalısın ve para kazanmalısın. Daha sonra daha büyük bir kayık alıp, daha fazla para kazanmalısın. Kazandığın bu para ile daha da büyük bir tekne almalısın.”


Balıkçı araya girdi:


“Peki, ya sonra?”


“Sonra, yakaladığın balıkları aracıya satmak yerine, onları balık konservecilerine doğrudan sen satarsın. Nihayet kendi balık konserve fabrikalarına sahip olursun.


Böylece, hem ürünü, hem ürünün işlenmesini, hem de dağıtımını kontrol altında tutarsın. Tabii, bu iş için bu sahil köyünü terk edip büyük bir kıyı şehrine, sonra daha büyüğüne, ve sonunda da en büyük kıyı şehrine yerleşmelisin. Böylece işini orada çok daha fazla büyütebilirsin.”


“İyi de, bu işler ne kadar zaman alır?” diye sordu balıkçı.


“15-20 sene.”


“Peki ya sonra?”


Yatırımcı keyifle güldü ve “İşin en güzel kısmı o zaman başlıyor” dedi.


“Doğru zaman geldiğinde şirketini halka açacağının ilan edersin ve hisse senetlerini satışa çıkarırsın ve çok zengin olursun. Bu sayede trilyonlar kazanırsın.”


“Demek trilyonlar... peki ya sonra?”


“Sonrası belli değil mi canım? Sonra da emekli olursun. Küçük bir sahil köyüne taşınır, orada torunlarınla oynar, öğle uykusuna yatar, evinin bahçesinde çalışır ve arkadaşlarınla oturur sohbet edersin. Diyeceğim, huzurlu bir hayat yaşarsın.”


Balıkçı:


“Peki, şimdi ne yaptığımı sanıyorsun Allah aşkına.”

b@ron 07-03-2008 11:01 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Dilenci Kim?
Saltanatının sınırları geniş diyarlara uzanan bir hükümdardı. Kibrinin ve gururunun ise sınırı yoktu. Elinden gelse bütün dünyayı eline geçirmek ve mülküne dahil etmek istiyordu. Sürekli “daha, daha” diyordu. Hiç kimse ondan bir gün olsun “yeterli” veya “Buna da şükür” sözünü duymamıştı. Yeme-içmede, eğlenmede, hakarette, haksızlıkta hep dünden bir adım ileriye gidiyordu. Öyle bencildi ki, iyilik yaparken bile başkalarına ne kadar cömert olduğunu sergilemek isterdi.


İşte bu hükümdar, bir gün sarayının önündeki bahçede yürüyüşe çıkmış gezinirken, yanına başı önünde eğik, elinde dilenci kabı taşıyan bir adam yaklaştı. Muhafızlar, dilencinin hükümdarın yanına sokulmasının engellediler.


Hükümdar, adamlarına o ana dek hiç konuşmayan dilenciyi bırakmalarını emretti.


“Ne istiyorsun?” diye büyüklenerek sordu hükümdar. Adamın onun yanına dilenmek için geldiği besbelliydi, ama o bu soruyu yine de sordu, çünkü karşısındakinin kendisine yalvarmasını istiyordu. Bu hep böyle olurdu.


Fakirler, dilenciler bir şeyler ister, o onlara fazlasıyla ihsanda bulunur, adamlar bin bir teşekkürle ve minnetle yanından ayrılırken o “Var mı benim gibi cömert?” dercesine sağına soluna bakınır ve etraftaki yağcıların övgü dolu sözlerini kendinden geçerek dinlerdi.


Ama bu defa öyle olmadı!


Dilenci güldü ve başını kaldırıp hükümdarın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:


“Sultan hazretleri yoksa benim arzumu yerine getirebileceklerini mi sanıyorlar?”


Böylesine küstahça bir söz karşısında önce ne yapacağını bilemedi hükümdar. İstese oracıkta dilencinin kafasını vurdurabilir ya da onu zindanlarda çürütebilirdi. Ama, bu dilenci kendisine meydan okumaya kalkmıştı ve bu söz ne kadar ağırına giderse gitsin, ona dersini başka bir şekilde vermeliydi. Evet, kararını vermişti: Onu cömertliğiyle ezecekti.


“Elbette ki senin arzunu yerine getirebilirim ey dilenci! Ne olduğunu söyle yeter.”


“Çok basit,” dedi dilenci ve dilenirken kullandığı kabı uzattı:


“Bu kabı bir şeyle doldurmanın istiyorum.”


Bu kadar basit bir isteği duyunca rahatlayan hükümdar kahkahalarla güldü:


“Bundan kolay ne var?”


Yanındaki vezirlerden birisine dönüp emretti:


“Bu adamın kabını parayla doldurun.”


Vezir saraya gitti, dönüşte getirdiği büyükçe bir kese altını dilencinin kabına boşalttı. Normalde kabı doldurup taşması gereken altınlar kaba dökülür dökülmez yok oldu ve dilencinin kabı biraz önceki gibi bomboş kaldı.


Hükümdar ve etrafındakiler gördüklerine inanamadılar. Dilencinin hiç de öyle büyücü bir görünümü yoktu, ama yine de ondan ürkmeye başladılar. Hükümdar, adamlarını daha fazla altın getirmeleri için saraya yolladı. Ancak, her gelen kesedeki altınlar aynı akıbete uğradı. Dilencinin kabına boşanır boşanmaz, uçup gittiler. Bu kap sanki kara delik gibi altınları yutuyordu. Önce saraydakiler, sonra da olup biteni duyan şehir ahalisi toplandı etraflarına.


Ne kadar altın ve gümüş boşaltırsa boşalsın, hükümdar dilencinin küçük kabını dolduramıyordu. Şanı, şöhreti, itibarı elden gitmek üzereydi. Ama o “Bütün hazinemi gözden çıkarırım da bu dilenci parçasına mağlup olmam” diye homurdanıyordu.


Gerçekten de, altınlar, gümüşler, elmaslar, yakutlar... hazinesinde ne varsa dilencinin kabına boşaltıldı. Ama sonuç değişmiyordu: Dilencinin uzattığı kap bomboştu. Saatler geçiyor, insanlar hayret ve şaşkınlıkla hükümdarın hazinesinin avuç avuç kabın içinde eriyişini seyrediyordu.


En sonunda, hükümdar dilencinin kapandı ve mağlubiyetini ilan etti: “Sen kazandın, ama gitmeden önce bana tek bir şey söyle. Bu kabın sırrı nedir?” Hırsıyla, kibriyle ün salan koca hükümdar, sıradan bir dilencinin önünde böyle yalvarıyordu.


Gerçekte, bir dilenci değildi karşısındaki. Ona ders vermek için gönderile dilenci görünüşündeki bir melekti.


Melek “Bu kap” dedi, “insan hırsından yapılmıştır. Ve hiçbir şey onu dolduramaz. Hırsına mağlup olan insan, ister senin gibi sultan olsun ister köylü, kabı hiç dolmayan dilenciye benzer. Dünyanın en güzel sarayları, dünyanın en güzel atları, dünyanın en büyük hazineleri onu doyurmaz. Hatta dünyayı da yutsa tok olmaz. Elindeki kabı, dilenir durur.”

b@ron 07-03-2008 11:01 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Yeşil Elbise



Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.

"Gel seni camiye götüreyim", dedim. "Bugün Cuma biliyorsun."

"Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun," dedi.

"Biliyorum ama,sebebini gerçekten merak ediyorum."

"Ne bileyim olmuyor işte,dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri çıkar diye endişe ediyorum."

Gayri ihtiyari gülmeye başladım.

"Herhalde şaka yapıyorsun," dedim. "Bunun için cami terk edilir mi?"

"Ciddi söylüyorum," dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin."

Gerçekten öyleydi.Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

"Peki,dedim.Hayatında hiç camiye gitmedin mi?"

"Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim," dedi. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.

Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti.Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.

Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra,kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim.

Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.

Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:

"Hani,dedim.Camiye gelmeyecektin?"

Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu

b@ron 07-03-2008 11:02 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Habib Baba

Doğu Anadolu’dan, Habib Baba isimli bir şahıs, 4. Murat devrinde, gemiyle Hacca gidebilmek için İstanbul’a gelir. Fakat n yazık ki, hacca giden gemiyi kaçırır.

Hayırlısı der içinden... aylarca yol yürüdüğünden vücudu toz toprak içerisinde kalmıştır. Uyuz olur, sırtı yaralar içinde kalır. “Bir hamama gidip güzelce yıkanayım,ondan sonra da memlekete döneyim” diye düşünür.

Hamama gider, yıkanmak istediğini söyler. “Olmaz!” der hamamcı... Sebebini sorar, Habib
Baba.

“Celalli sultan 4. Murat’ın vezirleri hamamı kapattı, başka kimseyi almamamı tembihlediler” der hamamcı ve devam eder:

“Baba bir hışımlarına uğramayayım, benim kellemle oynama.”

“Şuracıkta, sessiz sedasız yıkanırım, onlara görünmem.” der Habib Baba.

Hamamcı, Habib Baba’nın ısrarına dayanamaz, yüzü yumuşak bu Anadolu insanını geri çeviremez ve kabul eder. Bir köşede görünmeden yıkanmasını tembihler.

Biraz sonra hamama tebdil-i kıyafet, celâlli sultan 4. Murat gelir. Hamamcıya yıkanmak istediğini söyler. Hamamcı bu gence de durumu anlatır, “Aman başıma iş açma” der. Genç: “Şuracıkta, babanın yanında sessizce yıkanırım.” Diye ısrar edince, hamamcı aynı tembihlerle tanımadığı 4. Murat’ı da kabul eder.

Beraber yıkanırken, bir ara Habib Baba gencin sırtını keseler. İnsan iyiliğin kölesi... Mukabele etmek ister 4. Murat ve o da Habib Baba’nın sırtını keseler.

Keselerken âdeta bir yoklama çeker ve “Baba” der “Kader de, vezir olmak ta varmış. Bak, insana Allah’ın suyunu bile çok görecekler...”

“A be evladım” der Habib Baba, “Öyle bir sultana vezir ol ki, vezirlerin bile karşısında titrediği sultana senin uyuzlu sırtını keseletsin!”

__________________

Equinox 07-04-2008 11:57 AM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 

“A be evladım” der Habib Baba, “Öyle bir sultana vezir ol ki, vezirlerin bile karşısında titrediği sultana senin uyuzlu sırtını keseletsin!”

Hayat bu işte:)

b@ron 07-06-2008 08:33 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
H A Y I R

Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da yanında götürürdü.

Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:

“Bunda da bir hayır var!”

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfek geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.

Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi:

“Bunda da bir hayır var!”

Kral acı ve öfkeyle bağırdı:

“Bunda hayır falan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?” ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşının zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra kral, insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamlarıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarının bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların arasına diktikleri direklere bağladılar.

Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın baş parmağının olmadığının fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından birisi eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar
geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.

“Haklıymışsın!” dedi. “Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış.

İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.”

“Hayır” diye karşılık verdi arkadaşı. “Bunda da bir hayır var.”

“Ne diyorsun Allah aşkına?” diye hayretle bağırdı kral. “Bir arkadaşının bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?”

“Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?” Ve sonrasının düşünsene...

b@ron 07-06-2008 08:33 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Dostun Attığı Gülden Yaralanmışız...

Hallâc-ı Mansûr hazretlerini Bağdât'ta Tâkkapısına götürdüler. Evvelâ yüz kırbaç vurdular. Kendisinden en küçük bir ses çıkmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler.


Hallâc-ı Mansûr'un rahmetullahi aleyh elleri ve ayakları kesildiğinde; "Sakın korkudan sarardığımı zannetmeyin. Kan kaybetmekten sararıyorum." buyurdu.


Darağacına çıkan Mansûr hazretlerine şu suâl soruldu; "Tasavvuf nedir?" "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu haldir." "Ya ileri derecesi?" "Onu görmeye tahammülünüz olmaz."İdâm edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hattâ tebessüm ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mansûr hazretleri inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni yakînen tanımayanlardır. Tabiîdir ki halden anlamazlar. Halden anlayanların bir gülü bile beni incitti." cevâbını verdi.


Bu arada kendisinden nasîhat istemek için gelen hizmetçisine; "Nefsi, yapması gereken bir şeyle, ibâdetle meşgul et! Yoksa o seni yapılmaması gereken bir şeyle, haramlarla meşgul eder." dedi.Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah'ım, bana senin için bu işkenceyi revâ görenlere rahmet et! Senin rızân için beni elimden, ayağımdan, gözlerimden, başımdan, canımdan ayıran bu kullarını affet!" diye yalvardı.

b@ron 07-06-2008 08:34 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
K E Ş K E


Eski Çin’de taş ustası olarak çalışan Lee adında bir adam vardı. Büyük taşları keser, onlardan ya bahçelere süsler yapar, ya da ev inşaatında kullanılacak taşlar üretirdi. İşinden memnundu, ama bazen "Keşke daha fazla param olsa, keşke daha az çalışsam” diye düşünmekten de alıkoyamazdı kendini.

Bir gün Lee işinden evine dönüyordu. Güneş yakıcı derecede sıcaklık yayıyordu ve o da çok yorgundu. Yolun kenarına oturup güneşin sıcağını düşündü: “Bize ışığı ve ürünlerimiz için gerekli ısıyı veren güneş” dedi. “O, bütün varlıkların en güçlüsü olmalı.”

Sonra fısıltıyla “Allah’ım” diye dua etti, “keşke güneş olsaydım. Bütün varlıkların en güçlüsü, en büyüğü olmanın nasıl bir şey olduğunu o zaman hissedebilirdim.”

Allah Lee’nin duasının kabul etti ve ona “Güneş olabilirsin” cevabını verdi. Ve Lee güneş oldu. Harika hissetti kendisini; güçlü ve büyük. Ta aşağılardaki dünyaya ışık saçtı.

Birkaç gün sonra, gökyüzünde kocaman beyaz bir bulut belirdi. Dolaştı, dolaştı ve sonunda Lee’nin ışıklarının önünü kesti ve yeryüzüne sadece bulutun gölgesi düştü. Lee üzüldü. Besbelli, bu bulut kendisinden daha güçlüydü!

“Keşke bulut olsaydım!” diye dua etti bu defa. “O zaman bütün varlıkların en güçlüsü ben olurdum.”

Allah duasını yine kabul etti ve “Bulut olabilirsin” dedi. Böylece, bulut olan Lee gökyüzünde oradan oraya süzülerek büyük mutluluklar yaşadı.

Bir gün, Lee kendisine doğru büyük bir kara bulutun gelmekte olduğunun gördü. Kısa bir sürede bu bulut onu salıverdi ve bu kara buluttan yağmur damlaları düşmeye başladı. Damlalar yeryüzüne düştü ve büyük güçlü bir ırmak oluşturdu.

Lee, kara bulutun önce yağmur damlalarına, sonra da kocaman bir ırmağa dönüştüğünü görünce “Keşke ırmak olsaydım. O zaman ne kadar güçlü ve dolayısıyla da mutlu olurdum” diye dua etti.

Lee’nin duasını işiten Allah “Peki” dedi, “ırmak olabilirsin.”

Böylece, Lee nehir yatağı botunca çağlayarak aktı, aktı. Bir süre sonra bir kıvrıma rastladı. Bu, nehrin yönünü değiştiren koca bir kaya kütlesiydi.

“Kaya, kaya!” diye düşündü Lee, “Sonunda her şeyin en güçlüsünü buldum. Bu kaya, şiddetle akıp giden bir nehrin bile yolunun değiştirebiliyorsa, demek ki en büyük o. Keşke bu büyük kaya olabilseydim, o zaman mutlu olabilirdim.”

Ve Allah Lee’yi o kaya kütlesine dönüştürdü. Lee orada durarak nehrin yönünü değiştirdi ve bundan çok mutlu oldu.

Bir gün, bir adam geldi ve kayadan büyücek bir parça kesti. Lee üzüldü. Bu adam gelip onu kesebiliyorsa, demek ki dünyanın en büyüğü o değildi.

“Keşke” diye düşündü, “kayayı kesen o adam olabilseydim. O zaman en büyük ben olurdum.”

Ve Allah Lee’yi tekrar taş ustası haline getirdi.

b@ron 07-06-2008 08:35 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Din de sabun gibidir
Dine pek inanmayan bir sabun imalatçısı bir gün konuşmakta olduğu bir hocaya, “sizin anlattığınız dinin dünyaya bir faydası olsaydı, insanlara bir iyilik getirseydi, aradan geçen bunca zamana rağmen hala kötülük ve kütü insanlar kalır mıydı?”der.
Hoca efendi adamın yüzüne şöyle bir baktıktan sonra:
“ – Senin yaptığın sabunlar da bir işe yaramıyor anlaşılan. Zira bir işe yarasaydı, ortalıkta hâlâ kir ve pislik kalır mıydı? der.
Sabuncu itiraz eder: “ Adamlar sabun kullanmıyorlarsa benim suçum ne?”
Hoca efendi hemen taşı gediğine koyuverir: “ Peki insanlar dinin getirdiklerine uymuyorlarsa dinin suçu ne? Eğer dinin kuralları uygulanırsa ve her alanda dine uygun yaşanırsa tüm dünyaya iyilik ve düzen gelir.”

b@ron 07-06-2008 08:36 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Küçük Ev


Bir köylü bilgenin yanına geldi ve şikayete başladı:


“Ne’ olur bana yardım edin, yoksa çıldıracağım. Tek odalı bir evde yaşıyoruz. Ben, karım, çocuklarım, karımın akrabaları. Herkesin siniri tepesinde. Birbirimize bağırıp duruyoruz. Oda sanki bir cehenneme döndü.”


“Sana söyleyeceğim şeyi yapacağına söz verir misin?” diye sordu bilge ciddi bir sesle.


“Yemin ederim, ne söylerseniz yapacağım.”


“Pekâla. Kaç hayvanın var?”


“Bir inek, bir keçi ve altı tavuk.”


“Onların hepsini evinize al. Bir hafta sonra yanıma yine gel.”


Bilgenin talebesi çok şaşırmıştı, ama itaat edeceğine söz vermişti bir kere.


Böylece, hayvanları da odaya aldı. Bir hafta sonra geldiğinde perişan haldeydi. Acı ve kederle inliyordu.


“Mahvolmuş durumdayız. Pislik! Koku! Gürültü! Hepimizin aklının kaçırmasına ramak kaldı!”


“Şimdi git ve hayvanları evden çıkar” dedi bilge.


Adam eve kadar hiç durmadan koştu. Ertesi gün bilgenin yanına geldiğinde gözleri mutluluktan parlıyordu:


“Hayat ne kadar güzel. Hayvanlar dışarıda. Evimiz, öyle sessiz, öyle temiz ve öyle geniş ki. sanki bir cennet!”

b@ron 07-06-2008 08:36 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Zenginin Çorabı


Çok zengin bir adamcağız, ölümünün yaklaştığını hissedince, oğlunu yanına çağırmış.

Evvelâ en mühim vasiyetini bildirmiş. Demiş ki :

“Beni mezara çoraplarımla gömün.”

Anlamamakla berâber kabul etmiş oğlu. Adam bir de mektup tutuşturmuş oğlunun eline.

“Ölümümden sonra, ilk başın sıkıştığında bu mektubu açarsın” demiş sonra.

Ona da “Peki” demiş çocukcağız.

Neyse hak vâkî olmuş, adam rûhunu teslim etmiş. Eş dost toplanıp ağıt yakarken, oğlanı almış bir düşünce. “Ben şimdi bu adamı çoraplarıyla nasıl gömerim” diye. Bir hoca bulup sormuş acele tarafından. Ama müspet cevap alamamış. “Olmaz” demiş hoca,

“Dinimizce uygun değil böyle bir şey.” Başka hocaya sormuş, o da “Olmaz” demiş. Çocuk çâresiz, ölüyü de artık bekletmeden gömmek lâzım. Aklına birden babasının “İlk başın sıkıştığında aç” diyerek bıraktığı mektup gelmiş. Hemen mektubu arayıp, bulmuş.

Mektupta şunlar yazılıymış:

“Oğlum, gördüğün gibi ben bunca zenginliğime rağmen yanımda bir çorap bile götüremiyorum. Sen düşün gerisini...”

b@ron 07-06-2008 08:37 PM

Cevap : İbret veren kısa hikayeler..:!!!
 
Namaz

ADAM, bineceği otobüsün kalkmasına bir saatten fazla süre olduğu için, terminalin yarı aydınlık koridorlarını arşınlıyordu. Ellerini yıkamak üzere biraz ilerideki mescide yanaştığında, iş tulumları giymiş bir genç ona doğru gelerek:
— Herhalde namaz kılacaksınız, dedi. Abdest alma yerimiz de mevcuttur.

Adam, elindeki sigaranın külünü delikanlının ayakları dibine silkelerken:

— Sen herhalde görevlisin, diye diklendi. Ne iş yaparsın burda?

Delikanlı, köşedeki süpürgeye işaret ederek:

— Temizlikçiyim efendim, diye kekeledi. Lavabo ve tuvaleti temizliyorum.

Adam, onu alaycı gözlerle süzerken:

— Ben, namazı senin gibi çulsuzlara bıraktım, diye sırıttı. Bu iş size öyle yakışıyor ki…

Temizlikçi genç, adamın hakaretine aldırmayacak kadar olgundu. Fakat namaza karşı yapılan saygısızlık, canını çok sıkmıştı. Vereceği cevabı bir süre düşündükten sonra, susmayı tercih ederek işine döndü.

Adam, mağrur adımlarla oradan uzaklaşırken, başının döndüğünü hissetti. Sırtından çıkartarak koluna aldığı kaşe paltonun ağırlığını da ilk defa farkediyordu. Biraz önce yediği iki porsiyon kebap, herhalde tansiyonunu yükseltmiş ve kendisini hâlsiz bırakmıştı. Birkaç adım daha attığında âniden fenalaşarak dizleri üzerine çöktü. Allah’tan ki kolundaki palto ondan önce yere serilmiş ve yeni aldığı takım elbisenin kirlenmesini engellemişti. Adam, çömelmiş vaziyette olmasına rağmen fırıldak gibi dönen başını yere dayayarak bir müddet dinlendi ve tekrar doğrulduğunda, aynı rahatsızlığı duyarak hareketini tekrarladı. Fakat, başkaları tarafından görülmüş olmaktan endişe ediyordu. Bunun için başını yerden kaldırıp sağa sola bakındığında, terminalin çaycısı olduğu anlaşılan bir gençle burun buruna geldi. Delikanlı, adamı saygılı bir ifadeyle selâmlarken:

— Allah kabul etsin bey amca, dedi. Ama kıble biraz daha sağa doğruydu

b@ron 07-09-2008 07:36 PM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Bir zamanlar uzak ülkelerin birisinde, verimli toprakların bulunduğu bir vadide Şeka adında kibirli bir adam yaşardı. Uçsuz bucaksız topraklarında at sırtımda gezip sahip olduklarıyla gururlanmayı marifet bilirdi bu adam.

Bir gün yine atıyla gezerken Şakir adında ortakçı bir köylüyle karşılaştı. Şakir, büyük bir söğüt ağacının altında öğle yemeğini bitirdi, elleri havada dua ediyordu. Şeka yanına kadar geldiyse de Şakir onu görmedi. Sonunda kafasını kaldırdı ve “Özür dilerim efendim. Geldiğinizi fark etmedim” dedi. “Verdiği nimetler için Rabbime şükrediyordum da.”

“Hah!” diye homurdandı Şeka, Şakir’in sofrasındaki yenmemiş yarım ekmeği ve peynirleri görünce:

“Bunlar benim yemeğim olsaydı şükür falan etmezdim!”

“Benim karnımı doyurmaya yettiler ama” diye cevapladı Şakir tevazuuyla. Sonra biraz çekinerek “Sizinle bugün karşılaştığım iyi oldu. Dün akşam garip bir rüya gördüm.”

Kibirli adam, merakla rüyasını sordu ona.

“Her taraf güzel çiçekler ve huzurla doluydu. Ama ‘Bu gece vadinin en zengin adamı ölecek’ diye bir ses duydum.”

“Rüyalar!” diye tersledi Şeka. “Anlamsız şeylerdir onlar!” sonrada atını dört nala sürüp gözden kayboldu.

“Bu gece ölmek ha!” diye kendi kendine söylendi yolda. “Vadinin en zengini elbette benim. Ama saçma sapan bir şey bu. Telaşlanmaya gerek yok.” En iyi şeyin, yaşlı köylünün rüyasını unutmak olduğuna karar verdi.

Böylece, kendini daha iyi hissetti. Ama içine kurt düşmüştü bir kere. Belki de sağlığı o kadar yerinde değildi. Bu düşünceyle, köyün doktorunu çağırdı. Eve gelen doktora Şakir’in rüyasında vadinin en zengin adamının öleceği haberini aldığının anlattı.

“Bana anlamsız geldi” diye fikrini açıkladı doktor. “Ama için rahat etsin diye seni bir muayene edeyim.”

Gerekli tetkiklerden sonra yüzündeki kocaman gülümsemeyle “At gibi sağlam ve sağlıklısın!” diye müjde verdi Şeka’ya. “Bu gece ölmen imkansız!”

Doktor tam çantasını toplatıp evden ayrılmaya hazırlanıyordu ki, kapıya bir haberci geldi nefes nefese.

“Doktor, doktor!” diye feryat etti adam. “Çabuk benimle gelin! Şakir! Bizim yaşlı Şakir! Sanırım uykusunda öldü!”

__________________

b@ron 07-09-2008 07:37 PM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Beterin Beteri Var

Mehmet işten çıkarılır. Eve gelin durumu bildirince, hanımı içeri almaz. Gidecek yeri olmadığından Şeyhin dergahına gider. Bu sırada şeyh talebeleriyle sohbet etmektedir. Bu arada börek çörek yenmekte, çaylar içilmektedir. Mehmet de aralarına katılır. Şeyh, sohbet esnasında; 'beterin beteri vardır, insan içinde bulunduğu duruma şükretmeli' der. Bunu bir kaç defa tekrar edince, bizim zavallı dayanamaz, kendi kendine, (!.. postun üzerindesin, sevenlerin etrafında, talebelerin hizmet ediyor, keyfin yerinde... Elbette içinde bulunduğun duruma şükredersin, ya ben ne yapayım?) diye mırıldanır.Şeyh, Mehmet'in kalbindeki sıkıntıyı fark edince, 'Evladım, sen de, içinde bulunduğun duruma şükret. Beterin beteri vardır der.

Mehmet dayanamaz:


- Şu an besbeter bir durumdayım Efendim... Hem işten kovuldum, hem de evden...

Şeyh oralı olmaz aynı tekrar eder:

- Beterin beteri vardır. Sen yine de durumuna şükret.

Mehmet, cevap vermez ama daha beterini hayal bile edemez. Bu sırada akşam olmuştur. Herkes köşesine çekilince, Mehmet de, belki hanımı razı edersem diye dergahtan çıkıp eve gider. Kapıyı çalar, hanımına 'beni affet, perişanım' diye yalvarır. Fakat hanımı, içeri almaz. kapının bir kenarına kıvrılır. Soğuktan titremeye başar, kuytu bir yere oturur, fakat çok geçmeden zaptiyeler bunu gizlenmiş olarak görünce şüphelenip karakola götürürler. Bakınca bunu nezarete atarlar. Meğer o civarda bir hırsızlık olmuş. Hırsızın eşkali de bizimkine uyuyormuş. Zavallı, geceyi ipten kazıktan kurtulma tiplerin arasında geçirir.

Şeyh, durumu öğrenir, ziyaretine gelir. Daha 'Nasılsın?' diye sormadan bizimki feryat eder:

- 'Nedir bu başıma gelenler? Önce işten sonra eşten oldu,şimdi de...'

Şeyh sözünü keser:

- Beterinde beteri vardır.

Bizimki dayanamaz:

- Hocam anlatamadım galiba... Suçsuz yere hırsız damgası yedim. Üstelik bu haydutlarla aynı yerdeyim, şunların tiplerine baksana...'

Şeyh hiç umursamadan karakoldan ayrılır. O gece nezaretteki zanlılar arasında müthiş bir kavga çıkar. Sille tokat birbirlerine girerler. Bizim Mehmet bir kenara sinerek boğuşanları seyreder. Bu sırada zaptiyeler kavgayı ayırır. Kavganın sebebi araştırılır. Kavganın Mehmet geldikten sonra çıktığını gören zaptiyeler, zavallıyı kavgayı başlatmakla suçlayıp tekme tokat tek kişilik bir hücreye atarlar.

O geceyi hücrede geçiren Mehmet, sabahleyin şeyhi karşısında görünce ağlamaya başlar. Başından geçenleri sıkıntıları anlatır. Ama şeyh aynı şeyi tekrar eder:

- Beterin beteri vardır, sen durumuna sabret.

Bizimki şaşkınlıktan ağlamayı bile unutur:

- Sabır mı? Sabır taşı olsa çatlar.

Şeyh güler geçer.

Bizimkinin öfkeden kanı beynine sıçrarsa da bir şey diyemez.

Şeyh gidince ortalığı birbirine katar. Bağırıp çağırır, hücre kapısını tekmeler. Gürültüye gelen zaptiye
memuruna da hakaret edince fena şekilde dayak yer. Üstelik de 'Bu herif yalnızlıktan sıkılmış olmalı' diyerek yanına hasta olan Mecusi bir tutukluyu koyarlar. Tek kişilik bir hücrede iki kişi olması bir yana, adamın ömrü boyunca yıkanmamış, saçı sakalı kir pas içinde, hastalıktan inlemesi bizimkini perişan eder.Geceyi Mecusi ile koyun koyuna geçirirler. Sabah olunca şeyh tekrar ziyaretine gelir. Der ki:

- Ooo... Ne kadar güzel... Bir de arkadaşın olmuş. Yalnızlık çekmezsin.'

- Böyle arkadaş olmaz olsun efendim. Herif hasta ve baygın yatıyor, üstelik de leş gibi kokuyor. Dar yerde mecburen kalıyoruz.

Şeyh yine hiçbir şey söylemeden ayrılır. Bir kaç saat sonra hasta Mecusi hem kusmaya, hem de altına kaçırmaya başlar. Mehmet hücrede yine tek başına kalabilmek için bir fırsat bilerek görevlileri çağırır. Görevliler durumun vahametini görünce; 'Bundan sonra bu hücrenin temizliğinden sen sorumlusun' diyerek bir kova su ile bez verip giderler.Nezarettekiler ikiye ayrılır, Yine aralarında kavga çıkar, çoğu şişlenir ölür, kalanı da yaralanır.

Ertesi gün şeyh efendi karakolu ziyarete gelir. Hücreye yaklaşınca Mehmed'in yanık sesini duyar. O bir yandan Mecusi'yi ve hücreyi temizliyor, bir yandan da dua ediyor.

- Ya Rabbi sana şükürler olsun, iyi ki hücreye girmişim, ben de muhakkak kavgada ölebilirdim. Bir de
Mecusi'ye hizmet ettiğimden dolayı Mecusi Müslüman oldu.

Şeyhi görünce başını eğer:

- Haklıymışsınız efendim. Bu adamcağız hasta oldu. Temizliğini de bana yaptırdılar. Düşündüm ki, ya bu adam ölürse halim ne olur? Beni cinayetle bile suçlarlardı veya buraya hiç uğramaz, adamın cenazesiyle kim bilir kaç gün daha burada tutarlardı. İyi ki ölmedi, hem de Müslüman oldu, üstelikte büyük bir kavgadan kurtulmuş oldum.

Şeyhi gülümser:

- Beterin beteri olduğunu anladın demek... Sana bir müjde vereyim. Zaptiyelerin yanından geçerken duydum, gerçek hırsız yakalanmış.

Mehmet çok geçmeden karakoldan çıkarılır. O da beterin beteri olduğunu yaşayarak

b@ron 07-09-2008 07:37 PM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Herşeyde vardır bir hayır

Zamanın birinde bir padişah yaşarmış.
Padişah avlanmayı çok sever,sıksık avlanırmış.
Padişahın aklı-selim , "Herşeyin hayırlısı ,her şeyde bir hayır vardır." cümlesini dilinden düşürmeyen bir de veziri varmış.
Padişahın başına birşey gelse vezir hep ;"Padişahım üzülmeyin herşeyde bir hayır vardır." dermiş.
Padişahda vezire bu yüzden çok kızarmış.
Yine birgün padişah vezirine "bugün ava nereye gidelim "diye sormuş,vezir bir yer tarif etmiş.
Oraya gitmişler fakat avlanırken padişah elinden yaralanmış, eli kanamış ve elinin yarasını sarmışlar.
Padişah vezirine kızmış,"senin yüzünden oldu" demiş.
Vezir yine aynı cevabı vermiş ;"Her işte bir hayır vardır padişahım ,üzülmeyin."demiş.
Bunun üzerine padişah vezire çok kızıp,ben elimi kesiyorum,sen bana "Her işte bir hayır vardır" diyorsun deyip veziri zindan attırmış.
Vezir zindana giderken yine "Her işte bir hayır vardır" deyip gitmiş.
Padişah yine öfkelenmiş,"adamı zindana attırıyorum adam yine aynı şeyi söylüyor" demiş.
Padişah avlanmak için az bir adamla başka insan ayağı değmemiş bir yere gitmiş,avlanırken oranın yerlileri bunları faka bastırıp,esir etmişler.
Yerliler hergün bir esiri kendi inançları gereği kurban ediyorlarmış,sıra padişaha gelmiş ama onu serbest bırakmışlar.
Çünkü yerlilerin inanacına göre sakat veya ,bir yeri yaralı admdan kurban olmazmış.
Padişah vezirini düşünüp ona hak vermiş.
Hemen ülkesine dönüp vezirini serbes bıraktırmış.
Ama yine soruyu sormuş; "Hadi benim elimin kesilmesini anladık,peki senin zindana girmendeki "hayır" nedir demiş.
Vezirde bende zindana girmeyip sizinle gelseydim,yerliler şimdi diğerleri gibi benide kurban etmiş olacaklardı demiş.
Ders alıp,öğüt çıkaran ne mutlu.
Selametle kalın....

b@ron 07-09-2008 07:38 PM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Bu dunya etme-bulma dunyasi

Bir adam, karisi ve yasli babasi.
Kadin kayinpederini istememekte, huysuzluk etmekte, evin huzurunu bozmaktadir.

Bir gün kocasina:
-Bey... bey.. Bezdim bezdim. Bir gün göremedim. Gençligim gidiyor. Ya ayrilalim, babanla kal., ya da al babani al da nereye goturursen gotur, beraber kalalim. Yoksa ben gidiyorum.
Adamcagiz saskinbiraz da sitemli bir vaziyette:
-Ne diyorsun hanim, o babam babam; öldüreyim mi, atayim mi? Kimi var bizden baska bakacak, dese de karisi israrda israr ediyordu.

Adam bakti olacak gibi degil babasini daga birakmaya karar verdi. Yanina oglunu da alarak yola koyulurlar. Babasina da:
- Baba, torununla beraber daga oduna gidiyoruz, istersen sen de gel" der. Baba gelinin dirdirini dinlemektense onlarla beraber dagin yolunu tutar..

yola koyulup daglara, ormanlarin içlerine girip bir müddet gittikten sonra, babasina:
- Baba sen burada biraz dinlen. Bizde odun toplayalim, der ve oradan ayrilirlar.
Odun toplamadan, babasini orada birakarak dönerler.
Yolda oglu:
- Dedemi almadik baba.
- Dedeni oraya biraktik. Artik ihtiyarladi orada kalacak.
Torun israr eder:
- Dedemi isterim... . En sonunda babasina ne dese desin fayda etmeycegini anlayan çocuk:
- Baba, sen ihtiyarladiginda ben de senin gibi seni getirip daga mi birakacagim? der demez adamin akli basina gelir. Babasini almaya karar verir.
Ihtiyar adam , kendisini almak için yoldan geri dönen ogluna:
- Evladim, sen beni birakip gidemezsin. Çünkü ben babami birakmadim. Ölünceye kadar hizmet ettim.
Adam babasini alip eve getirir.
«Bu dunya etme-bulma dunyasi» diye... Sen ne yaparsan sana da onun aynısı yapilacak


b@ron 07-09-2008 07:39 PM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Ne Kadar Fakir?
Bir gün çok zengin bir adam oğlunun kırsal kesime götürüp ona insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek istemişti.
Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gün bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu:
“Yolculuğumuzu nasıl buldun?”
“Çok güzeldi babacığım!” diye cevap verdi oğlu.
“İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün, değil mi?”
“Evet.”
“Peki ne öğrendin?”
“Şunu gördüm” dedi oğlu. “Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına kadar gelen bir havuzumuz, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim taraçamız ön bahçeye kadar, onlarınki ise ufka kadar uzanıyor.” Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi.
Ve çocuk ekledi:
“Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için, teşekkür ederim babacığım!”
__________________

b@ron 07-09-2008 07:39 PM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Bela'nın önünden sapmasını bilin

Okyanus adlı dev bir lügati Arapçadan Türkçeye çeviren Asım Efendi, bir öğrencilik hatırasını şöyle anlatmaktadır:

- Tahsilim zamanında bizim medreseye en yakın fırından ekmek alırdım.
Senelerce bu fırının müşterisi olmaya devam ettim. Bir sabah yine âdetim üzere ekmek almak maksadıyla bu fırına geldiğimde, fırında çalışan bir işçinin, bir haksızlığına maruz kaldım. Herkese ekmek veriyor, sıram gelip geçtiği halde bir türlü beni görmüyordu. Adamı şöyle ikaz ettim, böyle hatırlatmada bulundum ise de, hep bana ters cevap veriyordu. Ön sırada beni görmezlikten gelip, hep arka sıralardakileri tercih ediyordu. Artık canım burnuma gelmişti, bu haksızlık karşısında. Fırının yanında, ayak altında Duran bir taşı kaptığım gibi, adamın üzerine yürümeye karar verdim.

Ama tam o sırada birden aklıma geldi:
- Bu Adam bir belâya müstahak hale gelmişse, neden bunu benim elimden bulsun? Ben de onu belâya atan Adam suçunu yükleneyim? Sabredeyim, mutlaka bunun içinde bir hayır vardır, dedim.

En nihayet herkes ekmeğini alıp gittikten sonra, bana DA istediğimi Verdi, dershaneme geri döndüm. Bir gün sonra fırına gittiğimde ise, adamın yerin de olmadığını gördüm.

Sordum; Dediler ki:
- O işçi, dün aniden hastalandı, şu anda ölümle burun burunadır.

Fakat bir türlü ölemiyor, can çekişip duruyor.

Hemen aklıma geldi, ona vurmayı niyet ettiğim taşı alıp, ziyaretine gittim. Taşı alnına değdirip yorganın üstüne koydum. Az sonra Adam kolayca son nefesini veriverdi. Çünkü bu taşla onun eceli gele*cekti. Bununla ömrü bitecekti. Fakat sabrım sebebiyle, o taşı ona vuran ben ol*maktan kurtulmuştum.

Bu olaydan alınacak ders şudur: Siz de suçsuz yere bir sataşmaya uğrarsanız, işi kavga ve münakaşaya götûrmeyiniz "Belanın önünden sapmasını bilin" ve:

"Bu Adam bir musibete müstahaktır, fakat benden bulmasın," diyerek çekilin.

O kişi neye layıksa onu bulacaktır.

Yeter ki bu bela sizin elinizle gelmesin, başınızı derde sokmasın..."

b@ron 07-15-2008 10:06 PM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
BİZ DE ONLARA YAKLAŞIYORUZ

Sulltan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:

- 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.

Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:

- Biz de onlara yaklaşıyoruz.



ALDIĞIMIZ FİYATA

Keçecizâde'nin Rusya'da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Keçecizâde Fuad Paşa'ya takılır:

- Paşa şu Girit'i satsanız!

- Hay hay, satalım ekselans

- Kaça satarsınız?

- Aldığımız fiyata

Girit'in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehitle alındığını bilen Çar sararır.



BİLMEK İÇİN ÖĞRENMEK

Tarih biyografisi ve monografi sahalarında erişilmesi çok güç bilgisiyle, dünya çapında bir şahsiyet olan İbnülemin Mahmud Kemâl (İnal) a sormuşlar:

- "Sizdeki bilginin çok azına sahib olmalarına rağmen sizden çok daha fazla tanınanlar var. Bunun sebebi nedir?"

Şöyle cevap vermiş:

- Ben bilmek için öğrendim, onlarsa bilinmek için!



DERDİN DEVASIZI...

İbn-i Sinâ ya:

- Dünyada devâsı olmayan bir dert var mıdır? diye sorduklarında:

- Derdin devâsızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır, cevabını vermiş.



DERS ALABİLMEK

Lokman Hekim'e:

- "Bilgeliğini kimlerden aldın?" diye sorduklarında:

- Körlerden, cevabını vermiş. Çünkü onlar, yoklamadan adım atmazlar.



FATİH NİYE ÜSTÜN

Napolyon, S. Helen adasında sürgün bulunduğu sırada 'Fatih mi yoksa siz mi büyüksünüz? Sorusunu soranlara şöyle cevap vermişti:

Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam. Çünkü ben, kılıçla zaptettiğim yerleri henüz hayattayken geri vermiş bir bedbahtım. O ise; fethettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bir bahtiyardır.



GENÇ FATİH

Bir genç, "Fatih Sultan Mehmed'in resmini neden hep yaşlı bir insan suretinde çiziyorlar" diye sorunca, bir yazarımız şöyle cevap vermiş:

- Yaptığı işler o kadar büyük ki, bunları genç bir insanın yapacağını hayallerine sığdıramıyorlar



GÜNLÜK

Bir Hristiyan, Ahmed Vefik Paşa ya:

-Camilerinizde niçin günlük (bir çeşit koku) yakmıyor sunuz? diye sorduğunda,ondan şu cevabı almış:

-Bizimkiler abdestlidirler. Yellenmezler. Onun için günlük yakmıyoruz. mukemmel cevap yaa



KADER

Fatih Sultan Mehmet, çocukluğunda biraz yaramazlık yapınca, babası olan 2. Murat Han:

-"Ne kadar yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz" diye çıkışır.

Orada bulunan ve velâyet sırrıyla kalp gözü açık olan Akşemseddin Hazretleri, hafifçe gülümseyerek şöyle der:

-Peder ne der, kader ne der.



KADERİN İCABI

Kenân Rıfâi ye sormuşlar:

- Madem ki neticede kaderin dediği oluyor. O halde niçin çalışıyoruz?

Şu cevabı vermiş:

- Çalışmak da kaderin icabı olduğu için!



SIR

Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:

- Sen sır saklamayı bilir misin? diye sormuş.

Vezir:

- Evet hünkarım, bilirim dediğinde, Yavuz cevabı yapıştırmış:

- İyi, ben de bilirim.



*****

Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.

-Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.
-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi
-Biliyorum ama, sebebini gerçekten merak ediyorum.
-Ne bileyim olmuyor işte, dedi. Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri çıkar diye endişe ediyorum.

Gayri ihtiyari gülmeye başladım.
-Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terk edilir mi?
-Ciddi söylüyorum, dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçekten öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

-Peki, dedim. Hayatında hiç camiye gitmedin mi?
-Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim, dedi. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.

Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.

Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.

Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
-Hani,dedim. Camiye gelmeyecektin?

Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.


******


Nasreddin Hocaya Sormuşlar:
Hocam Kader Nedir?diye. Hoca Gülmüş Veşöyle Cevap Vermiş:
Bunu Bilmeyecek Ne Var.Ben Beni Bildim Bileli hep O'nun(Allah'in)dediği olur. Bizim Dediğimiz Olmaz.işte Kader Budur,demiş...

b@ron 07-21-2008 01:23 AM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Her Koyun Kendi Bacağından Asılır!

Bir gün halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşîd’e gidip; “Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır.” gibi sözlerle şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ’yı çağırtıp, halkın isteğini bildirdi. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Bunu gören halk gülerek; “Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zâten.” diyorlardı. Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan da bütün mahalle zarar görüyordu. Kokudan durulmaz hâle gelince, aynı kişiler Hârûn Reşîd’e gidip, durumu anlattılar. Behlül Dânâ’yı çağırtıp, sorduğunda: “Bir kötünün herkese zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi bacağından asıldığını onlara gösterdim.” diye cevap verdi.

b@ron 07-21-2008 01:24 AM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
Tövbesi Kabul Olan Genç


Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip: (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu. Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti. Oradakilere:

-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:

-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler. Musa aleyhisselâm:

-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler. Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:

-Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o''Benim dostumdur.'' İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir? Allahü teâlâ: (Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah'ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu.

b@ron 07-21-2008 01:24 AM

Cevap : İbret Veren Kısa Hikayeler..:!!!
 
LİSAN-I AVÂM (HALK DİLİ)

Bir varmış bir yokmuş, zamanın ve mekanın birinde bir medrese varmış. Bu medresede avâm (Halk) lisânı ile konuşmak yasakmış, konuşanlara ceza verirlermiş.

Bir gün talebeler, hocaları ile birlikte bir mesîre yerine teferrüce(pikniğe) gitmişler. Hoca talebelerden birisinin "su içtim" dediğini işitmiş. Talebeye kızgın bir şekilde:
- Size kaç defâ lisân-ı avâm ile ifâde-i merâm eylemeyeceksünüz dedüm. İmdi şöyle demelüydün; "Bir kadeh-i lebrîz-i hoş-güvârı nûş ile, teskîn-i âteş-i dil-figâr ve iktisâb-ı ferâh-ı bî-şümâr eyledim."

Talebeyi bir güzel fırçalayan hoca bir daha böyle konuşması durumunda cezasının falaka olacağını da ifade etmiş.

Bir müddet sonra hoca, geçmiş mangalın başına. Bu esnada bir kıvılcım sıçramış hocanın kavuğuna. Biraz önce haşlanan talebe görmüş vaziyeti. Koşmuş hocanın yanına telaş içinde, söyleyememiş "kavuk yanıyor!" diye, başlamış söze havas lisânı ile:

- Ey hâce-i bî-misâl ve ey üstâd-ı zî-kemâl bu şâkird-i pür-kelâl size şu vech ile arz-ı hâl eyler ki; bir şerâre-i cevvâl, bî hikmet'il-müteâl, nâr-ı mangaldan pür-tâb ile ser-i âlînizdeki kavuğu iş'âl eylemiştir!.. demiş. Lâkin deyinceye kadar da kavuk yanmıştır


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.