![]() |
Divan Edebiyatı
Divan Edebiyatı Türklerin İslâm dinini benimsemesinden sonra ortaya çıkan yazılı edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatının etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe’ye girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterir. Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinin nedeni, şâirlerin şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır. İslâm dininin benimsenmesinden sonra,Kuran’ın Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı. İranlılar 9. yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille vermeye başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı büyük ölçüde etkilenmiştir. Öte yandan Anadolu'da kurulan Türk devletleri, resmi yazışma dili olarak Arapça ve Farsça’yı kullandılar. Bu durum edebiyat dilinin değişmesine de yol açtı. Özellikle saray çevresindeki şairler ve yazarlar, yapıtlarını Arapça ve Farsça yazmaya başladılar. Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Farsça'nın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlıca dili divan edebiyatında kullanılan ana dildir.
Divan Edebiyatı'nda nazım birimi Nazım sözlük anlamıyla "sıra", "düzen" demektir. Ama Divan edebiyatında nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan edebiyatı, daha çok şiir türünde örnekler içerir ve düzyazı ürünler azdır. Divan şiiri, kurallarını Arap ve İran edebiyatından alan aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Bunun yanında Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerde hece ölçüsüyle yazılmış şiirlere de rastlamak mümkündür. Divan şiirinde daha çok Kur'an, Muhammed'in sözleri olan hadisler, peygamber ve kutsal kişilere ilişkin öyküler, tasavvufun ortaya attığı sorular, ünlü bir İran efsanesini konu alan Şehname gibi konular işlenmiştir. Bu şiirlerde Türk kültürüne ilişkin ögelerden de yararlanılmıştır. Divan şairi bu konuları, aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazmıştır. Tek satırdan oluşan dize ya da mısra, genelde şiirin en küçük birimidir. Divan şiirinde ise en küçük birim beyitten, yani iki mısradan oluşur. Sözcük olarak beyit “ev” anlamına gelir. Mısra' ise, çift kanatlı bir kapının kanatlarından her birine verilen addır... divan edebiyatını sikiyim. Aruz ölçüsünde açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi Fatih Erduran tarafından kullanılmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağlamıştır. Aruz ölçüsü nazım şekillerine göre değişik kalıplarda kullanılır. Örneğin Rubâi nazım şekli ahreb ve ahrem adı verilen belli aruz kalıplarıyla yazılabilir. Rubai'de mısralar; a+a+b+a şeklinde kafiyelidir. Bir Osmanlı bahçe eğlencesi: şâir, misâfir ve sâki betimlemesi. 16. yüzyıl, Dîvân-ı Bâkî`den. Divan Şiiri'nin nazım biçimleri Ölçülü ve kafiyeli söz ya da yazıya "manzum" ya da "manzume" denir. Şiirde mısra' sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, kafiye yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama bazıları daha yaygın olarak kullanılmıştır. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Divan Şiiri'nin konuları ve özellikleri Divan şiirinde en çok işlenen tema kadındı. Aşk teması,divan şiirinin merkezini oluşturur.Divan edebiyatı eserlerinde aşk-aşık-maşuk kalıbı her daim bulunur. Aşk uzlaşımsaldır; yani temel özellikleri hiç değişmez. Mesela bütün aşklar tek yanlıdır, aşık hep sever, acı çeker, hiçbir karşılık görmez, her zaman ondan ayrı kalışını dile getirir; ayrıca rakipleri de vardır. Bu yüzden hep kıskançlık içinde kıvranır durur. Sevgili ise hemen her zaman aşığa ilgisiz davranır, onu tanımazlıktan gelir. Sevgili (maşuk) hep bir sultan, efendi, sahip kimliğinde gösterilir. Sevgili şah, aşık ise kuldur. Aşık için en tehlikeli durum, sevgilinin eziyet ve cefa çektirmekten vazgeçmesidir.Divan şiirinde betimlenen sevgili tipi de tektir ve değişmez. Bütün divan şairleri farklı çağrışımlara yol açabilecek mazmunlar kullansalar da, gerçekte tek bir tip sevgili imajı çizerler. Bu geleneksel sevgili tipinin boyu servi gibi uzun, beli ince, saçları uzun ve siyah, yanakları gül kırmızısı, gözleri siyah, bakışları kılıç gibi keskin, ok gibi yaralayıcıdır. Başka bir özelliği de hep genç oluşudur. Böyle betimlenen sevgilinin aşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar. Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere “mazmun” denir. Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı. Divan şiirinde aşk 2 türlü işlenmiştir. Dünyevi aşk ve ilahi aşk. Aşk konusu ozanın dünya görüşüne koşut olarak anlam kazanırdı.(ilahi aşk) Tasavvuf yoluna giren ozan için amaç mutlak güzellik olan tanrıya kavuşmaktır. Bu da ancak maddeden sıyrılıp benliği yitirmek ve aşk (dervişlik) yoluna girmekle olur. İlahi aşk; maddi aşkla başlar: dünya üstündeki bir güzele aşık olan ozan, dünyanın güzelliklerine aşık olan ozan, bu durumu soyutlama yoluyla ilahi aşka dönüştürür ve Tanrı’nın benliğine kavuşmaya çalışır; Tanrı’da kendi benliğini eritme anlamına gelen “fenafillah” aşamasına erişince de gerçek mutluluğu bulur. Ama bu aşama ölümden sonra gerçekleşebilecektir. Divan şiirinde sevgilinin, erkek kimliğinde görülmesi, doğrudan doğruya tasavvuftan kaynaklanır. Yunan düşünürü Platon’a kadar uzanan bu yaklaşımda, en saf ve en gerçek aşk önemlidir; tensel zevkler, cinsellik söz konusu edilemez. Tensel zevkler ancak neslin devamı sağlanması açısından kadınlara duyulan aşklarda söz konusu olabilir. Bu nedenle Tanrı’nın gerçek güzelliğinin yansıdığı, gerçek aşk kaynağı genç erkekler, ilahi aşkın nesnesi olmuştur.(dünyevi aşk) Aşk konusu, yaşama bağlı ozanlar tarafından da dindışı bir anlayışla ele alınmış ve işlenmiştir. Yaşamdaki güzellikler ve güzelliğiyle simgeleşen kadın, divan şiirinde önemli yer tutar. Dünya nimetlerine bağlı divan edebiyatı ozanları, bu nimetlerden zevk alarak yararlanmasını bilmişlerdir. Söz konusu ozanlar için kadın tapılacak biridir: güzelliğiyle büyüler, zaman zaman ilgi gösterip zaman zaman rakipleriyle gönül eğlendirerek ağşığını üzer. Aşık sürekli bir üzüntü içinde kıvranıp durur, daha doğrusu platonik aşkın girdabında boğulacak gibi olur. Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır. Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır. Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır. Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur. Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır. Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener. Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir. Bahar betimlenirken gül, bülbül, lâle, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur. Divan şairine göre bahar, yaşam ve canlılığın kaynağıdır. Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir. Divan şiirinde, işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı. Örneğin orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır. Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur. Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır. Divan Şiiri'nde söz sanatları Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi. Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini arttırırdı. Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır. Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır. Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir. Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı. Bu amaçla hazırlanmış listeler bile vardı. Yeni bir şiirin benzetme yönü farklıysa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi. Ama asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya koyulurdu. Böylece şair bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu. Divan Edebiyatında Nesir Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmıştır. Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür. Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde yazıldı. Divan Edebiyatı'nın tarihsel gelişimi Divan edebiyatının ilk örnekleri 13. yüzyılda ortaya çıktı. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddini Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca Dehhani'ydi. Horasan'dan gelip Konya'ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı. 14. yüzyılda Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı. Bu arada İran edebiyatının konuları da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin'in 1350'de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa'nın 1387'de yazdığı Hurşidname, Süleyman Çelebi'nin (1351-1422) Vesiletü'n-Necât başlığını taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır. Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi örneklerini verdiler. 17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi. Divan şairleri, şiirlerinde "fahriye" denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkmışlardı. Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve bir yergi ustası olan Nef'i bu yüzyılın ünlü şairleriydi. Divan edebiyatı, en özgün şairlerinden olan Nedim’in ve Şeyh Galib'in ardından, 18. yüzyılda bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar. 19. yüzyılda Divan edebiyatı artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık Kemal'di. Tanzimat'la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Divan edebiyatı böylece önemini yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar, denilirse de zamanımızda da bu vezni kullanabilen şâirler vardır. Arûzun az kullanılıyor olması, zorluğundandır. Yoksa başka ölçülerle veya ölçüsüz yazılan şiirlerdeki lirizm ve âhenk âruzla yazılan şiirlerin yerini tutamaz. |
Divan Edebiyatı
Divn Edebiyatı Şairlerinden Fıtnat Hanım Fıtnat Hanım (1842-1911) ünlü Türk Divan şairi. Genel kanı 1842'de doğduğuna yönelik olsa da, çeşitli kaynaklarda 1830lu yıllarda doğduğu belirtilmektedir. Doğum yeri konusunda da ihtilaf mevcuttur, Trabzon ve Ordu bu ünlü şairi paylaşamamıştır; Bazı kaynaklara göre Trabzon'lu bazı kaynaklara göre ise Ordu'ludur. Babası Hazinedarzade Zade Vezir Abdullah Paşa'dır. Küçük yaşlarda ailesiyle beraber İstanbul'a taşındılar, Fıtnat Hanım burada iyi bir eğitim gördü. Burada genç yaşta evlendi, fakat bu evliliği kısa sürdü. Bu kısa süren ilk evliliğinden daha sonraları çok şikayet etmiştir. Özellikle bu ilk eşinin kıskançlığına dayanamıyordu. Fıtnat Hanım zekası ve güzelliği ile ün salmıştır. Gazel söylemekte de pek yetenekli olduğu söylenir. İlk eşinin kuruntuları ve kıskançlıkları yüzünden gazel söylemeyi bırakmıştır. Bu ilk evliliğinden sonra Bahriye Nezareti mektupçusu olan Mehmet Ali Efendi ile ikinci evliliğini yaptı. Şiirlerini ve yeteneğini keşfedip onu edebiyat dünyasına tanıtan Süleyman Nazif'tir. Edebi başarılarının yanı sıra hattatlığı ile de ünlüdür, kendi elleriyle yazdığı bir Kuran-ı Kerim'i Süleyman Nazif Bey'e hediye etmiştir. Son dönem Osmanlı edebiyatının en ünlü kadın isimlerinden olan Fıtnat hanım 1911 yılında İstanbul'da vefat etmiştir. Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilmiştir. Fıtnat Hanım, bir diğer divan edebiyatı şairi Zübeyde Fıtnat ile karıştırılmamalıdır. Eserlerinden örnekler Gazel Eylesin tesir-i derdin cânâne Allah aşkına Girmesin gam hâneme bîgâne Allah aşkına Kim bilir dert ehlinin hâlin yine yâri bilir Kıl tarrahhum dîde-i giryâne Allah aşkına Bezm-i cânânım uzak bi sûziş-i hasret ile Gel seninle yanalım pervâne Allah aşkına Bî-harâb-âbâd- ı aşkındır unutma rahm edüp Fıtnat’ı gel eyleme dîvâne Allah aşkına |
Divan Edebiyatı
Divn Edebiyatı Şairlerinden Esrar Dede Esrâr Dede, (1748-1797) ünlü TürkDîvân edebiyatı şairi. Gerçek adı Mehmed olan Esrar Dede 1748(Hicri 1162) yılında İstanbul'da doğdu. Doğum tarihi üzerinde bir ihtilaf mevcuttur. Babasının isminin Ahmed-i Bîzebân olduğu bilinmektedir, fakat ailesine dair pek bir bilgi yoktur. Çok iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden kolayca anlaşılabilmektedir. Arapça ve Farsça başta olmak üzere Rumca, Latince ve İtalyancabilirdi. Dile olan ilgisi ve kabiliyetini, Lûgat-ı Tilyan isimli bir Türkçe- İtalyanca sözlük yazmış olmasından da anlıyoruz. Karakterinin güzel olduğu, özellikle çok cömert olduğu söylenmiştir. Galata Mevlevîhânesi'nde tanıştığı Şeyh Gâlipile ömür boyu dost kalmıştır. "Esrâr" mahlasını da, Şeyh Gâlip'e arz edip talebelerinden olunca almıştır. Şeyh Gâlip ile tanıştıktan sonra Şeyh Gâlip'in eğitimine girdi. Hayatı boyuncaMevlevilikdairesinden çıkmadı. Daha sonraları tezkireci ve meşîhat makamlığını kazanmasına rağmen Şeyh Gâlip'in yanından ayrılmadı. Ömrü boyunca Galata Mevlevîhânesi'nde kendisine ayrılan odada yaşadı, eserlerini burda kaleme aldı ve 1796 (Hicri 1211) yılında burada vefat etti. Garip bir detaydır ki, vefat günü Mirac kandilinedenk gelmiştir. Mezar taşında Şeyh Gâlip'in şu cümleleri yer almaktadır: "Esrâr Dede çileyi hatm ettiği dem Sırr oldu serin hırka-i tâbûta çeküp Gâlib dedi târihin efsûs efsûs Hemdemlerini hayrân kodı Esrâr göçüp." Bunun dışında bizzat Şeyh Gâlip, Esrâr Dede'nin ölümü üzerine bir mersiye kaleme almıştır. Bu mersiye şöyledir: Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr'ım ağlasın Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh Zât-ı şerifi âleme bir yâd-gâr idi Fakr u fenâ vü aşk u hüner-ber-karâr idi Her şeb misâl-i şem' benim ile yanar idi Sâye gibi yanımda enis-i nehâr idi Hakkaa tamâm âşık idi yâr-ı gaar idi Birkaç zaman muammer olaydı ne var idi Allah verdi aldı yine kurb-i Hazrete Biz kaldık intizâr ile rûz-i kıyâmete Âhir nefesde sohbeti oldu mahabbet âh Bir yâre urdu bağrıma âh derd-i firkat âh Gelmezdi hiç kalb-i fakire bu sûret âh Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh Yakmazdı belki cânımı bu nâr-ı hasret âh Telh etdi kâmımı o zehr-nâk şerbet âh Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt Esrâr'ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt Olsun mübârek ol mehe kabr-i saâdeti Mevlâ müyesser ede makaam-ı şefâati Bitmiş ne çâre dâne vü gelmişdi sâati Dehrin budur hemişe muhîbbâna âdeti Tefrik içündür etse de izhâr vuslatı Zehri yutulmaz ağza alınmaz harâreti Ben gördüğüm bu dâr-ı fenânın fenâsıdır Baakî Hûudâ rızâsı bekaa Hâk bekaasıdır Meydân-ı Mevlevide nişân âşikâr edip Pervâz ederdi şevk ile Ankaa şikâr edip Eylerdi nây u defile semâ' âh u zâr edip Bulmuşdu kân-ı matlabı Hak'da karâr edip Almışdı müjde kûyuna yârın güzâr edip Gitdi ne çare Gaalib'i hasretle yâr edip Olsun visâl-î Hazret-i pirânla kâm-yâb Kıldı karîn'i kabri Fasîh-i felek-cenâb Eserleri Kuşkusuz her açıdan olduğu gibi edebî açıdan da Esrâr Dede'yi en çok Şeyh Gâlip etkiledi. Bu iki önemli ismin eserleri ise daha sonraki kuşakların bir çok önemli edebiyatçısını etkilemiştir. Nitekim daha sonraları Şeyh Gâlip'in ünlü eseri "Hüsn ü Aşk"dan esinlenerek, Yenikapı Mevlevîhânesinin son şeyhi Abdulbâkî Baykara tarafından kaleme alınacak olan yine Hüsn ü Aşk isimli manzûm tiyatronun ilk perdesi Şeyh Gâlip ile Esrâr Dede'nin konuşmalarını konu alacaktır. Şiirlerini topladığı Dîvân'ı en önemli ve bilinen eseridir. Bu da, 1841 yılında "Divan-ı Belağat-unvân-ı Esrâr Dede Efendi" ismiyle yayımlanmıştır. Mevlevî şairlerinin hayatlarını ve şiirlerinden örnekleri barındıran, Esrâr Dede Tezkiresiolarak da anılan "Tezkire-i Şu'ârâ-yı Mevlevîyye" bir diğer ünlü eseridir. Diğer önemli eserleri: Mübâreknâme-i Esrâr, Fütüvvetnâme-i Esrâr ve daha önce de zikrettiğimiz Lugat-ı Tilyan`dır. Genel olarak Esrâr Dede arı ve yalın bir dil kullanırdı. Şiirlerinde Mevlevîliğe ve Mevlânâ`ya olan sevgisine sık sık yer vermiştir. Şiirlerindeki tasavvuf etkisi barizdir. Eserlerinden Örnek Gazel (Gece Kandilli`de) Gece Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû Mâhitab eyleyerek eyledi azm-i Göksu Ol şehen-şâh-ı hüsn basdı kadem şevketle Hele Beylerbeyi’nin başına devletdir bu Boğaz içinde bu şeb mey vererek muğbeçeler İtdi sâgar gibi lebrîz bizi tâ-be-gelû Gel çelipa içün itme bizi hicrana dûçar Nola İstavroz’a gitme bu gice kâfir-hu Subha dek eyleyelim şevk ile zevk-i mehtâb Mestdir çeşm-i siyeh meste yeter bu uyku |
Divan Edebiyatı
Bâki (şair) Bâki, (1526-1600) ünlü Dîvânedebiyatı şairi. Hayatı 1526 yılındaİstanbul'da doğan Bâki'nin asıl ismi Mahmud Abdülbâki'dir. Aslında fakir bir ailenin çocuğu idi, babasımüezzinlik yapıyordu. Çocukluğunda saraç çıraklığı yapmıştır. Eğitime, ilme olan büyük tutkusu fark edilmeye başlanınca ailesi medreseyedevam etmesine izin vermiştir, zira başlarda medreseye kaçak, ailesinden gizli gitmekteydi. Gayretleri ile iyi bir eğitim görmüş, dönemin ünlü müderrislerindenders almıştır. Eğitimi boyunca şiire olan ilgisi giderek artmış ve güçlü kaleminin ünü de yavaşça yayılmaya başlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır. Hayatı boyunca çeşitli dönemlerde devlet hizmetinde bulundu, kadılık, kazaskerlik gibi makamlarda görev yaptı. Yaşlılığında Şeyhülislam olmak isteyen Baki bu makama getirilmemiş ve buna çok üzülmüştür. 1600 yılında,İstanbul'da vefat etti. Bâki Saray'a hep bir yakınlığı olmuştur. Özellikle Kanunî Sultan Süleymanile yakın ilişkileri olmuş, padişah sık sık kendisine iltifat etmiştir. Daha sonra 2.Selim ve 3.Murat zamanlarında da hem saraydan hem halktan büyük bir itibar ve ilgi görmüştür. Vefatından önce bu kadar ilgi ve alâka gören sanatçı sayısı azdır, o ise vefat etmeden "Sultanüş'şuâra" yani "Şairlerin Sultanı" diye anılmaya başlamıştır. Çalışmaları Bâki Osmanlı'nın en güçlü devirlerinden birinde yaşamıştır, bu da pekâla onun şiirlerine ve şiirlerinde kullandığı temalara yansımıştır. Aşk, yaşamanın zevki ve doğa şiirlerinin başlıca konularıdır. Her ne kadar şiirlerinde tasavvufetkisi veya tema olarak tasavvuf bulunmasa da, tasavvufta da özel bir mahiyeti olan aşk mefhumunu sık sık konu alması itibariyle, dîvânı mutasavvıflar tarafından çok sevilir. Tekniği güçlüdür, şiirlerinde yakaladığı ahenk ve akıcılık fark yaratır. Dil kullanımında çok yeteneklidir. Şiirlerinin yarattığı tını, musiki de şiirlerinin farklı bir özelliğidir. Türk, Divanşiirinin dönemin ünlü akımları ve eserleri seviyesine ulaşmasında çok büyük katkısı olmuştur. Fazla eser kaleme almamıştır, zira sıklıkla vurguladığı gibi fazla eser bırakmaktan çok, fark yaratacak güzel eserler bırakmak istiyordu. Eserlerinden biri de Kanunî Sultan Süleyman'ın vefatı üzerine yazdığı "Mersiye-i Hazret-i Süleyman Han" isimli mersiyedir. Bu mersiye hem teknik olarak güçlü yapısı hem de eşsiz ahengi ve dönemin ruhunu, özellikle edebiyat tarzını, en güzel şekilde ifade ettiği için en ünlü mersiyelerden birisi olmuştur. Başlıca Eserleri Dîvân - (4508 beyitlik, en önemli eseri) Fazâ’il-cihad - (Cihad üzerine bir eseri) Fazâ’il-Mekke - (Tercüme) Hadîs-i erbain - (Tercüme) |
Divan Edebiyatı
Bağdatlı Ruhî Bağdatlı Ruhî, (?-1605) TürkDivan edebiyatı şairi. Terkib-i Bend'i ile ünlüdür. Hayatı Bağdat doğumlu olduğu bilinen şairin doğum tarihi bilinmemektedir. Bağdat doğumlu olduğu için Bağdatlı Ruhî olarak anılmıştır. Gerçek ismi Osman'dır. Babası Osmanlıordusunda bir askerdi, kendisi de sipahi olmuştur. Dönemin önemli, ünlü isimleriyle arkadaşlık kurmuştur. Çeşitli savaşlara katılmıştır. Eleştirel tarzı ve yalın üslubu ile ünlenmiştir. Toplumun sorunlarına ilişkin yazmayı tercih etmiştir. 1605 yılındaŞam'da öldüğü bilinmektedir. Çalışmaları Bağdatlı Ruhi'nin en çok etkilendiği şair hiç kuşkusuz Fuzuli'dir, Fuzuli'nin oğlu Fazlı ile de arkadaşlık kurmuştur. Revaçta olan aşk, kahramanlık gibi konular üzerine yazmaktansa yaşadığı bölgelerin idari sistemlerinin meseleleri, toplumun sorunlu ve eksik noktaları, yanlış din anlayışı gibi konularda, eleştirel bir stilde yazmıştır. Hiç kuşkusuz Bağdatlı Ruhi'nin en ünlü ve önemli eseri Terkib-i Bend isimli manzumesidir. 17 bendlik bu ünlü manzumeye Türk edebiyatının önemli isimleri (Şeyh Galip, Ziya Paşa gibi) nazireler yazmıştır. Eserlerinden örnek Terkib-i Bend'in birinci bendi Sanmam bizi kim şîre-i engûr ile mestüz Biz ehl-i harabâtdanuz mest-i Elest’üz Ter-dâmen olanlar bizi alûde sanur lîk Biz mâil-i bûs-i leb-i câm ü kef-i destüz Sadrın gözedüb neyleyelim bezm-i cihânın Pâ’yi hum-i meydir yirimüz bâde-perestüz Mâil değiliz kimsenin âzârına ammâ Hâtır-şiken-i zâhid-i peymâne şikestüz Erbâb-i garez bizden ırağ olduğu yeğdir Düşmez yare zirâ okumuz sâhib-i şeştüz Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyuz A’lâlara a’lâlanuruz pest ile pestüz Hem-kâse-i erbâb-ı dilüz arbedemiz yok Mey-hânedeyüz gerçi velî ışk ile mestüz Biz mest-i mey-i mey-kede-i âlem-i cânuz Ser-halka-i cem’iyyet-i peymâne-keşânuz |
Divan Edebiyatı
Hayr-âbâd, Baltacı Mehmed Paşa adına, 1705-1706civarında Nâbî tarafından kaleme alınmış ünlü bir mesnevidir. Yazıldığı zaman büyük övgüler alan mesnevinin konusu Attâr'ın İlâhî-Nâme eserindeki bir hikayeden köken almıştır. Hayrabad'ın konusu kısaca şöyledir: "Cavid adlı bir gence Hurrem Şah isimli bir şah aşık olur. Fakat Cürcan padişahı Fahr de bu genci sevmektedir. Sarhoş olduğu bir gece Hurrem Şah Vacid'i Cürcan padişahına bahşeder. Cürcan padişahı Hurrem Şah'ın sarhoş olduğu için böyle davrandığını, ertesi gün ayıldığında Cavid'i geri isteyebileceğini düşünür; bu nedenle Cavid'i bir kuyuya saklar, iki tane de kâfûr mumu yakar. Şah ayılınca cidden de Cavid'i arar, fakat kuyuya girildiğinde Cavid orada olmadığını mumların da bittiğini görürler. Bir hırsız Cavid'i oradan çıkartmıştır, ama başka, daha derin bir kuyuya düşmüştür. Padişah bu hırsızla bu kuyuya girip Cavid'i kurtarır. Yolları güzel bir bahçeye düşer, bahçede bir dev ve güzel bir kız vardır. Dev kıza aşıktır, fakat Cavid kızı görünce kıza aşık olur. Hırsız devi öldürür, Cavid kıza kavuşur." Bu eseri ünlü divan şairi Şeyh Galipözellikle de özgün olmadığı için eleştirmiştir. |
Divan Edebiyatı
Hüsrev ü Şirin Hüsrev ü Şirin, İkinci Murat'ın ricası üzerine, onun adına Şeyhîtarafından kaleme alınmış bir mesnevi. 640beyitten oluşan Hüsrev ü Şirin'de Sasani hükümdarlarından Hürmüz'ün oğlu Hüsrev-i Perviz, bir Ermeni prensesi olan Şirin ve Ferhat arasında geçen olayları konu edinmiştir. Dram ve aşk temalıdır. Bazı tarihçilere göre eserin kaynağı gerçek bir olaya dayanmaktadır. Hüsrev ü Şirin ilk kez (Genceli) Nizamî(1140-1203) tarafından kaleme alınmış, daha sonraları eserin konusu farklı şairler tarafından tekrar tekrar işlenmiştir. Şeyhide bu önemli eserinin yaklaşık 2000 beytten oluşan baş kısmını Nizamî'den değiştirerek tercüme etmiş, kalan bölümünü ise kendisi yazmıştır. Fakat Şeyhi bu eserini bitiremeden vefat etmiştir. Bu ünlü tema, çoğu zaman aynı isimle bazen de Ferhad ü Şirin ismiyle bir çok ünlü edebiyatçı tarafından tekrar kaleme alınmıştır. Fakat bu versiyonların içinde en çok yer eden ve ünlenen Şeyhî'ninkidir. |
Divan Edebiyatı
Hüsn ü Aşk Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı mesneviŞeyh Galip'in (1757-1799) başyapıtıdır. 2101 beyittir. Aruzun "mefulü-mefailün-feülün" kalıbı ile kaleme alınmıştır. Kendisi bu eseri, 1782'de girdiği bir iddia üzerine 6 ayda yazmıştır. Son dönem divan edebiyatının en güzel örneklerinden biri olmasının yanı sıra, tasavvufi alt yapısı ve sembolizmi ile genel olarak edebiyat ve spiritualizm açısından çok önemli bir eserdir. Eserin kahramanları güzellik (hüsn) ve güzelliğe yönelişin sonucu olan aşk'tır. Eserin her bir satırında tasavvufi simgeler bulmaktayız, kişi isimlerinden, yer isimlerine ve benzetmelere kadar. Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) ile kaleme alınmış olan bu büyük eser, doğu edebiyatının zirvelerinden birisi olmuş ve bir çok dile çevrilmiştir, bugün hâlâ yeni baskıları yapılmaktadır. Eserin Yazılışı Şeyh Galib eserin, Der beyân-ı sebeb-i te'lîf kısmında, bir oturumda Nâbî'nin Hayr-âbâd isimli eserinin fazla övülmesinden rahatsız olarak eseri yazmaya karar verir. Şeyh Galib, Nâbî'nin eserinin özgün olmadığını öne sürmüş ve özgün bir eser kaleme almak istemiştir. Bu doğru bir tespittir; zira Baltacı Mehmed Paşa adına 1705'te kaleme alınan Hayr-âbâd, Attâr'ın İlâhî-Nâme isimli eserindeki bir hikayeden temel almaktadır. Çoğu motifi ve kurgusal detayı söz konusu hikaye ile aynıdır. Aslında dönemin ünlü edebi eserleri düşünüldğünde, bu pek normaldir. Şeyh Galib bu eseri özgün olmadığı için kınamış ve kendisi hem edebi anlamda gelişmiş hem de özgün olan bir eser kaleme almak istemiştir. Ayrıca eserdeki tasavvuf ağırlığı ve Şeyh Galib'in tasavvufi yönü göz önüne alınırsa, eserin yazılış amaçlarından biri de önemli ve güzel bir tasavvufi eser yazmak istemesidir. Eserin Konusu Hüsn ü Aşk, kurgusal anlamda Hüsn (Güzellik) isminde bir kız ile Aşk isminde bir erkeğin aşkını anlatan, tasavvufi bir tema ve temele sahip bir mesnevidir. Mesnevide anlatılan hikaye şöyledir: Sevgioğulları (Beni-mahabbet) isimli bir Arap kabilesi vardır. Bir gece bu kabilede bir kız bir de erkek çocuk doğar, erkeğe Aşk kıza Hüsn ismini verirler, bu ikisini birbirlerine nişanlarlar. Öğrenim zamanları gelince ikisi de Edep okuluna giderler, bu okulda Munlâ-yı Cünun isimli büyük bir hoca vardır. Bu sıralarda Hüsn Aşk'a aşık olur. İkisi zaman zaman Mânâ gezinti yeri`ne gitmekte gezinmekte, sohbet etmektedirler. Bu gezinti yerinde Suhan isimli bir mihmandâr (misafir ağırlayan kişi) vardır ki bu kişi her şeyi bilen çok büyük bir insandır. Faka, Hayret isimli kudretli bir kişi Hüsn ile Aşk'ın görüşmesine mani olur. Bir süre Suhan yoluyla mektuplaşırlar. Aşk'ın Gayret adında bir lalası vardır ve sonunda ikidi Aşk'ın gidip Hüsn'ü kabile büyüklerinden istemesi konusunda anlaşırlar. Kabile büyükleri ise Aşk'ın bu arzusuyla alay eder ve eğer Hüsn'e kavuşmak istiyorsa Kalb ülkesine gidip Kimyâ`yı alıp gelmesi gerektiğini söylerler. Yolun ne denli zorlu ve korkunç olduğunu da anlatırlar, Aşk yolda dev, cin ve cadılarla karşılaşacak, ateşten bir denizden geçmek zorunda kalacaktır. Aşk ile Gayret Kalb ülkesine yola koyulurlar ve başlarından birçok badire geçer. Her badirede onları Suhan kurtarır. Mutlu sonla biten hikayede; işin sonunda Aşk'ın Hüsn'ü kendinden ayrı sanmasının onu yanlış yollara düşüren şey olduğunu, aslında Aşk'ın Hüsn, Hüsn'ün de Aşk olduğunu, birlikte ikiliğin var olmayacağını aslın birlik (teklik) olduğu mesajı ile karşılaşılır |
Divan Edebiyatı
Harname Harnâme; Ünlü divan edebiyatçısı Şeyhi tarafından kaleme alınmış mesnevi. Aynı zamanda bir hekim olan Şeyhi Sultan Çelebi Mehmed'i tedavi edince, Çelebi Mehmed ona bir köy (Tokuzlu Köyü) hediye etmiştir. Köye doğru yola koyulan Şeyhi, yolda eşkiyalar tarafından soyulmuş ve dövülmüştür. Bunun üzerine Harnâme'yi kaleme alır. Eser toplumun kötü yönlerini hicvetmektedir. Fakat bunu mizahi bir üslub ile yapmıştır. Eser 126 beyitten oluşmaktadır. Divan edebiyatında hiciv eserlerinin ilk önemli örneklerindendir. Harname Zevk içinde cihân velî ŞEYHî Yatur uş minnet ü belâda dahı Bahtı zengî yüzü tek agarmaz İşi başmaklayın başa varmaz Râhat umdukça gördü zahmetler Devlet isteyü buldu mihnetler Fikr olurken hâletün sıfatı Geldi bu kıssanun münâsebeti Münasebet-i Hikayet Bir eşek var idi zâif ü nizâr Yük elinde kat'i şikeste vü zâr Gâh odunda vü gâh suda idi Dün ü gün kahr ile kısuda idi Ol kadar çeker idi yükler ağır Ki teninde tü komamışdı yağır Nice tü kalmamışdı et ü deri Yükler altında kana batdı deri Eydür idi gören bu sûretlu Tan degül mi yürür sünük çatlu Dudağı sarkmış u düşmiş enek Yorılur arkasına konsa sinek Toğranur idi arpa arpa teni Gözi görince bir avuç samanı Kargalar dirneği kulağında Sinegün seyri gözi yağında Arkasından alınsa pâlanı Sanki it artuğıydı kalanı Birgün ıssı ider himâyet ana Ya’ni kim gösterür inayet ana Aldı pâlanını vü saldı ota Otlayurak biraz yüridi öte Gördi otlakda yürür öküzler Odlu gözler ü gerlü göğüzler Sömürüp eyle yirler otlağı Ki çekicek kılın tamar yağı Boynuzı ba’zısınun ay bigi Kiminün halka halka yay bigi Böğrişüp çün virürler âvâze Yankulanurdı tağ ü darvâze Har-ı miskîn ider iken seyrân Kaldı görüp sığırları hayrân Geh yürürler ferâgat ü hoş-dil Gâh yaylâ vü kışla geh menzil Ne yular derdi ne gâm-ı pâlân Ne yük altında haste vü nâlân Acebe kalur u tefekkür ider Kendü ahvâlini tasavvur ider Ki birüz bunlarunla hilkatde Elde ayakda şekl ü sûretde Bunlarun başlarına tâc neden Bize fakr ü ihtiyâc neden Bizi ger arpa ok u yây itdi Bunlarun boynuzun kim ay itdi Didi bu müşkilümi itmez hal Meger ol bir falân har-i a’kal Var idi bir eşek firâsetlû Hem ulu yollu hem kiyâsetlû Çok geçürmiş zamâneden çağlar Yükler altında sızırup yağlar Nûh Peygamber’ün gemisinde ol Virmiş İblîse kuyruğıyla yol Dir imiş ben döşedimdüm döşeği Dirilürken ölüp ’Üzeyr eşeği Hoş-nefesdür diyü vü ihl ü fasîh Hürmet eyler imiş humâr-ı Mesîh Kurd korkar idi kulağından Arslan ürker idi çomağından Ol ulu katına bu miskîn har Vardı yüz sürdi didi iy server Sen eşekler içinde kâmilsin Âkıl ü şeyh ü ehl ü fâzılsın Anda k’ıslâh ide tapun şer ü şûr Har-î Deccâle diyeler ker ü kûr Menzil-i mü’minîne rehbersin Merkeb-i sâlihîne mazharsın Nesebündür mesel hatîblere Nefesün hoş gelür edîblere Sen eşeksin ne şek hakîm-i ecell Müşkilüm var keremden itgil hall Bugün otlakda gördüm öküzler Gerüben yürür idi göğüzler Her biri semîz ü kuvvetlü İçi vü taşı yağlu vü etlü Niçün oldu bulara enzâni Bize bildür şu tâc-ı sultanî Yok mıdur gökde bizüm ılduzumuz K’olmadı yir yüzinde boynuzumuz Her sığırdan eşek nite ola kem Çün meseldür ki dir benî âdem Har eger hâr ü bî-temîz oldı Çünkü yük tartar ol azîz oldı Bâr-keşlikde çün bizüz fâik Boynuza niçün olmaduk lâyık Böyle virdi cevâb pîr eşek K’iy bilâ bendine esîr eşek Bu işün aslına işit illet Anla aklunda yog ise kıllet Ki öküzi yaradıcak Hallâk Sebeb-i rızk kıldı ol Rezzâk Dün ü gün arpa buğday işlerler Anı otlayup anı dişlerler Çün bular oldu ol azîze sebep Virdi ol izzeti bulara Çalab Tâc-ı devlet konıldı başlarına Et ü yağ toldı iç ü taşlarına Bizüm ulu işimüz odundur Od uran içümüze o dûndur Bize çokdur hakîki buyrukda Nice boynuz kulağ u kuyruk da Döndi yüz derd ile zaîf eşek Zâr ü dil-haste vü nahîf eşek Didi sehl ola bu işün aslı Çünki şerh oldı bâbı vü faslı Varayın ben de buğday işleyeyin Anda yaylayup anda kışlayayın Nice yiyem odun ile letler Bulayın buğday ile izzetler Gezerek gördi bir gögermiş ekin Sanki dutardı ol ekin ile kîn Aşk ile değdi girdi işlemeğe Gâh ayaklayu gâh dişlemeğe Arpa gördi gögermiş aç eşek Buldı cân derdine ilâç eşek Değme kerret ki şevk ile karvar Toprağın bile götürür harvar Eyle yidi gök ekini terle Ki gören dir zihî kara tarla Yiyürek toydı karnı çağnadı Yuvalandı vü biraz ağnadı Başladı ırlayup çağırmağa Anup ağır yükin ağırmağa Dimiş ol âdemî ki hoş-demdür Niam oldukda bî-nagam gamdur Pes idüp cûş içinde eşvâkı Rast düzdi nevâ-yı uşşâkı Çeker âvâze tîz ider perde Hoş ser-âğaz ider muhayyerde Nice düzmek ki bozdı âhengi Perdesin açdı ol cihân nengi Çıkarur har çün enker-ül esvât Ekin ıssına arz olur arasât Ağaç elinde azm-i râh itdi Tarlasını göricek âh itdi Dâneden gördi yiri pâk olmış Gök ekinliği kara hâk olmış Yüreği sovumadı söğmeg ile Olımadı eşeği dögmeg ile Bıçağın çekdi kodı ayruğını Kesdi kulağını vü kuyruğını Kaçar eşşek acıyaruk cânı Dökilüp yaşı yirine kanı Uğrayu geldi pîr eşek nâgâh Sordı hâlini kıldı derd ile âh Yermürü inleyü didi iy pîr Har-ı rûbâh bigi pür-tevzîr Bâtıl isteyü haktan ayrıldum Boynuz umdum kulakdan ayrıldum Benem ol gâm yükinde har-ı leng Gussalar balçığında vâlih ü deng Ne yüküm bir nefes giderici var Ne biraz çekmeğine yarıcı var Har gedây-iken arpaya muhtâç Gözedürem k’urıla başuma tâc İster iken halâldan rûzî Varım itdüm haramîler rûzî Ger tonuzlara olmaya buyruk Âh gitdi kulağ ile kuyruk Hükm-i sultâna k’ola pâyende Çarh çâkerdürür felek bende Kim ola bâri bir iki eclâf K’ide tevk-i pâdişâha hilâf Şâh kahrı ne’ûzü-billâh eger Çarh baş çekse ide zîr ü zeber Göklere irdi nâle vü feryâd Dâd iy pâdişâh-ı âdil dâd Şeyhî uzatma nâle vü âhun Nüktedândur bilür şehen-şâhun Ger inâyetden istesen tevfîr Kılma devlet duâsını taksîr Nice kim bu zamâne-i nâ-sâz Câhile nâz vire ehle niyâz Ne kadar kim cihân-ı bî-ihlâs Ârifi hâric ide âmiyi hâs Ol şehün işi izz ü nâz olsun Düşmeninün gam ü niyaz olsun (Vezin: Feilâtün mefâilün feilün) |
Divan Edebiyatı
HAMSE Bir şairin 5 mesnevisinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan yapıttır. Hamse yazarı şairler hamse şairi ya da hamsenüvis diye bilinir. Türk edebiyatında 16. yüzyılda gelişmeye başladı. İlk hamseyi Çağatay şairi Ali Şir Nevai yazdı. Divan edebiyatının ilk hamsesini yazan şair de Hamdullah Hamdi''dir. Hamse türüne düzyazının girişi ise 17. yüzyılda gerçekleşti. Nergisi hamseye düzyazıyı sokan ilk yazardır. Çoğunlukla hüzünlü aşkların konu edinildiği hamselerde soyut kavramları işleyen mesnevilere de yer verilir. Hamse sahibi divan yazarları edebi çevrelerde büyük saygı görürdü. |
Divan Edebiyatı
DÜNYEVİ VeTANRISAL AŞK Divan şiirinde aşk büyük yer tutar. Ama bu aşk hem dünyevi hem de tasavvufidir. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, "mutlak güzellik" olan "tanrıyı bulmak"tır. Tanrısal aşk, maddi aşkla başlar. Bir güzele aşık olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek tanrıya kavuşmak için çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde ise tapınılacak bir varlık olarak kadın önemlidir. Ama bu tür şiirlerde kadın aşığını sürekli üzmekte, yaşamdan bezdirmektedir. Dil konusunda Arapça ve Farsça''nın etkisinde kalan divan edebiyatında sözcükler çok büyük önem taşır. Her sözcük tam anlamıyla ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı, anlatım açısından "belagat kullarına" sıkı sıkıya bağlıdır. Sanatçılar ustalıklarını sergileyebilmek için bu kurallara olabildiğince özen gösterirler. Şairler, teşbih, istiare, hüsn-i talil, ilham, kinaye, leff ü neşr, tecahül-ü arif, telmih, mecaz, mecaz-ı mürsel teşhis ü intak gibi söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün şiirler oluşturmaya çalışır. Divan edebiyatında şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman konu ve içerikten öne geçmiştir. |
Divan Edebiyatı
DİVAN EDEBİYATI TARİHÇE Divan edebiyatı, Türklerin, 13 ve 19''uncu yüzyıllar arasında Anadolu''da yarattıkları İslam kültürünün ortak özeliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat türüdür. Ancak divan edebiyatı, Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk dönemlerden başlayarak Orta Asya ile Azerbaycan''da ortaya çıkan ve aynı nitelikleri taşıyan divan edebiyatı ile karıştırılmamalıdır. Divan edebiyatı tanımı tümüyle Anadolu''ya özgüdür. Tarihsel süreçte dindışı ve dini tasavvuf olmak üzere iki kolda gelişti. Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13. yüzyılda kalmıştır. Divan edebiyatında başlangıcından beri şiir, düz yazıdan daha önde gitmiş ve daha gelişmiştir. Bunun belki de en önemli nedeni, şiirin sanatçının yaratıcılığını ortaya koymasına daha uygun olmasıdır. Divan şiiri, söz ve anlatım sanatlarını kullanarak, yeni manzumlar bularak okuyucusunu daha kolay etkiler. Düz yazı dalında ise ağır basan, öne çıkan özellik "öğretici" olmaktır. Bu nedenle anlam gözardı edilir ve belagat önem kazanır. Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar, başta dinsel inançlar, yani İslami inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam tarihinin olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, çağın bilimleri, günlük olaylar, gelenek ve görenekler, terimler, deyimler, atasözleri ile zenginleşen bir dildir. |
Divan Edebiyatı
Divan şiirinin nazım biçimleri Ölçülü ve uyaklı söz ya da yazıya "manzum" ya da "manzume" denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama bazıları daha yaygın olarak kullanılmıştır. Gazel, Divan şiirinin en yaygın nazım biçiminden biridir. Gazelin ilk beytinin dizeleri kendi arasında uyaklıdır. Öteki beyitlerden birinin dizeleri serbest, ikinci dizeleri ilk beytin uyağına göre yazılır. Kaside, gazel gibi Divan şiirinin en yaygın nazım biçiminden biridir. Kıta, dört dizeden ya da iki beyitten oluşur. İkinci ve dördüncü dizeler birbiriyle uyaklıdır. Daha çok beyitten (10, 15 beyit kadar) oluşan kıtalar da vardır ve bunlara kıta-i kebire, yani büyük kıta denir. Mesnevi, Divan şiirinde çok kullanılmış bir nazım biçimidir. Beş mesneviden oluşan yapıta, hamse denir. Muhammes, her bölümü beş dizeden oluşur ve bu bölümlere bent denir. Bu nazım biçiminin uyak düzeni genellikle aaaaa-bbbaa-cccaa.. biçiminde sürer. Bir muhammesin ilk bendinin dördüncü ve beşinci dizeleri ya da yalnızca beşinci dizesi öteki bentlerin sonunda yineleniyorsa, buna “muhammes-i mütekerrir”, yani tekrarlı muhammes denir. Murabba, bent adı verilen dört dizelik kıtalardan oluşur. Genellikle ilk dörtlüğün bütün dizeleri aynı uyaklıdır. Sonraki dörtlüklerin ilk üç dizesi ayrı uyaklarla, ama son dizeleri ilk dörtlüğün uyağıyla yazılır (aaaa-bbba.... gibi). Musammat, murabba, şarkı, muhammes, terkibibent ve terciibent gibi nazım biçimlerinin ortak adıdır. Müseddes, her bölümü altışar dizeden oluşur ve bu bölümlere bent denir. Uyak düzeni genellikle aaaaaa-bbbbba-ccccca-ddddda biçimindedir. İlk altı dizenin son iki dizesinin nakarat olarak yazıldığı müseddesler de vardır. Müstezat, gazelin özel bir biçimidir. Sözcük anlamıyla "artırılmış, çoğaltılmış" demektir. Uzun dizelere "ziyade" denilen kısa bir dize eklenerek yazılır. Rubai, aynı vezinle söylenen dört dizeden oluşur. Birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır. Şarkı, biçimsel açıdan bir tür murabbadır. Ama şarkıda genellikle ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü dizeleri, öteki dörtlüklerin dördüncü dizesi olarak yinelenir. Buna nakarat denir. Taştir, bir şairin, başkasının gazelinin iki dizesi arasına bir beyit eklenmesine taştir denir. Taştir yapan şairin gazelin konusuna uyması gerekir. Şair bir gazel beytinin üstüne üç dize daha eklemişse buna da tahmis, yani beşleme denir. Terciibent ve terkibibent. Bent denen bölümlerden oluşur. Diğer nazım biçimlerine göre daha uzun şiirlerdir ve bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir. Her bent kendi içinde iki bölümden oluşur. Bentlerin dizeleri yalnızca kendi aralarında uyaklıdır. Uyak düzeni şöyledir: aa xa xa xa bb ce xc xc xc xc dd. Buradaki bb ve dd dizelerine vasıta beyti denir. Terciibentlerde bu vasıta beyti, her bendin sonunda nakarat olarak kullanılır. Divan şiirinin konuları ve özellikleri Divan şiiri, döneminin zevklerini, sanat anlayışını, inançlarını ve bilgilerini yansıtır. Ne var ki, Divan şairinin gerçek yaşamı anlattığına pek rastlanmaz. Kendisini sürekli acı çeken bir âşık olarak anlatan Divan şairi, sevgilisini ay gibi yuvarlak yüzlü bir güzel olarak betimler. Sevgili hem ay, hem de güneştir. Divan şiirinde kullanılan benzetmelerde sevgilinin boyu mızrak gibi uzun ve düz, saçları sümbül, yanakları lale ya da gül, gözleri nergis, kaşları yay, kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyudur. Sevgilinin beli kıldan incedir, dudağı ölümsüzlük suyu (abıhayat) gibidir. Böyle betimlenen sevgilinin âşığının (yani şairin) gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar. Âşığın bir yandan rakibi, bir yandan da acı çektiren sevgilisi vardır ve bu nedenle başı beladan hiç kurtulmaz. Divan şiirinde bütün şairlerin kullandığı bu tür benzetmelere "mazmun" denir. Bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı biçimde kullananlar başarılı şair sayılırdı. Divan şirinde yaygın işlenen konulardan biri de doğadır. Ama doğa, şairin hünerini göstermesi için bir araçtır. Çünkü şair, doğayı kendisinin gördüğü gibi değil, önceki usta şairlerin gözüyle yansıtır. Doğa, daha çok kasidelerin ve mesnevilerin konusu olmuştur. Bahar ve kış mevsimleri o kadar çok işlenmiştir ki, bu iki mevsimi anlatan şiirlere ayrı adlar bile verilmiştir. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denmiştir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Bahar için yapılan benzetmelerden biri sultandır. Örneğin bahar sultanı ordusunu toplar, kış sultanına hücum ederek onu yener. Bâkî'nin "Bahar Kasidesi", en güzel bahariye örneğidir. Bahar betimlenirken gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi sözcüklere sıkça başvurulmuştur. Divan şairine göre bahar yaşam ve canlılığın kaynağıdır. Kış ise can sıkıcı ve bunaltıcıdır; zalim bir padişaha benzetilir. Divan şiirinde işlendiği biçimiyle doğa belli öğelerle sınırlı kalmıştı. Örneğin orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi öğeler Divan şiirinde hemen hiç kullanılmamıştır. Divan şiirinde kayıklar vardır, ama deniz yoktur. Divan şiirinde bilinçli olarak yapay bir dünya yaratılmıştır. Divan şiirinde söz sanatları Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi gerekirdi. Şairin söz sanatlarındaki ustalığı şiirinin değerini artırırdı. Bu nedenle şairler, hüsn-i ta'lil ve teşbih sanatına sıkça başvurmuşlardır. Hüsn-i ta'lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklama ve anlamlandırma sanatıdır. Benzetme de denen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir. Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği belliydi ve kalıplaşmıştı. Bu amaçla hazırlanmış listeler bile vardı. Yeni bir şiirin benzetme yönü farklıysa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi. Ama asıl yenilik hüsn-i ta'lil sanatıyla ortaya koyulurdu. Böylece şair bir sözcüğe ya da deyime, kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu. |
Divan Edebiyatı
Din konulu düz yazı Evliya tezkiresi Din ulularının gerçek ya da efsaneleştirilmiş yaşam öyküleri ile kerametlerini anlatan yapıtlardır. İçinde İslam velilerinin yaşamlarına ilişkin bilgilerin yanında vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır. Sinan Paşa’nın Tezkiretü’l-Evliya adlı eseri ile Ahmed Hilmi’nin Ziyaret-i Evliya adlı yapıtları bu türün divan edebiyatımızdaki başlıca örnekleridir. Kısas-ı enbiya Peygamberlerle ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır. İlk kısas-ı enbiya Kısai’nin 9. yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı eseridir. Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da Çağatay Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i Hulefa adlı eserleri sayılabilir. Siyer Hazreti Muhammed’in yaşam öyküsünü ya da halifeler ve hükümdarların savaş ve barış dönemlerindeki uygulamalarını, ululararası ilişkileri konu edinen düz yazı biçimidir. |
Divan Edebiyatı
Din dışı konularda düz yazı Seyahatname Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri aktardıkları edebi eserlerin tümüne seyahatname denir. Temel amaç, yurtdışı ya da içinde gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır. Seyahatnameler çoğu kez tarihsel birer yapıt olarak görülür. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si bu türe güzel bir örnektir. Siyasetname Devlet adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren edebi yapıtların genel adıdır. Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler, saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün nasıl olması gerektiği belirtilir. Ve kötü yönetimlerin zararlı sonuçları açıklanarak, yöneticiler uyarılır. Vezirler ve emirler için yazılmış siyasetnameler de vardır. Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı Siyasetname’dir. Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has Hacib’in Kudatgu Bilig adlı kitabıdır. Münazara Karşıt iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı yapıtlardır. Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir. Ya da her iki türden bölümler içeren münazaralar da vardır. Münşeat Mektuplardan ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt. Kapsamına göre üçe ayrılır. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar, genellikle devlet büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki düzyazılardır. Her türden kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını, son sözlerini, bu yazılara uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir araya getiren münşeat. Ve son olarak şairlerin mektuplarından oluşan münşeatlar. |
Divan Edebiyatı
DİVAN EDEBİYATINDA DÜZYAZI BİÇİMLERİ Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmıştır. Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür. Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde yazılmıştır. Din dışı konularda düz yazı Tezkire Ünlü kişilerin yaşam öykülerinin toplandığı yapıt. Şairlerin yaşam öykülerini anlatanlara Tezkiretü’ş-şuara ya da tezkire-i şuara, din adamlarının yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l evliya, hattatların yaşam öykülerini anlatanlana tezkiretü’l-hattatin, bilginlerin yaşam öykülerini anlatanlara tezkire-i ilmiye, Halvetiye tarikatı şeyhlerinin yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l- halvetiye, müzikçilerin yaşam öykülerini anlatanlara tezkire-i musikişinasan denir. Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıktı. Türk edebiyatının ilk tezkiretü'ş-şuara’sını Ali Şir Nevai Mecalisü'n-Nefais adıyla yazdı. Tarih Geçmiş olayları, geçmiş belli bir dönemi, belli bir kişi ya da kahramanı çevresi ve dönemiyle birlikte anlatan sanatlı düzyazı türüdür. Sefaretname Siyasal bir görevle yurtdışına gönderilen elçilerin ya da bunların yanlarında bulunanların gittikleri yerin durumuna ve özelliklerine ilişkin izlenimlerini, görüşlerini, olayları anlattıkları yapıtlardır. En tanınmış örneklerden biri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Sefaretnamesi’dir |
Divan Edebiyatı
Divan Edebiyatında Dini konulardaki türler Hilye Hazreti Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir. Zamanla hilye'nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk örneği Hakani’nin Hilye-i Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır. Mevlid Hazreti Muhammed’in doğumunu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan yapıtlardır. Dinsel Türk müziğinin doğaçlama türlerinden biri de bu isimle bilinir. Mevlidler çoğu zaman mesnevi biçiminde düzenlenmiş, halkın anlayabileceği yalın bir dille yazılmıştır. İlk özgün mevlid Ebu’l-Cevzi tarafından yazılmıştır. İlk Türkçe mevlid ise Süleyman Çelebi’nin eseri olan Vesiletü’n-Necat’tır. Kırk hadis Belli bir konu çerçevesinde toplanmış 40 hadisten oluşan yapıtlara verilen isimdir. Hadis-i erbain ya da erbaun olarak da bilinir. Hadislerin belli başlı konuları Kur’an’ın erdemleri, İslamın şartları, Hazreti Muhammed ve sahabesi, zikir, dua, salat ve selam, ziyaret, bilim ve bilgin, siyaset, hukuk, toplumsal, ahlaki yaşam ve tıptır. Divan edebiyatında hat kaygısıyla yazılmışlardır. Menkıbname Ya da menakıbname olarak adlandırılır. Kahramanların, din büyüklerinin, tarikat kurucularının, ermişlerin olağanüstü yaşamlarını ve kerametlerini anlatan yapıtlardır. Türk edebiyatında 100’ü aşkın menkıbname yazılmıştır. Bu yapıtlar içerik yönünden ya bir tarikatla ilgilidir, örneğin Sakıb Bey’le Mustafa Dede’nin Sefine-i Nefise adlı eseri gibi. Ya da bir ermişi konu edinir, örneğin Müstakimzade Süleyman Saddedin’in Menkıb-ı İmam-ı Azam’ı gibi. Kıssa Öğüt verici ve öğretici öykü, fıkra, masal, menkıbe türü eserlere kıssa adı verilir. Çoğul söylenişi kısas’tır. Kıssa anlatanlara kıssa-han ya da kıssa-gü denir. En yaygın örnekleri peygamberlerle ilgili kıssaları anlatan kitaplardır. Divan edebiyatında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Huleyfa adlı kitabı önemli bir kıssa örneğidir. Divan edebiyatında daha çok mesnevi türünde kaleme alınmışlardır. Düzyazı biçimli kıssalar da vardır. Bunlarda kullanılan dil çok daha sadedir. |
Divan Edebiyatı
Divan Edebiyatında Dini konulardaki türler Tevhid Tanrının birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir. Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhidde tanrının büyüklüğü, sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır. Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini Nâbî yazmıştır. Münacat Konusu tanrıya yakarış olan şiir. Genellikle kaside, ender olarak da gazel, kıta, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13. yüzyıldan sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına koydukları münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın yüce ve güçlü tanrıya yalvarıp ondan yardım istemesidir. Na’t Hazreti Muhammed’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti Muhammed’in çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu şiirler daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların başında tevhid ve münacaatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla ünlü kişilere na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise na’t-han denir. Fuzuli’nin "Su Kasidesi divan edebiyatının en tanınmış na’t’ıdır. Türk tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla bilinir. Maktel-i Hüseyin Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu alan ve acıklı bir üslupla yazılan eserlerin tümüne verilen isimdir. Daha çok Şii yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Lirik-didaktik bir üslupla ve yalın bir dil kullanılarak yazılmışlardır. Türk edebiyatındaki en en önemli Maktel-i Hüseyin, Fuzûlî’nin yazdığı Hadikatü’s-Süeda adlı eserdir. Miraciye Hazreti Muhammed’in göğe yükselişini konu alan edebi yapıtlardır. Tek başına bir kitabın konusunu oluşturabildiği gibi, eserler içinde bölümler halinde de yer alır. Genellikle kaside ve mesnevi şeklinde yazılmıştır. Miraciyelerde coşkulu bir söyleyiş, didaktik özellikler ve sanatlı bir üslup egemendir. Cumhuriyet döneminde Abdullah Azmi Yaman’ın yazdığı Miraciye bu türe örnektir. |
Divan Edebiyatı
b. Konularına göre nazım-nesir türleri Lugaz Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur. Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır. Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar. Örnek: Nedir kim ol iki yüzlü münâfık Nümâyan çihresinde levn-i âşık Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır Teâl-Allah nedir anda bu kudret Yemez içmez virir dünyaya nî’met Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr Gehi şekl-i firengide nümûdâr Kırılsa pâre pâre olsa amma Zarar gelmez ana bir türlü kat’â Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân Semâda adıdır mihr-i dirahşân Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd Cihânda olmaz idi kadri kâsid Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı Yanından gitmese virmez safâyı Sünbülzade Vehbî (Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor.) Dariye Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları sonucu gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni yaptırılan köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan kitabeler de bir tür dariye sayılır. Rahşiye Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nef’î’nin IV. Murad’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur. Örnek: Bâreka’llâh zih’i rahş-i humâyun-sîmâ Ki komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ Ne sabâ sâika dersem yaraşır sür’atte Ki seğirdikten ana sâyesi ile pâ-der-pâ Bırakır anı dahi sâyesi gibi yolda Olsa ger şâtır-ı endişe ile pâ-der-pa Düşmeden sayesi hak üzre eder âlemi Sehv ile rakibi göserse ihâna irhâ Kuş yetişmez der idim olmasa tayyâr eğer Eremez gerdine zîrâ ki ne sarsar ne sabâ Nef'î |
Divan Edebiyatı
b. Konularına göre nazım-nesir türleriŞehrengiz Bir kenti ve o kentin güzelliklerini anlatan eserlerdir. Daha çok klasik mesnevi biçiminde kaleme alınan bu yapıtlar tevhid, münacaat, na't gibi bölümlerle başlar. Daha sonra kentle ilgili bilgiler verilir ve kente övgü düzülür. Bazen bahar ve doğa betimlemeleri yapıldıktan sonra kentin güzellikleriyle ilgili beyitlere geçilir. Divan edebiyatında ilk şehrengizi yazan Priştineli Mesihi’dir. Hicviye Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır. ÖRNEK: KITA Şimdi hayl-i suhan-verân içre Nef’î mânendi var mı bir şair Sözleri Seba-i Muallâka’dır İmrülkays kendidir kâfir Şeyhüslam Yahyâ (Şair, "şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri Kabe’nin duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir, İmrülkays’ın ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi ifade eder. Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama "Seba-i Muallâka" Kabe henüz putperestlerin elinde iken oraya asılan şiirlerdir. İmrülkays ise şiirleri Kabe’de asılı ve müslüman olmayan bir şair. Sonuçta Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi "kafirlikle" suçluyor.) KITA Bize kâfir demiş mütfî efendi Tutalım ben anca diyem Müselmân Varılınca yarın Rûz-i Cezâya İkimiz de çıkarız anda yalan Nef’î (Nef’i de bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt veriyor. "Müftü efendi bana kafir demiş. Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim. Ama yarın Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız. Çünkü kafir olan kendisidir.") Hezliyat Alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara, taşlamalara ve sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir. Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla karışık alaylı bir dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri eseri bu türün örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta şairlerindendir. Tarih düşürme Önem verilen bir olayın, yılını göstermek üzere ebced hesabıyla bir cümle, biz dize ya da beyit söyleme sanatıdır. Tarih dizesinin bütün harfleri hesaplanarak söylenenlere tarih-i tam, yalnız noktalı harfler hesaplanacaksa tarih-i mücevher, yalnız noktasız harfler esas alınacaksa tarih-i mühmel denir. Bazen dizedeki harflerin sayı değerlerinin toplamı tarihi tam olarak göstermez. Bu tür tarihlere de tamiyeli tarih denir. Muamma Belli kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının sıfatlarından biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma beyit, kıta gibi küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi parçalarıyla yazılmış muammalara da rastlanır. Ali Şir Nevai, Fuzûlî, Nâbî, Kınalızade Ali Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın yazdığı çok sayıda muamma vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den fazla muammasıyla bu alanın en ünlü şairidir. Örnek: Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre Nâbî (Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar "nâ" ve "bî". Bu edatlar bize beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî.) |
Divan Edebiyatı
b. Konularına göre nazım-nesir türleri Sâkiname Divan edebiyatında gerçek ya da mecaz anlamıyla içki ve içki alemlerinin övülerek anlatıldığı şiir türü. Mesnevilerin bölüm sonlarında bazen sakiname başlığıyla iki beyitlik küçük parçalar olarak yer alır. Türk edebiyatında 17. yüzyılda büyük gelişme gösteren sakinamelerin ilk örneğini İşretname adlı yapıtıyla Revânî vermiştir. Kıyafetname İnsanların fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya çalışan eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına "kayif" ya da "kıyafetşinas" adı verilir. Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk örneği Hamdullah Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde renk, boy, yanak, saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yer alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli bir örnektir. Surname Şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenmeleri nedeniyle yazılan şiir ya da düzyazı biçimindeki eserlerdir. Yazıldıkları dönemin toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler de verdikleri için tarihi bir özellik taşırlar. Genellikle mesnevi ya da kaside türündedirler. Figani’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının sünnetini anlattığı Suriyye Kasidesi türün en iyi örneğidir. Hamamname Hamamları, hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri betimlemek için yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir. Divan edebiyatına ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin Beşiktaş’taki bir hamamı anlatan şiiri ile girmiştir. |
Divan Edebiyatı
b. Konularına göre nazım-nesir türleri Mersiye Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış manzum mersiyeler de vardır. Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî, Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir. Hayvanların ölümü için yazılmış mersiyeler de vardır. ÖRNEK MERSİYE Şeyh Galib Medhiye Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î vermiştir. ÖRNEK MEDHİYE Nef'î Gazavatname Gazaname olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları, kahramanlıkları, zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki edebi türdür. Arap edebiyatında "magazi" diye bilinir. Türk edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i Rum’u bu türün örnekleri arasındadır. Sahilname Divan şairlerinin İstanbul kıyıları ile buralardaki yerleşim yerlerini, yaşayış biçimlerini anlattıkları şiirlerinin genel adıdır. Örneklerine az rastlanır. Genellikle mesnevi biçiminde yazılmışlardır. |
Divan Edebiyatı
b. Konularına göre nazım-nesir türleri Din dışı şiir türleri Bahariye Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını, kelebeklerin uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük kişilere sunulup ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir bahariye bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir bahariyesi vardır. Cemreviye Divan şairlerinin cemre düşmesi nedeniyle dönemlerindeki büyük kişilere sunmak için kaleme aldıkları kaside türüdür. Örneklerine az rastlanır. Cemrenin bahar müjdecisi olması nedeniyle bir bahariye niteliği de taşır. Cemreviyelere genellikle teşbib ile başlanır. Kasidenin diğer bölümlerinde bir değişiklik yapılmaz. Fahriye Divan şairlerinin kendilerini ya da bir başka şair ya da kişiyi övdükleri şiirlerdir. Genellikle kaside türünde yazılırlar. Fahriye aynı zamanda kasidelerde şairlerin kendileriini övdükleri beyitlerin bulunduğu beşinci bölüme verilen isimdir. |
Divan Edebiyatı
DIVAN EDEBIYATI ÖRNEKLERINDEN AHMEDI ( 14.yüzyıl) Ahmedi , 14.yüzyılda yaşamış Anadolu Türkçesi’nin en başarılı şairlerindendir.Öğrenimine Kütahya’da başlamış, sonra Mısır’a giderek tahsil hayatını orada tamamlamış , ilmini geliştirmiştir. Anadolu‘ya döndüğünde Sultan I.Murad’ın himayesine girmiş , sonraları Yıldırım Bayezid’in sohbet arkadaşı olmuş, padişahtan büyük iltifat görmüştür. Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki çekişmeyi ve savaşı gören, sevdiği padişahın yenilgisine çok üzülen şair , Timur tarafından da takdir edilmiş , fakat bu zalim hükümdarı bir türlü sevememiştir. Bazı kaynaklarda Nasreddin Hoca’ya atfedilen meşhur bir hikayenin aslında şair Ahmedi ile Timur arasında geçtiği rivayet edilir . “ Şairin olgunluğuna ve tespitlerinin isabetine güvenen Timur , bir hamama bir gün bir çok güzeli toplamış . Bunları teker teker Ahmedi’nin önünden geçirip , -Molla , sen güzelden anlarsın ,bunlara bir değer biç ,der. Ahmedi , her güzele , kimisi şu kadar altın ,kimisi şu kadar gümüş diyerek doğru değer biçince Timur , -Bre Ahmedi , bana da bir değer biç, benim değerim ne kadardır ? der. Ahmedi ,” Sen seksen akçe edersin .” cevabını verir . Timur , -Nasıl olur ? diye itiraz eder.Şu belimdeki peştamalın değeri seksen akçedir . Ahmedi ise , -Benim de değer biçtiğim odur , yoksa sen beş para etmezsin , cevabını verir .” Timur’un bu cevaba hiddetlenmediği , aksine cesaretinden dolayı şaire iltifatlarda bulunduğu söylenir .Fakat şair Ahmedi’nin yıldızı Timur ile hiç bir zman barışmamıştır. Timur’un ölümü dolayısı ile şu mısraları söylemiştir . Felek yire gövürüben Temur’u Konukladı et ile mar u muru felekün ya,kader gövürüben:geçirerek konukladı :ziyafet verdi mar u mur :yılan ve karınca |
Divan Edebiyatı
a. Biçimlerine göre Tesbi Bir başka şairin bir gazelin her beytinin matlasına 5 dize daha eklenerek yedili beyitler haline getirilmesiyle kurulur. Tahmis ve tesdis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi de eklenen dizelerin kafiyesi, mevcut dizelerle aynıdır. Taşir İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 8 dize daha ekleyerek 10'lu beyitler haline getirilmiş gazel türüdür. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. ÖRNEK Taşir Taşlıcalı Yahyâ Bey Tezmin İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 6 dize daha ekleyerek 8’li beyitler haline getirilmesidir. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Muaşşer Aynı ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin on dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen yinelendiği muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir. Bendlerin son beytinin ilk bendin uyağına uygun olarak her bendde değişmesiyle yazılan muaşşerler ise "müzdeviç muaşşer" adıyla tanımlanır. Muhammes Aynı ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5 dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise "müzdeviç muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8 arasında değişir. Muhammeslerde çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf konuları ele alınır |
Divan Edebiyatı
a. Biçimlerine göre Murabba Aynı ölçüde dörder dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Murabbalarda ilk bendin dört dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son dizesi ilk bendle uyaklıdır. Son dizenin her bendin sonunda aynen yinelendiği murabbalara "mütekerrir murabba" denir. Her bendin son dizesi ilk bendle yalnızca uyak açısından benzeşiyorsa murabba "müzdeviç murabba" diye tanımlanır. Murabbaların uzunlukları 4-8 bend arasında değişir. Konuları çoğunlukla dinsel ve didaktiktir. Övgü, yergi, manzum, mektup, mersiye gibi türlerde yazılmışlardır. Murabbalarda her vezin kalıbı kullanılabilir. Halk edebiyatımızdaki koşmalara benzerler. Müseddes Aynı ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her bendin sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes", sonraki bendler ile ilk bend yalnızca uyak yönünden benziyorsa "müzdeviç müseddes" adını alır. Müseddeslerin uzunluğu 5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve felsefedir. Müstezat Arapça ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun "mef’ulü/ mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan mef’ulü/ feûlün kalıbına uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki kısa dizeden oluşan 4 dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan fazla olan müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara "sade" çitf ziyadeli olanlara ise "çift" adı verilir. ÖRNEK MÜSTEZAT Nedîm Şarkı Divan şiirinde bestelenmeye uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve çoğunlukla 4 dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Dörtlüklerden kurulan musammat da denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan adı verilir. Ve bu dizenin anlam bakımından daha özlü olmasına dikkat edilir. Dördüncü dizeye ise nakarat denir. Aşk, sevgili, ayrılık, içki, eğlence gibi konularda yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Naîlî-i Kadîm’dir. 28 şarkısıyla Nedîm de bu türün en güzel örneklerini vermiştir. ÖRNEK ŞARKI Nâîl-i Kadîm |
Divan Edebiyatı
a. Biçimlerine göre Musammat Ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazeil ve bazı kasidelere uygulanan bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba, muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis, taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür öbür bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır. ÖRNEK MUSAMMAT (Nâilî'nin tahmisi) Terci-i bend / terkib-i bend Uyakları gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı verilen 5-10 beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane) "vasıta" denen ve sürekli yinelenen bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Vasıta beyitinin her hanenin sonunda değişmesi durumunda şiir terkib-i bend olur. ÖRNEK TERKİB-İ BEND (Bâkî) Müsemmem Sekiz dizeden oluşan bendler halinde yazılmış musammatlardır. Az kullanılmıştır. Divan edebiyatında en bilineni Şeyh Galib'in Esrâr Dede'nin ölümü üzerine yazdığı mersiyedir. ÖRNEK MÜSEMMEM Tuyuğ Halk edebiyatındaki mani türüne benzer tarzda yazılmış musammatlardır. Tuyuk da denir. Çoğunlukla her beytinin birinci ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır. Sadece Türklere özgüdür. Aruzun sadece fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılması nedeniyle rubai'den ayrılır. Bazen dört mısra birbiriyle kafiyeli olabilir. ÖRNEK TUYUĞ Nesîmî Tahmis Bir gazelin her iki dizesinin başına aynı ölçüde üç dize ekleyerek oluşturulan nazım biçimidir. Tahmis genellikle başka bir şairin gazeline yapılırsa da, kendi gazellerinden tahmis oluşturan şairler de vardır. Başarılı bir tahmis'te asıl beyit ile eklenen dizeler anlam bakımından kaynaşmış olmalıdır. Başa eklenen üçer mısra gazelin matlası ile aynı kafiyede olur. Diğer beyitlere eklenen üçer mısra ise o beyitlerin ilk mısraları ile kafiyelidir. ÖRNEK TAHMİS Naîlî Tardiye Beş dizelik bentlerden oluşan musammat türüdür. ÖRNEK tardiye Şeyh Galib Taşdir Tahmisin değişik bir şeklidir. Tahmiste bir başka şairin gazelinin her beytinin başına üç dize eklenirken, taşirde her beytin iki mısrasının arasına üç mısra eklenir. Taşdire "mutarraf tahmis" de denir. Tesdis Terbî ve tahmise benzer. Ancak başka bir şairin yazdığı bir gazelin her beytinin üzerine dört dize daha ekleyerek altılı beyitler haline getirilmesiyle oluşur. Tesdis tek bir beyite de uygulanabilir. Divan edebiyatında çok az kullanılmıştır. Tahmis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. |
Divan Edebiyatı
a. Biçimlerine göre Gazel Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti ise "makta" adını alır. Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra). Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle uyaklı olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel "zü'l-metali", her beyti musarra olan gazel ise "müselsel" gazel adıyla bilinir. İlk beyitten sonraki beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son beyitten güzel olmalı gerekir) denir. Gazelin en güzel beyti ise "beytü'l-gazel" ya da "şah beyit" adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi olarak yenilenmesine "redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-i" maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır. Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına "hüsn-i tahallüs" denir. Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de "natamam" gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere "tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller "yekahenk gazel", her beyti öncekinden ustalıklı biçimde söylenmiş gazeller de "yekavaz gazel" olarak adlandırılır. Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller "aşıkane", içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma gibi konularda yazılanlara "rindane" denir. Aşıkane gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve ten zevklerini konu edinen gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, "şuhane", öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri, "hakimane gazel" denir. Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere "gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise "gazelsera" adı verilir. ÖRNEK GAZEL (Fuzûlî) Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir. Rubai Kendine özgü bir ölçüsü olan 4 dizelik (mısralık) nazım birimidir. Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır. Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i musarra" ya da "terane" adı verilir. Rubainin aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur. Bunlardan mef'ûlü birimiyle başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün birimiyle başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların sonu "faül" ya da "fa" birimiyle biter. Rubainin her dizesi ayrı bir ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi de aynı ölçüde olabilir. Türk divan şiirinde daha çok ahreb kalıbına rastlanır. Rubailer genellikle mahlassız şiirlerdir. Ve divan şairlerinin divanlarının sonunda rubaiyyat başlığı altında sıralanırlar. Bu türün tartışmasız en büyük şairi Ömer Hayyam’dır. Türk edebiyatında Mevlana’nın Farsça yazdığı felsefi rubiler bu türün hızla yayılmasına neden oldu. Kara Fazlî, Fuzûlî 16. yüzyılda bu türün en usta örneklerini verdiler. Divan edebiyatında 17. yüzyıl rubainin altın çağı oldu. Azamizade Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile en büyük Osmanlı rubai şairi olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin en büyük rubai ustası ise Yahya Kemal Beyatlı’dır. |
Divan Edebiyatı
a. Biçimlerine göre Mısra (dize) Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi, bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir. Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen, dilden dile dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da şah-mısra denir. Bend (kıta) Şiirde iki ya da daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir (yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba, muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi parça anlamında kıta diye adlandırılır. Divan şiirinde kıta mahlassız (imzasız) şiirdir ve mısraları arasında anlam bütünlüğü vardır. Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi, yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden fazla olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu bölüme de "mukattaat" denir. Kaside Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur: Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular yer alıyorsa "nesib", bahar, doğa, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir. İkinci bölüm girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah konuya uygun ve nükteli olmalıdır. Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı beyitlerini içerir. Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir. Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över. Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir. Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat, methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül kaside"dir. Şairin adının geçtiği beyite ise "tac beyit" denir. ÖRNEK KASİDE: KASİDE-İ BAHÂRRİYE-KASİDEİ RÂ’İYYE (Bâkî) |
Divan Edebiyatı
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ a. Biçimlerine göre Divan şiiri, nazım biçimleri bakımından zengindir. Nazım biçimleri beyit ve bend temeline dayanır. Beyit temeline dayananlar "aynı" ve "ayrı" uyaklı (kafiyeli) olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların başlıcaları "gazel", "kaside" ve "müstezat"tır. Ayrı uyaklı tek nazım biçimi ise "mesnevi". Bend’lerden oluşan nazım biçimleri de tek bendli ve çok bendli olarak ikiye ayrılır. Tek bendliler "rubai" ve "tuyuğ", çok bendliler ise "musammat" ana başlığı altında toplanan "murabba", "şarkı", "muhammes", "tahmis", "tardiye", "tasdir", "müseddes", "tesdis", "müsebba", "tesbi", "müsemmen", "tesmin", "muaşşer", "taşir", "terkib-i bend", "terci-i bend"dir. Bunun dışında "müfred" (tek beyit) ve "azade" de (tek mısra) anılabilir Uyak (kafiye) Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir. Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır. Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım uyak" denir. En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün benzediği uyaklara "tam uyak" ya da "yalın uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı olduğu halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle ya da bu sözcüklerin yan yana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya çıkan benzerliğe "cinaslı uyak" denir. Uyak, divan edebiyatında aruz kadar büyük önem taşır. Divan şiirini belirleyen temel ilkelerden biri uyak düzenidir. Beyit Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık kullanılır. Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek bir şiir olarak da yazılabilir. Ya da başka şiir biçimlerinin bir parçası olarak ele alınabilir. Divan edebiyatı beyit temeline dayalıdır. Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz ya da harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz ya da darb'dir. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i musarra", uyaksız olanlara "ferd" ya da "müfred" denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de "metali" denir. Örnek beyit: Biz bülbül-i muhrik-dem-i şevkâ-yı firaakız Âteş kesilür geçse sabâ gül-şenimizden Selimî (Padişah 2’nci Selim) |
Divan Edebiyatı
DİVAN EDEBİYATINDA KONULAR Divan şiiri konu bakımından çok çeşitlidir. Genel tanımdan da anlaşılacağı gibi öncelikle din dışı ve dini şiir olmak üzere ikiye ayrılır. Din dışı şiirde başlıca türler şöyle sıralanabilir: Bahariye, cemreviye, dariye, fahriye, iydiye, medhiye, mersiye, gazavatname, sakiname, hamamname, sahilname, kıyafetname, surname, lugaz, muamma, hicviye, hezliyat, tarih düşürme ve şehrengiz. Dini-tasavvuf şiirinin türleri de şöyledir: Tevhid, münacat, na't, maktel-i Hüseyin, miraciye, hilye, mevlid, kırk hadis, menkıbname. Din dışı düzyazı türleri: Tezkire, tarih, seyahatname, siyasetname, münşeat, sefaretname. Dini-tasavvufi düz yazı türleri: Evliya tezkiresi, kısas-ı enbiya, siyer. Divan hikayelerinde hem şiir hem düzyazı örnekleri kullanılır. Hikayeler dinsel ve destansaldır. Çift ya da tek kahramanlı aşk hikayeleri ve temsili hikayeler de çokça yazılmıştır. DİVAN ŞİİRİNDE ARUZ ÖLÇÜSÜ Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz’da açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağladı. Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) adı verilir. Zihaf, aruzda kusur sayılır. Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki gibi duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl yani ulama denir. |
Divan Edebiyatı
DİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR Teşbih Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki gibi kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur: Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan. Örneğimizde "tilki". Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde "adam". Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde "kurnazlık". Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde "gibi". Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır. Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır: Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür". Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada "güçlülük" vurgulanmamıştır. Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir. (pekiştirilmiş benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci kullanılmamış. Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet." Mecaz Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır. Örneğin: Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda Yahya Kemal Beyatlı Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme, güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir. Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır. Mecazı mürsel Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli türleri vardır. Telmih Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin: Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin Nîbî Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor. Tecahül-i arif Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden geçişi belirtmek (tedellüh). Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanılır. Örneğin: Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su Fuzûlî "Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır" Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu (mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor. İstiare Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır. İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek: "Soğuk ay öptü beyaz enseni" Yahya Kemal Beyatlı "Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz. Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale getiriyor. İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i musarraha) denir. Örnek: "Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor" Mehmet Akif Ersoy Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor. Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek: Her taraf kırık dökük Dalların boynu bükük "Kederliyiz" der gibi Orhan Seyfi Orhon Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor. Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir. Örnek: Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Son macerayı dinlememiş varsa anlatın Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da... Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri! Faruk Nafiz Çamlıbel Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor. Hüsn-i talil Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek: Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece Ahmedî "Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş." Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor. Leff ü neşr Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve karşılıklar verilerek uygulanır. Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek: Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem Fuzûlî "Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum" Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor. Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek: Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile Meâlî "Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle Gündüz kederli gece kaygılı gezerim" Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor. Kinaye Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka, sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın" dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok. Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi anlam). Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için kinayedir. Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe" (birleşik kinaye) adı verilir. Örnek: Bulamadım dünyada gönüle mekan Nerde bir gül bitse etrafı diken Sümmanî Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor. Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem uzak kinaye yapıyor. Tariz Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur. Teşhis-ü intak Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma, canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler kazandırma sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir. Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır. Teşhise örnek: Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar Emin Bülend Serdaroğlu Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri ağlatıyor. Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı yapıyor. |
Divan Edebiyatı
Divan Edebiyatı Türk edebiyatı XIV.asırdan Tanzimat dönemine kadar doğu medeniyetinin, dolayısıyla beş yüz yıl İran ve Arap edebiyatlarının etkisi altında yaşamıştır. Çünkü Orta Asya kültür çevresinden Anadolu bozkırına yerleşip, İslam dinini kabul eden Türkler, ister istemez Müslüman doğu kültürleri ile temasa geçmişler, Arap ve İranlıları edebiyat alanında örnek almışlardır. Anayurt'tan bir bütün olarak getirilen Türk edebiyatı, Anadolu'da halk ve divan edebiyatı olarak gelişmiştir. Halk edebiyatı, saz ve tekke şairlerinin elinde halk arasında yaşarken, saray çevresini dolduranlar da divan edebiyatının gelişmesini sağlamışlardır. İran şairlerinin eserlerini taklitten başka bir şey olan divan edebiyatı ümmet çağındaki dini hayatı yansıtan her yönüyle bir saray edebiyatı hüviyetini taşımıştır. Bu edebiyatın en çok kullanılan edebi türü şiirdir. Olaylar ve hikayeler bile şiir olarak yazıldığından, bunun dışındaki edebi türlerin gelişmesini önlemiştir. Gazelleri, kasideleri, mesnevi ve hikayeleri, gerçek ve temelsiz inançları kapsayan eserleriyle yaşadığı devrin bir aynasıdır. Bu çağda başka türlü bir hayat ve edebiyat söz konusu olamaz. Halinden memnun Osmanlı toplumu henüz değişme ve yenileşme diya bir problemle karşı karşıya gelmemiştir. Divan şiirine altın çağını yaşatan Ali Şir Nevai, Fuzuli, Baki, Nedim, Nef'i, Şeyh Galip gibi şairler bile konu bakımından kadın, aşk hikayeleri, şarap, tasavvuf, tabiat v.s. gibi temalar içinde sıkışıp kalmışlardır. Gerek bu içine kapanmış Osmanlı toplum düzeni, gerek toplumun içinde yaşadığı zevkleri yansıtan bu edebiyat, aşağı yukarı beş asır devam etmiştir. Bu bakımdan yüzyıllarca kalıplaşmış bir şekil ve anlatım düzeni içinde donup kalan ve asırlarca şairden şaire keyfi olarak Fars ve Arap dillerinin etkisinde kelen divan edebiyatına aruzla yazılan ve medrese öğrenimi görmüş yüksek tabakaya özgü bir edebiyattır diyebiliriz. Daha açıkçası sosyal olaylara karşı ilgisiz kalmış divan şairleri padişahların, hükümet ricalinin keyfine göre kaside ve gazeller yazmaktan başka iş yapmamışlardır. Divan edebiyatı aslında halkın yabancı olmadığı aşk, ölüm, kıskançlık gibi insancıl duyguları da işlemiştir. Ama ne var ki kullanılan dil yüzünden halktan kopmuş, halka inememiştir. Çünkü halkın konuştuğu Türkçe ile divan edebiyatının İran ve Arap dillerinin sözcükleri ile dolu ağdalı terkipli dili arasında uçurum vardı. İşte divan şairlerinin kullandığı dil sayesinde Tanzimat, hatta Cumhuriyet dönemine kadar süren bir zevk ayrılığı meydana gelmiştir. Ayrıca yüksek tabaka, Araplardan gelen aruz vezniyle şiirler yazarken, halk ve tekke edebiyatlarında ise Türklerin İslam medeniyet dairesine girmeden önce kullandıkları hece vezni hakimiyetini sürdürmeye devam etmiştir. Şu halde divan edebiyatının devam ettiği beş asırlık bir zaman şeridi içinde gerek dil gerek vezin bakımından ayrı, ama halkın benimseyip gönlünde yaşattığı ikinci bir edebiyat ta birlikte yaşamıştır. Hatta yan yana ve iç içe. Ama divan edebiyatı hiçbir zaman ne halktan yana olmuş, ne de halk tarafından kabul edilmiştir. Sarayla halk arasındaki bu zevk ayrılığı yüzyıllarca sürüp gitmiştir. Bu zümre edebiyatının medrese kültürü ve doğu zevkine bağlılığı yüzünden ne bir Türk nesri meydana gelmiş, ne bir Türk grameri ve sözlüğü ortaya çıkarılmıştır. Saray ile halk arasındaki bu ikiliğin ve zevk ayrılığının meydana gelmesini Agah Sırrı Levent iki sebebe dayandırmaktadır. 1- Türk padişahları gösterişli ve tantanalı saraylara kurulduktan sonra göz kamaştırıcı bir hayat yaşamaya başlamışlardı. Bu görkemli saray hayatında yabancı ve Türk şairler hakanlara sundukları kasidelerle bol ihsanlar elde etmişlerdir. Bunun sonucunda ise halkın içinde yaşayan milli gelenekler bir yana itilerek sarayla halkın arası açılmıştır. Arap ve Fars dillerinin revaç görmesi sonucu Türk dili adeta bir yana itilmiştir. 2- Öğrenimini Arapça yapan medreseler de kültür yönünden halkı ikiye ayırmışlardır. Bu devirde halkın dilini kullanıp, onun içine kadar inenler sadece görüşlerini yaymak için uğraşan ve bir nevi Anadolu'nun iç aydınlığı diyebileceğimiz tarikat sahipleri ile bölge bölge dolaşarak halk arasında bugün bile etkilerini sürdüren halk şairleri olmuşlardır. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.