![]() |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Cinsellik her yaşta güzel
-------------------------------------------------------------------------------- Hem erkek hem de kadında 'libido' (cinsellik dürtüsü), her ne kadar yaşa bağlı olarak azalma gösterse de, çiftler sağlıklı oldukları sürece, çok ileri yaşlara kadar, hiçbir tedaviye ihtiyaç kalmadan cinselliklerini yaşamaya devam edebiliyor. Dr. Kağan Kocatepe, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, 'libido' adı verilen cinsellik dürtüsünün, insanı cinsel eylem arayışına iten ve aynen açlık, susuzluk, kendini koruma dürtüleri gibi çalışan bir 'itici güç' olduğunu belirtti. Libidonun, insanın kendi neslinin devamını sağlamaya yönelik olarak çalıştığını ve onu karşı cinsten biriyle birleşerek yeni bir canlı dünyaya getirmeye yönelttiğini vurgulayan Dr. Kocatepe, "Cinselliğin kaynağı elbette bu kadar basit tarif edilemez. Zira, libidonun başka kaynakları da vardır: Cinsellik, kendini tatmin, gevşeme, zafer kazanma, beğenilme ve hayran olunma ihtiyaçları, karşı tarafı fethetmiş ve ait olma duyguları, yaşamak amacına yönelik olarak başlatılabileceği gibi, çok ileri durumlarda sadizm ve mazoşizm gibi eğilimlerin eyleme dönüştürülmesine yönelik de çalışabilir" dedi. Libidonun, kadında ergenlikten 35 yaşına kadar arttığını, 45 yaşına kadar sabit kaldığını ve çok ileri yaşlara kadar gücünü korumaya devam ettiğini ifade eden Dr. Kağan Kocatepe, "Kadın sağlıklı olduğu sürece, yine çok ileri yaşlara kadar orgazm olabilme kabiliyetini korur. Hatta menopoza yaklaşmakta olan bir kadında, gebe kalma korkusunun azalması, çocukların büyümesiyle birlikte ev iş yükünün azalması gibi etkenler, bu dönemlerde libidonun artmasına bile sebep olabilir" diye konuştu. Dr. Kocatepe, kadın menopoza girdiği andan itibaren, kanda östrojen hormonunun azalmasıyla birlikte kadın genital organlarında 'atrofi' adı verilen değişiklikler meydana geldiğini kaydederek, vajina dokusunun incelip elastikiyetini kaybettiğini, kadın uyarılsa da genital bölgenin salgılarının artarak ilişkiye hazır hale gelmesinin daha uzun sürdüğünü bildirdi. Genital bölgedeki bu değişiklikler ve kuruluğun, kadında ilişki esnasında ağrıya, ilişki sırasında ve sonrasında idrar yaparken yanma gibi şikayetlere sebep olabileceğinden bu dönemde libidoda azalma görülebileceğini anlatan Dr. Kağan Kocatepe, çeşitli yollardan (tablet, flaster, fitil gibi) uygulanan östrojen tedavisiyle bu sorunların etkili şekilde giderilmesinin mümkün olabildiğini söyledi. Erkekte libidonun 20-30 yaşlar arasında doruk noktasına çıkmış durumda olduğuna ve bu dönemde cinsel ilişki sıklığının da en üst seviyede olduğunu belirten Dr. Kocetepe, "Erkek beden ve ruh açılarından sağlıklı olduğu sürece, ileri yaşlara kadar ereksiyon ve orgazm olabilme özelliklerini koruyabilir. Yaş ilerledikçe (70 yaş ve üzeri) doğal olarak ortaya çıkan değişiklikler, ereksiyon etkinliğinin azalmasına sebep olabilir" dedi. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Bel soğukluğundan korunmak için...
-------------------------------------------------------------------------------- Bel soğukluğu cinsel yolla bulaşan, Neisseria gonorrhoeae adı verilen bakterinin yol açtığı bir enfeksiyon hastalığıdır. Nasıl bulaşır? Ana bulaşma yolu cinsel temastır. Etken hastalıklı kişinin mukozalarında (vajina, penis, boğaz, rektum) bulunur. Penisten vajinaya, ağıza, rektuma; vajinadan penise, ağızdan vajinaya bulaşma olur. Hasta erkekten kadına bulaşma riski yüzde 50?ken, hasta kadından erkeğe bulaşma riski yüzde 20?dir. Diğer bir bulaşma yolu da, doğum esnasında anneden bebeğedir. Bebekte göz enfeksiyonuna yol açar. Doğum sonrası kullanılan koruyucu göz damlalarıyla (gümüş nitrat) gonorenin bulaşması engellenir. Ne tip rahatsızlıklara yol açar? Erkeklerde kuşkulu cinsel temastan sonra 10 gün içinde, aniden ortaya çıkan idrar yaparken yanma ve idrar dışında sarımsı - krem rengi bol bir akıntıya yola açar. Ancak erkeklerin yüzde 10?unda herhangi bir yakınmaya yol açmayabilir. Kadınlarda vajinal akıntıya (sarı veya kanlı), adet dışı kanamalara, adet sırasında her zamankinden daha fazla kanamaya, cinsel temas esnasında kanamaya ve idrar yaparken sızıya neden olur. Hasta kadınların yaklaşık yarısında herhangi bir yakınmaya yol açmaz. Bulaşma açısından bu yakınmasız kişiler önemlidir. Bel soğukluğu tanısı nasıl koyulur? Akıntının boyanarak incelenmesi ve kültürüyle etken gösterilerek tanı koyulur.. Bel soğukluğu nasıl tedavi edilir? Bel soğukluğunun tedavisi kolaydır. Hekimin önereceği antibiyotiklerle kısa sürede ve kesin olarak tedavi edilebilen bir enfeksiyon hastalığıdır. Tedavide diğer önemli bir nokta, hastanın birlikte olduğu kişilerin de bulunup tedavi edilmesidir. Tedavi edilmezse ne olur? Tedavisiz kişiler hastalığı bulaştıran önemli kaynaktır. Toplum içinde hastalığın yayılımına neden olurlar. Ayrıca tedavisiz kişilerde hastalığın komplikasyonları gelişmeye başlar. Kadınlarda sıklıkla servikste, pelviks inflamatuvar hastalığa (etkenin uterus, tuba ve overlere yayılması sonucu ortaya çıkan karın alt bölgelerde ağrı, akıntı, ateş gibi yakınmalarla seyreden tablo), dış gebeliklere yol açabilir. Ayrıca kadınlarda kısırlığa kadar giden tablolara neden olabilir. Erkeklerde testislerde ağrı ve şişmeye (epididimit), her iki cinste eklem iltihabına ve deri enfeksiyonlarına yol açabilir. Bulaşma nasıl önlenebilir? Cinsel yolla bulaşan hastalıkları engellemek için alınan önlemlerle, bel soğukluğunun bulaşması engellenir. Bunun için şunlara dikkat edin: · Kuşkulu cinsel temaslardan uzak durun · Kondom kullanın · Tek eşlilik veya arkadaşlığı seçin · Birlikte olduğunuz partnerlerin sayısını azaltın · Alkol ve uyşturucuları aldıktan sonra kuşkulu ve tanımadığınız kimselerle cinsel temastan uzak durun · Cinsel yolla bulaşan hastalıklar yönünden düzenli olarak kontrollerinizi yaptırın. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Fiziksel aktivitenin sağlığa etkisi
-------------------------------------------------------------------------------- Fiziksel aktivitenin sağlık ve zindelik için sağladığı yararların giderek daha iyi anlaşılmaya başlandığının altını çizen uzmanlar, "Düzenli fiziksel aktivitenin sağlıklı kilonun sürdürülmesi, dayanıklılık, güç ve esnekliğin artmasındaki rolünün yanı sıra günümüz hastalıkları olarak kabul edilen kronik hastalıklara yakalanma riskini azalttığı açıkça bilinmektedir" diyor. Uzmanlar, söz konusu yararların sadece bireysel düzeyde önemli olmadığını ifade ediyor. Dünyanın her yerinde giderek maliyeti artan sağlık hizmetleri yönünden koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında fiziksel aktivitenin sağladığı yararların, önemli bir tasarruf sağladığını kaydeden uzmanlar, "Ancak optimal bir sağlık için gerek çocuk gerekse yetişkinlerin büyük bir çoğunluğunun yeteri kadar fiziksel aktivite yapmadıkları görülmektedir. Sağlıkla ilgilenenler, fiziksel aktivitenin neden önemli olduğunu anlamalı, tüm yaşlardaki bireyleri yaşamın bir parçası olarak fiziksel aktivite ve spora katılımları için motive etmelidirler. Fiziksel aktivitenin yaşam boyu sürdürülmesinin herkese, her yerde, her zaman yararlı olabileceği mesajının daha geniş kitlelere yayılmasına yardımcı olmalıdır" ifadelerini kullanıyor. Uzmanlara göre, fiziksel aktivitenin fiziksel sağlık üzerine etkileri şöyle: "Kilo Kontrolü: Birçok ülkede fiziksel aktivite düzeyi besin tüketiminden daha fazla düşüş göstermiş, böylece düşük düzeyde fiziksel aktivitenin şişmanlık için önemli bir etken olduğu sonucuna varılmıştır. Önemli bir sağlık sorunu olan şişmanlık giderek artmakta ve koroner kalp hastalığı, diyabet, inme, artrit ve kazalara karşı risk oluşturmaktadır. Kilo kaybının enerji sınırlaması ve fiziksel aktivitenin artırılmasıyla sağlanması daha kolay ve etkilidir. Daha da önemlisi kilo almayı önlemede önemli rol oynamaktadır. Örneğin günde 2-5 km yürüyüş enerji dengesinin sağlanmasını önemli ölçüde etkilemektedir. Kan Basıncının Kontrolü: Yüksek kan basıncı (tansiyon) 140-90 mmHg. olduğunda kalp krizi, kalp ve böbrek yetmezliği, inme gibi rahatsızlıklara yakalanma riskini iki katına, 160-95 mmHg. Olduğunda ise üç katına çıkarmaktadır. Düzenli fiziksel aktivite kan basınçlarını diğer klinik uygulamalarla kıyaslanabilecek düzeyde yaklaşık 6-10mmHg. azaltabilmektedir. Ancak her zaman tek başına yeterli olmayabilir ve diğer klinik uygulamalarla (kilo kaybı, alkol ve tuzun azaltılması, çoğu zaman ilaç kullanımı) birlikte olması gerekebilir. Fiziksel aktivite ilerleyen yaşla birlikte gözlenen tansiyonun artmasına karşı koruyucu olabilmektedir. Önerilen fiziksel aktivite düzeyi, düzenli orta şiddette egzersizlerdir. Ciddi hastalık risklerinin bile, çok hafif düzeyde fiziksel aktivitenin arttırılması ile azaldığı bilinmektedir. Kan Lipitlerinin Kontrolü: Düzenli fiziksel aktivitenin lipit (yağ) metabolizmasına olumlu etkileri olduğu bilinmektedir. HDL kolesterolünü (iyi kolesterol) artırırken, bazı durumlarda toplam LDL kolesterolünü (kötü kolesterol) düşürerek daha yüksek HDL/LDL oranı ve buna bağlı koroner kalp hastalığı riskini azaltmakta, ayrıca yüksek plazma trigliserid düzeyini de düşürmektedir. Önerilen fiziksel aktivite düzeyi; haftada 15 km veya daha fazla yürüme veya koşma gibi aktivitelerdir. Aktivitenin toplam miktarı ve sıklığı, şiddetinden daha önemlidir. Şeker Hastalığı ve Kan Şekerinin Kontrolü: Düzenli fiziksel aktivite insülin aktivitesinin kontrolüne ve kan şekerinin düzenlenmesine yardımcıdır. Fiziksel olarak aktif, insüline bağımlı olmayan şeker hastalığı olanlarla hareketsiz yaşam sürenlere göre damar komplikasyonlarının görülme sıklığı daha düşüktür. Yaşın ilerlemesine bağlı şeker hastalığına yakalanma riski de aktif kişilerde yüzde 20 veya daha fazla oranda azalmaktadır. Böylece düzenli fiziksel aktivite, insüline bağımlı olmayan şeker hastalığının tedavisinden çok korunmasında önemli rol oynamaktadır. Önerilen fiziksel aktivite düzeyi; yürüyüş ve düşük şiddetli, uzun süreli egzersiz programlarıdır. Damar ve kas-İskelet Sistemi Hastalıklarını Önleme: Koroner kalp hastalığı ve inme riskinin fiziksel aktivitesi fazla olan kişilerde daha düşük olduğu görülmektedir. Orta düzeyde bir aktivite bile tamamen hareketsiz(sedanter) kalmaktan daha iyidir ve giderek artan aktivite düzeyi daha çok yarar sağlamaktadır. Kas ve kemiklerin kuvveti, eklemlerin esnekliği; koordinasyon, denge ve hareket çevikliği için önemlidir. Bütün bu özellikler yaşla birlikte önemli derecede azalmaktadır. Bu durum fiziksel aktivite düzeyindeki azalma ile yakından ilişkilidir. Özellikle kadınlarda yaşlandıkça osteoporozla birlikte kemik kırıkları (bilek, omur ve kalçada) görülme riski artmaktadır. Kemik mineral yoğunluğunda artış, çocukluk ve adölesan döneminde yapılan egzersizlerle örneğin; ağırlık taşıma, yürüyüş, koşu, tenis,v.b. gibi egzersizlerle sağlanmaktadır. Yetişkinlikte yapılan orta düzey aktiviteler ise yaşla ilgili kayıpların önlenmesine yardımcıdır." Sağlıklı, uzun ve kaliteli bir yaşam sürdürme amacı için "Herkes İçin Spor" kavramı yaygınlaştırılmaya çalışılmalıdır. Uzmanlara göre, fiziksel aktivitenin zihinsel sağlık üzerine etkisi ise şu şekilde: "Etkilerini ölçmek zor olmasına karşın yapılan çalışmalar fiziksel aktivitenin yararlı psikososyal etkileri olduğu konusunda birleşmektedir. Kaygı, stres depresyonun azaltılması, zihinsel sağlığın sürdürülmesi, psikolojik zindeliğin sağlanmasında pozitif etkiler yaratmaktadır. Özet olarak; fiziksel aktivite, fiziksel ve zihinsel sağlığı olumlu yönde etkilemektedir." Uzmanlara göre, çocuk ve gençleri (5-12 yaş) düzenli aktivite yapmaya cesaretlendirmek, olumlu sağlık alışkanlıkları geliştirmelerine, sigara ve ilaç bağımlılığından uzak durmalarına, okul başarılarını geliştirmelerine yardımcı olmak anlamına geliyor. Ergenlik (13-19 yaş) döneminde, çocukluktakinden daha yoğun aktiviteye devam edilebileceğinin altını çizen uzmanlar, "Bu dönemde yarışma sporlarına katılım karakter gelişimini olumlu etkilemektedir. Ayrıca aşırı kilo alımını engelleyerek, yetişkin dönemde sık görülen kronik hastalıklara yakalanma riskini azaltmaya yardımcı olacaktır. Yetişkin yaşamında (20-65 yaş) fiziksel aktivitenin yararları daha belirgindir. Daha önce belirtildiği gibi pek çok fiziksel ve zihinsel hastalıklara yakalanma riskini azaltmaktadır. Yaşlılıkta (65-75 yaş) kronik hastalıklara karşı korunmanın yanı sıra, en büyük önemi zihinsel ve bedensel fonksiyonların korunmasını sağlamasıdır. Örneğin eşini kaybetmiş bir kişinin grup egzersizlerine katılması, mücadelesinde yardımcı olmaktadır" diyor. Uzmanlar, yaşamın her döneminde düzenli fiziksel aktivitenin yapılmasının önemli olduğunu da belirterek, "Düzenli egzersiz yapan bir kişi daha kaliteli bir yaşamı tek başına 10-20 yıl daha sürdürebilmektedir. Orta yaşlılar (75-85 yaş) ve çok yaşlılar (>85 yaş) için düzenli, uygun ve güvenli aktivite programları kas kuvvetinde artışa bağlı daha iyi koordinasyon, denge, kısa reaksiyon zamanı, artmış doğal yürüme hızı, esnekliği sağlamaktadır. Ancak bu grupta düzenli fiziksel aktivitenin yaşam beklentisine etkisi azdır. Ayrıca "yaşam stili aktiviteleri" olarak adlandırılan yürüyüş, bahçe işi ile uğraşma, araba yıkama, bisiklete binme, merdiven kullanma vb. gibi aktivitelerle aktif bir yaşama başlamaya karar verilerek egzersiz yaşamın bir parçası haline getirilebilir. Her yetişkin 30 dakika veya daha fazla orta düzey aktiviteyi haftanın hemen her günü yapmalıdır" açıklamasında bulundu. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Duygusal zekanız yüksek mi?
-------------------------------------------------------------------------------- Hayat yüksek zekalı ama başarısız insanlarla doludur. Bu kişiler zekaları yüksek olmasına rağmen, gerektiği yerde gerektiği gibi davranmamış ve hayatta kaybetmişlerdir. Örneğin, zekalarını sadece toplumu yermek için kullanmış veya her şeyi küçümsediklerinden ya da basit gördüklerinden, uğraşmaya değer bulmamışlar, böylece sıradan insanların vardıkları beceri ve başarı düzeyine ulaşamamışlardır. İnsanlarla iyi ilişki kuramamışlar, belirli bir hedefe doğru gidememişlerdir. Tembelliklerini yenememiş veya zekalarını kötü amaçlar ve uğraşlar için kullanmışlardır. Zeka bir güçtür, kullanılmaz ya da iyi bir amaç için kullanılmazsa, hiç bir işe yaramaz ya da sadece yıkıcı olur. Hayatta başarılı olmak için zeki olmak yetmez, duygusal zekanın da yüksek olması gerekir. Duygusal zeka son yıllarda yeni bir kavram olarak ileri sürülmüş olmakla beraber, eskiden beri bilinen akıllı ve uyumlu davranış özelliklerinden başka bir şey değildir. İnsanlarla iyi iletişim kurmak, ne zaman ne yapacağını bilmek, fırsatları iyi değerlendirmek, belirli olumlu bir amaca doğru ilerleyebilmek, kararlı olmak, gelip geçici esintilerden etkilenmemek gibi nitelik ve becerileri içerir. Duygusal zekanın belli başlı özellikleri şunlardır: · Kendini tanıma: Duygusal zekası yüksek olan kişi, duygu ve düşüncelerinin, tercihlerinin, eğilimlerinin, zayıf ve kuvvetli yanlarının farkındadır. Yeteneklerini, eğitimin ona sağladığı donanımı bilir. Bunlara dayanarak kararlar alır, kendine hedefler seçer, yani seçimleri ve amaçları kendiyle ilgili gerçeklerle uyumludur. · Duygularını kontrol edebilme: Anlık başarılardan, hazlardan uzak durmayı bilir. Sonradan pişman olacağı duygu patlamalarına kapılmaz, gereksiz atılganlıklar yapmaz. Karamsar ya da endişeli duygulara kapılmaz, bunların kendisini yapmayı planladığı işerden uzaklaştırmasına izin vermez. Bunları yatıştırmak ve özümsemek için bir yol bulabilir. Düşüncelerini ve eylemlerini belirli bir hedefe odaklayabilir. · Kendiliğinden güdülenme: Kendi hedeflerini kendisi belirler, başkalarının zorlaması olmaksızın, bunları gerçekleştirmek için tüm çabasını ve yeteneklerini ortaya koyar, hedefine kilitlenebilir, bundan heyecan ve zevk duyar. Hedeflerin peşinden giderken geçici hazlarını erteleyebilir. Bir sınava girerken ya da bir çalışmayı yürütürken, heyecanını başarıyı artıracak şekilde kullanabilir. Başarısızlığa uğradığında umut ve iyimserliğini korur, yeniden deneyebilir. · Başkalarının duygularını paylaşma: Diğerlerinin hissettiklerine karşı duyarlıdır. Kendini onların yerine koyabilir. Böylece karşı tarafın duygularını kavrar ve derinliği olan, uyumlu bireysel ilişkiler geliştirebilir. · Toplumsal etkinlik: Kişiler arası çatışmaları çözmekte başarılıdır. Bir ilişkinin ve grubun nabzını tutar. Dile getirilmemiş paylaşılan duyguları ifade edebilir. Bir grubun organizasyonunda liderlik nitelikleri sergiler ve kişiler bunu doğallıkla kabul eder. Duygusal zeka kalıtsal özellikler, çocukluk deneyimleri ve öğrenme sonucu oluşur. Bir diğer deyişle, duygusal zekayla ilgili becerilerin çoğu öğrenme ve alıştırmayla geliştirilebilir. İleri yaşlarda davranış kalıplarının değiştirilmesi zor ya da imkansızdır. Mümkün olsa bile, kişi becerilerini kullanacağı alanı ve zamanı yitirmiştir. Buna karşılık çocukluk ve ilk gençlikte kazanılan tepki biçimleri ve beceriler yaşam boyu sürer, bu nedenle duygusal zekanın geliştirilmesi en iyi fırsatın çocuklu dönemi olduğu söylenebilir. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Güne zinde başlamak için
-------------------------------------------------------------------------------- Güne zinde başlamak için en etkili yol, karbonhidrat açısından zengin bir kahvaltı ve sabah sporu. Sabah kalktığınızda önce güzel ama hafif bir kahvaltı yapın. Enerjinizi tekrar kazanmak için önce sağlıklı bir şeyler yiyin. Aksi takdirde vücudunuz, yağ depolarına saldıracaktır. Dolayısıyla kahvaltı yapmadan egzersize başlayan, hele bir de işe gitmeye kalkışan kişiler bütün bir gün boyunca istediği başarıyı elde edemez. İşinize konsantre olmada zorlanmamak ve daha zinde bir gün geçirmek için güzel bir kahvaltıdan ve egzersizden daha kolay ne olabilir ki? Uzmanların belirttiğine göre, en ideal kahvaltı, karbonhidrat açısından zengini olanı. Örneğin mısır gevreği, yulaf, meyve veya kepek ekmeğiyle yapılmış bir sandviç yiyebilirsiniz. Bu arada yeterince sıvı tüketmeyi de unutmayın. Gerçi bilimsel olarak sebebi açıklanamasa da, sabahları su ihtiyacımız, günün diğer saatleri kadar fazla olmuyor. Ancak vücut, sabahları beyne, suya ihtiyaç duyduğu sinyalini göndermediği için yeterince sıvı tüketmiyoruz. 'Sıvı'dan kastımız sadece kahve veya çay değil. Ayılmak için bir bardak çaya ya da bir fincan kahveye hayır demeyiz, ama tüm sıvı ihtiyacınızı da bunlardan karşılamaya kalkmayın. Bu tür içecekler yerine meyve suları ya da soda için. Bitkisel çaylar da uzmanların önerdiği içecekler arasında yer alıyor. Uzmanlar, sabahları yapılacak egzersizlerin de, kalp ve dolaşım sistemini aktive ederken metabolizmayı da güçlendirdiğini bildiriyor. Uzmanlar ayrıca, egzersiz yapmanın, günün zorluklarına karşı daha da hazırlıklı olmayı sağladığını kaydediyor. Özellikle uyuşukluktan ya da çok yatmaktan dolayı oluşan sırt ağrılarından şikayetçi olanların, sabah jimnastiğiyle daha dinamik olacağını ve şikayetlerinden kurtulacaklarını vurgulayan uzmanlar, "Çünkü sabah jimnastiği aynı zamanda kas ve eklemleri de harekete geçiriyor" diyorlar. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Uzmanlar uyarıyor: "Toplu sünnetler riskli"
-------------------------------------------------------------------------------- Uzmanlar uyarıyor: "Toplu sünnetler riskli" Atatürk Üniversitesi (A.Ü) Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bedii Salman, uygun şartlarda bir sünnetin 30-45 dakika arasında sürdüğünü belirterek, ''Toplu sünnetlerde ise yüzlerce çocuk bir günde sünnet ediliyor'' dedi. Prof. Dr. Salman, sünnetin steril ortamda yapılması gerektiğine dikkati çekerek, toplu sünnetlerde bu tür uygun şartların sağlanmadığını, bunun da çeşitli tıbbı sakıncaları bulunduğunu söyledi. Salman, toplu sünnetlerin ardından karşılaşılan problemlerin başında kanamaların geldiğini bildirdi. Kan hastalığı olan çocukların da bu tür törenlerde sünnet ettirildiğine işaret eden Salman, ''Bu tür kan hastası olan çocukların sünneti mutlaka hastanede uzmanlar tarafından yapılmalıdır. Ama toplu sünnetlerde bu gözden kaçıyor ve daha büyük sağlık problemlerinin yaşanmasına neden olabiliyor'' diye konuştu. EN SAĞLIKLI SÜNNET HASTANEDE Koterle sünnet yapılmasının sağlıklı olmadığına dikkati çeken Prof. Dr. Salman, sağlıklı sünnetin hastanelerde yapıldığına ifade etti. ''Sünnet ameliyathane koşullarında, steril ortamda ve genel anestezi uygulanarak yapılmalı'' diyen Salman, şöyle devam etti: ''Hastanelerde yaşanacak yoğunluk ve ailelerin genel anesteziye karşı çıkması nedeniyle sünnetler en ideal şekilde yapılmıyor. Hastanelerimizde genellikle lokal anestezi uygulanarak sünnet yapılırken, bu tür sağlık giderinin de devlet tarafından karşılanmaması nedeniyle ebeveynler ortaya çıkacak 150-200 milyon liralık fatura nedeniyle çocuklarını hastanelerde sünnet ettirmiyorlar. Çocuklarının sağlıklı sünnet edilmesini isteyenler hastaneyi tercih etmelidir.'' Salman, sünnet işlemi için hastanelerde yaz aylarında belirli günlerde özel odaların ayrılmasını önerdi. Birçok çocuğun sünnet hakkında yanlış bilgilendirildiğini ve korkutulduklarını ifade eden Salman, ''Çocukların birçoğu sünnetten korkmaktadır ve stresini yaşamaktadır. Sünnet için en uygun yaş 0-3 arası ve 7 yaş sonrasıdır. 3-7 yaş arasındaki çocuklar da yanlış bilgilendirme nedeniyle sünnet konusunda stres yaşıyor'' diye konuştu. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Gıda zehirlenmelerine dikkat
-------------------------------------------------------------------------------- Yaz mevsimi gıda, zirai ilaç ve alkol zehirlenmelerinin en fazla görüldüğü mevsim olarak kabul ediliyor. Süt ve süt ürünleri, kremalı yiyecekler, mayonezli, yumurtalı yiyecekler, pişirilip uygun şartlarda saklanmayan et ve deniz ürünleri, bozulma riski en yüksek gıdalar arasında yer alıyor. Sıcak yaz günlerinde yiyeceklerin hazırlanması sırasında temizlik kurallarına gereken özenin gösterilmemesi de zehirlenme vakalarına yol açıyor. Acıbadem Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Koptagel İlgün, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, gıda ve içeceklerin enfeksiyona yol açan mikroorganizmalarla veya zehirli maddelerle bulaştıklarında zehirlenmeye sebep olduklarını belirterek, "Süt ve süt ürünleri, kremalı yiyecekler, tavuk ve diğer kümes hayvanlarının etleri ile hazırlanan yiyecekler, mayonezli, yumurtalı yiyecekler, pişirilip uygun koşullarda saklanmayan etler, deniz ürünleri, bozulma riski yüksek yiyeceklerdir. Bunların yanı sıra yenilmemesi gereken mantar gibi bir bitkinin tüketilmesi de gıda zehirlenmesi tablosunu ortaya çıkarabiliyor" dedi. Yiyecek ve içeceklerin saklanması, hazırlanması ve sunulması aşamalarında uygun sağlık şartları olmamasının gıda zehirlenmelerini önemli sorun haline getirdiğine dikkat çeken Prof. Dr. Koptagel İlgün, şunları söyledi: "Kişisel temizliğe özen gösterilmemesi ve kirli sular, gıda zehirlenmelerine neden oluyor. Gıda zehirlenmelerinin belirtileri, tabloya yol açan bakterinin özelliğine göre değişiyor. Ancak pek çoğunda bulantı, kusma, ateş, karın ağrısı, kanlı ishal ile seyreden belirtiler gözleniyor." Prof. Dr. İlgün, gıdaların henüz çiğ olduğu dönemde hijyen kurallarına sıkı biçimde uyulmasının, enfeksiyonun önlenmesinde alınacak en etkili tedbir olduğunu vurgulayarak, "Bunların yanı sıra canlı hayvanların hastalıklardan korunması, hasta ya da taşıyıcı hayvanların yok edilmesi, insanlar için zehirli düzeylere ulaşabilen ilaçların hayvanlara verilmemesi, kesim işlemlerinin yapıldığı yerlerin de temiz olması gerekiyor" dedi. Prof. Dr. Koptagel İlgün, pişmiş gıdaların, yeteri kadar soğuk olan dolaplarda saklanmadan tekrar tekrar ısıtılarak yenmesinin de, kalabalık kitlelerin gıda zehirlenmesindeki en önemli sebep olduğunu hatırlattı. Yazın, tarım ilaçlarına bağlı zehirlenmelerin de arttığına dikkat çeken Prof. Dr. Koptagel İlgün, "Tarımsal ilaç zehirlenmeleri, ilaçlama yapan kişilerde görülebildiği gibi, ilaçlama yapılan yere yakın olanlarda da görülebiliyor. Rüzgarın etkisiyle dağılan ilaçlı havayı soluyanlar etkilenebiliyor. Özellikle, tatil nedeniyle gidilen yörelerde ve kırsal kesimde dalından koparılarak yıkanmadan yenilen bir meyvenin ilaçlı olabileceği dikkate alınmıyor. Bu da tarım ilacı zehirlenmelerine neden olabiliyor. Her sebze ve meyve mutlaka iyice yıkandıktan sonra yenilmesi gerekiyor" diye konuştu. ZEHİRLENMEDE İLK MÜDAHALE Prof. Dr. İlgün, zirai ilaç zehirlenmeleri riskini en aza indirmek için, ilaçlama yapanlara da görev düştüğünü ifade ederek, "Bunlar, ilaçlama yapmadan önce çevreyi bilgilendirmeli. Evcil hayvanlar uzaklaştırılmalı. İlaçlar, yiyeceklerden uzakta ve kilit altında korunmalı. Zehirlenme halinde kullanılan ilacın adı ve kullanım talimatnamesi ile derhal hekime başvurulmalı. Zehirlenen kişi hekime ???ürülürken yan yatırılmalı, yüzü açık tutulmalı, varsa takma dişleri çıkarılmalı, ilaç bulaşmış giysileri çıkarılmalı, cildi, yüzü bol su ile yıkanmalı. Ağız yoluyla zehir alındıysa, hasta kusturulmalı" dedi. Alkol zehirlenmelerinin de yazın sık görülen sağlık sorunları arasında yer aldığını kaydeden Prof. Dr. Koptagel İlgün, "Özellikle tatil ortamı, bir tür toksik madde olan alkolün aşırı tüketilmesine yol açabiliyor. Alkol zehirlenmeleri, merkezi sinir sistemi bozukluğu ve ağır mide tahrişi şeklinde ortaya çıkıyor. Bulantı, kusma, gözbebeği genişlemesi, konuşma bozukluğu ve denge kaybı görülüyor" diye konuştu. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Alerji, sanayileşmiş ülkelerin problemi
-------------------------------------------------------------------------------- Yapılan araştırmalar, alerjik rahatsızlıklara en çok sanayileşmiş ülkelerde rastlandığını ortaya koyuyor. Sadece Avrupa'da saman nezlesi, astım, gıda maddelerine ve çeşitli tozlara karşı alerjiden yakınanların sayısı 80 milyonu buluyor. Avrupa genelinde alerjiden kaynaklanan performans düşüklüğü ve hastalıkların ekonomiye faturası en az 25 milyar Euro. ABD'de her yıl bilimsel olmayan alerji tedavi yöntemlerine 10 milyar dolar harcanıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünya genelindeki 150 milyon astım hastasının yarısının rahatsızlıkları, aslında alerjik sebeplere dayanıyor. Buna rağmen alerjik rahatsızlıklar hala yeterince ciddiye alınmıyor, bazen işten izin ünya genelindeki 150 milyon astım hastasının yarısının rahatsızlıkları, aslında alerjik sebeplere dayanıyor. Buna rağmen alerjik rahatsızlıklar hala yeterince ciddiye alınmıyor, bazen işten izin almak için bahane olarak görülüyor. Uluslararası bir araştırma, Doğu ve Batı Avrupa ülkeleri arasında astım ve alerjik rahatsızlıkların görülme sıklığının farklı olduğunu ortaya koydu. Yunanistan ve Arnavutluk, alerjiye en nadir rastlanan ülkeler olurken, en çok alerji vakası ise İngiltere'de görülüyor. Hindistan, Çin ve Gürcistan'da alerjik hastalıkların görülme oranı çok düşük. Bu durum batılı ülkelerdeki hayat şartları ve tarzının, alerjik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına zemin hazırladığını gösteriyor. Ailesi alerjiden mustarip olan Danimarkalı bir işadamının girişimiyle Almanya'nın başkenti Berlin'de kurulan Avrupa Alerji Araştırma Vakfı'nın sloganı "Alerjiye rağmen hayat kalitesini yakalamak", vakfın faaliyet alanına sadece alerji araştırmaları değil, halkın alerjiler ve tedavi yöntemleri konusunda bilgilendirilmesi de giriyor. Avrupa Alerji Araştırma Vakfı, çalışmalarını ilaç şirketlerinden bağımsız yürütmeyi amaçlıyor. Vakfın yöneticisi uzman doktor Thorsten Zuberbier, aynı zamanda 25 araştırma kuruluşunun dahil olduğu Avrupa Alerji ve Astım Bilgi Ağı'nın da genel sekreterliğini yapıyor. Vakfın amacı şu şekilde özetleniyor: "Biz, gelecekte anaokuluna başlayan bir çocuğun, örneğin çeşitli gıda maddelerine karşı alerjisi varsa anlayışsızlıkla karşılanmamasını istiyoruz. Alerjisi olan yetişkinleri, nerede tedavi olacağını bilmediği için, iş yerindeki performansın düşmesini istemiyoruz" Günümüzde klasik alerji türlerine karşı etkili ve yan etkisi aza indirgenmiş ilaçların mevcut olduğunu ifade eden Zuberbier, modern antihistamin tabletlerin bu ilaçlara bir örnek olduğunu vurguluyor. Pek çok kişinin alerjileriyle yeterince mücadele etmediğini kaydeden Thorsten Zuberbier, "Pek çok kişi ilaç almaktan korktuğu için, hiç bir şey yapmamakla kendisine zarar vermediğini düşünüyor. Ama hiç bir şey yapmamanın da bir davranış biçimi olduğunu unutuyorlar. Bir girişimde bulunulmadığı taktirde, süreç işliyor ve vücudun alerjik bölgeleri zarar görüyor. Anlamsız testler ve tedavi biçimlerine yok yere para harcanıyor. ABD'de her yıl bilimsel olarak tanınmayan tedavi yöntemlerine harcanan para 10 milyar. Sadece tıp tarafından sınanmış ve sonuç alınmış tedavi yöntemleri hastalara çare olabilir" dedi. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Alzheimer hastaları herşeyi unutmuyor
-------------------------------------------------------------------------------- ABD eski Başkanı Ronald Reagan'ın ölümü üzerine Alzheimer konusu yeniden popülerlik kazandı. Health Day News gazetesi, bu konuda önemli bir gelişmeyi haber verdi. Habere göre Howard Hughes Tıp Enstitüsü bilim adamları, Alzheimer hastalarının hafızalarının bir kısmının bozulmamış olarak kaldığını bildirdi. Alzheimer hastalığının ilk safhalarında hasta, çok sevdiği bir insanı ya da önemli bir olayı unutmuş olsa bile, hafızanın hala ezberleme yeteneğine sahip olduğu bildirildi. Bu açıklamanın ardından, alıştırma ve rehabilitasyon programlarının, idraki kolaylaştırması açısından önem kazanacağı bildirildi. Bilim adamı Randy L. Buckner, Alzheimer hastalarının bozulmamış beyin hücrelerinin sayısı, umduklarından daha fazla çıktığını söyledi ve konuşmasına şu sözlerle devam etti: "Bu konuda son gelişmeler göze alındığında, eğer hastaların sinir sistemini çeşitli sorularla ve hatırlatmalarla çalışır düzeyde tutarsak, beyin faaliyetlerini yükseltme şansımız var" Araştırmada, Alzheimer hastalığının ilk evrelerinde 24 yaşlı hasta, 33 sağlıklı yaşlı yetişkin ve 34 genç yetişkin kullanılıyor. Araştırmacılar, bu 3 grubun hafıza kabiliyetlerini kıyaslayarak çalışmalarını sürdürüyor. Her grubun üyelerine bir dizi kelimelerden biri gösterilerek, bunun "canlı" olup olmadığı soruluyor. Buckner, her 3 grubun cevabı vermede hız kazandığını bildirdi. Denekler'in beyni Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) cihazı tarafından taranırken, sorulara cevap veriyorlar. Buckner, sevindirici olan şeyin, beynin ön kabuğunun bu işlem sırasında yoğun çalışması olduğunu söyledi ve böyle bir sonucu beklemediklerini, bu sayede Alzheimer hastalarının beyin hücrelerinin hasar gördüğü bölgelerde de, hasarsız bölgelere bağlı olarak hafıza faaliyetleri gördüklerini sözlerine ekledi. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Hipertansiyon tedavisinde Value çalışması
-------------------------------------------------------------------------------- Value çalışması 14 Haziran'da Paris'te Avrupa Hipertansiyon Kongresi'nde açıklandı. Bu çalışmada valsartanın kan basıncını düşürmenin ötesinde kardiyak koruma sağladığı ve yeni diyabet gelişimini yüzde 23 azalttığı ortaya kondu. Bu yılki Avrupa Hipertansiyon Topluluğu Kongresi'nde (ESH), yüksek kan basıncı ile ilgili en geniş çaplı, karşılaştırmalı çalışmalardan biri olan Value çalışmasının sonuçları açıklandı. Value en sık kullanılan iki hipertansiyon ilacının, valsartan ve amlodipine'in eşit kan basıncı kontrolü sağlandığı durumda kalp krizi, kalp yetersizliği gibi kalbe bağlı ölümler üzerindeki etkinliğini karşılaştırdı. Çalışma, Türkiye dahil 31 ülkedeki 934 merkezde, yüksek risk grubundaki 15245 hipertansiyon hastası ile yürütüldü. Şimdiye kadar yapılan geniş çaplı araştırmalarla karşılaştırıldığında en iyi kan basıncı kontrolü Value çalışmasında sağlandı. Her iki ilaç da kalbe bağlı ölümleri ve hastalık gelişimini önlemede eşit etkin çıkarken, yan etkiler nedeniyle tedaviyi bırakma oranı valsartan grubunda daha düşük oranda gerçekleşti. Yeni gelişen diyabet konusunda, valsartan ile tedavi edilen grupta amlodipin grubuna kıyasla yüzde 23'lük bir düşüş sağlandı. Value baş araştırmacısı Michigan Üniversitesi, Dahiliye ve Fizyoloji Profesörü Stevo Julius, Michigan Üniversitesi Hipertansiyon Profesörü Frederick G. Huetwell "Önceki araştırmalarda çalışılan hipertansiyon tedavilerinin diabet riskini artırabildiği ve ampolidipinin de glukoz metabolizması için nötr olduğu bilindiği için, Value'nin bu bulgusu gelişmiş ülkelerde bu durumun rastlanırlığının arttığı bir dönemde son derece önemlidir" yorumunda bulundular. Yüksek tansiyon dünya çapında 1 milyar kişiyi etkileyen bir kamu sağlığı sorunu. Kalp hastalıklarının en yaygını olan hipertansiyon tedavi edilmediği takdirde beyne, böbreklere, gözlere ve kalbe ulaşan kılcal kan damarlarına zarar verebilmekte, kalp krizine ve buna benzer pek çok ölümcül komplikasyona neden olabiliyor. Verilere göre, yaklaşık sekiz ölümden biri yüksek kan basıncına dayanıyor. Novartis yüksek tansiyonu ve kalp rahatsızlığı olan hastaların tedavisini iyileştirmek konusuna odaklanarak 50.000 hastanın dahil olduğu dünyanın en büyük klinik araştırma programını yarattı. Bu mega program Value dışında kalp krizi sonrası yüksek riskli hastaları içeren Vailant çalışması ve kalp yetmezliği olan hastaları içeren Valheft çalışmasını kapsıyor. Kardiyovasküler rahatsızlığı olan diyabet öncesi hastaları içeren Navigator ise programın devam eden çalışmaları arasında yer alıyor. Value sonuçları tüm bu mega programın açıklanan diğer çalışmaları ile birlikte kardiyovasküler risk taşıyan hastalarda Diovan'ın klinik faydalarını destekliyor. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Yaz ishali uyarısı
-------------------------------------------------------------------------------- Uzmanlar, tehlikeli yaz ishaline yakalanmamak için menşei bilinmeyen suların tüketilmemesi ve kişisel temizliğe dikkat edilmesi konusunda uyarıyor. İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, yaz ishalleri, daha çok mikroplu suların içilmesi veya bu sularla yıkanmış sebze ve meyvelerin tüketilmesi ile ortaya çıkıyor. İshal olan insanlar bu mikropları dışkıları ile çevreye yayabiliyor. Doğada, özellikle insan ve hayvan dışkılarıyla kirlenmiş sularda yaşayan, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bulunuyor. Bunlar özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre canlı kalarak çoğalabiliyor. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşık, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazırlanmış salataların ve meyvelerin tüketilmesi sonucu ishal yapan mikroplar ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşıyor. Bunların bir kısmı bağırsak duvarında iltihap oluşturarak, hem bağırsak hareketlerini arttırıyor, hem de bağırsağa su ve iltihabı hücrelerin geçişine neden oluyor. Bir kısmı da bağırsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin denilen zehirli maddelerin etkisiyle su ve tuz geçişini artırmak suretiyle ishale yol açıyor. İshallerin en ciddisi ve hayatı tehdit edeni ise kolera bakterisinin yaptığı ishal. Kalın bağırsakta ishale neden olan bakterilerin bir kısmı ve bazı parazitler dışkının iltihaplı, sümüksü görünmesine, aynı zamanda bağırsak duvarını da zedeleyerek damarların kanamasına neden oldukları için, kanlı olmasına da yol açıyor. Dışkının böyle kanlı ve iltihaplı olması dizanteri olarak adlandırılıyor. İshalle birlikte karın ağrısı, karında buruntu hissi, bazen bulantı, iltihaplı durumlarda bunlara ilaveten ateş de görülebiliyor. Bunların yanında aşırı su ve tuz kaybına bağlı olarak sinir sistemine ait kalp ritim bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları gibi hastalıklarda görülebiliyor. İshal nedeniyle kaybedilen su ve tuzu geri koymak gerekiyor. Bunun için pratik olarak bir litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat konularak hazırlanan içeceğin tüketilmesi öneriliyor. 24 saatten fazla süren ishallerde en yakın sağlık merkezine başvurularak muayene ve tetkik olunması gerekiyor. Aşırı su ve tuz kaybı, ağır dizanteri halleri, kolera şüphesi olan durumlarda hasta mutlaka hastaneye yatırılarak öncelikle kaybedilen su ve tuzun yerine konması amacıyla serum verilmesi tavsiye ediliyor. İshali olan kimselerin düzelene kadar posasız ve yağsız gıdalar alması; kuru yemiş, çikolata, kızartmalar gibi gıdaları tüketmemesi gerekiyor. Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte yenilmesine izin veriliyor. Bol miktarda sıvı alınması öneriliyor. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
ayy bu hastalık çooqqq irenç bişi yha
paylaşım için tşk cnm:D |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Bencede..Allah düşmanımızın basına vermesin..:d
Ben tsk ederim cnmm..:) |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
cnm bnm yha:)))
|
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
bu devirde zaten herşey kanser yapıyorrrrrrrr
|
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Yaz aksilikleri için ilkyardım
-------------------------------------------------------------------------------- Yaz mevsiminde, hiç umulmadık durumlarda bayılma, burkulma-kırılma, boğulma tehlikesi, yanıklar ve arı sokması gibi vakalarla karşılaşmak mümkün. Bu tür olaylarda ilk yardım kurallarına uyularak yapılacak bir müdahale hayat kurtarıcı olabileceği gibi bilgisizce yapılacak işler, hastayı veya kazaya uğrayanı daha kötü duruma düşürebiliyor. Bayılmalar: Acıbadem Bakırköy Hastanesi Acil Tıp Uzmanı Dr. Serpil Yaylacı, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, bayılan veya kendini kaybeden birine su içirmeye çalışmanın yanlışlığına temas ederek, "Nefes borusuna su kaçmasına ve hastanın ölümüne yol açabilirsiniz. Sara hastasının ellerinde, kollarında kasılmalar izlenir ve ağzından köpükler sızar. Nöbeti durdurmaya çalışmayın, hastanın başını koruyarak kontrolsüzce yere çarpmasını önleyin. Nöbetlerin neredeyse hepsi kendiliğinden durur. Hastanın ağzına bir şeyler sokmaya çalışmayın, çünkü soluk borusuna kaçabilir. Parmağınızı ısırıp koparabilir. Ağzında köpükler veya kusmuk varsa, soluk borusuna kaçmasın diye kişiyi yan çevirmek yeterli" dedi. Boğulma Tehlikesi: Boğulduğu düşünülen kişiye, ilk yardım bilmeyenlerin yardım etmeye çalışmaması gerektiğini kaydeden Dr. Yaylacı, "Kime suni solunum, kime kalp masajı yapılacağının bilinmesi büyük önem taşıyor. Çok iyi bir yüzücü de denizde kalp krizi veya felç geçirdiği için veya dalarken, atlarken boynu zedelendiği için boğulma tehlikesi yaşayabilir. Tüm hastalara boynu zedelenmiş gibi dikkatli davranmak gerekiyor. Boğulan bir kişiyi ters çevirmek, kollarından rastgele tutup yere yatırmak, ters döndürerek ağzından su çıkarmaya çalışmak o kişiye zarar vermekten başka bir işe yaramaz" diye konuştu. Yanıklar: Dr. Serpil Yaylacı, yanık oluştuysa, ısısı artan derinin, musluğun soğuk tarafı açılarak yanma hissi geçene kadar suyun altında tutulması gerektiğini belirterek, "Yanmış cilde direkt buz sürmeyin. Yanığı musluktan akan suya tuttuktan sonra üzerine temiz bir bez kapatın ve doktora başvurun. Yanığın üzerine yoğurt, salça, diş macunu veya herhangi bir krem sürmeyin. Yabancı maddeler, doktorun yanığın derinliğini anlamasını engeller. Enfeksiyon riskini arttırır ve zaten ağrılı olan yara bakımını zorlaştırır" diye uyardı. Burkulma-Kırılmalar: Bu gibi bir durumda alınacak ilk ve en basit tedbirin, zedelenen bölgeyi hareketsiz kılmaktan geçtiğini söyleyen Dr. Yaylacı, "Bunu yapmak için de karton, mukavva, gazete, güneşlik, üçgen bant kullanılabilir. Eğer ön kolda bir kırık varsa, kolu bir eşarp veya kravatla boyna asıp, yanına iki güneşlik veya karton konularak hareket etmesi önlenmiş olur. Eğer vücutta açık bir kırık varsa ve kemik dışarı çıkmışsa içeri itilmemesi, hareketsiz kalacak şekilde sabitlenmesi gerekiyor. Burkulmalarda ise ayak bileğinin üzerine basılmaması ve buz uygulanması önem taşıyor. Buzu bir beze veya havluya sararak uygulamak daha doğru. Burkulan eklemi yukarda tutmak, sarkıtmamak şişmeleri önler" dedi. Arı Sokması: Acil Tıp Uzmanı Dr. Serpil Yaylacı, arı sokmasına bağlı olarak nadir de olsa hastanın tansiyonunun düştüğünü, yığılıp kaldığını, dudağında ve yüzünde şişlikler, kızarıklar oluşabildiğini ifade ederek, "Hasta hızlı ve sıkıntılı nefes alıp verir. Temel hayat desteğini başlatıp suni solunum, gerekiyorsa kalp masajı yapmak ve hastayı hızla hastaneye götürmek gerekir" diye konuştu. Böcek Sokmaları: Yılan, akrep ve böcek sokması halinde bölgenin emilmemesi ve bıçakla kesilip kanatılmaması gerektiğini vurgulayan Dr. Yaylacı, "Zehirli bölgeye bir şey sürmeyin. Temiz bir bezle üzerini kapatıp hemen doktora başvurun. Sokulan bölgede kızarma, şişme ve yanma olabilir. Genel durum kötüleşirse hastayı doktora götürün" dedi. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Klima kullanırken dikkat
-------------------------------------------------------------------------------- Günümüzde insanlar, sıcaklarda daha verimli ve rahat yaşayabilmek için klima cihazlarını tercih ediyorlar. Artık birçok evde ve iş yerinde klima vazgeçilmez bir aksesuar. Sıcaklardan bunalan herkes, klimalı ortamlarda serinlemeye çalışıyor. Ancak, klimalı mekanlardan güneşli havaya çıkma veya güneşli havadan birden klimayla soğutulmuş bir alana girmek, insan bedenine zarar veriyor. Vücut ani sıcak ve soğuk hava değişimlerine karşı kendini koruyamadığı için, bu durum başta solunum yolu rahatsızlıkları olmak üzere birçok hastalığa sebep oluyor. Acıbadem Sağlık Grubu İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Karaaslan, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, klimalar doğru kullanıldığı takdirde kimse için sağlık problemine yol açmadığını, ancak bilinçsiz kullanımın özellikle çocukları, yaşlıları ve astım hastalarını etkilediğini bildirdi. Dr. Karaaslan, "Bu kişilerin vücutları ani değişikliklere adapte olmakta zorlanmaktadır. Bu değişiklikler vücuda ekstra yük getirmekte ve hassas dengelerin kolayca bozulmasına yol açmaktadır. Ayrıca direkt klimalarda bazı bakterilerin yayılabileceği bilinmektedir. Özellikle filtresiz olanlar astım hastaları için sorun doğurabilir" dedi. Klimanın sebep olduğu rahatsızlıkları önlemenin yolunun, havayı yavaş yavaş soğutmaktan geçtiğini belirten Uzm. Dr. Mehmet Karaaslan, "Genellikle sıcaklardan bunalanlar, klimaları çalıştırarak bir an önce sıcak ortamdan serin ortama geçmek istiyorlar. Oysa klimaların, ortamı belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş soğutmak için kullanılması gerekiyor. Örneğin, dışarıda sıcaklık 40 derece ise klima çalıştırılacak ortamda sıcaklığın aralıklarla 5'er derece düşürülmesinde fayda var" diye konuştu. Uzm. Dr. Karaaslan, klimalarla ilgili olarak en çok yaşanan şikayetlerden birinin de kaslardaki tutulmalar olduğunu kaydederek, "Bu yakınmaları yaşamamak için, çalışan klimaların yakınında uzun süre durmamak ve klima akımına direkt maruz kalmamak gerekiyor" dedi. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Kolesterolü diyetle düşürme önerileri
-------------------------------------------------------------------------------- Millet olarak en çok, 'kolesterolümüzün yüksekliğinden' şikayetçiyiz. Kolesterolü düşük tutmanın yolu ise bilinçli bir diyetten geçiyor. Diyette posalı besinlere bol miktarda yer verilmesi, meyve-sebzenin daha çok tüketilmesi ve kızartmadan uzak durulması öneriliyor. Acıbadem Hastanesi Kadıköy Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, kolesterolün, hayvansal besinlerde ve tüm hücrelerde bulunan mum yapısında yağa benzer bir madde olduğunu belirterek, "Kolesterol hepimizin vücudunda bulunur. Hem vücudumuzda üretilir hem de dışarıdan hayvansal besinlerle alınır" dedi. Kolesterolün, vücuda 'LDL' olarak bilinen düşük dansiteli lipoproteinler ile taşındığını vurgulayan Sangu, "LDL, kolesterolden en zengin lipoproteindir ve kötü kolesterol olarak bilinir. Normalde dokulara hücre zarı yapımı için gerekli kolesterolü taşır fakat fazlası damar duvarlarında kolesterol birikmesine neden olur. Bu da kalp hastalıkları riskleri açısından önemlidir. Kolesterol ayrıca, vücudumuzda HDL olarak bildiğimiz yüksek dansiteli lipoproteinler ile taşınır. Bu, iyi kolesterol olarak bilinir. HDL, dokularda biriken kolesterolü toplayarak parçalanmak üzere karaciğere taşır. Bu sebeple LDL kolesterolün düşürülüp HDL kolesterolünün arttırılması, kolesterol düşürücü diyette hedef alınmaktadır" diye konuştu. ZEYTİNYAĞI TÜKETİMİNDE SINIR YOK Diyez Uzmanı Sangu, zeytinyağının, kolesterolü düşürdüğü için sınırsız olarak tüketilmesinde sakınca bulunmadığını ifade ederek, "Günlük alınan enerjinin yüzde 25-30'u yağlardan gelmeli. Bu yağların da yaklaşık yüzde 7-10'u doymuş, yüzde 10'u tekli doymamış, yüzde 10-15'i çoklu doymamış yağ asitlerinden karşılanmalı. Zeytinyağı tekli doymamış yağ asidi olduğu için mutlaka diyette yer verilmeli fakat çoklu doymamış yağ asitlerini unutmamak kaydıyla. Bunun dışında günlük yağ ihtiyacı için zeytinyağı (yerine fındık yağı) ile birlikte mısırözü yağını (veya yerine soya veya ayçiçek yağı) eşit oranda karıştırıp yemeklerde ve salatalarda bu yağ karışımı kullanılmalı" dedi. Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, kalp sağlığı açısından değerli yağ asitlerine sahip olduğundan beslenmede yer verilmesi gerektiğini kaydeden Sangu, "Ancak, yağlı tohumların yağ içeriğinin yüksek olması nedeniyle fazla miktarlarda tüketilmesi kan kolesterol oranını düşürmüyor. Günlük 6-8 adet fındık veya 2 adet ceviz yeterli" diye konuştu. Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu, süt ve süt ürünlerinin sağlık açısından, diğer besin gruplarından farklı olarak tüm besin öğelerini içerdiğini hatırlatarak, "Bu sebeple, doymuş yağ oranı yüksek bu besinlere mutlaka günlük beslenmede sınırlı olarak yer verilmeli. Bu besinlerdeki görünmeyen doymuş yağları azaltmak için süt, peynir ve yoğurdu az yağlı veya yağsız olarak tercih edilmeli" dedi. Tavuk ve balığın da kırmızı et gibi hayvansal gıdalar kapsamına girdiğini anlatan Sangu, "Bu grup besinler belirli miktarlarda kolesterol içeriyorlar. Bu nedenle hiç bir hayvansal besin sınırsız yenilemez. Önemli olan, bu besinlerin yenilme sıklığı ve miktarı. Yağsız kırmızı et haftada 1-2 kez olmak üzere ortalama 100 gr kadar tüketilmeli" diye konuştu. YUMURTANIN FAZLASI ZARARLI Diyez Uzmanı Sangu, bir büyük yumurtanın 213-220 mg kolesterol içerdiğini belirterek, "Haftada 1-2 kez haşlanmış 1 yumurtanın 1 kibrit kutusu beyaz peynir yerine yenmesi yararlı kabul ediliyor. Yumurta haşlanmış, yağsız tavada omlet veya bol sebzeli menemen şeklinde tercih edilebilir. Dikkat etmeniz gereken, o hafta başka besinlerin içerisinde yumurta almamak" dedi. Kolesterol düşürücü diyet uygulanırken dikkat edilmesi gereken önemli noktayı, 'posalı besinlerin arttırılması' olarak açıklayan Sangu, "Yulaf, arpa, pirinç kabuğunda bulunan posanın karaciğerde kolesterol sentezini engelleyerek kan kolesterolünün düşürülmesinde etkili olduğu kanıtlandı. Posa, kolesterolün vücuttan atılmasına yardımcı olduğu için daha çok tüketmeliyiz" diye konuştu. Diyet Uzmanı Şengül Sangu, meyve, sebze ve salatanın daha çok tüketilmesini, beyaz ekmek yerine kepekli, çavdar veya yulaf ekmeğinin tercih edilmesi gerektiğini bildirdi. Sangu şöyle dedi: "Kabukları ile yenebilen meyveleri kabuğuyla birlikte tüketmeli, meyve suları yerine meyvenin kendisi yenmeli, pirinç pilavı yerine bulgur pilavını tercih etmeli, aynı zamanda protein içeriği yüksek kuru baklagillere beslenmemizde haftada 2-3 kez yer vermeliyiz. Tatlı tüketmek istediğinizde, ağır hamur tatlıları yerine protein ve kalsiyum içeriği yüksek sütlü tatlıları haftada 1-2 gün tercih edebilirsiniz. Kilo fazlanız varsa sofra şekerini kullanmayıp, içeceklerinizi şekersiz veya tatlandırıcı kullanarak tercih etmelisiniz." |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Kemiklerinizin geleceğine yatırım yapın
-------------------------------------------------------------------------------- Halk arasında ''kemik erimesi'' olarak bilinen ''Osteoporoz'' (Kemik kitle kaybı) hastalığına karşı çocukluk ve ergenlik döneminde önlem alınması gerektiği bildirildi. Çukurova Üniversitesi (Ç.Ü) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rengin Güzel, özellikle 30 yaş sonrasında, kemik kitlesinde azalma ve kemik dokusunun iç mimari yapısının bozulması sonucu kemiklerin kolay kırılabilir hale geldiğini söyledi. Yaşlanmayla birlikte omurgalarda yükseklik kaybı ile kamburlaşma, boyda kısalma ve sırt ağrıları, basit düşme ve zedelenmeler sonucunda el ve bilek kırıkları ile kalça kırıkları geliştiğini ifade eden Güzel, şöyle konuştu: ''Osteoporoz kendisini ileri yaşlarda gösteren bir hastalık olmasına rağmen doruk kemik kitlesi gençlik dönemindeki önlemlerle ilişkilidir. Kişiler, 30 yaşında doruk kemik kitlelerine ulaşmaktadırlar. Yaşlanma dönemine girerken bu kitle ne kadar fazlaysa o kadar avantaj sağlarlar.'' Güzel, çocuk ve ergenlik döneminde yeterli miktarda kalsiyum alınmasının, ileri yaşlardaki osteoporoz riskini azalttığına işaret ederek, ailelerin bu konuda çocuk ve gençlere örnek olmaları gerektiğini bildirdi. GÜNLÜK KALSİYUM GEREKSİNİMİ Güzel, sadece çocukluk döneminde değil, çok hızlı bir büyümenin gerçekleştiği ergenlik döneminde de mutlaka yeterli miktarda kalsiyum alınmasını önererek, şunları kaydetti: ''Günlük kalsiyum gereksinimi 1-5 yaş arasında 800 miligram, 6-10 yaş arasıda 800-1200 miligram, 11-24 yaş arasında ise 1200-1500 miligram kadardır. Türk diyetinde ortalama olarak 300 miligram kadar kalsiyum bulunmaktadır ki, bu gerekenin çok altındadır. Bir bardak sütveya yoğurtta 300 miligram kalsiyum olduğu düşünülünce çocuklarımızın bu ürünlerden günde en az 2-3 su bardağı kadar tüketmelerini sağlamamız, ileride güçlü kemiklere sahip olmaları açısından önemlidir.'' Güzel, çocukların çok sevdiği koşma, zıplama, ip atlama gibi egzersizlerin de kemikleri güçlendirdiğini sözlerine ekledi. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Yazın tüketilen gıdalara dikkat
-------------------------------------------------------------------------------- Yaz mevsiminin gelmesiyle soğuk ve asitli içeceklerin yanı sıra dondurma tüketiminin de arttığı, ancak bu tür gıdaların üretim, saklama, sunum ve tüketiminin önemli olduğu bildirildi. Trabzon Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi'nde görevli Diş Hekimi Mustafa Başkan, yaz mevsiminde sıkça tüketilen dondurmada, üretim ve saklama tekniğinden kaynaklanan olumsuzluklar olabildiğini belirterek, bu tür gıdaların tüketilmesinde dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Dondurmanın süt kaynaklı bir besin olduğunu ve bu nedenle hijyenik şartlarda üretilmesi ve saklanmasının sağlık açısından son derece önemli olduğunu kaydeden Diş Hekimi Başkan, "Hijyene dikkat gösterilmeden üretilen ve satılan dondurma, ağız ve boğazlarda iltihaplanmaların yanısıra başka sağlık sorunlarına da yol açmaktadır. Gerekli hijyenik şartlara uyulması durumunda dondurmanın sağlık açısından bir sakıncası yoktur. Bunun yanında dondurma faydalı bir besindir. Yalnız dondurma süt ihtiva eden bir gıda maddesi olduğundan diş eti ve minesi üzerinde bir takım tabakalar bırakabilir. Bunların dişlerin fırçalanması ya da dondurma ile birlikte su içilmesi suretiyle giderilmesi mümkündür" diye konuştu. Yazın soğuk içeceklerin tüketiminin de arttığına dikkat çeken Başkan, "Bu içecekler asit ihtiva ettiklerinden sağlık açısından tüketilmesi uygun değildir. Asitli içecekler, asit abrazyonuna (aşınmasına) neden olmakta, bunun sonucunda da diş minesi ve dokusu zarar görmektedir. Yaz aylarında artan sıvı ihtiyacını sağlıklı su, ayran gibi daha doğal içeceklerle karşılamak sağlık açısından daha doğrudur" dedi. Öte yandan Başkan, gıda maddelerinin sunumunu yapan kişilerin aynı zamanda ücretini de tahsil eden kişi olmamasının önemini vurgulayarak, "Çünkü bu kişiler çıplak elle hem ürünü vermekte hem de parayı tahsil etmektedir. Para bildiğimiz gibi çok el değiştirdiğinden mikropların çokça bulunabileceği bir ortamı içerir. Eğer kişi mutlaka hem ürünü sunan hem de parayı tahsil eden kişi olacaksa, ellerinin ürünle temasını engelleyen eldiven kullanmalıdır" şeklinde konuştu. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Aspirin cinsel dürtüleri azaltıyor
Aspirin ve Paracetemol gibi yaygın biçimde kullanılan ağrı kesici ilaçların, ana karnındaki bebeklerin beynini etkilediği, doğup büyüdükten sonra erkek cinsel dürtülerini zayıflattığı belirtildi BBC'den Ania Lichtarowicz'in haberine göre, Nature Neuroscience adlı tıp dergisinde yayınlanan, fareler üzerinde yapılmış araştırmanın sonuçları, bu ilaçların ana rahmindeki bebeklerin gelişimini etkilediğini gösteriyor. Amerika'nın Baltimore şehrinde Maryland Üniversitesi uzmanları fareler üzerinde Aspirin ve benzeri ilaçlarla deneyler yaptılar. Deneyler sonucunda bu ilaçların, erkek farelerin beynini etkileyip, erkeklik hormonu testosteronun işlevini aksattığını ortaya koydular. Annelerine hamileyken bu ilaçlar verilen erkek fareler, doğunca, seks ihtiyacı duymuyor. Daha ayrıntılı incelendiğinde bunların beyinlerinin dişi farelerin beyinlerine benzediği ortaya çıktı. Araştırmada bu ilaçların insanları nasıl etkileyebileceğine dair sorular ortaya atılıyor. Aspirin düşükleri veya kanın pıhtılaşmasını önlemek için hastalara verilebiliyor. Fareler üzerinde incelenen diğer ilaçlar da hamile kadınlara erken doğumu önlemek için verilen ilaçlardan. Araştırmacılar, insanın beyninin nasıl geliştiğinin henüz tam olarak bilinmediğini vurguluyor. Kesin hükme varmak için daha çok çalışma yapmak gerektiğini belirtiyorlar. Ama bu rapor, geleneksel bir tavsiyeyi, hamile kadınlara gerekmedikçe ilaç verilmemesi fikrini destekliyor. Aspirin ve Paracetemol gibi yaygın biçimde kullanılan ağrı kesici ilaçların, ana karnındaki bebeklerin beynini etkilediği, doğup büyüdükten sonra erkek cinsel dürtülerini zayıflattığı belirtildi BBC'den Ania Lichtarowicz'in haberine göre, Nature Neuroscience adlı tıp dergisinde yayınlanan, fareler üzerinde yapılmış araştırmanın sonuçları, bu ilaçların ana rahmindeki bebeklerin gelişimini etkilediğini gösteriyor. Amerika'nın Baltimore şehrinde Maryland Üniversitesi uzmanları fareler üzerinde Aspirin ve benzeri ilaçlarla deneyler yaptılar. Deneyler sonucunda bu ilaçların, erkek farelerin beynini etkileyip, erkeklik hormonu testosteronun işlevini aksattığını ortaya koydular. Annelerine hamileyken bu ilaçlar verilen erkek fareler, doğunca, seks ihtiyacı duymuyor. Daha ayrıntılı incelendiğinde bunların beyinlerinin dişi farelerin beyinlerine benzediği ortaya çıktı. Araştırmada bu ilaçların insanları nasıl etkileyebileceğine dair sorular ortaya atılıyor. Aspirin düşükleri veya kanın pıhtılaşmasını önlemek için hastalara verilebiliyor. Fareler üzerinde incelenen diğer ilaçlar da hamile kadınlara erken doğumu önlemek için verilen ilaçlardan. Araştırmacılar, insanın beyninin nasıl geliştiğinin henüz tam olarak bilinmediğini vurguluyor. Kesin hükme varmak için daha çok çalışma yapmak gerektiğini belirtiyorlar. Ama bu rapor, geleneksel bir tavsiyeyi, hamile kadınlara gerekmedikçe ilaç verilmemesi fikrini destekliyor. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Yaz Zatürresine dikkat
-------------------------------------------------------------------------------- İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta zatürrenin, daha çok bir kış hastalığı olarak bilindiğini ancak Legionella bakterilerinin neden olduğu zatürrenin, insanların su ile ve klimalarla temaslarının daha fazla olduğu yaz aylarında daha sık görüldüğünü açıkladı. Legionella'lar durgun sularda üreyen ve suyun havaya saçılması sırasında solunum yoluyla akciğerlere girerek zatürreye yol açan bir bakteridir. İlk kez 1976 ylında Philadelphia'da bir otelde toplantı yapan lejyonerler arasında çıkan zatürre salgını ile tanınan hastalığa neden olan mikroba lejyonerlerden esinlenilerek 'Legionella' ismi verilmiştir. Sonraki yıllarda yapılan araştırmalarda, Legionella bakterilerinin 20'den fazla türü olduğu belirlenmiştir. Legionella bakterilerinin kaynağı neresidir? Legionella bakterileri, durgun sularda ürerler ve buradan su damlacıkları ile havaya karışarak insanlara bulaşırlar. Otel, iş merkezi, gökdelenler gibi büyük binaların havalandırma sistemlerinin su bölmeleri, havuzlar, su depoları gibiortamlarda çoğalan bakteriler, o binada bulunan pek çok insanda hastalığa yol açabilirler. Açık alanlardaki göl, dere, çamur, ve kaplıca sularındaki bakteriler, havada hemen dağıldıkları için hastalık yapıcı özellikleri yoktur. Legionella bakterleri suyun içilmesi ile ya da insandan insana da bulaşmazlar. Legionella bakterilerinin üremesi için ideal ısı 40°C'dir, ama 0-63°C arasındaki ısılarda aylarca canlılıklarını korurlar. Kimler risk altındadır? Legionella bakterilerinin neden olduğu zatürre, erkeklerde, sigara içenlerde, alkoliklerde, bazı hastalıkları olanlarda (kalp ve damar hastalığı, kronik bronşit, şeker hastalığı, böbrek hastalığı) ve bağışıklık sistemi baskılanmış olanlarda, kortizon kullananlarda daha sık görülür ve daha ağır seyreder. Legionella bakterilerinin neden olduğu hastalıklar nelerdir? Legionellalar başlıca iki farklı tipte hastalığa yol açarlar. Bunlardan biri Pontiac Ateşi ve diğeri de Lejyoner Hastalığı'dır. Pontiac Ateşi ismi, hastalık ilk kez USA'nın Pontiac şehrinde tanındığı için verilmiştir. Bu hastalık ani olarak yüksek ateş, baş ve yaygın kas ağrıları, halsizlik gibi belirtilerle gribal infeksiyon gibi başlar. Bazı hastalarda öksürük, ishal, boğaz ağrısı ve bilinç bulanıklığı görülebilir, ancak bunlar çok şiddetli belirtiler değildir. Pontiac ateşinin gerçek bir infeksiyon olmayıp Legionella bakterilerinin neden olduğu bir aşırı duyarlılık reaksiyonu sonucu geliştiği düşünülmektedir. Pontiac Ateşi tehlikeli değildir, tedavi edilmese bile bir hafta içinde tamamen düzelmektedir. Lejyoner Hastalığı, çok ağır ve özellikle de vaktinde tanınıp tedavi edilmediğinde ölüm ihtimali yüksek olan bir zatürre türüdür. Hastalık yüksek ateş, üşüme, titreme, kuru öksürük, halsizlik, iştahsızlık gibi belirtilerle başlar. Kanlı balgam, bıçak batar tarzda göğüs ağrısı da olabilir. Birkaç gün içinde bunlara karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal gibi sindirim sistemi ve baş ağrısı, uyuklama, dengesiz hareketler, hallüsinasyonlar, bilinç bulanıklığı gibi çeşitli sinir sistemi belirtileri de eklenir. Hastaların genel durumları, olağan bir zatürrede beklenenden çok daha kötüdür. Bazı hastalarda idrar yolları kanaması ve dializi gerktirecek derecede böbrek yetersizliği, karaciğer hasarı ve akciğer ödemi de gelişebilir. Nasıl teşhis edilir? Lejyoner Hastalığı tanısı için hastanın balgamında Legionella bakterilerinin kültürde üretilmesi, ya da hastanın kanında Legionella bakterilerinin antijenlerinin veya bunlara karşı oluşmuş antikorların saptanması gerekir. Hastaların idrarlarında yapılan incelemelerle de teşhise gidilebilir. Nasıl tedavi edilir? Legionella bakterilerine karşı çok etkili antibiyotikler (eritromisin, kinolon grubu) vardır. Önemli olan tanının gecikilmeden konması ve uygun tedavinin hemen başlanmasıdır. Tedavi süresi hastanın tüm şikayetleri ortadan kalksa bile 3 haftadan az olmamalıdır, aksi takdirde hastalığın tekrarlaması ihtimali vardır. Zatürre tedavisinde çok kullanılan ve birçok bakteriye karşı da oldukça etkili olan penisilin sınıfı antibiyotikler Legionella bakterilerine hiç etki etmezler. Bu nedenle, penisilin ile zatürre tedavisi gören ve bu tedaviye cevap vermeyen hastalarda Lejyoner Hastalığı düşünülmelidir. Nasıl korunmalıdır? Bu ciddi ve ölümcül zatürrelerin önlenebilmesi için, bakterilerin bulunabileceği ortamların saptanması ve uygun şekilde dezenfeksiyonu çok önemlidir. Havalandırmam sistemlerinin su bulunan kısımları (soğutma kuleleri), su depoları, kapalı alanlardaki havuzlar, duş başlıkları ile bazı tıbbi aletler (nebülizatör, nemlendirici) bulaşıcılık açısından dikkatle konrtol edilmelidir. Acil durumlarda, suyun 70°C üzerinde ısıtılması ve muslukların, duş başlıklarının, basınçlı sıcak su ile 30 dakika süreyle yıkanması en çok başvurulan yöntemlerdir. En etkili temizleme yöntemi ise metalik iyonizasyon yöntemidir. Eskiden önerilen klorlama ise bugün artık terkedilmiştir, çünkü hem çok etkili bir temizlik sağlanamadığı gibi hem de pahalı ve kanser yapıcı etkisi olan bir yöntemdir. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Fobik anksiyete bozuklukları
-------------------------------------------------------------------------------- Genel olarak insanların ufak tefek takıntıları veya önemsiz korkuları vardır. Ancak bu korku ve takıntılar hayatı etkilemeye başladıysa, psikolojik bir sorun yaşanıyor demektir. Bu tür davranış bozuklukları, 'Anksiyete Bozuklukları'nın görülen biçimleri olabilir. Açıklanması zor korkular, sürekli elleri yıkamak gibi çeşitli takıntılar ve zorlanmalar, stres bozuklukları bunlar arasında gösterilebilir. Uzmanlar, 'çağımızın hastalığı' diye nitelendirdikleri fobik anksiyete bozukluklarını, 'Agorafobi, sosyal fobi ve özgül fobi' olarak üçe ayırıyor. Agorafobi'yi, 'Sokağa çıkma, cadde geçme korkusu ve evde yalnız kalamama' olarak açıklayan uzmanlar, Sosyal Fobi'nin, 'Kalabalık önünde konuşmaktan ve topluluk içine girmekten korkma, topluma karışmanın korku sebebiyle kısıtlanması', Özgül Fobi'nin ise 'Hayvan (köpek, kedi, fare, örümcek, yılan, tırtıl, böcek vb.) korkuları, karanlık, uçak, bir nesneye, bir duruma has korkular' olduğunu bildiriyor. Uzmanlar, Obsessif-Compulsif bozukluk kapsamına giren rahatsızlıkları ise, 'Takıntılı-zorlanmalı', 'Somatoform (bedensel biçimde)' ve Travma sonrası stres' bozuklukları olarak sıralıyor. Takıntılı-zorlanmalı bozukluk: Uzmanların belirttiğine göre, bu bozukluğun özelliği, kişinin gereksiz olduğunu bildiği halde yapmaktan kendini alamadığı hareketler gerçekleştirmesidir. Temizlenmediğini düşünerek ellerini ve tabakları yıkayıp durma, mikropludur diye kapı tutamaklarını ellememe, buna benzer çeşitli takıntılar ve zorlanmalar... Somatoform (bedensel biçimde) bozukluklar: Çeşitli hastalık korkuları, çarpıntılar, terleme, sıkıntı duyma, tansiyon yükselmesi, kriz korkusu, baş ağrıları, çeşitli organlarda ağrılar, uyku bozuklukları, değişik bedensel yakınmalar, uyuşmalar, ateş basmaları, boğuluyor gibi olma, soluk aldığı halde yeterli havanın gelmediği duygusu vb. Travma sonrası stres bozukluğu: Travmatik (yaralayıcı veya ölümcül) bir olay (Örneğin 17 Ağustos Marmara Depremi) yaşadıktan veya böyle bir tehditle karşılaştıktan ya da böyle bir olaya şahit olduktan sonra ortaya çıkan 'sıkıntılı kaygı' durumu. Bu bozuklukta, yaşananların tekrarlanacağına dair huzursuzluk, uyku bozuklukları, olaylara karşı ilgi azalması, duygusal küntleşme ama aşırı gerginlik ve sinirlilik, karabasanlar görülür ve kişinin hayatı bu durumdan etkilenir. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Performans Anksiyetesi
Performans anksiyetesi, cinsel yaşamlarında sorun yaşayan erkekler kadar kadınların da en büyük kaygılarından biri. Üstelik bu durumdan şikâyet eden kadınların sayısı hızla artıyor. Kaynağında da büyük oranda orgazm olamama korkusu yatıyor. Bu sorunun üstesinden nasıl gelinir? İşte cevapları... Cinsel yaşamda "performans anksiyetesi" denilince aklınıza ne geliyor? Erkeklerin ereksiyon sorunları üzerine duydukları kaygı mı? Yoksa, ön sevişme sırasında eşlerini tatmin edememe korkuları mı? Evet, cinsel yaşamda 'performans' denilince hep 'erkekler' geliyor aklımıza, değil mi? Ancak, bu kez konumuz erkeklerde değil, kadınlarda ortaya çıkan 'performans anksiyetesi'. 'Biz kadınların böyle bir sorunu yok ki?' demeyin. Bir düşünün bakalım. Örneğin, tek gecelik ilişkilerin hızla yayıldığı, çok eşliliğin daha çok tercih edildiği günümüzde, "kıyaslanma" kaygısına kapıldığınız olmadı mı hiç? Veya, orgazm sorunu yaşadığınızda, bir sonraki ilişkinizde "Ya, yine orgazm olamazsam" kaygısıyla ilişkiye başlayıp, aynı sorunla karşılaştığınız bir durum? Belki, siz bu kaygıların üzerinde pek fazla durmadığınız için cinsel yaşantınızda bir sorun yaşamıyor olabilirsiniz. Ancak, günümüzde pek çok kadın artık 'performans anksiyetesi'nden yakınıyor. Peki, kadınlar cinsel yaşamlarında ne zaman performans kaygısı taşıyorlar ve bu kaygılarından nasıl kurtulabilirler? Acıbadem Hastanesi Cinsel İşlev Bozuklukları Merkezi'nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Cem İncesu, kadınlarda ortaya çıkan 'performans anksiyetesi' üzerine bilinmesi gereken her şeyi sizler için anlattı. Gelelim, performans anksiyetesinin oluşma nedenlerine... Uyarılma ve orgazm sorunu Uyarılma ve orgazm güçlüğü, performans anksiyetesinin en önemli nedenlerinden birini oluşturuyor. Anatomik sorun, diyabet, koroner kalp hastalıkları gibi fiziksel sorunlar ya da psikolojik kökenli sorunlar, orgazm güçlüğüne yol açabiliyor. Bunların yanı sıra, kadının yeterli cinsel deneyimi olmaması, dikkatini cinsel ilişkiye verememesi veya partneri tarafından şu ya da bu nedenle yeterince uyarılamaması da beraberinde orgazm güçlüğünü getiriyor. Orgazm sorunu yaşayan kadında bir süre sonra olumsuz beklenti, yani 'Yine orgazm olamayacağım'kaygısı ortaya çıkmaya başlıyor. Bu durum bazen şiddetli boyutlara ulaşarak 'takıntıya' dönüşebiliyor. Kadının orgazma ulaşmasında sadece partnerinin dokunuşları yeterli gelmiyor. Aynı zamanda vajinal bölgesine yeterli düzeyde kanın ulaşması gerekiyor. Ancak, kadın çeşitli nedenlerden dolayı orgazm olmakta güçlük çektiğinde, stres devreye giriyor ve bu sorun karşısında vajinal bölgede kanlanmayı engelleyen 'adrenalin' hormonu salgılanmaya başlıyor. Bunun sonucunda, kadın yine orgazm olmakta güçlük çekiyor. Yani, bir kısırdöngü oluşmaya başlıyor. Vajinismus Vajinismus, pek çok kadının karşı karşıya kaldığı bir sorun. Öyle ki, ülkemizde cinsel terapi merkezlerine en sık başvurma nedenini oluşturuyor. 'Vajinismus', vajinal bölgedeki kasların kasılarak cinsel birleşmeyi engellemesiyle karakterize edilen bir hastalık. Bu hastalık kadınlarda da, performans anksiyetesine zemin hazırlayan bir diğer önemli unsuru oluşturuyor. Ancak vajinismus şikâyetinde performans anksiyetesi ön plana çıkmıyor. Çünkü vajinismus sorunundan yakınan kadın, her cinsel ilişki öncesinde 'Yine başarılı olamayacağım' kaygısıyla atağa girse de, "korku" ya da "acı hissi" daha ön plana çıkıyor. Eşlerin ereksiyon sorunu Performans anksiyetesi, eşleri "erektil disfonksiyon" sorunu yaşayan kadınlarda da gelişiyor. Bu sorun genellikle cinsel yaşamla ilgili "mitlerden", yani yanlış inançlardan kaynaklanıyor. Toplumda çok yaygın görülen bir inanışa göre, erkeğin ereksiyon sorunu yaşaması, tahrik olamadığına işaret ediyor. Bunun sorumlusu olarak da, onu tahrik edemediği düşünülen kadın gösteriliyor. Ülkemizde çok yaygın olan bu yanlış inanç yüzünden, eşleri ereksiyon sorunu yaşayan kadınlar, öncelikle kendilerini sorumlu tutuyor. Erkeğin ereksiyon sorunu devam ettikçe de, kadında bir süre sonra takıntı oluşmaya başlıyor. Öyle ki, kadın önsevişme öncesinde bile 'Sertleşme olacak mı, olmayacak mı?', 'Onu tahrik edecek miyim, edemeyecek miyim?' kaygısını duymaya başlıyor. Sürekli bu kaygıyla yaşayan kadında da bir süre sonra cinsel isteksizlik ve işlev bozukluğu gibi sorunlar oluşmaya başlıyor. Kıyaslanma korkusu Artık kadınların da cinsellikte her şeyi erkekten bekleyip, pasif bir tutum takınmaları devri geride kaldı; özellikle de genç kuşaklarda. Günümüzün erkekleri, cinsel yaşamda artık daha aktif ve katılımcı bir kadınla birlikte olmayı tercih ediyor. Bu beklenti aslında sadece erkeklerde değil, aynı zaman kadınlarda da çok sık görülmeye başlandı. İste, bu beklentilerin yayılmasıyla birlikte performans anksiyetesi de daha sık ortaya çıkıyor. Çünkü günümüzün modern kadını, ön sevişmeden tutun da oral sekse, eşin ereksiyonundan boşalmasına kadar her aşamada 'mutlu' ve 'uyumlu' bir cinselliğin yaşanmasında kendilerinin de sorumlu olduklarının bilincinde. Öyle ki, 'Tartışmamızın nedeni, cinsel yaşantımızda bir sorun oluştuğuna mı işaret ediyor?" diye düşünmeye başlayan kadınların sayısı da hızla artıyor. Cinsel yaşama daha aktif giren kadın, zevk almaya başlayınca da, doyuma ulaşması gerektiğinin bilincine varıyor ve doğal olarak erkeklerden daha fazla performans bekliyor. Günümüzde çok eşliliğin ve günlük ilişkilerin artması da, beraberinde kıyaslanma korkusunu getiriyor. Çünkü insanlar artık tek eşlilikten uzaklaşmaya başladıkları için, birlikte oldukları partnerlerini diğerleriyle kıyaslamaya başlıyor. Kaygısız bir cinsel yaşam için... Performans anksiyetesi nedeniyle cinsel terapi merkezine başvuran çiftler olmasa da, cinsel işlev bozukluklarının ardında bazen bu sorun ilk sırada yer alıyor. Doç. Dr. Cem İncesu, cinsel işlev bozukluğuyla başvuran çiftlerde performans anksiyetesi tespit ettiklerinde, bu soruna yönelik tedavi uyguladıklarını belirtiyor. Bu sorun karşısında öncelikle "performans anksiyetesini" çözmeye yönelik ev ödevleri ve egzersizler veriliyor. Çünkü, sorun çözülmedikçe, çiftin asıl başvurma nedeni olan 'erektil disfonksiyon' ya da 'orgazm bozukluğu' gibi şikayetler ortadan kalkmıyor. Performans anksiyetesi bir çeşit 'takıntı' olduğu için tedavisi uzun uğraş ve zaman gerektirebiliyor. Tedavide, psikoterapiden çok, 'ev ödevleri' ve 'egzersizler' daha ön plana çıkıyor. Çünkü kişi bunu takıntı haline getirdiği için siz ne söylerseniz söyleyin, deneyimlerine odaklanmış oluyor. Dolayısıyla, tedavide temel prensip, kişiye takıntılarının tersi olan deneyimlerin yaşatılması. Örneğin, erektil disfonksiyon sorunu yasayan erkeklerin en büyük korkularından biri, cinsel birleşme sırasında ereksiyonlarını kaybetmeleri. İşte, bu noktada çiftlere cinsel birleşmeye girmeleri yasaklanarak, sadece ilişkiden zevk almaları isteniyor. Bunun sonucunda erkek cinsel birleşmeye değil, sadece zevke odaklandığı için ereksiyon sorunu ortadan kalkıyor. Böylesi bir paradoks yaşatmak, cinsel işlev bozukluklarında çok güçlü bir etki yaratıyor. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Uyumlu cinsellik
Zaman ne kadar hızlı ilerlese ve modern anlayış yerleşse de kulaktan kulağa yayılan bazı bilgiler varlığını hala koruyor. Ancak çoğu yanlış bilgiden başka bir şey ifade etmeyen bu hurafeler, cinselliğe dair olursa, bakın nasıl hatalar yapılıyor? "Limon yedi, kızlık zarı esnek kaldı", "Oral seks hamile bırakır", "Mastürbasyon, erkeklerde güç kaybına ve kısırlığa neden olur, kadınların da bakireliğini bozar", "Cinsel ilişkiden alınan zevk, penisin boyutuyla doğru orantılıdır" vb... Ne mutlu ki, günümüzün modern kadını, bu inanışların ne denli yanlış olduğunun artık bilincinde! Öyle ya, kim oral seks yaparken hamile kaldı?! Ya da kim sevgi dolu sözcükler ve duygu yüklü dokunuşlarla zirveyle tanışırken partnerinin penis boyutunu sorun yaptı?! Veya düzenli olarak mastürbasyon yaptığı için kısır kalan bir erkek tanıyor musunuz? Tabii ki, hayır! Yıllarca doğruluğuna inandığımız pek çok düşüncenin aslında hurafeden başka bir şey olmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ancak cinsel yaşantımızla ilgili bazı soruların yanıtlarını hala bulamadık. Örneğin; erkeklerin aldatma nedeni 'genleri' mi, yoksa bu, çapkınların uydurduğu bir bahane mi? Peki, ya mastürbasyon ve erotik fantezilerin ardında yatan gerçek nedir? Artık partnerimizi sevmediğimizin bir göstergesi olabilir mi? Biz de, bu yazımızda size, cinsel yaşam üzerine söylenen 6 yanlışı ortaya çıkarmak ve doğrularını tüm çıplaklığıyla gözönüne sermek için yatak odasını büyüteç altına aldık! YANLIŞ 1 Kadınlar genetik olarak sadakate, erkekler ise aldatmaya programlanmıştır. Bu cümle, tüm Kazanovaların bir bahanesi mi, yoksa biyolojik bir gerçek mi? Pek çok bilim adamı, aldatmanın kalıtımsal olabileceği olasılığı üzerinde duruyor! Bu görüşü benimseyen uzmanların teorisine göre, erkekler için önemli olan 'nicelik'! Yani erkekler, soylarının devam etmesini sağlamak amacıyla içgüdüsel olarak mümkün olduğunca çok kadını hamile bırakmak istiyor. Kadınlar ise tam aksine, cinsel yaşamlarında 'niteliği' ön planda tutuyor! Onlar, özenle çocuklarına baba olabilecek en iyi genetik materyali bulmak için cinselliği yaşıyor. Dolayısıyla erkekler, biyolojik çağrılarına uyarak çok sayıda kadınla ilişkiye girerken, kadınlar ise monogomide ısrar ediyor. Aile terapisti Terry Burnham, "Genlerimiz" adlı kitabında, bu görüşün neden doğru olmadığını şöyle açıklıyor: 'Biz, çocuğumuzun sorumluluğunu alabilmek için biyolojik olarak uzun süre tek bir partnerle yaşamaya programlandık. Ama monogaminin genetik olarak kodlanmış olması, ne kadınlar ne de erkekler için geçerli olabilir! Zaten son zamanlarda yapılan araştırmalar da bu görüşü destekliyor. Öyle ki, araştırmalara göre; kadınların yüzde 42'si yaşamlarının bir döneminde eşlerini aldatmışlar! Erkeklerin yüzde 46'sının sadakatsiz olduğunu düşünecek olursak, kadınların da aldatmaya meyilli olduğu apaçık ortada!' Tabii bu rakamlar, yabancı ülkelerdeki kadınlar için geçerli! Ancak uzmanlarımıza göre, ülkemizde eşlerini aldatan kadınların sayısı da gün geçtikçe artıyor. O halde, kadınların monogomiyi benimsediği nereden çıktı? Yanıtı, çok basit! Kadınlar, yüzyıllar boyunca cinsel arzularını hep gizlemek zorunda kaldı. Bunun en önemli nedeni de toplum baskısıydı. Bir başka neden de kadınların, ekonomik olarak erkeklere bağımlı olmaları ve evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalma korkularıydı. Ancak günümüzün modern kadını, ekonomik özgürlüğünü eline aldı, doğum kontrol yöntemleri konusunda aydınlandı ve toplum için değil, öncelikle kendisi için yaşamanın gerekli olduğunun farkına vardı! Dolayısıyla cinselliğini de korkusuzca yaşamaya başladı! DOĞRU 1 Sadakatsizliğin genlerle pek ilgisi yok aslında. Aldatmanın en önemli nedeni, hiç kuşkusuz, yeni bir maceraya doğru yol almak; heyecan, korku ve tutkunun cazibesine kapılmak. Günümüzün kadınları da artık ilişkilerinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda, erkekler kadar olmasa da macera peşinde koşabiliyor! YANLIŞ 2 Mastürbasyon yapan, eşinden hoşnutsuzdur. Yatakta tek başına... İşte, konuşulması adeta tabu olan bir konu! Öyle ya, kim mastürbasyon yaptığını çevresiyle paylaşabilir ki! Peki, ya partnerimizin zaman zaman yatakta tek başına cinselliği yaşadığını fark ettiğimizde? İşte o an beynimizi bir kurt kemirmeye başlıyor adeta! "Artık beni çekici bulmuyor mu?","Başka bir kadın mı var?" düşüncesi, hemen paniğe kapılmamıza neden olur! Oysa korkmaya hiç gerek yok! Çünkü mastürbasyon, partneriniz için aslında bir gevşeme yönteminden başka bir şey değil. Yapılan araştırmalar, erkeklerin yüzde 92'sinin ve kadınların yüzde 60'ının yaşamlarının bir döneminde en az bir kez mastürbasyon yaptıklarını ortaya koyuyor. Peki, tek başına seks yapmak neden daha cazip gelebiliyor? Şöyle açıklanabilir... Nihayet kendinizle ve fantezilerinizle başbaşa kalabildiniz. Partnerinizin ihtiyaçlarını düşünmeden, onun tepkilerine konsantre olmadan, özgürce, istediğiniz gibi hareket edebilirsiniz! Araştırma sonuçlarına göre, kadınların yüzde 83'ü mastürbasyonla orgazma ulaşıyor. Bunun aksine, partneriyle cinsel ilişkiye giren kadınların zirveye ulaşma oranı ise sadece yüzde 29. Eee, hal böyle olunca da zaman zaman tek kişilik heyecanı yaşamanın ne zararı olabilir ki! Üstelik kendini tatmin etmek, cinsel açlığa işaret etmiyor; hatta yatakta her şeyin yolunda gittiğini kanıtlıyor! Nitekim seksologlar, düzenli bir cinsel yaşamın libidoyu kışkırtarak cinsel isteği arttırdığı görüşünde. DOĞRU 2 Ara sıra yaşanan 'tek kişilik heyecan' sizi korkutmasın. Üstelik mastürbasyon yaparken edindiğiniz tecrübeler ve fantezilerinizden ikili ilişkilerinizde de yararlanabilirsiniz. Cinsel yaşantınıza daha fazla heyecan katmak fena mı olur? YANLIŞ 3 Başkalarıyla erotik fantezi kuran, partnerine aşık değildir Kesinlikle doğru değil! Araştırmalara katılan pek çok erkek, Julia Roberts ile yatağa girmeyi hayal ettiklerini, kadınlar da aynı şekilde, düşlerinde Brad Pitt ile seviştiklerini belirtmiş. Hadi itiraf edelim, belki barda karşılaştığımız karizmatik bir genç, belki de evimize servis getiren güleç yüzlü pizzacı... Hangimiz düşüncelerimizde kaçamak yapmadık ki? Bu, eşimizin artık bize yetmediğinin bir işareti olabilir mi? Olağan durumlarda tabii ki hayır! Fantezi kurmak, düşüncelerimizde çeşitli rollere girmemizi ve pratikte yapamadıklarımızı teorik olarak uygulayabilmemizi sağlar. Ara sıra zihinde yaşanan kaçamaklar ise hem kendinizin hem de partnerinizin cinsel arzusunu kamçılayabilmeniz için en iyi metot aslında. Ancak bu bir süre sonra zorunluluğa dönüşmemeli! Eğer iş yerindeki arkadaşınızı düşünmeden partnerinizle sevişemiyorsanız, o zaman durum değişir! Bu, cinsel yaşantınızda ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığınızın bir işareti olabilir. DOĞRU 3 Heyecan dolu fanteziler, cinsel birlikteliğinizin daha tutkulu yaşanmasını sağlıyor. Rutinleşen cinsel yaşantınız yeniden renkli ve uyumlu bir birlikteliğe dönüşüyor. YANLIŞ 4 Aldatmak ilişkinin sonudur! Gözyaşları, bağrışmalar, isyan ve kin... Ama ilişkiye nokta koymak için gerçekten yeterli bir neden mi sizce? Üstelik aldatmanın aslında doğamızda var olduğunu biliyorken... Bazen yasakların ne kadar çekici geldiğinin farkındayken... Nedeni ne olursa olsun, aldatmak kabullenilmesi zor bir durum! Ama bunu büyük bir drama dönüştürmenin gereği var mı? Çevrenizde, bu sorunu aşarak yeniden tek bir kalp ve tek bir ruh olmayı başaran pek çok çift var. Peki, bunu başarmanın formülü ne olabilir? Eğer ilişkiniz her konuda iyi gidiyorsa, aldatmayı, anlık olarak gelişen yanlış bir adım olarak değerlendirebilirsiniz. İyi giden bir ilişkide, bu istenmeyen durum, problemlerin aşılmasını sağlayabilir. Bu yüzden karşılıklı konuşmayı deneyin ve ilişkinizi gözden geçirin. Aldatılan taraf sizseniz, aşmanız gereken büyük bir sorun var; o da partnerinize yeniden güven duymak! Eskisi gibi aynı değeri vermeyi başarır, kızgınlık ve acıyı yener, ona biraz olsun anlayış gösterirseniz, ayrılmanız için bir neden yok aslında. Ama ilişkinizde uzun zamandır sorun yaşıyorsanız, o zaman sevinin; çünkü nihayet ayrılmak için bir nedeniniz var demektir! DOĞRU 4 Yıpratıcı da olsa, aldatılmak herkesin başına gelebilir. Ancak eşiniz sizi sık sık aldatıyorsa, onu affederek boşuna kürek çekiyorsunuz. Siz en iyisi, biraz cesaret ve biraz da kararlı adımlarla yeni bir yola doğru yelken açın! YANLIŞ 5 Partnerinizi seviyorsanız, yatakta ne istediğini bilirsiniz! Kesinlikle doğru; ancak gerçek yaşamda değil, filmlerde! Herkes filmlerdeki kadar uyumlu ve eğlenceli bir cinsel ilişki yaşamak istiyor. Yakışıklı bir erkek, güzel bir kadına aşık oluyor ya da tam tersi. Bu ikili yatakta olduğu sürece izlediğimiz tek şey, bulutların üzerinde uçan ikili. Üstelik de hiç konuşmadan! Peki, ya gerçek yaşamda cinsel birliktelik aynı uyum ve keyifle mi yaşanıyor? Durum, hiç de filmlerdeki gibi değil ne yazık ki! Kelimelerin yer almadığı cinsel yaşam, insanı genellikle bulutların üzerinde filan uçurmuyor! Çünkü sevgi, partnerinizin neyi sevdiğini, nelerden nefret ettiğini bilmenize yeterli gelmiyor. Cinsel ilişki sırasında birbirinizle konuşmayı deneyin. Böylece kelimelerin gücüyle partnerinize pek çok şey öğretebilirsiniz. Oysa yatakta adeta sessiz film oynayan ikili, zevkin doruğuna ulaşmaktan mahrum kalma riskiyle karşı karşıya kalabilir! DOĞRU 5 Çoğumuz yatakta kelimelerin gücünün farkında değiliz maalesef! Siz siz olun, uyumlu bir cinsel ilişki için kendinize engeller koymadan, sıkılmadan, ona nelerden hoşlandığınızı açıkça ifade edin. Kullandığınız kelimeler ve ses tonunuzun partneriz üzerinde adeta afrodizyak etkisi yaratacağını da unutmayın! YANLIŞ 6 Erkek sevişmiyorsa, alarm sinyalleri çalıyor demektir! "Beni rahat bırak, başım ağrıyor" Partnerinizin dudaklarından süzülen bu kelimeler, alarm sinyalleri veriyor! Onun bu isteksizliğinin altında mutlaka ciddi bir problem yatmalı. Çünkü size göre, yatakta sadece kadınların başı ağrır, erkeklerin değil! Ona, seksoloğa gitmeyi teklif etmeden önce biraz düşünün! Çünkü büyük bir olasılıkla terapiler hoşuna gitmeyecektir. Ayrıca sadece sizin değil, partenirinizin de aklını pek çok şeyin meşgul edebileceğini düşünün. Evet, siz yoğun iş temposu, alışveriş, ev işlerinin sorumluluğu derken aklınızı pek çok şeye birden vermek zorunda kalıyor olabilirsiniz. Peki, ya partneriniz? O da iş projeleri, maddi endişeler ya da arkadaşıyla yaşanan sorunlar altında eziliyor olabilir! Bu durumda, doğal olarak cinsel yaşam, onun hayatında ilk sıralarda yer almayabilir. Ama bu, sizin cinsel çekim gücünüzün azaldığı anlamına gelmez! Yapılan araştırmalar da erkeklerin zaman zaman cinsel soğukluk yaşayabileceğini destekliyor zaten. Öyle ki, araştırmalara göre erkeklerin yüzde 22'si ara sıra cinsel ilişkiye karşı isteksizlik duyuyormuş. Partneriniz yatakta buz kesildiğinde ne yapmanız gerektiğine gelince... Güzel bir masaj, mum ışığında bir akşam yemeği, evde birlikte izlenen bir komedi filmi, partnerinizi biraz olsun rahatlatacaktır. Mumlar, tütsüler ve kırmızı şarap eşliğinde yapılan köpüklü banyo keyfi de eşinizde adeta afrodizyak etkisi yaratacaktır. Deneyin, pişman olamayacaksınız! Ancak, tüm çabalarınıza rağmen cinsel yaşama olan isteksizliği hala devam ediyorsa, en sevdiği iç çamaşırlarınıza bile sırtını dönüyorsa, o zaman durum ciddi demektir! DOĞRU 6 Hepimiz zaman zaman çeşitli sorunlar altında eziliyor, cinsel soğukluk yaşayabiliyoruz. Dolayısıyla partneriniz de içinde bulunduğu sıkıntılı durumu bazen yatak odasına taşıyabilir. Ancak artık televizyon karşısından ayrılmıyor ve yatağa girer girmez size sırtını dönmeye başlıyorsa, bir uzman yardımı almayı düşünün. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Araç tutması
Tatil hepimizde güzel anılar, dinlence ve keyif çağrıştırır. Yaz tatilinde yaşadığımız mekânlardan uzaklaşıp Ege ya da Akdeniz kıyılarına atarız kendimizi. Bazılarımız için ise yol araç tutması nedeniyle bitmek bilmez bir işkence haline dönüşüverir. Hep mavi yolculuk yapmak ister ancak deniz tutar korkusuyla cesaret edemeyiz. Tıpta araç tutmasına hareket hastalığı adı verilmektedir. Öncelikle neden olduğu konusunda bilgi vermek ve neler yapabiliriz konusunda bilgilendirmek tatil öncesinde yola çıkmadan yararlı olacak düşüncesindeyim. Hareket hastalığı değişik yönlerde ivmelenmeye bağlı gelişen ve ciddi bir hastalık olmamakla birlikte kişiyi rahatsız eden bir bozukluktur. Her yıl iki milyon kişi bu nedenle doktora başvurmaktadır. Bazı kişiler, uçağa, arabaya ve en çok da deniz taşıtlarına bindiklerinde baş dönmesi, mide bulantısı hatta kusmadan yakınırlar. Tıp dilinde bu yakınmaları özetleyen ‘vertigo’ terimi Latince kökenli olup ‘dönmek’ anlamına gelmektedir. Sersemlik, vertigo, hareket hastalığı denge algılarıyla ilgili sorunlardır. Denge duyusu, iç kulak, gözler, derin duyular, kaslar ve eklemler ile merkezi sinir sistemi arasındaki karmaşık ilişki sonucunda oluşur. Hareket hastalığı bulguları merkezi sinir sisteminin diğer sistemlerden birbiri ile çelişen iletiler alması ile ortaya çıkar. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
'Güneş çarpması' öldürüyor
-------------------------------------------------------------------------------- 37 dereceye kadar normal olan vücut ısısı, çok sıcak havalarda ve rutubetin arttığı durumlarda 40-41 dereceye kadar yükselebiliyor. Bu durum hücrelerde özellikle de beyin hücrelerinde tahribat yapıyor. Aşırı sıcağa maruz kalan bir kişinin, beynindeki ısı ayarlama merkezinin fonksiyonu bozuluyor ve 'güneş çarpması' denilen ciddi sağlık sorunu ortaya çıkıyor. Bu sebeple, sıcak çarpması belirtilerine karşı uyanık olunması ve alınan tedbirlerle hasta düzelmezse doktora haber verilmesi, büyük hayati önem taşıyor. Uzmanların belirttiğine göre, ilerlemiş sıcak çarpması çok tehlikeli olup tedavi edilse bile hastaların yüzde 20'si ölüyor. İyileşenlerin ise sinir sisteminde kalıcı hasarlar oluşabiliyor, denge ve koordinasyonlarının normale dönmesi aylar alıyor. İlk belirtiler görüldüğünde teşhis konur ve şuur kaybından önce tedaviye başlanırsa iyileşme şansı oldukça yüksek. Sıcak çarpmasının ilk belirtilerini, 'Çok yüksek ateş (40-41 derece), terleyememe, komaya kadar giden sinir sistemi bozuklukları, halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi, kusma-bulantı, nabız hızlanması ve cildin kuruması' olarak sıralayan uzmanlar, 'Algılama ve koordinasyon yeteneğinin azalması, görme netliğinin bozulması, göz çukurlarının belirginleşmesi ve bilincin kaybolması' gibi ileri belirtiler ortaya çıkar çıkmaz derhal doktor çağırılması gerektiğini kaydediyor. Uzmanlar, böyle bir vakayla karşılaşıldığında, hastanın hemen serin ve hava akımı olan bir yere alınması gerektiğini ifade ederek, "Sıkı giysileri gevşetilmeli. Hastanın solunumu kontrol edilmeli (Gerekirse hava yolu açılıp suni solunuma başlanmalı). Hasta su veya vantilatörle soğutulmaya çalışılmalı. Ateşi 39 dereceye düşünceye kadar soğutma işlemine devam edilmeli. Acil olarak hastaneye götürülmelidir" önerisinde bulunuyor. Mecburiyet olmadıkça, güneş sıcaklığının en belirgin olduğu 11.00-15.00 saatleri arasında dışarıya çıkılmaması gerektiğini vurgulayan uzmanlar, özellikle çocuklar, yaşlılar, kalp ve şeker gibi kronik hastalığı olanların buna özellikle dikkat etmeleri gerektiğini bildiriyor. Uzmanlar, aşırı sıcaklarda bol sıvı ve mineral içeren içecekler tüketilmesi gerektiğini belirterek, "Kalp hastalığı veya hipertansiyonu olup tuzsuz diyet alan kişiler dışında gıdalarla tuz alımı arttırılmalıdır. Tuz kısıtlaması olanlar ise sıvı ve tuz kaybı yönünden çok dikkatli olmalıdır. (Susamamış olsanız bile sık sık su için çünkü susamak vücudunuzun su ihtiyacını belirten güvenli bir işaret değildir.) Alkollü içecekler kullanmayın. Hafif yemekler, sulu yiyecekler (meyve, salata, çorba vb.) yenmeli. Yağlı ağır yemeklerden ve tıka basa yemekten kaçınılmalı" diyorlar. İnce, açık renk ve bol giysiler giyilmesi gereğine de işaret eden uzmanlar, "Giysiniz güneş ışığının sizi yakmasını önlesin ama terletip su kaybettirmesin. Geniş kenarlı şapka giyin, yüzünüz doğrudan güneş altında kalmasın. Sık sık duş yapıp serinlemeye çalışın. Dışarıda aktif olarak çalışması gerekenlerin mümkün oldukça güneş altında korunmasız kalmamaya, ağır eforlardan kaçınmaya ve sık sık, bol bol sıvı tuzlu gıdalar almaya daha çok dikkat etmeleri gerekir" ifadesini kullanıyor. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Oral sex
Oral seks bir kişinin cinsel organlarıyla diğer kişinin ağzı arasındaki temasla olan ilişkidir. Ağız ve cinsel organlar vücudun kolayca uyarılabilen erojenik bölgeleridir.Ve temas haline geçmeleri de kişilere zevk verir.Bütün memelilerde karşı cinslerin birbirlerini ağız yoluyla uyarması vardır denilebilinir.(mesela erkek köpeğin dişinin vajenini koklaması ve yalaması gibi,atlardada erkeğin çiftleşmeden önce dişinin vajenini yalayarak dişiyi ilişkiye hazır hale getirdiği görülür ) Neden oral seks: - ağızın ve cinsel organların hassas erojen bölgeler olması,ve birbirlerine verdikleri uyarının ve zevkin yoğun olması bu buluşmayı kaçınılmaz yapmaktadır. - En önemli avantajlarından bir taneside gebeliğe neden olmaması yüzünden çiftler tarafından rahatlıkla kullanılmaktadır. - Bakireliğin önemli olduğu toplumlarda bu yolla bakirelik korunmuş olmaktadır. - Erkek te veya kadın da kendi cinsel organını partnerinin ağzında görmekte bir haz yaratmaktadır. Kadının erkek cinsel organını ağzıyla uyarması: Felliato; latinca fellare (emmek) fiilinden türemiştir.Erkek cinsel organlarını yalamak,emmek,öpmek anlamında kullanılır. Erkeklerin tamamına yakını penislerinin emilmesinden ve bu şekilde boşalmaktan hoşlanırlar.Kadınların bir kısmıda partnerlerini bu şekilde uyarmaktan ve boşaltmaktan hoşlanır. Kadın erkeğini ağzıyla uyarırken genelde onun nasıl hoşlandığını sorar veya yaptığı hareketlere dikkat ederek hangilerinden daha fazla zevk aldığına dikkat ederek kendini yönlendirir.Aynı zamanda ellerinide penis etrafına sararak daha fazla uyarı sağlayabilir .Dikkat edilmesi gereken dişlerin penise acı veya zarar vermemesidir.Kadın partnerini bu şekilde boşaltabilir veya yeterli uyarı sağladıktan sonra cinsel ilişkinin başka biçimlerien geçebilirler. Kadın isterse erkeğin spermlerini yutabilir, erkekler bundan inanılmaz psikolojik haz duyarlar , sperm yutmakla hamile kalınmaz . Normal koşullarda sağlıklı bir erkekte sperm hastalık taşımaz. Kadında veya erkekte bulaşıcı bir hastalık varsa bu oral seks sırasında bulaşabilir. Erkeğin kadın cinsel organını ağzıyla uyarması: Cunnilingus; latince cunnus - vulva(kadın da vajen dudakları) ve lingere:yalamak anlamındadır. Erkeğin kadın cinsel organlarını yalaması ve emmesi anlamında kullanılır .Kadının özellikle klitorisi öpmeye,yalamaya ve emmeye aşırı derecede duyarlıdır.Erkek kadının vajen girişini,vajen dudaklarını,klitorisi yalayarak onu uyarır,cinsel birleşmeye hazırlar veya bu şekilde boşaltabilir ,veya ilişki öncesi birkaç kez bu şekilde boşaltarak daha sonra ilişkiye girebilirler.Cinsel ilişkide erkeğin kadın boşalmadan boşaldığı durumlarda kadını bu şekilde boşaltabilir.ve erkek sertliğini kaybedip ilişkiye devam edemediği zamanlarda kadını bu şekilde rahatlatabilir. Erkekte kadının nasıl hoşlandığını sorabilir ve ona göre yönlenebilir gene dikkat edilmesi gereken nokta dişlerin kadına zarar vermemesidir. Vajene hava üflemek gibi şeylerede kadına ağrı veya acı verebilir. Uyarı sırasında kadının vajeninde ıslanma artmakta vajenden sallgılana sıvılar dışarı doğru gelmektedir, normalde bunlar zararsız ve mikrop taşımayan sıvılardır ve erkeğe yutması halinde dahi zarar vermeze (eğer bir enfeksiyon yoksa) oral seks öncesi kadını vajen daha temiz olsun diye vajen içinin sabunla yıkaması vajene zarar verebilir kayganlaşmayı zorlaştırır. ## Normal yani akıntısı olmayan bir kadının kendine has bir vajen kokusu vardır, bu kokuya ''kasolet'' adı verilir ve bu koku erkeklere çekici ve cinsel uyarıcı gelir, bazı kadınlarsa tam tersini düşünür, erkeğin bundan rahatsız olacağı fikrine kapılırlar , bu gereksiz ve yersiz bir endişedir.Yapılmaması gereken bir şeyde o kısımlara sprey sıkmak veya parfüm sürmektir, hem oranın yapısını bozar hem de erkeğe acı bir tat verir. Vajene bir şey sokulmadan yapılan oral seks bakirelerde kızlık zarına zarar vermez. Her aydaki gebe kadına da oral seks yapmanın ne bebeğe nede çiftlere zararı yoktur, eğer düşük veya heyecanın doktor tarafından yasaklandığı özel bir durum yoksa tabiiki. Kişiler oral sekste birbirlerine daha fazla zevk veren pozisyonları bulup geliştirebilirler. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
'Dalmak' için nelere dikkat etmeli?
-------------------------------------------------------------------------------- Dalgıçlık, günümüzde 'dalma donanımı' ve bir ekiple yapılan gözde bir spor ve hatta bir meslek oldu. Ancak dalgıçlık dikkat edilmezse tehlikeli bir spor olabilir. Denizlerin derinlikleri yüzyıllardan beri insanların ilgisini çekmiştir. Geçmişte daha çok nefes tutularak yapılan dalgıçlık, günümüzde 'dalma donanımı' ve bir ekiple yapılan gözde bir spor ve hatta bir meslek olmuştur. İnsanlar hiç bir alet kullanmadan 20-40 metre derine dalabilmektedirler, ancak 30 metreden daha fazla derine inme ciddi tehlikeler de beraberinde getirir. Nefes almayı, görmeyi sağlayan ve vücut ısısının düşmesini önleyen dalma donanımı ile çok daha derinlere inmek mümkündür, ama bu dalışların ölüme kadar gidebilen çok ciddi tehlikeleri olduğu unutulmamalıdır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim küçükusta, son yıllarda giderek daha çok insan tarafından yaygın olarak yapılan bir uğraş haline gelen dalgıçlık, dalma ile ilgili sağlık problemleri ve kazaların da armasına yol açtığına dikkat çekiyor. Bunların çoğu, dalgıçlık konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmayan acemi kişilerde görüldüğünü ifade eden Küçükusta, "İyi eğitim almış tecrübeli dalgıçlarda da zaman zaman çeşitli problemler ortaya çıkabilmektedir" dedi. Dalmaya bağlı sağlık sorunlarının çoğu panik, yorgunluk, alkollü olarak dalma ve dalma donanımının yetersizliğinden kaynaklanır. Dalmaya bağlı sağlık sorunlarını 5 başlık altında toplayabiliriz: -Mekanik hasarlar -Azot narkozu -Akciğer yırtılması -Hava embolisi -Dekompresyon hastalığı MEKANİK HASARLAR Derine inildikçe çevre basıncı artar ve bu basınç değişikliği vücut dokuları ve sıvılarına da yansır. Üst solunum yolları infeksiyonu, sinüzit ve orta kulak iltihabı olanlarda, hava içeren kulak ve sinüs boşluklarında negatif basınç gelişerek burada kan ve sıvı toplanmasına neden olur. Şiddetli ağrıya neden olan bu durum, deneyimsiz bir dalgıçta şaşkınlık ve paniğe neden olur.Bundan dolayı, kulak hastalıkları ve sinüzüti olanlar bu rahatsızlıklarını tedavi ettirmeden asla dalmamalıdırlar. Dış kulak yolundaki hava sıkıştıkça, soğuk su kulak yoluna girerek kulak zarını etkiler ve baş dönmesine neden olur. Orta kulaktaki havanın sıkışması durumunda ise, kulak zarı içeri doğru çöker, ağrı, işitme kaybı ve huzursuzluğa yol açar. Bu şikayetler, kapalı gırtlağa karşı nefes verme çabası (ıkınır gibi yaparak) ile düzeltilebilir. Dalgıçlarda en sık rastlanan tablo orta kulak baro-travmasıdır. Belirtileri, basınç hissi, giderek artan işitme kaybı ve baş dönmesidir. Kulak zarı birden yırtılabilir ki, o zaman da ağrı tamamen geçer. Her iki kulaktaki basınç artışlarının farklı olması ise, bulantı, kusma ve şaşkınlık haline neden olur. Bu durum, suyun akciğerlere kaçması ve boğulmaya kadar gidebilir. AZOT NARKOZU Derinlere indikçe akciğerlerdeki azot gazı basıncı artar ve azot akciğer damarlarına geçerek kanla tüm vücuda dağılır. Azot daha çok yağlı dokularda depolanır. Azot depolanan dokunun hacmi hafifçe artar. Bu artış sinir zarlarında olduğunda çok önemlidir, çünkü buradaki azot miktarı fazlalaştıkça sinir iletisi de bozulmaya başlar ve giderek de tamamen kesilir. Komprese edilmiş hava ile dalanlarda, sinir iletisindeki bozulma 20 metreden itibaren kendini gösterir ve 45 metrenin altında da tehlike başlar. Azot narkozu birkaç dakika içinde gelişir ve dalgıç tarafından her zaman farkedilmeyebilir.Dalan kişide sarhoşluk, dalgınlık, umursamazlık hali vardır ve giderek şuur kaybı gelişir. Böyle bir durum hissedildiği zaman, dalgıç hemen 45 metrenin üzerine getirilmeli ve hava yerine helyum-oksijen gazları karışımı solutulması gerekir. Böyle kişilerin doğrudan hemen su yüzeyine çıkarılması sakıncalıdır. AKCİĞER YIRTILMASI Dalmanın en ciddi ve en sık rastlanan zararlarından biridir ve birkaç metrelik derinliklerde bile meydana gelebilir. Daha çok, panikleyen ve hızla yukarı çıkarken nefeslerini tutan deneyimsiz dalgıçlarda rastlanan bir durumdur. Tüm deneyimli dalgıçlar, serbest çıkışlarda sürekli olarak nefes verirler. Akciğer yırtılmasının belirtileri öksürük, nefes darlığı ve solunum yollatı kanamsıdır. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü, ensede veya göğüs kemiği arkasında dolgunluk da olabilir. Bu belirtiler, yukarı çıkarken veya su üstüne çıktıktan sonra da gelişebilir. Akciğer yırtılmasıyla ortaya çıkan hava akciğer zarları arasında birikebeileceği gibi (pnömotoraks), deri veya deri altı dokularda da toplanabilir (ciltaltı amfizemi). Tedavi, 2-3 gün sürekli oksijen verilmesidir. Akciğerlerdeki yırtık kendiliğinden tamir olur. Akciğer zarları arasındaki hava fazla ise, göğüs boşluğuna tüp takılması gerekir. HAVA EMBOLİSİ Zedlenen akciğerlerden çıkan hava, kan dolaşımına karışırsa, hava embolisi meydana gelir. Yetersiz eğitim, uygunsuz araç kullanımı, su altında gelişen ani durumlar veya dalma sırasında dalgıcın havayı korumak amacıyla soluğunu tutması sonucu oluşur. Hava embolisi oldukça hızlı gelişir ve beyin damarlarının hava kabarcıkları ile tıkanması sonucu çeşitli belirtiler oluşur: Sarhoşluk hali, el ve ayaklarda karncalanma ve uyuşukluk, kişilik değişiklikleri, konuşma bozuklukları, güçsüzlük ve felçler, kas kasılmaları, şuur kaybı. Böyle bir durumda kişi derhal sol tarafı üzerine baş aşağı gelecek şekilde yatırılır, kalça yukarı kaldırılır. Bu pozisyon, gaz kabarcıklarının beyine gitmesini güçleştirir. Aynı zamanda hemen oksijen de verilmelidir. DEKOMPRESYON HASTALIĞI Bu hastalık halk arasında vurgun adıyla bilinir. Dalan kişi su latında uzun süre kaldığında, vücudunda fazla miktarda azot çözünür. Bu kişi, aniden su yüzeyine çıkarsa, hücre içi veya hücre dışı vücut sıvılarında önemli miktarda azot kabarcıkları oluşur ve bunların miktarına göre vücudun hemen her yerinde hafif veya ağır zaralar ortaya çıkar. Dalgıç denizin derinliklerinde kaldığı sürece vücudun dışındaki basınç, çözünmüş gazları sıvı şekilde tutmaya yetecek bir şekilde bütün vücut dokularını sıkıştırır. Dalgıç aniden su yüzeyine çıkarsa, vücudun dışındaki basınç sadece 1 atmosfer olur ve bu sırada vücut sıvılarının içindeki basınç vücudun dışındaki basınçtan daha fazladır. Bu yüzden çözünmüş durumdaki gazlar kabarcık hailine gelirler. Vurgunun belirtileri, çıkıştan sonraki birkaç dakika ile birkaç saat içinde ortaya çıkar. Nadiren de belirtilerin görülmesi için 6 saatten fazla zaman geçmesi gerekir. Vurgunun belirtileri şunlardır: Deride kaşıntılı lekeler, kas ve eklemlerde şiddetli ağrılar, duyu bozuklukları ya da felçler, şiddetli yorgunluk, göğüste rahatsızlık, öksürük, nefes darlığı, şok ve şuur kaybıdır. Vurgunun tedavisi 'basınç odası' adı verilen özel bir odada yapılır. Dalgıç deniz dibinde çok derinde ve uzun süre kalmış ise, basınç odasında saatlerce kalması gerekir. Tedaviye belirtilerin görülmesinden sonraki ilk 6 saat içinde başlanmalıdır. Önce, 2.5-3 atmosfer basıncındaki oksijen 2-4 saat süreyle verilir ve daha sonra belirtiler giderilinceye kadar tedaviye devam edilir. Daldıktan sonraki 12 saat içinde uçağa binenlerde vurgun ihtimali çok yüksek olduğundan, dalgıçların 12 saat geçmeden uçağa binmeleri son derecede sakıncalıdır. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Mevsim değişikliklerine dikkat
-------------------------------------------------------------------------------- Uzmanlar, mevsim değişikliklerinde birçok yenilikler yapmamız gerektiğini belirtiyor. Hava sıcaklığının artmasıyla birlikte uzmanlar özellikle beslenme konusunda dikkatli olunmasını istiyor. Mevsim dönüşlerinde ağır çalışmaların yavaşlatılması veya günün en serin zamanında yapılması öneriliyor. Hafif, açık renkli kıyafetlerin ısıyı ve güneş ışınlarını yansıttığını ve vücut ısısını korumasına yardımcı olduğunu belirten uzmanlar, "Sentetik kıyafetler yerine pamuklu kıyafetler tercih edilmelidir. Protein gibi metabolik ısı üretimini ve aynı zamanda su kaybını artıran yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Vücudumuz serin kalmak için suya ihtiyaç duyar. Kendinizi susamış hissetmiyor olsanız dahi bol bol su tüketin. Alkollü içecekleri içmeyiniz. Doktor tarafından önerilmemişse tuz tabletlerini almayın. Güneş altında fazla kalmayın" tavsiyelerinde bulunuyor. Özellikle hava ısısının yüksek olduğu dönemlerde bol bol sıvı alınması gerekiyor. Sıvıdan kasıt öncelikle su, taze meyve suları, soda, bitki çayları gibi sıvılar olabilir. Toplam miktar ise 2 litrenin altında olmamalı |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
AĞIR ET YEMEKLERİ VE YAĞLI YİYECEKLER
Beslenmede ise bazı düzenlemeler yapmamız gerekiyor. Ağır et yemekleri ve yağlı hamur işlerinin hem günlük tempoyu yavaşlattığını hem de tansiyon ve kalp hastalıkları riskini artırdığını ifade eden uzmanlar şu önerilerde bulunuyor: "Yemek seçerken çok dikkatli olunmalı. Öncelikle ağırlıklı olarak sebze ve meyve tüketmeliyiz. Hem bol sıvı içerirler, hem de bolca vitamin ve mineralleri vardır. Bunların her öğünümüzde mutlaka olması gerekiyor. Yine soframızdan hiç eksik olmayacak yoğurt ve ayran gibi süt ve türevleri olmalıdır. Tansiyonu sıcaktan düşenler tuzlu ayran içmeli. Enerjiyi tamamlamak açısından karbonhidrat yeteri kadar alınmalıdır. Çünkü fazlası sıcakla birlikte uyku yapabilir. Et ve türevlerinin sebzenin içinde olmasını tercih edin. Fazla yağlı etler ve fazla et, kalp krizi riskini artırabilir. Ter bezlerimizin daha fazla çalıştığı şu dönemlerde daha az baharatlı yemekleri tercih edin. Böylece kendimizde ağır kokuların oluşmasını da engellemiş oluruz. Bu hem başkalarına hem de kendimize olan saygımız bakımından önemlidir. Yumurta gibi alerji yapan yiyecekleri çocuklara yaz döneminde gün aşırı veya iki günde bir vermek gerekir. Çocuklarda yaz dönemine bağlı olarak iştahsızlık oluşabilir. Çocukları yemek konusunda zorlamak yemek fikrinden tamamen uzaklaşmalarına neden olabilir. Çok zorlamadan az ve sık beslenmelerini sağlamak gerekir." |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
KLİMALAR DOĞRU KULLANILMALI
Ev ve işyerlerindeki klimaların yanlış kullanımının çeşitli sağlık sorunlarına neden olabileceğini de belirten uzmanlar, "Klimalar alerjik zatüreye ve Legionella pnömonisi dediğimiz zatüre tipine neden olabilirler. Alerjik zatüreye, klima sistemlerinin nemlendirme bölümlerinde üreyen küf mantarları yol açar. Akut alerjik zatüre küf mantarları bulunan havanın solunmasından 4-6 saat sonra ateş, baş ve kas ağrıları, halsizlikle gribal enfeksiyon gibi başlar, daha sonra da öksürük, balgam, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi gibi akciğerlerde belirtiler ortaya çıkar. Kronik alerjik zatüre ise sinsi olarak yavaş yavaş gelişir, tipik belirtisi de nefes darlığı, yorgunluk ve kilo kaybıdır. Bu hastalıkların tedavisi için hastanın alerjenle temasının kesilmesi gerekmektedir. Klimalar yüz felci, burun kanaması ve üst solunum yolu hastalıkları da yapabilirler. Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmiş kişiler ile çocuk ve yaşlılar klima kullanımına çok dikkat etmelidir. Yanlış kullanım sinüzit rahatsızlığı olan kişilerde göz dibi iltihabı, beyin iltihabı ve akciğer problemlerine yol açar. Orta kulak rahatsızlığı geçirmiş kişilerde yüz felci, işitme sorunları gelişir" açıklamasını yaptılar. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Sıcak sendromu nedir?
Sıcak sendromları, hava sıcaklığı 32° C'nin nisbi nem %60 üzerine çıktığında görülmeye başlar. Yaşlılarda, damar setliği ve kalp yetersizliği olanlarda, şeker hastalarında, alkoliklerde ve idrar söktürücü ilaç kullananlarda daha sık rastlanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, sıcak sendromlarının, organizmanın henüz sıcaklara uyum sağlayamadığı, sıcak dalgasının ilk günlerinde daha fazla görüldüğünü ve ve daha tehlikeli olduğunu açıkladı. Organizmamızın dış ortam ısısının yükselmesine karşı en önemli savunma araçları, derideki damarların genişlemesi ve terleme ile sıvı kaybedilmesidir. Terleme devam ettiği sürece, yeterince su ve tuz almak şartıyla çok yüksek ısılara tahammül etmek mümkündür. Nem oranı yükseldiğinde, terleme ile olan sıvı kaybı azalmaya başlar ve böylece sıcak çarpması ihtimali artar. Organizma sıcaklara 1-2 hafta içinde uyum sağlar. Buna Tıp dilinde aklimatizasyon ismi verilir. Bu durumda, hem terlemek daha kolaylaşır ve hem de terle atılan sodyum miktarı da azalır. Sıcak sendromları ağırlık sırasına göre sıcak krampları, sıcak bitkinliği ve sıcak çarpması şeklinde sıralanabilir, ama bunlar çoğu zaman birbiri içine karışmış olarak görülür |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
SICAK KRAMPLARI
Çok kullanıldığı için kol ve bacak ve karın kaslarında daha sık görülür. Kramplar, kısa fakat tekrarlaycı ve can yakıcıdır. Vücut ısısı normaldir ve hasta normal veya fazla miktarda terleyebilir. Sıcakta yapılan efordan sonra dinlenemye geçildiği zaman başlar. Soğuk bir duş da krampların ortaya çıkmasına neden olabilir. Karın kaslarındaki kramplar yanlışlıkla mide delinmesi sanılabilir. Bu krampların nedeni, terleme ile kaybedilen su ve tuzun sadece su içilerek karşılanmasıdır. Bundan dolayı da bu hastaların kanında sodyum düşük bulunur. Ağır kramplar kas hasarlarına neden olabilir. Tedavi: Hastanın serin yerde isitirahat etmesiyle kramplar hafifleyebilir. Bu şekilde düzelmeyenlere, tuzlu su içirilmeli veya damar yoluyla tuzlu serumlar verilmelidir. Bu krampların önlenmesinde risk altındaki kişilerin litresinde 2.5 gram (yarım çay kaşığı) tuz eritilmiş sıvılardan içmeleri önerilmektedir. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
SICAK BİTKİNLİĞİ
Sıcak sendromlarının en çok rastlanan türüdür. Sıcağa üç günden fazla maruz kalanlarda daha sık görülür. Belirtilerin nedeni, kalp damar sisteminin aşırı sıcaklara yeterli cevap verememesinden kaynaklanır. Vücut ısısı genellikle yükselmiştir. Sıcak bitkinliğinin başlıca iki türü vardır: Su kaybının ön planda olduğu sıcak bitkinliği: Sıcak çarpması riski daha fazladır. Çok yaşlı, bebek, düşkün ve zeka geriliği olup da susuzluklarını yeterince ifade edemeyenlerde görülür. Fazla terleyip de az su içenlerde de rastlanabilir. Bu hastaların kanında sodyum yüksek olarak bulunur. Başlıca belirtileri, aşırı susama hissi, yorgunluk, halsizlik, sinirlilik ve konsantrasyon bozukluğudur. Vücut ısısı 39° C'a kadar çıkabilir. Tuz kaybının ön planda olduğu sıcak bitkinliği: Nedeni, terleme ile kaybdilen su ve tuzun sadece su içilmesiyle karşılanmasıdır. Aşırı halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı, baş dönmesi, kas krampları ortaya çıkar. Bazı hastalarda iştahsızlık, bulantı, kusma ve karın ağrıları da görülebilir. Hastaların bitkin bir görünümleri vardır. Derileri solgun, soğuk ve nemlidir. Tansiyon düşük, nabız hızlıdır. Ateş normaldir. Tedavi: Hasta derhal serin bir yere alınır ve yatar durumda tutulur. Tedavi belirtilerin ve bulguların ağırlığına göre düzenlenir. Böbrek fonksiyonları normal olduğu için, tuzlu serumlar verilebilir. Kesin istirahat şarttır. Bu önlemlere rağmen ateşleri yükselmekte olan hastaların derhal hastaneye kaldırılmaları gerekir. SICAK ÇARPMASI Acil tedavisi gereken, çok ciddi, yaşamı tehdit eden bir tablodur. Nedeni, vücudumuzdaki ısı düzenleyen sistemin, organizmanın yeterli ısı kaybını sağlayamaması sonucu vücut ısısının 41°C üzerine çıkmasıdır. Bir çok hayati organın(kalp, beyin, böbrek, karaciğer) fonksiyonları bozulabilir. Ani olarak ortaya çıkan baş ağrısı, baş dönmesi, konuşma bozukluğu, baygınlık, hallüsinasyon(hayal görme), konvülziyon (havale) ve komaya kadar giden merkezi sinir sistemi belirtileri ile başlar. Sıcak çarpmasının iki türü vardır: Klasik sıcak çarpması: Yaşlılarda, damar setliği, kalp yetersizliği, şeker hastalığı olanlarda ve alkoliklerde daha sık görülür. Sıcak dalgaları boyunca, kalp krizi ve kalp yetersizliğine bağlı ölümlerde büyük artışlar olur. Diüretik(idrar söktürücü), beta-bloker(kalp ve tansiyon ilacı), antihistaminikler(allerji ilacı) ve bazı sinir ilaçlarını kullananlar da artmış risk altındadır. Sıcak çarpması, öncü bir belirti olmaksızın birdenbire başlar. Bilinç kaybı erken bir işaret olabilir. Baş ağrısı, baş dönmesi, baygınlık, karın ağrıları görülebilir. Ateş yüksekliği ve bitkinlik çok tipiktir. Makattan ölçülen vücut ısısı 41°C üzerindedir ve vücut iç ısısıs 44°C'yi geçebilir. Deri sıcak, kuru ve kızarmıştır. Nabız hızlı, solunum zayıf ve yüzeyeldir. Kaslar gevşer, refleksler azalır. Tansiyon genellikle düşüktür. Tablonun ağırlığına göre, uyku halinden derin komaya kadar giden farklı dercecelerdeki belirtiler vardır. Efora bağlı sıcak çarpması: İşçilerde, çiftçilerde, askerlerde, sporcularda, kazan dairesi ve dökümhane çalışanlarında görülür. Belirti ve buluları klasik tiptekine benzer. En önemli klinik fark, bu hastaların terleyebilmeleridir. Bundan dolayı da, vücut iç ısısı çok yüksek olmasına rağmen deri aldatıcı olarak soğuktur. Bu grupta, böbrek yetersizliği, yagın damar içi pıhtılaşma ve kas hasarı bulguları daha sık ve ağırdır. Tedavi: En önemli husus, sıcak çarpması olanların erken tanınmaları ve derhal soğutulmaya başlanmalarıdır. Çok sık yapılan tehlikeli yanlışlardan biri, şuuru kapalı olan bir hastaya sıvı içirilmeye çalışılması ve soğutulmaya başlanmakta gecikilmesidir. Hasta hemen gölge bir yere alınmalı ve elbiseleri tamamen çıkarılmalıdır. Vücut yüzeyi ıslatılmalıdır (hortumla, soğuk suya batırılmış süngerle, duş yaptırılarak). Bir taraftan da hasta vantilatörle hava verilerek suyun buharlaşması sağlanmalıdır. Bunlar, hemen uygulandığında bazı hastaların kendilerine gelmeleri mümkündür. Hastalar, air-conditionlu ambulanslarla en kısa zamanda bir hastaneye ulaştırılmalıdır. Soğutma işlemine hastane koşullarında buz-su banyolarında devam edilmelidir. Bu hastalar yoğun bakım ünitelerinde takip ve tedavi edilmelidir. SICAK SENDROMLARINA KARŞI ÖNLEMLER -Çok gerekli değilse sokağa çıkmayın(özellikle saat 11-16 arası) -Açık renk, bol, pamuklu kıyafetler giyin -Geniş çeperli şapka ve güneş gözlüğü kullanın -Şemsiyeden yararlanılabilir -Efordan kaçının -Sindirimi kolay yemekleri tercih edin -Ağır, yağlı kızartmalardan kaçının -Bol su için(ayran, soda) -Meyve, sebze ve salatayı bol yiyin -Alkol kullanmayın -Fazla kahve ve çaydan uzak durun -Sigara içmeyin -Sık sık duş alın |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Yaz yorgunluğuna karşı öneriler
-------------------------------------------------------------------------------- Yaz mevsiminde sürekli halsizlik ve yorgunluktan yakınanlara, 'Öğün sayılarını arttırmaları, sürekli sıvı içmeleri, daha çok meyve yemeleri ve dondurma yerine dondurulmuş gıdaları tercih etmeleri' öneriliyor. Uzmanlar, günde 5-6 küçük öğün yenilmesi halinde, kişinin kendisini daha enerjik hissedeceği gibi şişkinlik ve yorgunluğunun da azalacağını bildiriyor. Yorgunluğun çoğu kez susuzluğun ve sıvı eksikliğinin belirtisi olduğunu vurgulayan uzmanlar, günde en az 8-10 bardak su içerek enerji düzeyinin muhafaza edilebileceğini kaydediyor. Uzmanlar, hamur işlerinden uzak durulması ve hayvansal yağların terk edilmesi gerektiğini de ifade ederek, birçok araştırmanın, fazla miktarda hayvansal doymuş yağ ve hamur işi tüketenlerde yorgunluk ve halsizlik şikayetlerinin daha sık olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Uzmanlar, özellikle glisemik indeksi düşük, lif-posa miktarı yüksek, antioksidan kapasitesi fazla meyvelerin gün boyu küçük porsiyonlar halinde tüketilmesinin, enerji düzeyini arttırdığını bildiriyor. Sık sık atıştırılıyorsa, sadece atıştırma seçeneklerinin değiştirilerek enerji düzeyinin yükseltilip yorgunluğun azaltılabileceğini vurgulayan uzmanlar, "Patates ve mısır cipsi, kuru yemişler yerine, taze hazırlanmış sebze çubukları, salatalık, yeşil veya kırmızı biber kullanın. Küçük şekerlemeler, çikolatalar veya pastalar yerine kuru veya taze meyveler, kuru veya taze elma, erik, kayısı tüketin" tavsiyesinde bulunuyor. Uzmanlar, dondurma yerine dondurulmuş üzüm taneleri veya dondurulmuş küçük kavun ve şeftali parçalarının yenilmesini önerirken, yağlı tuzlu kraker yerine tuzsuz badem, fındık veya cevizin tercih edilmesini, mayonez veya kremalı salata sosları yerine sirke ve limon suyunun denenmesini tavsiye ediyor. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Havuzlarda dizanteri ve ishal tehdidi
-------------------------------------------------------------------------------- Yaz aylarında serinlemek için en az deniz kadar vazgeçilmez bir tercih olan havuz, gerekli temizliğin yapılmaması halinde tehlikeli bir salgın hastalık yuvası olabiliyor. Uzmanlar, halka açık havuzlarda özellikle çocuklarda ölümlere neden olabilecek ishal ve dizanteri gibi salgın hastalıkların kol gezdiğini hatırlatarak, "Eğer sahil kesiminde iseniz yüzmek için havuz yerine denizi tercih edin" uyarısında bulunuyorlar. İnternette 'Web MD Health' adlı sağlık sitesinde yer alan habere göre, Amerikan Ulusal Salgın Hastalıkları Tetkik ve Önleme Merkezi (CDC) tarafından ABD'nin tatil eyaleti Florida'da bulunan 22 bin havuzdan alınan su örneklerinde yapılan analizler ışığında 19 bin kadar örnekte dizanteri ve ishal başta olmak üzere bulaşıcı olan çeşitli sindirim ve deri hastalığı mikroplarına rastlandı. Bu durumun sadece ABD'de değil tüm dünya çapında ciddi bir tehlike olduğuna dikkat çeken Amerikalı uzmanlar, halka açık olarak hizmet veren havuzların çok titiz bir temizleme işleminden geçmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Uzmanlar, havuzların en az 2 günde bir klor ve mikrop öldürücü çeşitli antiseptik maddelerle temizlenmesi gerektiğine değinerek, havuzların 'devir daim' sisteminde oluşabilecek tıkanıklıkların önlemesi için en az haftada bir sıkı bir kontrolden geçirilmesi tavsiyesinde bulunuyorlar. Uzmanlar, serinlemek için havuzu tercih edenlere şu tavsiyelerde bulunuyorlar: "- Temizliğinden emin olmadığınız havuzlara girmeyin - Sahil kesiminde iseniz serinlemek için denizi tercih edin - Eğer ishal ya da salgın bir hastalık taşıyorsanız havuza girmeyin - Mümkün olduğu kadar havuz suyu yutmayın - Havuzda yüzdükten sonra ellerinizi sabunlu suyla yıkayın ve sık sık duru su ile duş alın - Vücudunuzun herhangi bir yerinde açık yara varsa suya girmeyin." |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Aşırı terlemeye karşı botox
Aşırı terleme, esas olarak ter bezlerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanmaktadır. Aşırı terleme(Hiperhidrozis) etkilenen bireyler için hoş olmayan sosyal bir durumdur. Genellikle koltuk altlarında,el ve ayakta aşırı terleme ile kendini gösterir. Aşırı terleyen alanlar bazen hastaların yaşam kalitesini etkileyen boyutlarda olabilir. Örneğin koltuk altlarında aşırı terleme şikayeti olan hastalar kokudan veya ortaya çıkan kötü görüntüden dolayı iş yerlerine yedek kıyafet götürecek kadar sıkıntı çektiklerini ifade ederler. Bir diğer aşırı terleme alanı olan eller hastaların insanlarla el sıkışmasnı ve hatta yazı yazmasını engelleyecek derecede olabilir. Ayaklardaki aşırı terlemeler ise kötü kokuya ve yine önemli bir sağlık problemi olan ayak ve ayak tırnaklarında mantar gelişimine zemin hazırlar. Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü?nden Dr. Ayfer Bankaoğlu aşırı terlemenin nedenleri ve terlemede kullanılan botox tedavisi ile ilgili şunları söyledi: Aşırı terlemenin nedenleri Terlemenin insanlarda doğal olarak gözlenen bir olay olduğunu belirterek, aşırı terlemenin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: Terin salgılanması insanlarda sinir sisteminin sempatik bölümünün çalışması ile ilgilidir. Toplumun % 1?inde bu sistem aşırı düzeyde çalışmaktadır. Bu durumun nedeni tam olarak bilinmemektedir ve genetik olduğu kabul edilmektedir. Özellikle stresli durumlarda bu sistem aşırı çalışmaktadır. Tiroid bezinin aşırı çalışması(Hipertroidi), böbrek üstü bezinden kaynaklanan bazı hastalıklar, şişmanlık, menopoz, ağır psikiyatrik hastalıklar ve bazı kanserlerin tedavisinde kullanılan ilaçlar aşırı terlemeye yol açabilmektedirler. Ruhsal ve fiziksel sorunlar Bakteri üremesini kolaylaştırdığı için aşırı terleme kokuya da neden olabilir.Ruhsal ve fiziksel sorunlara yol açan, sosyal yaşamı zorlaştıran terleme, ellerde, koltuk altında, ayak altlarından, yüzde ve gövdede oluşabilir. Ellerde olduğunda hem el ile yapılan işlerde güçlük çekilmekte hem de sosyal olarak kişileri rahatsız etmektedir. Terleme stresli durumlarda gelişiyorsa ve kişi terlemeden rahatsız ise kısır bir döngü içine girilmektedir. Kişi terleyeceğini bilerek daha endişeli hale gelmekte, endişe de daha fazla terlemeye yol açmakta ve bu kısır döngü sürüp gitmektedir. Hastaların Tedaviye Başlanmadan Önce Değerlendirilmesi Terleme tedavisine başlanmadan önce nedeninin saptanması gerekir. Terleme sorunu olan kişilerin -kilosu -kullanmakta olduğu ilaçlar -menopozda olup olmadığı -endokrinolojik bir sorunun varlığı (tiroid bezinden ya da böbrek üstü bezlerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı) Bu durumların hiçbirinde sorun saptanmaz ise doğuştan sempatik sinir sisteminin aşırı çalıştığı kanaatine varılabilir. Asırı terleme artık bir kozmetik sorun olmaktan ziyade bir sağlık sorunu olarak değerlendirilmektedir. Tedavisinde Topikal oral ilaçlar,iyontoforezis gibi yöntemler denense de neyazık ki çoğu hastada etkili olamamaktadır. Botox yanlış bilindiği üzere bir yılan zehiri değildir. Aynı penisilin gibi bir bakterinin toksinidir ve hiç bir allerjik reaksiyona yol açtığı gösterilmemiştir. Ter bezlerinde sempatik sinir liflerini(Aşırı terlemeye yol açan) bloke ederek aşırı terlemeyi azaltmak veya durdurmak konusunda etkilidir. Etkisi 6 ile 12 ay arasında sürmektedir. Botox işlem uygulanmadan önce hastaların şikayeti olan alanlara iyot-nişasta testi yapılır. Bu testin sonucunda aşırı terlemeye neden olan aktif alanlar belirlenir ve bu alanlara botox uygulanır. Yaklaşık 3mm derinliğe cilt altına enjeksiyon yapılır. Yaz mevsiminin başlaması ile de bu tip şikayeti olan hastaların sıkıntıları da artmaktadır. Asırı terleme güvenli ve deneyimli ellerde botox uygulamasıyla kolaylıkla kontrol altına alınabilmektedir. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Çocuklar, 'kazayla zehirleniyor'
-------------------------------------------------------------------------------- Çocukluk çağı zehirlenmeleri, kazalar içinde çok önemli yer tutuyor. Türkiye'de 2000 yılında, 14 yaş altındaki çocuklarda il ve ilçelerde çeşitli zehirlenmelere bağlı 27 (yüzde 2.77) ölüm olayı meydana geldi. Zehir danışma merkezlerine bildirilen hastaların yüzde 50'den fazlasını genç ve beş yaş altındaki çocuklar oluşturuyor. İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, ilk beş yaş grubunda görülen zehirlenmeler, daha çok kaza sebebiyle oluyor, erkek çocuklarda daha fazla görülüyor ve genellikle tek bir madde ile oluşuyor. Zehirlenmelerin yüzde 90'dan fazlası evlerde meydana geliyor. Zehirlenme vakalarının yüzde 80-85'i kaza, yüzde 15-20'si isteyerek oluyor. Çocuklarda görülen zehirlenmelerin yüzde 80'den fazlası akut özellik taşıyor. Kurşun ve diğer metallere bağlı olarak veya uzun süre kullanılmaya bağlı doz aşımları sebebiyle küçük çocuklarda ağrı ve ateş giderici ilaçlarla az da olsa kronik zehirlenmeler oluşabiliyor. Tüm zehirlenmelerin yüzde 60'ı ilaç olmayan ürün kaynaklı. En sıklıkla kozmetikler, kişisel bakım ürünleri, temizlik maddeleri, bitkiler, hidrokarbonlar ile meydana geliyor. Geri kalan yüzde 40'ı ise ateş ve ağrı giderici, öksürük, soğuk algınlığı ilaçları, antimikrobiyal ajanlar ve vitaminler oluşturuyor. 'ZEHİRLEYEN' İLAÇLAR En sık zehirlenme yapan ilaçlar şunlar: "Ağrı ve ateş düşürücüler, öksürük ve soğuk algınlığı ilaçları, ağızdan alınan kontraseptifler, antibiyotikler, benzo-diazepinler, vitamin preparatları, lokal kullanılan ilaçlar, astım ilaçları, antihistaminikler, antidepresanlar ve demir preparatlar". Uzmanlar, toksik (zehirli) maddelerin vücudun hemen her sistemini etkilediğini ifade ederek, belirti ve bulguları şöyle bildiriyor: "Bulantı, kusma, karın ağrısı, yürüme bozukluğu, şuur kapanıklığı, konvülziyon (havale geçirme), ateş, görme bozukluğu, halüsinasyonlar, aritmiler (ritm bozuklukları) ve siyanoz (morarma)." İlaçla zehirlenme halinde kusmuk, idrar gibi maddelerin mümkünse hekime getirilmesi gerektiğini vurgulayan uzmanlar, hastanın, hastanelerin acil polikliniklerine götürülmesi gereğine dikkat çekiyor. Uzmanlar, zehirlenmelerin ancak, 'İlaç ve toksik maddelerin güvenli paketleme ve muhafazası, zehir etkisinin kontrolü, çevrenin düzeltilmesi, zehirlerin ev dışında muhafazası, ürünlerin emniyetli depolama ve kullanılması, etkin gözlem, sosyal, psikolojik ve ekonomik faktörlerin değişmesi, eğitim, farkında olmayı ve bilgiyi arttırmak, tavır ve davranışları değiştirmek, kişisel danışmanlık, grup eğitimi, yazılı ve sözlü basın araçları ile yoğun kampanyalar, zehir danışma merkezi telefonlarının öğrenilmesi ve kullanılması ile azaltılabileceğini' ifade ediyor. |
Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
Tatil yaparken suda boğulmalara dikkat
-------------------------------------------------------------------------------- Yazın gelmesiyle birlikte suda boğulma olayları da artıyor. Boğulma olayının yüzme bilenlerin bile başına gelebileceğini ifade eden uzmanlar, suda boğulanların yalnızca yüzde 50'sinin yüzme bilmediğini, bu nedenle yüzme bilenlerin de gerekli önlemleri almaları gerektiğini belirtiyorlar. Bu arada boğulma vakalarında kişiye uygulanacak olan müdahalenin kesinlikle ilk yardım eğitimi almış ve bilinçli kişilerce yapılması gerektiği belirtiliyor. Boğulmalarda ilk yardımın temel amacının, akciğerlere hava girmesini sağlamak olduğunu belirten uzmanlar, ilk yardıma mümkün olduğunca zaman geçirmeden başlanması gerektiğini ifade ediyorlar. Buna göre, boğulma tehlikesi geçiren bir kişiye yapılacak uygulama şöyle anlatılıyor: - Kazazede sudan çıkarılır çıkartılmaz, ağzında protez varsa alınmalı ve boğazındaki salgılar temizlenmeli, başı iyice arkaya yatırılarak, altçenesi iki elle kavranıp aşağıya ve geriye çekilmeli, bu arada başparmaklar ağzı açık tutmalı, ağızdan ağza yapay solunum uygulanmalı ve göğüs kafesine düzenli aralıklarla bastırarak kapalı kalp masajı yapılmalıdır. - Yapay solunum uygulamak için kazazedenin başı arkaya eğilir, ensesinin altına bir el ya da katlanmış giysiler sokulur. Öteki el ise kazazedenin alnına, işaret ve baş parmaklar burnu kapatacak biçimde yerleştirilir. Yardım eden kişi derin bir soluk aldıktan sonra, dudaklarını kazazedenin dudaklarının üstüne yerleştirir ve soluğunu güçle verir. Kazazede çocuksa soluk verme fazla güçlü olmamalıdır. Soluk verdikten sonra kazazedenin soluk vermesine izin vermek amacıyla ağzı açık tutulur. - Bu işlem iki kez daha yinelendikten sonra göğüs kafesine bastırarak kalp masajına başlanır. Bunun için kazazedenin yanı başına diz çökerek bir el göğüs kemiğinin alt bölümüne, öteki el ise bu elin sırtına yerleştirilir. Göğüs kemiğine omzun ve vücudun ağırlığı gelecek ve 30-40 kiloluk bir güç oluşturacak biçimde güçle bastırıldıktan sonra hızla bırakılır. İki soluk verdikten sonra göğse 15 bası uygulanır. - Ağızdan ağza solunumun mümkün olmadığı durumlarda Halger-Nielsen ya da Silvester yöntemine başvurulabilir. - Halger-Nielsen yöntemi kazazedeyi sırtüstü yatırmanın mümkün olmadığı zamanlarda yararlıdır. Yardım eden kişi avuçlarını kazazedenin kürek kemiklerinin hemen altına koyar; kazazede bu arada olanaklıysa ayakları başından daha alçakta ve kolları yüzünün altında birbirine kavuşmuş olarak yatırılır. Yardım eden kişi kollarıyla kazazedenin sırtına bastırarak, havanın dışarı çıkmasını, daha sonra kazazedenin dirseklerini tutarak kendisine ve yukarıya doğru çekip göğsün genişlemesini ve akciğerlere hava girmesini sağlar. Daha sonra kollar özenle yere konur, bası manevrası yinelenir. Bu manevra dakikada 12-15 kez yinelenmelidir. - Silvester yönteminde, kazazede sırtüstü yatırılır; omuzlarının altına kalın bir şey konur. Yardım eden kazazedenin başucunda, bacakları başın her iki yanında olacak biçimde oturur. Kazazedenin kolları bileğin hemen üstünden sıkıca yakalandıktan sonra, son kaburgaların düzeyinde göğsün üstüne doğru dirençle karşılaşana değin bükülür. Bu anda hava akciğerlerden çıkar. Daha sonra kollar başın üstünde dışa yukarıya ve geriye kaldırılarak göğsün genişlemesi ve havanın pasif yolla akciğerlere girmesi sağlanır, kollar yavaşça göğse geri getirilir. Bu manevra dakikada 10-12 kez yinelenir. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.