ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Beslenme, Diyet ve Sağlık (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=608)
-   -   Sağlık Makaleleri (Arşiv) (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=45333)

rock_alltime 05-11-2008 05:29 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Mutlu ilişkinin formülü bulundu

--------------------------------------------------------------------------------

Alman bilim adamları, mutlu bir ilişkiye giden yolun, '1 eleştiriye karşı 5 iltifat' formülünden geçtiğini savundu.

Bochum'daki Ruhr Üniversitesi'nin sosyal psikoloji bölümünde görev yapan Prof. Hans-Werner Bierhoff, yapılan bir eleştirinin yarattığı tatsızlığı gidermek için iltifat yöntemine başvurulması gerektiğini belirterek, "İyi niyet, mutlu olma potansiyelini artırır" dedi.

Bu 'formüle' ulaşmak için binlerce kişi üzerinde araştırmalar yapan Bierhoff ve meslektaşı Elke Rohmann, yeni yazdıkları "Aşkı güçlü kılan nedir?" adlı kitapta, ilişkilerin uzun sürmesini sağlayacak tavsiyelerde bulunuyor.

Bierhoff, işsizlik ve sadakatsizliğin yanı sıra, hastalık, depresyon ya da doğum gibi 'stresli deneyimlerin', ilişkinin dengesini bozup ayrılığa yol açabileceğini söyledi.

rock_alltime 05-11-2008 10:14 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Sütsüz çikolata sağlığa yararlı

--------------------------------------------------------------------------------

İtalyan doktorlar, sütsüz çikolata yemenin, şeker hastalığı ve kan basıncının kontrolüne yardımcı olabileceğini bildirdi. Uzmanlar yine de genelde az çikolata yenmesi çağrısı yaptılar.

L'Aquila Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, 15 gün boyunca her gün 100 gram çikolata yemenin, kan basıncını azalttığı ortaya çıktı. 15 kişi üzerinde yapılan araştırmada ayrıca çikolata yemekle, vücudun şeker metabolize etme yeteneğinin arttığı belirlendi. Şeker metabolizasyonunun düşük olması, şeker hastası kişilerin sorunlarından biri. Araştırmanın ilginç bir yanı ise beyaz çikolata yendiğinde aynı sonuçlara ulaşılmaması. L'Aquila Üniversitesi'nden Dr. Claudio Ferri, sütsüz çikolatanın faydalarına karşın, insanlara dikkatli olmaları çağrısında bulunuyor. Ferri, sütsüz çikolatanın, antioksidenin yanı sıra çok miktarda yağ ve kaloriyi de bünyesinde bulundurduğunu söylüyor. Ferri'ye göre, diyetlerine biraz çikolata da eklemek isteyen kişilerin, mutlaka diğer yiyeceklerden keserek kalori fazlalarnı vermeleri gerekiyor. İtalya'daki araştırma tıp ve beslenme uzmanlarından genelde olumlu tepki aldı.

Kaliforniya Üniversitesi'nden beslenme uzmanı Cesar Fraga, araştırmada kan basıncına yönelik bulguların inanılır göründüğünü söyledi. Ancak Fraga, çay ve şarap gibi içeceklerin de aynı etkiyi yaptığını belirtti. Diabetes UK adlı kuruluşun danışmanlarından Amanda Vezey, araştırmanın küçük bir çalışma olmasına karşın, ilginç sonuçlar verdiğini vurguladı. Vezey bu duruma karşın şeker hastalarına, dengeli bir diyet önerdiklerini, çok sayıda meyve sebzenin, düzenli sporla birlikte şeker hastalarına yardımcı olacağını söyledi. Blood Pressure Association adlı kuruluştan Prof. Graham MacGregor, konuyla ilgili olarak daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

rock_alltime 05-11-2008 10:15 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Verem, milyonlarca kişi için hala tehdit

--------------------------------------------------------------------------------

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Afrika'da veremin tehlikeli boyutlara ulaştığını ve kıtadaki ölümlerin üçte birinin veremden kaynaklandığını bildirdi.


Dünya Verem Günü dolayısıyla bir rapor yayımlayan örgüt, 1990'dan bu yana dünya genelinde verem vakalarının yüzde 20 azaldığını, Afrika'da ise 3 kat arttığını bildirdi.


Bu duruma yaygın olan HIV virüsünün ve yeterli verem kontrol programları yürütülmemesinin yol açtığı belirtiliyor. Bu nedenle HIV ve vereme karşı ortak mücadele yürütülmesi ve bu hastalıklardan birinin belirtilerini gösterenlerin diğeri için de testlerden geçirilmesi isteniyor. Raporda Çin ve Hindistan ise yürüttükleri mücadele dolaysıyla övgüyle anılıyor.


Rapora göre, Avrupa da veremle mücadele açısından pek iyi durumda değil. Özellikle Doğu Avrupa'da hastalığın ilaçlara karşı direnç geliştirmesinin mücadeleyi olumsuz etkilediği belirtiliyor. Rusya'da bildik ilaçlarla tedavi edilemeyen bakterilerle karşı karşıya gelen ülkeler arasında yer alıyor. İngiltere önümüzdeki 3 yılda veremle mücadele çalışmaları için 5 milyon sterlin kaynak aktarılmasını kararlaştırdı.


Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü de, 123 yıllık yöntemlere dayanan ve uzun süren teşhis uygulamalarının değiştirilmesi ve yeni aşılar geliştirilmesi çağrısında bulundu.

rock_alltime 05-11-2008 10:16 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Her meyve suyu aynı değil

--------------------------------------------------------------------------------

Vücudumuzun yüzde 72'sini sıvı oluşturuyor. İnsan günde ortalama 2.5 litre sıvı kaybediyor. Meyve suyu içmeyi bir alışkanlık haline getirmek, sağlıklı yaşam kurallarından birini oluşturuyor. Çünkü meyve suları, gün içinde vücuda kaybettiği suyu kazandırıyor ve enerji veriyor. Meyve Suyu Endüstrisi Derneği (MEYED) Başkanı Prof. Dr. Aziz Ekşi bilinçli bir tüketim için meyve suları arasındaki farklara dikkat etmek gerektiğinin altını çizdi ve bu farkları ortaya koyan meyve suyu oranlarının, ürünlerin ambalajlarının üzerinde yazılı olduğunu hatırlattı.

Her meyve suyu aynı değil

Meyve suları içerdikleri meyve oranlarına göre meyve suyu, nektar ve meyveli içecekler olmak üzere üçe ayrılıyor:

Meyve suyunun içindeki doğal meyve oranı yüzde yüzü buluyor. Özellikle portakal, üzüm ve elmadan elde edilebilen yüzde 100 meyve suyu, elde edildiği meyvenin renk, tat ve kokusunu taşıyor. Meyve suyu koruyucu ve katkı maddesi içermiyor.

Meyve nektarı, meyve suyu veya pulpunun az da olsa su ile seyreltilmesi ile üretiliyor. Nektarın içinde en az yüzde 25-50 oranında meyve konsantresi bulunuyor. Şeftali, kayısı gibi meyvelerin suları koyu kıvamlı olduğu için bu meyvelerden nektar üretiliyor; kayısı nektarında en az %40, şeftali nektarında en az %45 oranında meyve bulunuyor. Meyve suları gibi nektarda da Gıda Kodeksi uyarınca koruyucu madde bulunmuyor.

Meyveli içecek ise, en az yüzde 10 oranında meyve içeriyor. Bu kategori altında son yıllarda aromalı içecekler de üretiliyor. Aromalı içecekler su, şeker, izin verilen katkı ve aroma maddelerinin karışımından oluşuyor.


Yeterince Meyve Suyu İçmiyoruz

MEYED Başkanı Prof. Dr. Aziz Ekşi Türkiye'de meyve suyu tüketiminin Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında düşük seviyelerde bulunduğunu belirtti. Ekşi sözlerine şöyle devam etti: "AB ortalaması yılda kişi başına yaklaşık 20 lt. olarak gerçekleşirken Türkiye'de 6 litre, bununla birlikte bilinçli tüketimin artmasıyla, meyve oranı sayesinde daha fazla doğal vitamin ve mineral içeren meyve suyu ve nektarların 2004 yılındaki satışında 2003 yılına göre yaklaşık %25'lik bir artış gerçekleşti. Türkiye'de en fazla şeftali suyu (%28) içilirken, onu vişne (24%) ve kayısı (19%) suyu izliyor. Bununla birlikte en hızlı büyüme ise karışık nektar tüketiminde gerçekleşiyor. C vitamini deposu olarak nitelendirilen portakal suyu ise beşinci sırada yer alıyor. "

Prof. Dr. Aziz Ekşi'ye göre tüketim oranlarının az olması kadar, tüketicilerin meyve suları arasındaki farklar hakkında yeterince bilgi sahibi olmamaları meyve suyu sektörünün önemli sorunlarından birini oluşturuyor. Türkiye'de meyve suları arasındaki farklar konusunda bilincin gelişmesine ve farklı ortamlarda tüketim oranlarının artırılmasına katkıda bulunmak önem taşıyor.

rock_alltime 05-11-2008 10:16 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Meditasyonla kalp sağlığınızı koruyun

--------------------------------------------------------------------------------

Meditasyon Uzmanı Vesile Baruh, transandantal meditasyonun, insanı kalp ve akciğer hastalıklarına karşı koruduğunu söyledi.


İskenderun Rotary Kulübü'nün organize ettiği panele konuşmacı olarak katılan Meditasyon Uzmanı Vesile Baruh, transandantal meditasyonun insan sağlığı, stres ve kendini iyileştirme yönünde insan üzerindeki olumlu etkilerini anlattı. Transandantal meditasyonun yaşlanma üzerinde olumlu etkileri olduğunu belirten Baruh, bu meditasyon türünün yararlarının bilimsel olarak kanıtlandığını ifade ederek, "Transandantal meditasyonun yararları son 35 yılda, 30 ülkede, 200 üniversitede yapılan 600'den fazla araştırma ile bilimsel olarak kanıtlanmıştır" dedi.


Maharishi Maseh Yogi'nin transandantal meditasyon tekniğini ABD'de uygulayan 2 bin kişi üzerinde 5 yıl süreyle yapılan araştırmalar ve deneylerin sonuçlarına göre, bu meditasyon tekniğinin kalp ve akciğer hastalıklarına karşı koruyucu olduğunun belirlendiğini anlatan Baruh, "Araştırma sonuçlarına göre, transandantal meditasyonu 5 yıl süreyle uygulayanlarda kalp, akciğer hastalıkları, sinir sistemi bozuklukları, bağırsak rahatsızlıkları, enfeksiyonlar, kemik-kas rahatsızlıkları önemli ölçüde azalmaktadır" dedi.

rock_alltime 05-11-2008 10:17 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Erkekte kısırlığın nedenleri ve tedavisi

--------------------------------------------------------------------------------



İktidarsız erkekler cinsel ilişkiye giremedikleri için kısırlık sorunu yaşabiliyor ama her kısırlık problemi olan iktidarsız anlamına gelmiyor. Erkek kısırlığının birçok nedeni var. Çocuk sahibi olmak için uğraşanların bilmesi gereken en önemli şeylerden biri de mikroenjeksiyonun ya da tüp bebek yöntemin uygulanmasında jinekologla üroloğun ortak çalışması çok önemlidir. Çünkü ürolojik tedavi gören hastaların daha sonra uygulanan tüp bebek yönteminde başarı şanslarının arttığı tespit edilmiştir.

Erkek kısırlığının nedenleri

-Hormonal etkenler: Beyinden salgılanan bazı hormonlar sperm yapımına etki eder bu hormonların salgısı yeterli olamayabilir.

-Metabolik sebepler diyabet gibi

-Psikoseksül bozukluklar, cinsel ilişki bozukluğuna yol açtığı için.

-Derin bir prostat ve batın ameliyatı nedeniyle spermin geçtiği yolarda olan tıkanıklıklar ve kesikler.

-İlaca bağlı sebepler: Bazı ilaçlar geriye boşalma yapar. Anti-depresan tarzı ilaçların bir çoğu kısırlığa neden olur. Tansiyon ilaçlarının bazıları da aynı etkiyi gösterir.

-Genetik anomaliler ve bunlara bağlı bozukluklarda kısırlık yapabilir. Klingelter sendromunda örneğin hastanın kadın gibi göğüsleri büyüktür, saçları uzar penis ve testisleri vardır ama spermi yoktur. Bu durum şekil olarak da çıplak gözle anlaşılabilir. Genetik yapısı araştırıldığında anomali anlaşılır. Yine genetik nedenlerle testiste sperm üreten doku hücreler bulunmayabilir bu durum da önemli bir kısırlık sebebidir.


-Testisin karın içinde olması önemli kısırlık nedenlerinden biridir.

-Ergenlik sonrası geçirilen kabakulak da kısırlığa yol açar.

-Aşırı sıcaklık da spermi etkiler. Fırıncılar, cam işleyen, şiddetli ısıya bağlı çalışanlarda, sürekli oturan şoförlerin sperminde mutlaka düşüklük olur. Kişi bir süre sıcak ortamdan uzaklaştığı zaman spermleri normale döner.

-Kemoterapi geçirmiş olmak: Bu nedenle kemoterapi öncesinde sperm dondurulur ki hastanın ileride tüp bebek yöntemi ile çocuk sahibi olma şansı doğsun. Kemoterapiden uzun bir süre sonra sperm normal haline gelebilir.

-Radyasyona maruz kalmak kalıcı kısırlık nedeni olabilir.

-Varikosel: Testisten çıkan toplar damarların aşırı ve anormal olarak büyük oluşu genişlemiş olması reflü dediğimiz geri akımı oluşturmaları, ayrıca testiste ısı etkisi ve beslenme bozukluğu sonucu testiste sperm üreten hücreleri toksik bazı maddelerle karşı karşıya bırakır. Bu durum maddeler testis içinde etki yarattığı için sperm oluşumunu kötü etkiler. Testislerin sonografik muayenesi ve damarsal araştırılması gerekir. Böyle bir durum cerrahi müdahale ile düzeltilir. Varikosel ameliyatının başarı şansı değişiktir. Eskiden varikosel ameliyatları çıplak gözle yapılırdı. Şimdi ise mikroskobik olarak yapılıyor. Mikroskobik yapılan ameliyatların başarı şansı diğerlerine oranla çok daha yüksek. Ameliyat olacak kişilerin bunu iyi bilmesi ve ameliyatı yapacak doktordan da bu konuda bilgi alması gerekiyor. Varikosel ameliyatından sonra hücrelerin sayısında yüzde 66 oranında olumlu gelişme sağlanıyor. Gebelik üzerindeki etkisi de yüzde 27 civarında artıyor.

-Torsiyon: Testislerin ani bükülmesi. Bu durumda kişinin ağrısı olur, bulantısı olur, kusması olur. Bu gibi bir durumda hasta hemen doktora gitmelidir. Gecikirse testiste beslenme bozukluğu meydana gelir ve alınması gerekebilir.





-Bağışıklık sistemine bağlı sorunlar: Vücut spermi yabancı madde olarak kabul edebilir. Bu durumda spermde yapışıklıklar meydana gelebilir. Spermin hareket kabiliyeti bozulur.

-Testiste meydana gelen sperm epididimde birikir olgunlaşır sonra da taşınır. Epdidime bağlı bir sebepten. Yani epididimin olmayışı veya tıkalı oluşu veya iltihaplanmış olması ve enfeksiyon sonrası kanalların tıkanması.

-İsteyerek çocuğum olmasın diye spermin geçtiği kanalların bağlanması da bir nedendir. Bu bir ameliyatla yapılır gerektiğinde yine bir ameliyatla açılıp kişinin tekrar çocuğu olabilmesi sağlanır.

Kısırlık tedavisine önce kim başlamalı?

Doğru olan ilk olarak erkeğin sperm kontrolü yaptırmasıdır. Çünkü bu çok kolay bir işlemdir. Erkek 4 gün cinsel perhiz yapar yani cinsel ilişkide bulunmaz, ardından güvenilir bir laboratuara gider ve sperm verir. Laboratuar koşullarında bu spermin yapısı ve morfolojisi incelenir. Bu aşamadan sonra eğer bir problem varsa erkeğin tedavisine yönelik çalışmalar yapılır. Eğer sorun yoksa kadının kısırlığı araştırılmaya başlanır. Bazı durumlarda her ikisinde de problem olmayabilir. Her iki tarafın fonksiyonları normal olduğu halde çiftlerin çocuğu olmayabilir. Buna da sık rastlanır.

Bir erkek kısırlık şüphesi ile başvurduğunda ne gibi testler yapılıyor?

Erkeğin doktora anlattıkları çok önemlidir. Doktor hastaya yönelttiği sorularla birçok hastalığın ipucunu yakalayabilir. Şu konular araştırılır:

- Ne kadar zamandır evli olduğu doktor açısından belirleyici bir durumdur. Çünkü kısırlık şüphesi için çiftlerin 1 yıllık düzenli ilişkileri olduğu halde hamilelik durumunun ortaya çıkmamasıdır. Bu bir yıl içinde en az haftada 2 kez ilişkiye girilip girilmediği de sorulmalıdır.




- Ailede başka bir erkekte testislerin yukarıda olması durumu varsa veya erkek testisle ilgili bir problem geçirdiyse direkt olarak bir sebep bulduğumuzu düşünülür.

- Erkeğin ergenlikten sonra kabakulak geçirmiş olup olmadığı da sorulur. Bu hastalık süreci içinde erkeğin yumurtalıklarında şişme de olduysa bölgede spermin oluşumuna neden olan hücreleri yok etmiş anlamına gelir.

- Evli çiftin yaşları da önemlidir. Kadın 35 yaşın üzerinde ise, adetleri düzenli değilse önemli risk faktörü sayılır.

- Aileden genetik olarak gelen diyabet hastalığı olup olmadığı sorulur. Bu durumda diyabetle ilgili testler yapılır ve sperm sayısına bakarak spermle ilgili testler de istenebilir.

- Ailede çocuğu olmayan ve sakat çocuğu olan kişilerin bulunması da araştırma aşamasında yön gösterici olabilir.

- Testislerin yukarıda olması da etkilidir. Eskiden testisleri yukarıda olan çocuklarda testisin indirilme işlemi ergenlik döneminde yapılırdı. Ama aslında bunun fark edildiği dönemde erken yaşlarda yapılması gerekir yoksa kısırlığa neden olabilir.

- Erkekte organik anlamda spermin akışkanlığını önleyen rahatsızlıkların olup olmadığı testlerle incelenir.

Sperm Testi:

Öncelikle sperm testi istiyoruz. Spermin içinde normalde 1 santimetreküpte 20 milyon veya üzeri olması gereken sperm düşük seviyelerine göre türlere ayrılıyor.

- Oligosperm: Azalmış sperm sayısı,

- Normo sperm: Normal sperm sayısı,

- Azospermi: Hiç sperm hücresi olmayışı:gibi 3 durum ortaya çıkıyor.

Kişi spermle ilgili bir sorunu olup olmadığını kendisi anlayabilir mi?



Ancak spermin koyu, az olup olmadığını anlayabilir. Spermin de içinde bulunduğu sıvının klasik bir rengi ve kıvamı vardır. Bunların olmayışı, çok sıvı oluşu veya çok az ve koyu oluşu akla bazı sorunları getirebilir. Bunu doktor ve laboratuar değerlendirebilir. Kültürlü, bu konularda bilgili bir insan spermin az geldiği veya boşalırken ağrı olduğu şikayetleriyle doktora başvurabilir.

Sperm Hiç Yoksa Ne Yapılır: Testis biyopsileri

Testis biyopsileri sperm elde edilemeyen hastalarda uygulanıyor. Testis biyopsileri artık mikroskobik olarak yapılıyor. bu sayede doktor testisin içini çok rahat bir şekilde görebiliyor. Mikroskop altında bakıldığında saç kılından daha ince olan tubuluslar çok net gözüküyor. Böylece doktor sadece içinde sperm olan belirgin dolgun olan dokuyu alıyor ve emrbiyolog hemen o anda dokuda sperm mevcutsa tesbit ediyor. Biz buna micro-tese diyoruz. Bütün bunlardan sonra spermin canlılık testleri değerlendirilebilir. Morfolojik yapısı değerlendirilir ve içlerinden en uygun olanları microenjeksiyon için kullanılır.

Şişmanlık kısırlık nedeni mi?

Erkekte ve kadında aşırı şişmanlık cinsel ilişkiyi önleyebileceği için kısırlığa yol açabilir. Hormonal bozukluklardan kaynaklanan şişmanlık fizyolojik olarak kısırlığı ortaya çıkarabilir.

Kadınla erkeğin birlikte yaptırdığı testler var mı?

Tabii ki var, bunlardan önemli bir tanesi post koital testtir. Cinsel ilişkiden sonraki birkaç saat içinde yapılıyor. Sabah evde ilişkiye giriyor aile, doktora gidiyor ilişkiden sonra uterusun ağzından bir materyal alınıyor ve buradaki spermin canlı olup olmadığına bakılıyor. Eğer canlı ise erkekte bir sorun olmadığı düşünülüyor ve kadına ait faktörlerin araştırılmasına geçiliyor.




Sigara kısırlık nedeni mi?

Erkekte spermin yapısını etkiler kadında da yumurtlamayı etkiler. Sigaranın zararları bazen vücutta kalıcı etkilere yol açar ama sigara bırakıldıktan sonra spermin yapısında düzelmeler görülmektedir.

Alkol kullanımının etkisi var mı?

Öncelikle alkol kullanımı sinir sistemi üzerinde etkili olur. Erkekte sertleşme sorunu yapar. Ayrıca spermin hareketliliğini etkiler.

rock_alltime 05-11-2008 10:18 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
"Dağınık ev" çocuğun zekasını etkiliyor

--------------------------------------------------------------------------------

Dağınık evin, çocukların zeka gelişimini olumsuz etkilediği belirtildi.

New Scientist dergisinde yayımlanan habere göre, İngiliz ve Amerikalı bilim adamları, 3 ve 4 yaşlarındaki 8000 çocuk üzerinde yaptıkları araştırmada, evdeki koşulların çocuklara yapılan zeka testlerinin sonuçlarına ne ölçüde etki ettiğini incelediler.

Bilim adamları, dağınık bir evin, çocuğun zeka gelişimi üzerinde az da olsa ölçülebilir olumsuz etki yaptığını tespit ettiler. Bundan önce yapılan araştırmalarda da küçük ve dağınık evlerle gürültülü çevrenin çocuklardaki düşük zeka seviyesiyle bağlantılı olduğu ortaya çıkmış, ancak bu araştırmalarda sosyal ya da ekonomik
statüyle genetik ve çevresel faktörlerin ayrımı tam olarak yapılamamıştı.

Yeni araştırmada, bu faktörleri ayrı ayrı inceleyebilmek için denek olarak tek yumurtalı ve çift yumurtalı ikizler kullanıldı.

Penn-State Üniversitesi'nde görevli araştırma başkanı Stephen Petrill, çocukların zeka seviyesini kelime bilgisi ve gramer testlerinin de bulunduğu çeşitli testlerle ölçtüklerini, test sonuçlarını çocukların yaşadıkları evlerdeki koşullarla karşılaştırdıklarını belirtti.

Yapılan istatistiki değerlendirme sonucunda, evdeki düzenin çocukların zeka gelişimi üzerinde etki yaptığı ortaya çıktı.

rock_alltime 05-11-2008 10:18 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Göz tembelliğinde tedavi süresi

--------------------------------------------------------------------------------



Göz tembelliği erken çocukluk çağında ortaya çıkan ve bir gözün yeterince görememesi şeklinde tanımlanabilecek bir durumdur. Göz tembelliğine her 100 kişiden 3'ünde rastlanmaktadır.

Göz tembelliği ancak küçük yaşlarda tespit edilirse tedavi edilebileceğinden ebeveynlerin bu konuda son derece hassasiyet göstererek erken yaşlarda çocukların göz muayenesi olmalarını sağlamaları gerekmektedir. Acımadem Göz Hastalıkları Medikal Direktörü Doç. Dr Bozkurt Şener, erken teşhis ve düzenli tedavi yapılırsa çoğu kez normal görmeye ulaşabildiklerini belirterek, "9 yaş sonrasında yapılacak tedavinin faydası yoktur. Katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz tembelliklerinde çok seri davranmak gereklidir" dedi.

Göz tembelliği nedir?

Göz tembelliği erken çocukluk çağında ortaya çıkan ve bir gözün yeterince görememesi şeklinde tanımlayabilecek bir durumdur. Göz tembelliğine her 100 kişiden 3'ünde rastlanmaktadır. Göz tembelliği ancak küçük yaşlarda tespit edilirse tedavi edilebileceğinden ebeveynlerin bu konuda son derece hassasiyet göstererek erken yaşlarda çocukların göz muayenesi olmaları sağlamaları gerekmektedir.

Normal Görme Nasıl Gelişir?

Bebekler doğduklarında ancak belirli oranlarda görebilmektedirler. (gözlerini kullandıkça görme potansiyelleri artmaktadır) İlk 9 yaş içinde görme sistemi tam olarak gelişmekte ve daha sonra belirgin bir değişiklik olmaktadır.

Eğer bir göz tüm düzeltmelere rağmen tam kapasiteli göremiyorsa bu durum kişinin hayatında olumsuz bazı etkilere yol açar. Mesela bazı mesleklerde (askerlik, pilot ) göz tembelliği olan kişiler yer alamazlar.



Göz Muayenesi ne zaman yapılmalıdır?

Tüm çocukların ilk 1 yaşta ve 4 yaşına gelmeden önce herhangi bir sorunu olmasa da mutlaka bir göz doktoru tarafından muayene edilmiş olması gerekmektedir. Bu arada doğumdan itibaren hem ailenin hem de çocuk doktorlarının bazı tespitleri ile gerekli hallerde çok erken dönemlerde de göz muayenesi yapılabilir.

Neler göz tembelliğine yol açabilir?

Göz tembelliği gözlerin normal olarak kullanılmasını engelleyen her türlü durumda ortaya çıkabilir. Çoğu vakada göz tembelliğine yol açan durumlar kalıtsal olabilir. Özellikle ailesinde göz tembelliği olan çocuklar göz doktoru tarafından mutlaka muayene edilmelidir.

Göz Tembelliğinin sebepleri nelerdir?

Göz tembelliğinin üç sebebi bulunmaktadır. Bunlar şaşılık, kırma kusurları ve saydam olması gerekli göz dokularında bulanıklıktır. Bunları da açarsak:

Şaşılık: Gözleri paralel duruma getirildiği zaman görme bulandığı için çocuk bir gözünü kullanmaz ve gözde tembellik oluşur.

Kırma kusurları: Mevcut olan yüksek kırma kusuru nedeni ile bir göz diğerinden çok bulanık görmekte ise bu göz görsel gelişimini tamamlayarak tembel hale gelmektedir. Görünüşte gözlerde herhangi bir problem olmadığı için tespit edilmesi en zor olan göz tembelliği tipi budur. Aileler çocukların gözünde bir kayma tespit ettiklerinde hemen muayenesini sağlamakta ancak diğer durumlarda genellikle göz muayenesi okul dönemine kadar gecikmekte ve bu durumda da çoğu kez geç kalınmış almaktadır. Bu nedenle ilk 1 yaşta ve 4 yaş öncesi tüm çocukların şikayeti olsun olmasın ,mutlak surette göz muayenesi olmaları gerekmektedir.



Saydam olması gerekli göz dokularında bulanıklık: Bu durumun başında katarakt gelmektedir. Bu tip göz tembelliği en erken gelişen göz tembelliğidir. Dolayısı ile her yeni doğanın mutlak bir göz doktoru tarafından son derece kolay bir test olan kırmızı yansıma testine tabi tutulması ve bir anormallik halinde acilen göz doktoruna muayenesi gereklidir. Çünkü bu tip göz tembelliği çok erken ve çok narin olarak gelişmektedir. Doğumsal katarak mümkün olan sen kısa zamanda cerrahi olarak tedavi edilmelidir.

Göz Tembelliği Tanısı Nasıl Konulur?

Bu çoğu kez oldukça zor bir durumdur. Çünkü çocukların görme muayeneleri 3-4 yaş oldukça güçlü arz etmektedir. Daha küçük çocuklarda ve bebeklerde sağlam gözün doktor tarafından elle kapatılması halinde tepkiyi değerlendirmek gibi bir takım yöntemlerle göz tembelliği olan göz tespit edilmeye çalışılır. İlk 1 yaş ve 4 yaş öncesi muayenede göz doktoru temel olarak şunu yapar. Gözlerde herhangi bir kayma olup olmadığını muayene eder. Daha sonra saydam ortamlarda herhangi bir bulanıklık olup olmadığına bakar, göz bebeği damla ile genişletilerek, her iki gözün kırma değerleri ölçülür. Burada önemli olan nokta özellikle bir gözde , diğerinin çok üzerinde bir kırma kusuru olup olmadığıdır. Bunan dışında her iki gözdeki yüksek kırma kusurları da dikkate alınır. Kırma kusuru muayenesi dışında retina (görme zarı) ve optik sinir (görme siniri) muayenesi de yapılarak muayene tamamlanır.

Göz Tembelliği nasıl tedavi edilir?

Göz tembelliği tedavinin esası zayıf gözün kullandırılmasına dayanır. Bu, sağlam gözün özel bir bandajla haftalar bazen aylar boyunca kapatılması ile yapılır. Önce gerekli olan reçete verilir. Çocuk bunu kullanmaya başlar ve kapama tedavisi yapılır. Şaşılıkta eğer bir cerrahi müdahale yapılacaksa genellikle önce göz tembelliği giderilmeye çalışılmalıdır. Ameliyat öncesi belli bir dönem kapama tedavisi yapılır, ameliyat uygulanır, daha sonra bir müddet daha kapama yapılmaya devam edilir. Aileler ne yazık ki kayma ameliyattan sonra her şeyin yoluna girdiği düşüncesiyle kapama sırasında ne gibi şeyler yapılması gerektiğini size açıklar. Bundan sonrası ise tamamen sizin sabrınıza kalmıştır.



Az görme önlenebilir bir problemidir?

Başarıda en önemli nokta göz tembelliğinin tanı zamanıdır. Eğer erken teşhis ve düzenli tedavi yapılırsa çoğu kez normal görmeye ulaşabilmektedir. 9 yaş sonrasında yapılacak kapamanın herhangi bir faydası olmamaktadır. Katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz tembelliklerinde çok seri davranmak gereklidir. Erken bebeklik döneminde cerrahi ve kapama tedavileri ile müdahale yapılmalıdır.

rock_alltime 05-11-2008 10:19 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Epilepsi hakkında bilinmesi gerekenler

--------------------------------------------------------------------------------



Basit bir şekilde epilepsiyi tanımlarsak; beyindeki bir nöron grubunun anormal ve aşırı uyarılmasıyla karekterize klinik tablodur. Birçok olguda epilepsinin nedeni bilinmez. Epilepsiye neden olan olayların başlıcaları:kafa travmaları, felç, beyin tümorleri, enfeksiyonlar, toksik nedenler doğumsal anomaliler nörojeneratif hastalıklardır. Epileptik nöbet yakınması ile gelen hastada nöbetin saydığımız bu nedenlere bağlı olup olmadığını sorgulamak çok önemlidir. Çünkü duruma yönelik tedavi yapmak nöbeti ortadan kaldırılabilir ve sürekli ilaç alımından hastaları kurtarabilir.

Epilepsi beynin bir bölgesinde sınırlı kalabildiği gibi beynin tüm bölgelerine yayılabilir veya sınırlı başlar ve buradan beynin tüm bölgelerine yayılabilir. Eğer epileptik uyarı sınırlıysa buna parsiyel nöbet, beynin tamamını etkiliyorsa jeneralize nöbet, beynin bir bölümünden başlayıp tamamını etkiliyorsa sekonder nöbet adını alır.


Parsiyel ve jeneralize nöbetler birçok alt bölüme ayrılır. Örneğin parsiyel nöbette şuur kaybı yoksa basit parsiyel nöbet adını alır. Şuur kaybı olmadan atmalar otomatik hareketler duysal semptomlar olur şuur kaybı varsa kompleks parsiyel nöbet adını alır. Bu konuya daha fazla girmek istemiyorum çünkü epilepsinin sınıflaması çok uzun ve karmaşıktır.



Anlaşılacak biçimde özetlersek beynin her noktasının bir fonksiyonu vardır ve uyarılan bölgeye göre klinik tablo şekil alır örneğin beynin frontal lobundan köken alan parsiyel nöbetlerde motor belirtiler ön plandadır. Gözlerin ve başın aynı zamanda gövdenin bir yana doğru dönmesi, gözlerin ve başın baktığı yandaki kolun havaya kalkması, bacaklarda pedal çevirme hatta yürüme ve koşma gibi karmaşık hareketler görülebilir.

Beynin temporal bölgesinden kaynaklanan nöbetlerde; işitme, kötü koku gibi özel duysal semptomlar olur.

Son bir örnek verecek olursam ;jeneralize epilepsinin bir alt grubu olan absans adlı nöbette hasta normal aktivasyonunu sürdürürken 2-15 sn bilinç kayıp olur. Sonra hastada kaldığı yerden aktivasyonuna devam eder.Bu nöbet genelde çocukluk döneminde görülür. Okul döneminde bu nedenle başarısız olabilirler. Nöbet anlaşılmazsa aile ve öğretmen tarafından dikkat toplayamama konusunda suçlanırlar. Doğru ilaca başlanırsa bu durum düzelir görüldüğü gibi epilepsinin birçok çeşidi vardır.

Epilepsi herhangi bir sebebe bağlı değilse (travma,tümor v.s.) doğumla genç erişkinlik dönemi arasındadır. Bu yaştan sonra başlatan epileptik nöbetlerin altında tümor travma toksik neden vs gibi nedenler aramak gerekir.

Tedaviye geçmeden önce çocuklarda çok sık görülen Febril Konvülzison adlı nöbetten çok kısa bahsetmek istiyorum. Febril konvülziyon genellikle bir enfeksiyon nedeni ile ateşi yükselen ve yaşları 3 ay 5 yaş arasında değişen çocuklarda görülen annelerin doktora genelde havale geçirdi diye tarif ettikleri nöbettir. Genelde 5 yaşından sonra iyi tedavi edilirse olmaz. Progrozu iyidir.

Epilepsi nöbetiyle gelen hastayı iyi değerlendirilip bu nöbetin gerçek epilepsi nöbeti olduğu kanaatine varıldıktan sonra epilepsi tanısında en değerli inceleme olan EEG beynin elektriksel aktivitesinin kafaya yerleştirilen elektrotlarla bir kağıda veya bilgisayara yazdırma yöntemi hastaya uygulanır. EEG epilepsinin tanısında ayrıca tanısında ve tedavinin durumunu belirlemede çok değerli bir inceleme yöntemidir. Nöbetli bir hastada çok ender olarak EEG normal çıkar. Eğer epilepsiye neden olan başka bir neden düşünüyorsa diğer görüntüleme yöntemleri ve laboratuar tetkikleri istenmelidir.

Tedavide en önemli konu epilepsinin hangi tür olduğunun tespitidir. Çünkü doğru ilaç kullanılmazsa herhangi bir fayda sağlanmadığı gibi nöbetlerde tetiklenebilir. Hastanın nöbeti doğru teşhis edilmiş ve doğru ilaç verilmiş ise ve 3-5 yıl nöbetsiz bir dönem geçmişse EEG de normal ise ilaç kesilebilir. Fakat ilaç kesildikten sonra ilk 6 ay içinde tekrar nöbet geçirme riski vardır.




İlacını düzgün kullanmayan ve aniden kesen hastalarda status epileptikas denen en az 30 dakika süren nöbetler ortaya çıkabilir. Eğer bu süre uzarsa ve nöbetler ağırsa kalıcı hasar oluşabilir.

Epilepside cerrahi ancak kısıtlı bazı epilepsi türlerinde kullanılır. Cerrahi sonucunda kontrol altına alınamayan nöbet kontrol altına almaya çalışılır. Hastalar cerrahiden sonra ilaçsız bir döneme girmezler. Yine ilaç kullanmaları gerekmektedir.

Gebelik ve epilepsi geniş bir konudur. Tek cümle ile epileptik gebeler mutlaka epileptik ilaç kullanmalıdırlar.

rock_alltime 05-11-2008 10:20 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kalp krizinden nasıl korunulur?

--------------------------------------------------------------------------------



Kalp ve damar hastalarının, egzersiz sayesinde ve stresi azaltarak kalp krizi riskini asgariye indirebileceği bildirildi.

ABD'nin Kuzey Carolina eyaletindeki Duke Üniversitesi Tıbbi Araştırma Merkezi tarafından yürütülen bir araştırmada, egzersiz yapan ve rahatlama seanslarına katılan kalp ve damar hastalarının, kalp krizi tehlikesinin azalmasını sağladığı belirlendi.

Amerikan Tıp Derneği'nin dergisi JAMA'da bugün yayımlanan araştırma sonuçlarında, kalp ve damar hastası 40-84 yaşlarında 92 erkek ve 42 kadın gözlendi.

Araştırmada hastaların üçte birine rutin tıbbi tedavi uygulanırken, üçte biri rutin tedavinin yanı sıra 4 ay boyunca haftada üç kez 35 dakika boyunca uzman denetiminde aerobik yaptı.

Araştırmaya katılan diğer hasta grubuna ise tüm bunlara ek olarak 4 ay boyunca haftada 1,5 saat stres azaltma seansı uygulandı.

Araştırma sonunda, egzersiz ve rahatlama seansı yapan hastaların, diğer iki gruba oranla daha fazla güçlendiği ve kalp-damar risk belirleyicilerinin belirgin şekilde iyileştiği tespit edildi.

rock_alltime 05-11-2008 10:20 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kırmızı acı biber ağrılara iyi geliyor

--------------------------------------------------------------------------------



Kırmızı acı biberde bulunan bir maddenin eklem iltihabı ve ağrılarında sürekli rahatlama sağladığı bildirildi.

ABD'nin Boston şehrinde yapılan Amerikan Ağrı Cemiyeti'nin yıllık toplantısında kırmızı acı biberin eklem iltihabı ve ağrılarına karşı iyi geldiğini ispatlayan uzmanlar, kırmızı bibere acılık veren ''capsaicin'' maddesinden 1000 mikrogram (1 gr) enjekte edilen şiddetli eklem ağrısı çeken hastaların dayanılmaz ağrılarının büyük ölçüde azaldığını söylediler.

Kırmızı acı biberde bulunan söz konusu maddenin ağrıları azaltmakla kalmayıp tesirini beş haftaya kadar sürdürdüğünü belirten uzmanlar, ağrılardaki azalma ve rahatlamanın muhtemelen daha uzun süre de devam edebileceğini ifade ettiler. Uzmanlar capsaicinin doğrudan ağrı bölgesine enjekte edilmesi durumunda daha tesirli olduğunu da belirttiler.

rock_alltime 05-11-2008 10:21 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Doğum ve hamilelikte skandal ölüm oranı

--------------------------------------------------------------------------------

Dünyada her yıl 500 binden fazla anne hamilelik ya da doğum sırasında ölürken, 4 milyon yeni doğan bebek de yaşamını yitiriyor.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından Cenevre'de yayımlanan yıllık raporda, 500 bin kadının doğum yaparken ya da hamilelik sırasında ölmesi ‘skandal' olarak nitelendirildi. Raporda, bu ölümlerin önlenmesi için çok ucuz ve basit çareler bulunabileceği belirtildi.

Dünya Sağlık Örgütü bünyesindeki aile sağlığı bölüm şefi Dr. Marie-Paule Kieny, ''bu duruma son verebilmek için yapılması gerekenler biliniyor. Çare aslında hem ucuz, hem de basit'' dedi. Kieny, hamile kadınların doğru beslenmeleri ve ağır işlerde çalışmamaları gerektiğini belirtti.

Rapora göre, dünyada yılda 136 milyon doğum oluyor. Gelişme yolundaki ülkelerde kadınların yaklaşık üçte ikisi doğumda uzman yardımı alıyor. Az gelişmiş ülkelerde, özellikle de Afrika kıtasının güney kesimlerinde bu oran üçte birin altına iniyor. Doğumdan sonra iki saat süren kanama, ölüme götürüyor.

Dünya Sağlık Örgütü'nün raporuna göre, 0 bin annenin yanı sıra dünyada yılda 4 milyon yeni doğan bebek de hayatını kaybediyor. Bebek ölümlerinin çoğu, temizlik şartlarına uyulmamasından kaynaklanıyor. Dr. Kieny, bebeklerde ölümleri azaltmak için, ''bebekler yıkanmalı, sıcak ortama alınmalı ve doğumdan sonraki ilk saat içinde emzirilmeli'' dedi.

Raporda, üye ülkelerden, sağlık personelinin eğitimi konusunda da daha fazla yatırım yapmaları istendi.

rock_alltime 05-11-2008 10:22 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Genital bölgede çıkan Herpes (uçuk) nedir?

--------------------------------------------------------------------------------

Dış üreme organlarında görülen uçuktur. Bulaşma yoluyla vücuda geçer. Genital bölgenin uçuk vürusu bulunan bir kimseyle teması sonucu bulaşır. Genellikle cinsel temas sonrasında oluşur.

Genital bölgede yanma, ağrı, idrar yaparken ağrı duyma, ağrılı cinsel ilişki, akıntı, ateş yükselmesi ve lenf bezlerinde şişme görülebilir.

Hastalık bir geçirildikten sonra zaman zaman vücudun direncinin düşmesine bağlı olarak tekrarlama (nüksleri) görülebilir.

Lezyonları çok tipiktir. Başlangıçta içi su dolu toplu iğne başı büyüklüğünde çıkıntılar oluşur. Bunlar son derece ağrılıdır. Bir süre sonra üzerindeki epitel dökülür, kızarık küçük yaralar halini alır. Tek tek veya birkaç tanesi bir arada bulunabilir.

Akıntı bol mikterde gri beyaz şeffaf bir sıvı haline gelir.

Herpes enfeksiyonu özellikle gebelikte önemlidir. Akut herpes enfeksiyonu veya herpes nükslerinde lezyon mevcudiyetinde doğum kanallarından geçerken bebeğin herpes enfeksiyonu ile kontamine olması nedeniyle doğumdan sonra bebeğin boğazında enfeksiyon olması mümkündür. Bu nedenle bu durumda sezeryenle doğum ilk tercih edilecek yöntemdir.

Genital uçuk tedavisinde kremler ve ağızdan alınan haplar kullanılır. Lezyonların üzerine sürülen kremler ağrıyı hafifletip rahatsızlık hissini azaltır. Ağızdan alınan haplar da semptomları azaltıp enfelksiyonun çabuk iyileşmesini sağlar. Fakat ne haplar ne de lokal kullanılan kremler hastalığın tam iyileşmesini bağlamaz.

Aynı şekilde ilk geçirilen enfeksiyon sırasında yapılan tedavi daha sonraki nüksleri önlemez. Vücut direncinin düşmesiyle tekrar alevlenir.

Bulaşmayı önlemek için lezyonların ortaya çıktığı dönemde ilişkide bulunmamak, temizlik ve hijyen kurallarına dikkat edilmeli, vücud direncini yükseltmek için beslenme ve vitamin almaya dikkat etmeli ve semptomları hafifletici ilaçlar alınmalıdır.

rock_alltime 05-11-2008 10:23 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Allerjik nezle nasıl anlaşılır?

--------------------------------------------------------------------------------



Allerjik nezle tanısı tipik hastalarda çok kolaydır. Bu işle ilgilenen uzmanlar hastayı görür görmez, daha adını sormadan, muayene etmeden bie hastanın alerjik nezlesi olduğunu anlayabilirler. Gerçekten de bu hastalıkta çok tipik bulgular saptanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.Ahmet Rasim Küçüusta, allerjik nezlenin nasıl anlaşılabileceğini Mynet okurları için derledi.


ADENOİD YÜZ

Uzun yüzlüdürler, üst çeneleri dar, alt çeneleri ise geriye doğrudur; elmacık kemikleri daha az belirgindir. Ağız sürekli açıktır. Burun kaşınmaktan dolayı kırmızıdır.

AKTİVİTE

Allerjisi olan hastalar, özellikle de çocuklar adeta yerlerinde duramazlar, sürekli hareket halindedirler: Ellerinde mendil eksik olmaz.

ALLERJİK SELAM

El ayası yüze dayanarak burun ucu kaldırılarak hem burun kaşınmış ve hem de burundan kısa süre de olsa rahat nefes alınması sağlanmış olur. Bu hareketi uzun süre (en az 2 yıl) yapanlarda burnun yukarıya doğru kıvrıldığı yerde artık ömür boyu devam edecek bir çizgi oluşur . Biz buna tıp dilinde supratip çizgisi diyoruz.



YÜZ ÇARPITMA

Bazı hastalar ise, burun ucunu hareket ettirmek, burun deliğinin birini olsun biraz açmak amacıyla üst dudak ve yüzün orta 1/3' ünün bir tarafa çekerek buruştururlar.

GÖZLER ALTINDA MOR HALKALAR

Alt göz kapaklarının altında koyu halkalar vardır. Nedeni, burundaki kanlanmaya bağlı olarak göz çevresindeki toplar damarlarda kan birikimidir. Tedavi görmeyen hastalarda tüm ömür boyu kalıcı bir özelliktir. Bazı alerjik çocuklarda ise alt göz kapağı derisinde yarım ay şeklinde kırışıklıklar vardır.

İPEKSİ, UZUN KİRPİKLER

Kirpiklerin ipeksi, uzun ve düzensiz olması da alerjik hastaların bir özelliğidir.

KIZARMIŞ GÖZLER

Gözler kızarmıştır, göz yaşı salgısı artmış da olabilir. Göz kapakları içinde veya köşelerinde salgılar (çapak) birikebilir.

TAM KAPANMAYAN AĞIZ

Ağız genellikle hafifçe açıktır. Ağız köşelerinde çatlaklar oluşabilir. Damağın çukurluğu artmıştır. Alt çene gelişimi sınırlı ve geriye doğrudur. Dişlerde çarpıklıklar da olabilir; diş çürükleri başka çocuklara göre daha fazladır.

BURUN

Burun delikleri çevresi, sürekli akıntı ve bunların silinmesinden dolayı tahriş olarak kızarmıştır. Burun içinde kabuklanmalar oluşabilir. Burun zarı (mukozası) ışıklı bir alet ile incelenir. Normal burun zarının renk ve nemliliği taze kesilmiş karpuz benzer. Alerjik olanlarda, renk daha soluk ve mavimsiye döner. Burnun arka tarafları ve yutağın görülebilmesi için fiberoptik rinoskopi yapılabilir, fakat bu her hastada gerekli bir inceleme değildir. Hastalar fiberoptik rinoskopiyi çok müthiş bir muayene sanırlar ‘Doktor, burnumun içini ta gırtlağıma kadar televizyonda bana gösterdi' diye iftiharla anlatırlar.



YATAR YATMAZ BAŞI, SAÇ DİPLERİ TERLEYEN ÇOCUKLAR

Bugüne kadar görmüş olduğum alerjik çocuklarda, dikkatimi çeken en önemli özelliklerden biri, bu çocukların özellikle geceleri baş, boyun ve saç diplerinin terlemesi idi. Terleme, genellikle çocuk yatar yatmaz ilk birkaç saat içinde olup sonra geçer. Anneler, yastıkların su gibi ıslandığını yastık kılıfı değiştirmek zorunda kaldıklarını söylerler.

DİŞ GICIRDATMA

Son yıllarda yapılan araştırmalar, diş gıcırdatmanın alerjik çocuklarda üç misli daha fazla görüldüğünü göstermektedir. Gıcırdatma, saman nezlesi, sinüzit, burun kemiği eğriliği, burun polipleri olanlarda daha fazladır. Bunlar genellikle geceleri ağzı açık yatan, horlayan ve salyaları akan çocuklardır. Bu çocuklarda kulak ağrısı ve kulak iltihaplarına da çok sık rastlanır.

Allerjik çocuklardaki diş gıcırdatmalarının, Östaki Borusu' nun mukozasındaki ödemden dolayı orta kulakta negatif basınç oluşumuna bağlı bir refleks olarak geliştiği düşünülmektedir.

rock_alltime 05-11-2008 10:23 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Sigara kadınlarda doğurganlığı azaltıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Hollandalı bilim adamlarının yaptığı araştırmaların sonuçları, günde bir sigara içen bir kadının doğurganlık şansının bile hiç içmeyenlere göre yüzde 28 oranında azalttığını gösterdi.

Sonuçları, İngiltere'nin ünlü Human Reproduction dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, sigara içen kadınların sağlıklı doğum yapma şansları da üçte bir oranında azalıyor.

Sigaranın kadının doğurganlık yaşını en az 10 yıl azalttığını da belirten Hollandalı bilim adamları, 30 yaşındaki sigara içen bir kadının, 40 yaşında hiç sigara içmemiş bir kadınla aynı doğurganlık problemlerini yaşadığını bildirdi.

Bilim adamları, bebek sahibi olmak isteyen kadınlara, sonuçları ciddiye alıp bir an önce sigarayı bırakmaları tavsiyesinde bulundu.

rock_alltime 05-11-2008 10:24 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kemik erimesine karşı en etkili silah soğan

--------------------------------------------------------------------------------

Özellikle yaşlılıkta ortaya çıkan kemik erimesi (osteoporos) hastalığına karşı en etkin ilacın soğan olduğu bildirildi.

The Journal of Agriculture and Food Chemistry (Tarım ve Gıda Kimyası) isimli bilimsel dergide yer alan bir araştırmanın sonuçlarına göre, fareler üzerinde yapılan deneyler, beyaz kuru soğanda bulunan bir bileşimin kemikleri güçlendirdiğini ve kemik erimesini önlemede faydalı olduğunu ortaya koydu.

Kemikleri sağlam ve sağlıklı tutmanın başlıca yolunun sağlıklı beslenme, içki ve sigaradan uzak durma ve şişmanlığı önleyecek ölçüde egzersiz yapmak olduğunu söyleyen araştırmacılar, kuru beyaz soğanda bulunan ve GPCS adını verdikleri bir bileşimin kemik erimesine karşı son derece etkin olduğunu kaydettiler.

rock_alltime 05-11-2008 10:25 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Yağlı balıklar vücuttaki iltihabı azaltıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Harward Üniversitesi ve Brigham Üniversitesi bilim adamları, Omega-3 yağ asidi içeren somon ve uskumru gibi yağlı balıkların, vücuttaki iltihaba karşı savaştığını belirtti.

Araştırmanın bulguları, 'Journal of Experimental Medicine' adlı dergide yayımlandı.

Bilim adamları, insan vücudunda bulunan ve 'resolvin' adı verilen yağların iltihapla savaştığını, bunların da yağlı balıklardaki yağ asitlerinden sağlandığını belirtti.

Bilim adamlarına göre, bu yağlar, kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde de büyük önem taşıyor.

Bu yağların, vücuttaki iltihap hücrelerinin, iltihaplı bölgede toplanmasının önüne geçtiklerini anlatan bilim adamları, aspirin kullanımının da 'resolvin' adı verilen iltihapla savaşan yağların artmasına katkı sağladığını açıkladı.

Araştırmayı yapan grupta yer alan Dr. Charhes Serhan, bu bulguların Omega-3 içeren balık türlerinin tüketimini teşvik ettiğini de belirtti.

rock_alltime 05-11-2008 10:26 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Bahar çarpmasına dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Hava sıcaklıklarına bağlı olarak vücudun dengesinde meydana gelen değişiklikler, olumsuz durumlara yol açıyor. Uzmanlar, özellikle romatizma, astım, kalp, mide ülseri ve hipertansiyonu bulunanların, bahar aylarında özellikle çok dikkatli olmaları gerektiğini vurguladı.


Havaların ısınmasıyla birlikte metabolizmada oluşan değişiklikler, yorgunluk, halsizlik ve eklem ağrıları gibi şikayetleri de beraberinde getiriyor. Hava sıcaklıklarına bağlı olarak vücudun dengesinde meydana gelen değişiklikler olumsuz durumlara yol açarken, bu durumdan kurtulmak basit birkaç önlemle mümkün olabiliyor. Uzmanlar bahar mevsimlerinde havadaki elektrik yükünün arttığına dikkat çekerek, bu yüklerden pozitif olanların vücutta zindelik, nefatip olanların ise yorgunluk, halsizlik ve gerginliklere sebep olduğunu belirtiyor. Taşıtların havayı kirletmesi, sanayi atıkları ve trafik keşmekeşe sebebiyle şehirdeki elektrik yükünün daha fazla olduğunu vurgulayan uzmanlar, bahar aylarında hava sıcaklıklarına bağlı olarak insan metabolizmasında oluşan değişikliklerin yorgunluğu arttırdığını ve bahar yorgunluklarının bir hastalık olarak tanımlanmamasına rağmen önlem alınmadığı takdirde kronikleşebileceğine dikkat çekiyor. Bahar aylarında özellikle romatizma, astım, kalp, mide ülseri ve hipertansiyonu bulunanların dikkatli olmaları gerektiği vurgulanırken, metabolizmada meydana gelen değişikliklerin özellikle bu hastalıkları olumsuz yönde etkilediği bildirildi.


Astım, saman nezlesi ve ürtiker, bahar mevsiminde en çok şikayetçi olunan rahatsızlıkların başında geliyor. Bu hastalıkların en gözde belirtileri ise burun akıntısı, hapşırma, öksürme ve nefeste tıkanma olarak tanımlanıyor. Konunu uzmanları, astım ve alerjik hastalıkların bahar aylarında daha sık görüldüğüne işaret ediyor. Bu hastalıklara bahar aylarında daha sık rastlanmasının sebebi olarak ise, havaların ısınmasıyla birlikte atmosfer basıncındaki değişiklikler ve artık neredeyse bir kabus haline gelen havada uçuşan polenler gösteriliyor. Solunan havadaki nem miktarının farklılığı ve bu mevsimde soluduğumuz havaya karışan bitkilere ait polenlerin hastalıkta önemli rol oynadığı vurgulanıyor. Uzmanlar, astıma ve alerjik hastalıklara ve özellikle saman nezlesi denilen hastalığa yol açan alerjilerin başında polenlerin geldiğini belirterek, özellikle çayır ve hububat polenlerinin ve yöreye göre ağaç polenlerinin alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında önemli rol oynadığı görüşünü paylaşıyor.


Uzmanlar, basit gibi görünen ancak kronikleşmesi durumunda ciddi tehlikelere yol açabilecek olan bahar hastalıklarının aslında basit birkaç yöntemle önlenebileceğine dikkat çekiyorlar. İnsanların kendi kendilerine alabilecekleri önlemlerden bazıları şöyle:


- Alışılmış olan uyku ritimlerinde ani değişiklik yapmayın, yatış-kalkış saatlerinizi birden değiştirmeyin
- Hayatınıza, giyim-kuşamınıza ve beslenmenize dikkat edin
- Baharın başlamasıyla birlikte vücudun daha çok vitamine ihtiyaç duyduğunu unutmayın. Özellikle B ve C vitaminleri içeren sebze, meyveler, domates, patates ve kayısı yemeye çalışın
- Günde ortalama 3 litre su için. Bunu yemek öncesi ve yatmadan önce azar azar yapın
- Uyku ritmine dikkat edin ve rahat bir uyku için günlük bütün stresleri unutarak yatağa girin
- Her gün sabahları en az 5 dakika yürüyün
- Mevsimsel geçiş dönemlerinde alınan alkol miktarını düşürün. Alkolün vücudu olumsuz etkilediğini ve insanda daha çok bitkinliğe, yorgunluğa yol açacağını unutmayın."

rock_alltime 05-11-2008 10:27 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Aspirin orta yaş üzeri için hayat kurtarıcı

--------------------------------------------------------------------------------

Cardiff Üniversitesi'nin 25 yıl süren, 2500 kişinin katılımıyla yaptığı araştırma, ''günde bir aspirinin 50 yaşın üzerindekiler için hayat kurtarıcı olduğunu'' ortaya koydu.

Cardiff Üniversitesi bilim adamları, 50 yaşın üzerindeki herkesin günde bir aspirin tableti alması gerektiğini, maliyeti çok düşük olan bu koruyucu yöntem sayesinde kalp krizi ve felç vakalarında ciddi düşüş olacağını bildirdiler.

Araştırma sonuçları, sık sık açıklanan bu gerçeğin pek çok orta yaş grubu mensubu tarafından ciddiye alınmadığını ve çok sayıda kişinin aspirinden yararlanamadığını da ortaya koydu.

Bilim adamları, aspirinin kalp krizleri ve felç vakalarının yanı sıra alzheimer ve bazı kanser türlerinin önlenmesine de yardımcı olduğunu belirttiler.

Cardiff Üniversitesi bilim adamlarından Profesör Peter Elwood, ''Eğer orta yaşın üzerindekiler bu tavsiyeyi dikkate alır ve günde bir aspirin kullanırsa, her yıl binlerce, onbinlerce yaşamın kurtarılabileceği görülecektir'' dedi.

rock_alltime 05-11-2008 10:28 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kadınların sezgileri daha güçlü değilmiş

--------------------------------------------------------------------------------


Edinburgh Bilim Festivali'nde yaklaşık 15 bin kişi üzerinde araştırma yapan uzmanlar, deneklere kadın ve erkek yüzlerinden oluşan 10 çift fotoğraf gösterdi. Her bir çift fotoğraf, aynı kişinin bir samimi ve bir de yapmacık gülüşünü gösteriyordu. Erkekler, fotoğraflardaki içten gülüşleri yüzde 72 oranında doğru olarak tespit etti. Kadınlarda ise bu oran yüzde 71 olarak ölçüldü. Karşı cinsin fotoğraflarını değerlendirmede erkekler çok daha başarılı oldu. Erkeklerin yüzde 76'sı, kadınların ise sadece yüzde 67'si karşı cinsin yüzündeki samimiyeti doğru algıladı. Uzmanlar, kadınların samimiyetsizliği algılamakta erkekler kadar başarılı olamamasını, her şeyi iyi tarafından görmeye programlanmış olmalarına bağladı.

rock_alltime 05-11-2008 10:29 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
IBS, hayatımızın olumsuz bir parçası

--------------------------------------------------------------------------------

Yeni ismi ile "Hassas Barsak Sendromu" olarak tanımlanan IBS hakkında Şubat ve Mart aylarında
www.IBSnedir.com sitesi üzerinden yapılan araştırmaya göre, kişilerde karın ağrısı, şişkinlik, kabızlık/ ishal en yoğun günlük şikayetler arasında yer alıyor. Ancak yaşamı olumsuz etkileyen bu şikayetler ile doktora başvuranların sayısı oldukça az...

IBS (Hassas Barsak Sendromu), henüz tam olarak tanınmayan ancak tüm toplumlarda sık rastlanan bir sendrom... Sindirim sisteminde organik nedenlere bağlı olmaksızın yaşanan ağrı, şişkinlik ve kabızlık/ ishal gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. Özellikle stresin tetikleyici olduğu bu şikayetler, kişilerin sosyal yaşamlarını olumsuz yönde etkilerken , doktora başvurmayı gerektirecek bir sebep olarak görülmüyor. Oysa hem kadın hem erkek olmak üzere toplumun her kesiminden bu rahatsızlıkla yaşayan pekçok kişi bulunuyor. Çalışma koşullarının ağırlaşması, günlük yaşam içinde stresin artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, IBS'nin de giderek yaygınlaşmasına neden oluyor.

IBS'nin belirtisi sayılan karın ağrısı, şişkinlik ve gaz, ishal/ kabızlık gibi şikayetlerin sorgulandığı ve internet üzerinden 3700'ün üzerinde kişinin katıldığı IBS Testi 20 Mart 2005 tarihinde sonuçlandı. Bu teste göre, katılımcılarda görülen en önemli şikayet %93 oranında şişkinlik ve gaz olarak belirleniyor. Bunun yanında stresin de şikayetleri tetiklediği % 82'lik bir oranla ortaya çıkıyor. Ayrıca ishal ve kabızlık da verilen cevapların %87'sinde sık yaşanan bir durum olarak görülüyor. Özellikle yemek sonrası karın ağrısı, şişkinlik gibi şikayetlerin yoğunlaşması, kişilerin çalışma ve sosyal hayatını olumsuz etkiliyor.

Bu yanıtlara göre, toplumumuzda sindirim sistemi rahatsızlıklarının ve IBS'nin önemli yer tuttuğu ortaya çıkmaktadır. Testi yanıtlayan kişilerin yaklaşık % 90'ında IBS ihtimali olduğu sonucu gözlemlenmektedir. Buna göre IBS hakkında bilgi sahibi olmak ve kabullenmek yerine tedavi almak çok önemlidir. Ayrıca yaşam koşullarını da iyileştirmek ve özellikle sindirim sistemine zararlı yiyecek ve içeceklerden kaçınmak da hayat kalitesini olumlu yönde etkileyecektir.

İşte karın ağrısı, şişkinlik/gaz ve ishal/kabızlık gibi problemleri sık yaşayanlara birkaç öneri:
· Rahatsızlığınızı artırdığını düşündüğünüz yiyeceklerden uzak durun: Hastaları özellikle etkileyen yiyecekler farklı olabilmektedir. Bu nedenle kendinizi iyi tanıyıp, rahatsızlık veren yiyeceklerden uzak durmalısınız.
· Sık sık ama az yiyin
· Bol su için
· Bitki Çaylarını Tercih Edin
· Sigarayı bırakmaya çalışın
· Stresten uzak durmaya çalışın
· Gaz yapan yiyecekleri az tüketin

rock_alltime 05-11-2008 10:30 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
AIDS aşısına doğru bir adım daha

--------------------------------------------------------------------------------

Çağımızın en önemli hastalıkları arasında olan AIDS korkutuculuğu ve yayılma hızı nedeniyle gündemden düşmüyor. Son zamanlarda AIDS Aşısı için yapılan çalışmalar ve ayrılan mali kaynaklar tüm dünyada insan sağlığı için yapılan en önemli yatırımlar arasında!

AIDS Aşısı için çeşitli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar yüzlerce milyon doları gözden çıkarırken umut veren, yüzleri güldüren bir haber de Merck & Co.'dan geldi! Merck'in araştırma safhasındaki HIV/AIDS Aday Aşısı, Ortak Klinik Çalışma'nın Faz II etkinlik testi safhasına ulaştı.

2004 yılında HIV ile yaşayan kişilerin sayısı yaklaşık 40 milyon olarak bildiriliyor. Yüzde 95'i gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere, her gün 13000 yeni HIV enfeksiyonu vakası ile karşılaşıldığı düşünülürse; tüm dünyayı etkileyen bu salgında herhangi bir gerileme işaretinin söz konusu olmadığı görülecektir. Diğer enfeksiyöz hastalıklarda olduğu gibi, AIDS'in sonlandırılması için de uzun vadeli umutlar arasında en önemlisi bir aşının geliştirilmesidir. Hastalığın önlenmesi ve tedavisi ile birlikte aşılar, HIV enfeksiyonu ile girişilen mücadelede takip edilecek ortak stratejinin en kritik bölümünü oluşturmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde HIV Aşı Çalışmaları Grubu (HIV Vaccine Trials Network - HVTN) ile Merck & Co.,Inc, Merck'in araştırma safhasındaki HIV/AIDS aday aşılarından birini kullanarak ortak bir faz II "Tez - İspat" (proof-of-concept) çalışması başlatmış olduklarını duyurdular. Bu çalışma Merck ve HVTN'in Kuzey ve Güney Amerika, Karayipler ve Avustralya'daki klinik çalışma merkezlerinde yürütülecek.

Merck, HVTN grubu ve HVTN'ye finansman ve destek sağlayan bir kurum olan Ulusal Alerji ve Enfeksiyöz Hastalıklar Enstitüsü'nün (National Institude of Allergy and Infectious Diseases - NIAID) işbirliği ile yürütülecek olan bu çalışma; Merck'in aşı araştırmalarındaki çabalarından ve klinik çalışmalardaki uzmanlığından kaynaklanan gücü ile, HVTN'nin klinik çalışma deneyimlerini ve global kapasitesini bir araya getiriyor.

HVTN'in Baş Araştırmacısı olan Dr. Lawrence Corey "Tez-ispat çalışması bir aday aşının belirli bir hastalık üzerindeki etkisini ispatlamak üzere tasarlanmış bir çalışmadır, fakat bu çalışmalarda geniş sayıda katılımcılara yada binlerce katılımcının incelenmesini gerektiren Faz III çalışmalardaki gibi büyük kaynaklara ihtiyaç yoktur" açıklamasını yapıyor.

Merck Klinik Araştırmalar Bölümü Eş Başkanı Jeffrey Chodakewitz: "Bu çalışma Merck'in aday aşısı sayesinde HIV-1'e karşı oluşturulan hücresel immün yanıtın, HIV enfeksiyonunu etkilemeye yetecek kadar güçlü bir yanıt olup olmadığının cevabını verecek kritik bir testtir" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor; "HVTN ile aramızda devam eden ilişkiyi, HIV/AIDS aşı geliştirme programımızın bir sonraki önemli adımı olan bu safhaya taşımaktan ötürü memnuniyet duymaktayız."

20 yıllık emek
Bu çalışma, araştırmacıları neredeyse 20 yıldır bir HIV/AIDS aşısı geliştirmek amacıyla çalışmalar yürüten Merck ile, finansman ve desteği Ulusal Sağlık Kurumları'ndan biri olan NIAID tarafından sağlanan ve dünya çapında bir klinik çalışma grubu olan HVTN arasındaki ortak çalışmalardan ikincisidir. Merck ile HVTN, hali hazırda, Merck'in daha önceki aday aşılarından birinin vücut tarafından tolere edilebilirliği ve bağışıklık sistemini uyarıcı özelliğini sınayan global bir klinik çalışmayı da ortaklaşa yürütmektedir. Bu çalışma dünyanın çeşitli yerlerindeki 18 şehirde devam etmektedir.

rock_alltime 05-11-2008 10:31 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Alerjik nezlede kortizon kullanımı

--------------------------------------------------------------------------------

Kortizon, yerinde, uygun doz ve sürelerde kullanıldığında hayat kurtaran, ama elbette bazıları ölümcül, pek çok yan etkileri de olan bir ilaçtır. Milyonlarca hasta yaşamlarını ve sağlıklarını kortizona borçludur.

Bir tarafta, bir çok hasta hayatını borçlu olduğu bu müthiş ilaçtan öcü görmüş gibi korkar. Az hastadan mı işittim ‘‘Aman doktor bey, bana kortizonlu ilaç vermeyin de, ne verirseniz verin.'' sözlerini. Çünkü, kortizon halk arasında ‘en son çare' olarak kullanılması gereken ilaç diye bilinir. Hasta bu. Sigaradan korkmaz, AİDS'ten korkmaz, astım krizinden korkmaz, kortizondan korkar.

Korksun tabii. Korkması hiç korkmamasından daha iyidir. Ama korkularda da aşırıya kaçmamak lazım. Vur diyince, öldürmemeli.

Bazı hastalar tam tersine, kortizonu leblebi gibi, fındık, fıstık gibi kullanırlar. Doktor ona bir kerelik yazar, hasta onu kendi kafasına göre aylarca, yıllarca kullanır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, kortizon kullanımı Mynet okurları için derledi.

KORTİZONLU BURUN SPREYLERİ

Alerjik nezlede en etkili ilaç buruna sprey şeklinde sıkılan kortizondur. Bu ilaçlar antihistaminiklere göre daha üstündürler. Düzenli kullanıldıklarında, hem burun akıntısı, kaşıntı, hapşırmayı... ve hem de burun tıkanıklığını, yani alerjik nezlenin tüm belirtilerini giderirler. Etkileri yavaş başlar ve maksimum etkilerinin ortaya çıkabilmesi için günler-haftalar geçmesi gerekir.

AMAN DOKTOR BEY, BANA SAKIN KORTİZON VERMEYİN !

Aman doktor bey, sakın kortizon vermeyin ! Şekeri... tansiyonu yükseltiyormuş. Kemik erimesi... mide kanaması... katarak yapıyormuş. Böbrekleri, karaciğer bozuyormuş... Deriyi çatlatıyormuş, sivilceler çıkarıyormuş...Hadi bunlar neyse de, bir de erkeklerinki gibi kılllanma da olurmuş...Çocukların boyu kısa kalırmış...

Kortizon gerçekten de çok ciddi yan etkileri olabilen bir ilaç. İki ucu keskin bir bıçak adeta. Bir tarafı düzeltirken, diğer tarafları da perişan edebiliyor. Fakat, hemen öyle korkmayın ! Buruna sprey olarak sıkılan kortizon tedavisinin olumsuzlukları çok fazla değil, çünkü hem verilen doz çok düşük ve hem de ilacın çok az bir
kısmı kana karışıyor.

KORTİZONLU BURUN SPREYLERİNİN YAN ETKİLERİ

Kortizonlu burun spreyleri, bazı hastalarda burunda kuruma, kabuklanma ve kanamaya neden olabilir, fakat bunlar çoğu zaman hafif ve geçicidir. Koku ve tat alma bozukluklarına da rastlanabilir. Kullanılan kortizon türünün değiştirilmesi bu yan etkileri önleyebilir. En ciddi komplikasyon, burun bölmesinde delinmeye yol açmasıdır. Bu tedavinin ilk 12 ayı içinde ve özellikle de genç hanımlarda rastlanan bir durumdur. İlacın doğrudan burun bölmesine gelmeyecek şekilde sıkılmasına çalışılmalıdır.

Buruna sprey şeklinde sıkılan kortizonun önerilen dozlar aşılmadığı takdirde, deri incelmesi, katarakt ve glokom riskini artırıcı bir etkisi olmadığı kabul edilir.

Uzun süreli tedavinin çocuklarda büyümeyi geciktirici etkisi olabileceği unutulmamalıdır.

Bu ilaçlar, çok gerekli olduğu zaman gebelikte de kullanılabilir. Tedavi süresi mümkün olabildiği kadar kısa tutulmaya çalışılmalıdır.

KORTİZON HAP VE İĞNELERİ

Alerjik nezlede kortizon hap ve iğneleri, doktorunuzun gerek gördüğü özel durumlarda, kısa süreli kullanılabilir. Ama, unutmayın, buna sadece doktorunuz karar vermelidir !

rock_alltime 05-11-2008 10:32 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Anne sütüne eş değer besin yok

--------------------------------------------------------------------------------

Uzman Dr. Zafer Tunataş, bebeklerin 2 yaşına kadar emzirilmesini isteyerek, dünyada anne sütüne eş değer bir besin olmadığını söyledi.
Çanakkale'de "Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları" projesi çerçevesinde düzenlenen panelde konuşan Dr. Zafer Tunataş, "Anne sütü besleyici, kolay sindirilebilen, enfeksiyonlara karşı vücudu koruyan tabii bir besindir. Bebeği solunum yolları ve mide bağırsak enfeksiyonlarına karşı korur. Anne sütünün aile ekonomisine de katkısı söz konusu" dedi.


İnek ve keçi sütüne göre anne sütünün çok daha faydalı olduğunu anlatan Tunataş, anne sütünde A ve C vitaminlerinin ağırlıkta olduğunu, bu vitaminlerinse savunmasız olan bebeği enfeksiyonlara karşı koruduğunu belirtti. Anne sütünün rastgele bir sıvı olmadığını hatırlatan Tunataş, "Bugün hiçbir mamanın içinde canlı madde yoktur. Sadece anne sütünde canlı doku vardır. Günümüzde anne sütüne eş değer bir besin halen yapılamadı. Anne doğum yaptıktan sonra hemen bebeğini emzirmeli. 6 aya kadar hiçbir ek besin vermeden bebeğini emzirmesi gereken anne, 2 yaşına kadar da bebeğini emzirmeye devam etmeli" diye konuştu.


Sağlık İl Müdürü İlhan Güney da, Çanakkale'yi bebek dostu il haline getirmek için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini belirtirken, eczacılardan mama reklamlarıyla ilgili afişleri vitrinlerine asmaması istedi. Güney, bebekler için en önemli besinin anne sütü olduğunu ifade etti.


Ana Çocuk Sağlığı Aile Planlaması Şube Müdürü Uzman Dr. Işıl Onat ise kadınların yüzde 99'unun ikiz bebeğe yetecek miktarda anne sütüne sahip olduğunu dile getirerek, şunları söyledi: "Anneler bazen sütünün yetersiz olduğunu sanıyor. Bu yanlıştır. Her annenin sütü bebeğine yetecek kadardır. Anneler bebeklerin doğumundan itibaren 2 yaşına kadar çocuklarını emzirmeliler".


Panelde, ayrıca Uzman Dr. Savaş Çetinay yetersiz süt ve ağlama, Uzman Dr. Turan Erginbaş da sağlık uygulamaları ve özgüven konularında birer konuşma yaptı.

rock_alltime 05-11-2008 10:32 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Bilgisayar kullanırken gözlere dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

KAYSERİ (İHA) - Özel İbni Sina Sağlık Merkezleri Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ziya Alp Köse, bilgisayar kullanımının gözü bozmadığını, ancak mevcut kırma kusurunun ortaya çıkmasına neden olduğunu kaydetti.
Bilgisayar kullanımına bağlı olarak, gözün kendisinde ya da görme kalitesinde bazı problemlerin meydana gelmesini, göz yorgunluğun olduğunu belirten Dr. Ziya Alp Köse, "Yorgun ve ağrılı gözler, gözlerde yanma ve batma, bulanık görme, kuruluk hissi, sulanma, kaşıntı, kızarıklık, gözleri kısarak bakmak, odaklama zorluğu, çift görme, ışığa karşı hassasiyet, baş ağrısı, boyun, sırt ve omuz ağrısı en çok görülen problemlerdir" dedi.




Bahsedilen yorgunluk belirtilerine sahip olan kişilerin, ilk iş olarak göz muayenesi olması gerektiğini kaydeden Alp Köse, "Çünkü bu belirtilerin en büyük nedeni, gözlerdeki kırma kusurudur. Miyopi, hipermetropi, astigmatizma gibi kırma kusurlarının olup olmadığı saptanarak, bunların gözlük camı veya lenslerle düzeltilmesi, bu konudaki ilk aşamadır. Ayrıca, halen kullanılan gözlük camı veya lenslerin numaralarının yetersiz kalması da, göz yorgunluğuna sebep olabilecektir. Burada, halk arasında yaygınca inanılan yanlış bir görüşe değinmek ve doğrusunu anlatmak yerinde olacaktır; bilgisayar kullanımı, insanların gözlerini bozmaz. Ancak mevcut olan ve kişinin o ana kadar önemsemediği veya bilmediği bir kırma kusurunun, belirtileriyle ortaya çıkmasına aracılık eder. Çalışma koşulları çok aşırıya kaçmadıkça normal bir göz, bilgisayar karşısında bozulmaz" diye konuştu.




Dr. Köse, görme bozuklukları belirtilerinin kişiye bağlı sebepler dışında, çalışma ortamının şekline ve kişinin alışkanlıklarına göre de değişiklikler göstereceğini belirtirken, bilgisayar kullanımında dikkat edilecek noktaları ise şöyle özetledi:
"Bilgisayarın kullanıldığı ortamdaki ışık ve parıltı kaynakları ortadan kaldırın. Güneş ışığından gelen dolaysız parıltıya, kullanıcının gözlerine yöneltilmiş aydınlatma cihazlarına ve görüntü ekranındaki herhangi bir yansımadan kaynaklanan dolaylı parıltıya karşı önlem alın. Kullanılacak ışık kaynağının, arkadan, omuz hizasından monitöre veya çalışma masasına düşecek şekilde ayarlamaya çalışın. Mümkünse masa lambaları yerine tavan aydınlatması kullanın. Bütün bunlara rağmen parıltı kalıcı devam ediyorsa ekran filtresi alınıp ekrana takılabilir. Daha koyu arka planlar üzerinde, açık renkli puntoyla yazın (örneğin, mavi üzerine beyaz ya da yeşil üzerine kahverengi). Büyük punto kullanın ve dağınık ekran görüntülerinden kaçının. Çocuklara çalışırken dinlenme aralarını öğretin. Her bir saatlik bilgisayar kullanımı için gözlerini, toplam on beş dakika dinlendirmelidirler. Çocuklara sık sık göz kırpmalarını hatırlatın. Bilgisayar kullanıcıları, normal olarak göz kırpmaksızın uzun süre sabit gözle ekrana bakma eğilimi gösterdiğinden, göz sulanması azalır ve batma hissedilebilir. Eğer sorun devam ederse, suni göz yaşı damlaları önerilebilir. Bilgisayar kullanıcıları, ekrana göz hizasının yatay düzlemi altında 10-20 derece açıyla bakmalıdırlar. Statik elektrikten toz birikmesini önlemek için, antistatik spreyle ve pamuksuz bezle ekranı düzenli olarak temizleyin. Çocuğunuz düzenli olarak bilgisayar kullanıyorsa, her yıl göz muayenesine gitmesini sağlayın."

rock_alltime 05-11-2008 10:33 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Evde İçilen SigaranınÇocuk Sağlığına Etkisi Nedir?

Kullanılmış sigara dumanı, yanan bir sigaradan çıkan ve sigara içenin dışarı verdiği dumanın bir karışımıdır. Çevresel Sigara Dumanı (ÇSD) olarak da bilinir ve kendisine has kokusuyla kolaylıkla tanınır. ÇSD havayı kirletir ve elbiseler, perdeler ve mobilya üzerine siner. Çoğu kişi ÇSD yi nahoş, rahatsız edici ve gözlerle burnu tahriş edici bulur. Daha önemlisi tehlikeli bir sağlık tehdididir. ÇSD içinde 4000 in üzerinde farklı kimyasal madde tespit edilmiştir ve bunların en az 43 tanesi kansere sebep olur.

Çevresel Sigara Dumanına Maruz Kalma Sık mıdır?

Amerika Birleşik Devletlerinde yetişkinlerin yaklaşık %26 'sı sigara içicisidir ve beş yaş altındaki çocukların %50 si ila %67 si en az bir yetişkin sigara içicisinin oturduğu evlerde yaşamaktadırlar. Bu rakam ülkemizde daha fazladır.

Kim Risk Altında?

ÇSD herkes için tehlikeli olmasına rağmen, fetuslar, bebekler ve çocuklar üzerinde daha büyük bir etkisi vardır. Bu olay ÇSD'nin; akciğer, beyin gibi gelişmekte olan organlara zarar vermesiyle gerçekleşir.

Etkileri

Cenin ve yenidoğanda

Anne, cenin ve plasentada kan akımı, hamile her sigara içtiğinde değişir. Ne var ki uzun dönemde bu değişikliklerin sağlık üzerine olan etkileri bilinmemektir. Bazı çalışmalar hamilelik sırasında sigara içiminin yarık damak-dudak gibi doğumsal bozukluklara sebep olduğunu göstermiştir.

Sigara içen anneler daha az süt üretir ve bebeklerin doğum ağırlığı daha düşüktür. Annelerin sigara içmesi 1 ay- 1 yaş arasındaki ölümlerin ana sebebi olan ani bebek ölümü sendromuyla ilişkilidir.

Çocuk akciğer ve solunum yolları

ÇSD ye maruz kalma tüm yaşlarda çocuk akciğer verimi ve fonksiyonunu bozar. Çocukluk astımının hem sıklığını hem de şiddetini arttırır. Kullanılmış sigara dumanı sinüzit, rinit (nezle), kistik fibroz, öksürük ve geniz akıntısı problemlerini alevlendirir. Çocuklarda soğuk algınlığı ve boğaz ağrısı sıklığını da arttırır.

İki yaş altındaki çocuklarda ÇSD bronşit ve zatürre olasılığını arttırır. Gerçekten, ABD'de Çevre Koruma Ajansının 1992 deki bir çalışması, ÇSD'nin 18 ay altındaki çocuk ve bebeklerde her yıl 150. 000 ila 300. 000 alt solunum yolu enfeksiyonuna sebep olduğunu söylemektedir. Bu hastalıklar 15. 000 hastane yatışı ile sonuçlanıyor. Yarım paket ve daha fazla sigara içen ebeveynlerin çocuklarının solunum yolu hastalığı nedeniyle hastaneye yatma riski neredeyse iki katına çıkar.

Kulaklar

ÇSD ye maruz kalma çocuklarda hem kulak enfeksiyonu sayısını hem de hastalık süresini arttırır. Solunan duman burun arkasını orta kulağa bağlıyan östaki borusunu tahriş eder. Bu orta kulaktaki basıncın eşitlenmesini bozan şişme ve tıkanıklığa ve sonuçta ağrı, sıvı birikimi ve enfeksiyona yol açar. Kulak enfeksiyonları çocuk işitme kayıplarının en sık sebebidir. İlaç tedavisine yanıt vermediğinde kulağa tüp takılması gerekir.

Beyin

Hamilelik sırasında ve sonrasında sigara içmiş annelerin çocuklarının sigara içmeyenlerin çocuklarına göre hiperaktivite gibi davranış bozuklukları olması daha olasıdır. Okul performansında ve entellektüel başarıda orta dereceli bir bozulma gösterilmiştir.

Kullanılmış sigara dumanı kansere sebep olur.

Çocuğunuzun gelişmesinde ÇSD'nin nasıl zarar verdiğini okudunuz ama ÇSD nedeniyle gelişme riskinin ev dışı kanser sebebi kirlilik nedenlerine göre yaklaşık 100. 000 kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz? ÇSD'nin her yıl 3. 000 den fazla sigara içmeyenin akciğer kanserinden ölmesine neden olduğunu biliyor muydunuz? Bu gerçekler herkes için oldukça alarm vericiyken çocuğunuzun kullanılmış sigara dumanına maruz kalmasını şimdi durdurabilirsiniz.

Ne Yapabilirsiniz?

Sigara içiyorsanız, bırakın. Gerekirse doktorunuza danışın . Bırakmanıza yardımcı olacak bir çok farmakolojik ürün mevcuttur.
Ev sakinlerinden içen varsa bırakmasına yardım edin. Eğer bırakamıyorlarsa onlar ve ziyaretçilerden evin dışında içmelerini rica edin.
Arabanızda sigara içilmesine izin vermeyin.
Çocuğunuzun okul ve kreş ortamlarının dumansız olduğundan emin olun.

rock_alltime 05-11-2008 10:33 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
İyotsuz tuz tüketmeyin

--------------------------------------------------------------------------------

Van İl Sağlık Müdürü Dr. Muhammet Güzel Kurtoğlu, iyotsuz tuz kullanımının çocuklarda zeka geriliğine neden olduğunu söyledi. Kurtoğlu ayrıca, Sağlık Bakanlığı tarafından gönderilen otomatik tuz iyotlama cihazının hizmete girdiğini bildirdi.


Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Van İl Sağlık Müdürü Dr. Muhammet Güzel Kurtoğlu, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü ekiplerinin, iyotlu tuz kullanımının yaygınlaştırılması için Türkiye genelinde taramalar yaptığını söyledi. Kurtoğlu, "İyotsuz tuz kullanımı, hamilelikte düşük, ölü doğum, bebek ölümlerinin çoğalması, bebeklerde zeka geriliğine, sağırlık ve cüceliğe neden oluyor. Çocuk ve gençlerde ise guatr, büyüme geriliği, zihnin yeterli çalışmaması, öğrenmede güçlük çekilmesi, okulda ise başarısızlığa neden oluyor. Verilere göre, dünyada 1 milyar 600 milyon kişi, iyot yetersizliği hastalıkları riski altındadır. Her yıl, 100 bin kretin bebek doğuyor. 750 milyon kişide endemik guatr hastalığı bulunuyor. Dünyada, 1 milyar 200 milyon kişi kretin ve 43 milyon kişi de iyot yetersizliği nedeniyle beyin özürlüdür" dedi


Sağlık Müdürü Dr. Kurtoğlu, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü personeli Fatma Yücesan ile Ankara Ziraat Odası'ndan Mühendis Prof. Dr. Recai Gürkan'dan oluşan 2 kişilik ekibin Van'a geldiklerini hatırlatarak, "Van'a, 8 milyar lira değerindeki tuza potasyum iyodat katan otomatik tuz iyotlama cihazı gönderildi. Bu cihazı, Van'da tuz imalat yeri olan bir fabrikaya ücretsiz kurduk. İyot yetersizliğine bağlı hastalıkların önlenmesi için tek yol, iyotlu tuz kullanımıdır" şeklinde konuştu.

rock_alltime 05-11-2008 10:34 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
El Yıkama

--------------------------------------------------------------------------------

Günümüzde el yıkamanın gerekliliğini tartışmaya bile gerek yoktur. Ancak halen el yıkamanın önemi ve yönteminin tam anlatılamaması bir sorun oluşturmaya devam etmektedir. Yapılan çalışmalar, iyi yıkanmamış ellerden uzaklaştırılamayan mikro organizmaların kişiden kişiye taşınabildiğini ortaya koymaktadır.

Nitekim ABD'nde yapılan ciddi bir çalışma, ellerini uygun yıkamayan sağlık çalışanlarının %41 'inde patojen mikroorganizmalardan önemli bir kısmının 7 güne dek taşınabildiği ve bulaşabildiğini göstermiştir. El yıkamadaki ana amaç elde mevcut olan mikroorganizmaların infeksiyon oluşturamayacak düzeylere indirilmesidir.


Su ve sabunla doğru yıkamayla ellerin üzerinde olan ve bulaşmadan asıl sorumlu cildin geçici florasının tamamının temizlenebildiği iyi bilinmektedir. El yıkamada aşağıda sıralanan noktaları bilmek önemlidir.

1- El yıkama sabun, deterjan veya dezenfektan kullanılarak yapılmalıdır. Sadece su kullanmak yeterli dekontaminasyon sağlayamaz.
2- El yıkamada ılık su kullanılmalıdır. Sıcak su elleri tahriş eder ve mikroorganizma girişine zemin hazırlar.
3-El yıkanırken tüm takıların çıkartılması uygundur.
4- Sabunun kuru tutulması önemlidir. Sabun kabının drenaj sağlayacak biçimde olması gerekir. Uygun koşullarda kullanılmayan sabunlarda da patojen mikroorganizmaların ürediği unutulmamalıdır. Likit sabun kullanılıyorsa sabun kapları tam olarak boşaldığında temizlenip kurulandıktan sonra yeniden doldurulmalıdır. Bu önerilere uyulmadığı taktirde buralarda üreyen mikroorganizmalar infeksiyon bulaşmasına neden olur.
5- Etkili bir el yıkama işlemi 30 sn ile 1 dakikalık sürede gerçekleştirilir. Eller çok kirli ise bu süre 2-5 dk. Kadar uzayabilir.
6- Eller sabun veya deterjanla bileklere kadar köpürtülmelidir
7- Sabunun suyun altına tutularak köpüklerden temizlenmesi sağlanmalıdır. Köpük, sabunda mikroorganizma yerleşimini kolaylaştırabilir
8- Tüm yıkama işlemi boyunca eller dirseklerden aşağı da tutulmalıdır. Böylece kirli suların parmak uçlarından lavaboya direk akışı sağlanmış olur.
9-Eller yıkandıktan sonra mutlaka durulanmalı ve iyice kurulanmalıdır. Çünkü eller ıslak veya nemli kalırsa bakteri bulaşması kolaylaşır.
10- Yıkama sonrası parmak araları ve avuç içleri iyice kurulanmalıdır. El kurulamada doğru seçenek kağıt havlu kullanılmasıdır.

Kumaş havlular nemli kalabildiğinden kontamine olabilirler. Sıcak hava püskürt:en kurutma sistemlerinin zaman kaybına neden olması, yeterince kurulama yapamaması, gürültülü olması ve dolaşan havanın kontaminasyonu yolu ile yıkanmış ellere yeniden yapıların yerleşebilmesine neden olması yüzünden önerilmemektedir.

Kağıt havlu ile el kurulamanın ortalama süresi 7-9 sn olmalıdır. Kağıt havlu kurulamanın yanı sıra mekanik temizlemeyi sürdürür.

Unutulmamalıdır, "doğru el yıkama" enfeksiyonlardan korunma ve yayılmasını önlemede son derece ucuz ve etkili bir yöntemdir.

rock_alltime 05-11-2008 10:35 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Bebeklerin İzlenmesi

--------------------------------------------------------------------------------

Sağlam çocukların izlenmesi
Hiç bir yakınması olmasa bile her çocuk, doğumdan başlayarak belirli aralıklarla birinci basamak sağlık ekibi tarafından izlenmelidir.

izlemenin üç amacı vardır
Birincisi, çocukları hastalık ve sakatlık/ardan korumaktır. Aşılama veanne -babanın bebek bakımı, beslenmesi ve gelişimi konusunda eğitimleri, bu amaçla yapılmaktadır.
ikincisi, çocuğun farkedilmeyen bir hastalığı varsa erken tanı koymaktır.
Üçüncüsü, belirli bir sorun geliştirme riski olan bebeklerde sorunun gelişmesini önlemektir.

izleme sıklığı ne olmalı?
Birinci basamak sağlık ekibi, çocukları küçük yaşlarda dah sık, büyüdükçe daha seyrek izlemelidir. Doğuştan hiçbir sağlık sorunu olmayan, iyi beslenip büyüyebilen, gelişebilen,
anne ve babanın bilinçli ve ilgili olduğu durumlarda, bebeği aşı programına uygun olarak ve ailenin soruları olduğunda izlemek yeterli olabilir.

Küçük bebekler
Küçük yaşlarda bebekler daha hızlı büyür ve gelişir. Kilo ve boylarında, becerilerinde küçük yaşlarda daha hızlı değişiklikler olur. Küçük bir bebeğin ailesinin bakım, beslenme ve bebeğin gelişimi ile ilgili deneyimi henüz azdır. Bu nedenlerle desteğe ve doğru, yerinde önerilere daha çok gereksinim duyarlar.

Sorunu olan bebekler
Büyüme gelişme ya da sağlık sorunu olan bebekler (prematüre, Düşük doğum ağırlığı, doğuştan sakatlıklar..) de daha sık izlenmelidir.

Bu bebeklerin durumları kısa sürede olumsuz yönde değişebilir.
Bu bebekler birinci basamak sağlık ekibi tarafından sık görülürlerse oluşabilecek sorunların önüne geçilebilir ya da olumsuz belirtiler erken fark edilip düzeltilebilir.

Ailenin özellikleri
Yoksul, kalabalık, eğitimsiz ailelerin çocukları da sık izlenmelidir.
Bu ailelerin çocuklarında hastalıklar daha sık görülür.
Bebekler iyi beslenemez, gelişimleri geri kalabilir, aşıları zamanında yaptırılamayabilir.

Bebeği nerede izlemeli?
Sağlam bir bebek iki yerde izlenebilir. Ev ziyareti ile kendi evinde, Sağlık evi, sağlık ocağı, AÇSAP merkezinde. Eğer aile düzenli aralıklarla bebeği izlemeye getirmeyecekse, ev ziyareti ile bebeğe ulaşmak ve onu evinde izlemek gerekir.

Özellikle prematürelik, doğumsal bir sakatlık gibi hastalık ya da sakatlığı olan ya da yoksulluk, geçimsizlik, cahillik gibi sorunları olan ailelerde ev ziyareti yapmak daha iyi olur.
çocuğun yaşadığı koşullar ve ona ayrılabilen olanaklar ev ziyaretiyle daha iyi değerlendirilebilir. Böylece ailenin ev ziyareti yapan kişiye güven duyması sağlanır.

Bu durumda yolda zaman geçirileceği, evde izleme dışında da zaman harcanabileceği için 1 günde daha az sayıda çocuk ziyaret edilebilecektir. Ev ziyaretlerinde izlenen çocuk sayısını artırabilmek için, komşu ailelerin çocuklarını tanıdık bir evde toplamak nicelik olarak bir yarar sağlayabilirse de, anne babayla yüz yüze eğitimi güçleştirir, dikkati dağıtır, çok sayıda çocuğun gürültüsü, ağlaması birbirine karışır ve aileler özel soruları kalabalık içinde sormazlar.

Gözlem yapma olanağı sağlanamaz. Bu da izlemin niteliğini düşürebilir.
En iyisi, her çocuğun bir kez doğduğunda ve daha sonra yaşına, ailesinin özelliklerine ve sağlık durumuna göre belirli aralıklarla evinde ziyaret edilmesidir.

Ailesinin durumu özellikle kötü olmayan, büyüme ve gelişmesi sorunsuz, sağlıklı bebekler daha çok sağlık ocağında izlenebilir. Aileleri bebeklerini sağlık evi-ocağına düzenli olarak getiriyorlarsa, birinci basamak sağlık ekibi yolda zaman harcamayacağı için, bir günde daha çok (10-15) bebek izleyebilir.

Sağlık ocağının çocuk izleme odası uygun biçimde hazırlanmış olacağından (bebek terazisi, muayene masası..), daha nitelikli bir muayene yapılabilir. Gerektiğinde hekime danışılabilir.

Çocuk izlemenin temel kuralları
Her izlemenin 6 temel aşaması vardır.
İlişki Kurma
Öykü Alma
Muayene
Gerekirse laboratuar testleri yapma
Değerlendirme
Aileye önerilerde bulunma

Her izlemde laboratuar testi gerekli olmayabilir, ancak gerekli durumlarda asla unutulmamalıdır.

rock_alltime 05-11-2008 10:36 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Horlama ve uyku apnesinin etkileri

--------------------------------------------------------------------------------

Horlayan kişilerin eşlerinin her gece ortalama 1 saat daha az uyuduğu, bunun da boşanmaya kadar giden sonuçlara yol açtığı bildirildi.

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Baş-Boyun Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. İsmail Külahlı, her insanda görülebilen bir hastalık olan horlamanın, erkeklerde ve şişmanlarda daha sık görüldüğünü söyledi.

Horlamanın, geniz bölgesinin darlığından kaynaklandığını, gündüzleri uyanıkken bu darlığın tolore edilebildiğini, ancak uykuda kasların gevşeyerek hava yolunda kısmi ya da tam tıkanıklığa neden olduğunu anlatan Prof. Dr. Külahlı, bu durumun, alkol ya da ilaç alarak gevşemiş kişilerde kas kontrolünün kaybolmasıyla daha kolay ortaya çıktığını söyledi.

''TAŞ KIRMA MAKİNELERİNİN ÇIKARDIĞI GÜRÜLTÜYE EŞDEĞER''

Horlamanın bazı sosyal sorunları da beraberinde getirdiğini belirten Külahlı, şöyle konuştu:

''Horlayan kişi, genellikle horladığını kabul etmez. Oysa ki normal erişkinlerin en az yüzde 45'i zaman zaman, yüzde 25'i de sürekli horlamaktadır. Ancak ilerleyen yaşla birlikte horlamanın görülme sıklığı ve şiddeti de artar.

Guinnes Rekorlar Kitabı'na göre, horlamanın şiddeti, 87.5 desibele kadar çıkabilmektedir. Bu değer, taş kırma makinelerinin çıkardığı gürültüye eşdeğerdir. Horlama, işlek bir ana caddenin yarattığı gürültü olan 80 desibele kadar ulaşan sesiyle, kişinin çevresini canından bezdiren bir sorundur.''

Horlayan kişilerin eşlerinin her gece ortalama 1 saat daha az uyuduğunu bildiren külahlı, ''Bu nedenle boşanma gibi sosyal sorunlara de neden olabilmektedir. Dinlenilmeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçecektir. Horlayan kişi, alay konusu olur. Ailenin diğer bireyleri için uykusuz gecelerin sorumlusu tutulur. Tatil ve iş gezilerinin istenilmeyen oda arkadaşı olur'' şeklinde konuştu.

UYKU APNESİ

Prof. Dr. İsmail Külahlı, horlamanın en ağır biçiminin apne (tıkayıcı tipte horlama) olduğuna işaret ederek, şöyle devam etti:

''Uyku apnesi olarak bilinen tıkayıcı tipteki horlama hastalığında, şiddetli horlama, nefessiz kalınan bir dönemle kesilmektedir. Bu sırada solunum tam durmuştur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin bir saat içinde 7'den fazla görülmesi, yaşamı ciddi şekilde tehdit eder. Uykuda kan oksijen düzeyi aşırı oranda düşer ve kalp, kanı daha çok pompalamak zorunda kalır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulur, zamanla yüksek tansiyon ve kalp büyümesi gelişir.''

Uykuda nefes durması sırasında vücut yeterli oksijen alamadığından, beynin sürekli uyanık kaldığını ve tıkanan nefesin yeniden alınmasına devam etmek için kişiyi uyandırdığını belirten Külahlı, şöyle devam etti:

''Ancak kişi, pozisyon değiştirme ya da derin bir nefes alarak uykuya devam etme anını hatırlamaz. Sabah kalktığında da kaç saat uyumuş olursa olsun, son derece yorgun, güne başlamaya isteksiz olur ve baş ağrısı ortaya çıkar. Bu kronik yorgunluk hali, kendini işte performans düşüklüğü, konsantrasyon bozukluğu, dikkat kaybı olarak gösterir. Kimi zaman öğle aralarında uyuklamalara, sık iş kazalarına yol açabilir. Bu, kadınların yüzde 6'sını, erkeklerin yüzde 12'sini etkileyen yaygın bir hastalıktır.''

rock_alltime 05-11-2008 10:49 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Diş beyazlatma sağlıksız olabilir mi?

--------------------------------------------------------------------------------

İnci gibi dişlere sahip olmak günümüzde hiç de zor değildir. Gelişen diş teknolojisi hem koruyucu önlemler hem de tedavide çığır açmış durumda.

Son yıllarda ülkemizde de yaygınlaşan dişlerin beyazlatılması işlemi, estetik kaygılarla dişhekimine müracaatların neredeyse önemli bir bölümünü oluşturuyor.

Ancak her işlemde olduğu gibi son derece masum gibi görülen beyazlatma işleminde de dikkatli olunması çağrısında bulunan İstanbul Dişhekimleri Odası Bilim Kurulu, "Diş beyazlatma yönteminin sakıncalı olduğu kişiler kesinlikle böylesi bir işleme heveslenmesinler" uyarısı yapıyorlar.

Kimler İçin Sakıncalı

Dış kaynaklı ve iç kaynaklı nedenlerle normalde beyaz olan rengi sarıdan kahverengi hatta griye kadar değişebilen dişlerin beyazlatılmasında değişik yöntemler uygulanıyor. Prof. Dr. Andrej Kielbassa, yaptığı açıklamada beyazlatmanın sakıncalı olduğu durumlar şöyle sıralanıyor:

· Geniş pulpalı dişler

· Dişeti çekilmeleri

· Ortodontik hareket sonucu aşırı hassasiyet gösteren dişler

· Ağır mine kaybı olan dişler

· Ağızda porselen, kuron gibi pahalı restorasyonların olması

· Hamilelik ve emzirme döneminde bulunmak

· Hidrojen peroksit alerjisi olan kişiler

Beyazlatma yöntemleri canlı ve cansız dişlerde yapılabiliyor. Bunun yanısıra hidrojen peroksit kullanılarak ya da aşındırırlarak yapılan beyazlatma türleri bulunuyor.

Günümüzde hidrojen peroksit kullanılarak yapılan iki beyazlatma yöntemi bulunuyor.

Birincisi "In Office bleaching" diğeri ise "Night Guard Vital Bleaching". Son yıllarda "Night Guard Vital Bleaching" yöntemi, uygulama kolaylığı ve olası yan etkisinin azlığı nedeniyle en sık başvurulan beyazlatma yöntemi.

Bu yöntem ev beyazlatması, matris beyazlatması ya da evde beyazlatma isimleri ile de anılıyor. Yöntem vakumla şekillendirilmiş ağız içi aygıta yerleştirilen beyazlatma maddesinin gün boyunca uygulanması esasına dayanıyor.

Mekanik aşındırmayla beyazlatma yöntemini önermeyen uzmanlar, minenin kimyasal olarak aşındırılması yönteminin ise bazı tür renklenmelerde etkili olduğunu vurguluyorlar.

rock_alltime 05-11-2008 10:51 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
''Hepatit C'' tehlikesine dikkat

--------------------------------------------------------------------------------

Marmara Üniversitesi (MÜ) Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Avşar, karaciğer kanserinin en önemli nedeni olan Hepatit C'nin hızla arttığını bildirdi.

Prof. Dr. Avşar, dünyada 300 milyon Hepatit B, 170 milyon civarında da Hepatit C'li hasta bulunduğunu söyledi. Prof. Dr. Avşar, ''Ancak günümüzde çok güvenli bir aşısı bulunması nedeniyle Hepatit B azalırken, Hepatit C hızla artıyor. Bunun en önemli nedeni aşısının olmaması'' dedi.

Türkiye'de 1 milyona yakın Hepatit C'li bulunduğuna işaret eden Prof. Dr. Avşar, hastalığın kan ve cinsel yol dışında ortak iğne kullanımı ve anneden çocuğa geçebildiğini anlattı.

Diyaliz ve kan hastaları ile uyuşturucu bağımlılarının risk grubunu oluşturduğunu dile getiren Prof. Dr. Avşar, madde kullananların yüzde 30-57, hayat kadınlarının da yüzde 4-5'inde hastalığın görüldüğünü kaydetti.

Hastalığın AIDS'ten daha bulaşıcı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Avşar, ''Ölümcül bir hastalık olan Hepatit C, karaciğer kanserinin en önemli nedeni. Çok sinsi ilerliyor ve yüzde 80 oranında kronikleşiyor. Ve bunların 4'te 1'inde siroz meydana geliyor. Siroz olanların yüzde 3'ü de kanser oluyor'' diye konuştu.

Hepatit C hastası ile aynı evde yaşamanın bazı riskleri bulunduğunu da anlatan Prof. Dr. Avşar, ''Ortak diş fırçası, tırnak makası ya da jilet kullanımının bulaşıcılığı artırdığına ilişkin yayınlar var'' dedi.

Prof. Dr. Erol Avşar, hastalığın en önemli nedeninin batı ülkelerinde uyuşturucu ve seks, gelişmemiş ülkelerde de taranmamış kan ürünleri olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:

''Hastalık, bitkinlik, yorgunluk gibi tipik belirtiler veriyor. Bu nedenle risk grubundakilerin tarama yaptırması şart. Şu an ilaçla tedavi yapılıyor. Yeni ilaçlarla 2 hastadan 1'ini tedavi edebiliyoruz. Tedavi süresi 1 yıl sürüyor. Hastayı 1 yıl da ilaçsız olarak takip ediyoruz.''

Diş hekimi, doktor gibi meslek grubundakilere el yıkama, eldiven ve gözlük kullanmayı öneren Prof. Dr. Avşar, hastalığın Türkiye'de değişik kampanyalarla halka iyi anlatılması gerektiğini sözlerine ekledi.

rock_alltime 05-11-2008 10:54 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Alkolün etkisini B vitaminiyle silin!

--------------------------------------------------------------------------------

Alkolün etkisini B vitaminiyle silin!

Vücuttaki B vitamini eksikliği kanser riskini de beraberinde getiriyor. Özellikle alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini aksatmadan yerine koymak gerekiyor

Doğru beslen kanseri yen - 4 / Ayşegül AYDOĞAN

Kansere karşı adeta koruyucu meleklerimiz gibi görev yapan vitaminlerin en önemlileri arasında yer alan B vitaminleri, vücutta adeta birer savunma silahı gibi çalışıyorlar. Besinlerdeki yüksek B vitaminlerinin vücudun savunma sistemini güçlendirerek tüm hastalıklardan koruduğunu vurgulayan Beslenme ve diyet uzmanları Aysun - Murat Gökçen, B vitaminin vücutta eksilmesiyle kanser riskini de ciddi biçimde beraberinde getirdiğine işaret ediyor. Gökçen çifti, piyasaya çıkacak yeni kitapları 'Kanseri Beslenerek Yenebilirsiniz'de özellikle B vitaminlerine önemli bir yer ayırıyor.

AKSATMADAN TÜKETİN
Yapılan araştırmalarda B kompleksi vitaminlerin fazla alınmalarının kanser oluşumunu önlemediği ancak, yetersizliklerinin kansere yol açabileceğinin bildirildiğini anlatan Gökçen çifti, bu vitaminler hakkında şunları söylüyor:
"B vitaminleri vücutta depolanmaz. Günlük alınır, metabolizma ihtiyacı kadarını kullanır, gerisini dışkıyla atar. Günlük beslenmeyle ihtiyaç karşılanamazsa yetersizlik baş gösterir. B vitaminleri içeren besinlerin her gün aksatmadan tüketilmesi şarttır.
B2 Vitamini yetersizliğinin epidel dokuda harabiyete neden olduğu, bunun da yemek borusu ve mide kanseri riskini arttırdığı düşünülüyor. B6 Vitamin yetersizliğinin ise meme ve karaciğer kanser riskini artırabildiği rapor ediliyor. B1 Vitamini yetersizliğinde de tümör oluşumunun hız kazandığı biliniyor. B12 Vitamini kemoterapi sırasında alınan bazı ilaçlardan etkilenmekte, dolayısıyla yetersizliği görülmektedir. Yetersizliğinin meme kanserini olumsuz yönde etkilediği üzerinde duruluyor."

AKŞAMCILARA DUYURULUR
Aşırı alkol tüketimi ve 'akşamcılık'ı tüm B vitaminlerinin düşmanı olarak gören Gökçen çifti, "Alkol B vitaminlerini adeta yer bitirir, dolayısıyla da yetersizliklerine neden olur. Alkol tüketiminden sonra kaybedilen B vitaminlerini yerine koyabilmek için mutlaka B vitaminlerinden zengin beslenmek gerekir" diyor. Gökçenler, alkol alanlar için şu uyarılarda bulunuyor:

Meyveyle tüketin


Alkol alımının abartılmadığı ve de akşamcılığa dönüştürülmediği sürece kanser yaptığı söylenemez. Ancak alkolün karaciğere yaptığı tahrip göz önünde tutulup kronik alkoliklerde B kompleks vitaminleri ile demir ve çinko yetersizliği oluştuğu bilinirse, alkolün ne denli zararlı olduğu ortaya çıkar.

Alkolle beraber yeterli miktarda meyve ve sebze tüketilmesi örneğin limon suyu içinde havuç ve salatalık dilimleri ya da taze soyulmuş meyve gibi ince detaylara dikkat edildiğinde ağız - boğaz boşluğu ve bazı sindirim sistemi kanserleri riskini uzaklaştırırsınız.

Özellikle bira içmeyi abartanlarda kalın bağırsak, rektum kanserinin sık görüldüğü bildirilmektedir.

Alkol tüketiminde aşırıya kaçmamanın yanı sıra, alkolü sigara ile birlikte tüketmemeye özen gösterin. Özellikle sigaranın olumsuz etkisi alkolle birleşince daha da artmaktadır. Lütfen bu uyarımızı fazlaca dikkate alın. Sigarayla alkol birlikte asla olmaz, çok fazla kanserojen.

B1 vitamininden zengin besinler:

Bulgur pilavı
Yulaf, çavdar, kepek ekmeği
Tam buğday ekmeği
Bamya
Tarhana çorbası
Yerfıstığı
Dolmalık fıstık

B6 vitamininden zengin besinler:

Acı pul biber
Sivri biber
Kereviz yaprakları
Ceviz
Dereotu
Keten tohumu
Tahin
Tam buğday ekmeği

B2 vitamininden zengin besinler:

Süt dana karaciğer
Süt dana böbrek
Tavuk karaciğeri
Dereotu
Tarhana çorbası
Pul biber

B12 vitamininden zengin besinler:

Sığır eti
Balık eti
Kuzu böbreği, yüreği, karaciğeri
Beyaz peynir
Süt
Yumurta sarısı

Gökçenler'in özel mönüsünden
Barbunya ve ıspanaklı lazanya
MALZEMELER:

2 su bardağı barbunya
1 çorba kaşığı zeytinyağı
1 orta boy ince kıyılmış sarı soğan
4 diş ince kıyılmış sarmısak
4 adet domates
1 çorba kaşığı pekmez
1 çay kaşığı tuz
1 tatlı kaşığı rezene tohumu
1 tatlı kaşığı kuru fesleğen
1 paket lazanya
SOSU İÇİN:

1 adet ince kıyılmış sarı soğan
2 diş ince kıyılmış sarmısak
1 demet ayıklanmış yıkanmış ıspanak
1 su bardağı soya filizi
HAZIRLANIŞI:

Barbunya, zeytinyağı, soğan, sarmısak, domates, tuz, pekmez ve baharatları bir miktar su ilavesiyle hafif sulu kalacak şekilde pişirin
Ayrı bir kapta soğan, sarmısak, ıspanak ve soya filizini az miktarda su ilave ederek hafif sulu kalacak şekilde pişirin
Fırın kabınızda lazanyalar arasına bir kat barbunyalı malzeme, bir kat ıspanaklı malzeme gelecek şekilde yerleştirin
En üste lazanya koymayın, alüminyum folyo ile kabınızı kaplayıp önceden ısıttığınız fırında pişirin

Lif ve posanın kansere müthiş etkisi
Beslenme yoluyla alınan lif ve posanın, bağırsak - rektum kanser riskini yüzde 31 oranında düşürebildiği rapor edilmekte. Araştırmalara göre düşük posalı diyetlerle beslenenlerde kalın bağırsak kanseri, yüksek posalı diyetle beslenenlerden çok daha sık görülüyor. Lif - posasının kanser riskini önlemedeki etkisi, bağırsaktaki bakteri florasını değiştirerek zehirli maddelerin üremesini önleyerek ortaya çıkıyor. Bir diğer görevini de eğer üremiş zehirli maddeler varsa bunları da dışkı atım hızını artırarak bağırsak hücreleriyle temas sürelerini mümkün olduğu kadar kısaltarak gerçekleştiriyor.
Lif ve posanın etkisi özellikle meme kanserinde önem kazanıyor. Kanserli tümörlerin gelişmesinden sonra, östrojen seviyelerinin düşürülmesiyle bu tümörlerin yaklaşık üçte birinde gerileme olduğu bulunmuştur. Meme kanseri riskini azaltmanın en etkili yöntemi, posa - lif alımının yükseltilmesi ve yağ alımının azaltılması şeklinde olabilir. Ancak, günlük alınacak lif - posa sınırsız değil. Günlük alınacak posanın bir miktarı olmalı. Çünkü, posa aynı zamanda bazı vitaminlerin emilimini azaltıyor, kalsiyum, çinko , demir gibi hayati minerallerin de emilimi engelliyor. Günlük diyet posası alımının ortalama 14 - 24 gram civarında olması öneriliyor.

rock_alltime 05-11-2008 10:55 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Bilinçsiz güneşlenmede ölüm riski


Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Şemsettin Oruk, güneş ışınlarının cilt kanserine neden olduğunu belirterek, "Koruyucu kremler kullanmadan güneşlenilmesi durumunda vücutta lekeler beliriyor. Bir uzmana başvurulmaması durumunda bu lekeler ölümle sonuçlanabilecek rahatsızlıklara neden oluyor" dedi.


Amerika'da son 30 yılda yanlış güneşlenme nedeniyle çok sayıda kişinin cilt kanserine yakalandığını belirten Dermatoloji Uzmanı Dr. Oruk, "Biz ülkemizde 10-20 yıl sonra bu sonuçlarla karşılaşmamak için vatandaşlarımızı güneşlenirken mutlaka koruyucu kremler kullanmaları konusunda uyarıyoruz" diye konuştu. Yaz aylarının kavurucu sıcaklarında tatil için gittikleri yerlerde güneşlenen vatandaşların dikkatli olmaları gerektiğini ifade eden Dr. Oruk, "Vatandaşlar plajlarda bilinçsizce güneşleniyor. Korumasız güneşlenilmesi durumunda 1. ve 2. derecede yanıklar ortaya çıkıyor. Bu tür yanıkların oluşmaması için tatilcilerin alıştıra alıştıra güneşlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde güneş yanıkları cilt kanseri riskini arttırıyor. Önlem alınmadığı zaman ölümle de sonuçlanabiliyor" dedi.


Güneş kremi ya da koruyucu kremler kullanılmasını tavsiye eden Dr. Oruk, "Güneşlenmek için en uygun saat sabah saat 11.00'den önce, öğlen ise 15.00'den sonradır. Aradaki saatler ise güneşlenmek için çok tehlikeli" dedi.

rock_alltime 05-11-2008 11:01 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Aşırı terlemenin nedenleri ve tedavisi

--------------------------------------------------------------------------------

Terlemenin insanlarda doğal olarak gözlenirken aşırı terleme kişi de sorunlar yaratabiliyor. Terin salgılanması insanlarda sinir sisteminin "sempatetik" denilen kısmının çalışması ile ilgili olup toplumun % 1'inde bu sistem aşırı düzeyde çalışıyor. Özellikle stresli durumlarda bu sistem aşırı çalışıyor ve genel olarak terleme, kış aylarında daha az rahatsız edici oluyor.

Bunun dışında tiroid bezinin aşırı çalışması, böbrek üstü bezinden kaynaklanan bazı hastalıklar, şişmanlık, menopoz, ağır psikiyatrik hastalıklar ve bazı kanserlerin tedavisinde kullanılan hormonlar aşırı terlemeye yol açabiliyor.

Ruhsal ve fiziksel sorunlar

Bakteri üremesini kolaylaştırdığı için aşırı terleme kokuya da neden oluyor. Ruhsal ve fiziksel sorunlara yol açan, sosyal yaşamı zorlaştıran terleme, ellerde, koltuk altında, ayak altlarından, yüzde ve gövdede oluşabiliyor. Terlemenin ellerde olduğunda hem el ile yapılan işlerde güçlük çekiliyor hem de sosyal olarak kişileri rahatsız ediyor. Terleme stresli durumlarda gelişiyorsa ve kişi terlemeden rahatsız ise kısır bir döngü içine giriyor ve terleyeceğini bilerek daha endişeli hale geliyor ki bu endişe de daha fazla terlemeye yol açıyor.

Terlemenin nedeninin saptanması

Terleme tedavisine başlanmadan önce nedeninin saptanması gerekiyor. Terleme sorunu olan kişinin öncelikle kilo durumu inceleniyor. Aldığı ilaçlar gözden geçiriliyor. Hastanın menopozda olup olmadığı araştırılıyor. Endokrinoloji uzmanının yapacağı değerlendirme ile sorunun tiroid bezinden ya da böbrek üstü bezlerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığı belirleniyor. Bu durumların hiçbirinde sorun saptanmaz ise doğuştan sempatetik sinir sisteminin aşırı çalıştığı ortaya çıkıyor.

Tedavide ilk olarak genel tedavi yaklaşımları uygulanıyor. Kişinin öncelikle kıyafetini düzeltmeli ve daha hafif giyecekler giymesi gerekiyor. Lokal olarak talk pudrası veya oldukça etkili olan aleminyum klorid içeren solüsyonlar mutlaka öneriliyor. Bazı hastalarda sempatetik sinir sisteminin çalışmasını azaltmak ve böylece de terlemeyi azaltmak için ilaçlar da kullanılabiliyor. Bazı hastalarda strese bağlı terlemeyi kontrol edebilmek amacı ile psikoterapi de öneriliyor.

Uygulanan yöntemler

İyontoforez: Bu yöntemde küçük su banyosu içinde el veya ayaklara hafif elektrik akımı veriliyor. Sık tekrarlanması gereken bu yöntemde; hafif ve orta derecede terlemesi olan hastalarda oldukça iyi cevap alınıyor.

Botulinum toksini: Özellikle koltuk altı terlemesinde kullanılan bir madde olan Botulinum toksini, aslında doğal bir zehirdir ve sulandırılarak tıpta çeşitli amaçlarla uzun zamandır kullanılıyor. Ter bezlerini çalıştıran sinirleri felç ederek etki gösteren madde, terlemeyi 3 - 4 kat azaltıyor. 6 -12 ay gibi uzun aralıklarla tekrarı gerekiyor.

Cerrahi tedavi: Carrahi tedavi özellikle ellerdeki ve yüzdeki aşırı terleme için önerilen tedavi şekli. "Endoskopik transtorasik sempatektomi" olarak adlandırılan teknikle koltuk altından bir delik açılıp akciğer bölgesindeki yüz ve ellere giden sinirlerin başlangıç bölgesi kesiliyor. Ellerde % 99 civarında başarı elde edilirken, ayaklardaki terleme için bel bölgesindeki sinirlerin kesilmesi gerekiyor. Sadece koltuk altı terlemelerinde koltuk altı ter bezlerinin alınması ile iyi sonuçlar elde edilebiliyor."

rock_alltime 05-11-2008 11:02 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Bahar, astım ve alerjiyi artırıyor

--------------------------------------------------------------------------------

İSTANBUL (İHA) - Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, bahar mevsiminde astım ve alerjik hastalıkların daha çok ortaya çıktığına dikkat çekerek, havaların ısınması, atmosfer basıncındaki değişiklikler, havadaki nem miktarında farklılıklar ve havaya karışan bitkilere ait polenlerin bunda önemli rolü bulunduğunu bildirdi.


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, son araştırmalara göre, Türkiye'de ilkokul çağındaki çocuklarda astımın görülme oranının ortalama yüzde 10 civarında, erişkinlerde ise yüzde 5 olduğunu belirtti. Metropollerde yaşamanın bu açıdan risk faktörü olduğunu ifade eden Prof. Küçükusta, astım hastalığının, sanayileşmenin yoğun olduğu ülkelerde ve şehirlerde çok daha fazla görüldüğünü kaydetti.


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, astıma ve diğer alerjik hastalıklara yol açan alerjenlerin başında polenlerin (çiçek tozları) geldiğini vurgulayarak, havaya karışan polenlerin, hassas insanlarda saman nezlesine ve astıma yol açabildiğini söyledi. Her polenin alerjiye yol açmadığını hatırlatan Prof. Küçükusta, "Türkiye'de özellikle çayır polenleri, hububat polenleri ve yöreye göre çeşitli ağaç polenlerinin, alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında büyük önemi var" diye konuştu.


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, gün içerisinde polenlerin en yoğun olduğu zamanın sabahın erken saatleri olduğunu belirterek, kuru ve rüzgarlı havaların yanı sıra polene yakın ortamların da çok önemli olduğunu bildirdi. Polenlerin, rüzgarın etkisiyle çok uzak mesafelere, kilometrelerce uzaklara gidebildiklerini ifade eden Prof. Küçükusta, "Ama tabii, o kaynağa ne kadar yakınsanız, soluyacağınız polen sayısı da o kadar fazla olacaktır" dedi.

IRSİYET VE KAPALI MEKAN KİRLİLİĞİ
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, astımın ortaya çıkabilmesi için hem ırsi yatkınlık olması hem de buna çevre faktörlerinin katkıda bulunması gerektiğini de kaydederek, "Kişi, kendisini olumsuz çevre faktörlerinden koruyarak astımdan pekala korunabilir. Bunun başında da hava kirliliği geliyor" diye konuştu.


Prof. Küçükusta, hastalıktan korunmak için sigara içilen ortamlarda bulunmamak gerektiğini ve diyetin de çok önemli faktör olduğunu vurguladı. A ve C vitaminlerini içeren diyetle beslenmenin, balık etini fazla tüketmenin astıma ve diğer alerjik hastalıklara karşı koruyucu etkisinin olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, böyle beslenen insanlarda alerjik hastalıklara karşı vücudun kendini daha iyi savunduğunu, daha iyi koruyabildiğini belirtti.


Prof. Dr. Küçükusta, astımlılarda ve diğer alerjisi olanlarda 'evakarları'nın çok önemli rolünün bulunduğunu da bildirerek, "Bunlar çok küçük yaratıklar. Daha çok sıcak, rutubetli ortamlarda görülüyorlar ve özellikle de halı gibi, yatak şiltesi gibi, koltuk, kanepe gibi ortamlarda yoğun olarak çoğalma imkanını buluyorlar. Özellikle çocuklar, gün içinde yoğun olarak bu alerjenlerle karşılaşıyorlar ve genetik bir yatkınlığı da varsa, zamanla bu akarlara karşı onlarda bir duyarlık hali ortaya çıkıyor" dedi.
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, akarların 55-60 derecenin üzerinde yaşamadıklarını ifade ederek, "Onun için, yıkanabilen giysileri akarlardan, böyle ısıtılmış sularda yıkayarak arındırmak mümkün. Ama bir yorganın, bir koltuğun tabii ki yıkanması mümkün değil. Evin iyi havalandırılması bu bakımdan çok önemli. Bir de bu akarları öldüren veya onların alerji meydana getiren dışkılarındaki proteinleri bozan birtakım kimyasal maddeler var. Bunların uygulanmasıyla da özel durumlarda akarlardan olan alerjileri bir miktar azaltmak mümkün" diye konuştu.

KATKI MADDELERİ
Hazır gıdaların uzun süre dayanması için geliştirilen birçok katkı maddesinin, hassas kişilerde yan etkileri olabildiğini kaydeden Prof. Küçükusta, "En çok astım krizlerine yol açan maddeler bunlar. Bir de bunun yanında, gıdaları renklendirmek için kullanılan çeşitli boyalar veya tat vermek için kullanılan bir tür baharatlar var. Bunların olumsuz etkisi olabiliyor" dedi. Prof. Küçükusta, bu sebepten, astımlı hastalara ve alerjik insanlara, mümkün olduğu kadar doğal şekilde hazırlanmış gıdalarla beslenmelerini önerdi.
Çocuklarda alerjinin ilk belirtisi olarak, özellikle burun kanı veya geçmeyen burun akıntısı şikayetlerinin çok sık görüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, "Hatta bunlara da çok sık tekrarlayan kulak enfeksiyonları olabilir, sinüs olabilir, çocuk ağır işitebilir. Mesela televizyonun sesini, müziğin sesini çok fazla açmak isteyebilir, işitme problemleri ortaya çıkabilir. Ailede bir duyarlık olduğu zaman, bu çocukta da böyle alerjik nezle veya saman nezlesi olma ihtimali yüksek. Bu bakımdan incelenmesi yerinde olur" diye konuştu.


Prof. Dr. Küçükusta, çocuklarda geçmeyen ve çok uzun süre devam eden öksürüklerin de bir tür astım formu olduğunu vurgulayarak, "Bu genellikle atlanıyor. 'Çocuk üşüttü, boğazı iltihaplandı' deniyor, hep antibiyotik veriliyor. Oysa bunların büyük çoğunluğu, gerçekten de öksürükle seyreden astım türü" dedi.


Astım hastasının illa da kriz geçirmesi gerekmediğini belirten Prof. Küçükusta, "Bunlarda böyle hırıltı, nefes darlığı olması gerekmiyor. Özellikle geceleri ortaya çıkan, burun problemi olan çocuklardaki öksürüklerde mutlaka astım tanısını hesaba katmak gerekiyor" diye konuştu.

TEDAVİ VE SONUÇ
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, alerjik hastalıkların herhangi bir tedavi yöntemiyle tamamen ortadan kaldırılmasının, yok olmasının mümkün olmadığını dile getirerek, "Çünkü bu genetik bir hastalık. Astım ve alerjik hastalıklarının oluşmasındaki genetik bozukluk da pek çok genin kontrolü altında. Yani tek bir gene müdahaleyle bu işin çözülmesi söz konusu değil. Bizim yaptığımız tedaviler, hastalığın tekrarlamasını, belirtilerin şiddetli olmasını önlemeye yönelik tedaviler. Burada da çeşitli yöntemler var. Bunlardan bir tanesi de aşı tedavisi. Şimdiye kadar bu tedavi hep iğne şeklinde yapılırdı. Son yıllarda ağızdan damla şeklinde olan şekilleri de ortaya çıkmaya başladı. Tüm bu tedavilerde amaç, kişinin vücudunun duyarlılığını o maddeye karşı azaltmak. Hakikaten hastalar iyi seçilirse, bu tedavi düzenli ve sabırla yapılırsa, bundan hastaların önemli kısmı çok iyi fayda görüyorlar" dedi.


Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, korunmanın alerjik hastalıklarda çok önemli olduğuna da temas ederek, "Tedavinin en önemli parçası, kişinin duyarlı olduğu, ona dokunacak faktörlerden mutlaka ciddi şekilde korunmasını sağlamaktır" diye konuştu.
Bilinçli yapılan sporun, astım hastalığı için çok önemli ve çok yararlı olduğunun da altını çizen Prof. Küçükusta, "Önemli olan hastalığın koruyucu tedavisini yapmak ve ondan sonra düzenli bir spora geçmek. Özellikle yüzme, astımlı hastalar için en çok tavsiye ettiğimiz spor. Yüzmeden astım hastaları çok büyük yarar görüyorlar. Hem genel vücut sağlığı için çok yararlı hem de göğüs kaslarını geliştirdiği ve solunumu düzenlediği için yüzme gerçekten astımlı hastalar için çok ideal, adeta tedavinin bir parçası denebilecek kadar önemli bir spor türü" dedi.

HAMİLELERE UYARILAR
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, astım hastası yakını bulunan hamilelerin de riski azaltmak için, daha bebek dünyaya gelmeden tedbirler alması gerektiğini bildirerek, "Bunların başında, ev içi havanın temiz olmasına özen göstermek geliyor. Ve özellikle de annenin sigara içmemesi çok önemli. Solunan havanın temiz olmasını sağlamak için evin mutlaka çok iyi havalandırılması lazım. Evde mümkün olduğu kadar, çok akar barındırabilecek ortamları ortadan kaldırmak lazım, en azından yatak odalarında. Biz, yatak odalarının daima halısız, kilimsiz, koltuksuz, kanepesiz olmasını arzu ediyoruz ve yatakların da yün içermeyen sentetik şeylerden yapılmış olanlarının tercih edilmesini istiyoruz. Evde köpek, kedi ve kuş beslenmemesini öneriyoruz. Ve bir de evin neminin yüzde 50'nin altında tutulması çok önemli" diye konuştu.

rock_alltime 05-11-2008 11:03 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Boyun ağrılarının nedenleri ve egzersizler

--------------------------------------------------------------------------------

Günlük yaşamımızda kravatımızı, kolyelerimizi takmak için kullandığımız boynumuzun aslında vücudumuz açısından birçok işlevi vardır.

Ağırlık olarak kafamızı yüklenen boynumuz, günlük yaşamımızın getirdiği duygusal streslere, uygun olmayan tutuş biçimlerine, aşırı kiloya ve kazlaar gibi etkenlere açık hassas bir bölgemizdir.

Boyun ağrılarının bir özelliği, yalnızca boyun çevresi ve arkasına sınırlı kalmayıp omuzlara, kafamıza, kollarımıza ve hatta parmak uçlarına kadar vurabilmesidir.

Boynumuz, kafamızdan vücudumuzun geri kalan bölgelerine yaşamımız için çok gerekli olan beyinden aşağı doğru uzanan omuriliği, bu omurilikten çevreye yayılan sinirleri ve ayrıca kan damarlarımızı taşır. Taşadığı ağırlık 8-10 kiloya varır. Bütün bu görevlerinin yanı sıra, esnek ve her yöne hareket edebilme yeteneği olan boyun bölgemiz çevreden gelebilecek kaza ve zedelenmelere çok açıktır.

Ayrı ve belki de en yaygın olan bir neden de bozuk duruş biçimi ve işimizin, günlük yaşamımızın getirdiği streslerdir. Örneğin; özelllikle de aşırı kilolu isek ve zayıf karın ve sırt kaslarımız var ise, üstelik uzun süre oturarak iş yapıyorsak, çoğu kez belimizi fazla öne verip, sırtımızı da kamburlaştırma eğiliminde oluyoruz. Bu durumda da boynumuz dengeyi sağlamak için öne doğru fazla eğilince boyun kaslarımıza aşırı yük biniyor ve onları kasıyoruz. Bu durum, 'tutulmalara', kas yorulmasına ve ağrılarına yol açıyor. Sonuçta, baş ve boyun ağrıları birlikte ortaya çıkabiliyor.

Kimi zaman ise, yüzüstü yatıp, çok yüksek bir yastık kullanıyorsak sabahları kasılmış bir boyunla kalkabiliriz. Günlük sinirlenmeler ve streslerimizin boyunve beraberinde baş ağrısına da yol açmasının ana nedeni sinir sistemizin doğrudan bağlantıda olduğu kasların kasılmasıdır. Bu kasılma, geçici olabileceği gibi, kas yapısında oluşan ve 'trigger point', diğer bir deyişle, teknik noktalarının neden olduğu, uzun süreli, ısrarla devam eden, sinir uçları ve kasın birleştiği noktalardaki aşırı uyarımlar sonucu ortaya çıkar. İlginç olarak, bu noktalarda oluşan ağrılar boyun bölgesinin uzakta başka alanlarına yayılıp, ağrı sanki daha geniş bir çevredeymiş izlenimini verebilir.

Eğer doktorunuz fizik muayenesinde bu noktaları saptarsa, küçük işlemlerle bu tetik notalarının neden olduğu yaygın kas ağsını çözebilir. Bu çözülme, bir yerde kasları uyaran sinir uçlarının aşırı aktivitesinin normale dönüştürülmesidir.

Boyun ağrılarımızın diğer ve ciddi olan nedeni ise boyun kemik, kıkırdak ve kas yapısının romatizmal bir hastalığıdır. Boyun vertebralarının arasındaki eklemler etkilendiğinde 'artrit' denilen durum ortaya çıkar. Genellikle, romatoid artrit ya da artroz adı verilen romatizmal hastalıklarda daha çok ortaya çıkan boyun atrritinde eklem içi kıkırdak, kemik ve çevredeki kaslar etkilenir. Özellikle, artroz, diğer bir deyişle, osteoartrit, yaşlandıkça ve travma sonrası baş gösterir. Halk arasında, 'kireçlenme' denilen, tıp dilinde Spondilit olarak adlandırdığımız durum, artroz ilerledikçe oluşur. Spondilit'de kıkırdak ve kemik dokusu zedelenirken, daha önce sözünü ettiğimiz kanalcıklar etrafında aşırı kemikleşme ortaya çıkar ve kanalcıklar (foramina) içinden geçen çevresel sinirlere baskı yaparak boyun çevresinde ağrılara yol açar. Bu durum ilerlerse, belirli bölgelerimizde duyu ve kuvvet kaybını kadar varabilir.

Rahatsızlığın altta yatan nedenine göre, tedavi çok basit olarak, evde egzersizlerle, kas gevşeticilerle ve ağrı kesiciler gibi yöntemlerle yapılabileceği gibi, ileri testler ve gerekirse cerrahi yöntemlerle de yapılabilir.

Örneğin, kasın kasılmasının neden olduğu ağrılarda en kolay tedavi yöntemi, kasın üzerindeki yükü azaltmak için uzanıp yastığa başınızı koymak; gerekirse,boyun anatomisine uygun yarı sert bir boyun yastığı kullanmaktır. Eğer çok yüksek bir yastık kullanırsanız, boyunkaslarınız gergin kalır ve çözümleyebilir. Bunun yanı sıra, yumuşak ya da doktorunuzun önerisine göre, yarı sert bir boyunluk da yararlı olabilir. Ayrıca, ağrılı bölgelere yakıcı olmayan su ya da nemli bir havlu uygularsanız, kas gerginliği, yani spazm daha çabuk çözülür. Kimi zaman, ağrı özellikle, bir noktaya odaklanmışsa buraya doktorunuz küçük bir enjeksiyon yapabileceği gibi, yalnızca yerel buz uygulaması da önerebilir. Bütün bu yöntemlerin yanı sıra, bir nemlendirici ile ya da jet tarzındaki ilaçlarla ağrılı bölgelere masaj yapılabilir.

Şunu akıldan çıkarmamalı ki, eğer boyun ağrıları ile birlikte boyun çevresine, kollara, parmak uçlarına kadar vuran duyu kaybı, uyuşmalar, karıncalanmalar ya da kuvvet kaybı varsa, yapılacak en doğru iş, doktorunuzu görmek ve kendi kendinize müdahelede bulunmamaktadır. Bu durumda, ağrının altta yatan nedeni, omuriliğin boyun kısmından çıkan sinir köklerine bir bası olmasıdır.

Söz edilen belirtiler, ender olarak, kasların aşırı spazmı durumunda sinirlerin ve kan damarlarının kas grupları arasında sıkışması ile de ortaya çıkabilir. Hekimin görevi, gerekiyorsa radyolojik yöntemlerle tanıyı doğru koymak ve tedaviyi ona göre düzenlemektir. Sinir kökü basısı, genellikle, disk kayması sonucu, diskin kayarak siniri sıkıştırmasıdır. Böyle olgularda, kaymanın derecesine ve tipine göre, değişik tedavi biçimleri uygulanır. Bu, bir yakalık uygulaması olabileceği gibi, traksiyon, yani, boynun dikkatle ve kadameli olarak ağırlıklar yardımı ile yukarı doğru çekilmesi de yapılabilir. Ve traksiyonun mutlaka hekim gözetiminde yapılması gerekir. Bu yöntemlerden yarar görülmezse cerrahi düşünülebilir.

rock_alltime 05-11-2008 11:04 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Güneş ışınlarına karşı besin koruması

--------------------------------------------------------------------------------

Sıcak bir yaz gününde hiç bir şey, buz gibi bir karpuzun veya bol maydanoz, yeşil biber ve domatesle hazırlanmış bir çoban salatanın yerini tutamaz. Peki, bu lezzetli yiyeceklerin aynı zamanda, cildimizi güneşin zararlı özelliklerinden uzak tuttuğunu biliyor musunuz?


Günümüzde açık havada yapılan birçok aktivite ve su sporlarının, insanları saatlerce güneş ışınlarına maruz bıraktığını belirten uzmanlar, her gün alınan küçük dozlardaki güneş ışığının sağlığa çok yararlı olduğunu, ama fazlasının, rahatsız edici yanıklara, derinin kalınlaşmasına ve kırışmasına, ayrıca birçok deri hastalıklarına ve kansere sebep olabildiğine dikkat çekiyor.
Beslenmeye gösterilecek özenle, vücutta güneşe karşı bir kalkan oluşturulabileceğini ifade eden uzmanlar, vücudun, güneşin etkilerinden korunmak, savunma kalkanı oluşturmak ve oluşan zararları tamir etmek için temel olarak C, E vitaminleri ve likopene ihtiyacı olduğunu bildiriyor.

C VE E VİTAMİNİ
C vitamininin, vücudun güneş yanıklarına karşı en önemli savunma silahlarından birisi olduğunu vurgulayan uzmanlar, ayrıca, cildin kendini tamir etme mekanizmasına da destek verdiği gibi, güneşe karşı savaşta önemli olan E vitamininin depolanmasında da büyük rol oynadığını kaydediyor. Uzun süre güneş ışınları altında kalındığında azalan C vitamini seviyesini süratle yerine koymak gerektiğini belirten uzmanlar, bunun için, yaz aylarında rahatlıkla bulunan ve C vitamini yönünden çok zengin olan maydanoz, sivri biber, kivi, yeşil salata gibi besinlerin bolca tüketilmesini öneriyor.


Uzmanlar, cilt ve hücre yapısı için gerekli olan E vitamininin, vücut çalışmasındaki en önemli görevinin antioksidan özelliği olduğunu hatırlatarak, bunun dışında cildin bağışıklığını da arttırdığını ifade ediyor. Güneş ışınlarının, C vitamininde olduğu gibi E vitamininin de vücuttaki seviyesini azaltıcı etki yaptığını vurgulayan uzmanlar, bu sebeple, E vitamini yönünden zengin besinlerle bu seviyenin yükseltilebileceğini bildiriyor. Uzmanlar, bu konuda güvenilebilecek en zengin kaynakları, 'yeşil yapraklı bitkiler, yağlı tohumlar (fındık, ceviz, fıstık gibi), tahıl taneleri ve kuru baklagiller (nohut, kuru fasülye gibi) olarak açıklıyor.

LİKOPEN
Domatesin kırmızı rengini sağlayan pigment olarak bilinen likopenin, E vitamininden daha güçlü bir antioksidan olduğunu kaydeden uzmanlar, insan tenine renk veren en önemli maddelerden biri olan likopenin, aynı zamanda vücudu bazı kanser tiplerine karşı da koruduğunu belirtiyor. Likopenin önemli özelliklerinden birisinin de, ultraviyole ışınlarının cilt üzerinde yol açtığı tahribata karşı güçlü bir kalkan oluşturması olduğunu ifade eden uzmanlar, bu önemli maddenin sağlanacağı en iyi kaynakların domates, karpuz ve greyfurt olduğunu bildiriyor.


Uzmanlar, yiyecekler dışında bitkilerin de güneş ışınlarının zararlarının önlenmesinde ve güneş yanıklarında tedavi amaçlı olarak kullanılabileceğini de kaydediyor. Uzmanlar, hem antioksidan olarak hem de yanık tedavi edici ve sakinleştirici olarak kullanılabilen yeşil çaydan günde 2 bardak içilerek gözle görülür faydalar sağlanabileceğini vurguluyor.


Uzmanlar, tüm bu yukarıda anlatılanların yararlı olabilmeleri için, yiyecek veya içecek maddelerinin, güneşe çıkmadan yarım saat veya 1 saat önce tüketilmesi gerektiğine de dikkat çekiyor. Uzmanlar ayrıca, güneş ışınları yeterli alındığı takdirde çok yararlı olduğunu, gün boyunca alınacak 20-30 dakikalık güneş ışığının, vücudun D vitamini üretmesi için çok önemli olduğunu, hatta vücut sağlığı için de vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor.

rock_alltime 05-11-2008 11:04 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Cinsel gücün düşmanları

--------------------------------------------------------------------------------

Sigara, stres ve uykusuzluğun, cinsel gücü olumsuz etkileyen faktörlerin başında geldiği bildirildi. Cinsel gücü artırıcı yiyecekler ve yöntemlerin, dünyanın tüm ülkelerinde büyük ilgi gördüğünü belirten uzmanlar, cinsel gücü azaltıcı faktörlerin dikkate alınmasının daha önemli olduğunu ifade etti.


Uzmanlara göre cinsellik, her insanda doğuştan varolan bir içgüdüdür. Ancak özellikle büyük kentlerin yaşam temposu, cinselliği azaltıcı tuzaklarla doludur. İş yaşamında karşılaşılan zorluklar ve stres, seks hayatına öldürücü darbeler indirir.


Sigara içmenin, cinsel gücün karşısındaki olumsuz faktörlerin başında geldiğini belirten uzmanlar, sigara dumanındaki bir çok kimyasal maddenin, damarlarda kasılmaya ve kan akımının azalmasına neden olduğunu ifade etti. Uzmanlar, kan akımı bozulan klitoris, vajina ve cinsel organların daha az duyarlı olduğunu ve sigara içildikten sonra yapılan cinsellikte orgazmın daha az yaşandığını söyledi.


Uzmanlara göre stres, kandaki DHEA ve testesteron seviyelerinin düşmesine neden oluyor. Stresli bir günden sonra cinsel isteğin azaldığını ifade eden uzmanlar, "Stres nedeni ile kortizol gibi stres hormonları artar. Kan damarlarının daralması ve kan akımının azalmasına neden olur. Stres cinsel yaşamda çok önemli faktörlerden birisidir. Önemli bir toplantı öncesi, sınav öncesi ve benzer durumlarda cinsel istek ve cinsellikten zevk almak belirgin oranda azalır" ifadelerini kullandı.


Uykusuzluk da cinsel gücü azaltan faktörler arasında sıralanıyor. Uykusuzluk halinde stres hormonlarından kortizol salınımının arttığını, bu hormonun yüksekliğinin cinsel istekte azalmaya neden olduğunu belirten uzmanlar, "Sigarayı azaltmaya bakın. Olur olmaz her şeye kafanızı takmayın, üzerinizdeki stresi azaltmaya çalışın. Ve uykunuza dikkat edin. Göreceksiniz yatakta partreniniz, eşiniz farkı hemen fark edecektir" uyarısında bulundu.

rock_alltime 05-11-2008 11:06 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Türkiye'nin cinsellik tabusu

--------------------------------------------------------------------------------

Kadir Has Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı ve Jinemed Kadın Sağlığı Merkezi Direktörü Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, kadınların cinsel açıdan kendini tanımadığını belirterek, en temel sorunun, 'Soğukluk, zevk almama ve orgazm olamama' olduğunu söyledi.


Türkiye'de, evli olmalarına rağmen senelerdir ilişkiye girememiş kişiler bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, "Bu yüzden çocuk sahibi olamamak ve toplumdan uzaklaşmak, depresyona girmek gibi sorunlarla karşılaşıyoruz" dedi. Normal doğum yapan kadınların yüzde 40'ının idrar, yüzde 20'sinin de gaz ve dışkı kaçağı sorunu yaşadığını kaydeden Prof. Çamlıbel, "İnanılması güç ama, çocuk beziyle gezen kadınlar bile var. Artık çok küçük bir ameliyatla bu sorunu çözüme kavuşturabiliyoruz" diye konuştu. Prof. Çamlıbel, sadece cinsellikle geçen genital siğillerin de zamanında müdahale edilmemesi halinde rahim ağzı kanserine yol açabileceği uyarısında bulunurken, menopozdaki kadınlara yılda bir smear testi yapılması ve mammagrofi çekilmesi gereğine dikkat çekti.


Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'de erkekler kadınları çok iyi tanımadığı için, kadınların kendilerini tanımalarının biraz zor olduğunu ifade ederek, "Tabii bu, bizim çok ekmek yememiz gereken bir konu. Bu konuda çok fazla uzman da yok, bilgi de yok, bilgilendirme de yok. Bize çok sık gelen bir şikayet bu. Genellikle hastalarla sohbette tesadüfen bunu öğreniyoruz. Hastalarımızın büyük bölümünde cinsellik konusunda olumlu yanıt alamıyorum" diye konuştu.
En temel sorunun, 'Soğukluk, zevk almama ve orgazm olamama' olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Çamlıbel, "'Hiç canım istemiyor. Eşimle bu yüzden tartışıyoruz. Bana birşey sormasa ben iki sene böyle otururum evde' diyen kadınlar o kadar çok ki, inanılmaz" dedi.

"CİNSELLİK, ZEMBİLLE GELMİYOR"
Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, cinselliği, 'jimnastik' olarak nitelendirerek, "Zevk almak için düzenli yapmak lazım. Oturduğunuz yerden gökten zembille gelmiyor bu. Siz düşüneceksiniz, siz yapacaksınız. Vücudunuzu tanıyacaksınız. Karşınızdakine de bunu gösterecek ve uygulayacaksınız" diye konuştu.


Bu konudaki hayretini, "Türkiye'de öyle vahim durumlar var ki" sözleriyle ifade eden Prof. Dr. Çamlıbel, evlenmelerine rağmen senelerdir ilişkiye girememiş kişiler bulunduğunu anlattı. Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, şöyle dedi:


"Bu yüzden çocuk sahibi olamamak ve toplumdan uzaklaşmak, ailelerden uzaklaşmak, depresyona girmek gibi sorunlarla karşılaşıyoruz. Türk kadınının ve Türk erkeğinin bu konuda katetmesi gereken çok yol var. Bu kişiler bize geldiklerinde, açıkçası çok fazla katkıda bulunamıyoruz. Ama cinsel fonksiyon bozuklukları uzmanı da Türkiye'de maalesef çok yok."

İDRAR VE GAZ KAÇIRMA SORUNU
Kadir Has Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı ve Jinemed Kadın Sağlığı Merkezi Direktörü Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, normal doğumdan sonra idrar kaçağının yüzde 40'lara vardığına, gaz ve dışkı kaçağının ise yüzde 20 oranında olduğuna dikkat çekerek, "Ve bu durum kalıcı. Yani mutlaka tedavi edilmesi gerekiyor. Ancak bu durum, genellikle kadınlar tarafından saklanıyor. Hasta ne kocasına, ne çocuğuna, ne de bir akrabasına durumunu anlatıyor. Biz bile çoğu zaman tesadüfen öğreniyoruz. Bunu söylememe nedenlerinin başında 'utanma' geliyor. Nasıl olsa bu, doğumdan sonra kendinde kalan bir durum olarak kadın tarafından kabul ediliyor ve benimseniyor. İnanılması güç ama, çocuk beziyle gezen kadınlar bile var. Artık çok küçük bir ameliyatla bu sorunu çözüme kavuşturabiliyoruz. Bazen ameliyat, bazen ilaç, bazen de sporla bu durum tedavi edilebiliyor" diye konuştu.


Türkiye'de genellikle kadınların hamile kaldıktan sonra doktora geldiğini belirten Prof. Dr. Çamlıbel, "Oysa hamile kalınmadan birkaç ay önce gelinmeli ki, bazı testler yapılsın. Beklenmedik şeker hastalıkları, beklenmedik kromozom hastalıklarına karşı önlem alınabilsin" dedi.

KIZ ÇOCUKLARI DA DOKTORA GÖTÜRÜLMELİ
Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, kız çocuklarının genç kızlığa geçiş dönemlerinde bir kez mutlaka doktora -xxx--xxx--xxx-ürülmeleri gerektiğini de kaydederek, "Karından yapılan ultrasonla yumurtalıkta, rahimde herşey yolunda mı diye bakıyoruz. Büyüme anormallikleri, göğüs gelişim sorunları, kısa kalma, çok uzun olma gibi genç kızları çok etkileyen olaylarla ilgili bir yönlendirme şansımız oluyor. Adet gördükten sonra kızlar 5-6 santim uzuyor. Adeti geciktirebilirsek eğer, bazı kişilerin ailesine veya çevresine göre, çok kısa kalmasını önleyebiliyoruz. Ayrıca sivilcelenme, tüy çıkması, kilo gibi sorunlar da bu check up'la gideriliyor" diye konuştu.


Prof. Dr. Çamlıbel, kadınların, ergenlik çağlarından ölünceye kadar check up programlarına gitmelerinde fayda olduğunu ifade ederek, "Üreme organlarında kanser riski vardır. Özellikle meme kanseri çok yaygın. Her 7 kadından biri hayatı süresince meme kanseri olacaktır diye kabul ediyoruz. Ama mammografi denilen süper bir alet var. Her kadın, 35 yaşından sonra 2 yılda bir mammografi çektirmelidir. 50 yaşından sonra yılda bir. Smear testi dediğimiz, hem rahim hem de rahim ağzı kanseri için erken uyarı sistemidir. Senede bir kez yapılması gerekir. Yumurtaln 'jimnastik' olarak nitelendirerek, "Zevk almak için düzenlık kanseri kadınlarda biraz daha seyrek görülmektedir, ama çok kötü sonuçları oluşmaktadır. Hemen öldürebilen bir kanser ve maalesef onun erken tanısı yok. Tek çözüm, doktora 6 ayda bir gitmekten geçiyor" ifadelerini kullandı.

MENOPOZDA KANSER RİSKİ
Jinemed Kadın Sağlığı Merkezi Direktörü Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, menopozun yaklaşık 45'li yaşlardan sonra başlayan ve 50'li yaşlarda biten bir adet dönemi düzensizliğinin son noktası olarak görülebildiğini vurgulayarak, "Yumurtalıklarda yumurta üretimi artık duruyor ve östorojen seviyesi sıfırlıyor. Bu, geriye dönüşü olmayan bir olay. Menopozdaki kadınlara yılda bir smear testi yapılması gerekir. Çünkü kanser riski biraz yükseliyor. Özellikle de meme kanseri. Mutlaka mammagrofi çekilmesi gerekiyor. Kalın bağırsak kanseri 50'li yaşlardan sonra iki numaraya yükseliyor. Mutlaka 5 yılda bir kalın bağırsağa bakılması gerekiyor" diye konuştu.


Kendilerine gelen hastaların yakınmalarına göre, şu anda İstanbul'da cinsellikle geçen en önemli ve yaygın hastalığın, "HPV virüsü" denilen, siğil virüsü olarak adlandırılan ve rahim ağzı kanserine yol açabilen bir hastalık olduğunu bildiren Prof. Dr. Çamlıbel, "Buna zamanında müdahale edilmesi gerekiyor ki rahim ağzı kanserine yol açmasın" dedi.


Genital siğillerin sadece cinsellikle geçtiğini söyleyen Prof. Dr. Teksen Çamlıbel, "Kaşınır, kızarır ve ele gelir. Siğil oluşan kişiler bunları hisseder. Bunlar bir-iki tane olarak başlayıp çoğalabiliyor. Elma kadar, hatta karnabahar kadar büyüyenleri olabiliyor. Cinsellik yoluyla geçtiği için mutlaka partnerin de muayene ve tedavi olması gerekiyor" diye konuştu.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.