ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Beslenme, Diyet ve Sağlık (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=608)
-   -   Sağlık Makaleleri (Arşiv) (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=45333)

rock_alltime 05-08-2008 06:01 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Ayak masajıyla gelen sağlık

--------------------------------------------------------------------------------

Dünyaca bilinen ayak masajının ünlü Çinli gruplarından Lıankzı, özel bir şirket aracığıyla artık Türkleri de ayaklarından rahatlatacak ve günün tüm stresini alırken, bazı rahatsızlıkları söyleyecek.


Çin'den Moskova aktarmalı Türkiye'ye gelen 15 kişilik uzman grup, Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali'nde basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Grup üyeleri, ayak masajı ile insanın tüm gün içinde yaşadığı stresi, yorgunluğu üzerinden atmasına yardımcı olurken, kaliteli bir uyku ve bazı bilmediği hastalıkları da ortaya çıkarttığını söyledi. Çinli grubun Türkiye'ye getirilmesini sağlayan Ayak Masaj Hizmetleri Şirketi basın danışmanı Nurten Kılavuz ise Türkiye'de hedef kitlelerinin yoğun iş temposu ve stres altında çalışanlar olduklarını ve Maslak Princess Otel'de hizmet vereceklerini kaydetti.


Kılavuz, "Ayak masajının Türkiye'de profesyonelce yapılmadığını ve yapılan bazı yerlerde de yanlış uygulamalar olduğunu gördük. Yaptığımız araştırmalar sonrasında Çin'de en iyi ve uzman kadroya sahip bir grup bulduk. Artık Türkiye'de de isteyen, ayak masajı sayesinde bütün yorgunluğundan ve stresinden arınacak" dedi.
Ayak masajını Türkiye'ye tanıtmak için gelen 15 kişilik Çinli grup, havalimanında marşlarını söyledi. Ayak masaj uzmanlarının marşları ve felsefesi olduğunu, bunun için önemli ve titiz bir eğitim alınması gerektiğini söyleyen masaj uzmanları, kendileri için önemli olan marşları da söylemeyi ihmal etmedi. Bir anda havalimanında ilgi odağı olan Çinli ayak masajı uzmanları, söyledikleri marşlarla herkesin dikkatini üzerlerine topladı. Dinleyiciler, her marşın bitmesi sonrasında ise alkışlamayı ihmal etmedi.

rock_alltime 05-08-2008 06:01 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Sınav stresi diyabete neden oluyor

--------------------------------------------------------------------------------

Doktorların yaptıkları incelemeler sonucu erişkin tipi diyabetin son yıllarda artmaya başladığı ortaya çıktı. Bunun nedeni ise başta stres olmak üzere, aşırı şişmanlama ve yanlış beslenme olarak açıklanıyor.

Medicline.com'da yer alan haberde, son yıllarda strese bağlı olarak, okullara giriş sınavları döneminde çocuklarda şeker hastalığının birden bire artığına dikkat çeken uzmanlar, travmaların, ameliyatların da artış gösterdiğini ve 7 yaşına kadar çocuğun her şeyi yediği için teşhis konulamadığını belirtiyorlar. Uzmanlar özellikle kola ve üzümün şeker hastalığına neden olduğunu kaydeden uzmanlar, hastalar üzerinde yapılan incelemede her 100 çocuktan 10'unun aynı şikayetle diyabet komasına girererk hastaneye geldiğini vurguluyorlar.

Diyabetin iri doğanlarda görülme oranının yüzde 18 olduğunu belirten doktorlar, 4 kiloyu geçen her çocukta diyabet riski olabileceğini ve. beslenme konusunda ailelerin ölçüyü bilmediği için çocuğa yeterli şekerli gıdayı vermediğini bildiriyorlar. Doktorlar, gizli bir hastalık olarak nitelendirdikleri diyabetin tedavisinde ise 4 esas olduğunu belirtiyorlar. Bunlar diyet (tıbbi beslenme), fizik aktivite, ilaç kullanımı ve eğitim.

rock_alltime 05-08-2008 06:02 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Omurgayı tutan romatizmal hastalıklar

Bel ve boyun fıtığı dışında da bel ve boyunda ağrılara yol açan başka hastalıklar da vardır. Bunların başında romatizma gelir. Bazı romatizma tipleri omurgayı etkiler ve genetik yolla önceki kuşaklardan alınır. Ama kalıtsal bir bağlantının varlığı, sizde görülen hastalığın mutlaka çocuklarınızda görüleceği anlamına gelmez. Bir kişide belirli bir romatizma tipine özgü gen bulunsa da, asla romatizma belirtileri gelişmeyebilir.

Ankilozan spondilit

Halk arasında Prof Ahmet Mete Işıkara ve Suna Pekuysal hastalığı olarak bilinir. “Kaynaşma” (ankiloz) ve “omur iltihabı” (spondilit) anlamındaki sözcüklerden türetilmiş olan adı, bu hastalığı oldukça iyi tanımlar. Ankilozan spondilit kalça, omuz, kaburga, bel ve ensede sertlik ve ağrıya, kemiklerin birbiriyle kenetlenip kaynaşması sonucunda omurganın esnekliğini yitirmesine yol açar. Eğer ankilozan spondilitli bir akrabanız varsa, bu hastalığa yakalanma riskiniz artar. Hastalık genellikle 30’lu yaşlarda gelişir ve erkeklerde daha çok görülür. Tanıda gecikme çoğu zaman ciddi hasra yol açar. Anne ya da babada ankilozan spondilit varsa, çocukların bu geni taşıma olasılığı yüzde 25-50 dolayındadır. Gen kalıtım yoluyla geçmişse, hastalığın gelişme olasılığı onda birdir.



Ankilozan spondilit yavaş yavaş ilerler ve tedavi edilmezse sonunda bütün omurga kaynaşıp “yekpare” duruma gelebilir. Belirtiler arasında kronik bel ağrısı, soluk alındığında göğsün genişlemesi ve arkaya doğru hareket yeteneğini giderek yitirmesi, omurgayı leğen kemiklerine bağlayan sakroiliyak (sağrı-böğür) eklemlerinde röntgen filmleriyle saptanabilir bozulmalar, yüksek sedimantasyon hızı ve romatoit faktörün yokluğu sayılabilir. HLA-B27 doku antijeni arandığında genellikle pozitif çıkar. Tedavi için bir yandan iltihap giderici ilaçlar kullanılırken, bir yandan da germe ve eklem açma hareketlerini kapsayan egzersizler yapılır. Hastalığın kaburgaları etkileyip soluk almayı sınırlamasını önlemek açısından, vücudu doğru konumlarda tutmanın büyük önemi vardır. Gece yatarken yüksek yastıklar kullanılmamalıdır. Uyku sırasında başın yüksekte tutulması, hastalıktan zaten etkilenmiş boyun omurlarının kalıcı biçimde eğri kalma olasılığını arttırır. Hekim ayrıca sigarayı bırakmanızı isteyecek, kullanmanız için kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar (özellikle indometasin) verecektir. Eğer bu hastalık erken dönemde tanınırsa tedavisi oldukça yüz güldürücüdür. Bu nedenle özellikle anne ve babaların vücudunu öne doğru eğik tutan ergenlik çağındaki çocuklarını mutlaka doktora götürmeleri gerekir. Hastalık ilerlerse geri dönüş çok zordur. Her ne kadar Almanya’da bu konuda bir aşı geliştirilmişse de tıbbi açıdan tam olarak onaylanmamıştır. İlerlemiş vakalarda son zamanlarda piyasaya sürülen infoksilab içeren ilaçlar kullanılabilir. Ama bu ilaçlar pahalı ve yan etkileri fazla olan ilaçlardır. Bu nedenle erken teşhis için dikkatli olunmalıdır

İltihaplı bağırsak hastalığı artriti


İltihaplı (enflamatuar) bağısak hastalığı, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi bağırsak sorunlarını kapsar. Ülseratif kolitlilerin % 10, Crohn hastalığı olanların % 20 kadarı ilişkili iki romatizma tipinden birine yakalanmaktadır. Bunlardan biri ankilozan spondolite benzeyen bir omurga romatizması tipidir. Diğeri ise daha çok el, diz ve dirseklerde sabahları ağrı ve katılığa yol açar. İltihap giderici ilaçlar kullanmaya ve doğrudan bağırsak hastalığını daha iyi denetim altına almaya dayanan bir tedavi uygulanır.

Sedefli romatizma (psoriyatik artrit)

Tıp dilinde psoriyaz denen sedef hastalığını bilirsiniz. Deride şişme, kızarma ve genellikle kullanmayla kendini belli eden bu hastalık, her on hastanın birinde muhtemelen romatizmaya da yol açar. Sedefli romatizma eklemlerin ağrımasına neden olursa da, genellikle bu eklemlere işlevsiz hale getirmez. Tedavi için aspirin gibi iltihap gidericiler ve bazen başka ilaçlar kullanılır, hareket aralığını koruyan egzersizler yapılır. Sedefli romatizmada genellikle vücudun her iki yanındaki aynı bölgeler etkilenmez. Ciddi vakalarda el ve ayak parmakları sosise benzer biçimde şişebilir. Yapılan incelemelerde romatoit faktörün negatif, sedimantasyon hızının yüksek olduğu görülür; ürik asit düzeyi yüksek çıkabilir. Röntgen filmi hekimin eklem yada kemik hasarı olan bölgeleri görmesini sağladığından yararlıdır.

Reiter sendromu

Genellikle erkeklerde görülen bu romatizma tipi, cinsel yolla bulaşan üretrit (idrar yolu iltihabı) gibi bazı hastalıklara ya da şiddetli ishale yol açan dizanteri gibi bir mide-bağırsak enfeksiyonuna tepki olarak gelişir. Buna reaktif (tepkisel) artrit de denir.


Çünkü eklemler vücutta iltihaplanmayı başlatan enfeksiyona tepki gösterir. Belirtiler genellikle cinsel birleşmeyle bulaşan idrar yada üreme yolu enfeksiyonlarından (enfeksiyona bağlı olarak genellikle sık idrara çıkılır ve idrar yaparken yanma hissedilir) ya da mide-bağırsak sorunlarından bir-dört hafta sonra ortaya çıkar. Diz, bilek ya da ayaklardan biri duyarlılık kazanır ya da şişer. Ateş ve kilo kaybına sık rastlanır. Kaburgalarda, sırtta, belde, topukta ve Aşil tendonunda ağrı duyulabilir. Ayrıca gözlerde şişme ve kızarma, döküntü ve idrar yolu iltihabı gibi belirtiler sayılabilir. Hekim muayeneye, kan tahlillerine ve röntgen filmine dayanarak Reiter sendromu tanısına varır. Bu hastalıkta çekilen filmler sakroiliyak eklem çevresindeki kemik sorunlarını ortaya koyar. Bazı vakalarda antibiyotikler yararlı olabilir. Diğer durumlarda ise hastanın dinlenmesi, ağrıya karşı kortizon içermeyen antienflamatuar ilaçlar ve bazen deri sorunları için kortikosteroitler kullanması gerekir.

rock_alltime 05-08-2008 06:03 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Peynir dişin çürümesini önlüyor


Uzmanlar, şekerli, yapışkan gıda yendikten sonra dişlerin fırçalanmasının mümkün olmadığı durumlarda ağzın suyla çalkalanmasını ya da bir bardak su içilmesini öneriyor. Yine uzmanlar, şekerli gıda yendikten sonra ağza atılacak bir parça peynirin, şekerin dilleri çürütme etkisini giderme açısından da son derece önemli olduğunu belirtiyor.

Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) web sitesinde diş sağlığı için önerilen beslenme şekli anlatıldı. Gıda maddeleri, şekerli ve asitli gıdalar ile dişler üzerine yapışıp kalan, kolay temizlenemeyen maddelerin diş sağlığı için sakıncalı olduğunu bildiren TDB, bunları tamamen kesmek yerine belirli bir düzen içinde tüketmenin daha doğru olacağını kaydetti. Şekerli, yapışkan ya da asitli gıdaların 3 ana öğün içinde tüketilmesini öneren TDB, "Öğün aralarında elma, havuç gibi sert dişleri temizleyip dişetine masaj yapacak gıdalar yenmelidir. Şekerli, yapışkan gıda yendikten sonra dişlerin fırçalanması mümkün değilse ağız suyla çalkalanmalı ya da bir bardak su içilmelidir. Yine şekerli gıda yendikten sonra ağza atılacak bir parça peynir, şekerin dişi çürütme etkisini gidermesi açısından son derece önemlidir" uyarısında bulundu. Sitede diş çürüğünün eskiye oranla daha fazla görüldüğü vurgulanarak şu bilgiler verildi:


"Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde diş çürüğüne eskiye oranla daha sık rastlanıyor. Bunun nedeni beslenme alışkanlıklarının değişmesidir. Eski insanlar sert gıdalarla beslendikleri için doğal yollarla dişlerde bir temizlik sağlanırdı. Günümüzde hazır gıda endüstrisinin gelişmesiyle birlikte bu tür gıdaların tüketimi de arttı. Bisküvi, şeker, çikolata, kola gibi her an elimizin altında olan bu gıda maddeleri dişlerin üzerine yapışıp kalan ve asit oluşturan maddeler oldukları için günümüzde diş çürüğü artışının başlıca sorumluları olarak kabul ediliyorlar. Diş dostu olarak kabul edilen gıda maddelerinin başında proteinler gelir. Vücudumuzun temel yapı taşını oluşturan bu maddeler hem dişlerin gelişimi sırasında, hem de dişler sürdükten sonra diş sağlığı açısından da mutlaka tüketilmesi gereken gıda maddeleridir. Yüksek protein içeriğinin yanı sıra diş sağlığındaki önemi açısından peynir, özellikle şekerli gıda tüketimi sonrası şiddetle tavsiye edilen bir besindir. Yer fıstığı da içeriğindeki fosfat nedeniyle çerez türü yiyecekler arasında diş dostu olarak nitelendirilen bir besindir. Rafine edilmemiş hububat (beyaz undan yapılmış ekmek yerine kepekli esmer ekmek) diş sağlığı açısından tercih edilmelidir."

rock_alltime 05-08-2008 06:03 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Büyüme Hormonu Tanımı

Büyüme Hormonu her insanda bulunan ve çocukluk döneminde büyümeyi düzenleyen bir hormondur. Bu hormonun yetersiz salgılandığı çocuklarda büyüme yaşıtlarına göre daha yavaş olur.

Eğer çocuğunuz yeterince büyümüyorsa Büyüme Hormonu eksikliğinin olup olmadığının ortaya çıkarılması için bir dizi test yapılmalıdır. Büyüme Hormonu konsantrasyonu 24 saatlik idrarda ölçülebilir.


Bu testlerin amacı, çocuğunuzun Büyüme Hormonu düzeylerinin normal, normalin altında ya da tamamen eksik olup olmadığının anlaşılmasıdır.


Uygun dozda ilaç verilebilmesi için çocuğun Büyüme Hormonu düzeyi çok önemlidir. Düşük veya yüksek düzeyde Büyüme Hormonu eksikliği olan çocukların hormon tedavisinden yararlanmaları hepimiz açısından oldukça mantıklıdır, fakat ilginç olarak hormon düzeyleri normal çocuklar da zaman zaman bu tedaviden yarar görebilmektedirler. Bunun nedeni sözkonusu çocuklarda salınan hormonun büyümeyi sağlayan bölgelerde etkili olmamasıdır.

rock_alltime 05-08-2008 06:04 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Yetişkinlerin üçte biri tansiyon hastası olacak

ABD'de yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, 2025'te dünyadaki yetişkin nüfusun üçte ikisi yüksek tansiyon hastası olacak.

Tıp dergisi Lancet'te yayımlanan araştırmaya göre, 2025'te yüksek tansiyon hastalarının sayısı bugünkünden yüzde 60 fazla olacak.


Yüksek tansiyon hastalarının sayısının gelişmiş ülkelerde yüzde 24, üçüncü dünya ülkelerinde yüzde 80 artacağı belirtildi.


2025'te yüksek tansiyon hastalarının dörtte üçünü gelişmekte olan ülkelerin vatandaşlarının oluşturacağı kaydedildi.


Yüksek tansiyon ve buna bağlı hastalıklar büyük ölçüde batı tarzı yaşam biçimine bağlanıyor.

rock_alltime 05-08-2008 06:04 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Türkiye'de 30 bin hemodiyaliz hastası

--------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'de, yaklaşık 30 bin kronik böbrek yetmezliği hastası, haftanın 3 günü diyaliz cihazına bağlı olarak 'bir gün böbrek nakli olabilmek umuduyla' yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Ancak bu hastaların yılda, sadece 500'ü bu imkana kavuşuyor.
Türkiye'de 211'i Sağlık Bakanlığı'na bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, kronik böbrek hastalarına diyaliz hizmeti veriliyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, diyaliz hizmetlerinin kronik böbrek hastalarının yaşam umudu olduğunu belirterek, kronik böbrek hastaların verilen diyaliz hizmetlerinin ülkenin her noktasına ulaştırılmasında hayırsever vatandaşlardan ve özel sektörden destek beklediklerini söyledi. Akdağ, yaptığı yazılı açıklamada, "Bakanlığımızca bölgelerde gerek cihaz temini gerekse personel eğitiminin sağlanması ve mekanların diyaliz hizmetine uygun hale getirilme çalışmaları, hayırsever vatandaşlarımızın ve özel sektörün desteğiyle hız kazanmaktadır" dedi. Diyaliz Merkezleri Yönetmeliği ile yürütülen diyaliz hizmetlerinden yararlanan hemodiyaliz hasta sayısının toplam 26 bin 707 olduğunu ifade eden Bakan Akdağ, şu ifadelere yer verdi:
"211'i bakanlığımıza bağlı toplam 480 diyaliz merkezinde, 211'i bakanlığımıza bağlı toplam 6 bin 413 hemodiyaliz cihazı bulunmaktadır. Hemodiyaliz hastası sayısının toplam 26 bin 707 olduğu göz önüne alındığında, cihaz başına düşen hasta sayısının 4,2 olduğu görülmektedir. Mevcut cihazların kullanım yılları, modelleri, ülke genelindeki dağılımı dikkate alındığında, cihaz ve merkez sayısında eksiklik ve düzensizlikler göze çarpmaktadır" diye konuştu. Türkiye'de diyaliz hizmetine ihtiyacı olup da ulaşamayan hastanın bulunmadığını anlatan Bakan Akdağ, "Ancak hastaların ikamet ettiği yerlerde bu olanağı bulamayıp göç yada zorlu ulaşımla bu hizmete kavuşuyor olması, hizmet kalitesinin artırılması gereğini göstermektedir."


Sağlık Bakanı Akdağ, günün değişen şartları ve Türkiye'de, 'Sağlıkta Dönüşüm Programı' ile sağlanan önemli gelişmelere paralel olarak, diyaliz hizmetleri mevzuatında değişiklik yapılması gerektiğini kaydetti. Akdağ, mevzuat değişikliğiyle eğitim ve araştırma hastaneleri bünyesinde yer alan diyaliz üniteleri haricindeki diğer diyaliz merkezlerinin açılış, işleyiş ve denetimlerinin il sağlık müdürlüklerine devredilmesinin gerekli olduğunu vurguladı. Akdağ, "Bu yolla gerek bölge şartlarını gerekse hasta potansiyelini birebir izleyebilen planlama ve işleyiş denetimi sağlanabilecektir" dedi. Ünite dağılımının ülke çapında yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla, 13 diyaliz ünitesinin 2004 yılı sonuna kadar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde faaliyete geçirileceğini ifade eden Akdağ, "Hemodiyaliz hasta sayısının 26 bin 707, periton diyalizi hasta sayısının 3 bin 855 olduğu, diyaliz hasta sayısı artış oranının binde 40 olarak izlendiği ülkemizde, verilen diyaliz hizmetinin devlet-vatandaş işbirliğiyle daha kaliteli hale getirilebileceği muhakkaktır" ifadelerini kullandı.

rock_alltime 05-08-2008 06:05 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kirli çorap, tırnak mantarına yol açıyor

--------------------------------------------------------------------------------

Değiştirilmeyen kirli çoraplar ile ortak kullanılan duş ve banyoların tırnak mantarına yol açtığı bildirildi. Uzmanlar, tırnak mantarına yakalanmamak için el ve ayakların sürekli temiz tutulması konusunda vatandaşları uyardı.


İHA muhabirinin bu konuda derlediği bilgilere göre, 'Onikomikoz' olarak adlandırılan tırnak mantarı enfeksiyonu 'Dermatofit' adı verilen organizmalar tarafından oluşturuluyor. Tedavisi mümkün bulaşıcı bir hastalık olan tırnak mantarının mutlaka doktor gözetiminde tedavi edilmesini öneren uzmanlar, "Bu yalnızca bir kozmetik sorun değil, tırnak yatağı ve plağını tutan bir enfeksiyondur. Tırnak mantarı tüm tırnak hastalıklarının yaklaşık yüzde 50'sini oluşturur" uyarısında bulundu. Tırnakta mantar enfeksiyonu varsa bunun görülebildiğini, kokusunun veya ağrının hissedilebildiğini vurgulayan uzmanlar, hastalığın, tırnaklarda sarı, yeşil veya kahverengi renklenme, tırnaklarda pul pul kalkma, tırnak altında kir birikmesi, ayaklarda kötü koku ve ayak tırnaklarında acı ile ortaya çıktığını kaydettiler. Yavaş ve kronik seyreden tırnak mantarının en sık rastlanılan tırnak hastalığı olduğunu belirten uzmanlar, tüm dünyada tırnak mantarının görülme sıklığının değiştiğini ifade ettiler. Mantarın genellikle tırnağın altına girerek burada etkili olmaya başladığını ifade eden uzmanlar şu bilgileri verdi:


"Tırnağa hasar veren her şey mantarın içeri girmesini kolaylaştırabilir. Zedelenme, el ve ayak tırnağına sert bir cisimle vurulması, ayak tırnağına basılması, tırnakların çok dipten kesilmesi, ayak parmaklarını sıkıştıran küçük ucu sivri ayakkabılar tırnak mantarına yol açabilir. Tırnak mantarı bulaşıcıdır. Enfeksiyona neden olan mantarlar ortak kullanıma açık, ılık ve nemli yerlerde bulunurlar. Soyunma odaları, yüzme havuzu, ortak kullanılan duş ve banyolar, bahçe, manikür veya pedikür aletleri tırnak mantarı bulaştırabilirler. Tırnak mantar enfeksiyonu kendiliğinden iyileşmez. Doktor tarafından önerilen ilaç tedavisi ve önerilere uymak gerekir. Mantar enfeksiyonunda doktorunuz tarafından önerilen ilaç, hastalığa neden olan mantarın yaşadığı ve geliştiği yere tırnak yatağına yaklaşır ve enfeksiyonu ortadan kaldırır. Bu şekilde doktorunuz tarafından önerilen doz ve sürede kullanacağınız ilaç ile tedaviniz gerçekleşir. Doktorunuz, mantar enfeksiyonunuz için ağızdan alabileceğiniz ilaç yazabilir. Ayak tırnak mantarında tedavi yaklaşık 3 ay sürer. El tırnak mantarında tedavi yaklaşık 2 ay sürer. Hangi tedavinin sizin için uygun olduğunu öğrenmek için lütfen doktorunuza başvurunuz."


Uzmanlar, tırnak mantarından korunmak için şu önerilerde bulunuyor:


"- Ayaklarınızı olabildiğince temiz ve kuru tutun.
- Halka açık yüzme havuzu ve duş alanlarında terlik kullanın.
- Ayak tırnaklarınızı, parmağın ucunu geçmeyecek şekilde düz olarak kesin.
- Manikür ve pedikür için sterilize aletler veya en iyisi kendi aletlerinizi kullandırın.
- Ayağınıza uyan, sivri burunlu olmayan rahat ayakkabılar giyin.
- Ev içinde kullanılan havluların kişiye özel olmasına dikkat edin.
- Ayaklarınız çok fazla terliyor veya nemli kalıyor ise gün içinde çoraplarınızı değiştirin."
Tırnak mantarına yakalanma riski yüksek olanlar ise şöyle sıralanıyor:
"- Diyabeti olanlar
- Dolaşım sorunları olanlar
- Bağışıklık yetersizliği olanlar (AIDS/HIV enfeksiyonu)
- 65 yaş ve üzeri olanlar
- Ayak derisinde mantar enfeksiyonu olanlar
- Ayakları çok terleyen veya sürekli nemli kalanlar
- Atletler, koşucular ve dansçılar gibi ayaklarına fazla yüklenenler."

rock_alltime 05-08-2008 06:06 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
İşleyen demir körelmiyor

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanların yaş ilerledikçe hafıza kayıpları yaşamasının normal olduğu, egzersiz yaparak beynin canlı tutulabileceği ve kapasitesinin artırılabileceği bildirildi.




İnternet sitesi medicline.com'da yer alan haberde, insanların yaşları ilerledikçe beynin fonksiyonlarını kullanmakta zorlandığı ve fiziksel olarak yıprandığı belirtiliyor. Uzmanlar ayrıca, yaşlandıkça beynin daha yavaş çalıştığını, sinir hücrelerinin zayıflayarak öldüğünü belirtiyorlar. Uzmanlar, beyinde saklı tutulan mevcut hafızanın yaşlandıkça önemli miktarlarda kaybolmadığını, bunun yerine yeni bilgileri depolayan beyin yapılarının yaş ilerledikçe zayıfladığını vurgularken, yaşlılığın tamamen kötüye gidiş anlamına gelmediğini ve yaşlı beyinlerin daha geniş bir kelime hazinesine, yazılı metinleri daha iyi anlama ve olayları daha geniş açıdan yorumlayabilme özelliğine sahip olduğunu bildiriyorlar. Uzmanlar, insan beyninin 1 cm'de 1 trilyon bağlantılı 100 milyar sinir hücresi bulunduğunu ve bu hücrelerin arasında da her 1 saniyede 10 milyar kere uyarı gerçekleştiğine dikkat çekiyorlar.




Yapılan bir çalışmada, her 3 kişiden 2'sinin yaşlanmayla birlikte meydana gelen doğal hafıza kaybının farkına varamadığını tespit eden uzmanlar, bir şeyin nerede olduğunu unutmanın değil, bir yere konan şeyi oraya ne zaman koyduğunuzu unutmanın beyin sağlığı açısından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini kaydettiler. Uzmanlar sağlıklı bir hafıza için fazla yemek yememeyi, yeni şeyler öğrenmek ve zihinsel egzersiz yapmayı ve bolca E ve C vitamini tüketmeyi öneriyorlar.

rock_alltime 05-08-2008 06:07 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Solaryumlar Yararlı mı Zararlı mı ?



Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur..

Solaryum, son zamanlarda oldukça fazla ilgi gören, sağlık ve estetik ile yakından ilgili bir konudur. Bronz bir tenin kişiyi ne kadar canlı, dinamik ve güzel gösterdiği bir gerçektir. Ancak hemen her konuda olduğu gibi, solaryumu kullanırken de dikkat edilmesi gereken kurallar vardır. Bunun yanısıra, bugün dünyada solaryumun faydası ve zararı konusunda tartışmalar hala sürmektedir.Ozetle basligimizi da olusturan soruya cevap olarak SOLARYUM hem zararli hem de yararli diyebiliriz....

Zararlari

- Gözde katarak oluşumuna sebep olabilir.
- Yanıklar
- Deri kanseri gelişimi. ( A.B.D'de yapilan son aratirmalarla solaryumda kullanilan UV.A isinlarinin deri kanseri riskini artirdigini ortaya koymustur )
- Erken deri yaşlanması.
Solaryum esnasında aynı zamanda Uv A ışını yayılımı olduğundan dolayı bu ışın deride ,kanser haricinde birtakım zararlara da yol açar.
Vücut savunma sistemine zarar verebilmektedir.
Ayrıca bazı losyon, nemlendirici ve tedavi kremleri ile reaksiyona girerek vücuda zararlı olabilirler.

Yararlari

Derinin alt tabakasına nüfuz ederek sedef hastalığına iyi gelir.
Ciltteki akne ve sivilce izlerinin tedavisinde kullanılır.
Solaryum ışınları metabolizmayı güçlendirerek solunumu düzenler ve soğuk algınlığına yakalanma riskini üçte bir oranında azaltır.

Virüslü hastalıklara karşı vücut direncini arttırır
Kalsiyum eksikliğinden kaynaklanan kramplara karşı etkilidir.
Güneş banyolarında UV-B ışınları cildin su toplamasına ve soyulmasına neden olurken, solaryumda kullanılan optimize edilmiş ışınlar sayesinde böyle bir durum söz konusu değildir.
Solaryum endorfin (mutluluk hormonu) salgılanmasını sağlar, cinsel gücü artırır.
Bronz ten kişinin öz güvenini artırır ve kendini iyi hissetmesini sağlar.
UV-B ışınları D-vitamini üretimini sağlayarak osteoporoza (kemik erimesi) karşı koruma sağlar.
Depresyonlara karşı etkilidir.
Kalp ve dolaşım sistemini güçlendirir.
Solaryumun,Deri Kanseri riskini artirdigi gercegini gozardi edip yine de Solaryuma giriyorsaniz asagidaki uyarilara dikkat etmenizde fayda var..

Sağlıklı bronzluk için dikkat edilecek konular.

Solaryum seanslarına başlamadan önce mutlaka cilt testi yaptırın.
Böylelikle teninizin rengine ve cildinizin hassasiyetine göre solaryuma gireceğiniz uygun süre ve seansları belirleyebilirsiniz.
Doğal bir bronzluğa ulaşmak için toplam 6 - 7 seans yeterli olmaktadır. Ancak çabuk bronzlaşmak için seanslar sık sık tekrar edilmemelidir. Bir hafta içinde 3 kereden fazla veya aynı gün içerisinde 2 kez solaryuma girmek tehlikelidir.
Solaryumda kalacağınız süre ilk seans için 8 - 10 dakika arasında olmalı daha sonraki seanslarda ise 5' er dakika arttırılarak maksimum 20 dakikaya çıkarılmalıdır.
Solaryuma girmeden önce cildin bütün kozmetik ürünlerden tamamen arındırılmış olması gerekir. Ayrıca solaryum için üretilen özel ürünler olmadıkça, solaryum cihazında hiçbir güneş ürünü kullanılmamalıdır.
Seans esnasında gözler kapalı tutulmalı ve koruyucu gözlük takılmalıdır. Ayrıca lens kullanan kişilerin, solaryuma girmeden önce lenslerini çıkarmaları gerekmektedir.
Prospektüslerinde "UV ışınlarına karşı duyarlılık yaratabilir" uyarısı olan ilaçlardan kullananlar solaryuma girmemelidirler
Alkol alındıktan sonra solaryuma girilmemelidir.
Epilasyon, ağda, cilt bakımı sonrasında solaryuma girilmemelidir.
Kalıcı makyaj ve lazer uygulamalarından sonra solaryuma girilmemelidir.

16 yaşından küçükler solaryuma girmemelidir.

Şüpheli durumlarda doktora danışılmalıdır.

rock_alltime 05-08-2008 06:08 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Şuur altı cinsel fobileri biliyor musunuz?



Cinsellik, şuur altı birikimlerden çok etkilenen bir olgudur. Örneğin; çocukluk çağında anne, babasını cinsel ilişki halinde görenlerde erişkin çağa gelince bir takım cinsel sapmalar ve takıntılar olabilmektedir.

Yine aynı şekilde küçükken verilen cinsel eğitim sırasında aşırı korkutma ve yanlış örnekler, vaginismus'a kadar yol açan cinsel fobileri ortaya çıkarabilmektedir.

Yine erken yaşta maruz kalınan ensest ilişki ve cinsel tacizler ileriki hayatta cinsel saplantılara neden olabilmektedir. Yine frijiditenin sebeplerinden biri de şuur altında yatan cinsel fobilerdir.

Gerek çocukluk çağında, gerekse erişkin çağda tecavüze uğrayan kadınlar ileriki hayattalarında hep bu cinsel travmanın etkisi altında yaşamaktadırlar. Uzun süreli psikolojik terapiler bile bazen bu tür travmalarından kurtulmaya yeterli olamamaktadır.

Maruz kaldıkları cinsel taciz veya karşılaştıkları kötü bir deneyimi çok utandığı için kimseye anlatamayan ve bu yüzden kendi iç dünyası ile gerçek hayat arasında bocalayan bir sürü insan vardır. En doğru davranış, bunu birileriyle paylaşmaktır. Bu paylaşılan kişi güvenilen bir aile bireyi olduğu gibi bir psikolog, bir jinekolog veya bir psikiyatrist olabilir.

Bazı cinsel travmalar ilaç kullanmayı gerektirecek kadar ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.

Filmlerdeki cinsel konuların da çok açık, kontrolsüzce işlenmesi ve sık sık tekrarlanması aynen cinsel travmaya uğramışcasına bazı kişilerde şuur altına yerleşebilmekte ve bu görülen sahneler hayatın herhangi bir devresinde tekrar hatırlanabilmektedir. Filmler bazen eğlence sektörünün amaç ve hedeflerinden farklı mesajlar verebilmektedir. Sinema eğlence amaçlı gidilen bir sosyal mekandır. Eğlenmek için film seyretmeye giden kaç insan seyrettiği cinsel şiddet olaylarından eğlenmiş bir şekilde sinemadan ayrılabilir ki...

Paylaşmak ve profesyonel yardım istemek olayın etkisinden kurtulmaya yardımcı olabilir. Aynı şekilde etkilenip de, bunu şuur altına atıp kendi iç dünyasına hapsedenlerde ise ileriki hayatlarında mutlaka cinsel sorunlarla karşılaşabilmektedirler.

rock_alltime 05-08-2008 06:08 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Cinsellik yaş sınırı tanımıyor




Hem erkek hem de kadında 'libido' (cinsellik dürtüsü), her ne kadar yaşa bağlı olarak azalma gösterse de, çiftler sağlıklı oldukları sürece, çok ileri yaşlara kadar, hiçbir tedaviye ihtiyaç kalmadan cinselliklerini yaşamaya devam edebiliyor.

Dr. Kağan Kocatepe, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, 'libido' adı verilen cinsellik dürtüsünün, insanı cinsel eylem arayışına iten ve aynen açlık, susuzluk, kendini koruma dürtüleri gibi çalışan bir 'itici güç' olduğunu belirtti. Libidonun, insanın kendi neslinin devamını sağlamaya yönelik olarak çalıştığını ve onu karşı cinsten biriyle birleşerek yeni bir canlı dünyaya getirmeye yönelttiğini vurgulayan Dr. Kocatepe, "Cinselliğin kaynağı elbette bu kadar basit tarif edilemez. Zira, libidonun başka kaynakları da vardır: Cinsellik, kendini tatmin, gevşeme, zafer kazanma, beğenilme ve hayran olunma ihtiyaçları, karşı tarafı fethetmiş ve ait olma duyguları, yaşamak amacına yönelik olarak başlatılabileceği gibi, çok ileri durumlarda sadizm ve mazoşizm gibi eğilimlerin eyleme dönüştürülmesine yönelik de çalışabilir" dedi. Libidonun, kadında ergenlikten 35 yaşına kadar arttığını, 45 yaşına kadar sabit kaldığını ve çok ileri yaşlara kadar gücünü korumaya devam ettiğini ifade eden Dr. Kağan Kocatepe, "Kadın sağlıklı olduğu sürece, yine çok ileri yaşlara kadar orgazm olabilme kabiliyetini korur. Hatta menopoza yaklaşmakta olan bir kadında, gebe kalma korkusunun azalması, çocukların büyümesiyle birlikte ev iş yükünün azalması gibi etkenler, bu dönemlerde libidonun artmasına bile sebep olabilir" diye konuştu.

Dr. Kocatepe, kadın menopoza girdiği andan itibaren, kanda östrojen hormonunun azalmasıyla birlikte kadın genital organlarında 'atrofi' adı verilen değişiklikler meydana geldiğini kaydederek, vajina dokusunun incelip elastikiyetini kaybettiğini, kadın uyarılsa da genital bölgenin salgılarının artarak ilişkiye hazır hale gelmesinin daha uzun sürdüğünü bildirdi. Genital bölgedeki bu değişiklikler ve kuruluğun, kadında ilişki esnasında ağrıya, ilişki sırasında ve sonrasında idrar yaparken yanma gibi şikayetlere sebep olabileceğinden bu dönemde libidoda azalma görülebileceğini anlatan Dr. Kağan Kocatepe, çeşitli yollardan (tablet, flaster, fitil gibi) uygulanan östrojen tedavisiyle bu sorunların etkili şekilde giderilmesinin mümkün olabildiğini söyledi.

Erkekte libidonun 20-30 yaşlar arasında doruk noktasına çıkmış durumda olduğuna ve bu dönemde cinsel ilişki sıklığının da en üst seviyede olduğunu belirten Dr. Kocetepe, "Erkek beden ve ruh açılarından sağlıklı olduğu sürece, ileri yaşlara kadar ereksiyon ve orgazm olabilme özelliklerini koruyabilir. Yaş ilerledikçe (70 yaş ve üzeri) doğal olarak ortaya çıkan değişiklikler, ereksiyon etkinliğinin azalmasına sebep olabilir" dedi.

rock_alltime 05-08-2008 06:09 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Yanlış oturmalar boyun ağrısına yol açıyor


Masa başında çalışanlarda yaygın olarak görülen boyun ve sırt ağrılarının uzun süreli yanlış oturuşlardan kaynaklandığı bildirildi.


SSK Vakıf Gureba Hastanesi Nöroloji uzmanlarından Dr. Ali Akben, boynun baş ile gövde arasında yer alan önemli bir bölge olduğunu belirterek, bütün vücudu etkileyecek sorunlara yol açabilen boyun rahatsızlıklarına karşı olabildiğince dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Dr. Akben, vücut hareketlerini, duymayı, yürümeyi sağlayan omuriliğin boyundan aşağıya doğru devam ettiğini ancak, bütün önemine rağmen bu bölgenin sağlığının ihmal edildiğini belirterek, "Genellikle önemsenmeyen boyun bölgesinde 7 adet alt alta dizilmiş kemik, otuz kadar kas, bu kemikler arasından çıkıp omuz, kol ve sırta yayılan 8 adet sinir ve 4 adet de büyük kan damarı vardır. Boyundaki bu yoğun yapıda oluşacak bir takım değişikliklerin ilk bulgusu ise boyun ağrısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaygın olarak görülen boyun ağrılarının en önemli sebepleri arasında duruş, oturuş hataları gelmektedir. Uzun süreli yanlış oturuşlar boyun ve sırt ağrılarının en başta gelen sebebidir. Bir yere fazla uzanma, yatarken başın yastıktan düşmesi, aşırı stres ve gerilim; ayrıca darbeler, sportif faaliyetler, sığ suya dalma, iş yaralanmaları ve trafik kazaları da boyun ağrılarına yol açabilmektedir" dedi.


Aşınma, yırtılma sonucu olan boyun disklerindeki fıtıklaşmalar ve bu fıtıkların sinir köklerine yaptığı baskıların da boyun ağrılarına sebep olabildiğini ifade eden Dr. Akben, "Sürekli oturarak çalışmak durumunda olanların mümkün olduğunca dik oturmaları ve sık sık ayağa kalkarak hareket etmeleri gerekir. Uzun süreli araç kullanmak durumunda olanların boyun kaslarında kasılma olacağından, belli aralıklarla istirahat edilmesi gereklidir. Bütün vücutta olduğu gibi boyunda da ani hareketler tehlikelidir. Uzun süreli sabit kalan boyun kaslarını ani şekilde sağa sola döndürmekten kaçınmalıyız" diye konuştu.


Boyun ağrılarının tedavisinde çeşitli yöntemler kullanıldığına işaret eden Dr. Ali Akben, ilaçlı tedavinin yanında, gerektiğinde boyunluk kullanıldığını ya da akupunktur veya lazer tedavisi uygulandığını söyledi. Dr. Akben, boyun ağrılarının tedavi edilmemeleri halinde zamanla müzminleşeceğini ve insan hayatını olumsuz etkileyeceğini kaydet

rock_alltime 05-08-2008 06:10 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Orgazm denen başdönmesi

--------------------------------------------------------------------------------

Orgazm beyinsel ve genital uyarılar arasındaki sürekli gel gitlerden doğuyor. Erojen bölgeler uyarıldığında beyindeki hormonların salgılanması başlıyor. Biyologlar için orgazm beyinsel ve genital uyarılar arasındaki sürekli gel gitlerden doğar. Erojen bölgeler uyarıldığında beyindeki endorfin, dopamin gibi iyi hissettirici hormonların salgılanması başlar. Nereye kadar? Aslında iki cinsiyet de eşit derecede hormonal salgılamaya maruz kalır, anatomik fark ise iki tür için eşit derecede zevkin söz konusu olmamasıdır.

Yüz ifadeleri değişebilir
Kadınlarda, zevk, anüs, vajina ya da klitorisin uyarılmasıyla görülür. Üç bölge, o halde üç orgazm mümkün mü? Tam olarak değil. Kapsanan bölge gibi aynı biçimde yaşanacaktır. Bu, zevk alan kadının pek çok yüz ifadesine sahip olmasına engel olmaz: Basit bir endişeden korkunç bir ifadeye kadar...

Belki de erkek orgazmı tek model olduğu için, bir kadın orgazm üstünlüğü söz konusu olabilir. Peki ya, erkek orgazmı değişmez olabilir mi? Pek değil, çünkü bu ruhsal yaşamı farklıdır.

Kadınlarda sertleşme meydana gelir mi?
Erkeklerde sertleşme, penise kan akışı sayesinde gerçekleşir; kadınlarda da bu kapasite vardır. Klitoriste de benzer bölgeler vardır buraları uyarı anında kanla dolar. Hız hariç, erkeklerinkine benzer bir mekanizma çalışmaya başlar: Erkeklerde sertleşme için birkaç saniye yeterli olabilirken, kadınlar için 20-30 dakika gerekli olabilir.

Korku uyarıcı mı?
Yapılan bir araştırmaya göre korku arzuyu 10 kat artırıyor. İki yıl önce Teksas'ta Austin Üniversitesi'nden biyo-psikologlar, bir eğlence parkını deney bölgesi olarak alıp "büyük sekiz" denen turlar düzenlediler. Bekleme anında, gösterilen fotoğraflardaki bireyleri cinsel çekiciliklerine göre değerlendirmeleri istendi.

Yükseklere uçunca ise, çalışmada rolü bulunan insanlar klişeleri önerdiler. Sonuç: Başlangıçtan daha fazla çekici buldular. Nedeni mi? Çünkü "kobaylar'' büyük bir korku transferi yaşadılar. Sonunda, "Büyük sekiz" denen turlarında hissedilenler arzuyu uyandırdı ve onu şiddetlendirdi.

rock_alltime 05-08-2008 06:10 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Alzheimer testi geliyor

--------------------------------------------------------------------------------

Amerikalı bilim adamları, Alzheimer hastalığının beyindeki biyolojik belirtisini teşhis etmeyi başardılar. Şimdi sıra testte. Alzheimer’in biyolojik belirtileri olan ADDL isimli proteinler, beyinde ortaya çıkıyor. Bu proteinlerin, sinir hücreleri arasında bağlantıyı sağlayan snapslara saldırdığı biliniyor. ADDL’ler ayrıca, Alzheimer hastalarının beyinlerinde bulunan ‘amyloidbeta’ proteininin yapışkan plakasının oluşumuna da katkıda bulunuyorlar. ADDL’lerin her biri metrenin 5 milyarda biri uzunluğunda ve saç telinden 20 bin kat daha ince. Bu nedenle normal yöntemlerle farkedilmesi imkánsız.

Yeni teknik
Araştırmacılar yeni test tekniğiyle, altın nano-parçacıkları ve manyetik nano-parçacıkları, ADDL’lere bağlı olan bir antikorla doldurdular. Altın nano-parçacığı, DNA’nın kimyasal bir barkod görevi gören kısmına eklediler. Her iki parçacığı da ADDL’lere ekleyebilip, mıknatıs sayesinde omurilik sıvısından ayırdılar.

Şimdilik sadece beyindeki omurilik sıvısında uygulanan test tekniğinin, kanda ve idrarda da geçerli olabileceğine inanılıyor. Testi geliştiren Northwestern Üniversitesi ekibi, hastalığın tedavisi ve ilerlemesinin engellenmesi adına da çalışmalar yapıyorlar.

rock_alltime 05-08-2008 06:11 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Duvar yazılarına bak sigarayı bırak

--------------------------------------------------------------------------------

Sigarayla ilgili duvar yazıları, sigara tiryakilerini hem düşündürüyor hem de sigarayı bırakmaları konusunda motive ediyor. Sigaranın zararlarını çarpıcı örneklerle ortaya koyan ilginç duvar yazılarından bazıları şöyle: Sigara içen ihtiyarlamaz. (Genç ölür)

Sigara içenin evine hırsız girmez. (Gece boyunca öksürdüğü için)

Sigara içeni köpek ısırmaz. (Bastonla dolaştığı için)

Sigara iç, erken öl, cesedin genç olsun.

Sigara içenlere öncelik tanıyın. Çünkü onlar bu dünyada misafirdir.

Sigara yavaş çekim intihardır.

Sigara hem öldürür hem de süründürür.

Sigara içen bir kişiyi öpmek, kül tablasını yalamak gibidir.

Sigara bulaşıcı bir hastalıktır.

Arkadaş için belki ölünür ama sigara içilmez.

Sigaranın neresinden dönülürse kardır.

Sigara iç dedeni gör, sigara içme torununu gör.

“SİGARAYI DOST EDİNMEYİN”
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, "insanların sigaranın zararları konusunda adeta bir devekuşu psikolojisiyle başlarını kuma gömmemeleri gerektiğini” söyledi.

Özlü, sigaranın sadece erken ölümlere yol açmakla kalmadığını, kronik akciğer, kalp ve damar hastalıkları ile felce neden olduğunu ifade etti.

Bu hastalıkların genellikle yaşın ilerlediği dönemlerde kendini belli ettiğini ifade eden Özlü, ileri yaşlarda sigaranın bırakılmasının beklenen faydaları sağlamadığını söyledi.

Sigaranın özellikle bazı kişilere daha çok zarar verdiğini, ancak bunların kimler olduğunun önceden bilinemediğini kaydeden Özlü, “Bu nedenle, potansiyel olarak herkes sigaranın zararlı etkilerine maruzdur” dedi.

Sigara içenlerin bu konuda söylenenleri duymazlıktan geldiğini kaydeden Özlü, şunları söyledi:

“İnsanların sigaranın zararlarını önemsemeyerek adeta bir devekuşu psikolojisiyle başını kuma gömmeye devam etmemesi gerekir. Ya da kendiniz için yapabileceğiniz bir iyilik olduğunu fark edip gecikmeden yani sigara sizi terk etmeden siz onu terk edeceksiniz. Sigarayı dost edinmeniz onun sizi dost edindiği anlamına gelmez. Hiç ummadığınız bir anda yıllardır yanı başınızdan ayırmadığınız bu sözde dosttan bir darbe yiyebilirsiniz ve o zaman çok geç olabilir.”
(AA)

rock_alltime 05-08-2008 06:12 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Göz sağlığı için bazı öneriler

--------------------------------------------------------------------------------

Kışın cilde, saçlara önem veriliyor. Cildin kurumaması ve soğuktan etkilenmemesi için kozmetik ürünler kullanılıyor. Saçların dökülmemesi ve kırılmaması için bakım yaptırılıyor. Ancak en hassas organ olan gözlere ise gerekli özen gösterilmiyor. Oysa soğuk ve karlı havalar gözleri de olumsuz etkiliyor. Zarar görmesinden en çok korkulan organ olmasına karşın, gözle ilgili olarak neredeyse hiçbir koruyucu önlem alınmıyor.

Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gülbin Saltık kış aylarında konjonktivit, kuru göz gibi rahatsızlıklardan kar körlüğüne kadar birçok tehlikenin kişileri beklediğine dikkat çekiyor.

VİRÜSLER TEHLİKELİ

Kış aylarında virüslere bağlı hastalıkların arttığı bir gerçek. Virüslerden etkilenen organlardan biri de göz. Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarının artış gösterdiği dönemlerde viral konjonktivitin görülme sıklığı artıyor. Dr. Saltık konuyla ilgili şunları söylüyor: “Konjonktivit, genel anlamıyla göz iltihabı demektir. Etkenlerine göre bakteriyel, virütik, alerjik gibi değişik tipleri vardır. Adenovirüse bağlı konjonktivit, çok kolay bulaşabilen bir hastalık olduğu için birdenbire ve salgın halinde ortaya çıkabilir. Okullar, kalabalık iş yerleri bu açıdan risk altındadır.”

Hastalıktan korunmak için gözlerimizi sürekli oynayıp kaşımamak, havlu, yastık kılıfı, mendil gibi kişisel eşyalarımızı ayırmak ve başkalarının eşyalarını kullanmamak, özellikle çocuklarımızı bu konuda eğitmek gereklidir. Ancak belirtileri tanıyarak, geç kalmadan hekime başvurmak gerekiyor. Gözlerde sulanma, kızarıklık, çapaklanma, sulu ve beyaz bir akıntı, ışıktan rahatsız olma başlıca belirtilerdir. Dr. Saltık, semptomların alerjik konjonktivitle karıştırılabildiğine dikkat çekerek şöyle devam ediyor: “Bu karışıklık sebebiyle hastalar yanlış ilaç kullanabiliyor. Bu da iyileşme sürecinin uzamasına neden olur. Tedavide hastalığın durumuna göre damla ve pomatlardan faydalanılmaktadır.

GÖZ KURULUĞUNU ÖNEMSEYİN

Kış mevsimi boyunca yeterli havalandırılmayan ofisler, sürekli yanan kaloriferler, çalışan klimalar, bilgisayarlar gözün en büyük düşmanı. Özellikle bilgisayarları yoğun olarak kullanan bankacılar, gazeteciler, grafikerler, borsacılar, öğretmenler, öğrenciler göz kuruluğu riski ile karşı karşıya kalıyorlar.Kuru göz rahatsızlığı, teknolojinin gelişmesiyle paralel artış gösteren, gelişmiş toplumlarda sık görülen yaygın bir rahatsızlık türüdür. Bu konuda Dr. Saltık şunları söylüyor:

“Kapalı ortam ve kaloriferler havayı bozan etkenlerdir. Konsantrasyon gerektiren işlerde çalışanlar ise bilgisayar başında yeterli sayıda göz kırpma işlemini gerçekleştiremezler. Bu iki etmen gözlerde göz kuruluğuna sebep verir.”

Gözlerde batma ve kızarıklık şeklinde kendini gösteren göz kuruluğuna karşı alınabilecek çok basit önlemler var. Ofisin havalandırılması, ortam havasının nemlendirilmesi ve eczanelerden rahatlıkla temin edilebilen suni göz yaşını gözün ihtiyacına ve doktorunuzun önerisine göre kullanmak göz kuruluğunu gidermede etkili bir yol.

KIŞIN DA GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ KULLANIN!

Yazın birçok kişi güneşin zararlı etkilerinden korunmak için güneş gözlüğü kullanıyor. Kış geldiğinde de güneş gözlükleri çekmecelere kaldırılıyor. Oysa bu son derece yanlış. Yaz, kış demeden güneş gözlüğü kullanma alışkanlığını yitirmemek gerek. Dr. Saltık kışın göz ve göz çevresinin soğuk ve kuru havalarda korunması gerektiği konusunda uyararak şöyle diyor:

“Göz kapağı ve göz çevresindeki cilt ince ve kırışmaya en yatkın bölge olduğu için rüzgar, güneş ve karlı soğuk havalarda koruyucu, UV filtreli uygun bir gözlükle hem göz sağlığımızı hem de göz çevremizi korumuş oluruz. Ayrıca özellikle rüzgarlı havalarda gözümüzü kaçabilecek bir yabancı cisme karşı da koruruz. Bu nedenle koruyucu tedbir almak adına güneş gözlüğü kışın da kullanılmalıdır. Ancak kaliteli güneş gözlükleri tercih edilmelidir. Yeşil, mavi gibi soft renkler seçilmeli, filtresinin kaliteli olmasına dikkat edilmelidir.”

KAYAKÇILAR DİKKAT!

Kışın en çok tercih edilen spor dalı kayak. Çok keyifli bir spor dalı olmasına rağmen özellikle göz açısından bazı tehlikeler içeriyor. Kışın karlı havalarda kayak sporu yapanları saydam tabakanın kuruması ya da enfeksiyonu gibi etkiler bekliyor. Dr. Saltık riskler hususunda şunları söylüyor:

“Kuru hava, şiddetli yağış ve rüzgar kuru göz rahatsızlığını tetikler ve kornea sağlığını olumsuz etkiler. Uzun süre güneş gözlüğü kullanmadan kayak yapanlar ve dağcıları bekleyen bir başka tehlike de güneşe bağlı sarı nokta hastalığıdır. Sürekli çıplak gözle kara bakmak, kardan yansıyan UV ışınları nedeniyle , gözün makula( sarı nokta) bölgesinde bozulmaya yol açarak görme kayıplarına dek varan hasarlara yol açar. Bunun için de tek önlem koruyucu bir gözlük kullanarak kayak sporu yapmaktır.”

rock_alltime 05-08-2008 06:12 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kış mevsiminde sıcak banyo yasağı

--------------------------------------------------------------------------------

Kış mevsiminde, çok sıcak banyo ile kese ve liflenme önerilmiyor.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görevli Prof. Dr. Şahin Yazar, kış mevsiminde havanın soğuması ile tercih edilen sıcak suyun cildi yıprattığını söyledi.

Prof. Dr. Yazar, yaz ve sonbahar mevsimlerinde, havadaki nemin, deride bulunan asit ve lipit koruyucuları destekleyerek, tahriş ve hırpalanmayı önlediğini de anlattı.

Kese ve liflenmeye zımpara benzetmesi

Kış mevsiminde ise derinin nemini kaybettiğini hatırlatan Prof. Dr. Yazar, ''kışın çok sıcak sulu banyoları, özellikle de kese ve liflenmeyi deriye uygulanan zımpara etkisine benzetebiliriz" dedi.

Hastaların bel çevresinde, kol ve bacaklarında oluşan kaşıntıların, bu tür banyolardan kaynaklandığına da değinen Prof. Dr. Yazar, deri kuruluğuna daha çok orta yaş ve üzerindeki kişilerde rastlandığını vurguladı.

rock_alltime 05-08-2008 06:13 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Göbekli erkekler risk altında

--------------------------------------------------------------------------------

Diyet denildiğinde akla hemen kadınlar geliyor, oysa günümüzde şişmanlık sadece kadınlar için değil erkekler için de sorun. Özellikle de erkeklerin karın bölgesinde biriken kilolar yani göbek, kalp ve şeker hastalıkları riskini artırıyor, kansere yakalanma tehlikesi yaratıyor. Uzmanlar hergün en az beş porsiyon meyve ve sebze yenilmesini öneriyor.
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, erkeklerin fazla kilolarının karın bölgesinde biriktiğini, bu yüzden “göbekli” erkeklerin kalp ve şeker hastalığına yakalanma riskinin yüksek olduğunu bildirdi. Tayar, sağlıklı olmanın temel şartının çeşitli ve dengeli gıdalarla beslenmek ve kilo almaktan kaçınmak olduğunu belirtti.
Diyet denildiğinde akla hemen kadınların geldiğini, oysa günümüzde şişmanlığın sadece kadınlar için değil erkekler için de “sorun” olduğunu anlatan Tayar, erkeklerin kilolarının belirli bir bölgede toplanmasının da sağlık açısından önemli risk olduğunu savundu. Tayar, şunları kaydetti:
'Erkeklerin kilosu karın bölgesinde birikir. Bu merkezi şişmanlık olarak bilinir. Bu kişiler çoğunlukla ‘elma’ şekilli olarak adlandırılır. Karın bölgesinde fazla kilolu olmak, yani göbekli olmak da kalp ve şeker hastalıkları riskini artırır. Ayrıca kansere yakalanma tehlikesi de yaratır. Aşırı kilo eklemleri de fazla zorlayarak sağlık sorunlarının artmasına neden olur. Bu yüzden erkeklerin de kadınlar kadar beslenmelerine dikkat etmeleri gerekir. “
Faza yağlı gıda tüketmenin kilo artışına neden olacağının unutulmaması gerektiğini belirten, yemeklerin karbonhidrat, protein, yağ ve lif açısından dengeli olmasına dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çeken Tayar, dengeli beslenmenin sağlıklı yaşam sürmek kadar kalp hastalığı ve kanser riskini azaltmak için de önemli olduğunu vurguladı.
Erkeklerin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için hergün en az beş porsiyon meyve ve sebze yemelerini öneriliyor.


ERKEKLERE SAĞLIKLI BESLENME ÖNERİLERİ
Erkeklerin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için hergün en az beş porsiyon meyve ve sebze yemelerini öneren Tayar, şu tavsiyelerde bulundu:
Makarna, pirinç, patates, gibi nişastalı yiyecekler ve fasulye, bezelye, mercimek gibi bakliyat ürünlerini daha fazla yiyin. Bunlar yediklerinizin yaklaşık üçte birini oluşturmalıdır.
Yağsız et seçin, yağını ve varsa derisini ayırın.
Haftada iki kez balık yemeye çalışın.
Yiyeceklerinizi, yağda kızartmak yerine ızgara yapmak, fırında pişirmek, haşlamak, kaynatmak, buğulamak veya mikrodalga fırında pişirmek suretiyle hazırlayın.
Yiyeceklerinizde şeker miktarını azaltın.
Tuzdaki sodyum yüksek tansiyona yol açabilir ve bu da felç geçirme riskini artırır. Bu yüzden, yemek yaparken veya yerken yiyeceklerinize kattığınız tuz miktarını azaltmanız gerekir.
Potasyumun tansiyon üzerinde yararlı etkisi vardır. Muz, domates,patates iyi potasyum kaynağı olan gıdaları tüketin.
Yediklerinizde bir miktar yağ olması önemlidir. Ancak yağlı gıdalardan, özellikle de doymuş yağ açısından zengin olan kırmızı et, sosis, tereyağı ve peynir ile margarinden yapılan pasta ve bisküvilerden kaçının.
Günde en az 7 bardak su için, eğer egzersiz yapıyorsanız daha fazla su içmeye çalışın

rock_alltime 05-08-2008 06:14 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Hangi hastalığa hangi yiyecek uygun

Tahıl, sebze ve meyvelerde bulunan çeşitli maddeler ve vitaminlerin, depresyondan tansiyona birçok hastalığa iyi geldiği belirtilirken, bunların kaynağı doğa, bir eczane olarak nitelendirildi.

Urfa'nın acı pul biberinin cilde yararlı ve teni güzelleştiren maddeler içerdiğini, ilaçta aspirin neyse, yiyecekler içinde elmanın da o olduğunu belirten Londra Üniversitesi uzmanları, bu düşünceyle doğal savaş programı hazırladı. Program, hangi hastalığa karşı neler yenmesi gerektiği konusunda rehberlik ediyor.

Türk Enfeksiyon web sitesi www.enfeksiyon.org'da yayınlanan habere göre, satsuma yani küçük portakal, içerdiği folik asit ve C vitamini sayesinde gribe iyi gelirken, kan pıhtılaşmasına karşı en etkin doğal yiyecek özelliği nedeniyle ileri yaşlarda felç ya da kalp krizi riskini de azaltıyor.

Yemeklere giren E-coli bakterisinin vücutta yayılmasını engelleyen tarçın, mideyi düzene sokuyor, kusmayı engelliyor. Bir çay kaşığından fazla alınmaması gereken Hardal ise singrin maddesi sayesinde, sindirim sistemini düzenliyor ve mide ağrılarını gideriyor.

Nanenin içerdiği mentolse, grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini azaltıyor. Nane çayı, baş ağrısı, grip, stres gibi hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da bire bir geliyor.

DEPRESYONA AVOKADO


Uzmanlar, sindirimi çok rahat olan avokadoyu, özellikle bebeklerin ilk maması olarak tavsiye ediyorlar. Bu meyvenin içerdiği E vitamini, kalbe iyi gelirken, yüksek potasyumu depresyona sebep olan uyuşukluluğu engelliyor. Ama yağ oranı bir çikolata kadar yüksek olduğu için zayıflamak isteyenlere önerilmiyor. Uzmanlara göre, çikolatanın da doğal bir antidepresan görevi bulunuyor.

Kolesterol oranı birçok balığın iki katı olan istiridye ise içindeki demir sayesinde, sperm sayısını ve seks gücünü artırıyor.

Elmanın ve kepekli ekmeğin de dozu aşılmadığı sürece idrar söktürücü özelliğe sahip bulunduğunu beliren uzmanlara göre, aynı alanda olumlu etkileri bulunuyor. Sistit hastalığına karşı da kuşkonmaz tavsiye ediliyor.

ALERJİ

Kayısının içindeki betakarotene adlı madde, hücrelere saldıran molekülleri kontrol altına alarak, kanseri önlüyor. Kuru kayısıya rengi bozulmasın diye eklenen sülfürdioksit de, astım gibi alerjilere iyi geliyor.

Basur tedavisinde fazlası kullanılmadıkça Hindistan cevizinin iyi bir tedavi yöntemi olduğu uzmanlarca belirtiliyor.

Cynarine adlı madde sayesinde en sert yiyeceklerin dahi sindirimine yardımcı olan enginar, karaciğer hastalarının yanı sıra romatizma, arterit ve gut hastalığına yakalananlarla, hamilelere tavsiye ediliyor.

TANSİYON


Yüksek miktarda karbonhidrat içeren ve zengin bir potasyum kaynağı olan muz, kalbin düzenli olarak çalışmasını ve tansiyonun düzenli olmasını sağlıyor. Rezene ve tahıl da aynı amaca hizmet veriyor.

İçindeki kalsiyum ve potasyum gibi mineraller ile B vitamininin vücuda direnç kazandırdığı arpayla ilgili ABD'de yapılan bir araştırma, 6 ay boyunca her gün bu çeşit üründen tüketilmesinin, kolesterol oranını yüzde 15 düşürdüğünü kanıtladı.

Kilo kaybına karşı ise çikolatalı puding öneriliyor. İngiliz Sağlık Bakanlığı, kilo kaybı sorunu olanların günde 3 kez 1 hafta boyunca puding yemesini tavsiye ediyor.

Günde 2 top vanilyalı dondurma tüketimi ise vücudun günlük protein ihtiyacının yüzde 20'sini karşılıyor.

MENOPOZ

Sebze hormonu "fitoöstrojen" içeren nohut ile içinde elajik asit bulunan üzümün, menopozun olumsuz etkilerine karşı koruyucu özellikleri bulunuyor.

Sadece iki-üç adet kuru erik yemenin bile vücudun ihtiyacı olan antioksidanları karşıladığı, idrar yolları kaslarını rahatlattığı, bunun da kolon kanserine karşı koruduğu bildiriliyor. Ayrıca, yüksek orandaki bor minerali ile menopozdaki kadınlarda östrojen seviyesini dengede tutuyor.



Banyoda sürüldüğü zaman romatizma ağrılarını büyük oranda azaltan kekik yağının yanı sıra zencefilin de aynı alanda olumlu etkileri bulunuyor.

DİYABET

Lif açısından zengin bir besin olan kuru fasulye, diyabet riskini büyük oranda azaltıyor. Mercimek de çözünebilir lif içermesi sayesinde diyabet ve kalp hastaları için kaçınılmaz bir besin olarak değerlendiriliyor.

Karadeniz'in ünlü hamsisi, Omega-3 yağı zenginliğiyle kolesterol seviyesini düşürüyor, kanın pıhtılaşmasını önleyerek damar tıkanıklığı, kalp krizi, dolayısıyla felç geçirme riskini düşürüyor.

Uzmanlar, hamsinin haftada en az 1 kez yenmesini, kalp hastaları içinse bu miktarın haftada 3-4 porsiyona çıkarılmasını öneriyorlar.

Omega-3 yağı içeren midye ise selenyum minerali sayesinde tiroit bezlerinin normal işleyişi için gerekiyor.

PROSTAT HASTALIĞINA KARŞI BEZELYE

Araştırmalara göre, haftada 10 porsiyon domatesli bezelye yemeği yiyen bir erkeğin, yemeyene oranla prostat kanserine yakalanma riski yüzde 35 daha az. B vitamini ve protein deposu olan bezelye, kalp için de önemli etkiye sahip.

Salatalığın da kalbi güçlendirdiği, ancak kabuğunun soyulmaması gerektiği belirtiliyor.




Günde iki bardak çay, 4 elma, 5 soğan, 7 portakal yerine geçiyor.

Bu şekilde kalp dostu antioksidan madde alındığını belirten uzmanlar, özellikle çocukların haftada en az 6 bardak sütlü çay içmesini öneriyor.

Yapılan 40 araştırma, havuç tüketimi arttıkça kanser riskinin azaldığını ortaya koydu. Eski çağlarda kanserli hücrelerin tedavisinde kullanılan incir ise, modern tıp tarafından da kansere karşı koruyucu olarak öneriliyor.

Her gün yenilen bir avuç fındık ise kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucu özelliğe sahip.

Zeaksantin adlı bitkisel bileşim içeren mısır tüketimi, yaşa bağlı gelişen görme bozukluklarını azaltıyor. Sağlıklı gözler için betakaroten içerikli ıspanak da gerekiyor. Ama pişirildikten sonra hemen tüketilmezse içindeki yararlı maddeler, toksik maddelere
dönüşebiliyor.

rock_alltime 05-08-2008 06:14 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Omurilik hastalarına umut


Kök hücrelerin, omurilik zedelenmesinin neden olduğu felç vakalarının tedavisinde kullanılmasına yönelik araştırmalarda yeni bulgular elde edildiği bildirildi.

Kök hücrelerinin aldığı komutları, beynin hareket etmesini istediği herhangi bir bölgeye ulaştırabilen motor nöronlara dönüştürdüğü bildirildi.

Uzmanlar, canlı dokuların temel taşı olarak bilinen kök hücrelerin vücuttaki 220 farklı hücreden istenilen herhangi birine dönüşmesinin mümkün olduğunu ifade etti.

Yapılan araştırmalarda bilim adamlarının birçok omurilik hastasına umut olacak önemli bir adım attığı vurgulandı. Araştırmalarla birlikte gelinen bu noktadan sonra araştırmayı sürdüren bilim adamlarının bundan sonraki aşamada, bir dizi kimyasal kullanılarak laboratuar ortamında elde edilen bu sinir hücrelerinin vücudun diğer bölümleriyle iletişime geçip geçmeyeceğini deneyecekleri kaydedildi.

Öte yandan uzmanlar, birçok omurilik hastasına umut olabilecek bu yeni tedavi yönteminin insanlar üzerinde denenmeye başlamasının uzun zaman alabileceğini de hatırlattı.

rock_alltime 05-08-2008 06:15 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Karın beyazlığına aldanıp yemeyin


BURSA (İHA) - Uzmanlar, dünyada sadece Türk insanına özgü kar yeme alışkanlığına karşı vatandaşları uyardı.


İhlas Tıp Merkezi Başhekimi Nebil Öztürk, karın yere inerken havadaki kirliliği de beraberinde getirdiğini, bu bakımdan kar yemenin vücut direncini artırdığı yönündeki bilginin doğru olmadığını söyledi.

Öztürk, kar yemenin sağlık açısından son derece sakıncalı olduğunu, havadan yere ininceye kadar taşıdığı mikroplar sebebiyle ciddi hastalıklara yol açabileceğine dikkat çekti.

Kar yemeğinin Türk insanına özgü bir alışkanlık olduğunu da dile getiren Öztürk, özellikle çocukların yememeleri gerektiğini vurgulayarak, "Kar taşıdığı mikroplar yüzünden birçok hastalığı da beraberinde getirir. Kar yiyen bir kişilerde vücudu bağışıklık sistemi güçlü olmayanlar üst solunum yolu enfeksiyonları ve bronşit gibi hastalıklarına yakalanabilir. Çocuklarda ise zatürreye bile yol açabilir" dedi.

rock_alltime 05-08-2008 06:16 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Havuçtaki madde kanseri önlüyor

--------------------------------------------------------------------------------

İngiliz ve Danimarkalı bilim adamları, havuçta bulunan bir bileşenin kanserin gelişimini önlemede yardımcı olabileceğini saptadılar. Newcastle Üniversitesi ve Güney Danimarka Üniversitesi bilim adamları, havuçta bulunan ‘falcarinol’ isimli doğal zehirin farelerde kanser gelişimi riskini azalttığını bildirdiler.

Araştırmacılar, kanser başlangıç tümörü bulunan 24 laboratuvar faresini üç gruba bölüp hepsine 18 hafta boyunca bir dizi diyet uyguladılar. Yemeklerine falcarinol katılan ve havuçla beslenen iki ayrı gruptaki farelerin kanserli tümörlerinin, üçüncü gruba göre 1/3 oranında daha az gelişim gösterdikleri saptandı. New Castle Üniversitesi’nden Kirsten Brandt, havucun kanser riskini azalttığını daha önceden bildiklerini, fakat, havuçtaki hangi maddenin bu özelliğe sahip olduğunu yeni keşfettiklerini söyledi.

rock_alltime 05-08-2008 06:16 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Mentolün fazlası da zararlı

--------------------------------------------------------------------------------

Solunduğunda ya da krem olarak kullanıldığında serinlik hissi veren mentolün fazlasının sağlık sorunlarına neden olduğu bildirildi.

Kış aylarının en önemli hastalıkları arasındaki soğuk algınlığı ve gripte yoğun olarak kullanılan mentol, son yıllarda kağıt mendil, tıraş kreminin yanı sıra, sakız, diş macunu, cilt maskesi, sauna gibi değişik ürünlerde de yaygınlaşmaya başladı. Özellikle saunalardaki buhar odaları ve terleme salonlarında moda haline gelen mentol kürleri, bol miktarda mentol soluyarak, hastalıklardan kurtulmak için yapılıyor.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağatay Akçalı, soğuk algınlığı ve gribin tedavisinde yaygın olarak kullanılan mentolün tıp dilinde ''esansiyel'' olarak tabir edilen yağlardan oluştuğunu belirtti.

Soğuk algınlığında, ABD'de hastaların üçte birinin, Avrupa'da yüzde 40-70'inin alternatif tedavi kullandığını ifade eden Akçalı, ''Alternatif tedavi arasında da ilk sırayı mentol almaktadır'' dedi.

Mentolün dozunda alındığında serinlik hissi ve ferahlık sağladığını, burundaki tıkanmayı giderdiğini, ancak fazla kullanımın sağlık sorunlarını da beraberinde getirebileceğine işaret eden Akçalı, ''Mentol fazla kullanıldığında boğazda kuruluğa ve tahrişe neden olur. Tahriş olan bölge de enfeksiyonlara açık hale gelir. Bu nedenle her şeyde olduğu gibi mentolde de aşırıya kaçmamak gerekir'' dedi.

Akçalı, yine soğuk algınlığında öksürüğü gidermek için kullanılan ve çoğunluğu mentollü olan pastillerin boğazı yumuşattığını, ancak bunun da fazla alınması halinde boğazda ve ağız içinde kuruluğa yol açabildiğini sözlerine ekledi.

rock_alltime 05-08-2008 06:17 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kadınlarda idrar kaçırma ve tedavisi

Çoğunlukla orta yaşta görülen bu sorun, bazen zor doğum yapmış vajinada yırtıklar olmuş, pelvis tabanı yırtılmış genç kadınlarda da görülebilir. Hafif, orta ve şiddetli olarak üç şekilde görülebilir.

Hafif idrar kaçırma; öksürme, hapşırma, gülme ve ıkınma gibi karın içi basıncının arttığı durumlarda görülür.

Orta derecede; merdiven çıkma, yürüme ve ayağa kalkma gibi durumlarda ortaya çıkabilir. İleri derecede ise seyrek de olsa ayaktayken bile eforsuz idrar kaçırma vardır.

Şikayetin derecesine göre tedavi planlanır. Örneğin, hafif idrar kaçırma vakalarında önce mesane ve pelvis tabanı egzersizleri ile adalelerin ve sfinkterin güçlendirilmesine çalışılır.

Vajina duvarının ön ve arkada ileri derecede sarkmış olması, beraberinde rahimin de sarkmasına sebep olmuşsa ameliyat kaçınılmazdır. Ameliyat vajinal yoldan yapılabildiği gibi abdomiral yoldan (karından) da yapılabilir.

Menopozdan sonra başlangıçta hafif olan idrar kaçırma şikayetleri ostrojen hormonunun azalmasıyla birlikte gittikçe artar. Bu tür hastalarda tedaviye ostrojen hormonunu da ilave etmek gerekebilir.

İdrar kaçırma bir sağlık sorunu olduğu gibi sosyal yaşamı kısıtlayan bir sorundur.

Aynı zamanda sürekli ped kullanmak, beklenmedik anda meydana gelen ıslaklıktan utanmak ve idrar kokusu kadınları sosyal ve psikolojik açıdan da zor duruma sokar. Sürekli kullanılan pedler, tahrişe neden olup pişikler oluşmasına yol açar. Ped kullanma zorunluluğu kıyafet seçmekte sorun yaratabilir.



İdrar kaçırma korkusu cinsel hayatı etkileyebilir. İster vajinal yolla olsun, ister batından yapılsın idrar kaçırma ameliyatlarının yüzde 30 kadar nüks veya başarısızlıkla sonuçlanma ihtimali vardır.

Genellikle bu tür şikayetlerin oluşmasında vajinal yolla yapılan doğumlar nedeniyle pelvis tabanının esnekliğini keybetmesi sebep olarak gösterilmekteydi. Fakat yapılan araştırmalar, sezeryanla doğum yapanlarda da yaşlılıkta, perine tabanının gevşemesi ve idrar tutamama şikayetlerinin olduğunu göstermiştir. Koruyucu olarak genç yaşlardan itibaren düzenli olarak egzersiz yapmak ve pelvis tabanını güçlendirmek ve gerekirse yaşlılıkta östrojen kullanmak genellikle iyi sonuç vermektedir.

Kadınlarda idrar kaçırma sanıldığından daha fazladır. Fakat genellikle yaşlılar utandıkları için bu sorunu yakınlarından gizlerler ve meseleyi kendi kendilerine halletmeye çalışırlar.
Gençlerde ise hafif idrar kaçırma çok sık olmadığı takdirde üzerinde durulması gerekmeyen ve doktora gitmeye lüzum görülmeyen bir sorun olarak algılanır.

Halbuki, baştan itibaren alınacak önlemlerle yaşlılıkta sorunun daha da büyümesi önlenmiş olacaktır. Başlangıçta ufak bir operasyonla düzeltilebilecek olan durum, daha sonra daha büyük bir operasyonla rahim alınmasına kadar varan durumlara yol açabilir.



Vajinal yoldan yapılan ameliyatlar bir sağlık sorununa çözüm getirirken aynı zamanda doğumlarla oluşan yırtıklar ve şekil bozukluklarını da düzelterek estetik bir çözümü de beraberinde getirmektedir. Bu şekilde doğumlar, zorlanmalar ve doku esnekliğinin kaybolması sebebiyle oluşan şekil bozuklukları da aynı operasyonla düzeltilebilmektedir.

rock_alltime 05-08-2008 06:17 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Lazer Nedir? Nasıl yapılır?

--------------------------------------------------------------------------------

Radyasyonun uyarılmış emisyonu ile ışın amplifikasyonudur.Tek renkli,düz,yoğun,tek fazlı monokromik ışık üreten cihazlardır.Renkli olduğu gibi renksizde olabilir. Görünürlük dalga boyu ile ilgilidir. Bu dalga boyu ve gücü tıptaki kullanım alanını belirler. Dermatolojide kullanılan son teknolojik gelişmelerden en önemlisidir.

Kaç tip lazer vardır?
Dalgaboyu ve gücüne göre farklı tedavi amacıyla kullanılan çok sayıda lazer tipleri vardır. En ünlüleri; ruby, alexandrate, diode, Nd-yag...Lazerlerdir.

Dermatolojide kullanım alanları nelerdir?
Epilasyon İstenmeyen tüylerde hem erkek hem de kadınlarda istenen her alanda uygulanabilir.
Damarsal Lezyonlar
Hemanjiomlar—doğuştan yüzde ve vücutta bulunan koyu kırmızı lekeler, şarap lekesi
Telenjiektazi—Yüz ve vücuttaki kılcal damar çatlamaları
Bacaklardaki varislerin tedavisinde özellikle Nd-Yag Lazer oldukça etkilidir.
Yüz gençleştirme ve kırışıklık tedavisi
Dövmelerin silinmesi

Nasıl etki eder?
Işık koyu nesneler tarafından absorbe edilir.Eğer yeterli ışık varsa koyu cisim çok ısınabilir.(tıpkı yaz güneşinde kalan siyah bir araba gibi)Benzer biçimde lazer enerjisi ciltteki koyu maddeler tarafından absorbe edilir.Bu koyu maddeler kromoforlardır(Yani hedef maddelerdir), Endojen yani vücudumuzda bulunanlar: Melanin(derimize rengini veren madde) Hemoglobin(Kanımıza rengini veren madde) dir. Ekzojen olarakta dövmelerdeki boya maddeleri hedef olarak algılanır.
Lazerle verilen ışık tedavi edilmek istenen durum ne ise bu duruma uygun lazer cihazı kullanılarak hedef madde seçilip tedavi yapılır.

Tedaviyi etkileyen faktörler nelerdir?
Lazerin tipi
Lazer kıla rengini veren melanin pigmentini seçtiği için;koyu renk kıl,kalın ve beyaz ten en ideal olanıdır.
Kılların büyüme asamaları: lazer en çok kılın aktif büyüme asamasında iken etkilidir.
Tüylenme artısına neden olan hastalıkların varlığı tedaviyi güçleştirebilir.Mutlaka hastalık tedavi ile paralel çözülmelidir.
Cinsiyet: erkekler tedaviye kadınlardan daha uzun sürede cevap verirler.

Lazerin geleneksel yöntemlere üstünlüğü nedir?
Daha az acı verir.
Kısa sürede büyük alanlar taranabilir..
Hiç bir özel bakım gerektirmez.

Seans Aralıkları nasıl olmalıdır?
Kılın büyüme aşamalarını bozmadan 4-6 hafta aralıklarla uygulanabilir.
Yaz aylarında uygulanabilir mi?
Evet. Ancak hastalara bronzlaşmamalarını ve güneş koruyucuları kullanmalarını öneriyoruz.

Komplikasyonları(Yan etki) nelerdir?
Artık Lazer uygulamaları kanunlar gereği doktorlar tarafından yapılması gereken bir işlem olduğu için doğru hasta seçimi,doğru doz ve uygun alet seçimi ile komplikasyonlar minimuma indirilmiştir.Ancak geçici deri renginde değişmeler, yine geçici kızarıklık ve şişmeler meydana gelebilir.
Lazer teknolojisi tıptaki gelişmelerden en önemlilerinden biridir. Dünyanın her yerinde güvenle kullanılmaktadır.Kanser yapıcı etkisi yoktur. Sadece biz Dermatologlar değil,göz ,diş ve ürolojide özellikle prostat ameliyatlarında yaygınca kullanılmaktadır.

rock_alltime 05-08-2008 06:18 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kalp gerçekten kırılır mı? İşte araştırma

--------------------------------------------------------------------------------



Kötü haber gerçekten 'kalp kırıyor'. Sevilen birinin ölümü gibi şok edici bir haber almak, adrenalin ve diğer stres hormonlarının günler boyunca salgılanmasına yol açarak kalbi 'sersemletiyor'. Uzmanlar bu semptomların kalp kriziyle karıştırılabileceğini söyledi. Kırılan kalp birkaç haftada eski haline dönüyor.

ABD'de John Hopkins Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, kalp krizine benzer göğüs ağrısı, akciğerlerde akıntı, solunum güçlüğü ve kalp yetmezliği gibi şikâyetlerle hastaneye başvuran 19 kişi incelendi. Çoğunluğunu orta yaşın üzerinde kadınların oluşturduğu hastalar muayene edildiğinde, kalp krizine işaret edebilecek bir belirtiye rastlanmadı. Görünürde sağlıklı olan bu kişiler üzerinde daha detaylı inceleme yapıldığında, kanlarındaki stres hormonu, özellikle adrenalin ve noradrenalin hormonları seviyesinin, kalp krizi geçirenlerden bile çok yüksek olduğu anlaşıldı. Uzmanlar stres hormonlarının zehirleme özelliği olduğunu ve kalbi 'sersemlettiğini' söyledi.

İncelenen 19 kişiyle detaylı konuşma sonucu, tamamının semptomlar başlamadan birkaç saat önce ciddi duygusal şok yaşadıkları öğrenildi. Hastaların yarısının bir yakınını kaybettiği, diğerlerinin arasında ise kapkaç kurbanları ve mahkemeye çıkmak üzere olanlar bulunduğu açıklandı. Ancak hastalardaki bu semptomların sadece iki haftada normale döndüğü, hiçbirinde kalıcı bir hasara yol açmadığı belirtildi.

rock_alltime 05-08-2008 06:18 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Yemeklerden Hemen Sonra Yapilmamasi Gereken 7 şey:

--------------------------------------------------------------------------------

Sigara içmeyin: Uzmanlarca yapılan deneyler, yemeklerden hemen sonra içilen bir sigaranın 10 sigaraya eşdeğer olduğunu kanıtlamıştır.(Kanser olma riski daha yüksek.)
* Hemen meyve yemeyin: Yemeklerin peşinden yenen meyveler midenin havayla davul gibi şişmesine neden olur.
* Çay içmeyin : Zira çay yaprakları yoğun asit içerir. Bu madde tükettiğimiz gıdalardaki proteğinin hazmını zorlaştırıyor.
* Kemerinizi gevşetmeyin: Yemekten sonra kemeri gevşetmek kolaylıkla bağırsak düğümlenmesine ve tıkanmasına neden olur.
* Banyo yapmayın: Banyo yapmak ellerdeki, bacaklardaki ve vücuttaki kan akışını hızlandırır, böylece mide çevresindeki kan miktarı bu durumda azalır. Bu da midemizin sindirim sistemini zayıflatır.
* Yürümeyin: İnsanlar çoğu zaman, yemeklerden sonra 100 adım yürümek 99 yaşına kadar yaşamanızı sağlar derler. Gerçekte bu doğru değildir. Yürümek sindirim siteminin aldığımız gıdalardan besinlerin emilimini engeller.
* Hemen uyumayın: Aldığımız gıdalar yeterince sindirilemez. Bu durum bağırsağımızda gastrit ve enfeksiyona önderlik eder.

rock_alltime 05-08-2008 06:19 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Zeytinyağı; Her Derde Deva

--------------------------------------------------------------------------------

Vücudun neredeyse bütün organlarına faydası olan zeytinyağının, saçlardan, dişlere kadar her bölgeye sağlık verdiği bildiriliyor....


Sağlıklı beslenmeye katkısı, dünyaca onaylanmış zeytinyağının insan vücudunda faydalı olmadığı organ hemen hemen hiç yok. Uzmanlar zeytinyağını "Sağlık açısından insanlığa sunulmuş en büyük hediye" olarak nitelendiriyorlar. Anne sütü kadar yararı olduğu söylenilen zeytinyağının mucizevi etkisini saçlardan dişlere, kemiklerden beyne kadar vücudun her organında görmek mümkün.

Zeytinyağı gelişme çağında beynin gelişimini hızlandırarak, kemikleri güçlendiriyor. İçerdiği E, A, D ve K vitaminleri sayesinde hücreleri yeniliyor, doku ve organların yaşlanmasını geciktiriyor. Beynin daha uzun süre sağlıklı ve zinde kalmasını sağlıyor, mideyi ülsere karşı koruyor. Zeytinyağı, kandaki kötü kolesterol düzeyini düşürerek, kalp krizi riskini azaltıyor. Aynı şekilde bağırsak, idrar yolları ve safra kesesi hastalıklarının azaltılmasında da etkili oluyor.

Sağlıklı beslenmede zeytinyağının yeri tüm dünya tarafından da onaylanıyor. Amerika'da Harvard Üniversitesi'nde düzenlenen bilimsel bir konferansta bilim adamları, tarihçiler, doktorlar ve yemek uzmanları sağlıklı yaşam için, geleneksel Akdeniz modelinin uygulanması gerektiği konusunda hemfikir oldular. İçine zeytinyağı katılmış süt, neredeyse anne sütü kadar fayda sağlıyor. Türkiye'nin en ünlü Zzeytinyağı üreticilerinden biri olan Komili'nin yetkililerine göre, tüm sıvı yağlar içinde tartışmasız en sağlıklı olan "tabiatın mucizesi" zeytinyağı. Anne sütüne eş miktarda linoleik asit içeriyor. Bebeğine anne sütü veremeyenler için, bir fincan yağsız inek sütüne bir çay kaşığı zeytinyağı ilave ederek bebeklere verilmesi tavsiye edilirken zeytinyağının kullanımına ilişkin diğer öneriler ise şöyle:

- Adale ağrılarını gidermek için, zeytinyağı ve biberiyeyi karıştırıp, ağrılı bölgeye masaj yapın

- Güçlü diş etleri için, arada bir ağzınızı zeytinyağı ile çalkalayın

- Pırıl pırıl saçlar için, şampuandan sonra bir miktar zeytinyağı, bir yumurta sarısı, limon suyu ve biraz bira karışımını saçınıza sürün. Beş dakika bekletip ılık su ile durulayın.

- Kepeklerden kurtulmak için bir miktar zeytinyağı ve kolonyayı saçınıza sürün, ılık su ile durulayın.

En seçkin zeytinlerden üretilen sızma zeytinyağı, kahvaltılarda ve salatalarda, o kendine has kokusunu ve lezzetini arayanlar için ideal bir seçim. Yüzde 1'den az olan asit oranı ile kahvaltı ve salatanın yanısıra, pişmiş sebzelere yada İtalyanlar'ın yaptığı gibi makarnalara sos olarak eklenebiliyor. Dolu dolu bir zeytin tadına sahip olan zeytinyağları, sağlıklı ve tadına doyulmaz yemekler için doğru bir seçim

rock_alltime 05-08-2008 06:20 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Şeker Hastası Olup Olmadığınızı Anlayabilirsiniz

--------------------------------------------------------------------------------

Günümüzde şeker hastalığına oldukça sık rastlıyoruz. Kaldı ki bu günlerde bir şeker hastalığı salgınından söz ediliyor.


O kadar korkmayın, bu o bildiğiniz bulaşıcı hastalık falan değil ama konunun ne boyutlara ulaştığını çok güzel vurgulayan bir yakıştırma.

Aramızdaki şeker hastası sayısı belli. Bir o kadar da teşhiş edilmemiş olanlar bulunduğunu düşünürseniz, durumun ciddiyetini görürsünüz. Her hastalıkta olduğu gibi erken teşhisin önemi burada da çok büyük. Durum böyle iken 'Acaba ben bir şeker hastası mıyım?' diye sormaz mı insan.

Önce bir düşünün. Şöyle eskilere bir dönün. Annenizde, babanızda, onların akrabalarında şeker hastası olan var mıydı? İleri yaşta olanlar anne ve babasının ani ölümlerinin neden olduğunu genellikle bilmiyorlar. Bazıları ise 'Benim ailemde diabet yok' deyip cümleyi şöyle sonlandırıyorlar: 'Babama 75 yaşında 'şeker hastasısın' dendi ama diyetle düzeldi, ilaç filan kullanmadı. Onunkisi yaşlılık şekeriydi' Bazısı da 'Annemin gizli şekeri var dendi ama şekeri hep normaldi ve hiçbir tedavi görmedi' diye anlatıyor.

KENDİMİZDEN NE ZAMAN ŞÜPHELENMELİYİZ?
Bütün bu örnekler, anlatan kişiler kondurmak istemese de, ailede şeker hastalığının bulunduğunun bir göstergesi. Ailenizde bu tür örnekler varsa açlık kan şekerinize baktırın.

Epeyce iştahınız var ama yine de kilo veriyorsunuz veya birkaç gündür bulanık görmeye başladınız. Açlık kan şekerinize baktırın.

Kendinizi bildiniz bileli fazla kilolarınız var. Şişmanlık, şeker hastalığı riskini artırdığına göre açlık kan şekerinize baktırın.

Yaşınız 40'ı geçmiş, yüksek tansiyonunuz var, kandaki yağlar (kolesterol, trigliserid) yüksek ve bununla birlikte kalbinizi besleyen damarlarda daralma olduğunu öğrendiğiniz. Daha ne bekliyorsunuz? 'Acaba şeker hastalığım var mı?' diye kendinize ve doktorunuza sorsanıza.

Tosuncuk da denen iri bir bebek dünyaya getirdiyseniz bunun nedeni belki de gebelikte ortaya çıkan şeker hastalığınızdı. Gebelikte veya doğum sonrası araştırılmadıysa açlık şekerinize baktırın.

Birkaç yıldır ayaklarınızda uyuşma, karıncalanma veya yanma var. Özellikle de geceleri şiddetleniyor ve sizi uyutmuyor. Öyleyse ne bekliyorsunuz?

Çoğu insan şeker hastasının yaralarının geç iyileştiğini bilir ve kimi zaman da 'Hayret, yaralarım da çabuk iyileşir. Bu şeker hastalığı da nereden çıktı?' diye hayıflanır. Durum böyle durumlarda da açlık kan şekerinizi ölçürün.

Açlık kan şekerinize ( 8 - 10 saatlik bir açlık dönemi sonrası kahvaltı öncesi kan şekeri düzeyi) baktırdınız ve 110 mg / dl'nin üstünde bulduysanız doktorunuzla görüşün.

rock_alltime 05-08-2008 06:21 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Grip, Bildiklerimiz ve yanlış bildiklerimiz

--------------------------------------------------------------------------------

1) Grip basit bir üst solunum yolu enfeksiyonudur!
Yanlış! Grip ani olarak başlayan yüksek ateşle seyreden, aşırı halsizlik, bitkinlik, kuru öksürük kas, eklem ve baş ağrısı ile kendini gösteren bir hastalıktır. Gribe yakalanan kişi en az 3-5 gün yatak istirahati ile kendini toparlayabilir. Ayrıca vücudun bağışıklık sisteminin zayıflaması nedeniyle zatürree gibi ikincil hastalıklarında tabloya eklenmesi ile hastalık daha da ağırlaşabilir ve özellikle çocuklar, yaşlılar, diyabetliler, astımlılar, kalp ve kanser hastalarında ölüme neden olabilir.

2) Grip aşısı gribe yol açar!
Yanlış! Grip aşıları inaktive veya ölü grip virüslerinden üretilir; gribe kesinlikle yol açamaz ve grip hastalığı oluşturmaz.

3) Grip aşısı %100 koruma sağlamadığından, aşı olmamak daha iyidir!
Yanlış! Yapılan araştırmalar grip aşısının % 89 etkili olduğunu göstermektedir. Ancak aşı olduktan sonra dahi grip hastalığına yakalanan bir hasta, hastalığı aşı olmamış bir hastadan çok daha hafif geçirecektir ve grip nedeniyle hastaneye yatış önlenecektir.

4) Aşının yan etkileri grip hastalığına yakalanmaktan daha kötüdür!
Yanlış! En fazla yaşayacağınız yan etki aşı yapılan yerde hafif kızarıklık yada ağrı, hafif ateş ve halsizliktir. Bu yan etkiler aşının koruma sağladığı grip hastalığının sebep olabileceği ağır komplikasyonlardan çok daha önemsizdir.

5) Kasım ve Aralık ayları grip aşısı olmak için geç bir tarihtir!
Yanlış! Grip aşısı tüm grip sezonu boyunca uygulanabilir. Aşı olmak için en uygun zaman Ekim - Kasım ayları olsa da, Aralıkta hatta Ocak ve Şubat aylarında aşı olunması da gripten korunma sağlayacaktır.

6) Bol C vitamini kullanırım ve gripten korunurum!
Yanlış! C vitamini herkesin tahmin ettiğinin tersine, gribi önlemez. Sistemi güçlendirir, hastalıklara karşı vücut direncini hafifçe artırabilir ama gribi kapmamızı ve hasta olmamızı kesinlikle engellemez. Hatta aşırı derecede C vitamini, özellikle çocuklar ve yaşlılarda ishale sebep olabilir. Bu da hastalığın ağırlaşmasına, iyileşmenin gecikmesine yol açabilir. Gripten korumaya yönelik bir beslenme biçimi yoktur. Korunmak için bilinen en etkili yol grip aşısıdır.

7) Sadece grip hastalığının belirtileri mevcut iken etrafa grip bulaştırırım!
Yanlış! Grip virüsünün bulaşması, hastalık belirtilerinin başlamasından 1-2 gün öncesinde başlar ve hastalık başladıktan 3-7 gün sonrasına kadar devam eder.

8) Yüzlerce çeşit grip virüsü vardır. Oysa aşı sadece 3 virüse karşı hazırlanmıştır. Bu nedenle etkisizdir!
Yanlış!! Yüzlerce çeşit grip virüsü olduğu bilgisi doğru değildir. Aslında A, B, C olmak üzere üç tip grip virüsü vardır. Ancak bu virüsler zaman zaman yapılarını değiştirebildikleri için alt tipleri oluşabilir. Grip virüslerinde görülebilen bu yapı değişiklikleri, Dünya Sağlık Örgütü tarafından içinde Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın çeşitli bölgelerinde sürekli izlenmekte ve değişiklikler saptanarak salgın yapma olasılığı olan virüs tipleri belirlenmektedir. Örgüt (WHO) belirlediği bu virüs tiplerini aşı üreticilerine bildirerek aşıların içerisinde zorunlu olarak bu tiplerin bulunmasını sağlamaktadır. Böylece aşıların içeriğinde salgın yapma olasılığı en yüksek olan virüsler bulunmakta ve korunma sağlanmaktadır.

9) Grip hastalığı esnasında antibiyotik kullanımı hastalığın süresini kısaltır ve daha çabuk ayağa kalkmayı sağlar!
Yanlış! Grip hastalığına neden olan influenza virüsüne antibiyotikler etkisiz olduğu için hastalık sırasında antibiyotik kullanımı, hastalığın süresini kısaltmaz.

10) Her yıl grip aşısı olmaya gerek yoktur!
Yanlış! Grip virüsleri sürekli değişmektedir. Genellikle her yıl dolaşan virüs suşları değişmekte ve buna bağlı olarak ta aşıların içeriği de değişmektedir. Sonuç olarak her yıl aşılanmak gereklidir.
saglık ıcın

rock_alltime 05-11-2008 05:18 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
İktidarsızlık, erkeklerin kabusu

--------------------------------------------------------------------------------

Cinsel sağlık, kişinin genel fiziki ve duygusal sağlığının önemli parçası. Halk arasında 'iktidarsızlık' olarak bilinen sertleşme sorunu, cinsel sağlığı etkileyen tıbbi durumlardan sıkça görülen bir tanesi. Günümüzde sertleşme sorununun 'İlaç, ameliyat, protez penis takılması ve psikoterapi' gibi bir çok tedavi yöntemi mevcut.


Uzmanların belirttiğine göre, 3 ayı aşkın süre bir insanın cinsellikle ilgili arzu duyup ilişkiye girmek için yeterince sertleşme elde edememesi durumuna 'sertleşme sorunu' adı veriliyor. Bu sorunda, organik sebeplerle birlikte psikolojik sebepler de etkili oluyor. Sertleşme sorunu, yaşın ilerlemesinin yanı sıra yüksek kolesterol düzeyi, koroner arter, yüksek tansiyon ve şeker hastalıkları gibi bir dizi rahatsızlığa bağlı olarak ortaya çıkıyor.


Sertleşme sorunu olan vakaların çoğunluğu (yüzde 75), psikolojik değil fiziki kökenli. Damar sorunları, ereksiyon bozukluğunun en sık rastlanan sebebi. Ereksiyon bozukluğuna yol açan organik sebepler ise şunlar: Penisin kan dolaşımında görülen bozukluk, sinir iletimindeki aksaklık ve kan hormon düzeyinde meydana gelen değişiklik. Sertleşme sorununun psikolojik sebepleri ise şöyle sıralanıyor: Stres, evlilik sorunları, depresyon, cinsel başarısızlık korkusu ve cinsel bilgisizlik.
İlaç yan etkisi olarak, hali hazırdaki tedavilerden 200 tanesi bazı vakalarda ereksiyon bozukluğuna sebep olabiliyor. Bunların başında yüksek tansiyon ilaçları, antipsikotikler, antidepresanlar, H2 blokerler ve arterleri daraltan belli başlı sakinleştiriciler/damar sertliği yer alıyor. Bütün şeker hastası erkeklerin yüzde 35'inden fazlasında ereksiyon bozukluğu görülüyor.


Milyonlarca erkeğin mustarip olduğu ereksiyon bozukluğunun, şeker ve kalp-damar hastalıklarının, prostat kanserinin, alkol veya uyuşturucu alışkanlığının ilk tanınabilir semptomu olabileceğine dikkat çekiliyor.


Uzmanlar, ereksiyon bozukluğu bir kere tespit edildikten sonra (libido eksikliği, erken boşalma vb.nin tersine), çeşitli muayeneler ve testlerle sorunun gerçek sebebinin, yani psikolojik kökenli mi yoksa organik/fiziki kökenli mi olduğunun bulunabileceğini ifade ederek, doğru tedavi yapabilmek için önce doğru teşhis koymak gerektiğini kaydediyor.


Uzmanlar, sorunun sebebine ve derecesine bağlı olarak mevcut tedavileri şöyle bildiriyor: İntrakavernosal enjeksiyonlar gibi ilaç tedavileri, ağız yoluyla tedavi, sistemik ilaç tedavisi (testosteron), arter ve toplardamar ameliyatları, protez penis takılması, vakum-sıkma araçları ve psikoterapi.

rock_alltime 05-11-2008 05:18 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Parmak boyu saldırganlığı belirliyor

--------------------------------------------------------------------------------



Kanadalı bilim adamları, erkeklerin ne kadar saldırgan olduklarını parmaklarının uzunluğuna bakarak belirlemenin mümkün olduğunu savunuyor.
Alberta Üniversitesi uzmanlarına göre yüzük parmağı işaret parmağına göre ne kadar kısaysa, kişinin fevri olması, şiddete eğilim göstermesi ihtimali o kadar artıyor. 300 kişinin parmaklarını inceleyen uzmanlar, bulgularının sadece fiziksel şiddeti kapsadığının sözlü çıkışlar ya da aksi tavırlar için bir gösterge oluşturmadığının altını çiziyor. Biyolojik Psikoloji Dergisi'nde yayımlanan araştırmaya göre, bu olayın temelinde ana rahminde ne kadar testosteron hormonu bulunduğu yatıyor. Aslında parmakların uzunluğunun, bebeğin maruz kaldığı testosteron hormonu miktarıyla ilişkili olduğu uzun süredir biliniyordu.
En alt boğumdan itibaren ölçüldüğünde kadınlarda bu 2 parmak hemen hemen eşit uzunlukta. Erkeklerde ise genellikle yüzük parmağı işaret parmağından daha uzun. Bu konuda yapılan diğer çalışmalar ışığında, erkeklerde yüzük parmağının uzun ve ellerin simetrik olmasının doğurganlık göstergesi olduğu, kadınlar için de işaret parmağının uzun olmasının doğurganlık oranını gösterdiğini düşünülüyor.
Son araştırmayı yürüten Dr. Peter Hurd şimdi bir yandan da sporcuların maçlarda ceza yeme oranıyla parmaklarının uzunluğu arasında bir bağlantı olup olmadığını araştırıyor. Dr. Hurd'ün bir diğer projesi de parmak uzunlukları kadınlarınkine yakın olan erkeklerin depresyona eğilimli olup olmadığını araştırmak. Bununla birlikte Hurd, parmak uzunlunun gereğinden fazla çıkarım yapmak için kullanılmaması gerektiği kanısında. Hurd "Örneğin iş başvurularında insanları parmaklarına göre sınıflandırmak doğru bir fikir olmaz" dedi.

rock_alltime 05-11-2008 05:19 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kadınlara normal doğum önerisi

--------------------------------------------------------------------------------

Avrupa Üroloji Derneği'nce İstanbul CNR Expo Center'de düzenlenen 20. Avrupa Üroloji Kongresi, çeşitli bilimsel oturumlarla devam ediyor.

Kadın ürolojisi ve kadının cinsel sorunlarına ilişkin sunum yapan İtalya'nın Pavia Üniversitesi'nden Rossella Nappi, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Kadınların en önemli sorunlarının başında, ilişki sırasında idrar kaçırmanın geldiğini ve bunun büyük bir korku haline dönüştüğünü belirten Nappi, ''Bu, partnerini olumsuz etkileme korkusuna dönüşüyor ve çeşitli psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor'' dedi.

Nappi, idrar kaçırmanın nedenleri arasında normal doğum sırasında vajina kaslarında oluşan rahatsızlıklar ve enfeksiyonların bulunduğunu ifade ederek, tedavinin çeşitli ilaçlarla veya basit egzersizlerle mümkün olduğu belirtti.

Kadın doğum sağlığına da değinen Nappi, çocuk sağlığı ve kadın vücudunda görülebilecek birçok risk açısından sezaryenle doğumun sağlıklı olduğunu kaydeden Nappi, şöyle konuştu:

''Sezaryenle doğumun faydaları var ama kuaföre saç kestirmeye gider gibi doğuma gitmeyi değil, kadınlara normal vajinal doğum yapmalarını öneririm. Çünkü yapılan bilimsel araştırmalarda, normal doğum yapan anneler ile sezaryenle doğum yapanlar arasında, annelik duygusunu yaşama, çocuğa bağlılık gibi konularda ciddi farklılıklar gözlemlenmiştir. Ben anne değilim ama eğer anne olmaya karar verirsem tabii ki normal doğumu tercih ederim.'

rock_alltime 05-11-2008 05:19 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kalbe takılan ICD cihazlarında hata

--------------------------------------------------------------------------------

Merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan çokuluslu Medtronic şirketi tarafından üretilen, hastaların kalp ritmini normale döndüren defibrilatörlerin (ICD) bir bölümünde fabrika hatası olduğu ve şirketin hatalı cihazların değiştirilmesi için harekete geçtiği belirtildi.

İtalyan La Repubblica gazetesi, İtalya'da hastalara takılmış hatalı cihaz sayısının 3 bin olduğuna dikkati çekti.

Birim fiyatı 10 bin avro civarında olan ICD cihazındaki pilin ömrü normalde 5 yıl olarak öngörülüyor.

Cihazların bir bölümünde fabrika hatası olduğu, Medronic'in İtalya'daki yetkili bayii tarafından da doğrulandı.

Sesto San Giovanni'de bulunan bayinin basın bürosu tarafından yapılan açıklamada, ''Cihazların pilleri öngörülenden daha kısa sürede tükeniyor. Cihazdaki kısa devreden kaynaklanan bu sorun, pilin tükenmesiyle cihazın işlevselliğini de yitirmesine neden oluyor'' denildi.

Medtronic şirketinin, 120 ülkede hastalara mektup göndererek, cihazların değiştirilmesi için harekete geçtiği belirtildi.

Şirket yetkililerinin, ''Sadece dokuz hasta kendini kötü hissetmiştir. Bu vakalardan biri Avrupa'da... İtalya'da sorunlu vaka söz konusu değil'' dediklerine işaret edilen haberde şöyle denildi: ''Ancak durum böyle değil. İtalya'daki hastanelerde de cihazı kullananlarda anomali gözlendiğinin kayıtlara geçtiği belirtiliyor. Cenova'daki hastanelere, kalıcı kalp pili taşıyan iki hastanın ritm bozukluğu şikayetiyle başvurduğu biliniyor.''

rock_alltime 05-11-2008 05:20 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kolestrol prostat tümörünü büyütüyor

--------------------------------------------------------------------------------

Yapılan bir bilimsel araştırma kandaki yüksek kolestrol miktarının prostat tümörlerinin büyümesini hızlandırdığını ortaya koydu.

ABD'de fareler üzerinde yapılan testlerin yüksek kolestrolün kansere sebep olduğuna dair bir doğrulamada bulunmadığını, ancak prostat kanserinin büyümesini hızlandırdığını gösterdiği kaydedildi.

Araştırmayı yöneten Boston Çocuk Hastahanesi uzmanlarından Michael Freeman, araştırmada tümörün başlama sebeplerini değil, ancak sadece gelişme sebeplerini araştırdıklarını belirtirken, ekibin araştırma bulgularını Journal of Clinical Investigation dergisinde yayınladıkları ifade edildi.

rock_alltime 05-11-2008 05:21 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
KOAH'ınız var mı? Nasıl anlarsınız?

--------------------------------------------------------------------------------



KOAH'ın başlıca belirtileri öksürük, balgam ve nefes darlığıdır, ancak hastalar başlangıçtaki öksürük, balgam gibi şikayetleri önemsemediklerinden ancak nefes darlığı geliştiğinde doktora gitme ihtiyacını duyarlar. Bu nedenle KOAH tanısı genellikle 40 ya da 50 yaşından sonra konmaktadır.KOAH'ın başlıca iki türü vardır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, KOAH'ın belirtilerini Mynet okurları için derledi


KRONİK BRONŞİTLİ KOAH

İlk belirtileri öksürük ve balgamdır, ancak bu kişilerin çoğu sigara tiryakisi de oldukları için, öksürük ve balgamı hiç önemsemezler. Bunlara göre, sigara içen bir insanın öksürmesi ve zaman zaman balgam çıkarması son derecede olağandır. Öksürük ve balgam çıkarma şikayetleri özellikle kış aylarında ve sabahları daha fazladır. KOAH' lılar solunum yolları enfeksiyonlarına karşı çok duyarlıdırlar.



KOAH'lıların doktora baş vurmasına neden olan esas şikayet öksürük ve balgama eklenen nefes darlığı ve hırıltılı solunumdur. Nefes darlığı önceleri sadece ağır eforlar sırasında ortaya çıkarken, giderek ilerleyici bir özellik gösterir ve nihayet en küçük hareketler bile nefes darlığına yol açmaya başlar. İleri dönemlerdeki hastalar odaları içinde yürürken, tıraş olurken, giyinip soyunurken, hatta yatakta dönerken bile nefes darlığı çekerler. İlerlemiş KOAH'lılarda dudak ve tırnaklarda morarma, boyun damarlarında dolgunluk, gözlerde kanlanma, bacaklarda şişlik (ödem) gibi belirtiler de görülür.

KOAH'lılarda kanlarındaki oksijen basıncının azalmış olmasına bağlı olarak sinirlilik, huzursuzluk, uykusuzluk, çarpıntı, baş ağrısı, ellerde titremeler ortaya çıkar. Dalgınlık, konuşma güçlüğü, uyuklama, kas seğirmeleri... gibi bulgular ise kanda karbondioksit basıncının artmış olduğunu gösteren belirtilerdir.

Kronik bronşitli KOAH'lılar genellikle fazla kilolu kişilerdir ve bunlarda sağ kalp yetersizliği sık rastlanan bir tablodur.

AMFİZEMLİ KOAH

Bu hastaların esas şikayeti nefes darlığıdır. Zaman zaman öksürük ve hırıltı şikayetleri olabilir, fakat hiç balgam çıkarmazlar. Nefes darlığı ilerleyici bir özellik gösterir; önceleri ağır eforlarda ortaya çıkarken giderek en küçük hareketler bile hastayı nefes nefese bırakır. İleri dönemlerde, yemek yemek, traş olmak... gibi en basit eforlar bile yapılamaz olur.

Amfizemli KOAH'lıların çoğu uzun boylu, zayıf, göğüs kafesleri fıçı gibi şiş olan kişilerdir. Bu hastalar sırtüstü yatamazlar; sadece oturur durumda ve hafif öne eğilerek ve kollarıyla bir yerden destek alarak nefes alabilirler.



Dudaklarını büzerek uzun uzun nefes vermeleri ve nefes alırken alt kaburga aralıklarının içeriye doğru çekilmesi tipik bulgularıdır.

Bazı hastalarda kanlarında antitipsin enzimi eksikliği vardır.

KOAH'IN TANISI

KOAH tanısında hastanın ayrıntılı olarak sorgulanması ve dikkatli muayenesi ile önemli ipuçları elde edilir. İlerlemiş KOAH' ın tanısı çok kolay olsa da, erken evredeki hastaların tanınabilmesi için bazı incelemelerin yapılması gerekir.

-Akciğer röntgeni
-Akciğer tomografisi (bazı hastalarda)
-Solunum fonksiyon testleri
-Arter kanında oksijen ve karbondioksit basınçları ölçümü
-Kanda antitripsin ölçümü
-Balgam incelemeleri
-EKG

rock_alltime 05-11-2008 05:22 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Her 5 çocuktan 1'i temiz su içemiyor

--------------------------------------------------------------------------------



Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Fonu UNICEF, dünya üzerindeki her 5 çocuktan 1'inin temiz su içemediğini açıkladı.

22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla bir rapor hazırlayan UNICEF, temiz su elde edilmesi konusunda önemli ilerlemeler kaydedildiğini; ancak her yıl yaklaşık 1 milyon 500 binden fazla çocuğun temel sağlık hizmetleri bulunmaması sonucu öldüğünü belirtti.

Rapora göre, çocukların günde en az 20 litre temiz suya ihtiyaçları var. Bu, yıkama, içme ve yemek pişirme için yaklaşık 2 kova suya denk geliyor. Bu miktarda su olmadığı takdirde, çocuklar kirli su içinde yaşayan ve hastalık saçan organizmaların etkisine maruz kalıyor. Hastalıklar, yıkanmamış eller yoluyla da bulaşıyor. UNICEF, temiz olmayan kuyular, nehirler ya da göllerden alınan suların kullanılmasının ishal ve tifo gibi hastalıklara yol açtığını belirtiyor ve bu hastalıklar nedeniyle her gün yaklaşık 4 bin çocuğun öldüğü tahmininde bulunuyor.

1990 yılından bu yana koşullar iyileşme gösterdi. Şimdi 1 milyar kişi daha temiz içme suyuna ulaşabiliyor. Ancak UNICEF'e göre bu yine de yeterli değil. Temel sağlık koşullarını geliştirmenin düşük bir maliyet gerektirdiğini söyleyen kurum, bunun karşılığında alınacak sonuçlarının ise çok büyük olacağını; böylece sadece hayatların kurtarılmayacağını, aynı zamanda çocukların sağlığının iyileşeceğini ve okullara devam durumlarında da düzelme görüleceğini belirtiyor.

rock_alltime 05-11-2008 05:25 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Uykuya kolayca dalın

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, uyumakta güçlük çekenler için huzursuz edici düşüncelerden arınmanın 5 etkili yolunu açıkladı.


Uykuya en çok ihtiyacınız olduğu zamanlarda beyninizi kurcalayan düşünceler yüzünden huzur bulamıyorsanız, Santa Monica daki Uyku Bozukluğu Tanı Merkezi Başkanı Frisca Yan-Go'nun tavsiyelerine kulak verin.


- Hareket planı oluşturun: Ertesi günün programıyla ilgili endişeleriniz varsa, yataktan kalkın ve yapacaklarınızı bir kağıda not alın. Listeyi yazılı halde görürseniz, kendinizi olaya hakim hissedersiniz. Sabah listeyi gözden geçirebilme düşüncesi sizi rahatlatır.


- Uykuya dalma masalı uydurun: Gün içinde meydana gelen bir olayı kafanızdan silemiyorsanız, hayal kurmayı deneyin. Kendinizi düşüncelerinizle hiç ilgisi olmayan bir yerde hayal edin. Örneğin favori tatilinizi hatırlayın. Dalgaların dokunuşunu, içtiğiniz Margarita'nın tadını anımsamaya çalışın. Bu düşünceler, sizi beyninizi yoran diğer düşüncelerden uzaklaştıracaktır.


- Saatinizi saklayın: Düşünceleriniz yüzünden uyku sıkıntısı çekiyorsanız, odadaki her türlü ses, sorununuzu artırabilir. Sabah uyanamama korkusu uykuyu bozan en önemli faktörlerdendir. Alarmı kurun ama saat uzağınızda olsun.


- Ilık bir banyo yapın: Sıcak sudan çıkınca, vücut soğumaya başlar ve bu, beyin tarafından uyku zamanının habercisi olarak algılanır. Uyku sorunlarınız varsa, 15 dakikalık ılık bir banyo uyumanıza yardımcı olabilir.


- Sevişin: Cinsellik uzmanı Patti Britton "Orgazm sırasında salgılanan hormonlar, uykuya dalmayı kolaylaştırır" diyor.

rock_alltime 05-11-2008 05:27 PM

Cevap : Sağlık Makaleleri (Arşiv)
 
Kışın alınan kilolardan kurtulma yolları

--------------------------------------------------------------------------------

Uzmanlar, kış aylarında alınan kiloları vermek için sağlıksız diyetlere başvuranları uyarıyor.

"Kışın kalın giyecekler altında gizlenen kiloları vermek için geç kalmayın" diyen uzmanlar, egzersizler ve sık aralıklı beslenme programlarıyla kiloların verilebileceğini söylüyor. İşte, yaz gelmeden sağlıklı bir şekilde zayıflamak isteyenlere altın tavsiyeler:

"Kendinize az miktarda ancak sık aralıklı bir beslenme programı düzenleyin. Poğaça, börek yemek yerine, güne güzel bir kahvaltı yaparak başlayın. Alkol ve hazır içecekler yerine, limonlu veya meyveli sodaları tercih edin. Taze veya kuru meyve yemeye özen gösterin. Günde 2.5-3 litre su için. Günlük posa alımınızı artırın. Tam tahıl ürünlerini, sebze ve meyveyi bol tüketin. Soslu yemekler, mayonezli, soslu salatalar yerine limon, soya sosu gibi kalorisiz olanlarını kullanmaya çalışın. Günlük yağ alımını azaltın. Düzenli egzersiz yapın. Şekerden uzak durun. Çok tatlı yemek istediğiniz zaman dondurmayı ya da sütlü tatlıları tercih edin."


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.