![]() |
Deyimler'in Açıklaması
Hatırını kırmamak: Onun ricasını, isteğini yerine getirmek.
Hatırını saymak : Bir kimseye gereken saygıyı göstermek. Hatırı sayılır : -1. Sözü geçen, saygı gören (kimse). -2. Oldukça çok. Hatır için : Onu sevindirmek için, onun gönlü olsun diye. Hatır sormak : “Nasılsınız, iyi misiniz?” diye sormak. Hava almak : -1. Açık havaya çıkıp dinlenmek. -2. İçine hava dolmak. -3. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulmamak. Hava atmak (basmak): Üstünlük taslamak. (Kars. Çalım satmak.) Havada kalmak : -1. İstenilen sonuca ulaşmamak. -2. Bir düşünce kanıtlanmadığı için tutarlı olamamak. Havadan sudan konuşmak : Belli bir konudan değil de, günlük gelişigüzel konulardan konuşmak. (Kars. Dereden tepeden konuşmak.) Hava hoş : “Bir kimseye göre bir işin şöyle ya da böyle olması pek bir fark yaratmaz.” anlamında. Havanda su dövmek : Hiçbir yarar sağlamayan, sonuca bağlanmayan işler yapmış olmak. Hava parası: Bir yeri kiralamak ya da satın almak için, o yerde oturanlara açıktan verilen para. Hava vermek: Bir şeyin, yerin etkileyici duruma gelmesine yardımcı. olmak. Havaya gitmek : Hiç bir işe yaramamak; boşa gitmek. Havaya savurmak (bir şeyi) : Onu savurganca harcayıp tüketmek. Havaya uçmak : Bir patlama sonucu dağılmak, param parça olmak. Havsalası almamak (havsalasına sığmamak) (bir şeyi) : Onu, onun olabileceğini aklı bir türlü kabul etmemek; kafası almamak. Hay ağzına sağlık : bk. Ağzına sağlık. Hay aksi şeytan : bk. Aksi şeytan. Hayale dalmak : Yaşadığı ortamdan uzaklaşıp düş dünyasına dalmak. Hayale kapılmak : Hayallerin etkisinde kalmak. Hayal gücü : bk. Düş gücü. Hayalinden geçirmek (bir şeyi, birini): Onu düşünmek. Hayal kırıklığı: Düşünülen bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü; düş kırıklığı. Hayal kurmak: Gerçekleşmesi istenen bir şeyi düşünmek; düş kurmak. Hayal meyal: -1. Betti belirsiz bir biçimde. -2. Açık seçik olmayan. Hayata atılmak : Geçimini sağlamak üzere çalışmaya başlamak. Hayat adamı: Günün koşutlarına ayak uydurabilen, her işi başarabi*** kimse. Hayata geçirmek : bk. Yaşama geçirmek. Hayata gözlerini kapamak (yummak): Ölmek. Hayata küsmek: Yaşama sevincini yitirmek. Hayat arkadaşı: -1. Eş, kadın için koca, erkek için kadın. -2. Birlikte yaşamaya başlayan kimselerden (kadın ve erkek) her biri. Hayatı kaymak : Yaşama düzeni alt üst olmak. Hayatına girmek (biri): Biri onun yaşamında yer almak. Hayatına (yaşamına) son vermek (biri, bir şey): -1. Kendini öldürmek, intihar etmek. -2. Kapatmak, bitirmek. Hayatını borçlu olmak (birine): -1. Biri tarafından ölümden kurtarılmış olmak. -2. Yaşamını bir kimsenin desteğiyle kazanmış olmak. Hayatını kazanmak :Geçimini sağlamak. Hayatını yaşamak : Yaşamını dilediği gibi geçirmek. Hayat kadını: Genel kadın, ******, ******. Hayat kavgası (mücadelesi): Yaşamak için harcanan çabalar. Hayat memat meselesi: Hayati önemi olan sorun konu; ölüm kalım meselesi. Hayat pahalılığı: Gelir ile gider arasındaki dengenin gelir aleyhine bozulması; temel gereksinmelerin pahalı olması. Hayatta olmaz : “Hiçbir zaman olmaz.” anlamında; dünyada olmaz. Hayat vermek (bir şeye, bîrine) : Onu canlandırmak, ona canlılık kazandırmak. Haybeye kürek çekmek: Boşu boşuna uğraşmak, hiçbir olumlu sonuç alamamak. Haydi canım sen de: “Haydi oradan, olmaz öyle şey, bu ciddiye alınamaz.” anlamrnda. Haydi haydi: -1. “Fazla uzatma, kısa kes.’ -2. Kolay kolay ,bol bol. -3. Olsa olsa, en çok. Haydi oradan : -1. “Olmaz öyle şey.” -2. “Çekil git oradan.” anlamında. Hayır beklememek (bir şeyden, birinden) : Ondan yarar ummamak, onun iyi olacağını sanmamak. Hayırdır inşallah : -1. “Gördüğün düş iyi bir olayın habercisi olsun.” -2. (Şaşkınlık yaratan durumlarda) “O da ne?” anlamında söylenir. Hayır etmemek : -1. Yararı olmamak. -2. İşe yaramamak. Hayır gelmemek (bir şeyden, birinden) : Onun bir yararı dokunmamak. Hayır görmemek (bir şeyden, birinden): Ondan yarar sağlayamamak. Hayır İşlemek : Yararlı bir davranışta bulunmak. Hayır kalmamak (bir şeyden, birinde) : O şey işe yaramaz, o kimse iş göremez duruma gelmek. Hayır ola (hayrola): “Ne var, ne oluyor?” anlamında merak bildirir. Hayır sahibi: İyilik yapmayı seven kimse. Hayır yok (bir şeyde) (birinde): -1. “O şey artık işe yaramaz.” -2. “O kimseye güvenmeyin, İstediğinizi yapamaz.” anlamında. Hayra yormak (bir şeyi) : Bir olayı, bir düşü iyi bir durumun belirtisi olarak saymak. Hayrete düşmek : Şaşmak, şaşırıp kalmak. Hayrı dokunmak (bir şey, birine): -1. O şey bir işe yaramak. -2. Ona iyilikte bulunmak, onun İyiliğini görmek. Hayrını görmek (bir şeyin) : Onu iyi günlerde kullanmak. Hazıra konmak : Hiçbir emek harcamadan başkasının yaptığı bir şeyden yararlanmak. Hazırdan yemek : Çalışmadan eski kazandıklarını yemek. Hazırlık görmek : -1. Bir iş için gereken şeyleri hazırlamak. -2. Bir yolculuk için gerekenleri tamamlamak. Hazır yiyici: Çalışmayan, daha önce kazanılmış olanları harcayan tembel (kimse). Hedef almak (bir şeyi) (birini) : -1. O şeye nişan almak. -2. Bir şeyi ona yöneltmek. -3. Yermek, eleştirmek yıpratmak düşüncesiyle onu karşısına almak. Hedef olmak (bir şeye) : İstenmeyen, hoş olmayan bir davranışla karşılaşmak. Helak etmek (birini, kendini) : -1. Onu öldürmek, ortadan kaldırmak -2. Onu çok yormak, bitkin duruma getirmek. Helak olmak : -1. Ölmek, yok olmak. -2. Çok yorulmak, bitkin düşmek. Helal olsun : -1. “Bu şeyi ona verdim, güle güle kullansın.” -2. “Verdiğim şeyin karşılığını istemiyorum, ona bırakıyorum.” -3. “Büyük bir yeteneği var.” anlamında. Helal süt emmiş : İyi ahlaklı, temiz karakterli (kimse). Hele bir: “Yap da göreyim, bak o zaman sana gösteririm.” anlamında tehdit sözü. Hele şükür: “Çok şükür istenen sonuca ulaşıldı.” anlamında. Hemen hemen : Yaklaşık olarak; aşağı yukarı. Hem kel, hem fodul: Hem yeteneksiz, hem de üstün olduğunu iddia eden (kimse). Hem nalına hem mıhına (vurmak) : Birbirine karşı olan iki yanı da destekleme (destekler biçimde konuşmak). Hem suçlu hem güçlü : Suçlu olduğu halde karşısındakini suçlamaya kalkışan (kimse). Hep bir ağızdan: Aynı anda pekçok kişi beraberce (söylemek, konuşmak). Her Allah’ın günü : Her gün; Tanrı’nın günü. Her boyaya girip çıkmak:Çeşitli işlerde belirli süreler çalışmış olmak. Her dem taze : -1. Yaşlı olduğu halde her zaman genç görünmeye çalışan (kimse), -2. Bütün yıl yeşil kalan (bitki). Her derde deva : Birçok şeye çare olan, birçok hastalığa iyi gelen. Her gördüğü sakallıyı babası sanmak: Görünüşe aldanmak. Her işe burnunu sokmak: İlgisi olsun olmasın her şeye karışmak; burnunu sokmak. Her kafadan bir ses çıkmak : Bir konuda konuşurken herkes aynı anda düşüncesini söylemek.. Herkese şapur şupur da, bize gelince ya Rabbi şükür mü? : “Başkalarına cömertçe verdiğiniz şeyleri sıra bana gelince niçin esirgiyorsunuz?” anlamında. Her keseye uygun : Herkesin sıkıntıya düşmeden atabileceği ucuzlukta olan. Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine : “Herkes bu işi yoluyla yöntemiyle yapıyor, biz İse bu konuda yanlış bir yol izliyoruz.’ anlamında. Herkesin ağzına düşmek (herkesin ağzına sakız olmak) : Dedikodu konusu olmak. Her nasılsa : “Nasıl olduysa.” anlamında, beklenmedik bir durum karşısında kullanılır. Her ne hal ise : “Uzatmayalım, geçelim.” anlamında. Her ne ise : -1. “Ne olursa olsun.” -2. “Tutan neyse.” -3. “Olan olmuş, uzatmayalım artık.” anlamında. Her nedense : Nasıl olduğu anlaşılmayan durumlar için kulanılır. Her ne kadar: Şart cümlelerinin başına gelerek yargının* doğallığını, yetersizliğini bildirir. Her tarafı buz kesmek : -1. Çok üşümek. -2. Şaşırıp kalmak, ne yapacağını bilememek. Her tarakta bezi olmak : Birbirinden farklı işlerle uğraşır olmak; kırk tarakta bezi olmak. Her telden çalmak: Her işi yapabilir, her şeyden anlar olmak. Hesaba almak (katmak) (bir şeyi, birini): Onu göz önünde bulundurmak, düşünmek; önemsemek. Hesabı kesmek: Bir kimseyle ilişkiyi ya da alışverişi kesmek, buna son vermek. Hesabını bilmek: Tutumlu olmak. Hesabını görmek: -1. Borcunu ödemek. -2. Onu öldürmek. Hesap etmek (bir şeyi): -1. Onu hesaplamak. -2. Onu kendi kendine tartışıp düşünmek. Hesap sormak (birine, birinden): Bir kimseyi yaptıklarından dolayı sorguya çekmek. Hesaptan düşmek (bir şeyi, birini): -1. Bir alacağı ya da borcu hesaptan çıkarmak. -2. Bir şeyi, bir kimseyi yok saymak. Hesapta olmamak : Daha önce hiç düşünülmemiş olmak. Hesap (hesabını) vermek: -1. Bir işin, harcamanın durumunu göstermek. -2. Sorumlu olduğu bir konuda sorgudan geçmek, savunma yapmak. Hevesi kursağında (içinde) kalmak: İstediği şeyi elde edememiş olmak. Hevesini almak (bir şeyden): İstediği şeyi elde etmiş olmak. Heyheyleri tutmak (gelmek, üstünde olmak) : Çok sinirlenmek, bağırıp çağırmak. Hık demiş (anasının, babasının) burnundan düşmüş : Pekçok yönü, özelliği anasına, babasına benzeyen (kimse). Hık mık etmek (demek) : -1. Sorulan bir soruya belli belirsiz karşılıklar vermek. -2. Bir işi yapmamak için çeşitli nedenler İleri sürmek. Hıncını (birinden) çıkarmak (almak): Öfkesini başkasına kötü davranarak çıkarmaya çalışmak, öcünü (ondan) almak. Hınç almak: bk. Öç almak. Hır çıkarmak, (hırgür çıkarmak) : Olur olmaz şeylerden kavga çıkarmak. Hırsından çatlamak: Çok kızmak, öfkelenmek. Hırsım almak: Bir davranışta bulunarak öfkesini yatıştırmak. (Kars. Acısını çıkarmak.) Hırsını alamamak: Öfkesini yenememek. Hırsını çıkarmak (birinden, bir şeyden): Öfkesin i bir başkasına ya da bir başka şeye sataşarak yenmeye çalışmak. Hırsını yenmek : Öfkesini belli etmemeye çalışmak. Hışmına uğramak: Birinin öfkesi, kızgınlığı kendisine yönelmek. Hıyar ağa (ağası): Kaba, görgüsüz, saygısız (kimse). Hızır gibi yetişmek; Bir kimse, bir başkasının sıkışık, çaresiz durumunda yardımına yetişmek. Hiç değilse (olmazsa): -1. “Başka bir şey olmasa bile.” -2. “Bari.” -3. “En azından? anlamında. Hiç yoktan : Durup dururken, boş yere, hiç yüzünden. Hiddete gelmek (kapılmak): Kızmak, öfkelenmek. Hilesi hurdası yok : -1. Yalanı dolanı olmayan (şey), -2. Hile ile iş görmeyen (kimse). Hin oğlu hin : Çok kurnaz, çıkarını ve işini bilen (kimse). (Kars. Anasının gözü.) Hislerine kapılmak: Duygularına göre davranmaya başlamak. Hisse çıkarmak (bir şeyden) : -1. Kendisiyle ilgili bir yön bulmak. -2. Pay çıkarmak. Hisse kapmak : Bir olaydan yararlı bir ders çıkarmak. Hissi vermek (uyandırmak) (bir şey): O şey sözü edilen şeye benzer bir duygu uyandırmak, o izlenimi uyandırmak. Hizaya gelmek: -1. Düzgün olarak sıraya dizelmek -2. Davranışlarını düzeltmek, doğru yola yönelmek. Hizaya getirmek: -1. Bir çizgi üzerinde düzgün olmasını sağlamak. -2. Bir kimsenin davranışlarını çeşitli yollarla düzeltmek, onu doğru yola getirmek Hodri meydan : “Kendine güvenen ortaya çıksın.” anlamında meydan okuma. Hokka gibi: Ufak ve düzgün (ağız). Hokka gibi oturmak : Giysi, vücuduna uygun gelmek, tam olmak. Hop oturup hop kalkmak: Öfkesinden yerinde duramaz olmak, çok sinirlenmek. Hora geçmek : İşe yaramak, beğenilmek; makbule geçmek. Hor bakmak (hor görmek) (bir şeye, birine ) : Ona değer vermemek; aşağı görmek. Hor kullanmak (bir şeyi) : Onu hırpaiarcaşına kullanmak Horozlar ötmek : Sabah olmak. Hor tutmak (birini) : Bir kimseye karşı kalbini kırarcasına davranmak. Hoşafına gitmek (bir şey): Onu beğenmek, hoşuna gitmek. Hoşafın yağı kesilmek: Güzel bir şey karşısında söyleyecek söz, yapacak bir şey bulamaz duruma gelmek Hoşbeş etmek (biriyle): Onunla sohbet etmek Hoş bulduk (safa bulduk): “Hoş geldiniz” sözüne karşılık olarak söylenir. Hoşça kal (kalın): Bir yerden ayrılan kimsenin kalanlara söylediği iyi dilek sözü. Hoş geldiniz (safa geldiniz): Konukları karşılarken söylenen nezaket sözü. Hoş görmek (bir şeyi, birini) : Bir kimsenin kusurunu anlayışla karşılamak Hoş tutmak (birini): Ona iyi davranmak, onu kırmaktan, incitmekten kaçınmak Hoşuna gitmek : Bir şeyden, kimseden hoşlanmak, onu beğenmek. Höt demek (birine): Onu korkutmak, ona çatmak (Kars. Gözdağı vermek.) Hurdası çıkmak : İşe yaramayacak duruma gelmek çok eskimek bozulmak Hurdaya çevirmek (bir şeyi): Artık onu işe yaramayacak, kullanılamayacak duruma getirmek Huyuna suyuna gitmek: Bir kimseyi kızdırmayacak davranışlarda bulunmak, onun isteğine uygun hareket etmek. Huyu suyu (birinin): Onun mizacı, karakteri. Huzuru kaçmak: Rahatsız olmak tedirginlik duymak Huzurunu kaçırmak: Onu rahatsız etmek, ona tedirginlik vermek Huzur vermek (birine): -1. Onu rahat bırakmak -2. Onu dinlendirmek Hükmü geçmek (hüküm yürütmek) : Sözü geçmek, sözü dinlenmek Hükümet kapısı: Devlet dairesi. Hüküm giymek: Bir kimsenin hakkında ceza hükmü verilmek (Kars. Ceza yemek.) Hüküm sürmek: -1. Bir yerin sahipliğini yapmak orada görevini sürdürmek -2. Yaygın olmak, sürüp gitmek, devam etmek Hüküm vermek: -1. Yargıç bir karara varmak ya da bir suçlu hakkında ceza vermek -2. İyice düşündükten sonra vardığı kararı bildirmek Hülya kurmak (hülyaya dalmak) : Hayal kurmak. Hürya etmek : Bir yere girerken ya da bir yerden çıkarken hep birlikte hücum etmek Hüsnü kuruntu : Herhangi bir durumu kendisi için İyi olarak yorumlama. Hüsrana uğramak: Bir işten beklenilen sonucun elde edilememesi yüzünden zarar görmek |
Deyimler'in Açıklaması
<< I >>
Ikınıp sıkınmak : Bir iş yapabilmek için kendini çok zorlamak. Irz düşmanı: Başkalarının namusuna göz diken ve isteğini yasa ve ahlakdışı yollarla sağlamaktan çekinmeyen kimse. Irz ehi: Namuslu (kimse). Irzına geçmek (ırzını bozmak) : -1. Zor kullanarak bir kimseyle cinsel ilişkide bulunrriak. -2. Bir şeyi bozmak, yozlaştırmak. Isıtıp ısıtıp Önüne koymak (bir şeyi) : Daha önce söz konusu olan bir konuyu ikide bir gündeme getirmek. (Kars. Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öne sürmek.) Iska geçmek (birşeyi) : -1. Hedefi tutturamamak. -2. Önem vermemek, üzerinde durmamak, atlamak. Iskartaya çıkarmak (bir şeyi) : Onu işe yaramaz duruma geldiği için aytnp bir kenara koymak. Istırap çekmek: -1. Bir aayı yaşamak. -2. Üzülmek. Istırap vermek (bir şey, birine) : -1. O şey o kimsenin acı çekmesine yol açmak. -2. O şey, o kimseyi üzmek. Işığın altında : Bir durum ya da düşüncenin belli bir konuda yol göstermesinden yararlanarak. Işık tutmak (bîr şeye) (birine): -1. Bir yeri ışıkla aydınlatmak. -2. Belli bir konuda düşünceleriyle ona önderlik etmek, yol göstermek. |
Deyimler'in Açıklaması
<< İ >>
İbret almak (bir şeyden): Ondan gereken dersi çıkarmak; ders almak. İbreti âlem için: “Herkese ders olsun , herkes ders alsın diye.” anlamında. . İbret olmak (bir şey birine): O şey ona ders olmak İcabına bakmak (bir şeyin, birinin): -1. Gereğini yerine getirmek, gerekeni yapmak. -2. Onu yok etmek, ortadan kaldırmak. İcat çıkarmak: -1. Herkes tarafından yadırganan, garip karşılanan davranışta bulunmak. -2. Ortaya gereği olmayan bir sorun atmak İç açmak: Neşelendirin şeylerle sıkıntıları gidermek, ferahlatmak İçeri atmak (almak, tıkmak) (birini): Onu hapsetmek, tutuklamak; hapse atmak. • İçeri düşmek: Hapse düşmek, tutuklanmak. İçeri girmek: -1. Zarar uğramak. -2. Hapse girmek. İç etmek (bir şayi) : Başkasına ait bir şeyi kendisine mal etmek, ortadan kaldırmak, saklamak. İç geçirmek : Derin bir soluk alıp vererek üzüntüsünü belirtmek. İç güveysinden hallice : “Nasılsın?” sorusuna karşılık olarak söylenen ve “İyiyim, sıkıntılı birine göre daha iyi durumdayım” anlamına gelen söz. İçi açılmak: İç sıkıntısı ortadan kalkıp neşelenmek, ferahlamak İçi almamak (bir şeyi) : -1. Onu midesi kaldırmamak, kabul etmemek. -2. Hoşlanmadığı bir şeyi yapmak istememek. İçi bayılmak : -1. Çok acıkmak, -2. Fazla tatlı ya da yağlı bir yiyecek midesinde tuhaflık yaratmak, su içmek isteği duymak. İçi beni yakar dışı eli (yakar): “Beni ilgilendiren bu konu başkalarına çekici görünür, ancak benim için oldukça sıkıntı vericidir.” anlamında. İçi bulanmak : Midesi bulandığı için kusacak gibi olmak. İçi burkulmak : Çok üzülmek. (Kars. Ciğeri sızlamak.) İçi cız etmek: Çok üzülmek; yüreği cız etmek. İçi çekmek (bir şeyi) : Bir şeye karşı içinde istek duymak. (Kars. Canı çekmek, gönlü çekmek.) İçi dar : Sıkıntılı, beklemeye tahammülü olmayan (kimse). İçi daralmak : İçi sıkılmak, sıkıntı nedeniyle bunalmak İçi dayanmamak: bk. İçi götürmemek. İçi dışı bir: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini açıkça söyleyen (kimse). (Kars. Özü sözü bir.) İçi dışına çıkmak : -1. Bindiği taşıtın bozuk yoldan geçmesi sırasında ya da çok sallanmasından dolayı vücudu çok sarsılmak. -2. Midesi bulanıp kusmak. İçi erimek: Çok üzülmek, tedirgin olmak. İçi ezilmek: Acıkmaktan dolayı midesi rahatsız olmak; içi kazınmak, kıyılmak. İçi geçmek : -1. Uykuya dalmak. -2. Yaşlılık ve zayıflık nedeniyle gücü azalmak. İçi geniş : Tasasız, gamsız (kimse); yüreği geniş. İçi gitmek : Bir şeyi yapmayı ya da elde etmeyi çok istemek. -2. İshal olmak, sürgün gitmek. İçi götürmemek (dayanmamak) (bir şeyi) : -1. Aaklı bir duruma da-yanamamak; yüreği dayanmamak. -2. Onu kıskanmak. -3. Vicdanı el vermemek. İçi hop etmek : Birdenbire heyecanlanmak; yüreği hop etmek. İçi ısınmak (birine, bir şeye) : Ondan hoşlanmak, onu sevmek. İçi içini yemek : İstedikleri olmuyor diye sürekli üzüntü içinde olmak. İçi kalkmak (kabarmak) : -1. Midesi bulanmak, tiksinmek. -2. Ağlama ihtiyacı duymak. -3. Çok heyecanlanmak. İçi kan ağlamak : Kimseye sezdirmeden üzülmek, çok kederlenmek. İçi kararmak : Hiçbir şeyden zevk almaz duruma gelmek, umutsuzluğa düşmek. İçi kazınmak (kıyılmak) : Çok acıkmak; içi eritmek. İçinden çıkmak : Zor bir işi başarıyla bitirmek. İçinden doğmak: bk. İçinden gelmek. İçinden geçirmek (bir şeyi) : Onu düşünmek, tasarlamak. İçinden gelmek (doğmak): 0 şeyi yapmak isteği duymak. İçinden (içten) pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen (kimse). İçine atmak (bir şeyi) : -1. Üzüntüsünü kimseye bildirmemek. -2. Kendisine yapılan kötüKiklere belli bir tepki göstermemekle birlikte bunları unutmamak. İçine çekilmek: Kimse ile görüşmez olmak, kendi kendine kalmayı tercin etmek; kabuğuna çekilmek. İçine dert olmak : Yapılabilecek nitelikte olan bir şeyi yapamamış olduğu için üzülmek. İçine doğmak : Bir şeylerin olacağını sezinlemek; gönlüne doğmak. İçine dokunmak : Dertlenmek, kederlenmek, hüzünlenme^ İçine etmek (sıçmak) (bir şeyin) : Onu kötü bir duruma getirmek. İçine işlemek : Bir söz, davranış, durum bir kimseye çok dokunmak, derinden etkilemek; yüreğine işlemek. İçine kapanmak : -1. Çevresiyle sıkı, yakın ilişki kurmamak. -2. Durumunu, duygularını kimseye açmamak. İçine korku düşmek: Kötü bir şeyin olabileceğinden kaygılanmak. İçine kurt düşmek : Kötü bir şey olacağı kuşkusu içinde olmak. İçine oturmak : Çok etkilenmek, çok üzülmek. İçine sinmemek: -1. Yalanlan da bulunmadığı için güzel bir şeyden tat alamamak. -2. Bir şey istediği gibi olmadığı İçin rahatsız olmak, o şeyi beğenmemek. İçini açmak (birine): Derdini, sırrını ona anlatmak. İçini bayıltmak: Fazla şekerli ve yağlı gıdalar yediği jçin artık hiçbir şey yiyemeyecek duruma gelmek. İçini boşaltmak: -1. Kızdığı için bir kimseye içinden geçenleri söyleyip rahatlamak. -2. Derdini anlatmak. İçini çekmek: Üzüntüsünden derin derin nefes almak (Kars. Göğüs girmek, iç geçirmek.)* İçini kemirmek : Onu sürekli rahatsız, tedirgin etmek. İçini kurt yemek (kemirmek) : Sürekli kaygı içinde olmak. İçinin yağı erimek : Kötü bir şey olacak diye üzüntü çekmek. İçi parçalanmak (paralanmak): Bir kimsenin kötü durumuna aayıp üzülmek; yüreği parçalanmak. İçi rahat etmek: Kötü bir şey olmadığını görerek, öğrenerek ferahlamak. İçi sıkılmak : Bunalmak, sıkıntı duymak. İçi sızlamak : Kötü durumda olan bir şey ya da kimse için üzülmek. İçi tez: Aceleci, sabırsız (kimse). (Kars. Canı tez, tez canlı.) İçi titremek: -1. Çok üşümek. -2. Özen göstermek, zarar gelecek diye tasalanmak. İçi yanmak : -1. Çok üzülmek. -2. Susamak. İçler acısı: Çok aaklı, hüzün verici. İçli dışlı olmak (biriyle): Onunla çok samimi ilişkiler içinde bulunmak; senli benli olmak. İçtikleri su ayrı gitmemek: Çok yakın arkadaş olmak İdare etmek (bir şeyi) (birini): -1. Onu yönetmek. -2. Onu tutumlu kullanmak. -3. Yetmek, yetişmek. -4. Onu hoşgörüyle karşılamak. -5. Onu görmezlikten gelmek, örtbas etmek. İdaresini bilmek: Tutumlu davranmak İddiaya tutuşmakfgirmek, girişmek) : Birbirine karşıt iddialar ile bahse girişmek İfadesini almak (birinin) : -1. Onu sorguya çekmek. -2. Onu dövmek, hırpalamak. -3. Onu yenmek, ona üstün gelmek. İflahım kesmek : İş yapamaz duruma getirmek. İflas bayrağını çekmek: İflas etmek, her şeyini yitirmek, batmak. İfrata kaçmak: Düşüncelerinde, davranışlarında çok ileri, aşırı gitmek. İfrata vardırmak (bir şeyi): Onu aşırı ölçüye vardırmak İfrit etmek (bîrini) : Onu ç$k öfkelendirmek, kızdırmak (Kars. Çileden çıkarmak.) İfrit olmak (kesilmek) (birine, bir şeye): Ona çok kızmak, öfkelenmek. (Kars. Çileden çıkmak.) İftihara geçmek : Derslerinde başarılı, davranışlarında beğenilir olup üstün öğrenci seçilmek. İftira atmak (etmek) (birine): On asılsız ve kasıtlı bir suç yüklemek (Kars. Kara çalmak.) İftiraya uğramak : Kendisine asılsız bir iftira yüklenmiş olmak. İğne atsan yere düşmez: Bir yerin çok kalabalık olduğunu belirtmek İÇtn kullandır. İğne ile kuyu kazmak : Zor bir işi yetersiz araç ve gereçlerle büyük bir çaba harcayarak başarmaya çalışmak. İğne ipliğe dönmek (iğne İplik kalmak): Çok zayıflamak. İhtilafa düşmek: Bozuşmak, uyuşamamak; aralarında anlaşmazlık doğmak. İhtimal vermemek (bir şeye) : Onun gerçekleşebileceğini düşünmemek, sanmamak. İhtimam göstermek (birine, bir şeye): Onajyi bakmak, onunla yakından ilgilenmek; özen göstermek. İhtiyaç duymak (hissetmek) (bir şeye, birine): Ona gereksinme duymak. İki ahbap çavuş(lar): Birbirlerinden hiç ayrılmayan, hep beraber dolaşan iki arkadaş. İki arada bir derede : Sıkışık durumda bile bir fırsat bularak, olanak yaratarak. - İki arada bir derede kalmak: Çok güç bir durumla karşı karşıya gelmek. İki ateş arasında kalmak: Tehlikeli bir durum karşısında ne yapacağını şaşırmak, bir türiü karar verememek. İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi bir işi hemen yapıp bitirmesi için sıkıştırmak, zorlamak İki çift laf etmek : Bir İki söz söylemek, biraz konuşmak. İkide bir, ikide birde : Sık sık. İki dirhem bir çekirdek: özenli giyinmiş (kimse). İki eli yakasında olmak: Ondan hesap sormak. İki eli kanda olsa : “Hangi işi yaparsa yapsın, hangi durumda olursa olsun.” anlamında. İki gözü iki çeşme : Durmadan ağlayarak, gözyaşı dökerek. İki gözüm : Sevilen, değer verilen kimse için söylenen sevgi sözü. İki gözüm önüme aksın : Birini bir şeye inandırmak için ‘Dediklerim doğru değilse, kör olayım” anlamında yemin sözü. İki lafı bir araya getirememek : bk. İki sözü bir araya getirememek. İkili oynamak : Birbirine karşıt olan her iki yanı destekler bir tavır takınmak İkindi üstü (üzeri) : İkindi vaktinde. İki paralık etmek (birin) : Söz ya da davranışlarıyla bir kimsenin değerini, itibarını düşürmek İki paralık olmak : kibarı azalmak, utanılacak bir duruma düşmek. İki rahmetten biri: (Çok ağır hastalar için) “Ya sağlığına kavuşsun, ya da ölüp kurtulsun’ anlamında söylenir. İki seksen uzanmak : -1. Boylu boyunca yere serilmek -2. Keyiflenmek, neşelenmek. İki seksen uzatmak (birini) : Onu sert bir vuruşla yere sermek İkisi de bir (aynı) kapıya çıkar: (Söz ve davranışlar için) “Her ikisi de aynı sonuca varır.” anlamında. İki sözü (lafı) bir araya getirememek: Söylemek istediklerini düzenli bir biçimde dile getirememek İki ucu boklu deynek: “Bir sorunun çözülmesi için hangi yolu denersen dene hepsi sakıncalı.11 anlamında. . |
Deyimler'in Açıklaması
İki ucunu bir araya getirememek (bir şeyin): -1. Gelirle gideri denk-leştirememek. -2. İşleri yoluna koyamamak
İki yakası bir araya gelememek: Geçim sıkıntısından bir türiü kurîula-mamak. İktisat etmek (yapmak):Tutumlu davranmak, tasarruf etmek haç gibi gelmek (bir şey): O şey umulmayan bir anda gelerek işe yaramak İlaç için yok : “Söz konusu şey hiç yok” anlamında. İleri almak (bir şeyi) : -1. Öne almak. -2. Daha üstün bir yere geçirmek. İleri geçmek : Öne geçmek, üstün bir duruma geçmek. İleri gelenler: Bir toplulukta sözü geçer durumda olanlar. İleri gelmek (bir şeyden) : O şeyden meydana gelmek, o şeyin etkisiyle oluşmak. İleri geri konuşmak (laf etmek, söylenmek): Yersiz ve kına sözler söylemek. İleri gitmek (varmak) : Söz ve davranışlarda aşırıya kaçmak. İlerisini gerisini düşünmemek (hesaplamamak) : Söylenen bir sözün, yapılan bir davranışın ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünmemek. İleri sürmek (bir şeyi) : -1. Onu öne doğru yürütmek. -2. Bir görüş ortaya atmak, önermek. İleriyi görmek: İleride neler olacağını kestirebilmek; tahmin etmek, sezmek; uzağı görmek. İler tutar yanı olmamak (kalmamak) : Bozuk, kötü, kullanıimaz bir duruma gelmek. İlgi beslemek (bir şeye, bîrine) : Ona karşı içinde merak duymak; alaka beslemek. İlgi çekici: İlginç, enteresan, merak uyandırıcı. İlgi çekmek (bir şey, bir kimse): İlgiyi üzerinde toplamak; alaka çekmek. İlgi duymak (bir şeye, birine) :Onunla ilgilenmek; alaka duymak. İlgi görmek: -1. Çok önemsenmek. -2. Çok sevilmek; alaka görmek. İlgi toplamak: Pekçok kimsenin önem verdiği şey, kimse durumuna gelmek. . . İliğine kemiğine işlemek : -1. Yağmur suları giyiminden geçip bedent-ni iyice ıslatmak. -2. O şey bütün benliğini kaplamak, ondan çok etkilenmek. İliğini kurutmak : Canından bezdirecek duruma getirmek; kanım kurutmak. İlişki kurmak: Bir yer ya da kimseyle bağlantı sağlamak; münasebet kurmak, temas kurmak. İlk adım : Başlangıç. İlk ağızda : İlkin, İlk önce. İlk elden : -1. Baştan beri. -2. Dolaysız, aracısız olarak. İlk göz ağrısı: -1. İlk sevgüi; eski göz ağrısı. -2. İlk doğan çocuk ya da torun. İllallah demek (bir şeyden, birinden): Ondan iyice bıkmak, ona katlanamaz duruma gelmek. İlmini almak (bir şeyin) : Bir işin en ince yönlerini bile öğrenmek. İltimas geçmek (birine): Onu kayırmak, ona hakkından fazlasını vermek. İmamın dört çiftesine (kayığına) binmek : Ölmek. İmam kayığı: Tabut İmam suyu: Rakı. İmana gelmek: -1. Önce karşı çıktığı bir şeyi kabul edip istenileni yapmak. -2. Sonunda doğruyu söylemek. -3. İslamlığı benimsemek. İmanı gevremek : Bir işi gerçekleştirirken çok yorulmak. İmiğine sarılmak : Bir kimseyi bir İş için çok sıkıştırmak; ümüğüne sarılmak. İmlaya gelmemek : Düzeltilmeyecek durumda olmak. İmlaya getirmek (bir şeyi) : Onu yola getirmek, düzeltmek. İmtihana çekmek (birini) : Bilgisini ölçmek, onu sınamak, denemek. İmza atmak (etmek), imzayı basmak (çakmak): İmzalamak, imzasını koymak. İnan olsun!: “Bana inan, inanın ki.” anlamında. İnceden inceye : Titizce, en küçük ayrıntılarına kadar. İnce eleyip sık dokumak : Bir şeyi en küçük ayrıntılarına kadar gözden geçirmek. İnce hastalık: Verem. İnce iş : Dikkatli, hesaplı iş. İn cin top oynuyor (in cin yok): Issız, sessiz.yer. İncir çekirdeğini doldurmaz: Çok küçük, az ya da önemsiz (şey). İnfial uyandırmak : Öfke yaratmak, tepkiye yol açmak. İnim inim inlemek: -1. Sürekli olarak inlemek. -2. Çok büyük sıkıntıda (olmak, yoksulluk çekmek, baskı altında yaşamak. İniş aşağı: Bayırdan aşağı doğru. İnme inmek (birine): O felç olmak, ona felç gelmek. İn misin, cin misin? : Teklifsiz konuşmada “İnsan mısın, cin misin?” anlamında söylenir. İnsafa gelmek: Haksız tutumundan vazgeçip adalet ve merhametle davranmak. İnsafına kalmak (bir şey, birinin): Bir şeyin istenilen biçimde olabilmesi o şeyi yapacak’kimsenin doğruluk duygusuna ve isteğine bağlı olmak. (Kars. Sütün» kalmak.) İnsan eti yemek: Bir kimseyi çekiştirmek, hakkında dedikodu yapmak. İnsan hali: Her insanın yapabileceği, hoş karşılanması gereken bir durum. İnsan içine çıkmak : Başka insanlarla itişki, yakınlık kurmak. İnsan kurusu : Çok zayıf (kimse). İnsanlık hali: Hoşgörüyle karşılanması gereken durum. İnsanlıktan çıkmak : -1. Çok zayıflamak. -2. Bir insana yakışır davranışlarda bulunmamak. İnsan sarrafı: İyi ve kötü insanları iyi tanıyabilen kimse. İnşallahla maşallahla : Her şeyi Tanrı’ya bırakmakla, hiçbir çaba göstermeden. İntikam almak (birinden): Yapılan kötülüğün acısını çıkarmak; öç almak. İnzivaya çekilmek : Dünyadan elini eteğini çekmek, hiçbir şeyle ilgilenmemek; bir köşeye çekilmek, dünyadan elini eteğini çekmek. İpe çekmek (birini): Onu asarak öldürmek. İpe sapa gelmez : Tutarsız, mantıkdışı, saçma (söz, konuşma). İpe un sermek: Birtakım bahaneler ileri sürerek istenilen bir işi yapmaktan kaçınmak. İpi koparmak : Bağlı bulunduğu yer ya da kişiyle ilişkisini kesmek. İpini koparmak : Başıboş kalmak, haylazlaşmak. İpin ucunu kaçırmak: Bir işi yürütemez duruma gelmek, düzensizlik, yöntemsizlik yüzünden bir işi çıkmaza sokmak. İp iputtah sivri külah : Hiçbir malı, mülkü, çoluğu çocuğu olmayan (kimse). * . İple çekmek (bir şeyi) : O şeyin zamanının gelmesini sabırsızlıkla beklemek. İpler birini elinde olmak : -1. İşi el altından yönetmek. -2. Yönetimde perde arkasında söz sahibi olmak. İpliğini pazara çıkarmak:Bir kimsenin kötü niteliğini ortaya çıkarmak. İpsiz sapsız : -1. Serseri, hayta (kimse). -2. Yersiz, saçma (söz). İpucu vermek (birine) : Ona öğrenmek istediği, aradığı şeyi bulmaya yarayan bir işaret göstermek. İsabet almak : Vurulmak, yaralanmak. İsabet buyurdunuz: “Tam dediğiniz gibi, gerçekten efe Öyle.” anlamında destekleyici söz, - ,, İsabet ki: İyi ki. İsabet oldu : “Tam isteğe uygun, yerinde oldu.” anlamında. İsim yapmak : Ünlenmek, herkesçe tanınır duruma gelmek. İsim takmak (birine): Ona niteliklerine uygun bir isim vermek ; ad takmak. İskele babası: -1. Eviyle, çoluk çocuğuyla ilgilenmeyen erkek için alay yollu söylenir. -2. Iriyah adam. İskeleti çıkmak: Çok zayıflamak. İsmi geçmek: Adından söz edilmek; adı geçmek. İsmiyle cismiyle : Adı ve varlığıyla, adıyla sanryla. İsrafa kaçmak : Gereksiz yere aşırı harcamalarda bulunmak. İstediği gibi at koşturmak (oynatmak): Keyfince, istediği gibi davranmak. İstemem yan cebime koy : Kendisine verilen bahşiş, hediye, rüşvet vb’yi aimak istemediğini belirttiği halde verilmesinden memnun olanların durumu îçjn söylenir. İster istemez: Elinde olmadan, zorunlu olarak. İstifayı basmak : Herhangi bir nedenle, ani bir kararla görevinden çekilmek. İstifini bozmamak: Bir oîay karşısında hiçbir tepki göstermemek, aldırış etmemek. İstikamet vermek: bk. Yön vermek. İsyan bayrağını açmak (çekmek): Karşı gelmek, baş kaldırmak. İş başa düşmek : Kendi işini başkasından hiç yardım görmeden kendisi yapmak zorunda kalmak İş çevirmek : Gizli, dolambaçlı bir iş yapmak. İş çığrından çıkmak: Bir konu düzeltilmesi güç bir duruma gelmek. İş çıkarmak : -t. Çok iş yapmak. -2. Sorun yaratmak. İş edinmek (bir şeyi) : Onu görev olarak kabul etmek, onunla sürekli ilgilenmek. İşe koşmak (birini): Ona iş yüklemek, onu bir işle görevlendirmek. İş etmek: Aldatmak, zarar sokmak. (Kars. Oyun etmek, oyun oynamak.) İşe yaramak: -1. Elverişli nitelikte bulunmak. -2. İş yapabilecek durumda olmak. İş görmek: -1. İş yapmak. -2. Bir iş için elverişli olmak İş güç : Görev, meslek. İşi aksi gitmek: İstediği sonucu elde edememek. İşi-başından aşmak (işi başından aşkın olmak) : Yapacak pekçok işi bulunmak. İşi bitmek: -1. Yaptığı iş sona ermek. -2. İş yapacak durumu, kuvveti kalmamak. İşi bozulmak : Geçimini sağladığı işinde zarar etmeye başlamak. İşi ciddiye almak : Konuya, soruna önem vermek. İşi düşmek (biri yere) (birine): Bir yerde yapılacak işi bulunmak. -2. Bir kimsenin yardımıyla bitirilebilecek bir işi olmak. İşi (bir şeye) vurmak (dökmek) : Başka bir biçimde davranmak, …gibi görünmek. İşi İş olmak :Sevinç yaratan bir duruma kavuşmak. İş inada binmek: Bir işi yapmakta, (ya da yapmamakta) direnmek,inatlaşmak. İşin alayında olmak: O işe gereken önemi, değeri vermemek. İşinden olmak: İşini kaybetmek. İ İşi ne? : “Ne işi var?” anlamında. İşine gelmek : Çıkarına uygun düşmek. İşini bilmek : Nereden, nasıl çıkar sağlanacağını bilmek. İşini bHirmek : -1. Birini artık iş yapamaz duruma getirmek. -2. Onu öldürmek. İşin içinde iş var : Bir konunun arkasında onunla doğrudan İlgili olmayan durumların da bulunduğunu belirtmek için söylenir. İşini görmek : -1. Kendi işini ya da başkasının İşini yapmak. -2. Başka bir şeyin yapacağı işi yapacak nitelikte olmak. -3. Dövmek. -4. öldürmek İşini uydurmak : Kurnazlıkla işlerini istediği gibi yürütmek. İşin mi yok: “Önemli deği, boş ver!” anlamında. İşin kötüsü (fenası) : Üst üste gelen tersliklerde kullanılır. İşin rengi değişmek : İş, konu başka bir biçime bürünmek, nitelik bazanmak. İşin ucu birine dokunmak : Söz konusu işten dolaylı olarak zarar görmek İşi oluruna bırakmak: Yapmakta olduğu bir İşte gerekli titizliği göstermemek, İşi raslantılara, doğal akışına bırakmak. İşi pişirmek: -1. Bir işi sonuca ulaştıracak gerekli hazırlıkları yapmak. -2. Kadın erkek aralarında gizlice anlaşmak. (Kars. Mercimeği fırına vermek.) işi rast gitmek : Şansının da yardımıyla işleri istediği gibi olmak; rast gitmek. İşi resmiyete dökmek : O işe resmi bir nitelik vermek. İşi sağlama bağlamak : Bir İşin tam olarak yapılması için gerekli önlemleri almak İş işten geçmek : Bir iş için uygun olan fırsatı kaçırmak. İş tatlıya bağlamak:Konuyu, sorunu iyi, memnun edici bir çözüme ulaştırmak. işi tıkırında (yolunda) olmak: İşi istediği biçimde yürümek İşitmezlikten gelmek: İşitmemiş gibi davranmak. İşi yokuşa sürmek: Herhangi bir konuda engellemede bulunmak, güçlük çıkarmak İş karıştırmak: -1. Araya fesat sokmak -2. Zararlı bir iş yapmak. İşkembeden atmak (söylemek): Herhangi bir kaynağa dayanmayan ve inandırıcılığı olmayan sözler söylemek. İster açılmak: Alışverişe canlılık gelmek. İş olsun diye : Herhangi bir amaç gütmeden, iş yapyor görünerek İşporta mal: Değeri, niteliği düşük mal. İşportaya düşmek : Değerini yitirip daha ucuza satılmaya başlamak İş sarpa sarmak : İş birtakım zorlu engellerle karşılaşmak İştah açmak : Yemek yeme isteğini artırmak İştahı açılmak : Yemek yeme İsteği artmak İştahı kapanmak: Yemek yeme İsteği azalmak. İşten atmak (birini): Onun görevine son vermek İşten bile değil: Çok kolay. İşten el çektirmek (birine) : Bir suçu ya da ihmali bulunduğu gerekçesiyle bir kimsenin İşine son vermek İşten güçten kalmak : Herhangi bir nedenle çalışamamak, işini yapamamak İş tutmak : Bir işte çalışmak (Kars. Ekmeğini eline almak.) İş var (bunda, bu kimsede) : -1. “Bu şey daha işe yarar.” -2. *Bu kişi iyi işler yapabilir.” anlamında. İş yapmak : İyi kazanç getirmek. İş yok (bunda, bu kimsede): -1. ‘Bu şey işe yaramaz.” -2. “Bu kişi çalışamaz, verimli işler yapamaz.” anlamında. İtibardan düşmek : -1. Bir kimse saygınlığını yitirmek -2. Bir şey önemini, değerini yitirmek İtibar etmek (birine) (bir şeye) : -1. Ona saygı göstermek -2. Onu dikkate almak önemsemek İtibar kazanmak : Saygınlığını yeniden elde etmek. İtimadı sarsılmak (birine): Artık ona güvenmemek. İtimat beslemek (birine) : öna güvenmek; güven beslemek. İtimat telkin etmek: Güven duygusu uyandırmak; güven vermek. İtin ****** (kıçına) sokmak (birini) : Onu ağır sözler söyleyerek rezil etmek İt ite (buyurur), it de kuyruğuna : “Tembel kimseler kendilerine buy-rulan bir işi başkalarına yüklerler, böylece iş sürüncemede kalır.” İt kopuk: Serseri, aşağılık, terbiyesiz (kimseler). İyiden iyiye : Gereken biçimde. İyi etmek : -1, Tedavi etmek, sağlığına kavuşturmak. -2. Yaptığı iş uygun olmak. -3- Zarar vermek, zarara sokmak. -4. Parasını, malını çalmak. İyi gelmek: -1. Uymak. -2. Sağlığına kavuşmasına yaramak. İyi gözle bakmamak : Hakkında iyi şeyler düşünmemek. İyi gün dostu : Dostlarına iyi günlerinde yakınlık gösteren, kötü günlerinde onlardan uzaklaşan kimse için alay yollu söylenir. İyi iş (doğrusu): Beğenilmeyen bir durum, olay karşısında şaşkınlığı belirtmek için söylenir. İyi kalpli (yürekli) : Herkes için iyi şeyler düşünen kimse için söylenir. İyi ki: Sevindirici bir durum, güzel bir rastlantı olarak. İyi kötü : -1. Uta iyi ne kötü, orta halli. -2. Oldukça iyi. İyiliği dokunmak (birine) : Ona yardım etmek, faydası olmak. İyilik sağlık, (iyilik güzellik): “Nasılsınız?” sorusuna karşılık olarak söylenen ve sağlıklı, durumunun iyi olduğu bildiren söz. İyi olmak: -1. iyileşmek, sağlığına kavuşmak. -2. Yerinde olmak. -3. Uygun olmak. İyi saatte olsunlar : Cinler periler için kullanılır. İyisi mi: Yapıiacak en doğru şey. İyiye çakmek (yormak) (bir şeyi): Bir düşünceyi ya da olayı iyi (o-lumlu) yönden değerlendirmek. İyiye iyi, kötüye kötü demek: Gerçekleri olduğu gibi söylemek, kimsenin hatın için herhangi bir durumu olduğundan farklı göstermemek. İzin almak (koparmak) (birinden): İstediği bir şeyi yapabilmek ya da istediği bir yere gidebilmek için daha yetkili birinden serbest bırakılmasını sağlamak. İzinde yürümek (izine uymak) : Bir kimsenin başladığı bir işi aynı anlayış ve yöntemle yürütmek. İzine düşmek: İzlemek, peşi sıra gitmek. İz sürmek: -1. İnsan ya da hayvanların ayak izlerine bakarak nereye gittiklerini aniamak ve gittikleri yeri bulmaya çalışmak. -2. İzlemek, ar-; kasından gitmek, takip etmek. İzzetinefsine dokunmak : bk. Onuruna dokunmak. İzzetinefsine yedirememek : bk. Onuruna yedirememek. |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.