ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Edebiyat / Dil Bilgisi (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=658)
-   -   Deyimler'in Açıklaması (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=886022)

Prof. Dr. Sinsi 10-10-2012 12:16 AM

Deyimler'in Açıklaması
 
Hatırını kırmamak: Onun ricasını, isteğini yerine getirmek.
Hatırını saymak : Bir kimseye gereken saygıyı göstermek.
Hatırı sayılır : -1. Sözü geçen, saygı gören (kimse). -2. Oldukça çok.
Hatır için : Onu sevindirmek için, onun gönlü olsun diye.
Hatır sormak : “Nasılsınız, iyi misiniz?” diye sormak.
Hava almak : -1. Açık havaya çıkıp dinlenmek. -2. İçine hava dolmak. -3. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulmamak.
Hava atmak (basmak): Üstünlük taslamak. (Kars. Çalım satmak.)
Havada kalmak : -1. İstenilen sonuca ulaşmamak. -2. Bir düşünce ka­nıtlanmadığı için tutarlı olamamak.
Havadan sudan konuşmak : Belli bir konudan değil de, günlük gelişi­güzel konulardan konuşmak. (Kars. Dereden tepeden konuşmak.)
Hava hoş : “Bir kimseye göre bir işin şöyle ya da böyle olması pek bir fark yaratmaz.” anlamında.
Havanda su dövmek : Hiçbir yarar sağlamayan, sonuca bağlanma­yan işler yapmış olmak.
Hava parası: Bir yeri kiralamak ya da satın almak için, o yerde otu­ranlara açıktan verilen para.
Hava vermek: Bir şeyin, yerin etkileyici duruma gelmesine yardımcı. olmak.
Havaya gitmek : Hiç bir işe yaramamak; boşa gitmek.
Havaya savurmak (bir şeyi) : Onu savurganca harcayıp tüketmek.
Havaya uçmak : Bir patlama sonucu dağılmak, param parça olmak.
Havsalası almamak (havsalasına sığmamak) (bir şeyi) : Onu, onun olabileceğini aklı bir türlü kabul etmemek; kafası almamak.
Hay ağzına sağlık : bk. Ağzına sağlık.
Hay aksi şeytan : bk. Aksi şeytan.
Hayale dalmak : Yaşadığı ortamdan uzaklaşıp düş dünyasına dalmak.
Hayale kapılmak : Hayallerin etkisinde kalmak.
Hayal gücü : bk. Düş gücü.
Hayalinden geçirmek (bir şeyi, birini): Onu düşünmek.
Hayal kırıklığı: Düşünülen bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü; düş kırıklığı.
Hayal kurmak: Gerçekleşmesi istenen bir şeyi düşünmek; düş kur­mak.
Hayal meyal: -1. Betti belirsiz bir biçimde. -2. Açık seçik olmayan.
Hayata atılmak : Geçimini sağlamak üzere çalışmaya başlamak.
Hayat adamı: Günün koşutlarına ayak uydurabilen, her işi başarabi­*** kimse.
Hayata geçirmek : bk. Yaşama geçirmek.
Hayata gözlerini kapamak (yummak): Ölmek.
Hayata küsmek: Yaşama sevincini yitirmek.
Hayat arkadaşı: -1. Eş, kadın için koca, erkek için kadın. -2. Birlikte
yaşamaya başlayan kimselerden (kadın ve erkek) her biri.
Hayatı kaymak : Yaşama düzeni alt üst olmak.
Hayatına girmek (biri): Biri onun yaşamında yer almak.
Hayatına (yaşamına) son vermek (biri, bir şey): -1. Kendini öldür­mek, intihar etmek. -2. Kapatmak, bitirmek.
Hayatını borçlu olmak (birine): -1. Biri tarafından ölümden kurtarıl­mış olmak. -2. Yaşamını bir kimsenin desteğiyle kazanmış olmak.
Hayatını kazanmak :Geçimini sağlamak.
Hayatını yaşamak : Yaşamını dilediği gibi geçirmek.
Hayat kadını: Genel kadın, ******, ******.
Hayat kavgası (mücadelesi): Yaşamak için harcanan çabalar.
Hayat memat meselesi: Hayati önemi olan sorun konu; ölüm kalım meselesi.
Hayat pahalılığı: Gelir ile gider arasındaki dengenin gelir aleyhine bo­zulması; temel gereksinmelerin pahalı olması.
Hayatta olmaz : “Hiçbir zaman olmaz.” anlamında; dünyada olmaz.
Hayat vermek (bir şeye, bîrine) : Onu canlandırmak, ona canlılık ka­zandırmak.
Haybeye kürek çekmek: Boşu boşuna uğraşmak, hiçbir olumlu so­nuç alamamak.
Haydi canım sen de: “Haydi oradan, olmaz öyle şey, bu ciddiye alı­namaz.” anlamrnda.
Haydi haydi: -1. “Fazla uzatma, kısa kes.’ -2. Kolay kolay ,bol bol. -3. Olsa olsa, en çok.
Haydi oradan : -1. “Olmaz öyle şey.” -2. “Çekil git oradan.” anlamın­da.
Hayır beklememek (bir şeyden, birinden) : Ondan yarar ummamak, onun iyi olacağını sanmamak.
Hayırdır inşallah : -1. “Gördüğün düş iyi bir olayın habercisi olsun.” -2. (Şaşkınlık yaratan durumlarda) “O da ne?” anlamında söylenir.
Hayır etmemek : -1. Yararı olmamak. -2. İşe yaramamak.
Hayır gelmemek (bir şeyden, birinden) : Onun bir yararı dokunma­mak.
Hayır görmemek (bir şeyden, birinden): Ondan yarar sağlayama­mak.
Hayır İşlemek : Yararlı bir davranışta bulunmak.
Hayır kalmamak (bir şeyden, birinde) : O şey işe yaramaz, o kimse iş göremez duruma gelmek.
Hayır ola (hayrola): “Ne var, ne oluyor?” anlamında merak bildirir.
Hayır sahibi: İyilik yapmayı seven kimse.
Hayır yok (bir şeyde) (birinde): -1. “O şey artık işe yaramaz.” -2. “O kimseye güvenmeyin, İstediğinizi yapamaz.” anlamında.
Hayra yormak (bir şeyi) : Bir olayı, bir düşü iyi bir durumun belirtisi olarak saymak.
Hayrete düşmek : Şaşmak, şaşırıp kalmak.
Hayrı dokunmak (bir şey, birine): -1. O şey bir işe yaramak. -2. Ona iyilikte bulunmak, onun İyiliğini görmek.
Hayrını görmek (bir şeyin) : Onu iyi günlerde kullanmak.
Hazıra konmak : Hiçbir emek harcamadan başkasının yaptığı bir şey­den yararlanmak.
Hazırdan yemek : Çalışmadan eski kazandıklarını yemek.
Hazırlık görmek : -1. Bir iş için gereken şeyleri hazırlamak. -2. Bir yol­culuk için gerekenleri tamamlamak.
Hazır yiyici: Çalışmayan, daha önce kazanılmış olanları harcayan tembel (kimse).
Hedef almak (bir şeyi) (birini) : -1. O şeye nişan almak. -2. Bir şeyi ona yöneltmek. -3. Yermek, eleştirmek yıpratmak düşüncesiyle onu karşısına almak.
Hedef olmak (bir şeye) : İstenmeyen, hoş olmayan bir davranışla kar­şılaşmak.
Helak etmek (birini, kendini) : -1. Onu öldürmek, ortadan kaldırmak -2. Onu çok yormak, bitkin duruma getirmek.
Helak olmak : -1. Ölmek, yok olmak. -2. Çok yorulmak, bitkin düşmek.
Helal olsun : -1. “Bu şeyi ona verdim, güle güle kullansın.” -2. “Verdi­ğim şeyin karşılığını istemiyorum, ona bırakıyorum.” -3. “Büyük bir ye­teneği var.” anlamında.
Helal süt emmiş : İyi ahlaklı, temiz karakterli (kimse).
Hele bir: “Yap da göreyim, bak o zaman sana gösteririm.” anlamında tehdit sözü.
Hele şükür: “Çok şükür istenen sonuca ulaşıldı.” anlamında.
Hemen hemen : Yaklaşık olarak; aşağı yukarı.
Hem kel, hem fodul: Hem yeteneksiz, hem de üstün olduğunu iddia eden (kimse).
Hem nalına hem mıhına (vurmak) : Birbirine karşı olan iki yanı da destekleme (destekler biçimde konuşmak).
Hem suçlu hem güçlü : Suçlu olduğu halde karşısındakini suçlamaya kalkışan (kimse).
Hep bir ağızdan: Aynı anda pekçok kişi beraberce (söylemek, konuş­mak).
Her Allah’ın günü : Her gün; Tanrı’nın günü.
Her boyaya girip çıkmak:Çeşitli işlerde belirli süreler çalışmış olmak.
Her dem taze : -1. Yaşlı olduğu halde her zaman genç görünmeye ça­lışan (kimse), -2. Bütün yıl yeşil kalan (bitki).
Her derde deva : Birçok şeye çare olan, birçok hastalığa iyi gelen.
Her gördüğü sakallıyı babası sanmak: Görünüşe aldanmak.
Her işe burnunu sokmak: İlgisi olsun olmasın her şeye karışmak; burnunu sokmak.
Her kafadan bir ses çıkmak : Bir konuda konuşurken herkes aynı an­da düşüncesini söylemek..
Herkese şapur şupur da, bize gelince ya Rabbi şükür mü? : “Baş­kalarına cömertçe verdiğiniz şeyleri sıra bana gelince niçin esirgiyor­sunuz?” anlamında.
Her keseye uygun : Herkesin sıkıntıya düşmeden atabileceği ucuzluk­ta olan.
Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine : “Herkes bu işi yoluyla yöntemiyle yapıyor, biz İse bu konuda yanlış bir yol izliyoruz.’ anla­mında.
Herkesin ağzına düşmek (herkesin ağzına sakız olmak) : Dedikodu konusu olmak.
Her nasılsa : “Nasıl olduysa.” anlamında, beklenmedik bir durum karşı­sında kullanılır.
Her ne hal ise : “Uzatmayalım, geçelim.” anlamında.
Her ne ise : -1. “Ne olursa olsun.” -2. “Tutan neyse.” -3. “Olan olmuş, uzatmayalım artık.” anlamında.
Her nedense : Nasıl olduğu anlaşılmayan durumlar için kulanılır.
Her ne kadar: Şart cümlelerinin başına gelerek yargının* doğallığını, yetersizliğini bildirir.
Her tarafı buz kesmek : -1. Çok üşümek. -2. Şaşırıp kalmak, ne yapa­cağını bilememek.
Her tarakta bezi olmak : Birbirinden farklı işlerle uğraşır olmak; kırk tarakta bezi olmak.
Her telden çalmak: Her işi yapabilir, her şeyden anlar olmak.
Hesaba almak (katmak) (bir şeyi, birini): Onu göz önünde bulun­durmak, düşünmek; önemsemek.
Hesabı kesmek: Bir kimseyle ilişkiyi ya da alışverişi kesmek, buna son vermek.
Hesabını bilmek: Tutumlu olmak.
Hesabını görmek: -1. Borcunu ödemek. -2. Onu öldürmek.
Hesap etmek (bir şeyi): -1. Onu hesaplamak. -2. Onu kendi kendine tartışıp düşünmek.
Hesap sormak (birine, birinden): Bir kimseyi yaptıklarından dolayı sorguya çekmek.
Hesaptan düşmek (bir şeyi, birini): -1. Bir alacağı ya da borcu hesaptan çıkarmak. -2. Bir şeyi, bir kimseyi yok saymak.
Hesapta olmamak : Daha önce hiç düşünülmemiş olmak.
Hesap (hesabını) vermek: -1. Bir işin, harcamanın durumunu göster­mek. -2. Sorumlu olduğu bir konuda sorgudan geçmek, savunma yapmak.
Hevesi kursağında (içinde) kalmak: İstediği şeyi elde edememiş ol­mak.
Hevesini almak (bir şeyden): İstediği şeyi elde etmiş olmak.
Heyheyleri tutmak (gelmek, üstünde olmak) : Çok sinirlenmek, bağı­rıp çağırmak.
Hık demiş (anasının, babasının) burnundan düşmüş : Pekçok yönü, özelliği anasına, babasına benzeyen (kimse).
Hık mık etmek (demek) : -1. Sorulan bir soruya belli belirsiz karşılık­lar vermek. -2. Bir işi yapmamak için çeşitli nedenler İleri sürmek.
Hıncını (birinden) çıkarmak (almak): Öfkesini başkasına kötü davra­narak çıkarmaya çalışmak, öcünü (ondan) almak.
Hınç almak: bk. Öç almak.
Hır çıkarmak, (hırgür çıkarmak) : Olur olmaz şeylerden kavga çıkar­mak.
Hırsından çatlamak: Çok kızmak, öfkelenmek.
Hırsım almak: Bir davranışta bulunarak öfkesini yatıştırmak. (Kars. Acı­sını çıkarmak.)
Hırsını alamamak: Öfkesini yenememek.
Hırsını çıkarmak (birinden, bir şeyden): Öfkesin i bir başkasına ya da bir başka şeye sataşarak yenmeye çalışmak.
Hırsını yenmek : Öfkesini belli etmemeye çalışmak.
Hışmına uğramak: Birinin öfkesi, kızgınlığı kendisine yönelmek.
Hıyar ağa (ağası): Kaba, görgüsüz, saygısız (kimse).
Hızır gibi yetişmek; Bir kimse, bir başkasının sıkışık, çaresiz duru­munda yardımına yetişmek.
Hiç değilse (olmazsa): -1. “Başka bir şey olmasa bile.” -2. “Bari.” -3. “En azından? anlamında.
Hiç yoktan : Durup dururken, boş yere, hiç yüzünden.
Hiddete gelmek (kapılmak): Kızmak, öfkelenmek.
Hilesi hurdası yok : -1. Yalanı dolanı olmayan (şey), -2. Hile ile iş gör­meyen (kimse).
Hin oğlu hin : Çok kurnaz, çıkarını ve işini bilen (kimse). (Kars. Anası­nın gözü.)
Hislerine kapılmak: Duygularına göre davranmaya başlamak.
Hisse çıkarmak (bir şeyden) : -1. Kendisiyle ilgili bir yön bulmak. -2. Pay çıkarmak.
Hisse kapmak : Bir olaydan yararlı bir ders çıkarmak.
Hissi vermek (uyandırmak) (bir şey): O şey sözü edilen şeye ben­zer bir duygu uyandırmak, o izlenimi uyandırmak.
Hizaya gelmek: -1. Düzgün olarak sıraya dizelmek -2. Davranışlarını düzeltmek, doğru yola yönelmek.
Hizaya getirmek: -1. Bir çizgi üzerinde düzgün olmasını sağlamak. -2. Bir kimsenin davranışlarını çeşitli yollarla düzeltmek, onu doğru yola getirmek
Hodri meydan : “Kendine güvenen ortaya çıksın.” anlamında meydan okuma.
Hokka gibi: Ufak ve düzgün (ağız).
Hokka gibi oturmak : Giysi, vücuduna uygun gelmek, tam olmak.
Hop oturup hop kalkmak: Öfkesinden yerinde duramaz olmak, çok sinirlenmek.
Hora geçmek : İşe yaramak, beğenilmek; makbule geçmek.
Hor bakmak (hor görmek) (bir şeye, birine ) : Ona değer vermemek; aşağı görmek.
Hor kullanmak (bir şeyi) : Onu hırpaiarcaşına kullanmak
Horozlar ötmek : Sabah olmak.
Hor tutmak (birini) : Bir kimseye karşı kalbini kırarcasına davranmak.
Hoşafına gitmek (bir şey): Onu beğenmek, hoşuna gitmek.
Hoşafın yağı kesilmek: Güzel bir şey karşısında söyleyecek söz, yapacak bir şey bulamaz duruma gelmek
Hoşbeş etmek (biriyle): Onunla sohbet etmek
Hoş bulduk (safa bulduk): “Hoş geldiniz” sözüne karşılık olarak söylenir.
Hoşça kal (kalın): Bir yerden ayrılan kimsenin kalanlara söylediği iyi dilek sözü.
Hoş geldiniz (safa geldiniz): Konukları karşılarken söylenen nezaket sözü.
Hoş görmek (bir şeyi, birini) : Bir kimsenin kusurunu anlayışla karşı­lamak
Hoş tutmak (birini): Ona iyi davranmak, onu kırmaktan, incitmekten kaçınmak
Hoşuna gitmek : Bir şeyden, kimseden hoşlanmak, onu beğenmek.
Höt demek (birine): Onu korkutmak, ona çatmak (Kars. Gözdağı vermek.)
Hurdası çıkmak : İşe yaramayacak duruma gelmek çok eskimek bo­zulmak
Hurdaya çevirmek (bir şeyi): Artık onu işe yaramayacak, kullanıla­mayacak duruma getirmek
Huyuna suyuna gitmek: Bir kimseyi kızdırmayacak davranışlarda bu­lunmak, onun isteğine uygun hareket etmek.
Huyu suyu (birinin): Onun mizacı, karakteri.
Huzuru kaçmak: Rahatsız olmak tedirginlik duymak
Huzurunu kaçırmak: Onu rahatsız etmek, ona tedirginlik vermek
Huzur vermek (birine): -1. Onu rahat bırakmak -2. Onu dinlendir­mek
Hükmü geçmek (hüküm yürütmek) : Sözü geçmek, sözü dinlenmek
Hükümet kapısı: Devlet dairesi.
Hüküm giymek: Bir kimsenin hakkında ceza hükmü verilmek (Kars. Ceza yemek.)
Hüküm sürmek: -1. Bir yerin sahipliğini yapmak orada görevini sür­dürmek -2. Yaygın olmak, sürüp gitmek, devam etmek
Hüküm vermek: -1. Yargıç bir karara varmak ya da bir suçlu hakkın­da ceza vermek -2. İyice düşündükten sonra vardığı kararı bildirmek
Hülya kurmak (hülyaya dalmak) : Hayal kurmak.
Hürya etmek : Bir yere girerken ya da bir yerden çıkarken hep birlikte hücum etmek
Hüsnü kuruntu : Herhangi bir durumu kendisi için İyi olarak yorumla­ma.
Hüsrana uğramak: Bir işten beklenilen sonucun elde edilememesi yüzünden zarar görmek

Prof. Dr. Sinsi 10-10-2012 12:16 AM

Deyimler'in Açıklaması
 
<< I >>

Ikınıp sıkınmak : Bir iş yapabilmek için kendini çok zorlamak.
Irz düşmanı: Başkalarının namusuna göz diken ve isteğini yasa ve ahlakdışı yollarla sağlamaktan çekinmeyen kimse.
Irz ehi: Namuslu (kimse).
Irzına geçmek (ırzını bozmak) : -1. Zor kullanarak bir kimseyle cinsel ilişkide bulunrriak. -2. Bir şeyi bozmak, yozlaştırmak.
Isıtıp ısıtıp Önüne koymak (bir şeyi) : Daha önce söz konusu olan bir konuyu ikide bir gündeme getirmek. (Kars. Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öne sürmek.)
Iska geçmek (birşeyi) : -1. Hedefi tutturamamak. -2. Önem verme­mek, üzerinde durmamak, atlamak.
Iskartaya çıkarmak (bir şeyi) : Onu işe yaramaz duruma geldiği için aytnp bir kenara koymak.
Istırap çekmek: -1. Bir aayı yaşamak. -2. Üzülmek.
Istırap vermek (bir şey, birine) : -1. O şey o kimsenin acı çekmesine yol açmak. -2. O şey, o kimseyi üzmek.
Işığın altında : Bir durum ya da düşüncenin belli bir konuda yol göster­mesinden yararlanarak.
Işık tutmak (bîr şeye) (birine): -1. Bir yeri ışıkla aydınlatmak. -2. Bel­li bir konuda düşünceleriyle ona önderlik etmek, yol göstermek.

Prof. Dr. Sinsi 10-10-2012 12:16 AM

Deyimler'in Açıklaması
 
<< İ >>

İbret almak (bir şeyden): Ondan gereken dersi çıkarmak; ders al­mak.
İbreti âlem için: “Herkese ders olsun , herkes ders alsın diye.” anla­mında. .
İbret olmak (bir şey birine): O şey ona ders olmak
İcabına bakmak (bir şeyin, birinin): -1. Gereğini yerine getirmek, ge­rekeni yapmak. -2. Onu yok etmek, ortadan kaldırmak.
İcat çıkarmak: -1. Herkes tarafından yadırganan, garip karşılanan
davranışta bulunmak. -2. Ortaya gereği olmayan bir sorun atmak
İç açmak: Neşelendirin şeylerle sıkıntıları gidermek, ferahlatmak
İçeri atmak (almak, tıkmak) (birini): Onu hapsetmek, tutuklamak; hapse atmak. •
İçeri düşmek: Hapse düşmek, tutuklanmak.
İçeri girmek: -1. Zarar uğramak. -2. Hapse girmek.
İç etmek (bir şayi) : Başkasına ait bir şeyi kendisine mal etmek, ortadan kaldırmak, saklamak.
İç geçirmek : Derin bir soluk alıp vererek üzüntüsünü belirtmek.
İç güveysinden hallice : “Nasılsın?” sorusuna karşılık olarak söylenen ve “İyiyim, sıkıntılı birine göre daha iyi durumdayım” anlamına gelen söz.
İçi açılmak: İç sıkıntısı ortadan kalkıp neşelenmek, ferahlamak
İçi almamak (bir şeyi) : -1. Onu midesi kaldırmamak, kabul etme­mek. -2. Hoşlanmadığı bir şeyi yapmak istememek.
İçi bayılmak : -1. Çok acıkmak, -2. Fazla tatlı ya da yağlı bir yiyecek midesinde tuhaflık yaratmak, su içmek isteği duymak.
İçi beni yakar dışı eli (yakar): “Beni ilgilendiren bu konu başkalarına çekici görünür, ancak benim için oldukça sıkıntı vericidir.” anlamında.
İçi bulanmak : Midesi bulandığı için kusacak gibi olmak.
İçi burkulmak : Çok üzülmek. (Kars. Ciğeri sızlamak.)
İçi cız etmek: Çok üzülmek; yüreği cız etmek.
İçi çekmek (bir şeyi) : Bir şeye karşı içinde istek duymak. (Kars. Canı çekmek, gönlü çekmek.)
İçi dar : Sıkıntılı, beklemeye tahammülü olmayan (kimse).
İçi daralmak : İçi sıkılmak, sıkıntı nedeniyle bunalmak
İçi dayanmamak: bk. İçi götürmemek.
İçi dışı bir: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini açıkça söyleyen (kimse). (Kars. Özü sözü bir.)
İçi dışına çıkmak : -1. Bindiği taşıtın bozuk yoldan geçmesi sırasında ya da çok sallanmasından dolayı vücudu çok sarsılmak. -2. Midesi bulanıp kusmak.
İçi erimek: Çok üzülmek, tedirgin olmak.
İçi ezilmek: Acıkmaktan dolayı midesi rahatsız olmak; içi kazınmak, kıyılmak.
İçi geçmek : -1. Uykuya dalmak. -2. Yaşlılık ve zayıflık nedeniyle gücü azalmak.
İçi geniş : Tasasız, gamsız (kimse); yüreği geniş.
İçi gitmek : Bir şeyi yapmayı ya da elde etmeyi çok istemek. -2. İshal olmak, sürgün gitmek.
İçi götürmemek (dayanmamak) (bir şeyi) : -1. Aaklı bir duruma da-yanamamak; yüreği dayanmamak. -2. Onu kıskanmak. -3. Vicdanı el vermemek.
İçi hop etmek : Birdenbire heyecanlanmak; yüreği hop etmek.
İçi ısınmak (birine, bir şeye) : Ondan hoşlanmak, onu sevmek.
İçi içini yemek : İstedikleri olmuyor diye sürekli üzüntü içinde olmak.
İçi kalkmak (kabarmak) : -1. Midesi bulanmak, tiksinmek. -2. Ağlama ihtiyacı duymak. -3. Çok heyecanlanmak.
İçi kan ağlamak : Kimseye sezdirmeden üzülmek, çok kederlenmek.
İçi kararmak : Hiçbir şeyden zevk almaz duruma gelmek, umutsuzlu­ğa düşmek.
İçi kazınmak (kıyılmak) : Çok acıkmak; içi eritmek.
İçinden çıkmak : Zor bir işi başarıyla bitirmek.
İçinden doğmak: bk. İçinden gelmek.
İçinden geçirmek (bir şeyi) : Onu düşünmek, tasarlamak.
İçinden gelmek (doğmak): 0 şeyi yapmak isteği duymak.
İçinden (içten) pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen (kimse).
İçine atmak (bir şeyi) : -1. Üzüntüsünü kimseye bildirmemek. -2. Ken­disine yapılan kötüKiklere belli bir tepki göstermemekle birlikte bunla­rı unutmamak.
İçine çekilmek: Kimse ile görüşmez olmak, kendi kendine kalmayı tercin etmek; kabuğuna çekilmek.
İçine dert olmak : Yapılabilecek nitelikte olan bir şeyi yapamamış ol­duğu için üzülmek.
İçine doğmak : Bir şeylerin olacağını sezinlemek; gönlüne doğmak.
İçine dokunmak : Dertlenmek, kederlenmek, hüzünlenme^
İçine etmek (sıçmak) (bir şeyin) : Onu kötü bir duruma getirmek.
İçine işlemek : Bir söz, davranış, durum bir kimseye çok dokunmak, derinden etkilemek; yüreğine işlemek.
İçine kapanmak : -1. Çevresiyle sıkı, yakın ilişki kurmamak. -2. Duru­munu, duygularını kimseye açmamak.
İçine korku düşmek: Kötü bir şeyin olabileceğinden kaygılanmak.
İçine kurt düşmek : Kötü bir şey olacağı kuşkusu içinde olmak.
İçine oturmak : Çok etkilenmek, çok üzülmek.
İçine sinmemek: -1. Yalanlan da bulunmadığı için güzel bir şeyden tat alamamak. -2. Bir şey istediği gibi olmadığı İçin rahatsız olmak, o şeyi beğenmemek.
İçini açmak (birine): Derdini, sırrını ona anlatmak.
İçini bayıltmak: Fazla şekerli ve yağlı gıdalar yediği jçin artık hiçbir şey yiyemeyecek duruma gelmek.
İçini boşaltmak: -1. Kızdığı için bir kimseye içinden geçenleri söyle­yip rahatlamak. -2. Derdini anlatmak.
İçini çekmek: Üzüntüsünden derin derin nefes almak (Kars. Göğüs girmek, iç geçirmek.)*
İçini kemirmek : Onu sürekli rahatsız, tedirgin etmek.
İçini kurt yemek (kemirmek) : Sürekli kaygı içinde olmak.
İçinin yağı erimek : Kötü bir şey olacak diye üzüntü çekmek.
İçi parçalanmak (paralanmak): Bir kimsenin kötü durumuna aayıp üzülmek; yüreği parçalanmak.
İçi rahat etmek: Kötü bir şey olmadığını görerek, öğrenerek ferahla­mak.
İçi sıkılmak : Bunalmak, sıkıntı duymak.
İçi sızlamak : Kötü durumda olan bir şey ya da kimse için üzülmek.
İçi tez: Aceleci, sabırsız (kimse). (Kars. Canı tez, tez canlı.)
İçi titremek: -1. Çok üşümek. -2. Özen göstermek, zarar gelecek diye tasalanmak.
İçi yanmak : -1. Çok üzülmek. -2. Susamak.
İçler acısı: Çok aaklı, hüzün verici.
İçli dışlı olmak (biriyle): Onunla çok samimi ilişkiler içinde bulunmak; senli benli olmak.
İçtikleri su ayrı gitmemek: Çok yakın arkadaş olmak İdare etmek (bir şeyi) (birini): -1. Onu yönetmek. -2. Onu tutumlu kullanmak. -3. Yetmek, yetişmek. -4. Onu hoşgörüyle karşılamak. -5. Onu görmezlikten gelmek, örtbas etmek. İdaresini bilmek: Tutumlu davranmak
İddiaya tutuşmakfgirmek, girişmek) : Birbirine karşıt iddialar ile bah­se girişmek
İfadesini almak (birinin) : -1. Onu sorguya çekmek. -2. Onu dövmek, hırpalamak. -3. Onu yenmek, ona üstün gelmek.
İflahım kesmek : İş yapamaz duruma getirmek.
İflas bayrağını çekmek: İflas etmek, her şeyini yitirmek, batmak.
İfrata kaçmak: Düşüncelerinde, davranışlarında çok ileri, aşırı gitmek.
İfrata vardırmak (bir şeyi): Onu aşırı ölçüye vardırmak
İfrit etmek (bîrini) : Onu ç$k öfkelendirmek, kızdırmak (Kars. Çileden çıkarmak.)
İfrit olmak (kesilmek) (birine, bir şeye): Ona çok kızmak, öfkelen­mek. (Kars. Çileden çıkmak.)
İftihara geçmek : Derslerinde başarılı, davranışlarında beğenilir olup üstün öğrenci seçilmek.
İftira atmak (etmek) (birine): On asılsız ve kasıtlı bir suç yüklemek (Kars. Kara çalmak.)
İftiraya uğramak : Kendisine asılsız bir iftira yüklenmiş olmak.
İğne atsan yere düşmez: Bir yerin çok kalabalık olduğunu belirtmek İÇtn kullandır.
İğne ile kuyu kazmak : Zor bir işi yetersiz araç ve gereçlerle büyük bir çaba harcayarak başarmaya çalışmak.
İğne ipliğe dönmek (iğne İplik kalmak): Çok zayıflamak.
İhtilafa düşmek: Bozuşmak, uyuşamamak; aralarında anlaşmazlık doğmak.
İhtimal vermemek (bir şeye) : Onun gerçekleşebileceğini düşünme­mek, sanmamak.
İhtimam göstermek (birine, bir şeye): Onajyi bakmak, onunla ya­kından ilgilenmek; özen göstermek.
İhtiyaç duymak (hissetmek) (bir şeye, birine): Ona gereksinme duymak.
İki ahbap çavuş(lar): Birbirlerinden hiç ayrılmayan, hep beraber dola­şan iki arkadaş.
İki arada bir derede : Sıkışık durumda bile bir fırsat bularak, olanak yaratarak. -
İki arada bir derede kalmak: Çok güç bir durumla karşı karşıya gel­mek.
İki ateş arasında kalmak: Tehlikeli bir durum karşısında ne yapacağı­nı şaşırmak, bir türiü karar verememek.
İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi bir işi hemen yapıp bitir­mesi için sıkıştırmak, zorlamak
İki çift laf etmek : Bir İki söz söylemek, biraz konuşmak.
İkide bir, ikide birde : Sık sık.
İki dirhem bir çekirdek: özenli giyinmiş (kimse).
İki eli yakasında olmak: Ondan hesap sormak.
İki eli kanda olsa : “Hangi işi yaparsa yapsın, hangi durumda olur­sa olsun.” anlamında.
İki gözü iki çeşme : Durmadan ağlayarak, gözyaşı dökerek.
İki gözüm : Sevilen, değer verilen kimse için söylenen sevgi sözü.
İki gözüm önüme aksın : Birini bir şeye inandırmak için ‘Dediklerim doğru değilse, kör olayım” anlamında yemin sözü.
İki lafı bir araya getirememek : bk. İki sözü bir araya getirememek.
İkili oynamak : Birbirine karşıt olan her iki yanı destekler bir tavır takın­mak
İkindi üstü (üzeri) : İkindi vaktinde.
İki paralık etmek (birin) : Söz ya da davranışlarıyla bir kimsenin de­ğerini, itibarını düşürmek
İki paralık olmak : kibarı azalmak, utanılacak bir duruma düşmek.
İki rahmetten biri: (Çok ağır hastalar için) “Ya sağlığına kavuşsun, ya da ölüp kurtulsun’ anlamında söylenir.
İki seksen uzanmak : -1. Boylu boyunca yere serilmek -2. Keyiflen­mek, neşelenmek.
İki seksen uzatmak (birini) : Onu sert bir vuruşla yere sermek
İkisi de bir (aynı) kapıya çıkar: (Söz ve davranışlar için) “Her ikisi de aynı sonuca varır.” anlamında.
İki sözü (lafı) bir araya getirememek: Söylemek istediklerini düzenli bir biçimde dile getirememek
İki ucu boklu deynek: “Bir sorunun çözülmesi için hangi yolu dener­sen dene hepsi sakıncalı.11 anlamında. .

Prof. Dr. Sinsi 10-10-2012 12:16 AM

Deyimler'in Açıklaması
 
İki ucunu bir araya getirememek (bir şeyin): -1. Gelirle gideri denk-leştirememek. -2. İşleri yoluna koyamamak
İki yakası bir araya gelememek: Geçim sıkıntısından bir türiü kurîula-mamak.
İktisat etmek (yapmak):Tutumlu davranmak, tasarruf etmek haç gibi gelmek (bir şey): O şey umulmayan bir anda gelerek işe yaramak
İlaç için yok : “Söz konusu şey hiç yok” anlamında.
İleri almak (bir şeyi) : -1. Öne almak. -2. Daha üstün bir yere geçir­mek.
İleri geçmek : Öne geçmek, üstün bir duruma geçmek.
İleri gelenler: Bir toplulukta sözü geçer durumda olanlar.
İleri gelmek (bir şeyden) : O şeyden meydana gelmek, o şeyin etki­siyle oluşmak.
İleri geri konuşmak (laf etmek, söylenmek): Yersiz ve kına sözler söylemek.
İleri gitmek (varmak) : Söz ve davranışlarda aşırıya kaçmak.
İlerisini gerisini düşünmemek (hesaplamamak) : Söylenen bir sö­zün, yapılan bir davranışın ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünme­mek.
İleri sürmek (bir şeyi) : -1. Onu öne doğru yürütmek. -2. Bir görüş or­taya atmak, önermek.
İleriyi görmek: İleride neler olacağını kestirebilmek; tahmin etmek,
sezmek; uzağı görmek.
İler tutar yanı olmamak (kalmamak) : Bozuk, kötü, kullanıimaz bir du­ruma gelmek.
İlgi beslemek (bir şeye, bîrine) : Ona karşı içinde merak duymak; alaka beslemek.
İlgi çekici: İlginç, enteresan, merak uyandırıcı.
İlgi çekmek (bir şey, bir kimse): İlgiyi üzerinde toplamak; alaka çek­mek.
İlgi duymak (bir şeye, birine) :Onunla ilgilenmek; alaka duymak.
İlgi görmek: -1. Çok önemsenmek. -2. Çok sevilmek; alaka görmek.
İlgi toplamak: Pekçok kimsenin önem verdiği şey, kimse durumuna gelmek. . .
İliğine kemiğine işlemek : -1. Yağmur suları giyiminden geçip bedent-ni iyice ıslatmak. -2. O şey bütün benliğini kaplamak, ondan çok etki­lenmek.
İliğini kurutmak : Canından bezdirecek duruma getirmek; kanım ku­rutmak.
İlişki kurmak: Bir yer ya da kimseyle bağlantı sağlamak; münasebet
kurmak, temas kurmak. İlk adım : Başlangıç. İlk ağızda : İlkin, İlk önce.
İlk elden : -1. Baştan beri. -2. Dolaysız, aracısız olarak. İlk göz ağrısı: -1. İlk sevgüi; eski göz ağrısı. -2. İlk doğan çocuk ya
da torun.
İllallah demek (bir şeyden, birinden): Ondan iyice bıkmak, ona kat­lanamaz duruma gelmek.
İlmini almak (bir şeyin) : Bir işin en ince yönlerini bile öğrenmek.
İltimas geçmek (birine): Onu kayırmak, ona hakkından fazlasını ver­mek.
İmamın dört çiftesine (kayığına) binmek : Ölmek.
İmam kayığı: Tabut
İmam suyu: Rakı.
İmana gelmek: -1. Önce karşı çıktığı bir şeyi kabul edip istenileni yap­mak. -2. Sonunda doğruyu söylemek. -3. İslamlığı benimsemek.
İmanı gevremek : Bir işi gerçekleştirirken çok yorulmak.
İmiğine sarılmak : Bir kimseyi bir İş için çok sıkıştırmak; ümüğüne sa­rılmak.
İmlaya gelmemek : Düzeltilmeyecek durumda olmak.
İmlaya getirmek (bir şeyi) : Onu yola getirmek, düzeltmek.
İmtihana çekmek (birini) : Bilgisini ölçmek, onu sınamak, denemek.
İmza atmak (etmek), imzayı basmak (çakmak): İmzalamak, imzası­nı koymak.
İnan olsun!: “Bana inan, inanın ki.” anlamında.
İnceden inceye : Titizce, en küçük ayrıntılarına kadar.
İnce eleyip sık dokumak : Bir şeyi en küçük ayrıntılarına kadar göz­den geçirmek.
İnce hastalık: Verem.
İnce iş : Dikkatli, hesaplı iş.
İn cin top oynuyor (in cin yok): Issız, sessiz.yer.
İncir çekirdeğini doldurmaz: Çok küçük, az ya da önemsiz (şey).
İnfial uyandırmak : Öfke yaratmak, tepkiye yol açmak.
İnim inim inlemek: -1. Sürekli olarak inlemek. -2. Çok büyük sıkıntıda (olmak, yoksulluk çekmek, baskı altında yaşamak.
İniş aşağı: Bayırdan aşağı doğru.
İnme inmek (birine): O felç olmak, ona felç gelmek.
İn misin, cin misin? : Teklifsiz konuşmada “İnsan mısın, cin misin?” anlamında söylenir.
İnsafa gelmek: Haksız tutumundan vazgeçip adalet ve merhametle davranmak.
İnsafına kalmak (bir şey, birinin): Bir şeyin istenilen biçimde olabil­mesi o şeyi yapacak’kimsenin doğruluk duygusuna ve isteğine bağlı olmak. (Kars. Sütün» kalmak.)
İnsan eti yemek: Bir kimseyi çekiştirmek, hakkında dedikodu yap­mak.
İnsan hali: Her insanın yapabileceği, hoş karşılanması gereken bir du­rum.
İnsan içine çıkmak : Başka insanlarla itişki, yakınlık kurmak.
İnsan kurusu : Çok zayıf (kimse).
İnsanlık hali: Hoşgörüyle karşılanması gereken durum.
İnsanlıktan çıkmak : -1. Çok zayıflamak. -2. Bir insana yakışır davra­nışlarda bulunmamak.
İnsan sarrafı: İyi ve kötü insanları iyi tanıyabilen kimse.
İnşallahla maşallahla : Her şeyi Tanrı’ya bırakmakla, hiçbir çaba gös­termeden.
İntikam almak (birinden): Yapılan kötülüğün acısını çıkarmak; öç al­mak.
İnzivaya çekilmek : Dünyadan elini eteğini çekmek, hiçbir şeyle ilgi­lenmemek; bir köşeye çekilmek, dünyadan elini eteğini çekmek.
İpe çekmek (birini): Onu asarak öldürmek.
İpe sapa gelmez : Tutarsız, mantıkdışı, saçma (söz, konuşma).
İpe un sermek: Birtakım bahaneler ileri sürerek istenilen bir işi yap­maktan kaçınmak.
İpi koparmak : Bağlı bulunduğu yer ya da kişiyle ilişkisini kesmek.
İpini koparmak : Başıboş kalmak, haylazlaşmak.
İpin ucunu kaçırmak: Bir işi yürütemez duruma gelmek, düzensizlik, yöntemsizlik yüzünden bir işi çıkmaza sokmak.
İp iputtah sivri külah : Hiçbir malı, mülkü, çoluğu çocuğu olmayan (kimse). * .
İple çekmek (bir şeyi) : O şeyin zamanının gelmesini sabırsızlıkla
beklemek.
İpler birini elinde olmak : -1. İşi el altından yönetmek. -2. Yönetimde perde arkasında söz sahibi olmak.
İpliğini pazara çıkarmak:Bir kimsenin kötü niteliğini ortaya çıkarmak.
İpsiz sapsız : -1. Serseri, hayta (kimse). -2. Yersiz, saçma (söz).
İpucu vermek (birine) : Ona öğrenmek istediği, aradığı şeyi bulmaya yarayan bir işaret göstermek.
İsabet almak : Vurulmak, yaralanmak.
İsabet buyurdunuz: “Tam dediğiniz gibi, gerçekten efe Öyle.” anlamın­da destekleyici söz, - ,,
İsabet ki: İyi ki.
İsabet oldu : “Tam isteğe uygun, yerinde oldu.” anlamında.
İsim yapmak : Ünlenmek, herkesçe tanınır duruma gelmek. İsim takmak (birine): Ona niteliklerine uygun bir isim vermek ; ad takmak.
İskele babası: -1. Eviyle, çoluk çocuğuyla ilgilenmeyen erkek için alay yollu söylenir. -2. Iriyah adam.
İskeleti çıkmak: Çok zayıflamak.
İsmi geçmek: Adından söz edilmek; adı geçmek.
İsmiyle cismiyle : Adı ve varlığıyla, adıyla sanryla.
İsrafa kaçmak : Gereksiz yere aşırı harcamalarda bulunmak.
İstediği gibi at koşturmak (oynatmak): Keyfince, istediği gibi davran­mak.
İstemem yan cebime koy : Kendisine verilen bahşiş, hediye, rüşvet vb’yi aimak istemediğini belirttiği halde verilmesinden memnun olan­ların durumu îçjn söylenir.
İster istemez: Elinde olmadan, zorunlu olarak.
İstifayı basmak : Herhangi bir nedenle, ani bir kararla görevinden çe­kilmek.
İstifini bozmamak: Bir oîay karşısında hiçbir tepki göstermemek, aldı­rış etmemek.
İstikamet vermek: bk. Yön vermek.
İsyan bayrağını açmak (çekmek): Karşı gelmek, baş kaldırmak.
İş başa düşmek : Kendi işini başkasından hiç yardım görmeden ken­disi yapmak zorunda kalmak
İş çevirmek : Gizli, dolambaçlı bir iş yapmak.
İş çığrından çıkmak: Bir konu düzeltilmesi güç bir duruma gelmek.
İş çıkarmak : -t. Çok iş yapmak. -2. Sorun yaratmak.
İş edinmek (bir şeyi) : Onu görev olarak kabul etmek, onunla sürekli ilgilenmek.
İşe koşmak (birini): Ona iş yüklemek, onu bir işle görevlendirmek.
İş etmek: Aldatmak, zarar sokmak. (Kars. Oyun etmek, oyun oyna­mak.)
İşe yaramak: -1. Elverişli nitelikte bulunmak. -2. İş yapabilecek du­rumda olmak.
İş görmek: -1. İş yapmak. -2. Bir iş için elverişli olmak
İş güç : Görev, meslek.
İşi aksi gitmek: İstediği sonucu elde edememek.
İşi-başından aşmak (işi başından aşkın olmak) : Yapacak pekçok işi bulunmak.
İşi bitmek: -1. Yaptığı iş sona ermek. -2. İş yapacak durumu, kuvveti kalmamak.
İşi bozulmak : Geçimini sağladığı işinde zarar etmeye başlamak.
İşi ciddiye almak : Konuya, soruna önem vermek.
İşi düşmek (biri yere) (birine): Bir yerde yapılacak işi bulunmak. -2.
Bir kimsenin yardımıyla bitirilebilecek bir işi olmak.
İşi (bir şeye) vurmak (dökmek) : Başka bir biçimde davranmak, …gi­bi görünmek.
İşi İş olmak :Sevinç yaratan bir duruma kavuşmak.
İş inada binmek: Bir işi yapmakta, (ya da yapmamakta) direnmek,inatlaşmak.
İşin alayında olmak: O işe gereken önemi, değeri vermemek.
İşinden olmak: İşini kaybetmek. İ
İşi ne? : “Ne işi var?” anlamında.
İşine gelmek : Çıkarına uygun düşmek.
İşini bilmek : Nereden, nasıl çıkar sağlanacağını bilmek.
İşini bHirmek : -1. Birini artık iş yapamaz duruma getirmek. -2. Onu öl­dürmek.
İşin içinde iş var : Bir konunun arkasında onunla doğrudan İlgili olma­yan durumların da bulunduğunu belirtmek için söylenir.
İşini görmek : -1. Kendi işini ya da başkasının İşini yapmak. -2. Başka bir şeyin yapacağı işi yapacak nitelikte olmak. -3. Dövmek. -4. öldür­mek
İşini uydurmak : Kurnazlıkla işlerini istediği gibi yürütmek.
İşin mi yok: “Önemli deği, boş ver!” anlamında. İşin kötüsü (fenası) : Üst üste gelen tersliklerde kullanılır.
İşin rengi değişmek : İş, konu başka bir biçime bürünmek, nitelik bazanmak.
İşin ucu birine dokunmak : Söz konusu işten dolaylı olarak zarar görmek
İşi oluruna bırakmak: Yapmakta olduğu bir İşte gerekli titizliği göstermemek,
İşi raslantılara, doğal akışına bırakmak.
İşi pişirmek: -1. Bir işi sonuca ulaştıracak gerekli hazırlıkları yapmak. -2. Kadın erkek aralarında gizlice anlaşmak. (Kars. Mercimeği fırına vermek.)
işi rast gitmek : Şansının da yardımıyla işleri istediği gibi olmak; rast gitmek.
İşi resmiyete dökmek : O işe resmi bir nitelik vermek.
İşi sağlama bağlamak : Bir İşin tam olarak yapılması için gerekli ön­lemleri almak
İş işten geçmek : Bir iş için uygun olan fırsatı kaçırmak.
İş tatlıya bağlamak:Konuyu, sorunu iyi, memnun edici bir çözüme ulaştırmak.
işi tıkırında (yolunda) olmak: İşi istediği biçimde yürümek
İşitmezlikten gelmek: İşitmemiş gibi davranmak.
İşi yokuşa sürmek: Herhangi bir konuda engellemede bulunmak, güçlük çıkarmak
İş karıştırmak: -1. Araya fesat sokmak -2. Zararlı bir iş yapmak.
İşkembeden atmak (söylemek): Herhangi bir kaynağa dayanmayan ve inandırıcılığı olmayan sözler söylemek.
İster açılmak: Alışverişe canlılık gelmek.
İş olsun diye : Herhangi bir amaç gütmeden, iş yapyor görünerek
İşporta mal: Değeri, niteliği düşük mal.
İşportaya düşmek : Değerini yitirip daha ucuza satılmaya başlamak
İş sarpa sarmak : İş birtakım zorlu engellerle karşılaşmak
İştah açmak : Yemek yeme isteğini artırmak
İştahı açılmak : Yemek yeme İsteği artmak
İştahı kapanmak: Yemek yeme İsteği azalmak.
İşten atmak (birini): Onun görevine son vermek
İşten bile değil: Çok kolay.
İşten el çektirmek (birine) : Bir suçu ya da ihmali bulunduğu gerekçe­siyle bir kimsenin İşine son vermek
İşten güçten kalmak : Herhangi bir nedenle çalışamamak, işini yapa­mamak
İş tutmak : Bir işte çalışmak (Kars. Ekmeğini eline almak.)
İş var (bunda, bu kimsede) : -1. “Bu şey daha işe yarar.” -2. *Bu kişi iyi işler yapabilir.” anlamında.
İş yapmak : İyi kazanç getirmek.
İş yok (bunda, bu kimsede): -1. ‘Bu şey işe yaramaz.” -2. “Bu kişi çalışamaz, verimli işler yapamaz.” anlamında.
İtibardan düşmek : -1. Bir kimse saygınlığını yitirmek -2. Bir şey öne­mini, değerini yitirmek
İtibar etmek (birine) (bir şeye) : -1. Ona saygı göstermek -2. Onu dikkate almak önemsemek
İtibar kazanmak : Saygınlığını yeniden elde etmek.
İtimadı sarsılmak (birine): Artık ona güvenmemek.
İtimat beslemek (birine) : öna güvenmek; güven beslemek.
İtimat telkin etmek: Güven duygusu uyandırmak; güven vermek.
İtin ****** (kıçına) sokmak (birini) : Onu ağır sözler söyleyerek rezil etmek
İt ite (buyurur), it de kuyruğuna : “Tembel kimseler kendilerine buy-rulan bir işi başkalarına yüklerler, böylece iş sürüncemede kalır.”
İt kopuk: Serseri, aşağılık, terbiyesiz (kimseler).
İyiden iyiye : Gereken biçimde.
İyi etmek : -1, Tedavi etmek, sağlığına kavuşturmak. -2. Yaptığı iş uy­gun olmak. -3- Zarar vermek, zarara sokmak. -4. Parasını, malını çal­mak.
İyi gelmek: -1. Uymak. -2. Sağlığına kavuşmasına yaramak.
İyi gözle bakmamak : Hakkında iyi şeyler düşünmemek.
İyi gün dostu : Dostlarına iyi günlerinde yakınlık gösteren, kötü günle­rinde onlardan uzaklaşan kimse için alay yollu söylenir.
İyi iş (doğrusu): Beğenilmeyen bir durum, olay karşısında şaşkınlığı belirtmek için söylenir.
İyi kalpli (yürekli) : Herkes için iyi şeyler düşünen kimse için söylenir.
İyi ki: Sevindirici bir durum, güzel bir rastlantı olarak.
İyi kötü : -1. Uta iyi ne kötü, orta halli. -2. Oldukça iyi.
İyiliği dokunmak (birine) : Ona yardım etmek, faydası olmak.
İyilik sağlık, (iyilik güzellik): “Nasılsınız?” sorusuna karşılık olarak söylenen ve sağlıklı, durumunun iyi olduğu bildiren söz.
İyi olmak: -1. iyileşmek, sağlığına kavuşmak. -2. Yerinde olmak. -3. Uygun olmak.
İyi saatte olsunlar : Cinler periler için kullanılır.
İyisi mi: Yapıiacak en doğru şey.
İyiye çakmek (yormak) (bir şeyi): Bir düşünceyi ya da olayı iyi (o-lumlu) yönden değerlendirmek.
İyiye iyi, kötüye kötü demek: Gerçekleri olduğu gibi söylemek, kim­senin hatın için herhangi bir durumu olduğundan farklı gösterme­mek.
İzin almak (koparmak) (birinden): İstediği bir şeyi yapabilmek ya da istediği bir yere gidebilmek için daha yetkili birinden serbest bırakıl­masını sağlamak.
İzinde yürümek (izine uymak) : Bir kimsenin başladığı bir işi aynı an­layış ve yöntemle yürütmek.
İzine düşmek: İzlemek, peşi sıra gitmek.
İz sürmek: -1. İnsan ya da hayvanların ayak izlerine bakarak nereye gittiklerini aniamak ve gittikleri yeri bulmaya çalışmak. -2. İzlemek, ar-; kasından gitmek, takip etmek.
İzzetinefsine dokunmak : bk. Onuruna dokunmak.
İzzetinefsine yedirememek : bk. Onuruna yedirememek.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.