Türkülerimiz Ve Hikayeleri |
02-27-2007 | #1 |
virüs
|
Türkülerimiz Ve Hikayeleri1-)Misket türküsünün hikayesi Misket, ufacık tefecik bir elma türü Huriye de Ganizadeler'in ufakcık tefecik şipşirin kızlarının adı Huriye, sık sık evlerinin önündeki elma ağacına tırmanır, yolu gözler; sebep, Osman Efe Ankara'nın sayılı efelerinden Osman, genç, yakışıklı, geniş omuzlu,burma bıyıklı Huriye'nin gönlü bu Osman Efe'de Osman Efe, evin önünden geçiyor; Huriye atlıyor bahçeye, tırmanıyor misket ağacına İkisinin de yüreğinden ılık bir şeyler akıyor Osman Efe, Huriye'yi adıyla çağırmıyor hiç, ''misket'' diyor Huriye'ye Yörenin ünlü ağalarından Kır Ağa, bir gün Huriye'yi su doldururken görüyor çeşme başında Aradan bir hafta geçmeden Kır Ağa, Huriye'yi istetiyor Babası, ''Kır Ağa, yiğit insandır, malı mülkü yerindedir'' diyerek Huriye'yi vermek ister Annesi, Huriye'nin ağzını arar, fakat Huriye ''ölsem Kır Ağa'ya varmam'' cevabını verir Huriye, akşamı zor eder Bahçeye çıkıp, Osman Efe'nin yolunu gözler Uzaktan atını görünce, tırmanıp çıkar elma ağacına Durumu bildirir Osman Efe'ye Osman Efe, çılgına döner Kır Ağa'ya haber gönderir, ''Kendini sever, sayarım Yiğit kişi bellerim Yolumdan çekilsin Sonu iyi olmaz'' der Haberi Osman Efe'den Kır Ağa'ya götürenler, bire bin katarak anlatırlar ''Osman diyor ki, Kır Ağa kim oluyor da benim yavuklumu alacak Leşini sararım'' diye Kır Ağa, ''Demek dünkü çocuk bize meydan okuyor Kendine güveniyorsa karşıma çıksın'' diye Osman Efe'ye haber gönderir Tabii haberi götürenler Osman Efe'ye de bire bin katarak anlatıyorlar Osman Efe Kır Ağa'ya, Kır Ağa Osman Efe'ye kinlenir Sonunda kıran kırana kavga etmeye, sağ kalanın Huriye'yi yani Misket'i almasına karar veriyorlar Belirlenen gün ve yerde karşılaşıyorlar Bıçaklar çekiliyor Huriye ise durumu merakla bekliyor Çıkmış elma ağacı üstüne, yoları gözlüyor Bir yandan da Osman Efe için dua ediyor Osman Efe ise Kır Ağa karşısında aslanlar gibi dövüşüyor Kır Ağa birden duruyor ''Benimle böylesine boy ölçüşen yiğide, ben kıyamam Koç olacak kuzuya bıçak çekemem Vur bıçağını bağrıma Misket senin olsun'' diyor Osman Efe önce şaşırıyor, sonra oda bıçağını yere atıyor ve koşup ellerine sarılıyor Kır Ağa'nın Kadın-kız da yollara dökülmüş uzaktan görünen kalabalığı bekliyor Misket ise çıktığı elma ağacında duramıyor heyecandan Daldan dala geçip, gelenleri seçmeye çalışıyor Derken kalabalık yaklaşır, önde Kır Ağa, arkasında kalabalık Gözleri Osman'ın arıyor, göremiyor Birden başı dönüyor, gözleri kararıyor, tepe üstü ağaçtan aşağı düşerek cansız yere yığılıyor Çok geçmeden kalabalık elma ağacına ulaşınca, bir feryattır kopuyor Osman Efe, sığmıyor oralara Kadınlar kızlar perişan Misket kızın yani Huriye'nin hikayesi dilden dile dolaşıp türkü oluyor Güvercin uçuverdi Kanadın açıverdi Elin oğlu değil mi Sevdi de kaçıverdi A benim aslan yarim Duvara yaslan yarim Duvar cefa götürmez Sineme yaslan yarim Güvercinim uyur mu Çağırsam uyanır mı Yar orada ben burda Buna can dayanır mı A benim hacı yarim Başımın tacı yarim Eller bana acımaz Sen bari acı yarim Caminin müezzini yok İçinin düzeni yok Çok memleketler gezdim Misget'ten güzeli yok Daracık daracık sokaklar Misget şeker topaklar Pul pul olsun dökülsün Seni öpen dudaklar Caminin ezan vakti İçinin düzen vakti Ben Misget'i yitirdim Sonbahar gazel vakti Gökte yıldız sayılmaz Çiğ yumurta soyulmaz Üçer avrat almayan Hiç erkekten sayılmaz |
Hekimoğlu |
02-27-2007 | #2 |
virüs
|
Hekimoğlu2-)Hekimoğlu Hekimoğlu derler benim de aslıma Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime Konaklar yaptırdım döşetemedim Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim Konaklar yaptırdım mermer direkli Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi Çiftlice Muhtarı puşttur pezeenk Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek Hekimoğlu derler bir ufak uşak Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu'na bağlanmıştır Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir Üstelik Hekimoğlu'yla görüşmeye başlamıştır İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu'na düşman olur ve ona savaş açar Hekimoğlu'yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu'nu yaylım ateşine tutar Ötekiler de çevresini sararlar Hekimoğlu'yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır Hekimoğlu'nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur Bu yüzden Bey, kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir Hekimoğlu'nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu'nu bir türlü ele geçiremezler Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu'nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar Bütün çevre kuşatılmıştır Evin altında bir fırın vardır Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor Gittiği ev muhtarın evidir Bu Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır Hekimoğlu, Muhtarın <<puştluğu>> yüzünden kıstırılmıştır Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında Adeta namlular kurşun kusmaktadır Özetle <<yaman cenk>> olur orada Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında : 1-Hekimoğlu, çatışma sırasında çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor 2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu'ya kadar geliyor ve burada ölüyor Hekimoğlu, tipik bir <<erdemli başkaldırıcı>> örneğidir Haklı bir nedenle dağa çıkıyor Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de <<aynalı martini>> dir Hekimoğlu Türküsü'nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen <<aynalı martin>> in özelliği şudur Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor Bu yüzden Hekimoğlu'nun, adı, Hekimoğlu'nun adı <<aynalı martin>>le özdeşleşmiştir |
Zahidem |
02-27-2007 | #3 |
virüs
|
Zahidem3-)Zahidem Neşet Ertaş'ın en sevilen türkülerinden biri de "Zahide'm" Ertaş'a "Zahide'nin kim olduğunu sorduk" "Herkesin bir Zahide'si var" yanıtını verdi Yine sorduk: -Sizinkisi hangisi? -Sevdim kavuşamadım Zahide'm türküsünü çığırdım Türkü çok tutuldu Sonra baktım, başka türkücüler, Zahide'm türküsüne yeni yeni dörtlükler eklemeye başladılar Zahide'm türküsü uzadıkça uzadı Sanki destan olup, çıktı Meğer, herkesin bir Zahide'si varmış -Ya sizinki? -Benimki, boynumu bükük koyan bir eski aşk hikayesi Zahidem Zahide kurbanım n'olacak halim Yine bir laf duydum kırıldı belim Gelenden gidenden haber sorarım Zahidem bu hafta oluyor gelin Hezeli de deli gönül hezeli Çiçek Dağı döktü m'ola gazeli Dolaştım alemi gurbet gezeli Bulamadım Zahide'den güzeli Gurbet ellerinde esirim esir Zahide kurbanım hep bende kusur Eğer anan seni bana verirse Nemize yetmiyor el kadar hasır |
Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz |
02-27-2007 | #4 |
virüs
|
Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz4-)Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz Rize'nin şimdiki adı Portakallık olan Haldoz mahallesindeki bir düğünde kardeşinin bıçakla karnından yaralanması üzerine, kendisine haber verilen Sandıkçı Şükrü olay yerine giderek kardeşini kanlar içinde buluyor ve kardeşini yaralayan Abdi Ağa'nın uşağını (bir anlatıma göre de Abdi Ağayı) orada vuruyor Bu olay üzerine hapishaneye düşen Sandıkçı Şükrü bir süre sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte hapishaneden kaçıyor ve dağa çıkıyor Sandıkçı Şükrü, dağa çıktıktan sonra, yönetimle işbirliği yaparak kendisini hileyle zehirlemek isteyen biriyle karısı Fadime'yi elinden almak isteyen başka birini öldürüyor Sandıkçı Şükrü'nün adı bu olaylardan sonra daha da yaygınlaşıyor Fakirlere bir şey yapmaması zenginlerle mücadele etmesi yüzünden halk tarafından da seviliyor ve destekleniyor Bu ve benzeri erdemleri yüzünden kendisine yardım edenler çoğalıyor Sandıkçı Şükrü'nün türküde adı geçen Perilizade adında zengin birine haberler göndererek, yoksullara mısır dağıtmasını istediği, yoksa kendisini cezalandıracağı tehdidinde bulunduğu söylenir Nitekim Sandıkçı Şükrü'nün isteğini yerine getirmeyen Perilizade'nin mısırlarını adamlarına toplattırdığı ve yoksullara dağıttırdığı yaşlılarca da anlatılır Rize'nin Camiönü (Arkotil) mahallesinden Hüseyin Kutlu adında Sandıkçı Şükrü dönemine yetişmiş bir yaşlı "Çevrede başı belaya giren Sandıkçı'nın yanına geliyordu Sandıkçı hem geleni koruyor, hem yardım ediyordu" diyor Kardeşiyle birlikte, türküde adı geçen Urusba (şimdiki adı Uzunkaya) köyünde eski bir kahvede otururken, zaptiyeler çevresini sarıyorlar Zaptiye Çavuşu Abbas Çavuş Sandıkçı'nın teslim olmasını istiyor, ancak Sandıkçı kabul etmeyerek Abbas Çavuş'tan çekip gitmelerini istiyor Zaptiye Çavuşu da bunu kabul etmeyince çatışma çıkıyor Sandıkçı ve kardeşi Zaptiye Çavuşu ile birkaç zaptiyeyi öldürerek kaçıyor Sandıkçı Şükrü'nün bu olaydan sonra bir ara yakalanıp zincire vurularak batıya gönderildiği fakat kapatıldığı yerden atlayıp Rizeli sandalcılar tarafından kurtarıldığı anlatılır Sandıkçı Şükrü'nün Sinop kalesinde tutukluyken denize atladığı ve kurtulduğu anlaşılıyor Sandıkçı Şükrü'nün yakalanmaması ve her geçen zaman içinde daha çok halk desteği sağlaması üzerine Trabzon Valisi Kadir Paşa önemli sayıda adam toplayarak Sandıkçı'nın üzerine gönderiyor Sandıkçı'nın üzerine gönderilen süvariler, Kolcu kayıklarının Reisi Varilcioğlu Sadık'ı da yanlarına alıyorlar Sandıkçı Şükrü Of ilçesinin İkizdere köyü yakınlarındaki Sanlı adlı bir mezrada bir yaşlı kadının evinde otururken ihbar ediliyor Çevresi atlılarca sarılıyor Varilcioğlu da yanlarında Sandıkçı Şükrü teslim olmak istemiyor Fakat eskiden tanıştığı Varilcioğlu Sadık teslim olursa öldürülmeyeceğini söyleyerek onu ikna ediyor Sandıkçı Şükrü de buna inanarak tüfeği elinden teslim oluyor Fakat Varilcioğlu ile zabtiyeler teslim olarak önlerinde yürüyen Sandıkçı Şükrü'yü arkadan kurşunlayarak öldürüyorlar Türkülerden, gövdesinin şehre getirilerek halka gösterildiği anlaşılıyor Sandıkçı Şükrü'yü doğrudan gören ve tanıyan Refii Cevat Ulunay, ondan "Yaptıklarına pişman olmuş, fakat affedilmeyeceğini bildiği için teslim olmayan mert bir insan" olarak sözediyor 1843-1909 yılları arasında yaşamış Rizeli Kahya Salih adında dinci ve tutucu bir şairin de Sandıkçı Şükrü'yle ilgili bir destanı bulunuyor Karadeniz Türkçe'siyle yazılan destanda "Şükri dedikleri bir merd eşkıya"nın "Devlet hükümatina" kurşun attığı için öldürüldüğü anlatılıyor Eşkiya Dünyaya Sene 1341 mevsime uydum Sebep oldu şeytan bir cana kıydım Katil defterine adını koydum Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Sen üzülme anam benim dertlerim çoktur Çektiğim çilenin hesabı yoktur Yiğitlik yolunda üstüme yoktur Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Çok zamandır çektim kahrı zindanı Bize de mesken oldu Sinop'un hanı Firar etmeyilen buldum amanı Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Sinop kalesinden uçtum denize Tam üç gün üç gece göründü Rize Karşı ki dağlardan gel oldu bize Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz Bir yanımı sardı müfreze kolu Bir yanımı sardı Varilcioğlu Beşyüz atlıylan kestiler yolu Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz |
Yüksek Yüksek Tepelere |
02-27-2007 | #5 |
virüs
|
Yüksek Yüksek Tepelere5-)Yüksek Yüksek Tepelere Çok eski bir söylentiye göre Malkara köylerinden birinde Zeynep adında çok güzel bir kız vardr Onun güzelliği dillere destandır Günün birinde , Zeynep´in köyünde büyük bir düğün olurBu düğüne çevre köy ve kasabalardan insanlar cağrılıroyunlar eğlenceler yapılırGösterilerin en önemliside at yarışlarıdır Bu düğüne ,üc gün üc gece yol teperek gelen Ali adında bir genç iyi bir at yarışçısıdırBu gencin gözü bir ara Zeynep´ e ilişir Yüreğinde sıcak nehirler dolaşmaya başlayan Ali köyüne döndüğünde durumu babasına açar, aldığı olumlu cevap karşısında aile büyükleri ile Zeynep´i istemeye gelirler Kız babası-anası kızlarını uzak yere vermek istemeselerde kısa zamanda düğünleri olur Zeynep gelin olduktan sonra yedi sene ailesini kardeşlerini ve köyünü göremez Tüm yalvarmaları boşa giden Zeynep´in yüreğindeki hasret günden güne büyüyerek dayanılmaz bir hal alır Zeynep artık teselliyi Türkülerde bulur Ezgiler yakmaya başlar Kına gecelerinde ve düğünlerde söylediği türkülerle gelinleri kızları büyüler Zeynep´in evi köyün en yüksek tepesindedir ,türkülerini oradan söyler Kocası Zeynep´in hasretine aldırış etmez sevgisi çoktan bitmiş itip kakmalar başlamıştır Zeynep kocasının bu tutumundan yataklara düıer Sonunda köy halkı Zynep´in anne ve babasının gelmesine karar verir, kocasının da baska çaresi kalmamıştır Uzun yolculuktan sonra Zeynep´in anne ve babası gelirler Zeynep son nefesinde yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar türküsünü anasına babasına mırıldanır Çevresindeki tüm insanlar duygulanıp göz yaşı dökerler Hasretini biraz olsun gideren Zeynep için çok geç kalınmıştır O bir daha yataktan kalkamazTürküsü de o günden bu güne söylenip durur Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuşlara malum olsun Ben annemi özledim Hem annemi hem babamı Ben köyümü özledim Babamın bir atı olsa binse de gelse Annemin yelkeni olsa uçsada gelse Kardeşlerim yollarımı bilsede gelse |
Arda Boylarında Kırmazı Erik |
02-27-2007 | #6 |
virüs
|
Arda Boylarında Kırmazı Erik6-)Arda Boylarında Kırmazı Erik Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır Fakat kızın ailesi istemeye geldiklerinde kızlarını bu gence vermezler Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar Halk arasında genç kızın arkasından sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir Arda boylarında kırmızı erik Halime'nin ardında on yedi belik Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni Şu genç yaşta denizlere attın ya beni Alıverin feracemi anneciğim diksin O gıymatlı İsmail’ e kendisi gitsin Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni Şu genç yaşta denizlere attın ya beni Uy uyan Recebim senin olayım Ardalar aldı ya nerde bulayım Arda boylarına ben kendim gittim Dalgalar vurdukça can teslim ettim Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni Şu genç yaşta denizlere attın ya beni |
Yarim İstanbul'u Mesken Mi Tuttun |
02-27-2007 | #7 |
virüs
|
Yarim İstanbul'u Mesken Mi Tuttun7-)Yarim İstanbul'u Mesken Mi Tuttun Güz güneşi sarı sarı devriliyordu o ikindi üzeri de uzaklardaki mor dağların ardına Elinde su testisi, köyün çeşme başında, sıraya girmişti Yedi yıl önce beş altı yaşındaki kızlar şimdi varmışlardı on iki , on üçlerine Düğün davulları aynı gün birlikte döğülen Hatça'yla Zalha'nın üçüncü çocukları koşup oynuyorlardı Derin bir iç geçirdi Bir çocuğu olsaydı bâri Oğlan değil, kızı O zaman olsaydı şimdiye yedi yaşında Çeşmeden su getirmese bile, evde aşa muşa el atar, ortalığı toplar, anasına can yoldaşı olurdu Ama İstanbul gurbetinde yedi yıldır eylenen eri, istemezdi kız evlât Erkek olmalıydı çocuğu Erkek olmalı babası gibi bilekli, kocaman kocaman elli, ayaklı, kaşı gözü kudretten sürmeli On yaşına varmadan, çifte çubuğa el atmalıydı Yedi yıldır İstanbul gurbetinde eyleşen böyle isterdi oğlunu Babasının soyunu sürdürmeli, köy çocuklarıyla dere kıyısında güleş tutup, kendi akranlarını yere kabak gibi vurmalıydı: Gene derin bir iç geçirdi Yedi yıl, yedi koca yıldır İstanbul dedikleri güzeli bol, seyranı renkli İstanbul'da ne bekliyor da gelmek bilmiyordu? Sakın orda gül yüzlü, bal dudaklı, kara kaş kara gözlü bir güvercin göğsü topukluya Ağlıyası geldi birden Düşünmek istemiyordu bunu O pençeli, o tuttuğunu koparan, o boylu poslu erkeğinin bir İstanbul kızına tutulup ondan dolayı sılasını unuttuğunu öğrense öldürürdü kendini "Vallaha öldürürüm!" dedi içinden sert sert "Günahı, vebali varsa ona Kaba sakal hoca tevatür günah dediydi vaazda Hele böyle bir şey olsun" Yanında bir karaltı Kendine gelerek gözlerinin yaşardığına dikkat etti, sildi elinin tersiyle gözlerini Resullarin Emine anaydı gelen: - Ne o kınalı kekliğim benim? dedi Öksüzüm, yavrum Ne ağlıyon? Telâşlandı: - Yoook, ağlamıyorum nene Gün görmüş, umur sürmüş kırış kırış nene inanmadı: - Ağlıyon kınalı kekliğim, sürmelim ağlıyon Ben bilmem mi ne diye ağladığını? Vefasızın diktiği fidanlar meyveye geldi Onunla gurbete gidenler yedinci sefer dönüyorlar sılaya O nerde? Hani? "Kınalı keklik" gene derinden bir çekti Güneşin yarı yarıya derildiği mor dağlara baktı Gözlerinden yuvarlananlara dur diyemiyordu gayri Varsın aksınlardı Nene'nin dediği gibi, öksüze bu dünyada gülmek yoktu Keten yelekli, burma bıyıklısı İstanbul gurbetinde belki de bembeyaz bir istanbul kızıyla unutmuştu sılasını Dili de varmıyordu ama, unutmasa ne diye yedi yıldır dönüp gelmesin? Dönüp gelmedi diyelim, insan iki satır bir şeyler de mi yazamazdı? İlk gittiği aylar nasıl yazıyordu? Demek unutmuştu? Unutmuştu demek ha? Hıçkırdı Genç, yaşlı kadınlar, ellerinin kınasıyla çiçeği burnunda kızlar toplandılar başına Sormadılar hiçbir şey Biliyorlardı Sorup da ne diye yüreğini büstübün kaldırsınlar? Biri: - Sus bacım, dedi Sus! Bir başkası: - Gözlerinden döktüğüne yazık! Sağdan soldan herkes bir şey söylüyordu: - El oğlu değil mi? En iyisinin köküne kibrit! -Vallaha Amasyanın bardağı, biri olmazsa biri daha bence - En doğrusu bu ama - Dinlemiyor ki! - Bu gençlik, bu tâzelik - Yedi yıl, yedi yıl anam Dile kolay İnsan eksik eteğini yedi yıl sılasında unutur mu? Sıkıldı, bunaldı Ağlamıyordu artık Zaman zaman bu: Mâdem erkeği İstanbul gurbetinde yedi yıldır unutmuştu onu, o da varsın istidayı boşansın bir güzel, varsındı bir başkasına Elini sallasa ellisi, başını sallasa Duramadı karıların arasında Onüçünde bulup yitirdiği, yirmisine vardığı halde bir türlü geri dönemiyeni içinden bir sızı bir geçti Testisini koydu çeşmenin iplik gibi akan suyunun altına Testi dola dursun, gittiyse keyfinden mi gitmişti İstanbul'a? Gözü kör olasıca yokluk Düşmanına avuç açtıran yokluk yüzünden, birkaç para kazanıp öküzü ikileştirmek, birkaç dönüm tarla daha alıp babadan kalan bir kaç dönümüne eklemek için O gece, o gece işte, nasıl yatırmıştı koluna! Nasıl okşamıştı saçlarını, neler demişti? İstanbul gurbetine gidecek, çok değil yazı orda geçirip, güze, olmazsa kışa koynunda desteyle para, dönecek O zamana kadar bir de oğlu olmuş olursa, eh gayri, keyfine son olmıyacaktı! Başındaki beyat örtüyü çenesinin altında çözüp yeniden bağladı Yedi yıl, yedi koca yıl! Kocasının isteğince bir oğlu olaydı bâri Testisinin dolup taşmakta olduğunun farkına bile varmadı: Bir oğlu olsa o zamandan bu zamana, altı yaşında mı olurdu? Bösböyük, palazlanmış delikanlı Akranlarıyla dere kenarında güleş mi tutardı? Babası gibi pençeli olur da akranlarını yere kapak gibi mi vururdu? Ekimde tarlaya birlikte mi giderler, hasat vakti düveni birlikte mi sürerlerdi? Babasının kokusunu mu taşırdı? - Kınalı keklik kaldın gene Bak testin doldu, taşıyor! Kendine geldi İnsanoğlunun aklına şaştı Gözleri testisindeydi güya Testisinde olduğu halde, görememişti dolduğunu Çekti lülenin altından Güldü acı acı Tuttu evinin yolunu Tuttu ya, şimdi de aklından köyün yaşlıları, gençleri kaynaşmağa başlamıştı Her kafadan bir ses: - Deli anam deli bu! - Doğru bacım, deli - Beni yedi yıldır sılamda unutacak da - Ben de hâlâ yolunu bekliyeceğim onu ha? Sonra kafa kafaya, fısıl fısıl bir konuşma Ah bu konuşma, ah bu konuşmalar Evden içeri girerken, Dursunların Hacı'yı hâtırladı elinde olmıyarak İnce, kapkara kaşları yıkıldı sinirli sinirli Testiyi bıraktı kapının yanına, geçti pencerenin önünde dayandı duvara sağ omzuyla Odada kimse yoktu, tek başınaydı ya, deminki karılar, kızlar, orta yaşlıların hayalleri doldurmuştu odayı Alev saçan bakışlarıyla sanki topuna haykırdı: - Dursunların Hacı, Kara Hacı başınızda parçalansın Atın yerine eşeği bağlamıyacağım işte, bağlamıyacağım! Kara Hacı da neydi ki sırma bıyıklı Ali'sinin yanında? Değil yedi yıl, on yıl dönmese sılasına, onu gene unutamazdı işte! Güz güneşi çoktaan devrilip gitmişti mor dağların ardına Gece iniyordu köye ağır ağır Loş oda farkına varılmaksızın kararıyor, derinleşiyordu Derken bu yandaki kapkara dağların ardından bakır kızılı kocaman bir ayın tekeri gözüktü Sonra ağır ağır yükseldi göklere, ufaldı, bakır kızılını yitirdi, pırıl pırıl yanmağa, saz örtülü dumanlarıyla kerpiç evleri süslemeğe başladı Canı ne yemek istiyordu, ne de su Gel desen gelmez miydim? Şu güzellerin doldurduğu elmastan kadehleri ben dolduramaz mıydım? Ali bakıyordu, sadece bakıyordu Oysa hem ağlıyor, hem söylüyordu: - Ketenden yeleğini bile ben dikmedim miydi? Benim gibi bir öksüze dünyayı haram etmeğe nasıl kıydın? Yiğitliğine yakışır mıydı gurbette beklemek dayanacak özümün tükendiğini anlamadm mı? Ali susuyor, boyuna susuyordu Taştan ses çıkıyor, Ali'den çıkınıyordu Sözlerinin ardını getirdi ağlıya ağlıya: - İnsafsız yedi yıl oldu sen gideli, diktiğin fidanlar meyvaya geldi tekmil Birlikte gittiklerinizin tümü yedişer sefer geldiler sılalarına Buraların güzelleri çoktur ama sana yaramaz Durmadın sözünde Ali'm Sözünde durmayana erkek demezler biliyor musun? Kavlimizde gidip de dönmemek varmıydı vefasız? Fakat Ali hiç ses vermeden bakmış bakmış, sonra çekip giderken duman olmuştu âdeta Bağırmıştı ardından, bağırmış, bağırmış Fakat Ali Uyandı Güneş bir mızrak boyu yükselmişti Kalktı yaslandığı yerden: - Hayırdır inşallah, dedi Kalktı usulcak, gitti kapıya, örttü, kalın tahta sürgüsünü itti Ne olur ne olmazdı Kara, kuru Hacı kötü dadanmıştı çünkü Köy bakkalında kafayı çekip elinde saz, düşüyordu tek gözden ibaret evininin yakınlarına Daha bir günden bir güne ne kapısına dayanıp böyle böyle demiş, ne de çeşmeye giderken, yahut da tarlanın yolunu tek başına tuttuğunda yolunu kesmişti Kesmemiş, lâf da atmamıştı ama, köyün cadı karıları pek yakıştırmışlar onu Kara Hacı'ya! Yedi yıldır İstanbul'u mesken tutan vefasızını düşüne düşüne uykuya varıverdi Dünya çoktan silinmiş, ay devrini tamamlayıp elini eteğini çekmişti dünyanın göklerinden Devrile kaldığı yerde mışıl mışıl uyuyordu Uykusunda düş Düşünde İstanbul gurbeti Taşı toprağı altındandı İstanbul gurbetinin Ali'sini aramağa gitmişti düşünde Bulmuştu da Güzellerin arasındaydı Bir kıyıdan bakıyordu Güzellerden biri dizine başını koyup uzanmıştı boylu boyunca Bir başkası gümüş bir kupayla şarap veriyor, daha bir başkası da dudağından öpmeğe uzatıyordu dudaklarını O zaman, o zaman işte, gizlendiği kıyıdan çıkıvermişti Ali şaşırmış, bırakıp güzellerini, koşmuştu yanına Açmıştı ağzını Ali'sine, yummuştu gözünü: - İstanbul'u mesken mi tuttun? Bu güzelleri gördün beni unuttun mu? Sılasına gelmeğe yemin mi ettin yoksa? Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun aman Gördün güzelleri ben unuttun aman Beni evinize köle mi tuttun aman Gayri dayanacak özüm kalmadı aman Mektuba yazacak sözüm kalmadı aman Yarim sen gideli yedi yil oldu aman Diktigin fidanlar meyveye döndü aman Seninle gidenler silaci oldu aman Gayri dayanacak özüm kalmadı aman Mektuba yazacak sözüm kalmadı aman |
Ah Bir Ataş Ver |
02-27-2007 | #8 |
virüs
|
Ah Bir Ataş Ver8-)Ah Bir Ataş Ver Çanakkale Boğazı, Nağra Burnu açıkları 4 Nisan 1953, Saat 02:15 Uzun ve yorucu bir seferden dönen Dumlupınar denizaltısı, Nağra Burnu açıklarında İsveç bandıralı Nabuland Şilebi ile Çarpıştı Sessiz, soğuk ve bulanıktı gece Başından aldığı şiddetli darbe ile Dumlupınar birkaç saniye içinde sulara gömüldü Gemideki 81 kişilik mürettebattan sağ kalan 22 kişi, geminin arka bölümündeki torpido dairesine sığındı Mahsur kalanların su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla gemi ile irtibat sağlandı Sağ kalan 22 kişiyi kurtarmak için herkes seferber oldu Bu arada oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapıldı Ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, herşey yine aynı sözcüklerle anlatıldı; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler Şamandıradaki telefon hattının öbür ucundan, tüm Türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan hüzünlü ama başı dik türküsünü dinledi Ah Bir Ataş Ver Ah bir ataş ver cigaramı yakayım Sen salın gel ben boyuna bakayım Uzun olur gemilerin direği Ah çatal olur efelerin yüreği Ah vur ataşı gavur sinem ko yansın Arkadaşlar uykulardan uyansın Uzun olur gemilerin direği Ah çatal olur efelerin yüreği |
Çarşambayı Sel Aldı |
02-27-2007 | #9 |
virüs
|
Çarşambayı Sel Aldı9-)Çarşambayı Sel Aldı Ahmet, Abdal Deresi'nin kıyısındaki yoksul köylülerden birinin oğluydu Kara sevdası karşılık bulmuş, Melek ona kalbini açmıştı Nişanlandılar ve Ahmet askere gitti Ağa oğlu Mehmet Ali, Melek'e göz koydu Melek, Mehmet Ali'yi reddedince, ağa oğlu ve adamları tarafından dağa kaldırıldı Kötü haberi alınca firar eden Ahmet, silahını alıp, yollara düştü Gece gündüz Melek'i aradı Bir gün yağmur yağdı, Yeşilırmak taştı Çarşamba bir anda göle döndü Sel, Canik Dağları'ndan aşağı bir çığ gibi, önüne kattığı herşeyi sürükledi Selin ardından hayat yeniden normale döndü Abdal Deresi'nin Yeşilırmak'a döküldüğü yerde ahali toplandı Derenin nehre bağlandığı yerdeki kayanın üstünde, selin getirdiği iki kişinin cesedi görüldü Cesetler, Melek ve Ahmet'e aitti Elele tutuşmuş öylece yatıyorlardı Rivayete göre büyük kaya parçası, yedi yerinden ayrıldı ve her birinden bir servi boyu su fışkırdı Ahali dua etti Dualar, yıllardır can alan, insanların acısını dile getiren dizelere dönüştü' Çarşamba'yı sel aldı' türküsü de, o acı mırıltılardan doğdu Kayanın bulunduğu yere daha sonra bir su değirmeni kuruldu ve o yöre 'Değirmenbaşı' olarak anıldı Ahşap değirmenin yedi taşı vardı Yedi oluğuna su veren set üzerinden yedi kez yürümek, sağ ve sol omuz üzerinden yedişer kez su atmak uğur sayıldı Her Hıdırellez'de tekrarlanan gelenek, 1970'lerde değirmenin yıkılmasına kadar sürdü Çarşamba'yı sel aldı Bir yar sevdim el aldı Keşke sevmez olaydım Elim koynunda kaldı Oy ne imiş ne imiş Kaderim böyle imiş Gizli sevda çekmesi Ateşten gömlek imiş Çarşamba yollarında Kelepçe kollarımda Allah canımı alsın O yarin kollarında Oy ne imiş ne imiş Kaderim böyle imiş Gizli sevda çekmesi Ateşten gömlek imiş Çarşamba yazıları Körpedir kuzuları Allah alnıma yazmış Bu kara yazıları Oy ne imiş ne imiş Kaderim böyle imiş Gizli sevda çekmesi Ateşten gömlek imiş |
Cemalim |
02-27-2007 | #10 |
virüs
|
Cemalim10-)Cemalim Türkü, öldürülen Cemal'e, karısı Şerife tarafından yakılmıştır Şerife, 90 yıldan fazla yaşamış, 30 Kasım 1993 günü vefat etmiştir 14-15 yaşlarında Cemal'le evlenmiş, mutlu geçen birkaç yılı Cemal'in öldürülmesiyle sona ermiş, bu hadiseden sonra bir oğlu ile ortada kalmıştır Bu hadisenin oluş şekli ve ona yakılan ağıtı/türküyü bana, Şerife'nin daha sonra evlendiği Hayrullah'tan olan oğlu İsmet Aksoy göndermiştir Cemal'in öldürülme hadisesi ve türkünün tam metni şöyledir: Ürgüp'ün Karlık köyünün eşrafından ve varlıklı bir ailesinden olan Cemal, kalleşlikle öldürülür Herkesçe sevip sayılan Cemal'in ölümüne yanmayan kalmaz Eşi Şerife acılarını yaktığı ağıtla hafifletmeye çalışır Yetim kalan oğlu Mustafa da, birkaç yıl sonra hasat zamanı bir atın tepmesi sonucu ölmüştür Ağıt, Şerife'nin ikinci kocası Hayrullah'ın sonraki yıllar Refik Başaran'a "Herkese bir türkü okudun ama, bana okumadın" diye sitem etmesi üzerine Cemal türküsünü plağa okur Cemal Hayrullah'ın aynı zamanda amcasıdır Onun öldürülüşü Şerife kadar Hayrullah'ı da etkiler Şerife'nin türkünün her çalınışında gözünden iplik iplik yaşlar akıtmasını, Cemal'i bir türlü unutamamasını daima anlayışla karşılamıştır Cemalim Şen olasın Ürgüp dumanın tütmez Kıratım acemi konağı tutmaz Oğlum da pek küçük yerimi tutmaz Cemalim Cemalim algın Cemalim Al kanlar içinde kaldım Cemalim Ürgüp'ten de çıktığımı görmüşler Taşkadı'nın pınarına inmişler Beni öldürmeye karar vermişler Cemalim Cemalim algın Cemalim Al kanlar içinde kaldım Cemalim Cemal'in giydiği ketenden yelek Al kana boyanmış don ile gömlek Bize nasip değil ecelnen ölmek Cemalim Cemalim algın Cemalim Al kanlar içinde kaldım Cemalim |
Dersini Almış Da Ediyor Ezber |
02-27-2007 | #11 |
virüs
|
Dersini Almış Da Ediyor Ezber11-)Dersini Almış Da Ediyor Ezber Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının, yeşillik, etrafı ormanlarla çevrili içinde binbir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kurulurken; Yozgat halkı o zaman yarı göçebe ve sürülerini besleyerek hayvancılıkla uğraşır, hayatlarını bu yoldan sağlarlardı Bu ozanların çoğunluğunu Sorgun ilçesindeki ozanlarımız oluşturmaktadır Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı, sırtında sazı Yozgat'tan Akdağmadeni'ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı Bazen bir çamın dibine rastlanır Sazının tellerini konuşturur bazen bir derenin kenarında kavalını çalar, aşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdüO sevgili ki güzelliği Bozok yayla'sına yayılmış, ahu gözlü, sürmeli kaşlı, ay yüzlü bir dilberdi Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı Sürmeli Bey, ailesini salarak, babasından sevdiğini istetir, mağrur adam, kızını bir çobana vermeye yanaşmaz Araya beyler, ağalar girer ama boşuna, bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beşçamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar Aşkını, yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır Küser otağına, obasına ve Akdağlar'a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz Dertli kavalına üflediği, işli sazına söylettiği nameler kalır geriye O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey'in türküleri Dersini Almış Da Ediyor Ezber Dersini almış da ediyor ezber Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler Aman aman ben yarelendim aman Bu dert beni iflah etmez del'eyler Benim dert çekmeye dermanım mı var Aman aman sürmelim aman Kaşın çeymelenmiş kirpik üstüne Havada bulutun ağdığı gibi Aman aman ben yarelendim aman Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış Yağmurun güllere yağdığı gibi Aman aman sürmelim aman Yozgat'ı sel almış Soğluk'u duman Sıtkınan severim billahi inan Aman aman ben yarelendim aman Ölünce mezara girdiğim zaman Ben susuyum kemiklerim söylesin Aman aman sürmelim aman |
Urfalıyam Ezelden (Ömer) |
02-27-2007 | #12 |
virüs
|
Urfalıyam Ezelden (Ömer)12-)Urfalıyam Ezelden (Ömer) Ömer çok yakışıklı, yiğit, iyi ata binen, kılıcının sahibi, çok iyi çöğür çalan ve hoyrat okuyan, halay çeken bir gençtir Allah her kabiliyeti sanki özellikle ona vermiştir Ömer'siz bir düğün, sıra gecesi düşünülemez Ömer'in baş bağlaması da meşhurdur Sırmalı puşu bağlar Puşunun kenarlarındaki püsküller doğadaki çiçeklerin tüm renklerini sanki başında toplamıştır Halay çekerken başındaki her gül bir yana düşer, yüzünde Ömer hangi düğüne giderse gitsin, Halayın başına geçti mi silah sesleri ve genç kızların zılgıt sesleriyle yer gök inler Ömer toplumu öylesine etkilemiştir ki; Ömer'i anlatan türküler yakılmıştır Urfalıyam Ezelden (Ömer) Urfalıyam ezelden Gönül geçmez güzelden Göynümün gözü çıksın Sevmez idim ezelden Ağam olasın Ömer Paşam olasın Ömer Yetim kalasan Ömer Benim olasan Ömer Urfa bir dağ içinde Gülü bardağ içinde Urfayı hak saklasın Bir yarim var içinde Urfa bir yana düşer Zülüf gerdana düşer Bu nasıl baş bağlamak Her gün bir yana düşer Dağdan akıyor seller Sallanır sırma teller Yüreğin taştanmıdır Bana acıyor eller |
Katip Türküsü |
02-27-2007 | #13 |
virüs
|
Katip Türküsü13-)Katip Türküsü Elazığ tahrirat kaleminde küçük bir memur olan Mehmet ismindeki gencin Fikri adındaki bir genç tarafından öldürülmesi üzerine yakılan bu türkünün hikayesi de şöyledir: Anadolu'nun birçok yerlerinde, sosyal hayatın bir zorlaması olarak ortaya çıkan dost tutma olayı vardır Halkın hoş karşılamaması ve geleneklere aykırı düşmesi yüzünden gayri meşrü aşk çevrede hoş karşılanmaz Sevmek ve sevilmek arzularıyla kaynayan hovardalar, halkın aşırı tassubuna rağmen yine de bir çözüm getirdiğine inanıldığından sermaye kadınlarının kurmuş olduğu genelevlerde dost, sevgili tutarlardı Tutarlardı diyorum, bugün artık bu gibi olaylar olmamakta, ayrıca türkümüzün konusu olan olay da bundan 60-70 sene evvel geçmektedir Sara adındaki sermaye kadının evinde bulunan ve güzelliği, çekiciliği, kıvraklığıyla gençleri baştan çıkarmada usta olan Zinnete isimli yosma ile Katip Mehmet arasında da işte böyle bir ilişki vardır Zinnete, bu özellikleriyle bir çok gencin kanına girmiş, bir çok yuvanın yıkılmasına sebep olmuş bir dilber, Mehmet ise genç, yakışıklı Olay akşamı Katip yine Sara'nın evine gider Kapının açılmaması karşısında kafası bozulan Fikri ve arkadaşları kapıyı kırarak içeri girerler Fikri belinde taşıdığı hançeri çektiği gibi Katip'e saplar Katip oracıkta ölür Fikri ve arkadaşları hapse atılır, belli süre sonunda çıkarlar Çıktığının ertesi günü gece karanlığında yüksek bir köprüden düşen Fikri, boynu altında kalarak ölür Bu acıklı olay üzerine de bu ağıt yakılmıştır Katip Türküsü Mezireden çıktım ağrıyor başım Dumdum kurşunuyla serildi leşim Buna sebep olan arap kardaşım Di değme de değme yaram derindir Yaram sağalırsa mevlam kerimdir Mezireden çıktım yıldız ışılar Katibi vurmuşlar kanı fışılar İmdada gelmiyor hayın komşular Saranın evleri Toptop'a bakar Katibi vurmuşlar al kanlar akar Bir mahle katibin yoluna bakar Atımı bağladım ben bir dikene Tükettin ömrümü ömrün tükene Benden selam olsun "kefen diken"e Toptop'un önünde perteğin yolu Fikri bey geliyor liveri dolu Katibi vuran da İbiş'in oğlu Anam yoğurdumu ayran eylesin Çıkıp yücelerden seyran eylesin Yoluma bakmasın, hicran eylesin Sabahleyin kalktım çantama baktım Melul mahzun alıp atıma taktım Anama uymadım bağırımı yaktım |
Bebek |
02-28-2007 | #14 |
virüs
|
Bebek14-)Bebek Elmalı'dan çıktım yayan Dayan hey dizlerim dayan Emmim atlı, dayım yayan Bebek beni del eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Vakit sabahın seheri Köyün köpekleri acı acı havlıyor Düşmana saldırır gibi havlıyor köpekler Biraz sonra köyde ışıklar yanmaya başlıyor Köylüler çıralar yakıp, fırlıyorlar dışarı İlkin ağıllara koşuyorlar Hırsızlar mı bastı köyü, yoksa kurtlar mı indi dağdan Belki de Zeybek Karasu'lu geçiyordur köyün kıyısından Çok geçmeden gün ağarıyor Her şey ayan beyan görünüyor Köyün karşısındaki Çatalçam sırtlarına yörükler konmuştu Bütün sırt koyun sürüleri, deve katarlarıyla doluydu Kara çadırların önünde, iri isli köpekler kıvrılmış yatıyordu Yörük kızları, kollarında tulumlar, ağaç bakraçlarla dereye suya iniyorlardı İlerdeki Boztepe'de dört beş atlı bir şeyler konuşuyorlardı Bunlar Oba Bey'i ve Obanın ileri gelenleriydi Kuşluğa doğru güneş yükselip çadırlara gitmeye başladı Çamların altına kilimler serildi, minderler döşendi Kıl poturlu yörükler, yırtmaçlı entarili kadınlar çadırlardan çıktılar Gölgelere oturdular Öğleye doğru Yörük Bey'i obaya indi Çamların alaca gölgesinde, otları, suları gözden geçirdi Sonra da yanındakilere "Burada fazla kalamayız Otlar kurumuş, sular çekilmiş O güne kadar buradan göçüp Seki'ye konaklayacağız" deyip atını mahmuzluyor Varıp çadırına giriyor, çok geçmeden av kuşamlarıyla çıkıyor dışarı Atına atlayıp sırtlarına kovuyor Köylüler yörüklerin gelişine hem seviniyor, hem üzülüyor Üzüntüleri şundan ki; yörük deyince akla koyun, deve, keçi, at gelir Malı bol olur yörüğün Zaten geçimi de bunun üstüne Mal da söz anlamaz ki, ekindi, bağdı, bahçeydi girip ziyan verir Bunun için köylü, yörüğü istemez Ama, elindeki üzümünü buğdayını satması için de sevinir yörüğün geldiğine O günde öyle oldu Köy kızları omuzlarına aldılar sepetleri, üzümüdü, incirdi taşıdılar yörük çadırlarına Üstelik bayram yakın olduğu için, para gerekliydi herkese Fadime de evdeki iki sepet üzümden birini yüklendi omzuna Yetim kardeşlerine bayram giysileri alacaktı üzüm parasıyla Bir yandan alacaklarını düşünüyor, öte yandan dilinde türküsü çadırlann bulunduğu Çatalçam'a doğru yürüyordu Çadırlara yaklaşırken, obanın köpekleri havlayıp, sardılar çevresini Ne yapacağını şaşırdı ilkin Sonra yanındaki taşa ilişti gözü Sıçrayıp taşın üstüne çıktı Bir yandan da bağırıyordu Çok geçmeden, en yakın çadırdan yaşlı bir kadın çıktt Köpekler huylandı Fadime'yi taşın üstünden indirip çadırına aldı Bir yandan soğuk ayran; bir yandan höşmerim sundu konuğuna Biraz sonra da Oba Beyi geldi atıyla Avladığı keklikleri uzattı anasına Sonra da atını bağlayıp, girdi çadırına Fadime'ye ilişti gözü Anası "Yanıkhan'dan üzüm getirmiş satmaya Köpekler çevirdi de zor kurtardım" dedi Beyin bakışlan Fadime'nin iri kara gözlerine takıldı Bir süre ayıramadı Sonra, "Üzüm kaç okka?" dedi Fadime, utangaç utangaç "Çekilmedi" dedi Oba Bey'i "on okka saysak nasıl olur?" deyince "Hayır on okka geçmez Hak geçer" diye cevapladı Bey "Bizim okkamız, terazimiz yoktur Biz de el ölçü, göz terazidir Benim gözüm o kadar tuttu Eksiği artığı varsa, birbirimize helal ederiz deyip parayı uzattı Fadime'ye Sonra yola kadar uğurladı Bir yandan da "Senin üzümlerin çok iyi Yine getirsen alırım" diye tenbihledi Fadime de; "Bir sepet daha kaldı Onu da bayram sonu getiririm" deyip seke seke indi bayırı Bey arkadan baka kaldı Çadırına döndüğü zaman içinde bir eziklik, gönlünde bir hoşluk duydu Kendince kurdu Fadime'yi Nasıl da ceylan gibi seke seke koşuyordu Ya o kaş, o göz Bizimkilere hiç benzemiyor diye, alıp verdi, alıp verdi Anası, oğlundaki bu değişikliği farketmedi ilkin Ama öyle dalgınlaşmıştı ki Bey Anasının söylediklerini duymuyor, dalıp dalıp gidiyordu Anası "Oğul n'oldu sana? Dediklerimi duymuyorsun Ne dediğini de bilmiyorsun Köy kızı aklını mı çeldi, nedir?" Bey, "Yok be ana Güzel bir kız ama, bilmem ki" diyor Bir yandan bilmem ki diyor, öte yandan av bahanesiyle Fadime'nin köyüne iniyor sık sık Gözleri onu arıyor Anası tümden karşı bu işe Nedeni de: aşiret töresine aykırı Daha Kıroba Aşireti'ne yabandan kız girmemiş Obanın erkeği, obanın kızıyla evlenmiş o güne dek Hem oğluna, dayısının kızını almayı kurmuş anası Kızın anasıyla da konuşmuş meseleyi Şimdi bu köy kızı araya girerse, işler tümden bozulacak diye düşünüyor Gün günü eskitip, bayrama ulaşıyor Bayrama ulaşıyor ya, aşiret arasında da homurtu dolaşıyor giderek "Biz buraya on günlüğüne konmuştuk Bu gün onbeşinci gün oluyor Daha hareket yok Bey'den ses çıkmıyor Sürüler otlaktan aç dönüyor Kimi hayvanlar zehirli ot yeyip ölüyor Daha ne kadar bekleyeceğiz burada" Dalga dalga yayılıyor söylenti Varıp Oba Beyinin anasının kulağına ulaşıyor Anası çekiyor Bey'i çadıra "Oğul aşeritte ikilik oldu On günlüğüne konmuştuk, on beşi geçti Ne suyu su; ne otlağı otlak Daha ne bekliyoruz burada" "Hele birkaç gün daha sabretsinler, bizim de bir düşündüğümüz var" deyip kesiyor anasının sözünü Bey Oba töresi böyle Kimse de ağzını açıp itiraz etmiyor Beyin aklı da Fadime'de Bayram geçince üzüm getirecekti Daha görünmedi, diyor kendi kendine Gözleri de köy yollarında Derken bir sabah görünüyor Fadime Yanıkhan'dan Çatalçam'a çıkan yolda görünce Fadime'yi, bir koşu varıp karşılıyor Bey Karşılıyor da omuzunda ki sepeti alıyor Çadıra yürüyorlar Obadakiler şaşkın Oba Bey'inin bir köy kızının ayağına koşmasını kimse iyi karşılamıyor Anası, Fadime'nin çadıra girmesiyle suratını asıyor Yarım ağız "hoş geldin" deyip, işine dalıyor Fadime şaşıp kalıyor İlk gelişindeki izzet ikram nerde, şimdiki surat asıklığı nerde? Sıkılıyor Fadime Tatlı dil, güler yüz görmediği çadırdan kaçmak geçiyor aklından Oba Bey'i durumu anlıyor Sevdiği ile saydığının arasında Bey Anasına bir şey diyemiyor Fadime'ye sadece mahcup mahcup bakıyor Sonunda, sepetteki üzümü boşaltıp, para kesesindeki tüm parayı boşaltıyor avucuna Fadime'nin Fadime şaşkın,aldığı parayı avuçlayıp çıkıyor çadırdan Ağır ağır iniyor Çatalçam'ı Öte yandan Bey'de bir keder, bir üzüntü Söylemeye başlıyor kendi kendine: Yaylaları yuvalı Güzeller yaylalı Fadime gibi görmedim Anamdan doğalı Anasının korktuğu başına gelmişti Fadime'ye tutulmuşlu oğlu Onun sevda türküsüne, maniyle karşılık verdi: Ben bu yaylara yayla mı derim Başı pare pare kar olmayınca Ben böyle güzele, güzel mi deriim Aslı türkmen, soyu bey olmayınca Böylece Bey'in gönlünü Kıroba'ya çekmek istiyor Ama Bey hiç oralı değildi Sanki kendine söylenmiyordu Varsa Fadime, yoksa Fadime Fırsatını bulunca da tüfeğini omuzlayıp, köy yolunu tutuyordu Köy çocuklarından öğrendiği Fadime'nin evinin önünden geçiyor, belki görürüm umuduyla, dolanıp duruyordu köy yollarında Köy gençleri tedirgin "Bey'se beyliğini bilsin Yabanın yörüğü kızlarımızla dalga geçmesin" diyorlar Köy büyükleri bakıyor ki işin tadı kaçık Fadime'nin yüzünden, köylülerle yörükler birbirine girecek "Bir çare bulalım" diyorlar Öte yandan Bey'in anası da oba büyüklerini çadırında toplayıp durumu olduğu gibi anlatıyor O güne dek, Kıroba soyunda görünmeyen bu durum, tüm obadakileri derinden üzüyor Söyleniyorlar "Obada erlik yufkalaştı mı? Yangınlık yanımızdan geçmezdi N'oluyor törelere" diyor kimisi; kimi de "Köylü kancığı göçebeye gerekmez Çarığı çayda kalır köy kızının" diye karşı çıkıyor Sonunda Oba Beyi'nin amcası kalkıyor ayağa Ağır ağır, tane tane konuşuyor "Obaya antlıyız Suyun akıntısına gidelim Bunu bilip, bunu hayır belleyelim Bey'imizi isteğiyle everelim Obanın ayağı bağdan kurtulsun" deyince herkes boyun eğiyor Kimse karşı çıkmıyor Kıroba Aşireti'ne ilk kez yabandan bin kızın gelmesi, böylece kabul ediliyor obada Anası, haberi Beye ulaştırınca çok seviniyor Bey Seviniyor da tez elden köy imamına haber salıp, çağınıyor Fadime'nin istenmesi, düğün, nişan işini imamsa bırakıyor Bey Fadime derseniz, olan bitenden habersiz Başında büyüğü de yok Kendinden küçük iki kardeşiyle kalıyor Üç-beş dönümlük bahçesini de köylünün yardımıyla ekip yetiriyor Oba Beyi nin kendisine talip olacağını aklından bile geçirmiyor Ne zaman ki, imam koşa koşa gelip "Müjdemi isterim: Oba Bey'i, Allah'ın emriyle talip oluyor sana" deyince anlıyor meseleyi Anlıyor da bir şaşkınlaşıyor, bir donuyor Ne diyeceğini bilemiyor Ama hangi kız istemez, anlı şanlı Kıroba Aşireti'ne gelin olmayı Fadime durumu öğrenince şaşkınlaşıyor ilkin, susuyor Köyünü, alıştığı çevresini, kardeşlerini düşünüyor Üç-beş hısım akrabadan başka, başında büyüğü de yoktur Fadime'nin Sahipsizliğini, yoksulluğunu düşününce, için için seviniyor Köylü derseniz "Başına talih kuşu kondu Kime kısmet olur böylesi Koca Kıroba Aşireti'nin gelini olacak Bir eli yağda, bir eli balda Develer, koyunlar, keçiler sürü sürü Kısmetli kızmış Fadime" diyor kimi Kimi de : "İnsanın sonu iyi gelsin Anasız babasız yetimleri büyüttü Onlara analık, babalık yaptı Tanrı gönlünce verdi Sonu da iyi oldu Fadime'nin" diyor Köy Muhtarı ile imamı da ortalığa düşüp, işi tez elden bitirmeye çalışıyortar Fadime'nin hısımlarıyla konuşuyorlar Rızalık altyorlar Sonunda köyün büyükleriyle, obanın ileri gelenleri bir araya gelip, Allah'ın emriyle istiyorlar Fadime'yi Düğün gününü kararlaştırıyorlar Yörük düğünü de düğün olur hani Bir yandan davul zurnalar; bir yandan çengiler Sonunda Yanıkhan'lı Fadime, Kıroba Bey'in çadırına gelin ediliyor Fadime'ye gelinlik yakışıyor Güzelliğine güzellik katılıyor Obadakiler buruk Kimisi "Yarın görürüz Fadime'yi Yörüğün göçüne dayanamaz, ilmik ilmik dökülür Ne deveyi ıhtırır, ne tuluğu şişirir Koyunu keçiyi de yörük kadar bilmez köy kızı" diyor; kimi de, "Bey'in kaderi böyleymiş Eliyle etti, boynuyla çeksin Olan oldu" deyip işi oluruna bırakıyor Üç gün, beş gün, bir hafta, on gün daha kalıp, çadırları yıkıyor Kıroba Aşireti Aşiret dediğin bir yerde oturup kalamaz Yem, yiyecek tükenir Mallar toprağa saldırır yoksa Açlık, hastalık getirir sürüye Kırım kırım kırılır mallar Onun için sık sık yer değiştirir yörük Otlağın yeşilini, suyun bolluğunu seçip konaklar Çatalçam sırtlarını da zaten kel etmiştir hayvanlar On günlüğüne konup Fadime'nin yüzünden takılır kalmıştır oba Oba yükü yükler Develer katar olur, sürüler yola dizilir Fadime'yi tutar bir ağıt Kolay mı doğup büyüdüğü, koşup oynadığı köyü terketmek Dostu ahbabı, hısmı, arkadaşı bir bir dolaşıp, helallık alıyor Teselli buluyor "Nasıl olsa döner dolaşır, yine gelirsiniz Yörüğün konağı olmaz Çatalçam'ın suyu kurumaz, Bozpete'nin yeşili solmazsa yolun uğrar buraya Vargit yolun açık olsun Bizi unutma Gelenle haber ilet, gönlünde yaşat bizi "deyip teselli ediyorlar Fadime kardeşlerini de alır, koyulur yola Şurası senin, burası benim dolanıp durur Oba İlkin zor gelir Fadime'ye Ama zamanla alışır Tam bir yörük olur Kaynanasıyla da arası düzelirObadakiler de sever sayar Fadime'yi Kocası derseniz, araları çok iyi Bir güne bir gün, kötü söz duymuyor kocasından Yazın yaylaya çıkıyor oba, kışın da ovaya iniyor Günler su gibi akıp gidiyor Üç yıl, göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor Üç yıl geçiyor ya, Fadime'de bir şey yok daha Yani ki doğurmuyor Obayı bir dedikodu sarıyor "Fadime kısır, doğuramaz" diyorlar Kaynanası ilkin karşı koyuyor dedikodulara Sonunda o da mırıldanmaya başlıyor "Soyumuz sopumuz kuruyacak Neslimiz tükenecek Şunca yörüğü bıraktı da, köy kızıyla evlendi Muradımızı gözümüzde koyacak" diye dövünüyor anası Oba kızları da "Oh olsun Bunca yörüğü bıraktı da, köy kızı getirdi O da kısır çıktı" diyor İçin için yıkılıyor Fadime Alıyor veriyor, alıyor veriyor Elinden bir şey gelmiyor ki Adaklar adıyor Muskalar yazdırıyor Ama boş Kimden bir umutlu söz duysa koşuyor yanına Konuşuyor da okutup üfletiyor, yazdırıp takıyor boynuna Ama boş Kimsenin yüzüne bakamıyor obada Gelip evliliğin yedinci yılına dayanıyor Dilediği de yedinci yılda gerçekleşiyor Fadime'nin yüklü olduğu, kulaktan kulağa dolaşıyor obada Beyin keyfine diyecek yok Anası derseniz, soğuktan sıcağa vurdurmuyor elini "Sen yüklüsün, işleri bırak Kıran girmedi bunca aşirete Çalışıp yetirsinler' diyor Sık sık konup göçmeyi de bırakıyor aşiret Çobanlar sürüleri uzak kırlarda otlatıp, akşam olunca getiriyorlar obaya Uzun sözün kısası, vakti saati gelince, nur topu gibi bir oğlu oluyor Fadime'nin Üç gün üç gece şenlik yapıyor oba Yeniliyor, içiliyor Davarlar kurban ediliyor, kazanlar kaynatılıyor Oğlunun adını "Ali" koyuyor Bey Babasının adı yerde kalmasın istiyor Ali de Ali! Topaç gibi Bir seviyor ki anası, yerlere kondurmuyor Ali'nin kırkını geçince, göçe karar veriyor oba Ne zaman ki kırk gün doluyor, törenle yıkıyorlar çocuğu Leğenine gül suyu döküp, kırkduası okuyorlar üstüne Ertesi gün sabahına da yol hazırlığına başlıyor oba Denkler denkleniyor; yükler yükleniyor Develer katarlanıp, koyunlar sürüleniyor Akşama doğru da oba tüm hazırlığını tamamlayıp, yola koyuluyor Develerin en yükseği, en başı yumuşak olanı da Karamaya Fadime, Karamaya'yı bir güzel tımar ettiriyor, süslüyor Dizlerine takurdaklar, boynuna büyük havan çanını takıyor Ak kundağında uyuyan bebeğini de bir ala kilime sarıp, çadırın eşiğinde duran yeşil çam beşiğe yerleştiriyor Beşiği de devenin havut ağacına asıyor Koyuluyorlar yola Karamaya'nın ipi, Fadime'nin elinde Akşamın serinliğinde yolculuğun tadı başka olur Hele yol, iki tarafı ağaçlık, yemyeşil bir yol olursa Hele hele yol boyunca, ala kargalar, akşam kuşları, sığırcıklar, serçeler vızır vızır gezerse katarın üstünde, doyum olmaz yolculuğa Doyum olmaz ya; Fadime de oğlunu göresiyor Karamaya'yı ıhtınp, doya doya öpmek sevmek geliyor içinden Ama, yol ağaçlık, karanlık üstelik Bekliyor ki sabah olsun Sabaha da bir şey kalmadı Elmalı'ya konacak oba Bey önceden gidip, konak yerini seçecek, obayı da orada bekleyecektir Sabah oldu olacak İki köpek sesleri duyuluyor Biraz sonra da Elmalı görünüyor Oba ağır ağır giriyor Elmalı'ya En arkada da Fadime'nin devesi Karamaya var Fadime sabırsız Bir an önce deveyi ıhtırıp, oğlunu kucaklamak istiyor Oba hareketli Herkes devesini ıhtırıp, yükünü boşaltıyor Gök çimenlerin üstü ana-baba günü Bir yandan ak sürüler dönüyor, bir yandan güzel yürük kızları sağa sola koşuyor Fadime de ağır ağır ıhtırıyor, ıhtırmasıyla da haykırıp bağırması bir oluyor "Yavrum Ali'm yok Ali'min beşiği boş Ali'm yok" diye feryat ediyor, herkes ona koşuyor Bakıyorlar gerçekten Karamaya'nın havut ağacına asılı olan beşiğin içi boş Yeller esiyor Ali'nin yerinde Fadime saçını başını yolmaya başlıyor Oba büyükleri tez elden atlarını döngeri edip yollara düşüyor Emmiler, dayılar düzülüyor yola Kimi atlı, kimi yayan, dönüp yolları tarıyorlar Dayı al atını herkesten önde sürüp, aralıyor diğerlerini Fadime de yayan yapıldak düşüyor yollara Geçtikleri yollarda umudu Bir yandanda ağlıyor Hem ağlıyor, hem söylüyor Bebek oy, diyor Ninni diyor Diyorda diyor Gün akşama yakınken, dayı Çiçek Dağı'nı tutuyor Tutuyor ki, yol karardı kararacak Yol boyu da sıra sıra ağaçlar Ağaçların üstünde de kuşlar Allı yeşilli cıyak cıyak kuşlar Ta uzaklardaki bir ağacın tepesinde de bir küme kuş Ama alıcı, yırtıcı kuş bunlar İnip inip kalkıyorlar ağacın üstüne Dayı mahmuzluyor atını Bir solukta varıp ulaşıyor ağaca Varıyor ki, ne görsün Bebeğin kundağı bir ağaçta asılı Bebeğin sarılı olduğu kilim, kanlar içinde sarkıyor ağaç dalından Kol bezi dolanmış kalmış ağaç dalına Kuzgunlar, leş kartalları da inip inip kalkıyor ağaca Dayı atıyla ağacın yanına vardığt zaman, artık bebek eski bebek değildir Bebek demeye bin şahit gerek Bebek gözsüz olur mu? Göz yerinde iki oyuk kalmış sadece Derileri de lime lime İlkin sarsılmış dayı Sonunda toplamış kendini Arkadan gelen Fadime'yi döşünmüş Tez elden bir çukur kazıp, gömmüş bebekten kalanları Bir tek kol bezi asılı kalmış dalda Sonra da döndürüp sürmüş atınt Çok gitmeden karşılaşmışlar Fadime'yle Anlatmış durumu dayı Atına terkileyip, sürmüş obaya Terkilemiş ya, Fadime feryat fıgan içindeObada herkes yaslı Kimsenin ağzını bıçak açmıyor Bey derseniz, konak yerine dönmemiş daha Habersiz olanlardan Beyin anasının elleri dizlerinde Arada bir de başını döğüyor Fadime yerden yere atıyor kendini Sonunda gözlerinden ırayıp bir kuytuya çekiliyor Derler ki, obadaki son günü oldu bu Fadime'nin Akşamın karanlığında, el ayak çekildikten sonra, ortalardan kayboldu Fadime Bir daha da gören olmadı Ama bebeğin asılı kaldığı ağacın yakınından geçenler günün her saatinde, yanık içli bir kadın sesinin ağlayan, ağlatan yankılarını duydular uzun süre Bu, oğlunu yitirdikten sonra, delirip dağlara düşen Fadime'nin sesidir diyor duyanlar Elmalı'dan çıktım yayan Dayan hey dizlerim dayan Emmim atlı, dayım yayan Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Kol bezin dalda bulduğum Adını Ali koyduğum Yedi yılda bir bulduğum Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Gökte yıldızlar ışılar Kuzgunlar üleş bölüşür Çadırda düşman gülüşür Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Deve var deveden yüce Deveyi yüklettim gece Nic' edeyim aman nice Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Kaynanam samur kürklü Develeri kahve yüklü Yad-yaban değil Yörüklü Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Çadın cibiş kılından Pazvandı çıkmaz kolundan Kurtulamam ben dilinden Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Tuzladan aldım tuzunu Akdağ' a serdim bezini Kargalar m'oydu gözünü Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Ak memeden sütler akar Kavim kardaş yola bakar Yasımız obayı yıkar Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Deveyi deveye çattım Yuları boynuna attım Bebeği dağlara attım Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktt kül eyledi Ala kilime sardığım Yüksek mayaya koyduğum Yedi yılda bir bulduğum Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Havada kuzgun dolaşır Kargalar leşi bölüşür Kara haberi ulaşır Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Tabancamın ipek bağı Baban bir aşiret beyi Kanlım oldu Çiçekdağı Bebek beni del'eyledi Yaktı yaktı kül eyledi Kaynak: Yaşar Özürküt Öyküleriyle Türküler 1 İstanbul, 1999 |
Ala Geyik |
02-28-2007 | #15 |
virüs
|
Ala Geyik15-)Ala Geyik Alageyik türküsü bir efsanedir her yörede her bölgede anlatılır Çukurova ‘da Halil ile Zeynep, Manisa ovasında Fatma kızla Mustafa’nın öyküsüdür anlatılan Ama aynı minval, aynı tutku aynı aşk Zamanlardan bir zaman Anadolu’nun bol ormanlı sarp yamaçlı dağlarının kıyısında bir avcı genç yaşarmış İki tutkusu varmış bu gencin Biri sevdiği kızötesi geyik avı, sürek avıAvdan vazgeçmesi imkansız, yarsız yaşaması ölüm demekmiş Sık sık tüfeği omzunda ormanlara vurur, dağlara koşar, sürek avına koyulurmuş Günlerce köye eve uğramazmış Genç ceylanların, sürmeli geyiklerin korkulu düşüymüş Vurdu mu iki çatal boynuzun ortasından vururmuş geyikleri Dağda ormanda kara bir gölge gibi kayıp gidermiş Geyik avı tekin değildir Anayı yavrusundan ayıran av ağır vebal getirir Ama avcılık bir tutkudur Gözü karartan bir yangındır Taş kesilir yürek İşte o genç avcı bir kez Alageyik görür bir yamacın başında Güneşte de ayışığında da parlamaktadır bir masal perisi gibi orda Gözünü ondan alamaz delikanlı avcımız Koşar peşinden Alageyik durur, tüfek omzunda nişan alır genç, geyik sırra kadem basar O dağ senin, bu tepe benim günlerce yalnız onu arar gözleri Geyik bir vardır bir yok bir görünür bir kaybolur Köy halkı çocuğu merak ederler, genç geyiğin peşinde, köylüler onun tüfek seslerini dinleyip iz sürerek genci bulurlar sonunda Hala pusuya yatmış Alageyiği gözlerken onu alıp köye götürürler Geyik avından vazgeçirmek için sevdiği kızla hemen evlensin diye düğün dernek kurarlar Gencin hoşuna gider Genç kızın gözlerindeki aşk ateşi yüreğini yalazlandırır Gerdeğe girerler İşte o sırada tam seccadede namaz kılıp kalktıkları sırada pencerede bir hayal görür genç Alageyiğin hayali Işığı odaya düşer gibi Duvardan tüfeğini kapar atlar pencereden dışarı Alageyik bir hayal, bir serap Bir aynalı düş ki genç avcı, damatlığı üstünde onun peşinde Ertesi sabah bir uçurumun altında bulunur ölüsü delikanlının Kimi der Alageyik atlayınca uçurumdan kendi de geçmeye kalktı kimi der bütün vurulan geyiklerin laneti genç avcıyı muradına eremeden yaktı Bende Gittim Bir Geyiğin Avına Geyik Çekti Beni Kendi Dağına Tövbeler Tövbesi Geyik Avına Siz Gidin Kardaşlar Kaldım Burada Aman Anam Burada Siz Gidin Avcılar Kaldım Burada Aman Anam Burada Ben Giderken Kaya Başı Kar İdi Yel Vurdu Da Erim Erim Eridi Ak Bilekler Taş Üstünde Çürüdü Urganım Kayada Asılı Kaldı Esbabım Sandıkta Basılı Kaldı Nişanlım Sılada Küsülü Kaldı Kayanın dibine çadır kursunlar Çifte davul çifte zurna vursunlar Nişanlımı kardeşime versinler |
|