Bilimin Yararları Nelerdir |
10-21-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Bilimin Yararları NelerdirBilimin yararları nelerdir Bilimin yararları nelerdir? Bilimin faydaları Bilim, modern dünyamızı derinden ve muhteşem bir şekilde değiştirdi Bilim, hayatın her alanını öylesine sarstı ki, ondan iyi günde de, kötü günde de kaçmak mümkün değil 20 yüzyıl, bilimin insanlığın kendi kendisini yok etme yetisine olduğu kadar, insanın aydaki ayak izlerine yol açan zaferine de tanıklık etti 20 yüzyılın ilk yarısında, soy geliştirilmesi bilimi (öjenik), insanoğlunu seçici üreme aracılığıyla geliştirmenin yollarını aradı, ki bu da zihinsel özürlü insanların kısırlaştırılmasına gerekçe oldu 2 Dünya Savaşı sırasında, gelmiş geçmiş bilim insanlarının en ünlülerinden biri olan Einstein’ın dehasının korkutucu yan ürünleri olan atom bombaları, Japonya’daki Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atıldı Günümüzde, biz gezegenimizi yaşanmaz hale getirmenin eşiğindeyken, bilişim ve internet özel hayatı tehdit ediyor Evet, bilimin karanlık ve endişe uyandıran bir yanı da var Bilimin bu çelişkili, bir yandan hayatı kolaylaştırırken, bir yandan da varlığımızı sona erdirecek araçları arttırması kapasitesi, bilim denen, “şeytanla anlaşma”, ya da “bilgi pınarı” olan bu şeyi incelememizi zorunlu kılıyor Karl Popper’ın sahtecilik kavramının alakası ve etkinliğine rağmen, çağdaş bilim filozoflarının en tanınanı, 1962 yılında basılan ve hâlâ büyük bir popülariteye sahip olan Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions) kitabının yazarı Thomas Kuhn’dur Kuhn, tarafsız gerçek arayışının bilimin asıl hedefi olmadığını, bunun yerine bilimin, çağdaş bir inançlar sistemi içinde işleyen problemleri çözmenin bir metodu olduğunu söylemiştir Bu inançlar ve değerler sistemi kendisini, sonuç üreten bir seri deneysel prosedür aracılığıyla yansıtır; bunun karşılığında da, orijinal inançlar ve değerler sistemini güçlendirir Kuhn bu tür sistemlere paradigma adını vermiştir Bilim insanları normalde zamanlarının çoğunu normal bilim yaparak, yani başka bir deyişle, spesifik bir paradigma içinde çalışarak geçirirler Ama bazen, Nicolaus Copernicus, Isaac Newton, Charles Darwin ve Albert Einstein gibileri, bilimsel devrimleri tetikleyen yeni inanç sistemleri bulurlar Onların buldukları sistemler bildiğimiz evreni yeniden şekillendirmiştir Öyle ki, evrenin merkezinde Dünya değil Güneş vardır; gökyüzü mekaniğini dünyevi mekaniğin uyduğu aynı kurallar altında getirmiştir; Tanrı tarafından yaratılan bir dünyadan, amaçsız ve asla bitmeyecek bir dünyaya geçilmiştir; ve kesin ve devamlı bir zaman akışına sahip bir fizikten, zaman akışının esnek olduğu ve deneyi yapanla gözlemlenenin göreceli hızına göre değişiklik gösteren bir fiziğe geçilmiştir Kuhn, yeni paradigmaların, bilimsel değerlerinden dolayı değil, bunların rakiplerinin eninde sonunda ölmesinden dolayı benimsendiğini savunmuştur: Einstein’cıların genel görecelik kuramı doğanın gerçek tanımı olarak kabul edilmiştir, çünkü artık Newton’cuların safları azalmıştır Bilim sadece, filozofları kandıran bir aura kaybetmiştir; yenilikçi bilim insanları, fikirlerini kabul ettirmenin ne kadar zor olduğunu bilirler Karl Popper, hâlâ bilimin en isabetli ve etkin tanımını veren kişidir: Bilim, yanlış olduğu kanıtlanabilecek bilgidir – yani kendi jargonunda, “Bilim, çürütülebilir olan şeydir” demek istemiştir Popper’a göre bilim, aksini ispatlamanın sürekli bir alıştırmasıdır Her bir deney ve gözlem, kabul edilen kuramla çelişmeyi amaçlar Bilim, bilim insanlarının çürütme çabalarından kurtarılan kuramlardan daha fazlası olamazdı Popper, sistematik şüpheyi, bilimsel metodun temeli olarak tanımlıyor Bilim insanları, hali hazırda kabul edilen – Thomas Kuhn’un “paradigm du jour” ya da “günün paradigması” dediği kuramla çelişecek gözlemleri keşfetme ve yayımlama hırsıyla yola çıkarlar Pratikte, pek çok bilim insanı çoğunlukla deneyleri tekrarlamaktan ve daha önce elde ettikleri sonuçları teyit etmekten mutluluk duyarlar Yine de, aynı zamanda, kendilerini yeni bir kurama götürecek hatayı bulma hayalleri de kurarlar CERN’in Cenevre’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nın ilk çalışmasını sabırsızlıkla bekleyen binlerce bilim insanı, (Fiziğin Standart Modeli tarafından tahmin edilen temel bir parçacık olan ünlü Higgs bozonunun varlığını teyit etmek için çarpıştırıcının kullanılmasında olduğu gibi) yeni yollar açacak “yeni bir fizik” bulmakla muhtemelen daha çok ilgilidirler 1960’larda Berkeley’de öğretmenlik yaparken, Paul Feyerabend, “bilimlerini” açıklamaları için cadıları, yaratılışçıları, darwincileri ve falcıları davet eder ve öğrencileriyle tartışırdı Feyerabend için, “Herşeye kabul” ilkesi geçerliydi Feyerabend’e göre, bilimin dünyasında, amaçlar araçları haklı çıkarır Feyerabend, örneğin, Galileo’nun yeni teleskop icadından yaptığı gözlemler kadar, yalanlar, veri çarpıtması ve propagandadan da yararlandığını söyler Galileo’nun stili ve zeki ikna tekniklerinden dolayı ünlü olduğunu, çünkü Latince yerine İtalyanca yazdığını ve bir biçimde eski fikirlere ve onları öğrenmeye bağlı standartlara karşı çıkan insanlara hitap ettiğini öne sürdü Eğer bilim insanları diğer herkesin kullandığı aynı araçları kullanarak tartışmaları kazansalardı, bilimsel gerçek bir astrologdan, falcıdan ya da mistikten gelen gerçekten daha güvenilir olmazdı Bu yüzden, Feyerabend bütün bu yaklaşımların eşit değerde olduğunu, - bilimin, özellikle de kurumsallaştırılmış bilimin tarihi bir fenomenden daha fazla birşey olmadığını; bilimsel dogmaların daha bile tehlikeli olabileceğini ve toplumun totaliter bilimin büyüsünden kurtulması gerektiğini söyledi Sosyolojik yapılandırmacılığa giden yol, artık açılmıştı Antropologların belli bir kabileymiş gibi davranan bilim insanlarını gözlemlemesi, neden iyi birşey olmasın ki? Antropolojik araştırmalar, insanların söyledikleri ya da yazdıklarına minimal derecede önem vermeyi ve onların gerçekte ne yaptıklarına odaklanmayı gerektirir Bu fikre dayalı olarak, sosyolojik yapılandırmacılar bilimin tamamıyla toplumun bir ürünü olduğunu kabul ettiler Bir bilim insanının inançlarını, büyük ölçüde toplumun belirlediği sonucuna vardılar: bir bilim insanı, yayınları ve çalışmalarına başvurabilir; onun belirli bir bilimsel kurama olan inancını belirleyen, bilim insanının sosyal ortamıdır Sosyolojik yapılandırmacılar, bilim insanlarının gerçeği bildiklerini iddia ettiklerinde, aslında sadece kendilerini kandırdıklarını düşünürler Bilimsel araştırma tamamıyla, onların güç sahibi olma isteğinden gelen bir çabadır ve bilim boyunduruktan başka birşey değildir Sosyolojik yapılandırmacılara bir örnek, “Bilim İş Başında” diye adlandırdığı bilimi, laboratuvarlardaki bilim insanlarının davranışlarına indirgeyen Fransız sosyolog Bruno Latour’dur Latour’un bilim tarifinde, bilim insanlarının bir mikroskoptan içeri doğru bakarken ne gördükleri açık değildir Bunu gerçekte kimse bilmez Elbette bilim insanı “Bakteriler görüyorum” diye iddia eder Ama bakteriler konuşamaz ve kendilerini tanıtamaz Latour ve “Bilim İş Başında”nın partizanlarına göre, bilimin büyük bir bölümü kurgudur ve bilim insanlarının aklının bir düzmecesidir Tıpkı Kuhn’un yaklaşımı gibi, sosyolojik yaklaşım, en azından bilimsel keşifleri ait oldukları tarihi metne yerleştirir Her ikisi de zamanlarının çok ilerisinde olan Gregor Mendel’in kalıtım keşfine ve Alfred Wegener’in kıtasal sürüklenme kuramına ne olduğunu açıklar Bu kuramların ikisi de ciddiye alınmamıştır ve oluşturulduktan onlarca yıl sonra bir etki yaratmışlardır |
|