Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Kitap Özetleri

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bomba, seyfettin, ömer

Bomba (Ömer Seyfettin)

Eski 10-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bomba (Ömer Seyfettin)




Bomba
(Ömer Seyfettin)

Konu
Milli dil ve kültürüne yabancı yetişen kimliğini bulmasıdır

Özet

Serin ve karanlık eylül gecesinin yıldızsız seması altında Selanik, sanki gündüzkü heyacanlardan, gürültülerden yorulmuş gibi, baygın ve sakin uyumaktadır Rıhtım tenhadır Olimpos Palas’ın, Kristal’in, Splandit Palas’ın, diğer küçük gazinoların lambaları çoktan sönmüştür Tramvay yolunu tamir için yığılmış parke taşlarının ilersinde, denize inen küçük merdivenin başında, hareketsiz bir gölge dimdik durmaktadır

Gölgenin sahibi tahsilini Paris’te bitirip daha sonra dolgun bir maaşla İzmir’egiden ve orada aşık olduğu güzel bir İtalyan kızı olan Grazia ile evlenen genç mühendis Kenan Bey’dir Kenan Bey Türklüğe, yani medeniyetsizliğe karşı olan garazi Avrupalılara, onların adetlerine, ananelerine, terbiyelerine, cemiyetlerine hayran olan ve bunları uygulayan kişiliği ile tanınmaktadır

Nazik ve şendir Savaşa tamamen karşıdır İşte bu gece Kemal Bey kırk sekiz saat boyunca işittikleri, gördükleri gazetelerde okuduklarının etkisindedir Son derece rahatsızdır Çünkü savaş çıkmıştır İtalya Trablus’a saldırmıştır Hayran olduğu, insaniyete hizmet ettiğine inandığı Avrupalıların önceden önem vermediği hatta bazen çok doğal bulduğu hareketleri aklına gelmektedir İlk Fransa’yı hatırlar Daima fazilete, insaniyete hizmet ettiğini haykıran bu millet, yüz senedir Afrika’yı kana boyamakta, masum, silahsız insanları öldürmekte onları esir edip hayatlarını, ruhlarını zapt etmektedir

Daha sonra İngiliz’leri düşünür ve İspanyol’ları, Almanları hatta Belçika ve Portekizlileri en sonunda da İtalyan’ları düşünür Hepsi aynıdır Kenan Bey yıllarca ruhunu zapt eden bu toplumun, Avrupalıların naçiz bir kulu, hizmetçisi olduğunu düşündükçe kahrolmaktadır Düne gelinceye kadar kendisine bile Türküm demeye sıkıldığını ve bu memlekette kendisi gibi tarihinin büyüklüğünü, mazisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkâr eden, milliyetinden uzak ve hatta utanan nekadar Avrupalılaşmış renksiz olduğunu düşünerek yürür

Evine gitme düşüncesinden uzaktır Şuursuz bir şekilde Splandi Palas’ın önüne gelir Bir odaya çıkar ve yatağa uzanır Yaşadığı olaylar onu şaşırtmış, mevcudiyetini perişan etmiştir Hakaretin, tecavüzün, itisafın şiddetinden ansızın uyanan millet, İtalyan mektebinin, acentasının, hastanesinin, hatta konsolosluğunun armalarını parçalamış, bayrak direklerini kırmış, sancaklarını yırtmıştır

Ne kadar İtalyan varsa şüphesiz kovulacaktır İtalyan dostu görünecek bir Türk şüphesiz lanetler, nefretler, içinde tahkir olunacak, memleketten dışarı çıkarılacaktır Başı ağrımakta başını arısından gözleri yaşarmaktadır Yüzükoyun döner, gözünün önüne zevcesi, çocuğu, evi gelir O hiç böyle bir günü düşünmemiş bu ana kadar mesut yaşamıştır Avrupadan geldiği seneyi, gençlik ve bekarlık günlerini hatırlar Bir İtalyan’la izdaviç etmek, hayatını birleştirmek ona doğal görünmüş, hatta iftihar edebilecek bir mümtazlık gibi gelmiştir

Gerçi Grazia ile evlenmek istediğinde Grazia’nın babası Kenen Bey’in Türk oluşından dolayı bir barbar, bir medeniyet düşmanına kızını vermesi şiddetle reddetmiştir Daha sonra ise gerek kişisel menfaatlerini gerekse kızıyla yaptığı bir konuşma sonrasında Kenen Bey’i Rumeli ve Anadolu’da Türk namı altında yaşayan onyedi milyon Rumdan biri olarak değerlendirir

Hikaye, gençliğini Makedonya’da geçirmiş eski bir zabitin hatıralarından alınmıştır Sene 1903 , yer Pirbeçik, genç zabit halinden ve içinde bulunduğu ortamdan oldukça şikayetçidir Bu duruma rağmen kendine verilen görevleri yerine getirmeye çalışmaktadır

Genç zabit, devamlı İstanbul’u düşünmekte, o güzel İstanbul günlerinde yaptığı hovardalıkları anmaktadır Şuan içinde bulunduğu durumu o eski günlere ne kadar zıt olduğunu, çekilmez olduğunu düşünmektedir Oysa kendisi Hayat-ı Askeriye ye başlamadan önce hayallinde mükemmel, muntazam, şık bir ordu vardır Taburun tüfekçisi Agah Usta da, genç zabitin bu durumu halinin farkındadır

Agah Usta bir akşam genç zabitin odasın gelerek ona bozuk İstanbul şivesiyle nasihatler vermeye başlar Ona artık İstanbul hayellerini bir kenara bırakması gerektiğini Olayları fazla kafasına takmamasını, gerektiğinde gülüp geçmesini hatta akşamları gerektiğinde bir tek atmasını ve kendisinin de buna eşlik edebileceğini söyler Agah Usta ayrıldıktan sonra genç zabit onun söylediklerinde doğruluk payı olduğuna kanaat getirir

Bir süre sonra genç zabitin Velmefçe taraflarındaki keşif görevine talip olur Genç zabit kendisine verilen keşif görevi sırasında, düşmana ait boş erzak ambarları ve bir kaç köyden toplanan yüz-yüzelli kadar silahtan başka bir şey elde edememişlerdir Civarda bir çete olabileceği ihtimaline karşı müfrezesiyle birlikte köyde kalır

İlk günler oldukça zordur Yerleştiği kırık dökük, pislik içinde olan ev ve bulunduğu ortam adeta bütün mevcudiyetini yok etmiş, caresiz bırakmıştır Taki bir sabah penceresinden bakarken gördüğü Bulgar kızına kadar Genç zabit bu kızdan çok etkilenir Ona ilk görüşte aşık olmuştur Yaşadığı bütün olumsuzlukları ona unutturmuş sanki aklını başından almıştır

Bütün her şeyi bırakıp uzaklara kaçmayı bile düşünmeye başlamıştır Lakin kendisinin bir Türk zabiti olması, ailesini ve ülkesini kötü bir duruma düşmemesi için , uzaktan uzağa kendi içinde bir aşk yaşamaya başlar Bulgar kızı da bu durumun farkındadır Genç zabitin devamlı onu izlediğini ve gözetlediğini bilmektedir Bulgar kızıda genç zabiti her gördüğünde şu şarkıyı söylemektedir

‘Naş, naş
Çarigrad naş
Raz-va-tri’
Bu şarkının kendisi için söylenen bir aşk şarkısı olduğuna inanan ve bundan çok etkilenen zabit şarkıyı kendince tercüme eder
‘Seni çok seviyorum
Seni çok seviyorum
Balkanlar’dan Şıka’dan
Aşıp geldim sana
Genç zabit şarkı sözlerini bu şekilde çevirdikten sonra, genç kızın söylediği şekilde mırldanmaya başlayarak, kızın her geçişinde ona doğru söyler Ne yazık ki genç zabit için ayrılık zamanı gelmiştir Askerler manastıra geri çağrılmaktadır

Oysa genç zabıt güzel Bulgar kızıyla bir tek kelime bile konuşamamıştır Ona bu şekilde veda etmeden gitmek iztemez Çantasında hiç kullanmadığı kolonyayı gideceği sabah hancının çırağı ile göndermeye karar verir Böylece genç zabitin gönderdiği hediyeyi genç kız ne reddedebileçek ne de teşekkür edebileçekti

O sabah zabit pençereden dışarı baktığında güzel kızı göremez Yine de çırağı yanına çağırır ve hediyeyi tarif ettiği kıza teslim etmesini söyler, çırakta ona kızın adının Rada olduğunu söyleyerek odadan ayrılır O sırada hancı içeri girer ve zabitin toplanmasına yardımcı olmaya başlar Artık zabıt dayanamayarak Rada’yı tanyıp tanımadığını sorar Hancıda kendisini pek tanımam, ama babası iyi adam değildi, kilisede papaz iken kalktı bir gün komite oldu, geçen senede Velmefce’de vuruldu diye cevap verir

Zabit daha sonra o çok merak ettiği şarkı sözünün manasını sorar Alacağı cevap onu yıkacak, kendisinden nefret etmesine neden olacak vicdanını rahatsız edecektir Aşk şarkısı zannettiği şarkının Türkçe karşılı şudur ‘Bizim olacak, bizim olacak İstanbul bizim olacak’

HÜRRİYET BAYRAKLARI
Hikayenin kahramanı olan Türk , sıcak ve yorgun geçen bir günün akşamında Demirhisar’dan Cumayıbala’ya gelerek bir otele yerleşir Sabahleyin zurna ve davul seslerine karışan naralar, türkülerin gürültüsü ile uyanırGerinirken, bu kansız ve hakikate ancak manasız alkış tufanlarından ibaret olan zavallı düzme Türk inkılabının ikinci senesi olduğunu hatırlar Milli bir bayram olduğunu “Lakin, acaba hangi milletin bayramı? “ diye düşünerek kalkar

Pencereden bakar, dışarıda karmakarışık bir kalabalık, kaynaşarak gitmektedir Bulgar dükkanları açıktır Sahipleri bu diyara yeni gelmiş hakim yabancılar gibi önlerinden geçen sırma cepkenli Türk delikanlılarına gülümseyerek bakmaktadırlar Bir süre bu geçiş törenini, On Temmuz kutlamalarını izler Dalmıştır, Türkiye’nin, vatanının, bu mutlaka öleceğine iman edilen hasta adamın hayatını düşünür, yeise pek benzeyen acı bir hisle bütün zihniyetinin büzüldüğünü, işlemez bir hale geldiğini duymaktadır

Odanın kapısı açılır, Rum otelci atlarının hazır olduğunu söyler Razlık’a gidecektir Giyinir, yola çıkar Bir saat sonra Papaz Bayırı’nı çıkan dik yokuşu tırmanmaktadır Atından iner, tepeye çıkar Biraz ileride bir atlı görür,kılıcının parıltısından bir zabit olduğunu anlarOda dinlenmektediryanına giderTürkiye’de takdim ve takat dümebinced olmadığına Selam verirNereye gittiğini sorar Gülümseyerek cevap verir

‘Razlık’a efendim siz?’
‘Ben de’
‘O halde beraber gideriz’
Konuşmaya başlarlar Konu politikadan açılır Kahramanımız On Temmuz’un buralarda bile takdir olunduğunu söyler Mülazım kahramanımızın hayretine canı sıkılmış gibi bir tavırla ‘On Temmuzu takdir etmek’ bu da lafmı? Bu bizim en büyük en şanlı günümüz, en mukaddes milli bayramımız keşke bir gün yerine üç gün olsa der Kahramanımız iddaaların aksini söyleyerek asabi munakaşacıları kızdırmak hoşuna gittiğinden ilave eder

‘Hem bu nasıl milli bayram? Hangi milletin bayramı?’
‘Osmanlı milletinin
‘Osmanlı milleti demekle Türkleri mi kasdediyorsunuz?’
‘Hayır, asla Bütün Osmanlıları
‘Bütün Osmanlılar kimlerdir?’
‘Tuhaf sual! Araplar,Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yahudiler,
Ermeniler, TürklerHasılı hepsi
‘Bunlar demek hep bir millet?’
‘Şüphesiz
‘Fakat ben şüpheliyim’ der

Bu mümkün değildir ve bu imkansızlık nasıl riyazi ve bozulmaz bir kaide ise birbirlerinden tarihleri, ananeleri, meyilleri, müesseseleri, lisanları, mefkureleri ayrı milletleri cem edip hepsinden bir millet yapılamayacağını, bunları bir sayıp Osmanlı demesinin yanlış olacağını söyler Mülazım şaşırmıştır

Onun şüphesiz ilk defa işittiği, bu kadar basit ve adi bir hakikaten şaşalamasını sersemliğe çevirmek için sözlerine devem eder Osmanlılık kelimesinin duveli bir tabirden başka bir şey olmadığını , Rumlar’ın, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, bütün o eski esirlerimiz olan bugünkü uyanık milletlerin, Türkler’den intikam almak ve kendi öz kardeşleriyle, Balkan hükümetleriyle birleşmekten daha tabi daha makul, daha haklı mefkureleri olmayacağını anlatır

Lakin mülazım anlamadığını, gözlerinden, birden coşmasından anlaşılmaktadır Mulazım ‘sizinle münakaşa edemem’ der Çünkü fikirlerimiz taban tabana zıt! Ayağa kalkarlar, atlarını yedeğe alarak yüremeye başlarlar Bir süre sonra mülazım ‘ah, bakınız azizim’ diye haykırır, ‘bakınız işte Osmanlılığın şahidi’
Parmağıyla bin metre kadar ileride ucurumlu bir yarın kenarındaki küçük bir Bulgar köyünü gösterir Köydeki sallanan kırmızı kırmızı hürriyet bayraklarının bugünkü Osmanlıların birbirleriyle en samimi ve hakiki kardeş olduklarını dünyaya anlaktıklarını, bu mukaddes On Temmuz gününü alkışlayan kırmızı bayrakları gösterir

Bulgar köyündeki insanların, Osmanlı vatanına düşmanlar hücum ettikleri zaman kendilerinden önce onların koşacaklarını, Osmanlılık namına kanlarını dökeceklerini savunur Kahramanımız kendini tutamaz ve ‘Bu Bulgar’lar ha?! der

‘Evet bu Bulgarlar en sadık Osmanlılardır Komitacılarla hiç münasebetleri yoktur Fakat siz mutassıpsınız inanmazsınız Daha sonra yollarından bir buçuk saat kaybedecek olmalarına rağmen kahramanımız mulazımın ısrarlarına dayanamaz ve köye gitmeye karar verirler

Köye geldiklerinde mulazımın en sadık dost dediği Bulgar’ların, tam aksine vurdumduymaz tavırları , hain ve kızgın bakışları ile karşılaşmışlar ve en önemliside mülazımın hürriyet bayrakları sandığı şeylerin aslında hava aldırmak üzere güneşe asılmış kırmızı biber dizeleri olduğunu şaşkınlık ve acı içinde görmüşlerdir



Alıntı Yaparak Cevapla

Bomba (Ömer Seyfettin)

Eski 10-21-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bomba (Ömer Seyfettin)




Yazar Hakkında Bilgi

2821884 tarihinde Gönen'de doğdu Öğrenimine Gönen'de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık'ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul'da Aksaray'daki Mekteb-i Osmaniye'ye devam etti, Eyüp'teki Baytar Rüşdiyesi'ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi'sine yazıldı (1893), bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi'ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı

Daha sonra İstanbul'da Mekteb-i Harbiye'ye gelen Ömer Seyfettin, piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu Teğmenlikle İzmir'de (1903-1910), sonra üsteğmen olarak Rumeli'de görev yaptı (1908-1910) Askerlik'ten ayrılıp Selanik'e gelerek, Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı Balkan Savaşında tekrar subay olarak orduya döndü, Yunanlılar'ın elinde bir yıl kadar esir kaldı

Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı İstanbul'a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul'da öldü

Öykü Kitapları
Sağlığında, Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910), Harem (1918), Efruz Bey (1919) adlı hikâye kitapları yayımlandı Bilgi Yayınevi Bütün Eserleri adıyla yazarın tüm çalışmalarını 16 kitapta topladı Ömer Seyfettin'in bu seriden basılan öykü kitapları şunlar: Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Yüzakı, Yalnız Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.