Rüveyda .. |
10-09-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Rüveyda ..fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına bir güvercin uçurup kıtalar arasından çağırdın beni geçerek birer birer sürgün kanyonlarını derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına adını söylemek istemiyorum her hecesi amansız bir kor dudaklarımda her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım adını söylemek istemiyorum rüveyda dediğim zaman anla ki, senin için yürüyor kelimeler çığlığımın atardamarlarından hangi yıldızdır bilmem, gözlerin kayar da üzerime rüveyda önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime sonra açılır önümde ıstırab vadileri silik renkleriyle adımlarıma çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir hayalin bittiği menfeze doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda oysa rüveyda baştanbaşa ben kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden bir anlatsam nasıl utandığımı bir doğrulsam eğildiğim yerlerden ağarır tanyeri nilüferlerin alaca bir at koşar içimde ezer toynakları ile anılarımı sular köpürmemeliydi rüveyda kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin ben zehire alışkınım, şerbete değil rüyalar hefret eder avare duruşumdan kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş yargılamak için zeval kayıtlarını inkılab bekliyorum hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin uzanır da gönlüme rüveyda derinden bir ok saplanır bağrıma beynimi çağıran bir sese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru varlığın cinayettir memleketimde işlenen akıtır kanını en asil pehlivanların yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın artık eskisi gibi bakamıyorsun göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin güneş bir anne gibi dururdu başucunda artık dokunamıyor kakülün bulutlara karalara bürünmüş saçlarında dolunay ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda hangi ressamı vurur bilmem, endamın sarar da benliğimi ben beni tanımam kaldırımlarda kafesleri yutan kafese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına duydun mu orkideye dua eden birini bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda bu yapmacık bebekler gözyaşı akıtırken gülenler yok mu beni kahrediyor geceler boyu hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün soluk bir dünyanın mezarlarına gömerek gurbetimi kapadı karanlığa Yesrip, kapılarını meydan okuyuşun çağın ordularına bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır doruklardan öte hevese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru yasını tutuyorum kararttığım düşlerin yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda amansız bir ütopya üfleyen pencereler lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi önümde, haksızlığın hesaba çekildiği hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer arkamda, kare kare ömrümü belirleyen hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere kim giydirir başıma tacını nihayetin kim takar bileğime hürriyet künyesini karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı asırlardır köhne barınaklarda küflenen, çürüyen çığlıklarımı at vuruldu; içim paramparça rüveyda gölgelerin ardına sakladım kusurumu sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin ben burda damla damla eriyip akıyorum yine de, çiğnetemem kimseye gururumu istenmediğim yeri sessizce terkederim hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim Nurullah Genç |
|