Ihlamurlar Çiçek Açarken |
06-07-2009 | #1 |
KRDNZ
|
Ihlamurlar Çiçek AçarkenIhlamur'u Beklerken - Adige Batur İLK “Sizin bahçede ıhlamur çiçeği var mı?” “Ihlamur çiçek değil, ağaçtır!” “İyi de çiçek açmaz mı?” “Açar” “Peki, ne zaman açar?” “Bilmem… Galiba en beklemediğin zamanda” * ** Uzaklara dalıp giden bakışlarını bir noktada sabitleyip yüzüme bakmadan “bu şiiri ona okumuştum” dedi Şiiri okumakla da kalmamış, her şeyin bittiği yeri, umutsuzca her şeyin başladığı yer yapmak için ona baharla gelen bir dönüşü vaat etmişti “Ihlamurlar çiçek açtığı zaman” diyordu Bu zemheri halinden bahara geçişin, yıkılmışlık halinden sonra “İşte her şeyi değiştirmek için geldim” diyebilmenin adıydı ıhlamur O çiçek, Sevgiliye tüm bu umutları götürecekti Çiçekten öte bir ruhun dirilişiydi… Günlerdir sıkıntılıydı Her şey bu kadar zorlaşmışken ve bu zorlukların en zorları sabırla aşılmışken, “bir sır” mutluluğun önüne geçiyordu Huzursuzluk iki tarafa da sirayet etmişti Ayrılık, o ne kadar yok saysa da ensesinde bekleyen bir anlık öfke gibiydi Sert ve keskin bir darbeye kalmıştı… Ayrılık, şarkılarda söylediğimiz gibi esip geçmiyordu Acıtıyordu, en acıyan yanını… Hâlbuki bir dağ biliyordu kendini, “Ayrılıkta sevdaya dâhil” deyip geçer giderim zannediyordu Oysa denge noktası vardı insanda; zoru kolaya çeviren, meşakkati sabırla yoğuran, yokluğu kanaatle bastıran… Sırt sırta verince ve muhabbet sarmaşık gibi sardığında kalpleri, anlıyordu: “Her zorlukla birlikte bir kolaylık” vardı ve bu kolaylık hemen yanı başında duruyordu Onunla her şeye katlanmak daha kolaydı, onunla anlamak ve onunla ağlamak daha kolay… “İnneme’n-nîsâ şakayuk’ur-rical” İki parçaydı insan ruhu, bütünleyenini arıyordu her zaman… Tamiri imkânsız bir sükût-u hayal yerleşince bir kalbe Ve sonra diğerinde öfke damla damla çoğaldığında Yani bu denge bozulduğunda, her şey değişiyordu Artık her kolaylıkta bir zorluk peyda olmuştu Hayırla başlayan her konuşma, her mektup devamında kan damlayan sözlere dönüşüyordu Bir sevgi gün gelip bu kadar yıkıcı olabilir miydi? Ne anlatabilen ne de anlayabilen vardı artık İki tarafta birbirini tanıyamıyordu… Art niyet şüphesi her kelimeyi etkisi altına aldığında Her söz, her hareket, her tavır, tedavi için sunulan her ilaç Zehir sunulmuşçasına tepki görüyordu Yanlışlar coğrafyasında doğrular hükümsüzdü Ve işte bu yüzden Sevgiliden gelen hiçbir iyilik Cezasız kalmadı… Bu karmaşanın içinde boğulan yine tüm bunları yapandı Kendine söz geçirmekten aciz, anlamaktan uzak, öfkeye ile kol kola “Haklı olmak” duygusu sarıyordu bir sıtma gibi ansızın bedenini ve haksızlığa uğramış olmak her öfkeyi meşru kılıyordu Eziliyordu, küçük düşürülüyordu kendince Ah o “haklılık” hissiyle büyüyen kibir O kaşıdıkça kanayan, kanadıkça kaşınan yara Yandıkça büyüyen yangın, büyüdükçe basireti körleyen alev Ah o içindeki öfkeyle beslenen canavar… Ve derinlerde her şeyin müsebbibi: Gurur Sonra vicdan, gönül mülküne sükûnet getiriyordu bir süre Fırtınadan arta kalan sağır edeci sessizlik, tedirginlik ve pişmanlık sarıyordu ruhunu Bu kısır döngü öfke-pişmanlık nöbetlerine dönüşürken bir uykudan uyanır gibi kendine geliyor, kırıp döktüklerini düzeltmek istiyordu Bu defa da gurur, özür dilemeyi aşılmaz bir dağ gibi dikiyordu önüne… Ve işte o anlarda hasta olduğunu anlıyordu İçinde bir canavar vardı Gururu kuşanan, öfkeyle beslenen, pişmanlıklarla kalbini zayıf düşürüp halsiz bırakan, tezatlarla direncini kıran, ruhunu karamsarlığa sürükleyen bir canavar Adı: Nefs * * * Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden Gemileri yaksalar da geleceğim sana On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana -Ihlamur çiçek açtığı zaman Bu dizeleri ıslak bir sonbahar günü okumuştu Sevgiliye Fondaki yağmur sesinin ağırlaştığı ayrılık havasında son bir mühlet istemişti Bu kara bulutları dağıtıp ıhlamurla gelen bir baharı serecekti avuçlarına… Devam etti sonra: Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız Ey benim alfabemdeki kadim elif Ne güzellik, ne de tat var baharsız (1) Hangi Sevgili “Kadim Elif” olmak istemezdi Tek olmak, biricik olmak bir kalbin başlangıcı olmak Öncesi olamayan aşk, ilk adım… Elif O da istedi Hiçbir söz söylemedi, mühlet vermedi, beklerim demedi ama istedi Bunun için kalbinin bir köşesi diğer köşelerinden habersiz bekledi, ümit etti Kimse bilmedi Belki de hiç bilinmeyecekti… * * * “Ben hastayım” dedi o gün Sevgiliye “Ama iyileşmek istiyorum, içimdeki bu uru söküp atmak istiyorum Bu gurur, bu aşılamaz duvar; bu öfke, bu pişmanlık denizi benden uzak olsun istiyorum İzin ver, kaybettiğimi yeniden kazanayım” O ayrılık gününün sonrasında güzel şeyler de oldu, hiç cevap alamasa da haberler, mektuplar gönderdi Hiçbir yere gönderir gibi gönderdi Hiç kimseye yazar gibi yazdı İçten yazdı, ifşa etti sırrını Korkunç yanlarını, haksızlıklarını, zaaflarını, şuursuzluğunu ve sevgisini yazdı Hiç cevap almadı ama hep yazdı… Sevgilinin kalbinde de ümit, gizliden gizliye her mektupta çoğalıyordu; yüreğinde ıhlamurlar tomurcuklandı usul usul, çiçeklendi Ama temkinli davranıyordu Bir yanı hep konuşuyor, öbür yanı susuyordu Cevap yazmak istedi, yazamadı Kalem parmaklarına takılıp ince bir ağ ördü sanki, her denemesinde kelimeler nihayetinde gelip bir yerde durdu; kalem “elif” yazdı Sonra rüya gördü… Kırmızı bir ırmağın kıyısında duruyordu, “Kan gibi” dedi uykusunda Karşısında, ırmağın diğer yakasında bir “elif” vardı, toprağa saplanmıştı Rüzgârda sallanan ağaçlar gibi iki yana doğru eğilip doğruluyordu… Uyanınca “Kan rüyayı bozar” dedi, telaşla ”Toprağa saplanan kim?”dedi, yeniden uykuya dalarken Uyku ile uyanıklık arasında tekrar dudakları kımıldadı… “Kan… bozar” İKİ “Anne, ıhlamur çiçek açtığında haberim olsun!” “Neden?” “Bir dost için” “Ihlamur istemedi mi?” “Ihlamuru var da çiçeği yok…” * ** Günler uç uca eklendi… Sabrın sonu selamet olmadı bu defa Nihayetinde taş çatladı, cam kırıldı… Mektuplar cevapsız kaldıkça gurur yeniden kuşandı kılıçlarını Bunca gayrete, çabaya, bunca fedakârlığa Sevgili nasıl olurda karşılık vermezdi Hiç mi vicdanı yoktu yârin? Hüsn-ü zanlar sû-i zana dönüştüğünde tüm büyü bozuldu Ve bir gece nefsi kuşanan adam beklenmeyeni yaptı Yolara uykusuzluğunu dökerek şafağı başka bir şehirde karşıladı Kabaran bir yürekle Sevgilinin karşısına dikildi o sabah Kan kustu, gönül yıktı, hesap sordu… Yüreğini sıkan, yakan ne varsa çıkardı, koydu masanın üzerine Sevgili dalgındı, sanki duymuyordu, görmüyordu; her şey bir hayaldi sanki Birazdan hiç yaşanmamış olacaktı, bitsin diye bekliyordu Her şeye böyle tahammül etmişti uzun zaman Ama o da dayanamadı, çıkardı yüreğindekileri, o da koydu masaya Susmadı Sevgilinin gönül kapısı, bu kez tamamen kapanmak için açılmıştı O kapının ardında sükût-u hayale uğramış bir kalp ve fırtınaya dönmüş bir deniz duruyordu Tüm bu yaşadıklarını hak etmeyen, içindeki birikmişliğe son damlanın da düştüğü bir deniz… Adı: İsyan Sonra “Ben” dedi, Sevgili, “küçük de olsa bir ümide kapılmıştım oysa, değişir mi, demiştim Aldanmışım” İlk kez böyle dik duruyordu, böyle sağlam, tavizsiz… Karşısında duran adam tüm bunları gözlerini yere dikip dinlemişti Elinde, masanın üzerinden aldığı bir bıçak vardı; dizinin üzerine dayamıştı, öylesine duruyordu elinde Öylesine duracağını sanıyordu Sevgili Bir anda öfkeyle sıkılan yumrukla kavranan bıçak, biraz önce üzerinde gezindiği bacağa saplandığında son söz söylenmişti… Sevgili, yüzüne korkuyla kapadığı ellerini açtığında karşısındaki adamdan oluk oluk akan kanı gördü ve ardından yavaşça iki yana doğru esneyen bıçağın metalinde rüyayı yeniden yaşadı Nihayetinde söz bitti, gönül sustu… Vedûd ismiyle sevilmeye en layık olan, iki kalbe birden koyduğu muhabbeti birinden çektiğinde ayrılık kaderden kazaya dönüştü… Emanet eden, emanetini aldı; hak edene hak ettiği verildi Ama o kadar kolay olmadı kabullenmek, bitmeyeceğine bu kadar inanmışken “bitti” demek kolay değildi… O gün, bacağındaki yaradan daha fazla sızlayan bir vicdanla geri döndüğünde hala vazgeçmemişti Bir ricat sayıyordu bunu, daha güçlü saldırmak için geri çekiliş… Hem daha ıhlamurlar da açmamıştı Vakit var diye düşünüyordu Belki bir zaman sonra daha kuvvetli ordularla dayanacaktı yârin kapısına, reddetmeye fırsat bırakmayacaktı Eğer… Yârin artık “ağyâr” olduğunu öğrenmeseydi… Aceleyle yapılmış bir nişan haberi aldı önce, şaşkınlığı bile üzerinden atamadan yapılan nikâh Beyazın en hüzünlü tonunda bir gelinlik giymişti Sevgili, arkadaşların bile çağrılmadığı, hiçbir dostun gitmediği bir düğün yapmışlardı Vakti geçmişti ıhlamurun… Sevgili geçmişti her şeyden, bozulmuştu büyü… Tüm bunlar olurken hiç geriye dönmeyi düşünmemişti İki yana esneyen o bıçağın parıltısında, tüm tereddütlerini sevgisiyle birlikte gömmüştü “Elif” kendisi değildi; şimdi, her şey gibi vazgeçtiği o adamdı, anladı… Yalnız bir yerde sarsılmıştı Bir yerde başladığını bitirememekten korktu, zayıf hissetti kendini Tüm bu dik duruşa, kararlılığa, gemileri yaktığı büyük yangına rağmen içindeki küçük kızın çığlığını bastıramadı: Arkadaşlarının hiç birini çağırmamıştı düğüne, çağıramamıştı Ölümle gerçekleşecek bir ayrılığa yemin ettiği o adam da yoktu artık Birlikte okudukları şiir zihninden ansızın geçtiğinde… Ağladı “Seni kız arkadaşlarından Sevinç gözyaşları içinde Öpen olmayacak mı Ezberlediğin şiir Beklediğin adam ” (2) ÜÇ “Oğul, ıhlamur çiçeği sormuştun ya ?”
“Sormuştum” “Çiçek açmış, hatta yerlere dökülmüş Fark etmemişim” “” |
|