Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Sanat Tarihi / Arkeoloji

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hacivat, ile, karagöz, tarihi

Hacivat İle Karagöz Tarihi

Eski 06-06-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Hacivat İle Karagöz Tarihi



Hacivat İle Karagöz Tarihi




ESKİDEN NASIL KARAGÖZ OYNATILIRDI



Kırk yıllık karagözcüyüm Kahvelerde, bahçelerde, çadırlarda, gazinolarda, sünnet düğünlerinde, okullarda, tiyatrolarda, radyolarda binlerce defa karagöz oynattım Birçok yavruları ve büyükleri de kahkahalarla güldürdüm İhtiyarlamadım,çünkü onlarla beraber ben de güldümEn zevkli karagöz oynattığım zamanlar Ramazan ayları idi Çünkü o aylarda-ne bileyim- seyirciler karagöz seyretmeye daha hazırlıklı görünüyorlardı
Kırk yıllık karagözcü olduğumu söylerken,kırk yıl önce nasıl karagöz oynatıldığından da azıcık bahsedeyim diyorumHem eğlenir,gülersiniz

40 YIL ÖNCE

Bundan kırk yıl öncesinde, yani birinci dünya harbi başlamadan önce İstanbul’un her semtinde birer hayâl perdesi kurulurduRamazana dört gün kala herkes yerlerini hazırlar,kış mevsimi ise kahvelerde ve muntazam çadırlarda, yaz mevsimi ise hem kahvelerde hem de bahçelerde tertibat alınırdıZaptiye nezaretine birer dilekçe verilir, dilekçeler polis müdürlüğüne, oradan da polis merkezine ve oradan da karakollara havale edilir,tahkikat başlardı Karagöz oynatmak için zaptiyenin ileri sürdüğü şartlar da şöyle:




1)Oyun yerleri cami, tekke ve mekteplere en az kırk metre uzakta olacaktır
2)Bu yerleri tutanlar eshabı namustan olacak ve hiçbir suç ile mahkum bulunmayacak
3)Karagözcünün elinde vesikası olacak
Bu vesika Karagözcüye hükümetçe inceden inceye tahkikat yapıldıktan sonra verilirdiBenim vesikamda neler yazılı olduğunu bilmek istermisiniz?
“Mevlevihane kapısı kurbinde Velet Karabaş mahallesinde Çarıkhane sokağında 16 numaralı hanede mukim bâlâya fotoğrafı mevzu Ali Efendiye edep ve terbiye dairesinde hikaye söylemek,meddahlık etmek ve hayâl oynatmak için müsaade edildiğini nâtık işbu vesika itâ kılındı
2 Nisan 1340
Polis Müdürlüğü
Fakat bununla iş bitti mi bakalım?Ne gezer!Bir dilekçe de ait olduğu Belediye Reisliğine verilecek…Haydi oraya taşınırdıkOrada da şöyle tahkikat yapılırdı:
1)Karagöz oynatılan yer sıhhate muzır mıdır?
2)Yangın olduğu zaman kaçmak için iki kapısı var mıdır?
3)Yangın söndürmek için tertibat alınmış mıdır?
Bu tahkikat da tamamlanıp ruhsat tezkeresi (yerine göre 450,300 veya 150 kuruş mukabilinde) alındıktan sonra Karagöz (yahut o zamanki tabiriyle hayâl) oynatmaya mezun olurdukAma bütün bu işler Ramazana on gün kalıncaya kadar arkasını kovalamak suretiyle zor biterdi Ha şunu unuttum, Karagöz oynatmak için aldığımız izin tezkeresine para verdikten sonra, Darülacezeye da aynı miktarda bir şey öderdikAma bunu seve seve verirdikÇünkü-takılmak gibi olmasın ama-bir çok “hayâli”lerimiz, yani karagözcülerimiz gözlerini Darülacezede kapamıştır
Büyük usta Hayâli Küçük Ali (Mehmet Muhittin Sevilen 1886-1974)



OYUNA HAZIRLIK



Şimdi gelelim, izin alıp yer tutulduktan sonraki hazırlıklaraArtık neresi nasip olursa, kahve mi,çadır mı, kapısına şöyle bir levha asılırdı:
“Hulülüyle müşerref olduğumuz Ramazan-ı şerifin birinci gecesinden nihayetine kadar işbu mahallede Hayali-i şehir filanefendi tarafından Karagöz oynatılacağından teşrif buyuracak zevatı kiramın ezher cihet memnun kalacakları bedihidir



KARAGÖZ İLANLARI



Artık gelip geçenin, bilhassa babalarının elinden tutup tintin dolaşan çocukların heyecanını tasavvur edebilirsinizMinarelerde kandillerin yanması bekleniyor Fırınlardan burcu burcu Ramazan yumurtalı pidelerinin kokuları geliyor Yağlı, susamlı simitler, cami avlularında kurulmuş sergilerde erik, çilek, kayısı, portakal reçelleri…Türlü pestiller,kangal kangal sucuklar, pastırmalarArtık Ramazan eni konu gelmiştir Eğer müsaade ederseniz, size bundan kırk yıl önce oynattığım bir Karagöz çadırının kapısındaki ilânımın da bir örneğini vereyim
Hayali-i Şehir Küçük Ali Efendi
BU GECE Saat 3 de
MANDIRA SAFASI
4 Perde
Balet Kantolar Çengi
1 perde 3 perde 1 perde
Perde aralarında ve perde açılmazdan evvel 5 kişilik Bir incesaz tarafından icrayı âhenk edileceğinden Teşrife rağbet buyuracak erbab-ı zevkin ezher cihet Memnun kalacakları bedihidir
Hayâli Küçük Ali
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi No:140 Mart 1961



GÖLGE OYUNLARININ VE KARAGÖZÜN DOĞUŞU



Hayal oyunlarının menşei Hint’e, Ortaasya’ya, Çin’e ve Japonya’ya kadar dayanmaktadır Milattan sonra dördüncü yüzyılda Cava’lılar daha sonraları da Moğol Türkleri tarafından bu oyunların oynatıldığı kesinleşmiştir Hayal oyunu Türklerin Ortaasya’dan göçleriyle beraber her gittikleri yere yayılmıştır 11 yüzyılda Anadolu’ya ayak basan Türkler, aynı yüzyılda Mısır’a da hayal oyununu götürmüşlerdir Karagöz ve Hacıvat’ın başlarındaki serpuşların Kırgız ve Başkurt başlıklarına benzediği Dr Jakop tarafından tespit olunmuştur Bazı Selçuk namelerde Selçuk saraylarında hayal oynatıldığına ait kayıtlara rastlanmaktadır Şeyh Attar’ın Üstürname adlı yazmasında Cengiz Han’ın oğullarından Oktay Han’ın huzurunda bir Türk’ün hayal oynattığını kaydetmesi, bu oyunu Türklerin İran yoluyla Anadolu’ya da getirdiklerini ispat edecek durumdadır 15 yüzyılda Bursa ve İstanbul’da hayal oynatıldığına dair pek çok eser mevcuttur Daha sonra 16 ve 17 asırda hayal oyunu Karagöz adıyla memleketimizde yayılmış, aynı zamanda Yunanistan, Yugoslavya, İtalya yoluyla İskandinavya yarımadasına kadar geçmiştir Karagöz’ün tesirleri halen Yunanistan, Yugoslavya, Bulgaristan ve Romanya’da da yaşamaktadır

Gölge oyunlarının doğuşu hakkında bir çok görüş mevcuttur Çin’de doğuşu hakkında şu neticeye varılmıştır Camın henüz keşfedilmediği zamanlarda Çin’de pencerelere kağıt yapıştırılırmış Işık yakıldığı zaman, içeride dolaşanların gölgeleri pencereye aksettiği için görülen hareketler hayal oyununun bulunmasına müncer olmuştur Grube’nin bir eserine yazdığı takdim yazısında, Lavfer bu hususu ispat etmiştir

İkinci görüşe istinaden Dr Jakop, Çin gölgeleri, yani hayal ilk defa milattan evvel 121 tarihinde Vu adındaki Çin imparatoru zamanında ortaya çıkmıştır İmparator Vu’ya ölen eşinin hasretini gidermek için bir oyuncu, bir perde arkasında onun hayalini göstermiştir demekte ve bu görüşü desteklemektedir

“Türkiye’deki Karagöz oynatanların (Hâyalilerin) rivayetine göre, hayal oyunu 14 asırda Şuştar (veya Küşter) şehrinden (İran’dan) Bursa’ya muhaceret eden Şeyh Muhammed Küştâri tarafından icat edilmiştirBursa Ulu caminin inşaasında çalışan iki işçi meşhur Hacivat ile Karagözün nükteli sohbetleri ile diğer işçileri işten alıkoydukları için, Sultan Orhan’ın gazabına uğramış ve Sultanın emriyle öldürülmüşlerdir Şeyh Küştâri, az bir müddet sonra pişman olan Sultanı, ikisini de tasvir halinde perdede diriltmek suretiyle teselliye çalışmış Şeyh Küştâri hakiki yaşamış bir zattır Bursa’da medfundur Hayal oyunlarının cereyan ettiği meydan (perde) Şeyh Küşteri Meydanı diye anılır Ve bir çok perde gazellerinde şeyhin ismi oyunun mucidi olarak geçer”

İkinci rivayet ise Evliya Çelebi’ye dayanmaktadırSelim Nüzhet Gerçek, Evliya Çelebi’den şu iktibası yapmaktadır; Karagöz İstanbul tekfuru Kostantin’in saisi idi Edirne kurbündeki Kırkkiliseden bir miri sahip kelam, ayyarı cihan kıptî idiAdına Sofyozlu Karagöz Balî Çelebi derlerdi, Tekfur Konstantin yılda bir kere Alaaddin Seçuki’ye gönderdikte Hacivat ile Karagöz’ün birbiri ile mubahase ve mücadelelerini o zamanın pehlivanları hayalî zıll’a koyup oynatırlardı Hacıvat ki Bursalı Hacı İvaz’dırSelçukiler zamanında Yorkça Halil ismi ile müsemma peyki resulullah idiEfeoğulları namı ile ecdatları şöhret bulmuştu

Şimdiye kadar Karagöz hakkında yazılan eserlerde söylenebilen, özet olarak yukarıdaki esaslara dayanmaktadır Şurası muhakkaktır ki, gölge oyunları Çin ve Ortaasya’dan Türkler vasıtası ile önce yakındoğu ya ,daha sonra da Mısır’a ve Balkanlara getirilmiştir
Ritter’in de dediği gibi Karagöz ve Hacıvat hayal perdesine Anadolu’da girmiştirAnadolu ve Türk tiplerinin en popüler şekilde temsilcisi olan Karagöz ve Hacıvat iki ayrı şahsiyeti temsil eder Karagöz, pervasız, sade, açık kalpli olan halkın temsilcisidir Hacıvat tahsil görmüş, merasim ve teşrifata tabii, dalkavuk ruhlu, işinin çıkarına bakan bir tiptir



Bunlardan başka Türk mahallesinin kadın, erkek birçok tipleri bütün özellikleriyle bu perdede temsil edilir Karagöz oyunu, tek bir sanatkar tarafından bu tiplerin her biri sahneye getirildikçe onların konuşma, şive ve huy taklitleri yapılarak nükteli sözler sarf edilerek, arada aynı zamanda bir vaka yürütülerek oynatılır

Karagöz’ün birde tasavvuf tarafı vardır Hayal oyunları Osmanlılar zamanında zıll-î hayal adı altında oynatılmış, daha sonra halk arasında Karagöz oyunu haline inkilâp etmiştir Mutasavvuflarca bütün yaşayanlar ve eşya birer gölgedir, tanrının kudretli eli onları idare ederHepsi gelip geçicidir Bu hususa perde gazelleri de daima temas etmiştir



Türk gölge oyununun Karagöz’ü ve Hacıvat’ı tamamen Türk’tür Esasen ne Evliya Çelebinin ne de başka iddialarda bulunanların aksini ispat etmeleri bu güne kadar mümkün olmamıştır Bu yerli, tipler Ortaasyadan gölge oyunlarıyla birlikte gelen Türkler tarafından Osmanlı devletinin kurulması sırasında doğmuşturHalk, hiçbir şeyden çekinmeyen, gözü kara, cesur ve gözünü budaktan sakınmayan halk temsilcisine Kara göz(lü), okur yazar, Arapça ve Farsça’ya vâkıf olana da Hacıvat (Hacı Evhat) adını vermiştir



Karagöz oyunlarını oynatanlar her ne kadar dine bağlılıklarını izhar etmişlerse de Müslümanların çalgı çalması ve oyun oynatması günah sayıldığından, bu oyun daha ziyade Çingenelere oynattırılmış, onlar da oyunların arasında ve başında bazı Çingenece sözler sarf etmişlerdirBu husus, Karagöz’ün Çingene olduğunu değil, bilakis Türklüğünü teyit eder mahiyettedir
İhsan HINÇER

Türk Folklor Araştırmaları Dergisi No:119 Haziran 1959
Hacivatın Hüznü (Hakan Poyraz)
Biz bir zıll-i hayaldik, hayal-i sitarede
Çubuğumuz başkasının elinde bir görünür, bir kaybolurduk
Önce sen kayboldun; bir kayboldun, pir kayboldun
Ara ki bulasın?
Ama asıl ben?
Ben öyle bir kayboldum ki sorma gitsin Hacivatım
Sen sensin Hacı cav cav,sen sensin hâlâ…
Ama sor, ben ben miyim?
Gölgelerin gücü adına!!!
Güç kimde Hacivatım?
Gölgen kadar güçlü müsün?
Hacivatım, hacı cav cav!

“Karagözüm, kaşı karam, gözü karam, gönül pârem, pâregözüm, nerdesin huu?”
“Sensiz hayal perdesi yıkık, cânım, canânım, can gözüm Karagözüm! Direklerarası harap, canan olmayınca… Direklerarası tavan arası Tavandan tabana düştüm, battı gitti suretim! Direklerarası viran… Direklerarası, yürekler arası Benimki yürek yarası cananım, cancanım, pare pare oldu canım Gözümün akı, gönlümün yarası Akgözüm, Karagözüm Yandı, viran oldu, yıkıldı perdem, suya düştü suretim… Gayrı ne yurdum kaldı ne yerim
Durmaz bu viranede, bu salhanede gönül, varıp yanına gelmeyen, lafın belini kırmayan yaranı olmayanca Gözü kör olmayasıca Karagöz, hayal perdesinde, suret-i endam etmeyesice, kararasıca, kömür olasıca Karagöz!
Gülşengâhımı gümnâm ettin Karagöz, nefsine ziyan ettin Karagöz, yıktın perdeyi viran ettin Karagöz Gel beraber yıkalım perdeleri Karagöz, yeni perdeler yapmak için Yakalım perdeyi! Narında biz de yanalım Karagöz! Alevinde göğe ersin suretimiz Yine yıkalım perdeyi ve yine yapalım ve yine yakalım! Nârımız hiç sönmesin, hep harlansın Karagöz Sonra… Ve sonra: Perde viran, diyelim Karagözüm, sahibine haber verelim hemân; Karagözüm el-aman…
Meded ya hu! Huu! Nerdesin yahu!Yar sana bir eğlence, yar bana bir dost meded…
Hacivat dostunu arıyor; bir nisan yağmurunda Her yağmur bir damla ve her damla bir insan; sokaklara sağnak sağnak boşalan… Her damla çamur oluyor Hacivat’ın eteğinde Ol şehr-i Stanbul’un taşları Hacivat’a harita; Hacivat, haritada bir nokta… Haritanın ölçekleri değişmiş Karagözüm Hacivat, haritada kaybolmuş Mihenk kaybolmuş, nirengi kaybolmuş Topuzu kaymış bu kantarın, bu cildin şirazesi dağılmış! Bu cilt bitmiş Karagözüm, bu kitap kapanmış; sen gitmişsin, ben bitmişim…
Yol yok, yolu bilen de, iz yok yok, izi bilen de… Hacivat simitçiye yol sorar, Hacivat adama adam sorar:
Simitçi; “Abi kamera şakası mı?” diyesi Eşşeğin sıpasından çifte yiyesi
“Kamereman nerde hocam, kamereman?”
“Kamer-aman?”
“…
“Kamer-aman, el-aman! Karagözüm bu adam nece konuşur, burası neresi?
Önüne bak hemşerim, Önüne bak Hacivatım, burası İstanbul, bundan başka İstanbul yok Önüne bak! He valla arkana da bak Sen ey bu diyarda Karagöz’den daha cahil, Karagöz’den daha masum Hacivat, arkanı kolla, zaman kötü
Hem bırak Karagözü, şu paragözü O Karagöz, bildiğin Karagözlere benzemez, senin hiç bilmediğin türdendir; ne eli dürüsttür, ne beline düzgün, ne de doğrudur sözü
“Ne paragözü? Karagöz, paranın hesabını değil, lafını bile bilmez Az buçuk kabadır lakin, dobradır sözü! Bir lokma bir hırkanın, mal da yalan, mülk de yalanın, var biraz da sen oyalananın Karagözünde olamaz paranın gözü…”
“Karagöz, suyun başında durdu, sen tavan arasında uyurken o turnayı gözünden vurdu n’aber!”
“Devir değişti beyamca, devir değişti Hagywhat Sen lafın belini kıracak dost ararken o borsaya brokır oldu
“Laf söyletmem Karagözüme hey avanak İftira atma dostuma be şaşkın! Dostunu terk etmez Karagöz; bırakmaz beni forsaya… Ne forsaya, ne kurda kuşa, ne de inse cinne…”
“Şaşkın, avanak ha! Ya sen? Git gözlerinle gör Karagözünü “Hayal Ürünleri Reklamcılığın nambırvanı Karagöz Bey! Gör, ne haller olmuş senin gözüne toz kondurmadığın can dostun Karagözüne!”
“Randevunuz yoksa Karagöz Bey’le görüşemezsiniz beyefendi
“Rende?”, “vû?”
“Hee! Rendevun var mıydı, rendevun? Cinse bak! Lüfen başka kapıya ayol Al-loo! Karagöz Bey, nassınız efeem? TRT efem mi?… hah, haaa, ne kadar espiritüelsiniz efem… Özür dilerim ama… içerde acaip kılıklı bir adam ısrarla sizinle görüşmek ister Kimdir, necidir, anlayamadım Evet, tabii… Ama bir türlü gitmiyor, laf anlasa! Tamam efendim, münasip buyurduğunuz üzre cebine üç beş kuruş sıkıştırıp kapıdışarı… Kapıdışarı, kışt, kıştı, kapıdışarı… Yok beyefendi (?), Karagöz Bey çok meşgul, sizinle görüşemez
Tabi görüşmezsin Karagöz; görüşemezsiin Nasıl yüzleşebilirsin ki Hacivat’ınla Karagöz Hayal Ürünleri’nin tek tabancası, sanal dünyanın imparatoru, şöhret kapısı Karagöz Çalgıcı babası Karagöz Ne anasının gözüsün be Karagöz! Anan ne yer Karagöz? Süpürge sapı Hacivat! Süpürge sapı Hacivat Hacı İvad… Hacı İmdat huu!
Kaç kişiyi şöhret ettin be Karagöz Kaç Anadolu tosunu şöhret yolunda bu kapıya tosladı? Kaç garibin umudu bu kapının ardında tükendi? Nice genç kızın düşünde parlayan şöhret yıldızı, senin kara kapında kara karyolanda söndü? Yediğin herzenin üstüne usturuplu muhafazakarlık sosuyla sağcı bir partiden milletvekili de oldun ya sonunda! gözlerinden öptüğümün Karagözü…
“Randevunuz yok beyefendi, görüşemezsiniz!” Rendevuu, rendevuu!
“Karagöz huu!”
“Türkçe anlamaz mısınız be adam Patron seninle görüşmek istemiyor işteee… Du yu andırstent mi?”
“What?”

KARAGÖZ: Ne bu gürültü yahu? Neler oluyor kızım? Kimsin kardeşim ne istiyorsun? Dur lan dur; bu… bu… bu sensin vay anasına! Yahu Hacivat, Ulan ulan ulan vay vay! Bunca yıldan sonra…Hacivat’ım, ayakyolum, gözleri sulum!
HACİVAT: Karagözüm, akşam-ı şerifleriniz hayırlı olsun!
KARAGÖZ: Sıtmaya uğra da rengin solsun Hangi bacadan düştün, hangi leylek getirdi seni buraya? Alaattin’in lambasından mı fırladın? Lan bu cin milleti hep böyledir, en olmadık zamanda adamın kafasına üşüşürler Ben cini, sadece tonikle beraber severim Cin tonik! Heh heh hee! Ne espirikim de mi? Sen niye konuşmadan öyle aval aval suratıma bakıyorsun ya hu? Kızım, bu adam var ya? Sen tanımazsın Şimdiki nesil seni tanımaz Hacı cav cav, anlatsam da anlamazlar! Tam da gelecek zamanı buldun hani-bütün bu işin gücün telâşenin, koşturmacanın arasında O zaman bu araya bir ara da ben koyarım Randevuları iptal kızım, görüşmeleri ertele, ben Hacivat’la dışarı çıkıyorum
Gel şu barlara takılalım biraz Hadi konuş be Hacivat; senin o sarı sulu çocuk kakası rengindeki yüzünü görmek için ertelemedim milyarlık projenin ön görüşmesini İpini çekmişin işin gücün, dostumla seninle şaka yapmayı ben de özlemişim Hadi gel muaşakalaşalım

HACİVAT: Ne diyorsun? Yine eskisi gibi mi?
KARAGÖZ: Hiçbir şey eskisi gibi değil, benim arsız yüzsüzüm Zamanda değişmeyen ne var ki? Her şey değişiyor! Ne vartalar atlattık seninle beraber, ne badirelerden geçti dostluğumuz Ama zaman denilen bu sel, nasıl da silip süpürüyor her şeyi Her şey akıyor Hacivat! Zamana direnen hiçbir şey yok! Bu mürür-ü zaman, bu zaman aşımı, sanki zamanın bir hışmı Dostlukların bile anlamı değişiyor Hacı cavcav Onun çün, bırak bu yüksek seviyeden konuşmaları; söylemini değiştir! Gel, şurada birkaç kadeh atıştıralım vaziyeti yatıştıralım Sonra iki de yavru kaldırdık mı burdan Oh muhabbet keka!

HACİVAT: Karagöz’üm, bu ne biçim lakırdı! Sen sen misin söyle bana a benim tatlı canım?
KARAGÖZ: Niçin döne döne aynı yere takılırsın a benim seyrek sakallı patlıcanım Biz bir zilli hayaldik, hayal-i sitarede çubuğumuz başkasının elinde bir görünür, bir kaybolurduk Önce sen kayboldun; bir kayboldun pir kayboldun Ara ki bulasın? Ama asıl ben… Ben bir kayboldum ki sorma gitsin Sen sensin Hacı cav cav, sen sensin hâlâ; ama sor, ben ben miyim?
Peşinden günlerce ağladım Senden hemen sonra Şeyh Küşterî, tekke ve zaviyeler kanununa muhalefeten içeri tıkıldı Sen halk düşmanı ilan edildin ve deve derisinden tenin, muhayyileden sinin diyar-ı zulmete atıldı Gerçi senin yokluğundan gayrı sıkıntım yoktu, şükür! Ama tasvirlerini yakıp küllerini hayalin derinliklerine gömdüklerinde, içime gömüldün sanki Sonra, senden sonra, ne kimse sordu beni, ne de sabah rüzgarından başka kimse kapımı çaldı Tanımamazlıktan geldiler beni, gördüklerinde yüzlerini çevirdiler Kilidim pas tuttu Hacivat! “Yar bana bir eğlence meded!” diyenim olmadı Karagöz Halk adamı diye bayrak açanlar, şehirlerinin kapısından bile sokmak istemediler beni Yıllarca hamallık yaptım, odun kırdım, amelelik yaptım, efendileri olduğumu söyleyen efendilerime… Sonra efendime söyliyeyim, bir de baktım ki atı alan Üsküdar’ı geçmiş, ben de Doğancılar’a çıktım Ohoo, koca koca apartumanlar kaplamış ortalığı Kendime dedim ki, “Yahu Karagöz, bu dünya iki kulplu bir kazan, bir kulpundan tut, sen de kazan” Direklerarasını mütahite verip ordan üç beş daire, sonra bir- ikisini satıp kendime ufak çaplı bir sermaye… Efendim devir hürriyet devri, tilkilik de tavukluk da hür Ama hür bir tilki olmak, hür bir tavuk olmaktan her zaman daha evladır takdir edersin ki Sonra mütahitin kıralı ben oldum, demirden çal, çimentodan çal; devlet ihaleleri falan filan derken politika… Büyük oynadım büyük vurdum Ama yine de içimdeki ukde, eğlence sektörü idi Ondan da nasibimi ve zevkimi aldım Ve Hacım işte bu: Karagöz’ün önlenemez ikbali
Sana gelince dostum, sen perdeden döküldün Senden geri kalanları, kırpıp kırpıp entel yaptılar

HACİVAT: Benim kırıntılarımdan dantel mi yaptılar?
KARAGÖZ: Ah dilini eşşek arısı sokasıca, şimdiki zamanın Karagözü, Hacivat Çelebi Entel yahu entel Bak şu keçi sakallı, at kuyruklu amcalara? İşte onlar senin nesebinden Evet ben kendimin kötü bir kopyasıyım Bunlar da senin kötü kopyaların “Ne oldu bize” deyip sızlanmayı bırak, zamana uy! Zamana teslim et kendini; alsın seni de sürüklesin içinde Bırak fikir cigaloluğunu, zihin zamparalığını Zamparanın kendisi ol Gel şu kulpun bir ucundan da sen tut Benim salak Hacivatım, deveyi hamuduyla yut
ENTELLERDEN BİRİ: Moruk, ne cinsler dadanmaya başladı buraya ya Kalite decenere oluyo be abi Takılcak başka bir yer bulak! Emmi maskeli balodan mı? Baba, bu bizim atamız Hacivat Çelebi değil mi yav… Hocam, gel masamıza şeref ver, onur konuğumuz ol Oğlum babaya fındık, fıstık bir de içecek şeyler getir Üstat, şu reaksiyoner ve alternatif giyim kuşama bak! Çok konkstürüktif ve spekülatfsin be ağbi!
HACİVAT: Karagözüm, iyi saatte olsunlar mı bastı perdeyi? Elemtere fiş, tu, tu, tuu! Ne diyo bunlar?
Hakan POYRAZ, Hacivat’ın Hüznü, Vadi Yay Ankara, 2002, s39-46
Hacivatın Hüznü, Türkiye Yazarlar Birliğinin her yıl verdiği “Yılın Yazar Fikir Adamı ve Sanatçıları Ödülleri”nden 2002 yılı “Deneme” dalında ödül almıştır



İSLAM, DİN ADAMLARI VE TİYATRO

Büyük Fransız tiyatro bilgini Profesör Gustave Cohen her din dram doğurtucusudur ve her tapınış kolaylıkla ve kendiliğinden dramatik ve tiyatro görünüşü kazanmıştır, diyorBu görüş eski totemci topluluklar ve eski Yunan gibi çoktanrılı dinler bakımından yüzde yüz doğru olmakla birlikte acaba Hristiyanlık ve İslamiyet için doğru mudur? Gerçi bir Hristiyan dramı ve tiyatrosu yaratılmıştır, ancak bu hiç yoktan var olmuş, özgün, kiliseden fışkırmış bir tiyatro mudur, yoksa daha önceden de var olan kilise dışındaki kaynaklardan ve kiliseye rağmen mi çıkmıştır? Araştırmalar bu ikincinin doğru olduğunu gösteriyor İslâma gelince, hiçbir islam ülkesi ne özgün, ne de bir başka dram örneğinde bir dram yaratabilmiş değildir Bir bakıma Şii inancında görülen taziyeler ileri sürülebilir Bunun dışında islam ülkeleri kendi dramlarını yaratamamışlardır Bunun çeşitli nedenleri vardır





Bunun başında İslam ülkelerinin ilişki kurdukları uygarlıkların gelişmiş bir tiyatroları olmayışı, özellikle Yunan dramını tanımamış olmaları gelir Yunan tiyatrosu dokuzuncu ve onuncu yüzyılda sona ermiştir Eflatun’u, Euclide’i, Ploteme’yi tanıyan Arap dünyası Sophocles’i, Europides’i, Aristophanes’i tanımadı Aynı şeyi Türkler için de söyleyebiliriz Yunan dramının mirasçısı olan Bizans’ta uzun ömürlü bir imparatorluk olmasına karşın bu önemli kaynağı sürdürecek bir tiyatro yaşamı yoktu Gerçi günümüze değin gelen ve köylerde görülen eski bolluk törenlerinin kalıntıları vardı, ama kent-köy kültürlerinin birbirlerinden kopmuşluğu bu kaynaktan da yararlanmayı engellemiştir Oysa Hristiyan dramının Avrupa’da gelişmesinde bu bolluk törenlerinin kalıntılarının, seyirlik köylü oyunlarının büyük katkısı olmuştur
Bir görüşe kulak verirsek kadın ve erkeğin bir arada bulunmalarına karşı konulan sınırlamaların da payı vardır Ancak bu öylesine önemli bir engel sayılmamalı Özellikle Asya ülkelerinin zengin dramalarında da kadına yer tanınmadığı gibi, Avrupa tiyatrosunun da bir çok dönemlerinde kadın sahneye çıkmamıştır



Daha başka nedenler de aranıp, bulunup söylenebilir Fakat İslâmın bir dram yaratamamasının en büyük nedeni İslâmın inanç ve dünya görüşünde dram ve tiyatroya aykırılıklar bulunmasıdır İslamda Tanrı bütün varlıkları yoktan var eder, bu varlıkların tümü gelip geçici, oysa Tanrı kalıcıdır, önsüzdür, sonsuzdur Tanrı yeri göğü kendi yasalarına göre yönetir İşte bu temel ilkeler açısından Tanrınınki gibi bir yaratıcılık etkinliği olan ve canlı varlıkların benzetmecelerini yapan türden sanat kollarına yer yoktur Bunların başında resim ve heykel gelmektedir


Gerçi resim ve heykel bakımından Kur’anda herhangi bir yasaklamaya rastlamayız Buna karşın çeşitli hadisler buluruz Bunlardan birine göre yargı günü gelince, cehennemin cezası ressam için ölçüp biçilecek ve kendisinden yarattığı biçimlere can vermesi istenecektir, oysa onun hiçbir varlığa can verecek gücü yoktur Canı olan bir biçim yaratmakla Yaradan’ın yaratıcılık görevine karışılmış olunuyor Arapçada ressama “musavvir” denilmektedir, aynı kelime Fars, Türk ve Urdu dillerine de girmiş, biçim veren, biçimleyen anlamına geldiği için heykelci, yontucu için de kullanılmıştır


Öte yandan “musavvir” Kur’anda Tanrı’nın bir niteliğidir, bunun insanoğlu için kullanılması hoş karşılanmamıştır Çeşitli hadislerde ele alınmış bu konu daha sonra hukukta da işlenmiştir Nitekim 13 yüzyılın büyük hukukçusu Navavi, çağının ve özellikle Şafii inancının görüşünü belirtmektedir Onun görüşüne göre canlı varlıkların resmini yapmak büyük günahtır Hangi maddeden olursa olsun Tanrı’nın yaratıcı etkinliğine özenmek sayılacağından benzetmece yasaktır Buna karşın bir ağaç, bir deve semeri gibi cansız şeyleri benzetmece yasak değildir Üzerine canlı bir varlığın resmi çizilmiş eşyayı kullanmak da aynı gerekçeyle yasaktır Burada gölge düşüren ya da gölge düşürmeyen gibisinden bir ayrım yapmak yolu da kapalıdır Bazıları yalnız gölge düşüren cisimlerin benzetmecesini yasaklayıp, gölgesi olmayanlarda bir kötülük görmemektedirler Oysa Peygamber ve gelenekler böyle bir ayrım yapmamışlardır Özetlemeye çalıştığım bu görüş daha çok aşırı bir anlayıştır Resimler karşısında yalnız Arapların değil Yahudilerin de takındığı bu çekingen tavrın bir nedeni de resimlerin ve heykellerin büyüsel özelliklerinden korkudandır Resmi, heykeli yapılanın kişiliği bu cisme geçer ve bu cisim büyü gücü kazanır Ancak bazı durumlarda izin verildiği de olmuştur Nitekim kız çocuklarının bebeklerle oyalanması hoş görülmüştür Ne var ki burada bebek puta taparlık olarak görülmemiş, kız çocuğunda annelik duygusunu geliştirmesi aranmıştır Kız çocuklarının oynadığı bebekler gibi İslam ülkelerinde asıl konumuz olan gölge tiyatrosu da hoşgörüyle karşılanmıştır Bu hoşgörünün nedenlerine inmeden gölge tiyatrosunun tarihi üzerine önemli araştırmalar yapmış olan Dr Georg Jacob’un Araplarda dramatik eğilimin yokluğunun nedenlerini ortaya koyan düşüncelerini



özetleyelim
İslâmın yaşam görüşü, salt Tanrı ve yazgı anlayışı, bireyin “muharrik” le (Tanrısal oynatıcı) çatışmasına, ona baş kaldırmasına ya da istem ile ödev arasındaki çatışmaya, dolayısıyla dramatik kavrama karşıdır Dramatik sanatın en bireyci türü olan tragedyayı beğenmek, duyguda ve düşüncede edilgin olan Arap için saçma gözükecektir Tragedyada umutsuz ve başarısız da olsa yaşam savaşının korkucu vericiliğinin, soylu bir düşüşün, yenilginin yarattığı beğeni Arap dünyası için yabancıdır Arap dünyasının örnek kahramanı kendini böylesine boşa harcamayacak denli işini bilir ve Arap şairi de kahramanını yaratırken onu boşu boşuna yazgıya, alınyazısına meydan okutmayıp, işi kitabına uydurur Kişinin kendi yaşam çizgisini belirleyip kararlaştırması Arap’ın hiç düşünmeyeceği bir iştir


Bu yolda Tanrı’nın gücünden başka güç tanımaz Arap’ın gözleri yalnız en yakına, süsten öteye geçmeyen ayrıntılara dikilmiştir Bütün Arap sanatı süsleyici ayrıntılarla meydana gelir Düşünüş yöntemi de “epik” tir Çabuk gelişmelere karşıdır Aynı motifin birikiciliği, yinelenmesi hiçbir zaman bıktırıcı ya da kötü sanatın kanıtları sayılmaz onun gözünde, tersine o bunları en etkili sanat ilkesi kabul eder Dramatik bir özellik olan olaylar dizisinin gelişmesinde çabuk eylem Arap için hoşa gitmeyen bir özelliktir O her şeyi “epik” bir solukla söyler, daha önce olmuş bir olaya dönüş yapmak gerektiğinde her şeyi yeni baştan alıp usanç vericilik kertesinde anlatmaktan çekinmez Olaylar dizisinde gerilim onun bilmediği bir şeydir Bir konu buldu mu tükeninceye dek bu konu üzerinde işlemeler, çeşitlemeler yapar Bu özellikler en çok Arap müziğinde karşımıza çıkar Aynı ton dizilerinin durmadan yinelenmesi, aynı ezginin bir düzine notada sonsuz çeşitlemelerini yarım saat dinlemek Avrupalının kulağında umutsuzluk, bıktırıcılık izlenimi yaratır Oysa Doğulu bunu dinlemeye doymak bilmez
DrJacob’un bu açıklamasının en ilginç yanı Arap ve İslam dünyasının daha çok epik anlatışa yönelişidir Nitekim dramatik bir yönteme başvursa da İslam ülkelerinde hâkî, Râvî, nakkal, kıssahan, gazelhan, efsane-gûyende, meddah gibi çeşitli adlar altında hep hikaye anlatana rastlamamız da bu görüşün sonucu değil midir?



Yukarıda da belirttiğimiz gibi gölge tiyatrosu İslam ülkelerinde yüzyıllar boyunca hoşgörüyle yaşamış, bir çeşit dokunulmazlık kazanmıştır Bu türün savunulması için her şeyden önce gölge tiyatrosundaki görüntülerin cansız oldukları, dolayısıyla tek ve biricik yaratıcı olan Tanrı’nın işine karışılmamış olduğuna kanıtlar ileri sürülmüştür Nitekim gölge oyunundaki görüntülerde ip takmak ya da değnek geçirmek için bir delik bulunur, hiçbir canlı böyle bir delikle canlı kalamayacağına göre bu görüntüler canlı ya da canlıyı benzetmece sayılmazlar, sayılmayınca da Tanrı’nın işine karışmak gibi bir saygısızlık da düşünülemez Nitekim düşünür İbnül Arab, 13 yüzyılda bu oyunlarda öğrenek yanı bulmuştur Perde arkasında oynayanlar yapıntı belirtileridir, bu onların gerçek biçimleri değildir Seyirci gerçek olmayan bu görüntülerin ardında Tanrısal gerçeği seyre dalar, aynı zamanda tıpkı bu görüntüleri oynatan hayalci gibi Tanrı’nın da insanları böyle yönettiğini kavramış olur Nitekim tasavvuf da gölge oyununda kendi görüşlerini açıklamak için bir dayanak bulmuştur Örneğin 12 yüzyıldan Ömer İbnül Farız Ta’iyyat-el Kübra adlı eserinde insan ruhunu, görüntüleri perde arkasında oynatan



hayalciye, perdedeki görüntüleri ise bedene benzetmiştir Perde kalkınca gerçek olarak yalnız oynatan kalacaktır, böylece ruh ile Tanrı’nın bir olduğu meydana çıkacaktır
Nitekim Eflatun da Kanunlar (MÖ 644-645) adlı eserinde kuklaya ya da gölge oyununu görüşüne bir dayanak noktası yapmıştır Evren büyük bir tiyatro, insanoğlu da ipleri Tanrı’nın elinde olan kuklalar gibidir Sanatçı da yaratıcı olan Tanrı’nın bir rakibidir Yalnız burada Eflatun’un örnek aldığı kuklanın nasıl bir kukla oyunu olduğu tartışma götürür Bu mağara alegorisinde seyirciler mağarada kuklalara sırtlarını dönmüşler, onların bir sinema gibi karşılarındaki perde üzerinde yansıtılan gölgelerini seyrederler Bunun da bir gölge oyunu türü olduğunu kabuledebiliriz Nitekim Cava’da Wayang adı verilen kukla da eskiden oynatıldığı biçimde kutsal sayılan kuklaları kadınların görmesi yasaklanmış, bu nedenle erkekler kuklaları yüzü dönük seyrederken, kadınlar bunları arkaları dönük, yalnız bir perdede yansıtılan gölgelerini seyrederlermiş Eflatun’un seyircileri de bacakları ve boyunları zincirle bağlı olduğu için arkalarındaki kuklaların gerçeklerini göremeyip, önlerine yansıtılan gölgelerini görüyorlar
Bunun bizim bakımımızdan ilginç bir yanı vardır Evliya Çelebi iki tür gölge oyunu oynatıcısı olduğunu söyler, bunlardan birini “hayal-i zılciyan”, ötekisini “hayal-i zıl-i tasvirciyan” diye adlandırır Bunlardan biri bildiğimiz Karagözdür, ikincisinin ise yukarıda açılandığı gibi sinema gibi karşıya yansıtılan bir gölge ya da gölge düşürme oyunu olduğuna inanmak için kanıtlar vardır



Türklerde de gölge oyunu böyle dinsel ve tasavvuf öğreneği olarak korunabilmiş ve bir dokunulmazlık kazanmıştır Karagözde perde gazellerinde bu tasavvuf anlamı ve öğrenek değeri belirtilir Ayrıca çeşitli şiirlerde Karagözün bu yönü üzerinde durulmuştur Sacit divanından alına şu mısraları bir örnek olarak verebiliriz
Bu bir zılli hayaldir kim hayal içre hayal oynar
Ne ten oynar, ne can oynar, meyâli-bîmeyâl oynar
Verâya perdeden söyler hurûfu, gece gündüz
Ne hurşitten menazildir ne encüm, ne hilaf oynar
Gör ol hengame-i ibret, ne yazmış levhine seyret
Çekil vahdet gözünden bak, eyâ gafil ne hal oynar
Dil ol bir nükteyi yarla, bu meydanı hakikatte
Bu bir resmi hayaldir, ehline amma kemal oynar
Ne ağla, başıan gülme, ne gör, görme, bilip, bilme
Ana-vi maderinden geç bu fasılda ne el oynar
Bu esrarı aref remzi, hayali perdeden geçmiş
Bulursa ehlini mana meali bin meâl oynar
Sana senden yakup şem-i görün Sacit hayal görme
Yıkıp perde-i darayı felek efser zeval oynar



Türkiye’yi incelerken burada gerek Karagöz gerekse başkaca dramatik gösterileri Türkiye’de din adamlarının nasıl karşılandıklarını görelim Bunun için en iyi kaynak fetvalardır Müftüler güç soruların şer-i yasalara, kanıtlara dayanarak, bunlardan kendisine sorulan olaya uygun olanını bulup çıkarırlardı İşte gerek gölge oyunu gerek çeşitli taklitli seyirlik oyunlar için sorulan sorulara fetvalarda verilen cevaplar gösteriyor ki Türkiye’de din adamları ancak belirli durumlarda bu olaylara yasaklayıcı, kınayıcı bir tavır takınmışlardır Daha çok eğitim, din, adalet gibi saygı duyulması gereken kişi ve kurumların alay konusu edildiği durumlarda bu oyunları hoş karşılamamışlardır, yasaklama gerekçeleri bu kişilerin ve kurumların saygınlığını koruma yolunda verilmiştir İşte bunlardan bazı örnekler görelim Önce meddahlık için bir Ebussut fetvasını görelim Dinleyenler kendilerini meddahın öyküsüne öyle kaptırıyorlar ki namazı unutuyorlar:
Mesele: Kıssahan olan zeyd, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)in ammi olan hazret-i Hamza’ya bazı kizbler isnad edip, “anın asrında bir kafir padişahı-neüzü billahi te’laa-uluhhiyet da’vasın eyleyip varidi” deyip, ol mel’unun ağzından-ne’üzübillah “ben Hamza’yı âsi yarattım hikmetim böyledir, filan pehlivanı mutî yarattım o benim cennetime dahil oldu” deyip, “hazret-i Hamza’nın Kasım ve Bedî olup iki oğulları var idi” deyu birbirine hasım eyleyip, cenk ettirip, müstemi olan bazı Bedî’a ve bazı Kâsım’a meyl edip birbirlerine bu’z ü adavet eyleyip, mezhür zeydi istima ederlerken bazı ikindi namazın ve bazı akşam namazın tek edip, ve bazı vatk-ı mekruhta namaz kılsalar vech-i meşruh üzre cemiyyet eden Zeyde ve daimi varıp istima edenlere ne lazım olur?
Elcevap:Hakim Zeydi ta’zir-i şedid ve habs-i medid ile iftiradan men edip, idlâl ettiği ehl-i hevâ ve dalâl dahi tevbe ve istiğfar edip, kendi hallerinde olmak lazımdır



Ebussuut Efendi fetvaları arasında Karagöz ile ilgili üç fetvayı görelim Bunlardan ilki şöyledir:
Mesele:Zeyd-i ekâbir meclisinde vâki olup gece ile hayâl-i zıll dedikleri oynayıp, def’ine kâdir olmayıp ve kalkıp gidemeyip, igmâz-ı ayn edip, sabah istiğfar eylese, şer’an nesne lazım olur mu?
Elcevap:Hitâbeti Hak te’âlâ hazreti azamet ve heybetin ol ek’akibir dediği harir kulunun azamet ve heybetinden gâlip bilip ana göre amel eder bir müslime verilmek lazımdır
Ebussut fetvaları arasında bu yazıda belirtildiği gibi Karagöz oyununun öğrenek değerini belirtenler vardır Nitekim:
Mesele:Hayâl-i zıll için bazı ehl-i basiret
(Rayetu hayâl al-zılli ekbera ibrâtın
Limen huva fi ilmil-hakikatı râkı
Şuhusu ve eşbahun temerru ve tankadi
Vatefna serian vel-muhariku bakî)
(Çeviri:Gerçek biliminde yükselmek isteyenler için gölge oyununda büyük öğrenekler olduğunu gördüm Kişiler, kalıplar gölge gibi gelip geçiyor ve çabucak yok oluyor onları oynatan ise durucu kalıyor)
demiştir
Hem “mahal-i ibrettir” deyu buyurduğu vâki midir?
Elcevap:Vaki’dir, erbab-ı besâir-i selimiye ibret-i acibedir
Öğretmen ve öğrencilik ilişkisinde saygınlık arandığı için öğretmeni ve öğrenciyi alay için taklit edilmesini Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi bir fetvasında şöyle kınıyor:
Mesele:Müslim geçinen zeyd-i mukallid gece ile helva sohbetinde taklid ederken başına sarık sarub ve mekteb hocası gibi eline bir çubuk alub ve birkaç uşakları önüne oturtub malâya’ni türrehat söylemeyi ta’lim edüb söylemeye kadir olmayanlarını falakaya koyub bunun emsali masharalık ile istihza-i ilim edüb ve mecliste bulunan müslümanlar dahi safalanub bilihtiyar dahkeyleseler zeyd’e ve ol müslümanlara ne lazım olur?
Elcevap:Cümlesi kâfir olurlar, tecdid-i iman ve nikah ve tazîr lazım olur
Din ve Kur’an okumakla taklit yoluyla alay edilişine karşı yine Abdullah Efendi şu fetvayı vermiştir:



Mesele:Zeydi müslüm mukallidlik ederken Kur’an-ı azimüşşandan nice ayatı kerimeyi mizah vechi üzere okuyup ve namazı istihza ettikte ol mecliste bulunan müslimin safalanıp ihtiyâren dahketseler zeyde ve ol mecliste bulunan müslime ne lazım gelir?
Elcevap:Zeyde ve müslimine tecdidi iman ve nikah ve tâziri şedid
Yalnız Müslümanlığı değil başka dinlerin ve din adamlarının da taklit yoluyla alaya alınması hoş görülmemiştir Nitekim bir kitapta şöyle söyleniyor:
Bir kimse mecusî şapkasın giyse veyahut kenduyi yahudiylere teşbih eylese veyahut nasranilere teşbih eylese, mizah târiki üzre veya latîfe târiki üzre, kâfir olur
Bunun gibi kadı, din adamı gibi saygın kişilerin de kendilerine yakışmayacak taklitler yapması hoş karşılanmamıştır Nitekim bir fetva şöyle söylüyor:
Mesele:Kuzzat taifesinden Zeyd, bazı kibar meclislerinde nâssı taklid ve masharalık edüp ve hikayat-ı kâzibe nakletmek adeti olub muskıt-i adalet olan bazı menahiden içtinabı olmassa Zeyd’e taklid-i kaza caiz olur mu?
Elcevap:Olmaz



Yalnız din, öğretmenlik gibi konulara değil, adalet organlarına da saygısızlık hoş karşılanmamıştır Kadı ile davacıyı taklit eden bir oyunu bir fetva şöyle anlatıyor:
Mesele:Zeyd’in ettiği düğün gecesinde cem’i olan müslimin, temaşa için getürdikleri müslim lûubbazlar, bazı oyunlarda başlarına kâfir şapkası giyüb oynayub ve bazı oyunlarda içlerinden birine büyük dülbend giydürüb Kadı namında olub ve bazı Müddei namında olub, suhriye tarikiyle dava ve hükümet suretinde mizah ile lûub-i ahara muntazır olsalar şer’an ol lûubbazlara ve etrafında olub hazz-ı dahk edenlere ne lazım olur?



Elcevap:Tecdid-i iman ve nikah lazım Vülat-ı emre meni ve zecirleri ve her mü’mine inkarı lazımdır ve vacibdir
Şeyhülislam Yahya Efendi’nin bir fetvası bir mahallenin müezzininin oyunculuğa özenişi, maske takması için şunları yazıyor:
Mesele:Bir mahallenin müezzini olan Zeyd, eyyam-ı iydde salınacak kurub papas takyesini başına geçirüb ve burnuna masnu kafir sureti geçirüb papas şekline girüb halka oynayıverse Zeyd’e ne lazım olur?
Elcevap:Azil ve ta’zir ve tecdid-i iman ve nikah lazım olur
Ancak bazen fetvalarda ille de böyle saygın kişiler, uğraşlar ya da kurumlarla alay olmasa da taklidin hoş görülmediğine rastlıyoruz Nitekim İbn-i Kemal’in şu fetvası gibi:
Mesele:Bir müslüman başıan şapka giyüb kaftanın tersini giyüb oynasa şer’an ne lazım olur?
Elcevap:Tecdid-i iman gerektir
Örnekleri çoğaltabiliriz Din adamlarının görüşleri yalnız tiyatro olayları karşısındaki davranışlarını göstermekle kalmıyor, ayrıca bize çağlarının tiyatro olaylarını, bunların konularını da bildirmekle aydınlatıcı, bilgi verici bir görevleri oluyor Böylece bu oyunlarda kılık değişikliği, maske ile kadı ile davacıyı, öğretmenle öğrenciyi, din adamlarını taklit ettiklerini öğreniyoruz Nitekim bu bize başka ülkelerin oyunlarıyla karşılaştırmalar yapmakta da yardımcı oluyor Örneğin Türkistan’da da hekimle hastası, kadı ile davacı, öğretmenle öğrenci gibisinden günlük yaşamdan alınmış oyunlar oynandığını biliyoruz Bizans’ın tiyatro yaşamı üzerine bilgiyi de yine din adamlarının bu tür yasaklamalarında buluyoruz Ancak bu fetvalardan öğrendiğimize göre din adamlarının Türkiye’de tiyatro olayları karşısındaki tutumu hiç de olumsuz sayılamaz Çoğu kez yasaklamaların din adamlarından çok toplumun ahlak koruyuculuğu, düzen bağının gözetilmesi gibi gerekçelerle din dışı çevrelerden geldiğini biliyoruz Bu çevrelerin tutumu ise ayrı bir yazı konusu olabilir
Metin And
Türk Dili Dergisi No:189 Haziran 1967

KARAGÖZ ELDEN GİDİYOR MU?
Yunanlı dostlarımız Paris’teki Milletlera
rası Tiyatro Festivaline bizim Karagöz ile gidiyorlarmış, giderler Karagöz’e Yunan icadı diyorlarmış, derler Çünkü yemeyenin malını yerlerKızmaya,söylenmeye hiç hakkımız yok
Karagöz bizim tapulu malımızdır ama kıymetini bildik mi, garp dünyasında üç beş bilim adamından başkasına Karagöz’ün bizim malımız olduğunu iyice anlatabildik mi? Hayır O halde ne diye dövünüyoruz?Yemeyenin malını yerler,malına sahip olmayanın elinden bir punduna getirip tapusunu bile alırlar



Ben bu işi biraz yakından bilirim de, onun için böyle kötümserimKaragöz’ün bizde can çekiştiği bir devirde, bundan on yıl evvel Paris’te bulunuyordumBüyük Türk dostu Gabriel ile birlikte Paris Üniversitesinde Türk kültürüne dair bir konferans serisi tertip ettiğimiz zaman, Karagöz mevzuu da bana düşmüştüTarihinden başlayarak felsefesine kadar işlediğim bu mevzuu üç konferansa sığdırdımdıMemlekete dönünce de, o zamanlar Basın-Yayın Umum Müdürü olan dostum Halim Alyot, büyük bir anlayış ve kadirşinaslık göstererek,bu konferansları, renkli Karagöz tasvirleriyle birlikte, hakikaten övünülecek bir baskı nefasetiyle neşretti



Eserin Fransızcası çabucak tükendiİsveçceye,Arap ve İbrani dillerine tercüme edildiDünyanın her yerinden mektup üzerine mektup yağdıMeraklılar,tiyatro tarihine dair eser yazmak isteyenler,muhtelif üniversitelerde doktora hazırlayanlar,amatör ve profesyonel tiyatro teşekkülleri, ilânihaye, benden ve Basın-Yayından mütemadiyen kitap istiyorlardı Dostum Halim Alyot, eseri İngilizceye tercüme ettirerek yeniden bastırdı ve her tarafa gönderdiAma binlerce nüsha çabucak dağılıverdi ve tükendi
Geçen yıl Rumenlerin daveti üzerine Bükreş’teki Milletlerarası Kukla Tiyatroları Festivaline giderken, oradaki meraklılara dağıtmak üzere birkaç nüshasını götüreyim, dedim Bana kalmadı,yeniden basacağız dedilerBen de elimde kalmış bulunan son birkaç nüshayı götürüp dağıttımFakat herkes istiyorduHer memleketin kendi kukla tiyatrosuna dair kucak dolusu kitap ve broşür dağıttığı bir festivalde:
-Efendim, biz bu Karagöz’ün tab’ını henüz yapamadık,buraya da Karagöz oynatacak birini getiremedik demenin zorluğunu siz tasavvur edin



Yine geçen yıl, Belçika’nın Liege şehrinde, Bükreş’dekine benzer bir kongre ve festival yapıldıKaragöz’e dair bir konferans vermek üzere davet edildim, fakat gidemedimBugünkü günde Belçika’ya gidip gelmek kolay değilDışarıda memleket propagandasını düzenlemek mevkiinde bulunanların nasıl çalıştıklarını, hangi plan ve programla iş gördüklerini kimse bilmez Hani öyle kimin neyi bildiğini, kimin nereye ne işi için giderse muvaffak olacağını kestirebilen bir propaganda teşkilatımız henüz kurulmamış ki, böyle fırsatlardan istifade edip kültürümüzü dışarda ehil insanlarımızla tanıtalım



Şu Karagöz misalinde de öyle olacaktır tabiiBiraz telaşlanacağız,Paris’te kültür veya basın ataşesine telgraf çekeceğizAman, gözünü aç da Karagöz’ü Yunanlılara kaptırma diyeceğizAma ataşe ne yapsın?Karagöz hakkında ne bilir ki, gidip dert anlatsın?Hem sonra, programı aylarca evvel hazırlanmış bir Milletlerarası Tiyatro Festivalinde Yunanlı dostlarımızın Karagöz oynatmasına nasıl ve ne hakla mani olabilir?
Biz dışarıdaki propagandamızı, içerde perde arkasında Karagöz oynatarak tertipledikçe kültürümüzün tapulu mallarını birer ikişer başkalarına kaptırmağa mahkumuz efendimBilmem anlatabildim mi?

YUNAN KARAGÖZÜ

Bizdekinin aksine Yunanistan’da bugün dahi bu sanat hayli rağbettedirGerek Atina’da gerek diğer şehirlerde mesleğinin ehli birçok Karagözcü bulunur ve bunlar mini mini tiyatrolarda ve bazen de halk kahvelerinde sanatlarını icra ederler
Fakat Karagöz, Yunanistan’a Türkiye’den gitmiştirBu Yunanlıların da bildiği ve itiraf ettiği bir hakikattirNitekim Caimi adlı bir Yunanlı müdekkikin 1935 de neşrettiği “Karagöz-Yahut hayal perdesinin ruhunda Yunan komedisi” adlı Fransızca eserde bu hususta gayet enteresan tafsilat vardırMüellife göre Kalamata’lı bir Rum olan Vrahalis, 1860 da İstanbul’dan kalkıp Pire’ye gelmiş ve gümrük binasının karşısındaki kahvede ilk Karagöz perdesini kurmuşturBir müddet sonra da Atina’ya gidip sanatına devam etmiştir



Perdesini Yunanistan’da kuran Karagöz’ün bütün eşhası ve repertuarı, başlangıçta bizimkilerin aynı olduğu halde, çok geçmeden, Yunan sanatkarları hayal oyununu kendi cemiyetlerine intibak ettirmeye başlamışlardırBöylece zamanla eski tasvirler değişmiş, tipler çoğalmış, repertuar zenginleşmiştirKaragöz’le Hacıvat bile yalnız isimlerini muhafaza edebilmişler, fakat şekil-şemail, kılık-kıyafet ve bilhassa karakter bakımından bambaşka tipler olmuşlardırMesela Yunan hayal perdesinin Karagözü gaga burunlu,tüysüz ve kamburcadırHacıvat ise daima kılıktan kılığa girerBunlardan başka paşa,vezir,derbend ağası gibi birkaç Türk tipi daha kalmıştırŞunu da hemen söyleyelim ki bu Türk tipleri arada bir sarakaya alınmalarına rağmen hiç de haysiyet kırıcı vaziyetlere sokulmazlar, bilakis Türk vezir ve paşalarının şahsında milletimize has kahramanlık, civanmertlik ve adalet ehemmiyetle belirtilir



Yunan Karagözcüleri bir asır içinde Karagözün teknik tarafını da bir hayli değiştirmişlerdirPerdeyi genişletmişler,tasvirlerin boyunu bir metreye kadar çıkarmışlar,onları süratle ters-yüz edebilmek için değneklerin sokulduğu delikleri kenara almışlar, dekor ve aksesuara ehemmiyet vermişler ve böylece hayal perdesini sinema ile rekabet edebilecek mükemmeliyete getirmişlerdir



Asıl marifetleri, perdeye daima aktüaliteden alınma yeni tipler sokmaları, repertuarlarını günün icaplarına göre sık sık tazelemeleri, memleketin iç politikasını çok canlı bir şekilde hicvetmeleri olmuştur



Şu halde, bugün artık bir Yunan Karagözünden bahsetmek, asla boş bir iddia değildirGerçi kendilerinin de itiraf ettiği gibi, Karagöz Türkiye’den gelip bu memlekete yerleşmiştir, fakat bir asır içinde, Yunan sanatkarlarının bu oyunu kendi memleketlerine intibak ettirmeleri ve daima yenilik peşinde koşmaları sayesinde, Yunan Karagözü bizimkinden bambaşka bir istikamette gelişme imkanlarına kavuşmuş ve hayatiyatını muhafaza etmiştir



Karagöz ise bizim icadımızdır ve bugün elimizde bunun böyle olduğunu isbat eden çok eski vesikalar vardırBazıları ta 11 ve 12 asırlara kadar giden bu sağlam vesikalar elde bulundukça kimse Karagözün bizden tapusunu alamazAlamaz, ama bu oyunu kendine uydurmak ve geliştirmek de her milletin hakkıdırEğer biz cetlerimizin derin bir felsefe ve ince bir nükteye sardıkları bu güzel oyunu zamanla hor görüp bir kenara atmışsak, bunun vebali sadece bize aittir



O halde Yunanlılar Paris’teki Tiyatro Festivaline Karagözle gidiyorlar diye boş yere öfkelenmeyelim de, şöyle külahımızı önümüze koyup derin bir düşünceye dalalımBelki böyle bir düşünce sonunda bizi delaletten kurtaracak bir çare keşfederizKimbilir?

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Hacivat İle Karagöz Tarihi

Eski 09-24-2009   #2
[KAPLAN]
Varsayılan

Cevap : Hacivat İle Karagöz Tarihi





Karagöz ile Hacıvat


Orhan Gazi babası Osman Bey'in anısına o dönem ki başkent Bursa'da büyük bir camii yaptırmaya karar vermiş Emrindeki bütün mimarları çağırmış huzuruna "Babam Osman Gazi'nin anısına güzel olduğu kadar görkemli bir camii yapılmasını istiyorum En güzel projelerinizi yapın getirin bana" demiş onlara Kısa bir süre sonra bütün mimarlar en güzel projeleriyle Orhan Gazi'nin huzuruna gelirler Bütün projeleri tek tek inceleyen Orhan Gazi içlerinden en beğendiğinin sahibi mimarı çağırtmış ve ona kusursuz bir işçilik istediğini söylemiş; "Yörenin en iyi ustaların bulacaksın ve en kaliteli malzemeleri kullanacaksın, hiçbir masraftan da kaçınmayacaksın" diye de belirtmiş Mimarbaşı birkaç gün içerisinde ülkenin dört bir tarafından en iyi ustaları toplamayı, en kaliteli ve güzel malzemelerin getirtilmesini sağlamış ve sultanın huzuruna çıkmış Mimarbaşı; "Padişahım" demiş, "Yörenin en iyi duvar, demir, ahşap ustalarıyla en becerikli hat sanatçıları ve nakkaşlarını topladım İnşatta kullanılacak bütün malzemeler kılı kırk yararak seçildi Biz hazırız, emir verirsen hemen başlamak isteriz bu kutlu işe" Mimarbaşı'nın anlattıklarından son derece memnun görünen Orhan Gazi, " Mimarbaşı beni çok iyi dinle" demiş "Söylediklerin güzel, hemen başlayabilirsiniz camiyi inşa etmeye ama aç kulaklarını dinle şimdi Bil ki bu camii benim için çok önemli Bu yüzden ,her kim ki inşaatın yavaşlamasına veya işlerin aksamasına sebep olursa o an kellesini vurdururum Şimdi çıkın gidin başlayın camiyi yapmaya"

İnşaat hemen başlamış tabii ki Mimarbaşı Kambur Bali Çelebi'yi (Karagöz) demirci ustası, Halil Hacı İvaz'ı da (Hacıvat) duvar ustası olarak görevlendirmiş

Bu iki ustayı da işlerini her ne pahasına olursa olsun aksatmamaları için de sıkı sıkı tembihlemiş Karagöz, mektep okumamış ama inşaatlarda ustaların yanında çalışa çalışa iyice ustalaşmış artık işinin en iyisi olarak anılmaya başlamış cevahir birisiymiş Tez canlılığı ve hazırcevaplığı yüzünden sürekli başını belaya sokan Karagöz, bu belalardan kıvrak zekasının marifetiyle kurtulmaya çalışırmış Bu belalar artık onun içinden çıkamayacağı bir hal alınca da yardımına en yakın dostu Hacıvat koşarmış Hacıvat ise bu yakın dostunun aksine, medrese de eğitim görmüş, her konuda bilgisi olan görgülü ve bilgili birisiymiş Karagöz'le hemen her konuda sürtüşse de yine de en iyi dostuymuş Karagöz onunSultan'ın babası için yaptırdığı inşaat çalışmaları tüm hızıyla sürüyormuş İşçiler, ustalar, mimarbaşı camiyi sultanlarının istediği şekilde ve zamanda hazır etmek için var güçleriyle çalışıyorlarmış Mimarbaşı ve ustalar, didişmeleri bütün ülke tarafından bilinen Hacıvat ve Karagöz'ü de birbirlerinden ayrı tutmak için de uğraşıyorlarmış bir yandan Bu duruma en çok kızanların başında da hiç şüphesiz can dostu Hacıvat'la didişemeyen Karagöz geliyormuş Gözünü kestirdiği Hacıvat'a mimarbaşı'nın yanında sokulamayan Karagöz, mimarbaşı'nın malzeme almak için şehre gitmesini fırsat bilmiş ve yanına sokulmuş Hacıvat'ın Hacıvat can dostunu yanında görünce sevinmiş ve ona dönmüş demiş ki;


- Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin
- Şule levendim, turp dikenim hoş geldin diye karşılık vermiş Karagöz

Hacıvat Karagöz'ün huyunu bildiği için kızmamış ve yine güleç yüzüyle konuşmuş;

- Şuh levendim, şuh pesendim hoş geldin
- Kehlelendim, sirkelendim, boş geldim
- Samur kaşlı, ok kirpikli hoş geldin
- Salak kaşlı, bok kirpikli boş geldim
- Yusuf-ı Beytül Hazenim hoş geldin
- Yasef'im, bitli avramım boş geldim
- Ahu gözlüm, inci dişlim hoş geldin
- Ayı gözlüm, kazma dişlim hoş geldin

Hacıvat ile Karagöz böyle birbirleriyle atışırlarken bütün diğer işçiler de başlarında toplanmış onların bu keyifli ve eğlenceli didişmelerini izleyip eğleniyorlarmışİnşaattaki bütün işçi ve ustaların en büyük eğlencesi haline gelmişler zamanla Artık ne zaman mimarbaşı inşaattan ayrılsa Hacıvat ve Karagöz birbirleriyle atışmaya başlar hale gelmişler Diğer bütün çalışanlar da etraflarında toplanıp onları izlermiş Onlar atıştıkça izleyiciler kendilerinden geçer ve bütün yorgunluklarını unuturlarmış Günlerden bir gün Padişah babası için yaptırdığı caminin inşaatını kontrole gelmişFakat inşaatın istediği hızda gitmediğini görünce keyfi kaçmış ve hemen mimarbaşını çağırtmış

Mimarbaşı, padişahın caminin inşaatı konusundaki hassasiyetini bildiği için de korkmuş

Padişaha demiş ki " Sultanım nedendir bilmem ama ben malzeme almak, veya başka bir iş için inşaattan her ayrıldığımda işler yavaşlıyor Bunun sebebini en yakın zamanda öğrenip gereken tedbirleri alacağım

" Orhan Gazi sinirlenmiş ama yine de sorunun sebebini öğrenip, çözmesi için mimarbaşının istediği süreyi vermiş ona Mimarbaşı bir gün yine "ben malzeme almaya gidiyorum" deyip inşaattan ayrılmış ama hemen yakında bir tümseğin ardına gizlenip işçileri izlemeye başlamış Bir de bakmış ki kendisinin ayrılmasını fırsat bilen Hacıvat ve Karagöz atışmaya başlamışlar ve bütün çalışanlar da onların bu atışmalarını izlemek için etraflarında toplanmış Mimarbaşı hemen soluğu Orhan Gazi'nin sarayında almış ve padişahın huzuruna çıkmış Padişaha olup bitenleri ve inşaatın yavaşlamasının sebeplerini anlatmış Bunu duyan Orhan Gazi çok sinirlenmiş ve derhal bu iki işçinin asılmasını emretmiş"Onlar asılsın ki bu diğer bütün işçilere ders olsun" demiş Padişahın emri derhal yerine getirilmiş ve Hacıvat ve Karagöz çalıştıkları inşaattan apar topar alınarak asılmışlar hemencecik Padişahın bu kararı inşaatta olduğu kadar bütün şehirde de büyük bir üzüntüyle karşılanmış İnsanlar merhametli, şefkatli, halkı ve ulemayı seven padişahlarının böyle bir şey yapmasına çok üzülmüş ve her taraftan bu hoşnutsuzluklarını hissettirmişler padişaha

Orhan Gazi de kısa bir süre sonra hatasını anlayıp vicdan azabı duymaya ve yaptığı bu yanlışa üzülmeye başlamış

Padişahın bu üzüntüsünü gören Şeyh Kuşteri adındaki uleması sultanının üzüntüsünü hafifletmek için kendince bir yol bulmuş o anda Başındaki beyaz sarığını çözen Şeyh Kuşteri sarığını açarak mum ışığının önünde germiş Ayağından çıkardığı çarıklarını da kukla gibi kullanarak sarığın arkasında Hacıvat ve Karagöz'ün atışmalarını taklit etmeye başlamış:

Hacıvat: Hasretinle beni koyup gidenin, hoş geldin
Karagöz: Hasta iken turşu suyu içenim, boş geldin
Hacıvat: Gel Kargöz, gidelim Göksu'ya yiyelim dolma
Karagöz: Sümüklü burnumu ye de, namerde muhtaç olma

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.