Altay Tufan Efsanesi |
05-04-2009 | #1 |
siLveRghoSt
|
Altay Tufan EfsanesiAltay Tufan Efsanesi Türk mitolojisinde, tufan ile ilgili örnekler Altay Türkleri'nin efsanelerinde yaşamaktadır Altay Türkleri'nde, tufan efsanesinin bir kaç söyleyişi vardır Aşağıda bu söyleyişlerden birine yer verilmiştir Aşağıda yer alan ve U Harva Holmberg tarafından nakledilen Altay Tufan Efsanesi, İslam ve Hıristiyan dünyasının Nuh Tufanı anlatılarına oldukça benzemektedir Altay Tufan Efsanesi, özetle şöyledir: Sel bütün yeri kapladığında, Tengiz (=Deniz) yerin üzerinde efendi idi Tengiz'in yönetimi altında Nama adında iyi bir erkek yaşardı Nama'nın Sozun Uul, Sar Uul ve Balık adlarında üç oğlu vardı Ülgen (Tanrı), Nama'ya bir kerep (=tahta sandık) yapmasını buyurdu Nama, sandığın yapılması işini üç oğluna bıraktı Oğulları, kerepi bir dağ üzerinde yaptılar Kerep yapıldıktan sonra Nama, onu her biri seksen kulaç olan sekiz halatla köşelerinden yere bağlamalarını söyledi Böylece su seksen kulaç yükseldiğinde durum anlaşılacaktı Bundan sonra Nama, ailesi ile çeşitli hayvanları, kuşları alarak kerepe girdi Yeryüzünü sisler kapladı Dünya korkunç bir karanlığa gömüldü Yerin altından, ırmaklardan, denizlerden sular fışkırdı Gökten sağanaklar boşandı Yedi gün sonra yere bağlanan halatlar koptu, kerep yüzmeğe başladı; suyun seksen kulaç yükseldiği anlaşıldı Yedi gün daha geçti Nama en büyük oğluna kerepin penceresini açmasını, çevreye bakmasını söyledi Sozun Uul bütün yönlere baktı Sonra şöyle dedi: "Her şey suların altına batmış Yalnızca dağların dorukları görünüyor" Daha sonra Nama da baktı O da "Gökyüzü ile sular dışında bir nesne görünmüyor" dedi Kerep sonunda sekiz dağın birbirine yaklaştığı yerde durdu Çomoday ve Tuluttu dağlarında karaya oturdu Nama pencereyi açtı, kuzgunu serbest bıraktı Kuzgun geri dönmedi İkinci gün kargayı gönderdi, üçüncü gün saksağanı gönderdi Hiçbiri geri gelmedi Dördüncü gün bir güvercin gönderdi Güvercin, gagasında bir ince dalla geri döndü Nama bu kuştan, öteki kuşların niçin geri gelmediğini öğrendi Onlar sırasıyla geyik, köpek ve at leşi yemek üzere gittikleri yerde kalmışlardı Nama bunu duyunca öfkelendi "Onlar şimdi ne yapıyorsa, dünyanın sonuna değin onu yapmağa devam etsinler" dedi Efsanenin devamında Nama yaşlandığı zaman, kurtardığı canlıları öldürmesi için kendisini kışkırtan karısını öldürür Oğlu Sozun Uul'u yanına alarak cennete (göğe) çıkar Daha sonra orada beş yıldızlı bir yıldız kümesine dönüşür Holmberg'in düşüncesine göre, tufan kahramanları, Yayık Han'a dönüşmüştür Yayık Han, Altay Türkleri'ne göre, insanları koruyan ve yaşam veren bir ruhtur Ayrıca insanlarla Ülgen (Tanrı) arasında elçilik yaparKaç mevsim geçti böyle yağmursuz Kaç Kerbelâ türedi coğrafyamızda kurak ve çorak… Kaç Hüseyin’i suya hasret bıraktık sahralarda? Yezidlerin insafına kalan yüreklerimiz şimdi kepir topraklar gibi şerha şerha susuzluktan “Rahmet bekliyoruz” dedik, yağmursuzluktan şikâyet ettik Sonra da, sahte umutların terkisinde yollara düştük, ömür tükettik Bilemedik yağmurun nasip işi olduğunu; olup bitenin de nasibimiz kılındığını… Başımıza gelen birçok şeyin sebebinin yine kendimiz olduğunu bilemedik Sitem ettik, şikâyet ettik haddimizmiş gibi Haddi aştık, hata ettik; ama hata ettiğimizi de bilemedik Darda olanın ‘Dâr’a gitmesi gerektiğini bilemedik Çatladı dudaklarımız, yüreklerimiz kurak topraklar gibiydi Ne yaptığımızı bilemeden, avuçlarımızı denize daldırıp içmeye koyulduk tuzlu suları İçtikçe yandık, yandıkça içtik mevsimlerce, senelerce Avuçlarımız yandı, dudaklarımız yandı, yüreklerimiz yandı; hava yandı, toprak yandı, su yandı; zaman yandı, mekân yandı ve nihayetinde ‘insan’ yandı Bu yangının alevlerinden şükür ki, bir şuur uyandı, uyandırıldı Uyuyanların yanında uyumayanlar da vardı Uyumayan, uyardı da bildik Bilmedik, bildirildik… Meğer ki vakit dua vakti, niyaz vaktiymiş Mevsim, yağmur mevsimi değil, yağmur duası mevsimiymiş Kulağımıza haykırdı ummanlar ötesinden, yüreği okyanuslar kadar engin ve bakışı bir o kadar derin birisi: “Kalkın, duaya durun, secdelere diz vurun; kaldırın ellerinizi kaldırabildiğiniz kadar Öyle kaldırın ki ellerinizi, âsuman yükselsin ellerinizde Gözyaşlarınızla aşılayın sonra dua yüklü bulutları; bulutlar semadan seraya ağsın ve rahmet sağanak sağanak yağsın Uyanın, uyanık olun; uyandırın uyuyanları da Uyanmayan bir bakış, açılmayan-açılarak yükselmeyen bir el, duadan ve rahmetten nasiplenmeyen bir yürek kalmasın böylece Gecelerin hakkını verin Hakkı, kıyama durmaktır gecelerin Dimdik olsun kıyamda duruşunuz yüce dağlar gibi, başınıza haşyetin dumanlarını sarın bulutlar misâli Kıyamınızla kaim kılın kulluğunuzu, kulluğunuzu dâim kılın Sonra rükûa eğilin, eğilmeniz emrolunduğu üzere, mü’mince Eğilmenin hak ve hakikat olduğu o demde İki büklüm, baş eğik; haddini, kulluğunu bilmişçesine Ve bir secde kılın; bir secde ki geceler kadar derin Bir secde mü’mince gecelerin sertacı, derde düşmüş başın ilâcı Böyle bir secdeyle taçlanmış namaz kulun mi’racı” Evet, işte vakit, o vakit Duaya durmalı, el açıp yalvarmalı İstemeyi bilmeli, istemeyi bilmeyi O’ndan dilemeli Seccadelere gözyaşlarıyla dilekçeler nakşetmeli; alınlar mühür olup basılmalı üzerine ki, kabule şâyân ola Bahar yağmurlarına özlem var memleketimde Bahar yağmurları ki, kovsun kışı, görmeyelim bir daha onun soğuk yüzünü Yaz yağmurları yağsın bahardan sonra, serin serin esintiler getirsin bulutlardan Kırk ikindilerde yıkansın vatanım, toprağım Yağmur yağmur rahmet, sağanak sağanak bereket yağsın talihsiz coğrafyama Yağmur şarkılarıyla yürüsün bahar; dağlarıma, ovalarıma Çocuklarımız yağmur gibi olsun, yağmurun kendisi olsun Yağmura kanalım, yağmurda yıkanalım; asırlık paslardan, kirlerden arınalım Dudaklarımızla değil yüreklerimizle içelim onu Âb-ı Kevser niyetine Kurt-kuş, börtü-böcek suya kansın Zerre suya doysun, kürre suya doysun Memleketim su gibi aziz olsun Abdullah Asaf Atlı |
|