Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
john, kimdir, locke

John Locke Kimdir?

Eski 04-25-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

John Locke Kimdir?



John Locke Kimdir?




John Locke ( 29 Ağustos 1632 — 28 Ekim 1704) yılları arasında yaşamış İngiliz filozof Locke 18 yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir Düşünce hürlüğünü, eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa'daki aydınlanma ve Akıl Çağı'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir

John Locke, Bristol yakınlarında, Wrington'da doğdu Kumaş ticareti ile uğraşan bir aileden gelmektedirBabası ticaretle uğraşmak yerine noterliği tercih etmiştir, ibadetle sadelik isteyen Püriten mezhebinin koyu bir tarafçısıydı Locke'un daha sonra öne sürdüğü öğrenim kuramlarında babasının büyük etkisi sezilir Locke yüksek öğrenimini Oxford Üniversitesi'nde yaptı, en çok tabiat bilimleriyle tıp okudu Hayata atıldıktan sonra hem yazar, hem de siyast adamı olarak çalıştı Önce Brendenbur Dükalığı'nda İngiliz elçiliği katibi olarak bulundu İngiltere'ye döndükten sonra da 8 yıl Shaftsbury adın bir İngiliz aristokratının yanında özel hekimlik yaptı 1683'te Shaftsbury'nin Hollandaya kaçmak zorunda kalması üzerine Locke da İngiltereden ayrıldı Ancak 1689'da İkinci İngiliz Devrimi Başarı kazanınca İngiltereye dönebildi

Locke, bütün eserlerinde gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insan hayatına ancak aklın kılavuzluk edebileceğini ileri sürer Bu düşünceleriyle Liberalizm'in, tabii bir din anlaşının, Rasyonel Pedagoji'nin öncüsü olmuştur En önemli eserleri' An essay Concerning Human Understanding' (İnsan Anlayış Gücü Üzerine Bir Deneme), 'Some Thoughts Concerning Education' (Eğitimle İlgili Bazı Düşünceler)dir Hükümet üzerine iki deneme adlı eseri vardır Mutlakiyet yönetimlerini ilk sarsan kişi olarak tarihe geçmiştir, mutlakiyet yönetimine açtığı sarsıntılar sonucunda zamanla derin yarıklar oluşmuştur ve üç büyük devrimin temelleri oluşmuştur İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerinin temelini oluşturan filozof olarak akıllara yer etmiştir Doğal hukuk doktrinini savunanlardan biridir

John Locke Felsefesi;

Locke’un temel eserleri, An Essay concerning Human Understanding [İnsan Zihni Üzerine Bir Deneme] ve Two Treatises of Government [Yönetim üzerine İki Deneme]’dir Bilgi görüşleri: Empirist bir bilgi teorisinin temel öğretilerini, yani zihinde doğuştan düşünceler bulunmadığı ve bilginin deneyimden üretildiği ilkelerini mekanik bir gerçeklik görüşüyle birleştiren John Locke modern felsefenin tavrına uygun olarak, felsefesinde öncelikle bilgi konusunu ele almıştır O iİnsan bilgisinin sınırlarına ve kapsamına ilişkin araştırmasında, İnsan zihninde idelerin nasıl ortaya çıktığını araştırır İdelerle de Locke, algı içeriklerini, izlenimleri, tasarımları, düşünceleri, kısacası bilincin tüm içeriklerini, insanın kendisiyle ilgili olarak bilinçli olduğu her şeyi anlar Ona göre, İnsan bilgi sahibi olan bir varlıktır Başka bir deyişle, o insan bilgisini açıklanmak durumunda olmayan, apaçık bir olgu olarak alır

Bilmek ise, zihinde birtakım idelere sahip olmaktan başka bir şey değildir Doğuştancılığa karşı çıkan Locke, İnsanın bilgiye temel olan malzemeyi sonradan deneyim yoluyla kazandığını söyler Onun deyimiyle karanlık bir oda olan İnsan zihnine ışık getiren tek pencere, deneyimdir Bilginin kaynağı konusunda empirist olan Locke, biri dış deneyim, diğeri de iç deneyim olmak üzere, iki tür tecrübe bulunduğunu söyler Bunlardan birincisinde, yani dış deneyimde, İnsan beş duyu yoluyla dış dünyadaki şeyleri tecrübe eder; İnsan zihni, Locke’a göre, burada tümüyle alıcı olup, pasif durumdadır İkincisinde, yani refleksiyon veya içebakışta ise, İnsan varlığı, kendi zihninde, kendi iç dünyasında olup bitenleri tecrübe eder İnsan zihnindeki tüm ideler, işte bu iki kaynağın birinden ya da diğerinden gelir

İnsan zihnindeki tüm ideler, İngiliz empirimzinin kurucusu olan Locke’a göre, basit ideler ve kompleks ideler olmak üzere, iki başlık altında toplanabilir Bu ayırım, Locke’a zihnin tümüyle pasif olduğu durumlarla aktif olduğu durumları birbirlerinden ayırma imkanı verdiği için, önemli bir ayırımdır Basit ideler, dış dünyadaki cisimlerin ve onların niteliklerinin duyu organlarımız üzerindeki etkisi sonucunda, duyularımız aracılığıyla kazanılmış olan idelerdir İnsan zihni bu basit ideleri birbirleriyle çeşitli şekillerde birleştirdiği zaman kompleks idelere sahip olur Locke’a göre, İnsan zihni basit ideleri biriktirdikten sonra, onları birbirlerinden ayırt eder, birbiriyle karşılaştırır ve birbiriyle çeşitli şekillerde birleştirir Locke, İnsanda yeni bir ide icat etme gücü olmasa bile, İnsan zihninin kompleks ideleri meydana getirirken tümüyle aktif durumda bulunduğunu söyler Ona göre, basit ideler kompleks idelerden hem psikolojik ve hem de mantıksal bakımdan önce gelmek durumundadır

İnsan zihni, Locke’a göre, belli şekillerde faaliyet gösterir İnsan zihninin bu faaliyetleri ise, sırasıyla algı, bellek, ayırt etme ve karşılaştırma yetisi, birleştirme ve soyutlamadır Bu yetilerden en önemlilerinden olan birleştirme yetisi söz konusu olduğunda, İnsan zihni sahip olduğu basit ideleri bir araya getirir ve bu ideleri birleştirerek kompleks ideler meydana getirir Soyutlamada ise, İnsan zihni genel kavramları gösteren genel sözcüklere yükselir Var olan her şey, Locke’a göre, bireyseldir Bununla birlikte, İnsan varlığı çocukluktan yavaş yavaş çıkarken, İnsanlarca ve şeylerdeki ortak nitelikleri gözlemler

Locke, bilginin söz konusu yetilerin algı yoluyla kazanılan basit ideleri işlemesinin sonucunda ortaya çıktığını savunur Ve bilgi, idelerin birbirleriyle olan bağlantısına ve uyuşmasına ya da birbirleriyle uyuşmayıp, birbirlerini kabul etmemelerine ilişkin algıdan başka bir şey değildir Locke’a göre, ideler arasında dört tür bağıntı vardır ya da ideler birbirleriyle dört bakımdan uyuşur 1- Özdeşlik, 2- İlişki, 3- Birlikte var oluş ya da zorunlu bağıntı ve 4- Gerçek var oluş

Locke, özdeşlikten söz ettiği zaman, bir idenin ne olduğunun ve onun başka idelerden olan farklılığının bilincinde olmayı anlar Burada söz konusu olan bilgi, her idenin kendi kendisiyle aynı olduğunu, her ne ise o olup, tüm diğer idelerden farklı olduğunu bilmekten oluşur Bu bilgi, idelerimizden her birinin (örneğin, ağaç, masa, beyaz, kare, üçgen, vb, idelerinin) tam olarak neyi içerdiğinin ve onun farklılıklarının (örneğin, beyazın siyah olmadığının, bir karenin daire olmadığının) bilgisidir Buna karşın, ilişkiden söz ederken Locke, idelerimizden bazılarının diğer idelerle bazı bakımlardan ilişkili olduğu olgusuna dikkat çeker Buna göre, beyaz ve kırmızı arasında, üçgenlerle yapraklar arasında söz konusu olmayan bir ilişki vardır; yine, bir ağaçla bir sandalye arasında, bir doğruyla bir bulut arasında söz konusu olmayan bir ilişki vardır

Birlikte var oluş ya da zorunlu bağıntıdan söz ettiği zaman da, Locke kompleks bir idenin, örneğin bir sandalye idesinin, bir sandalyeyi düşündüğümüz zaman birlikte düşündüğümüz çok sayıda basit idenin birleşiminden oluştuğu olgusuna dikkat çeker Burada söz konusu olan bilgi, belli bir kompleks ide gündeme geldiği zaman, hangi basit idelerin söz konusu kompleks idenin ayrılmaz parçaları olduğunun bilgisidir Locke dördüncü kategoriye, yani gerçek varoluşa geldiği zaman, idelerin birbirleriyle olan bağıntılarından çok, dış dünyadaki bir şeyle olan bağıntılarının bilgisinden söz eder Şimdiye dek olan bilgi türleri yalnızca kavramsaldı, ilk kez bu dördüncü bilgi türüyle var oluşla ilgili olan bir bilgiye ulaşılır Başka bir deyişle, burada söz konusu olan bilgi, bir ideyle uyuşanı gerçek bir varlığın bilgisidir

Locke bu dört bilgi türüne ek olarak, İnsan için bu bilgi türlerine sahip olmanın üç farklı yolunun bulunduğunu söyler; bunlar sırasıyla sezgi, kanıtlama ve duyumdur Bilgimizin kapsamı söz konusu olduğunda, Locke gerçek bilgiye sezgi ya da kanıtlama yoluyla ulaşıldığına inandığı ve kanıtlama ya da sezginin kendilerine dayandığı idelere birtakım sınırlamalar getirdiği için, bilgimizin kapsamının oldukça sınırlı olduğunu savunmak durumunda kalmıştır Özdeşlik ya da farklılık bağıntısı söz konusu olduğunda, Locke’a göre, bizim tüm açık idelerimizin kendi kendileriyle aynı ve başka idelerden farklı olduklarına ilişkin olarak sezgisel bilgimiz vardır

İlişki söz konusu olduğunda ise, burası bilgimizin çok büyük bir parçasını meydana getirmekle birlikte, bu bilgi de idelerin birbirleriyle olan ilişkileriyle ilgili kanıtlamalarla sınırlanmıştır İdeler arasındaki karşılıklı bağıntılara ve içerme ilişkilerine dayanan bu bilgi, yalnızca kavramsal bir bilgidir Bu alandaki doğrular matematiğin doğrulanıyla, günümüzde analitik olarak doğru olduğunu söylediğimiz önermelerden oluşur Ancak bu doğrular, yalnızca idelerimiz arasındaki ilişkilerle ilgili olan doğrular olduğu için, bize hiçbir zaman idelerimizden bağımsız olarak varolan bir şeyin bilgisini veremezler

İdelerimizin birlikte var oluşu ya da idelerimiz arasındaki zorunlu bağıntıya gelince, Locke bilgimizin kapsamının burada daha da daraldığını savunur Biz, birçok basit idenin birlikte ortaya çıktığını, belirli bir türden olan kompleks bir şeye ilişkin idemizin belirli basit idelerden oluşan bir toplamı içerdiğini gözlemleyebiliniz, fakat bu idelerin zorunlu olarak birbirlerine bağlanıp bağlanmadığını bilemeyiz Locke’a göre, ikincil bir nitelikle söz konusu niteliğin kendilerine bağlı olduğu birincil nitelikler arasında, İnsan tarafından keşfedilebilir olan zorunlu bir bağlantı yoktur Biz bir nesnenin şeklinden ve ebatlarından yola çıkarak, onun belli bir renge ya da tada sahip olduğunu hiçbir zaman söyleyemeyiz

İdelerimizin birlikte var oluşu ya da idelerimiz arasındaki zorunlu bağlantıya ilişkin bilgimiz deneyimin kapsamına bağlı olduğundan, idelerimiz arasındaki zorunlu bağlantıları saptarken, sezgi yoluyla da kanıtlama yoluyla da pek ilerilere gidemeyiz Ve doğa bilimlerinin genel önermeleri farklı ideleri birbirlerine bağladıkları için, gerçek anlamda genel bir bilgi olmanın çok uzağında kalır Zira, bu bilimlerin birbirine bağladığı ideler arasında zorunlu bir bağıntının olup olmadığı, sezgi yoluyla da kanıtlama yoluyla da kavranamaz

Gerçek var oluş söz konusu olduğunda, bilgimizin kapsamı daha da daralır Locke’a göre, biz sezgi yoluyla kesin olarak yalnızca kendimizin var olduğunu biliriz Kanıtlama yoluyla ise, Tanrı‘nın gerçek var oluşunu kanıtlarız Bir de duyusal bilgiyle, duyularımıza sunulmuş olan nesnelerin var olduğunu biliriz Bununla birlikte, kesin olmayan duyusal bilgi, bize gerçek bir bilgi veremez, çünkü bu bilgi her şeyden önce şimdi duyularımıza sunulmuş olan nesnelerle sınırlanmış olup, şimdi ve burada mevcut olan tikel nesnelerin ötesine geçemez İkinci olarak, duyusal bilgi yoluyla, bizim dışımızdaki nesnelerin var olduğunu bilsek bile, Locke’a göre, bu nesnelerin gerçek doğalarına ilişkin olarak pek fazla bir bilgimiz olamaz

Locke,


1 Dolayımsız olarak bilincinde olduğumuz şeylerin, nesnelerin bizatihi kendileri değil de, zihinlerimizdeki ideler olduğunu,

2 İdelerimizin tecrübeden türetilmek durumunda olduğunu, aksi takdirde anlamlı bir içerikten yoksun olacağını ve

3 Genel bir önermenin sezgisel bakımdan ya da kanıtlama yoluyla kesin olmadıkça, gerçek anlamda bir bilgi olamayacağını kabul ettiği için, bilgimizin kapsamını oldukça daraltır O, bir empiristtir ve dolayısıyla bilgide deneyime önem verip, empirik olmayan ilkelerden türetilmiş mantıksal bir sistemin bize gerçekliğin resmini hiçbir şekilde veremeyeceğini kabul eder

Locke, bundan başka zihnimizde olan şeylerin, nesnelerin kendileri değil de nesnelerle olan gerçek ilişkilerini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz ideler olduğunu savunduğu ve neyin bilgi sayılıp neyin bilgi sayılamayacağı konusunda, hayli yüksek bir kesinlik ölçütü öne sürerek, yalnızca sezgi ya da kanıtlama yoluyla elde edilen bilgiyi kesin bilgi olarak gördüğü için, empirik ve bilimsel bilginin gerçek anlamda bilgi olamayacağını dile getirir

Dine dair;

Dinle bağlamında, Locke Hıristiyanlığın ahlâki boyutunu vurgulamaya özel bir önem atfeder ve kutsal kitapta bulunan ahlak kurallarının aklın keşfettiği kurallarla tam bir ahenk içinde olduğunu belirtir Akılla inanç arasındaki ilişkiler üzerinde de duran filozof, hem akıl ve hem de vahiy yoluyla keşfedilen hakikatler bulunduğunu öne sürerken, akılla çelişen hakikatler söz konusu olduğunda, bu doğrulanın, onların kaynağında vahyin bulunduğu söylense bile, hiçbir şekilde kabul edilmemesi gerektiğini savunur Buna karşın, akılla ne örtüşen ne de çakışan hakikatlere gelince, Locke bunların gerçek dinin özünü meydana getirdiğini öne sürer Fakat Locke aklın burada bile vazgeçilmez bir rol oynadığını vurgular:, Akıl bir şeyin vahiy olup olmadığına karar vermeli ve vahyi ifade eden sözcüklerin anlamlarını incelemelidir Ona göre, akıl her konuda nihai yargıç ve yol gösterici olmalıdır O Hıristiyanlığın özünde pek az temel ve onsuz olunamaz inanç parçası bulunduğunu söylerken, mezhepler arasındaki çatışmalara şiddetle karşı çıkmış ve dini hoşgörüyü engelleyecek hiçbir şey bulunmadığını belirtmiştir Bu bağlamda, ona göre, dinin görevi İnsan ruhunu günahtan, kötülüklerden; hükümetin görevi ise bireyin yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarını korumaktır

Siyaset Felsefesi'ne Dair;

Locke siyaset felsefesi alanındaki görüşleri bakımından da önemli bir filozoftur O, mutlakıyetçiliğe şiddetle karşı çıktığı ve güçler ayrılığını hararetle savunduğu için, liberalizmin kurucusu olarak görülmektedir Meşruti bir monarşiden yana olan ve toplumun bir sözleşme temeline dayanması gerektiğini savunan Locke, İnsanların hukukun veya iktidarın sağladığı avantajlardan yoksun olarak birlikte yaşadıkları hipotetik bir doğa hali düşüncesinden yola çıkmıştır Böyle bir doğa halinin dezavantajları, İnsanların hukukun ve devletin yönetimi altına girmeleri için bileyerek ve isteyerek bir sözleşme yapmalarını fazlasıyla haklı kılan Toplumsal sözleşmenin amacı, düzeni ve yasayı ihdas etmek, doğa halinin belirsizliklerini ortadan kaldırmak ve bireyin haklarını koruyacak kurumları yaratmaktır



İNSAN VE TOPLUM ANLAYIŞI


Locke, ilk İncelemesinde egemenliğin Adem’den yeni çağın krallarına kadar gelen metafizik egemenlik anlayışını çürüttükten sonra, yönetimin ortaya çıkışı için başka bir açıklama ve siyasal güç (devlet) için başka bir kaynak ve bu siyasal gücü elinde tutanları tanımak için de başka bir yol bulmanın zorunluluğundan söz eder Bundan sonra Locke’un önce siyasal gücü tanımladığını görürüz Ona göre siyasal güç, mülkiyet alanını düzenlemek ve korumak için ölüm cezası veya daha az şiddetli cezalar koymak, bu yasaları uygulamak ve yabancıların vereceği zararlardan devleti korumak için yasa yapmak hakkıdır[1] Siyasal gücü bu şekilde tanımlayan Locke, bu siyasal güç nitelemesini ispatlamak için, çağdaşı Hobbes’un yaptığı gibi doğa durumundan hareket ederek kuramını ortaya koymuştur

A Doğa Durumu

Siyasal düşünceler tarihinde doğa kavramı oldukça önemli bir yer işgal etmiştir Ancak, yine de kavramın ne anlama geldiği, siyaset teorisindeki bir çok kavram gibi yeterince açık değildir Doğa kavramı bir çok anlamda kullanılmakla birlikte, James Moore toplumun temelini doğaya dayandırmaya çalışan görüşlerin üç ana grupta toplanabileceğini ifade etmektedir Birincisi, İngiliz ahlak felsefecileri Shaftesbury ve Hutcheson’un temsil ettiği doğal duygu moralistleri veya doğal duygu okuludur İkincisi, Eski Yunan düşüncesi, Stoacılar, Roma Hukukçuları ve Hollandalı hukukçular yoluyla Locke’un dönemine ulaşan ve bir çok ekol halinde boy gösteren doğal hukuk okuludur Üçüncüsü ise, Locke’un en etkili temsilcisi olarak belirdiği ve doğal hukuk okuluyla iç içe bulunan doğal haklar okuludur

Doğal hukuk teorileri genel olarak bir doğa durumu ve insan doğası varsayımından hareketle işe başlar Sosyal teorinin hareket noktası insan doğasıdır ve buradaki temel varsayım, insanın iyi veya kötü, barışsever veya savaşsever olmasıdır

Doğal hukukçuların neredeyse tamamı, bir siyasal teori geliştermeye çalışırken insan doğasını olumlu (Locke’da olduğu gibi) ya da olumsuz (Hobbes’da olduğu gibi) anlamda idealize etmiştir Fakat hemen belirtelim ki, genel olarak doğal hukukçular “doğal” ya da “doğa” deyince, “doğal bir akli kanuniyet”i kastetmektedirler Akıldan kaynaklanan doğal hukuk ebedidir, değiştirilemez ve pozitif hukuka her zaman üstün olduğu gibi, pozitif hukukun doğal hukukun esaslarına uygun olması gerekir

Locke’a göre siyasal gücü doğru anlamak ve onu kaynağından türetmek için, bütün insanların doğadaki durumuna bakmak gerekir[4] Hobbes”un doğa durumunda, insan insanın kurdudur Doğa durumunda, doğal koşullar, ilkel tepkiler ağır bastığından, insanlar birbirlerine karşı amansız bir savaşa girmişlerdir[5] İnsanlar arasındaki bu mücadelenin nedenleri rekabet, güvensizlik ve herkesten üstün olma tutkusudur Buna karşılık, Locke’a göre doğa durumunda insan özgürlüğü tamdır Bu, aynı zamanda bir eşitlik durumudur İnsanlar özgürdür çünkü, doğa yasasının sınırları içinde başkalarının iradesine bağlı olmaksızın eylemlerini düzenlerler, mallarını ve kişiliklerini diledikleri gibi kullanabilirler Fakat bu özgürlük durumu, başıboşluk demek değildir İnsanın kendi kişiliğini ve mallarını kullanması denetlenemez Ancak, insan sadece bunların korunmasından daha soylu bir gerek olmaksızın, kendini veya elinde bulunan herhangi bir varlığı ortadan kaldırmak özgürlüğüne sahip değildir Doğa durumunu yöneten ve herkesi bağlayan doğa yasası, bütün insanlığa eşit ve özgür oldukları için, başkasının yaşamına, sağlığına, özgürlüğüne ve mallarına zarar vermemesi gerektiğini öğretir Doğa durumunda insanların eşit olması ise, her türlü güç ve yargı hakkının karşılıklı olması ve bunların kimsenin elinde başkasından fazla bulunmamasıdır[6]

Dahl’a göre, Locke insanlara, birçok durum bakımından açıkça geçersiz olmakla birlikte, belirli amaçlar bakımından belirleyici olabilecek bir tür doğal eşitlik atfetmektedir Locke, en azından kollektif kararları gerektiren konularda bütün insanların (veya bütün kişilerin?) önemli bir anlamda eşit olduklarını veya eşit olduklarının kabul edilmesi gerektiğini içeren temel bir evrensel inancı paylaşmaktadır Locke’un bu vurgulaması, aynı zamanda kutsal dinlerin ortak öğretisinden esinlendiğini göstermektedir

Nitekim, Locke’a göre insanların hepsi mutlak güç sahibi bir egemen olan Tanrının işidir Hepimiz benzer şekilde donatılmışızdır ve tek bir doğa durumunu paylaşırız Aramızda, birbirimizi yok etmeye yetkilendirecek bir kademelenme düşünülemez Öyleyse, herkes birbirinin hakkına saygı göstermelidir Bunun kuralları, doğa yasası tarafından belirlenmiştir Doğa durumunda, bir hakkı ihlal edilen kişi, bunun için cezalandırma hakkına sahiptir Herkesin saldırganı cezalandırma ve doğa yasasını uygulamak hakkı vardır[8] Ancak, doğa durumunda insanların sahip oldukları bu cezalandırma hakkı insanların kendi davalarının yargıcı olmalarının akla aykırılığı ve diğer insani zaaflar (öç alma duygusu, kendisinin veya yakınlarının lehine karar verme gibi) yüzünden aşırı bir durumu ortaya çıkarabilir Bunun sonucu ise, karışıklık ve düzensizliktir[9] İşte bu durumdur ki, insanların siyasal toplumu kurmalarına sebep oluşturmuştur Bu, aynı zamanda siyasal iktidarın sınırlarının da belirlenmesindeki temel hareket noktasıdır

B Savaş Durumu

Locke’un siyasal topluma geçiş nedenine ilişkin olarak doğa durumuyla yetinmediğini görmekteyiz Doğa durumundan sonra Locke, savaş durumundan söz etmektedir Locke’a göre savaş durumu, bir düşmanlık ve yok etme durumudur Doğanın temel yasasıyla, insanın olabildiğince çok korunması, hepsi korunamayınca da, suçsuzların güvenliği tercih edilmelidir Bu nedenle, beni yok etmekle tehdit edeni yok etme hakkımın olması akla ve adalete uygundur

Doğa durumuyla savaş durumu arasındaki fark bazı kimselerce karıştırılmaktadır İnsanların yeryüzünde ortak bir –aralarında yargılama yetkisine sahip- üstleri olmaksızın, aklın kurallarıyla yaşamaları tam anlamıyla bir doğa durumudur Buna karşılık, onların yardımına koşacak ortak bir üst olmadan, birisinin bir başkasının kişiliği üzerinde bir zorlama veya böyle bir niyetin açıklanması savaş durumudur[10] Locke bu sözleri muhtemelen Hobbes’un görüşlerine karşı ileri sürmüştür Çünkü, Hobbes’ta aynı olan doğa durumuyla savaş durumu, Locke’ta aynı olmayıp ayrı durumları ifade etmektedir

Locke’a göre, insanların bu savaş durumundan kurtulmak için doğa durumunu terk ederek toplum haline girmelerinin nedeni budur Çünkü, yeryüzünde kendisine başvurularak yardım sağlanacak bir üstün gücün bulunması, savaş durumunun sona ermesini sağlar ve anlaşmazlığı o güç karara bağlar[12] Böylece, Locke özgürlüğün, eşitliğin ve güvenliğin mevcut olduğu doğa durumunu her an için tehdit edebilecek bir savaş durumunun ortaya çıkması olasılığına karşı siyasal toplumun kurulduğunu ve başvurulabilecek bir üstün gücün bu şekilde teşkil edildiğini ifade etmektedir Bunun anlamı ise, üstün gücün varlık nedeninin bireylerin canlarının, özgürlüklerinin ve mal varlıklarının herhangi bir saldırıya karşı korunmasıdır

C Kölelik

Locke’un kölelik üstüne olan görüşleri, yasama gücünün belirlenmesi bakımından önemlidir O’na göre, insanın doğal özgürlüğü, dünyadaki herhangi bir üstün güçten, insan/insanların yasama otoritesinden ya da onların isteklerine bağlı olmaktan muaf olmalıdır İnsanın doğal özgürlüğü sadece doğal yasanın kuralına bağlıdır Toplum halinde ise, insanın özgürlüğü oybirliği ile kurulan devletin yasama gücüyle bağlanabilir Ancak, bu yasama gücü herhangi bir arzunun ya da herhangi bir yasanın altında olmayıp, kendisine verilen yetkiye göre karar alabilir

Locke’un burada takip ettiği yöntem, doğal eşitliğin ne olduğunu söylemekten çok, ne olmadığını söylemektir Dolayısıyla, köleliği anlatışından bunun doğal eşitlik olmadığı sonucunu çıkarabiliriz Nitekim, O’na göre hiç kimse, kendisinin sahip olduğundan daha fazla bir gücü, yani yaşamlarının üzerinde olabilecek bir başka gücü veremez Savaş durumu, yasal bir fatih ile bir esir arasında devam eder Köleliğin tam koşulu, efendinin, onun ölümü hak ettirecek bir hatasını cezalandırmayıp, hizmetini kendi faydasına kullanmasıdır Köleliğin sıkıntısını, efendisinin arzusuna karşı direndiğinde bulacaktır Öyleyse, bir zamanlar herkesin üzerinde anlaştığı sınırlı bir güç için yapılan sözleşmeye uyulduğunda, savaş durumu ve kölelik duracaktır Bu nedenle, hiçbir kimse kendisinde olmayanı, diğer bir ifadeyle, başkasının yaşamı üzerindeki bir gücü, bir başkasına veren sözleşme yapamaz[14] Bunun aksine bir durum, tam anlamıyla bir kölelik olacaktır Böylece, Locke kamu otoritesinin meşru alanını, bireylerin doğa durumunda ve doğa yasasıyla belirlenmiş olan, başta mülkiyet hakkı olmak üzere bireylerin hak ve hürriyetleriyle sınırlamış olmaktadır


MÜLKİYET ANLAYIŞI

Locke’un düşüncesinin temelini oluşturan şeyin mülkiyet olduğu görülmektedir Çünkü, mülkiyeti oldukça geniş bir anlamda kullanmıştır “Locke, mülkiyet anlamına gelen property ve estate sözcüklerini kullanır Property sözcüğü ile mülkiyetin yanı sıra yaşam ve özgürlüğü de içerecek, bir insanın sahip olduğu geniş anlamda mülkiyeti dile getirir Estate’i ise, bildiğimiz dar anlamda mülkiyet için kullanır”[1]

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup adlı eserinde Locke mülkiyeti en geniş anlamda tanımlamaktadır O’na göre devlet, insanların sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için oluşturulmuş bir insan toplumudur Bu sivil çıkarlar “hayat, özgürlük, sağlık ve bedenin dinlenmesi; ve para, araziler, evler, eşyalar ve benzeri gibi dışsal şeylerin mülkiyetidir”

Yine, Locke mülkiyeti Two Treatises Of Government adlı eserinde mülkiyet “genel adı” altında topladıklarının insanların “canlarının, özgürlüklerinin ve mallarının” olduğunu ifade etmektedir

Görüldüğü üzere Locke’un düşüncesince yaşam, özgürlük ve mal sahipliği birbirinden ayrılmaz bir bütündür ve genel olarak mülkiyet kavramı ile açıklanmaktadır Bununla birlikte, Locke’un felsefesini analiz eden çalışmalarda, mülkiyetin günlük kullanımındaki anlamının ön plana çıkarıldığı görülmektedir

Bunun yanısıra Locke mülkiyet hakkının çalışmayla kazanılacağına inanmaktadır O’na göre, yeryüzü Tanrının insanlara ortaklaşa yararlanmaları için sunduğu bir nimettir Akıllı bir yaratık olan insan, bu nimeti çalışması ile işler, üretir ve kendi emeğiyle doğadan söküp aldığı bu nimet de onun malı olur Mülkiyetin gerçek kaynağı insanoğlunun çabası olup, mal edinme konusunda çalışmanın dışında herhangi bir sözleşmenin, yasanın ya da otoritenin sözü geçemez

Locke, insanın emeği geçen şeyler üzerinde, etrafını çevirdiği ve sürdüğü toprak üstünde olduğu gibi, doğal bir hakkı olacağını ileri sürmüştür Özel mülkiyet, insanın emeğiyle, kendi kişiliğini üretilen nesneye yaydığı için doğmuştur İnsan, üretilen nesneye kendi gücünü harcamakla onları kendisinin bir bölümü durumuna getirir Bunların yararlıkları da, genel olarak üzerlerine harcanan emek ile orantılıdır[6] Diğer yandan, insan yaşamak için bunu yapmak zorundadır Bunun için, başkalarının rızasına gerek yoktur Çünkü, öbür insanların rızalarını beklemeye koyulan, muhtemelen hiçbir zaman ortaya çıkmayacak bir ortak rızayı beklerken hayatını kaybederdi

Toparlanacak olursa, doğa durumunda insanın mülkiyet hakkının iki yerden kaynaklandığı ortaya çıkar: 1) Emeğini, dolayısıyla kendisinin bir parçasını nesneye katmasından, 2) Yaşamak için sahip olmak zorunda olmasından Birincisi açısından mülkiyet, herkesin aynı şeyi yapmaya hakkı olduğundan bir nevi sözleşmeye dayanan haktır İkincisi bakımından ise, insan doğasından kaynaklandığı için, doğal bir haktır[7]

“Locke, mülkiyet hakkının sınırını da belirtmeye çalışmıştır Toprağı insanoğluna veren Tanrı olduğuna göre, mülkiyet hakkı kutsaldır Kimse kimsenin toprağına, mülküne el uzatamaz Ne var ki, toprağı veren Tanrı, bu nimetten herkesin yararlanmasını da istediği için, ihtiyacını karşılayacak kadar mülk edinmek de her insanın hakkıdır Şu halde, her insanın mülkiyet hakkı, öteki insanların mülkiyet hakkıyla sınırlanmıştır Toplumdan önce var olan bu hakkı korumak, toplum yasalarına düşer Siyasal iktidar, mülk sahiplerinin mülk sahiplerine verdiği bir yetkedir”

Locke’un mülkiyet anlayışı üzerine farklı görüşlere rastlamaktayız Bunun nedeni, mülkiyet kavramına verdiği anlam ve önemden kaynaklanmaktadır Örneğin, Russell Locke’un mülkiyet anlayışının bazen uygulanabilirliği olmadığı, bazen eksik olduğu, bazen de yanlış örnekler üzerine temellendirildiği gibi eleştiriler ileri sürmektedir Üstelik Russell’a göre “Locke’un mülkiyet hakkındaki görüşleri üzerine söylenenlerden, onun toplumda üstün olan kapitalistlerce şampiyon ilan edildiği; ve bu şampiyonluğun, hem kapitalistlere göre, toplum alanında üstün hem de aşağı düzeyde olanlara karşı kazanılmış olduğu düşünülebilirdi Bu tam doğru bir düşünce olurdu”

Buna karşılık Sartori’nin ifade ettiği gibi günümüzde dahi birçok yazar liberalizmi ekonomik liberizm ile karıştırmaktadır Bu liberalizme karşı büyük bir haksızlıktır Birçok liberal düşünür gibi Locke’da bir laisses faire ekonomisi kuramcısı değildi Bu düşünürlere göre liberalizm hukuk devleti ve anayasal devlet demekti Üstelik özgürlük ekonomide serbest ticaret hele hele en güçlünün yaşayabilmesi demek olmayıp siyasal özgürlük demekti

Sonuçta, Locke’un formülasyonu Barry’nin ifade ettiği gibi “büyük ölçüde mülkiyetin birik(tiril)mesine ilişkin saf ahlaki teorilerin hareket noktası olmuştur Çünkü bu formülasyon devlet gibi ayrıcalıklı kurumlar için mülkiyet hakları keşfeden kurallara bireyci karşı çıkışın da temelini oluşturur Ancak bu anlayış çağdaş dünyada pek fazla uygulanabilirliğe sahip görünmeyebilir, çünkü Locke’un esas olarak hakkında konuştuğu şey –yani toprak/arazi- bireysel sahiplenme için çok uzun zamandır sözkonusu değildir Yine de, mülkiyet başka biçimlerde her zaman yaratılmaktadır ve böyle durumlarda bir tür Lockeçu mantığın pekala bir yeri olabilir”

SÖZLEŞME VE SİYASAL TOPLUM

A Sözleşme

Locke’un düşünce sisteminde, önce doğal durumu bir barış ve karşılıklı yardımlaşma durumu olarak betimlediğini, daha sonra doğal hakları mülkiyet hakkı örneğine göre, toplumdan önce var olan haklar şeklinde tanımladığını görüyoruz Bundan sonra ise Locke, uygar toplumu, üyelerinin onayından türetmeye çalışmıştır[1]

Hobbes ve Rousseau’da ve başka bazı düşünürlerde olduğu gibi, Locke’da uygar toplumun kuruluşunu sözleşmeye dayandırmaktadır Her ne kadar Locke doğa durumunu bir gerçeklik olarak savunsa da[2], Hobbes ve Rousseau’da olduğu gibi, “doğa durumu” ve “toplum sözleşmesi” varsayımını siyaset teorisinin kuruluşunda sadece bir çıkış noktası olarak aldığını kabul edebiliriz Bu düşünürlerin asıl göstermek istedikleri şey, devletin kaynağının ne olduğu sorusuna cevap bulmak değil, devlet denilen siyasal topluluğun temelinin ne olması gerektiğidir[3]

Doğal durumdan uygar topluma geçişin gerekçesini Locke şu şekilde ileri sürer: İnsanlar doğa durumunda özgür ve eşit olmakla birlikte, sahip olduğu bu hakların kullanılması güvenlikten uzaktır ve her zaman başkalarının saldırısına uğrayabilir Çünkü, hepsi onun kadar kral ve hepsi ona eşittir Üstelik, çoğunluk nesafet ve adaleti kesinlikle tutmayanlardadır İşte bu nedenle, sahip olduğu şeyleri dilediği gibi kullanması oldukça belirsiz ve güvensizdir Bu durum, insana özgür olmasına rağmen korkular ve sürekli tehlikelerle dolu doğa durumunu bırakmayı istetir Bu nedenle, insanlar mülkiyetlerinin (canlarının, özgürlüklerinin ve mallarının) korunması amacıyla, devletlerde birleşmişler ve kendilerini yönetimlerin altına sokmuşlardır[4] İnsanlar, siyasal toplumu kurarken, ihtiyaç duydukları için bir sözleşme yaptılar Bu sözleşme, devlete katılan veya onu meydana getiren kişiler arasında yapılır ya da yapılması gerekir Bunun için, toplumda yeterli sayıdaki özgür insanın oybirliği gerekir İşte bu durum, yeryüzündeki yasal bir hükümetin başlangıcı olmuştur Ancak, insanlar siyasal toplumu kurarken, gereken güçleri de devrettiler

Locke’a göre doğa durumunda bir kimsenin küçük eğlencelerdeki özgürlüğü bir yana bırakılırsa iki erki vardır: Birincisi, doğa yasasının sınırları içinde, kendisinin ve başkalarının korunmasına uygun bulduğu her şeyi yapma erki, ikincisi ise, bu doğal yasaya karşı işlenmiş suçları cezalandırma erki

Birinci erki, toplumun koyduğu yasalarca düzenlemek üzere, kendisinin ve toplumun kalanının korunmasının gerektiğini oranda bırakır İkinci erkini ise (cezalandırma erki) tamamiyle bırakır

Locke, toplum sözleşmesini ve içeriğini (sınırlarını) bu şekilde ifade etmekle birlikte, bu “ilk anlaşma”nın toplumun mu, yoksa yönetimin mi ortaya çıkmasına yol açtığını açıkça belirtmemektedir Sözleşme teorisini oldukça dikkatli inceleyen Althusius ve Puffendorf gibi düşünürler, iki türlü sözleşme olduğunu kabul etmişlerdi Birincisi, kişiler arasında yapılan ve toplumu kuran sözleşme, ikincisi ise, topluluk ile yönetim arasında yapılan sözleşme Locke’un da bu tutumu kabul ettiği söylenebilirse de , biçimsel bakımdan açıklık Locke için pek değer taşıyan bir nitelik olmadığından, iki görüş açısını yanyana getirmekle yetinmişti[7] Locke’un bir siyasal devrim sonunda, yönetimin düşmesiyle, toplumun ortadan kalkmayacağını söylemesi[8], toplum ile yönetimi aynı sözleşmeye bağlamadığı biçiminde değerlendirilmektedir

B Siyasal Toplum ve Yönetimin Amaçları

İnsanlar doğa durumunda özgür olmalarına rağmen, özgürlüğün anlamlı olduğu, adaletin yönettiği ve mülkiyetin güvenli olduğu kabul edilebilir bir düzen isterler Locke’a göre insanlar, bu nedenle siyasal toplumu kurdular Ancak, toplum durumunda doğal yasanın zorunlulukları sona ermez Çünkü, yasanın amacı özgürlüğü genişletmek ve korumak olup, yürürlükten kaldırmak ya da tatil etmek değildir Locke, bu şekilde sözleşmenin tabiatında olan mantığı geliştirmiştir İnsanın mantığında belirlediği gibi, toplumdan kastedilen, siyasal kuruluşu bir tek güce vermek olmayıp, devletin bir canlandırıcı, etkin belirleyen olmasıdır

Doğa durumu ile siyasal ya da uygar toplumu birbirinden ayıran en önemli fark, siyasal toplumda insanların aralarındaki anlaşmazlıkları karara bağlamaya ve suçluları cezalandırmaya yetkili, başvuracakları ortak bir yapılmış yasası ve yargı organı olmasıdır Ortak bir başvurma yeri olmayanlar ise, hala doğa durumundadır

Bu nedenle, siyasal ya da uygar bir toplumdan söz edebilmek için, bir grup insanın tamamının doğa yasasını yürütme güçlerini bırakması ve onu kamuya vermek üzere bir toplum içinde birleşmeleri gerekir Bu, bir grup insanın toplumu kurmalarıyla ya da herhangi bir kimsenin kurulmuş olan bir yönetime katılması ve onunla birleşmesiyle olur

Siyasal ya da uygar toplumu, insanların ortak başvurabilecekleri bir yeri olması olarak tanımlayan Locke, bu bağlamda mutlak krallığın gerçekte uygar toplumla bağdaşmayacağını da açıkça ifade eder Çünkü, mutlak krallıkta hiç kimse için açık olan bir başvurma yeri yoktur, hakka uygun ve taraf tutmadan karar vermeye yetkili hiçbir yargıç bulunmaz

Bütün bunlardan hareketle, Locke’un genel duyarlılığının “kralların, yanlış yönetme hakkının kutsallığı”na olan inanca isyan etmek ve yönetimin güvene dayanan karakteri üzerinde ısrar etmek olduğu söylenebilir İşte bu nedenle, Locke yönetimin yönetme hakkını insanların sadece iyiliğine ve yalnızca oybirliğine bağlı olarak, insanların güvenlerine karşılık olarak adlandırmıştır

Çünkü, Locke’a göre insanların devletlerde birleşmelerinin ve kendilerini yönetimlerin altına sokmalarının asıl amacı mülkiyetlerinin (canlarının, özgürlüklerinin ve mallarının) korunmasıdır Oysa, doğa durumunda bunları sağlayacak bir çok şey eksiktir Bunlar; tanımlanmış olumlu bir yasa, bu yasayı tarafsız olarak uygulayacak yargıçlar ve yargının kararlarını uygulayacak bir güçtür

Siyasal toplum bunların yokluğu sebebiyle kurulmuştur Hiçbir akıllı yaratığın içinde bulunduğu koşulları daha kötüye götürmek için değiştirmek isteyeceği düşünülemeyeceğinden, yönetimin genel iyiliğin ötesinde bir etki alanının olacağı kabul edilemez Dolayısıyla, yönetimin bu üç aksaklığa karşı herkesin mülkiyetini koruması gerekir Bu nedenle, bir devletin en üstün kuvvetini (yasama) elinde tutan, halkın bildiği yürürlükteki yasalarla ve anlaşmazlıkları karara bağlayacak tarafsız ve dürüst yargıçlarla yönetimi sürdürmelidir Yönetim, topluluğun gücünü içeride bu yasaları yürütmek, dışardan gelecek zararlara karşı da toplumu güven altına almak için kullanmak zorundadır Bütün bunlardan amaç barış, güvenlik ve kamu iyiliğinden başka bir şey olmamalıdır

Buradaki “kamunun iyiliği” unsuru sonraki liberal düşünürler tarafından şiddetle eleştirilmesine rağmen, klasik liberalizmin savunduğu iç ve dış güvenlik ile, yargı faaliyetlerini üstlenen “minimal devlet” veya “gece bekçisi devlet”in izleri oldukça belirgindir

C Yönetimde Güçler Ayrılığı

Locke’un teorisinde siyasal toplum ve siyasal güç bir sözleşmenin sonucu olduğu için yönetilenlerin de rızasına sahip olacaktır Bu siyasal güç mülkiyet hakkını korumak amacıyla kurulduğundan, bunu ortadan kaldırması düşünülemez Aksi durumda, siyasal otoritenin meşruiyeti ortadan kalkacak ve halkın direnme hakkı doğacaktır Ancak, siyasal otoritenin rızaya dayanması, iktidarın kontrol edilebilmesi için yeterli değildir Bu nedenle, daha somut olarak siyasal iktidarın sınırlandırılması gerekir ki, bunun yolu kuvvetler ayrılığının gerçekleştirilmesidir[18]

Locke’a göre bir devlette üç kuvvet bulunmaktadır Bunlar yasama, yürütme ve federatif güçlerdir

Yasama gücü, devlet gücünün topluluğu ve bu topluluğun üyelerini korumak için nasıl kullanılacağını açıklama hakkına sahiptir Yasama gücünü elinde bulunduranların yürütme erkini de ele geçirmeleri olasılığına karşılık, iyi düzenlenmiş bir devlette yasama gücü, yasayı yaptıktan sonra dağılan ve bu yasalarla kendilerinin de bağlandığı, kamu iyiliğini gözeten çeşitli kimselere verilmelidir

Bu şekilde yapılan yasalar sürekli bir güç taşıdıkları ve aralıksız yürütülmeleri gerektiğinden, yürütme gücünün varlığı zorunludur Bu şekilde, yasama ve yürütme gücü birbirinden ayrılmış olur

Federatif güç ise, bütün topluluk kendi dışındaki başka devlet ve kişiler bakımından doğa durumundaki bir kurul gibi olduğundan, savaş, barış, birlik, ittifak ve devletin kendi dışındaki bütün kişiler ve topluluklarla her türlü işlemi yapma gücü olarak ifade edilebilir[

Locke, yürütme ve federatif gücü ayrı ayrı nitelendirmekle birlikte, bu güçlerin farklı ellerde bulunmasının zor olacağını ve böyle olmaması gerektiği yaklaşımını sergilemektedir Yürütme gücü yasamaya bağlıdır ve bu gücü kullananlar yasamaya karşı sorumludur Gerektiğinde, yasama yürütmeye verdiği yetkileri geri alır Yetkiler kötüye kullanılmışsa cezalandırır Yasama devletin üstün gücüdür Federatif güç ise, yürütme ve yasama güçlerine bağlı ve onların emrinde görev yapar[20]

Locke’un kuvvetler ayrılığında yasama ve yürütme güçlerini birbirinden ayırması her iki gücün üzerlerine düşen görevleri kişi haklarına ve yasalara uygun olarak yapmalarını sağlamak amacından kaynaklanmaktadır[21]


YASAMA GÜCÜ

A Yasamanın Kaynağı


Locke’un yasama gücünü, devlet gücünün topluluğu ve bu topluluğun üyelerini korumak için nasıl kullanılacağını açıklama hakkına sahip güç olarak tanımladığını yukarıda belirtmiştik Bu yasama gücü nasıl ortaya çıkar ve kaynağı nedir?

Locke’a göre devlet, topluluğun üyelerinden herhangi birisine dışarıdan bir başkasının verdiği zararı bir cezalandırma gücüdür Bu, aynı zamanda savaş ve barış yapma gücüdür Yine devlet, topluluğun üyelerinin arasında işlenmiş olan çeşitli suçlara hangi uygun cezanın verileceğini saptamak konusunda bir güçle ortaya çıkar İşte bu güç, yasama gücüdür Yasama gücünün ortaya çıkması toplumun üyelerinin tamamının mülkiyetini olabildiğince korumak içindir Ancak, unutulmaması gereken, uygar topluma giren ve herhangi bir devletin üyesi olan herkesin, doğa yasasına karşı işlenmiş suçları cezalandırma güçlerini bırakmış olduklarıdır Dolayısıyla da, suçları yargılama yetkisini yasama organına vermişlerdir Yasama organı, gerçekte topluluğun kendisi ya da temsilcileri tarafından yapılmıştır Bunun anlamı, devletin yargılarının aslında kendi yargıları olmasıdır ve bu nedenle, kendi gücünü kullanması konusunda devlete dilediği zaman kullanacağı bir hak vermiş olmasıdır İşte, yasama gücünün (ve aynı zamanda yürütme gücünün) kaynağı buradadır

İnsanlar siyasal toplumu kurduklarında barış ve güvenlik içinde mülkiyetlerinin zevkine varmak isterler Bunun için de, toplumda yasaların yapılmasını sağlayacak en büyük aygıt ve araçlara ihtiyaç vardır İşte, bu bütün devletlerin ilk ve temel pozitif yasası olup, aynı zamanda yasama gücünü kurmaktadır Bu, toplumun, toplumdaki her bir kişinin ve kamu iyiliğinin korunması için yasamanın kendisini de yöneten ilk ve temel doğal yasa gibidir

Locke, yasama gücünün, aynı zamanda da yürütme gücünün kaynağını halka indirgemektedir Bunun anlamı, iktidarın kaynağının bireylerin iradelerinin dışında aranamayacağıdır Dolayısıyla, başta monarşiler olmak üzere, siyasal iktidarların kaynağına ilişkin olarak o zamana değin kabul edilen meşruluk anlayışını reddetmektedir Bir diğer ifadeyle, Locke siyasal toplumun doğuşunu özgür insanların istek ve iradelerine dayandırmakta, dolayısıyla da meşru bir yönetimin doğuş biçimini buna bağlamaktadır[3]

B Yasamanın Niteliği, Kapsamı ve Sınırları

Hayek, liberalizmin tarihiyle aynı olan anayasacılığın tarihini, en azından Locke’dan bu yana egemenliğin pozitivist anlaşılış biçimine ve onun müttefiki olan kadiri mutlak devlet anlayışına karşı mücadelenin tarihi olarak nitelemektedir[4] Bu ifadelerin kökeninde yatan durum ise, Locke’un yasama gücüyle ilgili görüşleridir

Locke’a göre yasama gücü sadece devletin üstün gücü değildir Aynı zamanda, topluluğun ellerinde kutsal ve değiştirilmez bir yere sahiptir Yasama gücü, toplum kurulurken, toplumu rızalarıyla kuranların oluşturdukları otoriteye ait olup, başka hiçbir kimseye ya da güce ait değildir Meşru otorite toplum kurulurken bu gücü kullanma yetkisinin verildiği organdır

İnsanlar bir merasimle topluma bağlanırken, topluma karşı itaat borcu altına girmişlerdir Bunu ifaya sadece toplumun kuruluşunda kararlaştırılan ve yasalar tarafından açıklanan üstün güç zorlayabilir Ne herhangi bir yemin, ne herhangi bir yabancı güç ya da toplumdaki herhangi bir tali güç üyelerin güvenliğine uygun olarak kurulan yasamaya itaatten toplumun hiçbir üyesini ayıramaz Toplumdaki üstün olmayan herhangi bir güce bağlanan birisinin durumu ciddiye alınmaz Her toplumdaki üstün güç olan yasama gücü bir ya da daha fazla kişiye süreli ya da süresiz olarak verilebilir[5]

Yasama gücünü bu şekilde niteleyen Locke, yasamanın sınırlı bir güç olduğunu “Hoşgörü Üzerine Bir Mektup” adlı eserinde şu şekilde ifade etmektedir: “İnsanlar malvarlıklarını korumak amacıyla, karşılıklı yardımlaşmalarını sağlayan toplumlara girmelerine rağmen, ya kendi vatandaşlarının yağmacılığı ve hilekarlığı veya yabancıların düşmanca şiddeti nedeniyle bunları kaybedebilirler Bunlara engel olmanın çaresi (dış güçlere karşı) silahlar, zenginlik ve kabalık bir vatandaş topluluğu; (iç tehlikelere karşı) ise kanunlardır Bütün bunların yükümlülüğü ise, toplum tarafından sivil yönetime verilmiştir Bu esastır, bu kullanma hakkıdır her devlette ki (en yüksek dereceli) güç olan kanun koyucu gücün sınırlarını teşkil ederler”[6]

Locke, yasama gücünün sınırsız bir iktidar olmadığını çok açık ve kesin olarak ifade etmekle kalmaz yasamanın keyfiliğine karşılık dört sınırlamayı da açıkça belirtir

İlk olarak, yasama halkın yaşamı ve malı üzerinde dilediği şeyi yapamaz Doğa durumunda hiç kimsenin başkasının canı, malı ve özgürlüğü üzerinde ihtiyari bir gücü yoktur Bu nedenle, siyasal topluma geçilirken, kimsenin sahip olmadığı böyle bir ihtiyari gücü yasa yapıcılarına vermeleri söz konusu değildir Dolayısıyla, yasama gücü insanların siyasal toplumu kurarken sahip oldukları hak ve yetkilerle sınırlıdır En büyük sınır ise, kamu iyiliğidir Yasamanın görevi insanların canlarını, özgürlüklerini ve mülkiyetlerini korumak olduğuna göre, bu amaçla kurulan yasamanın kişileri köleleştirme, yoksullaştırma hakkına sahip olması mümkün değildir Doğa yasasının zorunlulukları toplum halinde bitmez Doğa yasası bütün insanların sonsuza dek ayakta kalacak kurallarıdır Üstelik doğa yasasının temeli insanlığın korunması olduğuna göre, yasa yapıcılar doğa yasasına uygun kurallar yapmak durumundadır[7]

İkinci olarak, yasama irticalen alınan ihtiyari kararlar ile bir güç kullanamaz Yasama, sabit yasalarca yetkilendirilmiş yargıçlar eliyle ve buyruk altındaki hakları yürürlüğe koyarak, adalet dağıtmakla sınırlıdır Doğa yasası, insanların tutkuları yüzünden yanlış kullanılabilir ve yargının kurulmadığı yerde insanları yanlışlıklarına ikna edebilmek kolay değildir Yasama gücünün sözcüsü, uygulayıcısı ve özellikle her bir yerdeki yargıcı insanların yaşamlarının bağlı olduğu mülkiyetlerini ve haklarını sınırlamak suretiyle hizmet edemez Oysa asıl amacı hizmet etmektir Üstelik insanlar doğa durumundan topluma geçerken barış, huzur ve mülkiyetlerinin korunması için duydukları aynı şüphe ile kendilerini yöneteceğini düşünerek yasama gücünü topluma koymuşlardır[8]

Üçüncüsü, yasama insanların izni olmadan onların mülkiyetinin hiçbir parçasını alamaz İnsanlar topluma girerlerken mülkiyetlerinin korunmasını amaçladılar Yönetimin de amacı budur[9] Bununla birlikte, yönetimlerin giderleri vardır ve bunların karşılanması için insanlar varlıklarından bir oranı, bunların korunmasının karşılığı olarak ödemelidirler Bu olmaksızın yönetimler ayakta kalamazlar Fakat bu kendilerinin ya da seçtikleri temsilcilerinin iznine bağlı olarak gerçekleştirir İnsanların izni olmaksızın, hiç kimse halkın vergisini zorla alamaz Aksi halde, mülkiyetin temel yasasına saldırılmış olur[10]

Dördüncü ve son olarak da, yasama yasa yapma gücünü başkasına devredemez Çünkü, yalnızca halk yasama gücünü kullanacakları belirleme hakkına sahiptir[11]

Her devlette, bütün yönetim biçimlerinde yasamanın sınırları bunlardır Bu, doğa ve Tanrı yasası olup topluma koyulmuştur İnsanlar, aralarında ayırım yapılmadan yürürlüğe konan yasalarla yönetilir Bu yasaların amacı halkın iyiliği olmalıdır Mülkiyetten vergi alınması halkın doğrudan ya da temsilcilerinin iznine bağlıdır Yasama, yasa yapma gücünü başkasına devredemez ve bu gücü belirleme yetkisi halka aittir[12]

Locke yasama gücünü böylece ifade etmek suretiyle, yasa koyucunun sınırsız gücü olmadığını, aksine yasama yetkisinin belirli bir tarzda hareket etme yetkisi olduğunu savunmaktadır Yasama yetkisini elinde bulunduranlar, sadece genel kurallar yapmalıdırlar[13] Locke’un bu savunusu özellikle İngiliz İç Savaşı sırasında parlamentonun yetkilerini kötüye kullanmasından ötürüdür Parlamentonun bu tutumu, eski Whiglerin onsekizinci yüzyıla kadarki doktrini olan yasama meclislerinin de sınırlamaya tabi tutulması anlayışını doğurmuştur Bu görüşün en meşhur ifadesini ise, Locke yukarıda ifade edilen görüşleriyle dile getirmiştir O’na göre yasama gücü belirli bir şekilde hareket eden otorite olup, belirli durumlarda değiştirilemeyecek ve ilan edilmiş yerleşik kanunlarla yönetmelidirler[14]

C Yönetim Biçimleri-Yasama İlişkisi

Locke’a göre, toplumda insanların üzerinde ilk birleştiği şey, topluluğun bütün gücüne çoğunluğun sahip olduğudur Topluluk için yasalar yapıldığında bu gücün tamamı kullanılabilir ve onların atadığı memurlar tarafından bu yasalar yürütülür Yönetimin bu biçimi tam bir demokrasidir

Eğer seçilen birkaç kişi ve onların varisleri veya haleflerinin ellerine yasaları yapma gücü verilmiş ise, bir oligarşidir; ya da bir kişinin eline bırakılmış ise, bu bir monarşidir; eğer ona ve varislerine aitse bir ırsi monarşi; eğer kayd-ı hayat şartıyla olup ölümü üzerine bir halef atama gücü halka geri dönerse bir seçimli monarşi söz konusudur

İnsanlar iyiyi düşündüğünden, topluluk bundan dolayı, yönetim biçimlerini karıştırmak ve birleştirmek suretiyle karma bir yönetim biçimini de belirleyebilir

Eğer yasama gücü çoğunluk tarafından ilk olarak bir veya birkaç kişiye yaşamları boyunca verilmiş ise ya da sınırlı bir zaman için verilmişse, bundan sonra üstün güç tekrar insanlara döner Bu şekilde geri döndüğünde topluluk istediğine yeniden bu gücü verebilir ve böylece yeni bir yönetim biçimi kurulabilir Bundan sonra yönetim biçimi, yasama gücünün görevlendirilmesiyle bağlanır İkinci derecede bir gücün bunu tasarlaması imkansız olup üstün yasa yapıcıdan daha yüksek herhangi bir emretme yetkisi yoktur Bundan dolayı devlet biçimini bu şekilde belirleyen yasa yapıcı güçtür[15]

Görüldüğü üzere, Locke yönetim biçimlerini belirlerken, kriter olarak yasama gücünü kullanan kişi ya da kişileri ele almaktadır[16] Böylece, siyasal sistemin odağına siyasal toplumu oluşturan bireylerin ya kendilerinin ya da temsilcilerinin oluşturduğu yasama gücünü oturtmakta, mutlak monarşinin meşruluk temellerini reddetmektedir

Bununla birlikte, demokratik yönetimin işleyişinde çoğunluk kuralı eleştirilmiştir Russell’a göre, Locke’un uygar toplum daha büyük bir saygının gerekli olmadığı konusunda uzlaşmadıkça çoğunluk kuralı geçerledir yaklaşımı görünüşte demokratiktir Çünkü, Locke kadınları ve yoksulları yurttaşlık hakları dışında bırakmıştır[17] Dahl’da bir bakıma Locke’un yurttaşlık bakımından sınırlı bir kategorik nitelendirmede bulunmakla, demosa üye olmak bakımından kategorik ve nitelendirilmemiş bir hakka sahip olduğu yolundaki kendi görüşünü, bunun gerçekten kendi görüşü olması koşuluyla torpillemiş olacağını ifade etmektedir[18] Bunlara rağmen, Locke’un yurttaşların onayına dayanan bir yasama ve yürütme gücünü öngörmesi her şeyden demokratiktir ve sınırlı yurttaşlık haklarının ortadan kaldırılması için henüz çok erkendir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : John Locke Kimdir?

Eski 04-25-2009   #2
med_cezir5454
Varsayılan

Cevap : John Locke Kimdir?



tskler
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : John Locke Kimdir?

Eski 04-25-2009   #3
med_cezir5454
Varsayılan

Cevap : John Locke Kimdir?



guzel bi acıklama sade
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : John Locke Kimdir?

Eski 05-03-2010   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : John Locke Kimdir?



Locke, John:








İngiliz emperyalizminin kurucusu olan ünlü filozof 1632-1704 yılları arasında yaşamış olan Locke’un temel eserleri, An Essay concerning Human Understanding [İnsan Zihni Üzerine Bir Deneme] ve Two Treatises of Government [Yönetim üzerine İki Deneme]’dir


Bilgi görüşleri: Empirist bir bilgi teorisinin temel öğretilerini, yani zihinde doğuştan düşünceler bulunmadığı ve bilginin deneyimden üretildiği ilkelerini mekanik bir gerçeklik görüşüyle birleştiren John Locke modern felsefenin tavrına uygun olarak, felsefesinde öncelikle bilgi konusunu ele almıştır O İnsan bilgisinin sınırlarına ve kapsamına ilişkin araştırmasında, İnsan zihninde idelerin nasıl ortaya çıktığını araştırır İdelerle de Locke, algı içeriklerini, izlenimleri, tasarımları, düşünceleri, kısacası bilincin tüm içeriklerini, İnsanın kendisiyle ilgili olarak bilinçli olduğu her şeyi anlar Ona göre, İnsan bilgi sahibi olan bir varlık-tır Başka bir deyişle, o insan bilgisini açıklanmak durumunda olmayan, apaçık bir olgu olarak alır


Bilmek ise, zihinde birtakım idelere sahip olmaktan başka bir şey değildir Doğuştancılığa karşı çıkan Locke, İnsanın bilgiye temel olan malzemeyi sonradan deneyim yoluyla kazandığını söyler Onun deyimiyle karanlık bir oda olan İnsan zihnine ışık getiren tek pencere, deneyimdir Bilginin kaynağı konusunda empirist olan Locke, biri dış deneyim, diğeri de iç deneyim olmak üzere, iki tür tecrübe bulunduğunu söyler Bunlardan birincisinde, yani dış deneyimde, İnsan beş duyu yoluyla dış dünyadaki şeyleri tecrübe eder; İnsan zihni, Locke’a göre, burada tümüyle alıcı olup, pasif durumdadır İkincisinde, yani refleksiyon veya içebakışta ise, İnsan varlığı, kendi zihninde, kendi iç dünyasında olup bitenleri tecrübe eder İnsan zihnindeki tüm ideler, işte bu iki kaynağın birinden ya da diğerinden gelir


İnsan zihnindeki tüm ideler, İngiliz empirizminin kurucusu olan Locke’a göre, basit ideler ve kompleks ideler olmak üzere, iki başlık altında toplanabilir Bu ayırım, Locke’a zihnin tümüyle pasif olduğu durumlarla aktif olduğu durumları birbirlerinden ayırma imkanı verdiği için, önemli bir ayırımdır Basit ideler, dış dünyadaki cisimlerin ve onların niteliklerinin duyu organlarımız üzerindeki etkisi sonucunda, duyularımız aracılığıyla kazanılmış olan idelerdir İnsan zihni bu basit ideleri birbirleriyle çeşitli şekillerde birleştirdiği zaman kompleks idelere sahip olur Locke’a göre, İnsan zihni basit ideleri biriktirdikten sonra, onları birbirlerinden ayırt eder, birbiriyle karşılaştırır ve birbiriyle çeşitli şekillerde birleştirir Locke, İnsanda yeni bir ide icat etme gücü olmasa bile, İnsan zihninin kompleks ideleri meydana getirirken tümüyle aktif durumda bulunduğunu söyler Ona göre, basit ideler kompleks idelerden hem psikolojik ve hem de mantıksal bakımdan önce gelmek durumundadır


İnsan zihni, Locke’a göre, belli şekillerde faaliyet gösterir İnsan zihninin bu faaliyetleri ise, sırasıyla algı, bellek, ayırt etme ve karşılaştırma yetisi, birleştirme ve soyutlamadır Bu yetilerden en önemlilerinden olan birleştirme yetisi söz konusu olduğunda, İnsan zihni sahip olduğu basit ideleri bir araya getirir ve bu ideleri birleştirerek kompleks ideler meydana getirir Soyutlamada ise, İnsan zihni genel kavramları gösteren genel sözcüklere yükselir Varolan her şey, Locke’a göre, bireyseldir Bununla birlikte, İnsan varlığı çocukluktan yavaş yavaş çıkarken, İnsanlarca ve şeylerdeki ortak nitelikleri gözlemler


Locke, bilginin söz konusu yetilerin algı yoluyla kazanılan basit ideleri işlemesinin sonucunda ortaya çıktığını savunur Ve bilgi, idelerin birbirleriyle olan bağlantısına ve uyuşmasına ya da birbirleriyle uyuşmayıp, birbirlerini kabul etmemelerine ilişkin algıdan başka bir şey değildir Locke’a göre, ideler arasında dört tür bağıntı vardır ya da ideler birbirleriyle dört bakımdan uyuşur 1- Özdeşlik, 2- İlişki, 3- Birlikte varoluş ya da zorunlu bağıntı ve 4- Gerçek varoluş


Locke, özdeşlikten söz ettiği zaman, bir idenin ne olduğunun ve onun başka idelerden olan farklılığının bilincinde olmayı anlar Burada söz konusu olan bilgi, her idenin kendi kendisiyle aynı olduğunu, her ne ise o olup, tüm diğer idelerden farklı olduğunu bilmekten oluşur Bu bilgi, idelerimizden her birinin (örneğin, ağaç, masa, beyaz, kare, üçgen, vb, idelerinin) tam olarak neyi içerdiğinin ve onun farklılıklarının (örneğin, beyazın siyah olmadığının, bir karenin daire olmadığının) bilgisidir Buna karşın, ilişkiden söz ederken Locke, idelerimizden bazılarının diğer idelerle bazı bakımlardan ilişkili olduğu olgusuna dikkat çeker Buna göre, beyaz ve kırmızı arasında, üçgenlerle yapraklar arasında söz konusu olmayan bir ilişki vardır; yine, bir ağaçla bir sandalye arasında, bir doğruyla bir bulut arasında söz konusu olmayan bir ilişki vardır


Birlikte varoluş ya da zorunlu bağıntıdan söz ettiği zaman da, Locke kompleks bir idenin, örneğin bir sandalye idesinin, bir sandalyeyi düşündüğümüz zaman birlikte düşündüğümüz çok sayıda basit idenin bireşiminden oluştuğu olgusuna dikkat çeker Burada söz konusu olan bilgi, belli bir kompleks ide gündeme geldiği zaman, hangi basit idelerin söz konusu kompleks idenin ayrılmaz parçaları olduğunun bilgisidir Locke dördüncü kategoriye, yani gerçek varoluşa geldiği zaman, idelerin birbirleriyle olan bağıntılarından çok, dış dünyadaki bir şeyle olan bağıntılarının bilgisinden söz eder Şimdiye dek olan bilgi türleri yalnızca kavramsaldı, ilk kez bu dördüncü bilgi türüyle varoluşla ilgili olan bir bilgiye ulaşılır Başka bir deyişle, burada söz konusu olan bilgi, bir ideyle uyuşanı gerçek bir varlığın bilgisidir


Locke bu dört bilgi türüne ek olarak, İnsan için bu bilgi türlerine sahip olmanın üç farklı yolunun bulunduğunu söyler; bunlar sırasıyla sezgi, kanıtlama ve duyumdur Bilgimizin kapsamı söz konusu olduğunda, Locke gerçek bilgiye sezgi ya da kanıtlama yoluyla ulaşıldığına inandığı ve kanıtlama ya da sezginin kendilerine dayandığı idelere birtakım sınırlamalar getirdiği için, bilgimizin kapsamının oldukça sınırlı olduğunu savunmak durumunda kalmıştır Özdeşlik ya da farklılık bağıntısı söz konusu olduğunda, Locke’a göre, bizim tüm açık idelerimizin kendi kendileriyle aynı ve başka idelerden farklı olduklarına ilişkin olarak sezgisel bilgimiz vardır


İlişki söz konusu olduğunda ise, burası bilgimizin çok büyük bir parçasını meydana getirmekle birlikte, bu bilgi de idelerin birbirleriyle olan ilişkileriyle ilgili kanıtlamalarla sınırlanmıştır İdeler arasındaki karşılıklı bağıntılara ve içerme ilişkilerine dayanan bu bilgi, yalnızca kavramsal bir bilgidir Bu alandaki doğrular matematiğin doğrulanıyla, günümüzde analitik olarak doğru olduğunu söylediğimiz önermelerden oluşur Ancak bu doğrular, yalnızca idelerimiz arasındaki ilişkilerle ilgili olan doğrular olduğu için, bize hiçbir zaman idelerimizden bağımsız olarak varolan bir şeyin bilgisini veremezler
İdelerimizin birlikte varoluşu ya da idelerimiz arasındaki zorunlu bağıntıya gelince, Locke bilgimizin kapsamının burada daha da daraldığını savunur



Biz, birçok basit idenin birlikte ortaya çıktığını, belirli bir türden olan kompleks bir şeye ilişkin idemizin belirli basit idelerden oluşan bir toplamı içerdiğini gözlemleyebiliniz, fakat bu idelerin zorunlu olarak birbirlerine bağlanıp bağlanmadığını bilemeyiz Locke’a göre, ikincil bir nitelikle söz konusu niteliğin kendilerine bağlı olduğu birincil nitelikler arasında, İnsan tarafından keşfedilebilir olan zorunlu bir bağlantı yoktur Biz bir nesnenin şeklinden ve ebatlarından yola çıkarak, onun belli bir renge ya da tada sahip olduğunu hiçbir zaman söyleyemeyiz
İdelerimizin birlikte varoluşu ya da idelerimiz arasındaki zorunlu bağlantıya ilişkin bilgimiz deneyimin kapsamına bağlı olduğundan, idelerimiz arasındaki zorunlu bağlantıları saptarken, sezgi yoluyla da kanıtlama yoluyla da pek ilerilere gidemeyiz Ve doğa bilimlerinin genel önermeleri farklı ideleri birbirlerine bağladıkları için, gerçek anlamda genel bir bilgi olmanın çok uzağında kalır Zira, bu bilimlerin birbirine bağladığı ideler arasında zorunlu bir bağıntının olup olmadığı, sezgi yoluyla da kanıtlama yoluyla da kavranamaz


Gerçek varoluş söz konusu olduğunda, bilgimizin kapsamı daha da daralır Locke’a göre, biz sezgi yoluyla kesin olarak yalnızca kendimizin varolduğunu biliriz Kanıtlama yoluyla ise, Tanrı‘nın gerçek varoluşunu kanıtlarız Bir de duyusal bilgiyle, duyularımıza sunulmuş olan nesnelerin varolduğunu biliriz Bununla birlikte, kesin olmayan duyusal bilgi, bize gerçek bir bilgi veremez, çünkü bu bilgi her şeyden önce şimdi duyularımıza sunulmuş olan nesnelerle sınırlanmış olup, şimdi ve burada mevcut olan tikel nesnelerin ötesine geçemez İkinci olarak, duyusal bilgi yoluyla, bizim dışımızdaki nesnelerin varolduğunu bilsek bile, Locke’a göre, bu nesnelerin gerçek doğalarına ilişkin olarak pek fazla bir bilgimiz olamaz


Demek ki, Locke 1- Dolayımsız olarak bilincinde olduğumuz şeylerin, nesnelerin bizatihi kendileri değil de, zihinlerimizdeki ideler olduğunu, 2- İdelerimizin tecrübeden türetilmek durumunda olduğunu, aksi takdirde anlamlı bir içerikten yoksun olacağını ve 3- Genel bir önermenin sezgisel bakımdan ya da kanıtlama yoluyla kesin olmadıkça, gerçek anlamda bir bilgi olamayacağını kabul ettiği için, bilgimizin kapsamını oldukça daraltır O, bir empiristtir ve dolayısıyla bilgide deneyime önem verip, empirik olmayan ilkelerden türetilmiş mantıksal bir sistemin bize gerçekliğin resmini hiçbir şekilde veremeyeceğini kabul eder


Locke, bundan başka zihnimizde olan şeylerin, nesnelerin kendileri değil de nesnelerle olan gerçek ilişkilerini hiçbir zaman bilemeyeceğimiz ideler olduğunu savunduğu ve neyin bilgi sayılıp neyin bilgi sayılamayacağı konusunda, hayli yüksek bir kesinlik ölçütü öne sürerek, yalnızca sezgi ya da kanıtlama yoluyla elde edilen bilgiyi kesin bilgi olarak gördüğü için, empirik ve bilimsel bilginin gerçek anlamda bilgi olamayacağını dile getirir
Dine dair Görüşleri: Dinle bağlamında, Locke Hıristiyanlığın ahlâki boyutunu vurgulamaya özel bir önem atfeder ve kutsal kitapta bulunan ahlâk kurallarının aklın keşfettiği kurallarla tam bir ahenk içinde olduğunu belirtir



Akılla inanç arasındaki ilişkiler üzerinde de duran filozof, hem akıl ve hem de vahiy yoluyla keşfedilen hakikatler bulunduğunu öne sürerken, akılla çelişen hakikatler söz konusu olduğunda, bu doğrulanın, onların kaynağında vahyin bulunduğu söylense bile, hiçbir şekilde kabul edilmemesi gerektiğini savunur Buna karşın, akılla ne örtüşen ne de çakışan hakikatlere gelince, Locke bunların gerçek dinin özünü meydana getirdiğini öne sürer Fakat Locke aklın burada bile vazgeçilmez bir rol oynadığını vurgular:, Akıl bir şeyin vahiy olup olmadığına karar vermeli ve vahyi ifade eden sözcüklerin anlamlarını incelemelidir Ona göre, akıl her konuda nihai yargıç ve yol gösterici olmalıdır O Hıristiyanlığın özünde pek az temel ve onsuz olunamaz inanç parçası bulunduğunu söylerken, mezhepler arasındaki çatışmalara şiddetle karşı çıkmış ve dini hoşgörüyü engelleyecek hiçbir şey bulunmadığını belirt-1 miştir Bu bağlamda, ona göre, dinin görevi İnsan ruhunu günahtan, kötülüklerden; hükümetin görevi ise bireyin yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarını korumaktır


Siyaset Felsefesi: Locke siyaset felsefesi alanındaki görüşleri bakımından da önemli bir filozoftur O, mutlakıyetçiliğe şiddetle karşı çıktığı ve güçler ayrılığını hararetle savunduğu için, liberalizmin kurucusu olarak görülmektedir Meşruti bir monarşiden yana olan ve toplumun bir sözleşme temeline da-yanması gerektiğini savunan Locke, İnsanların hukukun veya iktidarın sağladığı avantajlardan yoksun olarak birlikte yaşadıkları hipotetik bir doğa hali düşüncesinden yola çıkmıştır Böyle bir doğa halinin dezavantajları, İnsanların hukukun ve devletin yönetimi altına girmeleri için bileyerek ve isteyerek bir sözleşme yapmalarını fazlasıyla haklı kılan Toplumsal sözleşmenin amacı, düzeni ve yasayı ihdas etmek, doğa halinin belirsizliklerini ortadan kaldırmak ve bireyin haklarını koruyacak kurumları yaratmaktır

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : John Locke Kimdir?

Eski 05-04-2010   #5
KRDNZ
Varsayılan

Cevap : John Locke Kimdir?



Benim bildiğim John Locke Lost'taki bir karakterdi:) Paylaşım için teşekkürler
__________________

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?




Ey ŞaiR! Bana Yağmurdan bahsetme, yağdır
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.