Abdülhamid'in Siyonizm'le Dansı |
02-22-2009 | #1 |
Berna
|
Abdülhamid'in Siyonizm'le Dansı7 Ağustos 1949 günü Tel Aviv-Kudüs yolundan bir cenaze arabası ağır ağır geçmektedir Viyana'dan bir 'kahraman'ın kemikleri getirilmiştir
__________________
|
Cevap : Abdülhamid'in Siyonizm'le Dansı |
02-22-2009 | #2 |
VANDETTA
|
Cevap : Abdülhamid'in Siyonizm'le Dansıİnşallah Abdulhamid'in naaşıda ülkesine getirilir,ama ağababalarının Yahudiler olduğu liderler bu ülkede var olduğu sürece oldukça zor ihtimal
__________________
Milliyetçilik,faşizmin millete yutturulabilir halidir,aksini iddia edenler kendi milliyetçiliğini
savunanlara saygı duysunlar! Tek çare;Din birliğidir |
Cevap : Abdülhamid'in Siyonizm'le Dansı |
02-22-2009 | #3 |
VANDETTA
|
Cevap : Abdülhamid'in Siyonizm'le DansıAbdülhamid’in Yatak Odası “Millet seni azletmiştir!” Yıldız Sarayı Küçük Mabeyn Dairesi’nin beyaz yağlıboya kapısı önünde Esad Toptanî Paşa’nın Arnavut lehçesiyle çınlattığı bu kelimeler, 8-10 saniye süren bir sessizlik darbesiyle kesilmişti Artık gözler konuşuyordu Abdülhamid, yalnız konuşan şahsa değil, Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa’ya, Ermeni Aram Efendi’ye, Yahudi Emanuel Karasso’ya da bakmış ve gayet metin bir eda ile “Hal’ etti demek istediniz herhalde Pekala gösterilen sebep ne?” diye eklemişti Bunun üzerine Arif Hikmet Paşa’nın tahttan indirme fetvasını açıp okuduğu görüldü Ne saçmalıklar sayılmıyordu ki? Dinî kitapları yasaklatıp yaktırdığından tutun da gençleri öldürttüğüne kadar yığınla zırva Peki iddialar bu kadar kesin delillere dayanıyor idiyse hükmü neden muğlak bırakmışlar ve ağızlarında gevelemişlerdi? Çünkü Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi bu iddiaların hukuken ispatlanamayacağını biliyor ve fetva vermeye yanaşmıyordu Ancak bu şekilde her anlama çekilecek bir fetvayı verebilir ve İttihatçıların ellerinden yakayı kurtarabilirdi Abdülhamid, fetvada hal için kesin bir karar olmadığını, bu kararı hangi makamın verdiğini öğrenmek istedi “Meclis-i Millî” denildi Güya milletin meclisinde alınmıştı karar ama kimsenin aleyhte konuşulmasına fırsat bırakılmadığı gibi, kabul oyu için elini kaldırmayan birkaç kişi olduğu görülünce Talat Paşa o meşhur sert bakışıyla onları “ikna” edivermişti(?) Yalnız bir tek itiraz sesi duyulmuştu Uzun beyaz sakalı titreye titreye ve nemli gözlerini etrafta gezdirerek “Yazıktır, günahtır” diye söylenen bu kişi, ayan azasından Yorgiadis Efendi’dir Tabii etraftan “Alçak, hain, mürteci!” naraları yükselmekte gecikmeyecektir Abdülhamid’in ağzından “33 sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resulullah’tır Bu memleketi nasıl buldumsa öylece teslim ediyorum Hiç kimseye bir karış toprak vermedim Ne çare ki, düşmanlarım bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular” sözleri döküldü Küçük Mabeyn’e Abdülhamid’in en zoruna giden şey de, halifeye dinî fetvayı tebliğ edecek heyete bir Ermeni ile bir Yahudi’nin dahil edilmiş olmasıydı Esad Paşa, sonradan Balkan Savaşı’nda İttihatçılara ihanet edecek, anlı şanlı Mason üstadı Emanuel Karasso ise tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yiyerek, girdiği ihalelerden kazandığı deve yükü parayla savaş sonunda İtalya’ya sıvışacaktır Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından Albay Hüsamettin Ertürk’ün “İki Devrin Perde Arkası” (1964) adlı hatıralarında Abdülhamid’in 1909 yılında Selanik sürgününde Debreli Zünnün adlı bir dostuna şöyle dediğini aktarmaktadır: “Göreceksiniz yüzbaşım! İttihatçılar Turancılık gayretiyle hem Rusya, hem de İngiltere ile bir savaşa girerlerse Allah göstermesin Osmanlı’nın parçalandığına şahit olacağız İnşaallah böyle bir güç gösterisine girmezler” Ertürk, sonraki olaylara bakınca “1909’da bu konuşmayı yapan Abdülhamid’e, uzakları gören bir hükümdar demeyip ne diyeceğiz?” diye soruyor haklı olarak Cevabımız yok Var aslında ama nerede? Yıldız Yağması’na uzanalım ve oradan bir ibret kıvılcımı çaktırmaya çalışalım Tam bir “Han-ı Yağma”dır yaşanan (Tabirin nereden geldiğini biliyorsunuz değil mi? Eskiden zengin ağalar yılda bir gün aileleriyle birlikte evlerini terk eder ve hanelerini yağmaya açarlarmış O gün halk eve hücum eder, iğneden ipliğe ne bulursa alırmış Fikret de ünlü “Han-ı Yağma” şiirini bu olay üzerine yazmıştır) O gün saraydan kim ne bulursa almış, hatta Abdülhamid’in kötü günler için havuzun altına yaptırdığı gizli hazinenin kapısı kırılarak içine girilmiş ve o muazzam servet, Meclise dahi haber verilmeden birilerince iç edilmişti Yeni bir çağ açtıklarını söyleyen İttihatçıların bu adi yağmadan ne kadar para götürdükleri hiçbir zaman belirlenemedi Teşkilat-ı Mahsusacı Hüsamettin Ertürk, fakat, der, bu servet onlara da yar olmadı Parlayan ocak söndü, hepsi çil yavrusu gibi dağıldılar Kimisi uzak diyarlarda Ermeni kurşunlarıyla, kimisi yurdun içinde karıştıkları İzmir suikasti mahkemesi sonunda darağacında can verdiler Sözde binlerce insanın katili ‘Kızıl Sultan’ın sarayındaki hazineleri yağmaya dalanların aklına neden sonra bir sayım yaptırmak geldi ve bu göreve romancı Halit Ziya Uşaklıgil’in de içinde bulunduğu bir heyeti memur ettiler İşte o kan dökmekten zevk alan ve keyf içinde yaşadığı söylenen sultanın sarayında görülen ibretlik manzara Halit Ziya, anlatıyor Çıt çıkarmadan dinliyoruz: “İlk şaşırmak ilk adımda başladı diyorum Daire-i hususiye bu mu idi? Bütün Abdülhamid siyasetinin mihveri şu basık tavanlı loş köşeciklerden ve onun içi tıklım tıklım kâğıt desteleriyle dolu dolaplarından ibaret miydi? Methalden sonra hemen ilk karanlık odada bir divan gösterdiler Bu, Abdülhamid’in istirahat yeriydi Belki de yatağı… Zaten daire-i hususiyede en basit şeklinde bile bir yatak odası görmedik …Bir kenarda içinde yumurta yenmiş sahanı ile bir tepsi, gene onun hususi eğlence yerini teşkil eden marangozhaneyi gördükten sonra küçük mabeyn namiyle anılan daireye geçtik” Sarayın en yakınında bulunmuş tanıklardan Salih Münir [Çorlu] Paşa’nın kardeşi Münir Sirer, 1955’te Resimli Tarih Mecmuası’na yazdığı bir yazıda Halit Ziya’nın gördüğü yatağı bizim için tabir caizse biraz daha ‘zumluyor’ İçimizi cız ettiren o ses: “Fakat tuhafı şu ki, Abdülhamid’in yattığı odadaki karyola, en âdi hastanelerde kullanılan cinsindendi” Sarayda binlerce kadınla beraber zevk, sefahat ve şatafat içinde yaşadığı zannedilen Abdülhamid’in yatak odasını bir türlü bulamayan acar heyet şaşırmış ve en sonunda buldukları yatağın da en adi hastanelerde kullanılan karyolalardan biri olduğunu görünce tam anlamıyla şoke olmuşlardı İşte hadise budur sevgili dostlar “Abdülhamid’in büyüklüğü nerede yatıyor?” diye soranlara, başka bir şeyi değil, saraydaki o yumurta sahanı ile o adi hastane karyolasını gösteriyorum Mustafa Armağan
|
Cevap : Abdülhamid'in Siyonizm'le Dansı |
02-22-2009 | #4 |
VANDETTA
|
Cevap : Abdülhamid'in Siyonizm'le DansıII Abdülhamid 24 Nisan 1909’da tahttan indirildi, vefat ettiği 10 Şubat 1918’de ise Jön Türklere devrettiği, yüzölçümü neredeyse 5 milyon kilometrekareye ulaşan koca imparatorluk kayıplara karışmış sayılırdı “Hürriyet kahramanı” Enver Paşa’nın 1 Kasım 1918 Cumartesi gecesi saat 2300’de bir Alman istimbotu ile kurtarmaya kalktığı ülkeden kaçmadan evvel, yaveri Mersinli Cemal Paşa’ya yaptığı şu acı itiraf, İttihatçıların nasıl büyük bir oyuna geldiklerini geç de olsa fark ettiklerini göstermektedir: “Turan yapacaktık, viran olduk Bizim en büyük günahımız, Sultan Hamid’i anlayamamaktır Yazık Paşam, çok yazık! Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık!” Yıllar geçtikçe haklılığı daha iyi anlaşılan “Son Sultan” II Abdülhamid’in bütün mücadelesini, bir yandan kurtlarla dans edip ülkeye zaman kazandırmaya, öbür yandan ülkenin yetersiz altyapısını gelmesi kaçınılmaz emperyalist kıyamete hazırlamaya ve insan gücünü yetiştirmeye teksif etmişti İlk denizaltı gemilerimizi donanmaya kazandırması da, imparatorluk sathında binlerce okulu açması da bu gayenin yansımalarıydı Çobanlara bile okul açtırmasını, mezuniyet törenlerine hediyeler göndererek memleket evlatlarını okumaya teşvikini ancak bu gaye çerçevesinde anlamak mümkündür
Ona kızanların öfkesini anlıyoruz Osmanlı’nın postunu pahalıya deldirmişti emperyalizme Acısız bir ameliyatla gövdeyi paylaşacaklarını düşünenlerin, bu paylaşımın onun gayretleriyle ertelenmesi ve Birinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca Avrupalının ölümüyle sonuçlanması karşısında öfkelenmelerinden daha doğal bir şey olamazdı Dinmeyen öfkelerinin sebebi budur Tabii Kızıl Sultan iftirasının da İyi güzel, anlıyoruz İngilizin, Fransızın, Yahudinin, Ermeninin, Masonun şunun bunun hıncını Peki bizim içeridekilere ne oluyor? Onlar da mı ülkeyi erkenden bölüp parçalatmadığına kızıyorlar yoksa? Orta Doğu’da haritaları yeniden çizme tartışmalarının yapıldığı şu günlerde dikkatle okumamız gereken bir kitap gibidir Sultan II Abdülhamid’in 33 yıllık iktidarı Ben bu direnişe, sessiz Çanakkale diyorum Şehitsiz, gazisiz, topsuz, tüfeksiz Çanakkale Yok, yok, bir şehidi var bu sessiz Çanakkale’nin Hem de hakkı yenmiş, garip bir şehidi: O şehid, Abdülhamid’in ta kendisidir Rahmet onun üzerine yağsın |
|