Baltacılar Ve Baltacı Mehmet |
08-24-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Baltacılar Ve Baltacı Mehmetİstanbul, başkent olduktan sonra Osmanlı sarayında Baltacılık geniş bir kadro halinde yerleştiTopkapı Sarayı genişledikçe, Harem ve Enderun kalabalıklaştıkça Baltacılar’ın sayısı da artıyordu Sarayı muhafaza eden bölüğe Bostancı adı verilirdiBunların görevleri padişahı ve sarayları korumaktıBu bölük Yeniçeri birliklerinden ayrıydıBaşlarına da Bostancıbaşı denirdiBunlar padişahın şahsen katılmadıkları savaşlara katılmazlardıBostancılar, padişahtan ve saraydan ayrılmazlardı Fakat Baltacılar silahlı kimseler değildiBunların görevleri kışın sarayları ısıtmak ve yaz kış saray mutfaklarında yakılan ateş için gerekli odunları getirmek, kesmek ve stokları her zaman yeteri kadar bulundurmaktı Bu ağır bir iştiBilhassa kışları , koca sarayı ısıtabilmek bir meseleydiSoba henüz icat edilmemişti Koca saray, her odada bulunan büyük şöminelere odunlar doldurularak ve devamlı bir şekilde yakılarak ısıtılırdıAyrıca saraya mahsus büyük mangallarda da kömür yakılırdı Baltacıların bir kısmına da Zülüflü Baltacı denirdi ki bunlar daha çok hareme odun taşıyan gençlerdi Baltacılar silahsız oldukları için itibarlı sayılmazlardıBunlara sarayda hademe, uşak, hamal gözüyle bakılırdı Fakat Baltacılar’ın arasından , zaman zaman çok nüfuzlu kimseler de yetişmiştirBunların arasından tarihte önemli roller oynayan kimseler de çıkmıştır Nitekim sarayda Hurrem Sultan ile Turhan Sultan arasındaki kanlı rekabette bu zülüflü Baltacılar’a da bir rol düşmüştür Hurrem Sultan, gelini Turhan Sultan’ı öldürtmek istediği zaman, Turhan Sultan’ın taraftarı olan ağalar , daha çabuk davranmışlar ve haremi basan Zülüflü Baltacılardan biri, perde ipi ile Hurrem Sultan’ı boğarak bu ihtiyar kadının dört padişah devri sürüp gitmiş olan saltanatına son vermiştir Bazı padişahların Baltacılara özel sevgileri olurduBunlardan biri de deliliği ile şöhret kazanmış olan Sultan İbrahim’di O kadar ki bir seferinde kışın Edirne’ye gitmiş, Edirne sarayında yakılan odunlar ısıtmıyor diye beğenmemiş, ta İstanbul’dan Edirne’ye odun taşıtmıştı İşte günün birinde bu Baltacılar’a Mehmet adında bir genç çırak olarak alınmıştı Mehmet, cahil ve fakir bir gençti Fakat gayet zeki ve ihtiras sahibiydi Güçlü kuvvetli ve yakışıklı bir gençtiEline baltayı adlımı saatlerce bırakmaz, en kalın ve sağlam meşe kütüklerini rahatça parçalardı Onun için kısa zamanda sivrilmişti başarmıştıKendisini sarayda herkese sevdirmeyi başarmıştı Baltacı’nın bir tek şeye merakı vardı:Kadına Saraydan izinli olarak çıktığı zamanlar, soluğu hemen Tavukpazarı’nda alırdıBurada Yeniçeriler’in, bekar hovardaların düşüp kalktıkları kadınlar vardıO da bir dost tutmuş ve onu bir odaya kapatmıştıEline geçen bütün parayı buna yediriyordu Diğer boş zamanlarında ise , okuma yazma öğreniyor, bilgisini arttırmaya çalışıyordu Enderun hocalarından birisi kendisini sevmiştiBoş vakitlerinde ona okuma-yazma öğretmiştiBaltacı Mehmet’in zekası dikkatini çekmiştiBu gençte istikbal görüyordu Zaten onda basit bir Baltacı olmakla beraber , yükselmek ilerlemek için büyük bir istek vardı İşte genç Baltacı böylece , çalışkanlığı ve zekasıyla sarayda yavaş yavaş göze çarpmaya başlamıştı Genç Baltacı aynı zamanda sarayda dönen çeşitli entrikaları da öğreniyorduYükselmek için tek çare bulunduğunu kısa zamanda anlamıştı Bu çare, yıldızı parlayacak birine bağlanmak, onun gözüne girmek, yükselmesi için ona var gücüyle yardım etmekti Böylece bağlandığı bu adamın yıldızı parladıkça , kendi yıldızı da onunla birlikte parlayacaktı Yükselmek için her şeyi yapabilecek kabiliyette olan bu adam, aynı zamanda bunun için kuvvet sahibi olmak gerektiğini de anlamıştıZira, zeka ile kuvvet bir araya gelir, talihi de yaver giderse , büyük mevkilere sahip olmak işten bile değildi Günler, aylar ve yıllar geçerken, genç Baltacının yavaş yavaş yükselmekte olduğunu görüyoruz Çorum’un Osmancık kasabasından basit bir çiftçinin oğlu olan Baltacı Mehmet Ağa, ilk olarak Kızlar Ağası Yusuf Ağa’nın tavsiyesiyle Baltacılıktan ufak çapta bir Saray Katipliğine geçmiştiSesi de güzel olduğundan, okuma yazma ile beraber musikiyi de öğrenmiştiSaray camiinde bir ara müezzinlik bile yaptıYüzü gözü temiz olduğundan kendisine Pakçe Müezzin adı verilmişti Bu sırada kendisine Kayseri köylerinden birinden Eski Saraya Baltacı olarak gelmiş ve yükselmeye başlamış olan Ahmet Ağa’yı örnek tutmuştuİleride ondan önce sadrazam olacak ve şıklığa merakından dolayı Kalaylı Kuzu adını alacak olan bu adam nasıl yükselmişse, kendisi de aynı şekilde yükselmeye başlamıştı Talih, Osmancıklı Mehmet Ağa’ya bir defa güler yüz göstermiş ve ileride IIIAhmet adıyla tahta çıkacak olan Şehzade Ahmet’le bir yakınlık kurmayı başarmıştır Baltacı, herkese olduğu gibi kendisini , Şehzadeye de sevdirmeyi kısa zamanda başardıBu da ilerlemesine yardım ettiKendisi zaten iyi ata binerdiAskerliği de bu arada öğrendi IIIAhmet tahta çıkınca çok sevdiği Baltacı’yı İmrahor yaptı İmrahor olmak, padişahın en yakınlarından olmak demektiPadişah her nereye giderse o da beraberinde bulunurduIIIAhmet’in bütün huylarını öğrenmişti Bu sırada, meslektaşı Ahmet Ağa Sadrazam olmuştuBu da Baltacı’ya yeni bir ümit vermişti Hüseyin Paşa (Gazi, Deli) Osmanlı sadrâzamlarından Bursa Yenişehir’de doğan Hüseyin Paşa, Enderun’da, saray baltacıları arasında eğitim gördü Küçük ve büyük mîrâhûrluk vazifesinde bulunduktan sonra, 1632 yılında Kaptan-ı deryalığa getirildi Bir müddet sonra açılan Revan Seferine Kaptan-ı derya olarak katıldı Revan’ın fethinde büyük gayret gösteren Hüseyin Paşa, daha sonra Âzerbaycan üzerine yapılan harekâta katıldı Dönüşte Diyarbakır’dayken 1635 yılında devletin mühim eyaletlerinden biri olan Mısır’a Beylerbeyi tâyin edildi İki sene bu vazifede kalan Hüseyin Paşa, İstanbul’a çağırılarak, Anadolu Beylerbeyliğine getirildi ve Sultan Dördüncü Murâd’la beraber Bağdat Seferine çıktı Muhâsara esnâsında kendi tarafına düşen iki kaleyi kolaylıkla zaptetti ve Bağdat’ın içinde sükûnu sağlamada büyük rolü oldu Ayrıca iç kaledeki Narin Kuleyi bir bölük asker ile ele geçirmesi herkesi hayretler içinde bıraktı Sultan Dördüncü Murâd bu başarılarından dolayı onu, kubbe vezirliğine tâyin etti Hüseyin Paşa, 1639 yılında Sadâret Kaymakamı oldu ise de, Sultan İbrahim’in tahta geçmesinden sonra yeniden Kaptân-ı deryalığa getirildi Bu sıralarda Karadeniz ticâretine engel olan Rus-Kazak korsanlarına karşı Karadeniz Seferine çıktı Çok geçmeden 30 kadar Rus-Kazak gemisini ele geçirerek İstanbul’a gönderdi 1641’de Özi, 1642’de Bosna ve 1644 yılında Budin beylerbeyi olan Hüseyin Paşa, nihayet 1646’da Hanya Muhafızlığına getirildi Savaşlarda gösterdiği cesareti sebebiyle “deli” lakabını alan Hüseyin Paşa, kış ortasında Girit’i ele geçirmek için muhârebeye başladı Venediklilere karşı yaptığı altı muhârebede de başarı kazandı Resmo ve Sivrihisar başta olmak üzere, Girit’in bütün şehirlerini ele geçirdi Karargâhını Resmo’da kuran Hüseyin Paşa, kan ve barut içinde kalmış olan kaleyi yeniden tâmir ettirdi Şehirdeki bir kiliseyi câmiye çevirdi Hüseyin Paşa, bir taraftan îmâr faâliyetlerini sürdürürken, diğer taraftan müstahkem Kandiye Kalesini zaptetmek üzere hazırlıklara girişti Ancak bu sırada yardıma gelmekte olan Osmanlı donanması Kandiye Boğazı önünde Venediklilere yenilince, muhâsaradan bir netice alamadı Hüseyin Paşa, buna rağmen kuşatmayı kaldırmadı ise de, gerekli yardımı alamaması, kalenin düşmesini engelledi Önce Rumeli Beylerbeyliğine tâyin edilen Hüseyin Paşa bâzı siyâsî sebeplerle Yedikule’de hapsedildi 1659 yılında idâm edildi Halk arasında “gâzî” ve bilhassa gözünü budaktan sakınmaz tavrı ve hareketleri neticesinde “deli” lakabı ile tanınmış olan Hüseyin Paşa, kuvvetli bir vücut yapısına sâhip, cesur bir vezirdi Özellikle Revan ve Bağdat seferleri ile Girit’in fethinde gösterdiği kahramanlıklar, kendisine büyük bir şöhret kazandırdı Girit’te 12 yıl geceli gündüzlü cephede kalmış ve bütün parasını adanın îmârına harcamıştı Bu sebeple halk arasında ziyâdesiyle sayılıp seviliyordu Bilhassa Girit Rumları arasında İslâmiyetin yayılmasına gayret etmiş ve onun gösterdiği adâlete hayran kalan Hıristiyanlar, kitleler halinde İslâm'a girmişlerdir Bu, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’tekinden sonra Balkan kavimleri arasında üçüncü toplu İslâmlaşma hareketidir Bâzı kiliseleri câmiye çevirtip, Hanya ve Kandiye başta olmak üzere pek çok yerde câmi yaptırdı Hüseyin Paşa, son derece kuvvetliydi Rivâyete göre İstanbul’a gelen İran elçisi memleketinden getirdiği bir yayı Sultan Dördüncü Murâd’a takdim etmişti Kurulu bir vaziyette bulunan yayın özelliği, boşaltıp yeniden kurmanın son derece zor olmasıydı Nitekim sarayda tertip olunan bir müsabakada hiçbir şahıs bu yayı boşaltamamış ve pâdişâh yayın Ağa Kapısına asılmasını ve bu işi yapacak olan şahsın kendisine bildirilmesini istemişti Bu arada Ağa dâiresinde hizmet etmekte olan Hüseyin Paşa, yayı kurup boşaltmış ve durum Sultan Murâd’a bildirilmişti Hüseyin Paşa, daha sonra aynı hareketi Sultan’ın ve İran elçisinin huzurunda birkaç defa tekrarlayınca, Sultan, pek beğendiği bu genci bir daha yanından ayırmamıştı |
|