Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kainat, yaratılmıştır

Kainat Neden Yaratılmıştır?

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kainat Neden Yaratılmıştır?





Kainat nasıl yaratılmıştır ve yaratılış amacı nedir?


Varlık yaratılmamıştı ve Allah’tan başka hiçbir şey yoktu (bk Buhârî, Megâzî, 67) Yüce Allah, zatının tanınmasını ve bilinmesini istedi İsim ve sıfatlarının tecellisi olarak kâinatı yarattı Bir hadis-i kutside yüce Allah: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek ve tanınmak istedim mahlûkatı yarattım (Acluni, II, 132) buyurmuşlardır Yani yüce Allah kâinatı kendisini tanıtmak için yaratmıştır Yaratılışın gayesi ve amacı yaratıcıyı tanımaktır Allah insanı da kendisini iman ile tanıması ve ibadet ile itaat etmesi için yaratmıştır

Allah kendisini gizlemiş ve eserlerini ortaya çıkarmıştır Çünkü eser ustasını daha iyi tanıtır Amaç gizli hazinelerini ortaya çıkarmak ve o vasıta ile zatını tanıtmak olunca eserini izhar edip kendini gizlemek daha mükemmel bir şekilde zatın tanıtılmasını netice verir Allah’ın hazineleri ise isimlerinde gizlidir Çünkü mükemmel benzersiz gizli bir cemal kendi güzelliklerini aynada görmek ve güzelliğinin derecelerini şuurlu ve kendine âşık olanların gözleri ile de görünmek ve bilinmek ister Bu da kendisinin isim ve sıfatlarını görerek eserlerini bilen, anlayan ve öven, takdir edenlerin varlığını gerektirir Yüce Allah da kâinatı yaratarak kendi hazinelerini ortaya çıkardı İnsanı yaratarak bu eserlerin sahibi, yaratıcısını bilmek ve iman ile tanımak, ibadet ile itaat etmeyi gerekli kıldı İnsanın yaratılış amacı Allah’a iman olunca insan iman etmekle bu amacı gerçekleştirmiş olur İnsanın affedilmez günahı da Allah’a şirk koşmak olacaktır İşte bundan dolayı yüce Allah “Şirki Allah’a karşı yapılmış en büyük iftira kabul etmiş, Allah şirki affetmez, bunun dışında her günahı affeder (Nisa Suresi, 4/48, 116) buyurmuştur

Varlık Allah’ın varlığını nasıl anlatır? Eserin ustasını tanıttığı gibi Şöyle ki: “Vücud; mümeyyize, muhassısa ve müreccihe olmak üzere, ilim, irade ve kudret sıfatlarını istilzam eder Bu da görme, işitme ve konuşma sıfatlarını gerektirir İşte Allah’ın sıfatlarını böylelikle anlarız Akıl noktasında bu böyle olduğu gibi, yüce Allah da rahmetinin gereği olarak peygamberler ve kitaplar vasıtası ile de insanları bu amaca yöneltmiştir

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim'de “O Allah yaratıcıdır, her şeyi yoktan yaratandır, her şeye suret ve şekil veren odur Bütün güzel isim ve sıfatlar ona aittir Semavat ve arzda bulunan her şey onu över, onu tesbih ve her türlü noksan sıfatlardan tenzih eder O azizdir, izzet ve azamet sahibidir Her işi hikmetledir, her yaptığı şey ilim ve hikmetin gereğidir (Haşr Suresi, 59/24) buyurarak bu hususu ifade etmiştir

Amaç Allah’ı tanımak ve zikretmek olunca sabah ve akşam namazından sonra bu ayetleri okuyarak Allah’ın isim ve sıfatlarını tekrar etmeyi Peygamberimiz (sav) tavsiye etmiş ve bunu devamlı yapanın şehit olarak öleceğini ve cennete gideceğini müjdelemiştir

Yaratılış Keyfiyeti:

Sahabelerden Ebu Rezin (ra) Peygamberimize (sav) sordu:

“Ya Rasülallah! Allah yerleri ve gökleri yaratmadan önce nerede idi?”

Peygamberimiz (sav) cevap verdi:

“Allah vardı, varlık yoktu O gizlilik ve bilinmezlik içinde idi Henüz arşı da su üzerinde değildi Sonra arşını su üzerinde yarattı (Buhari, Megazi, 67, 74, Bed'ul-Halk 1, Tevhid 22; Tirmizi, Menakıb, 3946) buyurdu

Bediüzzaman Hazretleri bu hususa açıklık getirerek şöyle der:

“Şeriatın nakliyatına göre Cenab-ı Hak, bir cevhereyi (Nur-u Muhammediyi) yaratmış, sonra ona tecelli etmekle bir kısmını buhar, bir kısmını mayi kılmıştır Sonra o mayi kısmına da tecelli etmekle tekâsüf ettirip “zebed” köpük kesmiştir Sonra arzı ve yedi küre-i arziyeyi o köpükten halk etmiştir

Cenab-ı Hakk'ın arşı su hükmünde olan esir maddesi üzerinde imiş Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sâni’in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur Yani esiri halk ettikten sonra cevahir-i ferde (atomlara) kalbetmiştir” Esir maddesi ise atomların tarlası olup “mevcudata nazaran akıcı bir su gibi olup mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir

Yüce Allah esiri yaratıp arşını onun üzerine kurmuştur Yani hâkimiyetini ve hükümranlığını ve arşını esire yüklemiştir Böylece atomların içine bile nüfuz edebilen esire hükmetmekle Allah tüm kâinata ve her şeye hükmetmiş oluyor Böylece Allah ilim, irade ve kudreti ve bunların gerektirdiği isim ve sıfatları ile her şeye her şeyden daha yakın olmaktadır Ve ilim, irade ve kudreti her şeyin içini dışını, altını ve üstünü ihata etmiştir

Hz Ebu Hureyre (ra) Peygamberimize (sav) sordu:

“Ya Rasülallah! Yüce Allah mahlûkatı neden yarattı?”

Peygamberimiz (sav) cevap verdi:

“Yüce Allah Kur’an'da ‘Biz her şeyi sudan yaratarak hayat verdik’ buyurmuyor mu? Öyle ise Allah her şeyi sudan yaratmıştır” buyurdu Bundan dolayı İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) “Subhane men haleka’l-arza âlâ mâin cemed” yani; “Yeryüzünü donmuş sudan yaratan Allah’ı tesbih ederim” sözünü tesbihatı içine almıştır

Yine Peygamberimiz (sav);

“Allah dünyayı yedi zaman üzere yarattı Bunlardan her devir, zamanını Allah’tan gayrısının bilemiyeciği uzun bir süreçtir İnsanın yaratılmasından önce altı devir geçmiştir Adem’in (as) yaratılışından kıyamete kadar bir devir geçecektir buyurmuştur

Bu devirler ise; Gaz dönemi, ateş dönemi, kabuk bağlama dönemi, toprağın oluşması dönemi, bitkilerin oluşma dönemi, hayvanların oluşma dönemi, insanın yaratılma dönemi olmak üzere yedi dönemdir

İnsanın yaratılış öncesi dönemi ki “İnsanın yaratılışına kadar öyle devirler geçti ki anlaşılır bir şey değildir” ayeti ile ifade edilmiştir İnsanın yaratılış dönemi de toprak, tin, çamur, şekillenmiş balçık, pişmiş ve kurumuş balçık olmak üzere altı devreyi içine almaktadır Kur’an-ı Kerim'de insanın yaratılışına dair altı ayet, niteliksiz çamurdan yaratıldığına ait altı ayet, bu çamurun niteliklerine dair de altı ayet vardır Elbette bu büyük hikmetleri ve sırları içinde saklamaktadır

Kâinatın yaratılışının altı günde olduğunu yüce Allah Kur’an-ı Kerim'de açıkça ifade etmektedir İnsanın ilk yaratılışı altı safhada olduğu gibi, anne karnında yaratılışı da altı safhada cereyan etmektedir Ayrıca insan psikolojik ve ruhsal olarak da altı temel karaktere ayrılmaktadır

Nitekim Peygamberimiz (sav) “Yüce Allah Âdem’i (as) yeryüzünün tümünden aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır Âdem’in çocukları da yeryüzü toprağının nevileri gibidir Onlardan kimisi ova gibi uyumlu, yumuşak ve verimli, kimisi de yeryüzünün yüksek ve katı kısmı gibidir Kimisi pis ve kimisi de hoş ve temizdir Bazıları da ikisi arası bir durumdadır buyurmuştur

İbn-i Abbas’dan (ra) gelen bir rivayette ise Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:

“Allah ilk olarak kalemi yarattı Kalem kâinatın plan ve programı şekilde olacak her şeyi, yani kaderi yazdı Sonra Allah suyu yarattı ve o suyun buharından da gökleri yarattı Sonra yüce Allah “Nûn”u yarattı ve yerleri onun üzerine döşedi Arz hareket edince dağlar ile sabitleştirdi Ve Peygamberimiz (sav) “Nûn Ve’l-Kalemi ve mâ yesturûn” ayetini okudu

Elmalılı Hamdi Yazır’ın yorumuna göre “Yüce Allah başlangıçta ezelî takdir ile kıyamete kadar olacak şeylerin projesini yazan ruhanî ilk unsuru yaratmıştır Buna “Akl-ı Evvel” ve “Nûr-u Muhammedî” denilmiştir Sonra madde yaratılmış ve buna “Cevher” denilmiştir Sonra su buharı gibi mâyî ve gaz karışımı maddeden gök cisimleri yaratılmış, sonra buna hareket verilerek sıvı halde hareket-i devriyesi ile küreye benzer olduğu için “Nûn” denilmiştir

Sonuç olarak “İnsan bir yolcudur Rahm-ı maderden, dünyadan, berzahtan, haşirden ve sırattan geçen bir yolculuğu vardır Bu yolculuğun sonu cennet ve cehennemde bitecektir Yaratılışın amacı Allah’ın kendisini mahlûkatı ile tanıtmasıdır Varlık Allah’ın tanınmasını sağlarken, mahlûkat içinde akıllı ve şuurlu olarak yaratılan insanın da görevi Allah’ı tanımaktır Allah’ı iman ile tanıyarak yaratılış amacına hizmet eden insan ebedi saadeti kazanır Ebedi saadet yurdu ise cennettir

Dinin amacı ve hedefi insanı cennete götürecek olan amelleri öğretmek ve insana yaptırmaktır Bu da peygamberlerin gösterdiği şekilde iman ve amel ile mümkün olur Dinin amacı ve hedefi budur İnsanlığa saadet-i ebediyeyi kazandıracak olan iman ve ameli insanlığa öğreten Peygamberimiz (sav) elbette kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı en değerli bir peygamber olacaktır İnsanlığa bundan daha büyük hizmet olabilir mi? Bundan dolayı yüce Allah Peygamberimizi “Seni yaratmasaydım kâinatı yaratmazdım” buyurarak övmektedir

Hz Adem neden ilk olarak dünyaya değil de cennete gitmiştir? Hz Adem hatayı işlemeseydi cennette mi kalacaktık?


İnsanın asıl vatanı Cennettir Hz Adem (as) cennette olmakla beraber, Allah onları o haliyle cennette bırakmak için yaratmamış, onları çoğalma ve imtihan vesilesi yapmak gibi büyük bir gaye için yaratmıştı Bu hikmetten dolayı, onların malum hatayı işlemelerine izin vermiştir
Allah, asıl vatanın Cennet olduğunu, dünyanın ise sadece geçici bir imtihan meydanı olarak yaratıldığını insanlığın Anne ve Babasına bizzat göstermek için, hikmetiyle böyle bir uygulama yapmıştır

Allah’u teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır

Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır İşte böyle bir varlığın hangi özellikleri taşıdığının anlaşılması için şeytan yaratılmıştır

Mesela, altın ve bakırın karışık halden ayrılması için ateşte kaynatılması gibi, insan denen varlığın iyi ve kötü huylarının birbirinden ayrılması, iyi huylu Ebubekir (ra)ile kötü ruhlu Ebucehilin anlaşılması için Allah şeytanı ateşten yaratmıştır

Ayrıca ambardaki çekirdeklerin ağaç olması için toprağa atılması gerekiyor Görünüşte toprak altı karanlık ve sıkıcıdır Ancak ağaç olmanın yolu oradan geçiyor Binlerce sene ambarda kalsa ağaç olamıyor

İşte Allah, cennet ambarında duran babamız Adem Peygamberi dünya tarlasına gönderiyor Ağaç olarak Cennete dönmesi için de şeytan ateşine oturtuyor İbadet toprağına gömüyor Böylece ağaç olarak Cennete geri dönüyor Bizim durumumuz da böyledir

İnsanın aklını meşgul eden ve zihnini yoran hadiselerden birisi de, Hz Âdemin cennetten çıkarılışı, dünyaya gönderilişi ve bu hadiseye de şeytanın sebep oluşudur Bazı kimselerin aklına şöyle bir soru gelmektedir: “Eğer şeytan olmasaydı, Hz Âdem cennette kalacak ve biz de orada mı bulunacaktık?”

Bu konunun izahında, Cenabı Hakkın, Hz Âdemi yaratmazdan önce meleklerle olan konuşmasına dikkat edelim Bakara Suresinde şöyle anlatılmaktadır: “Hani, rabbin meleklere, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi Onlar, Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler Allah da onlara, sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim dedi” (Bakara Sûresi, 30)

Ayet-i Kerimenin mealinde de görüldüğü gibi, Cenabı Hak daha Hz Âdemi yaratmadan önce insan nevini yeryüzünde var edeceğini haber vermektedir Yani insanların cennette değil de, dünyada yaşayacaklarını bildirmektedir Şeytanın Hz Âdemi aldatması, insanın dünyaya gönderilmesine sadece bir sebep olmuştur

Diğer taraftan, meleklerden farklı olarak insana nefis ve şehevi hisler verilmiştir Bu hislerin akislerinin görülmesi için insanların dünyaya gönderilmesi, onlara bazı sorumlulukların verilmesi ve bir imtihana tabi tutulması gerekliydi Ta ki, insan bu imtihan ve tecrübe sonunda ya cennete layık bir kıymet alsın, yahut cehenneme ehil olacak bir vaziyete girsin

Kuranda geçen kelimelerin hangi anlamda kullanıldığı çok önemlidir Peygamberlerin masum olduğu düşünülürse bunun kesinlikle bilinçli bir isyan olmadığı açıkça anlaşılır

Nitekim bundan önceki ayetlerde olay anlatılırken Hz Adem'in bu sözü unuttuğu belirtilir: "Doğrusu bundan önce Âdem'e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık" (Taha Suresi, 115)

Demek Hz Ademin bu davranışı Allah'ın emrine karşı gelmek gibi bilinçli bir hareket değildir Bu nedenle ayeti bizim anladığımız isyan olarak değil şöyle anlamak mümkündür: "Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler Hemen ayıp yerleri kendilerine açılıp görünüverdi Ve üzerlerine cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar Âdem Rabbinin emrinden çıktı da şaşırdı" (Taha Suresi, 121)

Peygamberler günah işlemez

Günahlar, büyük ve küçük olmak üzere iki kısımdır Büyük günahların başlıcaları şunlardır: Adam öldürme, zina, içki içme, ana babaya karşı gelme, kumar, yalancı şahitlik, dine zarar verecek bid'atlara taraftar olmak1

Bütün peygamberler gerek peygamberliklerinden önce, gerekse peygamberliklerinden sonra hiçbir şekilde büyük günah işlememişlerdir

Ancak, bazı peygamberler hata yoluyla, unutmak veya daha iyiyi terk etmek suretiyle bizim bildiğimiz şeklin dışında "zelle" denen bazı hatalar işlemişlerdir2 Hz Adem'in Cennette iken yasak ağacın meyvelerinden yemesi zelleye misal olarak verilebilir Hz Âdem, yasak meyvelerden yemekle bizim bildiğimiz mânâda bir günah işlememiş, daha iyi olanı terk etmiştir Neticede de, bu hatalarından dolayı Cennet nimetlerinden mahrum kaldılar Cennette günah ve sevap mefhumunun olmaması bu günahın, bilinenden başka bir şeklinin olduğu da anlaşılır

Cennet nimetlerinden birisi de, orada "tuvalete gitme" gibi bir ihtiyacın mevcut olmadığıdır3 Cennette yenip içilen şeylerin artıkları olmadığından Hz Âdem ve Havva, Cennette büyük ve küçük abdest yapmıyorlardı Avret mahalleri elbise veya bir nurla kendilerinden gizlenmişti4 Yasak ağacın meyvelerinden yemeleri avret yerlerinin açılmasına, küçük ve büyük abdest gibi eza verecek şeylere sebep olacağı için Cenab-ı Hak o ağaçtan yemelerini men etmişti5 Nitekim, yasak ağacın meyvelerini yedikleri anda, daha önce hiç görmedikleri avret yerleri açılıverdi O yerlerin açılması uygun olmadığı için yaprakla örtünmeye başladılar6

Hz Âdem'in yasak ağacın meyvesinden yiyerek Cennetten çıkarılmasında kaderin hissesini unutmamak gerekir Çünkü, Cenab-ı Haklan insanı yaratmasındaki hikmet ve maksadın gerçekleşmesi, ancak Hz Âdem ve Havva'nın Cennetten yeryüzüne inmesiyle mümkün olmuştur Ebu'1-Hasen-i Şâzelî, Hz Âdem'in zellesi hakkında şöyle der:

"Ne hikmetli bir günah ki, kıyamete kadar gelecek insanlara tevbenin meşru kılınmasına sebep olmuştur"7

Dipnotlar:
1 Barla Lahikası, s 179
2 Muvazzah ilm-i Kelâm, s184; Fıkh-ı Ekber Şerhi, s154; Risale-i Hamidiye, s 491
3 Müslim, Cennet: 15
4 Tefsîr-i Kebir , 14:49; Hak Dini Kur'ân Dili, 3:2140
5 Hülasatü'l-Beyan ,2:4748
6 A'raf Sûresi, 22
7Risale-i Hamidiye ,s 611
Mehmed Paksu


İnsan niçin yaratılmıştır? Gayesi ve hedefi ne olmalıdır?



“İnsan niçin yaratılmış?” sorusuna sıkça muhatap oluruz Böyle bir soruyu kendimize yahut bir başkasına sormamız, bizim için büyük bir İlâhî ihsandır Şöyle ki: Bu soruyu güneş kendisine soramadığı gibi, bir başka yıldız da güneşe sorabilmiş değil Yine bu soruyu bir arı bir başka arıya, yahut bir koyun berikine sormaktan aciz Demek oluyor ki, bu sorunun cevabını arayan insanoğlu, kendi varlığını istediği sahada kullanma konusunda serbest bırakılmış; bir arayış içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmuş

Bu imtihanı kazanmanın tek yolu, sorunun cevabını bizi yaratandan öğrenmemizdir Bu noktaya varan insanlar gerçeğin kapısını çalmış olurlar Ve kendilerine Kur’an lisanıyla, Peygamber diliyle cevapları verilir

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattım” ( Zâriyât Sûresi, 56)

Nur Küllîyatında ibadete “marifet” manası veriliyor Bu mana üzerinde çoğu tefsir alimlerimiz ittifak etmişler Namaz, oruç gibi ibadetler ise bu marifetin neticesidir Yani, insan nimetin şükür gerektirdiğini idrak edecektir ki, sonra bu şükür ve hamd vazifesini yerine getirsin

İnsan, bu kâinatı dolduran İlahi mucizelerin tefekkür ve hayreti icap ettirdiklerini bilecektir ki, tespih ve tekbir vazifesini ifa etsin

İnsan, başka insanlara merhamet etmesi gerektiğinin şuuruna erecektir ki zekât ve sadaka verme yolunu tutsun

Bütün bunlar imanın ve marifetin, yani Allah’a inanmanın ve onu tanımanın meyveleridir

Nur Külliyatından bir marifet dersi: “Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet-i küllîye-i insaniyedir” ( Sözler, 264 )

Rububiyet, terbiye edicilik manasına geliyor Bütün alemlerin her birinde bu fiil bir başka şekilde, bir başka güzellikte, bir başka mükemmellikte kendini gösteriyor Ve biz her namazda Fatiha Sûresini okurken alemlerin Rabbine hamd etmekle bu farklı terbiyelerin şuurunda olduğumuzu ilan etmiş oluruz

Işıklar alemini de Allah terbiye ediyor, gözler alemini de Ve biz, güneşin ışık verecek şekilde, gözümüzün de ondan faydalanacak biçimde terbiye edildiklerini düşünerek Rabbimize şükretmekle “tezahür-ü Rububiyete karşı, ubudiyet” vazifemizi yerine getiririz

Gıda maddelerinin yenilecek şekilde, ağzımızın, dilimizin, midemizin de onlardan faydalanacak tarzda terbiye edildiklerini nazara alarak Rabbimizin bu sonsuz ihsanlarını hayret ve teşekkürle karşıladığımızda, yine o rububiyete karşı ubudiyetle mukabele etmiş oluruz

Kâinatın yaratılması insan için, insanın yaratılması ise ubudiyet içindir Burada dikkatimizi iki kelime çekiyor; âlâ ve küllîye kelimeleri Bu iki kelime bize bu vazifeyi yapan daha başka varlıklar da olduğunu haber veriyorlar Şu var ki, insan ubudiyet vazifeni onlardan daha üstün ve daha küllî bir derecede yapabilecek bir istidada sahip Sözünü etmek istediğimiz bu varlıklar, meleklerle cinlerdir

Bir melek, bir meyveyi tefekkür ederken, dünün şekilsiz, renksiz elementlerinin bugün güzel bir varlık haline gelmelerini, sert ağaçtan bu yumuşak meyvelerin çıkmasını hayretle seyreder Ama o meyvenin tadını, vitaminini, kalorisini düşünemez, tefekkür edemez Zira, istidadı buna müsait değildir

İnsana bu noktada bambaşka bir kabiliyet verilmiştir O, aklıyla, hayaliyle sadece hazır eşyayı değil, o anda görmediği nice şeyleri hatta geçmişi ve geleceği düşünebilir Böylece fikri, düşüncesi, anlayışı ve feyzi küllîleşir Eline aldığı bir meyveyi yerken, o anda bir milyonu aşkın canlı türünün sonsuz denecek kadar çok fertlerinin rızklandıklarını, kendisinin de bu İlâhî sofradan faydalanan bir fert olduğunu düşünebilir ve böylece Allah’ın Rezzak ismini küllî manada tefekkür etme imkanına kavuşur

Dilerse, düşüncesini geçmiş ve gelecek zamanlara da götürür Bütün zamanlarda ve mekânlardaki her türlü nimeti ve onlardan istifade edenleri, hayalinin yardımıyla, birlikte düşünür ve tefekkürü daha da küllîleşir

Bütün İlâhî isimlerin tecellileri için benzer şeyler söylenebilir

Nur Küllîyatında, “İyyake na’büdü” “Biz ancak sana ibadet ederiz” ayetinin açıklaması yapılırken, ayet-i kerimede niçin ben değil de biz denildiğine dikkat çekilir ve böyle denilmekle üç ayrı cemaatin kastedildiği ders verilir Bunlardan birisi bütün müminler, diğeri vücudumuzda vazife gören ve her biri kendine mahsus bir ibadetle meşgul olan bütün organlar, hücreler, duygular,, üçüncüsü ise bütün bir varlık âlemi

Demek oluyor ki insan, bütün varlık alemi namına “İyyake na’budü” diyebilecek bir kabiliyettedir İşte tek başına da namaz kılsa, ferdiyetten kurtulup bu üç cemaatin ibadetlerini Rabbine takdim eden insan küllî bir ibadet yapmış demektir

İnsanın bu kâinata meyve olması da böyle bir neticeyi doğurmaktadır Bir ağacın bütün birimlerini şuurlu farz verseniz, en küllî tefekkürü meyve yapacaktır Çünkü meyvenin içindeki çekirdek bütün ağaçtan süzüldüğü için o meyvede ağacın tümünün ibadetlerini temsil etme, tefekkür etme kabiliyeti bulunacaktır

Bu küllî ubudiyeti en ileri derecede yapanlar kâinat ağacının en mükemmel meyveleri olan peygamberler ve özellikle Peygamber Efendimiz Hz Muhammed’dir(asm)

“Maksad-ı âlâ ve ubudiyet-i küllîye” manalarıyla şu kutsî hadis arasında yakın bir ilgi vardır: “Sen olmasaydın ben felekleri yaratmazdım

*** Nur Küllîyatında insanın vazifesiyle ilgili birçok bahis mevcut Bunların bir özeti olarak birkaç maddeyi takdim etmek isterim:

- Ruhuna bir İlâhî ikram olarak takılan, ilim, irade, görme, işitme gibi sıfatlarını Allah’ın sıfatlarını bilmeye bir vasıta olarak kullanmak Kendi ruhundan İlahi sıfatları bilmek için açılan bu marifet pencerelerini iyi değerlendirmek

- Akıl kuvvetini hikmet dairesinde, şehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini şecaat dairesinde kullanmak

- Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukatı da yine Onun namına, Onun isimlerine ayna olmaları, kemaline işaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek

- “İbadatın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta” yaratıldığının şuurunda olup bütün ibadet çeşitlerinin ayrı ayrı feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalışmak

- Kendisine verilen “kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirmek” Böylece bunların her birini kendine mahsus ibadetiyle meşgul etmek

- Duygularının her biriyle Allah’ın rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî şükretmek

- Aczini ölçü alarak Allah’ın kudretini, fakrına bakaran Onun rahmetini, noksanlıklarını düşünerek Onun kemalini tefekkür etmek Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek

- Ruhunu günahlardan, bedenini de her türlü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak İlahi huzura çıkmak

- Kendini Allah’ın en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temaşasına güzelce sunmak

İşte insan bu gibi ulvî gayeler için yaratılmıştır Ama ne yazık ki, bir çok insan, kendini unutmuş ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatını rahat bir şekilde geçirmek için çabalar Bütün kâinatın ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip olduğu halde, sadece çevresindeki bir gurup insanın teveccühlerini kazanmayı ve kendisini onlara beğendirmeyi hayatına gaye edinir

Bir süre sonra kendisi de, o insanlar da dünyadan göçüp gitmekte ve bütün bu gayeler de onun bedeniyle birlikte adeta toprağa gömülüp kaybolmaktalar



Alıntı

Dy!nG


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.