Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ansiklopedisi, sağlık

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi





Ağrının tanımı Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilâtı tarafından 1979 yılında şu şekilde yapılmıştır:

"Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan bir duyudur" Günümüzde ağrı iki grupta incelenmektedir Birincisi; çeşitli hastalıkların habercisi olarak karşımıza çıkan akut (iveğen) ağrıdır Akut ağrı bir hastalık belirtisidir Çoğu kez vücutta var olan bir doku hasarının habercisidir Akut ağrı vücudun alarm sisteminin önemli bir parçasıdır Varlığı ile vücutta bir bozukluk olduğuna işaret eder ve hastanın hekime başvurmasını sağlar Bazen kas iskelet sistemindeki bir hasarın ya da mekanik bir problemin, bazen romatizmal bir hastalığın, bazen iltihabi bir durumun hatta bazen de kanserin habercisi olarak görülebilir Bu durum ağrılı hastanın tıbbın tüm olanakları kullanılarak ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmesini gerektirir Doğru tanıya ulaşmak için öncelikle hasta çok ayrıntılı bir şekilde dinlenilmeli, ağrının tüm özellikleri ile ilgili bilgi alınmalı, ardından özenli bir şekilde muayene edilmelidir Çeşitli laboratuar testleri ve radyolojik incelemeler de tanıya ulaşmada çok yardımcı olacaktır Tüm bu yöntemlerle doğru tanı konulmalı, en uygun tedavi uygulanmalı ve geri dönülmesi mümkün olmayan sonuçların doğması önlenmelidir
İkinci grup ağrılar ise kronik (süreğen) ağrılardır Kronik ağrılar 6 aydan (bazı durumlarda 3 aydan) uzun süren ve artık bir alarm sistemi olmaktan öteye geçen ağrılardır Kronik ağrı bir hastalık habercisi değil, başlı başına sorunun ta kendisidir Kronik ağrı çeken kişi bir kısır döngü içine girer Hasta gücünü, etkinliğini yitirir Toplum içindeki üretkenliğini, aktifliğini kaybeder Bu durum çoğu kez hastanın içe kapanmasına ve depresyona girmesine yol açar Depresyon kişiyi daha duyarlı hale getirir, ağrı eşiğini düşürür ve ağrıların daha da şiddetlenmesine neden olur Bu durum tam bir ağrı kısır döngüsüdür Kronik ağrı bir hastalık belirtisi değil, hastalığın ta kendisidir Kronik ağrı, sadece ağrıyı çeken hastayı değil, aynı zamanda hastanın yakın çevresini de etkileyen ciddi bir sorundur Kronik ağrıdan kaynaklanan sosyal ve ekonomik kayıp da göz ardı edilmemelidir ABD'de yapılan bir araştırmada her yıl kronik ağrılara bağlı olarak 700 milyon iş günü kaybı ve 60 milyon dolar zarar meydana geldiği hesaplanmıştır
Hastaların en çok şikayetçi olduğu ağrılar şöyle sıralanabilir:
* Bel ve bacak ağrıları
* Boyun ağrıları
* Baş ağrıları
* Sırt ağrıları
* Omuz-kol ağrıları
* Yüz ağrıları-nevraljiler
* Damar tıkanıklığına bağlı ağrılar
* Kanser ağrıları
* Nedeni belirlenemeyen ağrılar
Ağrının tedavisi: Modern tıpta ağrı kesici ilaç kullanımı tedavide önemli bir yer tutar Ancak burada önemli olan nokta ağrı kesici ilaçların kontrolsüz ve düzensiz bir şekilde kullanılmaması ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen Ağrı Kesici Kullanım İlkelerine uyulmasıdır Bu ilkeler ağrı kesicilerin kullanım yolunu, dozunu, ağrı kesici ilaca başlama zamanını, ilaç kullanımı sırasında karşılaşılabilecek yan etkilerle başa çıkma yollarını belirler Yapılan araştırmalarda tüm ağrı tiplerinin %90'ından fazlasının doğru ağrı kesici ilaç tedavisiyle kesilebileceği ortaya çıkarılmıştır Ağrı kesici ilaçların etkili ve yeterli olmadığı durumlarda ise ağrının kaynağına göre fizik tedavi yöntemleri, cerrahi operasyonlar veya girişimsel ağrı tedavisi yöntemleri uygulanır Bu noktada doğru yaklaşım hastaya en uygun tedavi yönteminin belirlenmesi ve zaman kaybetmeden hastanın doğru tedaviye ulaşmasının sağlanmasıdır

Ağrı kliniklerinde ağrı tedavisi için kullanılan başlıca yöntemler ilaç tedavileri ve girişimsel ağrı tedavisi yöntemleridir Kronik ağrının ele alınması ve tedavisinin anesteziyoloji içindeki gelişiminin kaynağı girişimsel ağrı tedavisi yöntemleridir Minimal invaziv yöntemler olarak tanımlanan bu girişimler tedavisi güç ağrılarda hastayı fazla bir zahmete sokmadan kolay ve etkin bir şekilde ağrının kesilmesini sağlamaya yöneliktir Bu yöntemlerin başlıcaları sinir blokajlarıdır Vücutta çeşitli tipte sinir lifleri bulunur Bazı sinirler kasların hareketinden sorumluyken bazıları duyulardan bazıları ise ağrı iletiminden sorumludur Ağrı hekiminin ilgi alanı bu ağrı sinirleridir Örneğin, yüzde çok şiddetli elektrik çakması tarzında ağrı şikayetiyle kendini gösteren trigeminal nevraljide trigeminal sinire uygulanan blok işlemleri ile ağrının uzun süreli olarak (3-8 sene arası) ortadan kalkması sağlanır Benzer şekilde bel ve boyun kireçlenmesine bağlı ağrılarda kireçlenen eklemlerin sinirlerine uygulanan blokla ağrı giderilir Toplumda sık görülen bel ve boyun fıtıklarında uygulanan çeşitli enjeksiyonlar veya omurlar arasındaki diske uygulanan yöntemlerle fıtığın gerilemesi ve ağrının ortadan kalkması sağlanabilir
Bu girişimsel yöntemler yaklaşık 30'45 dakika sürer, lokal (bölgesel) anestezi altında ve hasta hafif uyutularak (sedasyon) uygulanır Bu nedenle hastalar ağrı ya da başka bir rahatsızlık hissetmezler Enfeksiyondan korunmak amacıyla tüm işlemler, steril ameliyathane koşullarında ve tek kullanımlık malzeme ile yapılır Girişimsel ağrı tedavisinde uygulanan yöntemlerin tümü görüntüleme yöntemlerinin kılavuzluğunda gerçekleştirilir
Uz Dr Mehmet Çelik

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Pulmoner kapak, sağ karıncık ile akciğer atardamarı arasındadır Kalp kasıldıktan sonra açılarak kanın akciğerlere geçişini sağlar

NEDİR?

Pulmoner stenoz, bu kapağın kendisinde, öncesinde veya sonrasında (akciğer atardamarında) veya her üçünde birden darlık olması durumudur Kanın dar bölgeden geçişini sağlamak için kalbin sağ karıncığı zorlanır ve sağ karıncıkta basınç yükselir Darlığın derecesine, kulakçık ve karıncıklar arasında delik bulunup bulunmamasına bağlı olarak hastada belirtiler ortaya çıkar
BELİRTİLERİ NELERDİR?

Darlık ileri düzeyde ise, bazen yaşamın ilk günlerinde müdahale gerekebilir Daha az darlıklarda, morarma (siyanoz) vb şikayetler oluşmayabilir, tek belirti kalbinde üfürüm duyulması olabilir Sağ karıncıktaki kan basıncı yüksek ve darlık önemli ölçüde ise, hastanın herhangi bir şikayeti olmasa dahi sağ karıncığın zorlanmasını engellemek için tedavi edilmesi gereklidir Sadece pulmoner kapakta olan darlıklarda, kateter yolu ile uygulanan balonla genişletme yöntemiyle (balon valvüloplasti) darlık giderilebilir
TEDAVİ

Pulmoner kapakta veya arterdeki darlık ciddi olduğunda açık kalp ameliyatı gerekebilir Ameliyatla, darlığa neden olan dokuların çıkarılması ve yama ile genişletme gibi yöntemler uygulanır Ameliyat sonrasında dolaşım normale döner ve sağ karıncık basıncı düşer Hastaların önemli bir kısmında zaten yapısal olarak bozuk olan pulmoner kapak, ameliyat sırasında yama ile genişletmeye bağlı olarak fonksiyonunu yitirebilir Bu durum hastanın normal gelişimi için bir sorun oluşturmaz Nadiren hayatın ileri dönemlerinde müdahale gerektirebilir Hastalıkla kendini gösteren nefes alma zorluğu kalbi doğrudan etkiler Oksijen yetmezliği yüzünden hemoglobin artarak kalbin kanı pompalamasını zorlaştırır Bu nedenler, "kalp yetmezliğine" yol açabilir Hastalık yerleşmişse tamamen düzeltilmesi olanaksızdır ve tedavinin yararı pek azdır Bu, önlemin tedaviden daha geçerli olduğu bir hastalık örneğidir Bu arada sigara içmenin etkisi de göz ardı edilemez

Pulmoner stenozlu çocuklarda ameliyat öncesi ve sonrasında kapakta enfeksiyon (endokardit) gelişme riski bulunmaktadır Endokardit gelişimini engellemek için ameliyat veya dişlerle ilgili bir girişim yapılmadan önce bir antibiyotik kullanılmalıdır İyi bir ağız hijyeninin (temizlik, bakım) sağlanması da endokardit riskini azaltmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Alzheimer Hastalığı nedir? Alzheimer Hastalığı, adını, 1906'da bir Alman Doktor olan Alois Alzheimer'den almıştır

Aradan geçen yüzyıl hastalığın tanısı ve tedavisi hakkında büyük ilerlemeler getirmiş olsa da, yapılabilecek şeyler hala sınırlıdır ve çözümleyici değildir Demans (bunama), hastanın günlük faaliyetlerini yapmasını ciddi bir şekilde etkileyen bir beyin hastalığıdır Yaşlı insanlar arasında en yaygın demans türü, Alzheimer Hastalığıdır Alzheimer Hastalığı, başlangıçta beynin hafıza, düşünce ve lisan yeteneği ile ilgili bölümlerini etkiler 65 yaş üzeri insanların %5'i, 80 yaş üzerindekilerin %20'si ve 90 yaş üzerinde olanların ise % 30'unda Alzheimer Hastalığı bulunmaktadır Bu kadar sık görülen bir hastalığın başlangıç bulguları önem kazanmaktadır

Alzheimer Hastalığının belirtileri nelerdir? Alzheimer Hastalığı ilerleyici bir hastalıktır Hafıza kaybı, günlük işleri yapmada zorlanma ve davranış değişiklikleri gibi yakınmalarla ortaya çıkar Bazı insanlar, bu tür bulguları normal yaşlanmanın bir sonucu olarak kabul ederler; bazıları da hastalık bulgusu diye düşünüp tıbbi yardım ararlar Bu tür bulguların depresyon gibi diğer hastalıklara bağlı olup olmadığını değerlendirebilmek için doktor görüşü önemlidir

Hastalığın ikaz bulguları;

1 Hafıza kaybı: Yeni öğrenilen bilgilerin unutulması Alzheimer Hastalığının sık görülen erken bulgularındandır Kişi daha sık unutmaya başlar ve daha sonra da hatırlayamaz (Ara sıra randevuları ve isimleri unutmak normaldir)

2 Bilinen işleri yapmada güçlük: Demanslı insanlar günlük işlerini yapma ve planlamada zorlanırlar Yemek hazırlama, oyun oynama gibi faaliyetlerde etap ve aşamaları karıştırırlar (Nadiren bir odaya niçin geldiğini veya ne söylemeyi planladığını unutmak normaldir)

3 Konuşma ile ilgili problemler: Alzheimerli hastalar basit kelimeleri unutabilir ve uygun olmayan kelimelerle değiştirebilirler Bunlar da konuştuklarının ve yazdıklarının anlaşılmasını zorlaştırabilir Örneğin diş fırçası kelimesini bulamaz yerine "ağzım için olan şey" diyebilir (Zaman zaman doğru kelimeyi bulmada zorluk olması normaldir)

4 Zamana ve yere yönelik oryantasyonda bozulma: Alzheimerli hastalar kendi çevrelerinde semtlerinde kaybolmaya başlarlar Nerede olduğunu, oraya nasıl geldiğini ve eve nasıl geri döneceğini unuturlar (Haftanın gününü veya nereye gittiğini ara sıra unutmak normaldir)

5 Karar verme yeteneğinde güçlük ve azalma: Alzheimerli hastalar uygun olmayan tarzda giyinebilirler Sıcak bir günde birkaç kat veya soğukta ince giyinme gibi Kara verme yetenekleri zayıflamıştır (Zaman zaman şüpheli veya tartışmalı karar verme normaldir)

6 Düşünceyle ilgili problemler: Alzheimer'liler karışık mental görevleri gerçekleştirmede zorlanabilirler Rakamların nasıl ve niçin kullanılacağını unutmak gibi (Ara sıra mali hesapları dengelemede zorlanmak normaldir)

7 Eşyaları yanlış yerleştirme: Alzheimerli hastalar eşyaları alışılmadık yerlere koyabilirler Ütüyü buzdolabına veya kol saatini şeker kutusuna gibi (Anahtarları veya cüzdanı geçici olarak yanlış yere koymak normaldir)

8 Davranış ve mizaç değişiklikleri: Alzheimer'li hastalar hızlı mizaç oynamaları gösterebilirler Belirgin bir neden yok iken, sakin bir halden kızgınlaşabilir veya ağlayabilirler (Ara sıra karamsar ve üzgün olmak normaldir)

9 Kişilik değişiklikleri: Demanslı hastaların kişilikleri, dramatik olarak değişebilir Aşırı derecede korkulu, şüpheci veya aile üyelerine bağımlı olabilir (Yaşlanma ile kişilik özelliklerinin biraz değişmesi normaldir)

10 İnisiyatif kaybı: Alzheimerli hastalar çok pasif olabilirler, saatlerce televizyonun karşısında oturabilirler, olağandan daha fazla uyuyabilirler, günlük işlerini yapmak istemezler (Bazen iş ve sosyal yükümlülüklerde yorgunluk hissi normaldir

Uz Dr Abdullah Özkardeş

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Amipli dizanteri, "Entomoeba histolytica" ismi verilen amipin yol açtığı bir hastalıktır

Her yaşta görülebilir Amip yiyecek ve içeceklerle bulaşır Sudaki amip kistleri klorlamaya duyarlıdır Yüksek ısıda ölürler Sinekler ve hamam böcekleri de amip kistlerinin taşınmasında rol oynar

Hasta, amipin bulaşıcı formunu (4 çekirdekli kist) ağız yoluyla alır İnce bağırsaklarda kist çatlar ve ortaya 4 tane amipçik çıkar Bunlar da ikiye bölünerek 8 amipçik oluşturur Daha sonra kalın bağırsağa geçerek, hastalık yapıcı form olan trofozoid şekline dönüşürler ve olgunlaşırlar Burada su kaybına uğrayan amip, tekrar 4 çekirdekli kist formuna dönüşür ve dışkı ile atılır Dolayısı ile taşıyıcı olanların dışkısında bu kistler bulunur Kistler toprak ve suda canlı kalabilirler

Amipler kalın bağırsağa yerleşerek yaralar oluştururlar Kalın bağırsağın herhangi bir yerine yerleşebilirler, ancak kan akımının az olduğu yerleri tercih ederler Kalın bağırsağa yerleşen her amip hastalık yapmaz

Belirti ve Bulgular

Kuluçka süresi 4-5 günle 1-4 ay arasında olabilir Su ile bulaşmış olan amipler daha şiddetli hastalık yapar İştah azlığı, kilo kaybı, kusma ve kanlı ishal ile seyreder Bazen hiç bir belirti gözlenmez

Kalın bağırsakta delinme nadiren olur Ancak genelde kalın bağırsakta kitleler (ameboma) meydana getirirler

Hastalık oluşumu genelde vücut direncinin düşmesi ile ortaya çıkar, ileri derecedeki hastalarda amip kana karışarak yayılır ve karaciğer, dalak, akciğer, beyin, deri ve idrar yollarında apseler yaparlar

Karaciğer tutulduğunda; (hepatik amibiazis) ateş, terleme, karaciğerde hassasiyet ve karaciğer büyümesi görülür 2-3 haftada tüm karaciğer tutulur

Hastalık diğer ishallerden özellikle kanlı dışkılama ile ayrılır Bu türlü bir ishaliniz var ise acil olarak doktora başvurmalısınız

Teşhis

Erken tanı önemlidir Laboratuvar tetkikinde taze dışkı kullanılır Dışkıda ayağımsı uzantıları ile hareket eden amipler görülür Dışkıdaki Charcot-Leyden kristalleri tanı koydurucu bir özelliktir Taşıyıcılarda 2 çekirdekli kist, hastalarda 4 çekirdekli kist görülür Ayrıca tutulan organa özgü tetkikler (röntgen, sintigrafi, ultrason gibi) gerekebilir

Tedavi ve Korunma

Tedavide metranidazol ve terasiklin grubu ilaçlar kullanılır Genelde 10 günlük tedavi yeterlidir Diğer birçok ishal tipinde ilaç kullanılmazken özellikle bu tür de mutlaka antibiyotik kullanılmalıdır

Hastalıktan korunmak için temizlik, içme sularının 50 derecenin üzerine kadar ısıtılması yarar sağlar Mide asidi kistlere etkisizdir

Dünya Sağlık Örgütü'nün amipli dizanteri ve benzer hastalıklardan korunmak için 10 altın önerisi:
1) Yiyecekleri alırken güvenilir yerleri tercih edin
2) Yiyecekleri tam olarak pişirin, az pişmiş yemeyin
3) Pişirdiğiniz yemekleri bekletmeden yiyin
4) Yiyecekleri saklarken aşırı özen gösterin
5) Buzdolabından çıkardığınız yemekleri kaynayana kadar ısıtın
6) Pişmiş ve pişmemiş yiyecekleri hiç bir zaman karıştırarak yemeyin
7) Ellerinizi tekrar tekrar yıkayın
8) Mutfağınızın temizliği konusunda son derece titiz olun
9) Yiyeceklerinizi tüm hayvanlardan (sinek, fare, böcek) koruyun
10) Kesinlikle güvenilir su kullanın

Uz Dr Soner Dileklen

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



ALS ilk kez 1869 yılında Fransız nörolog Jean-Martin Charcot tarafından tanımlandı Bu nedenle, hastalık ilk zamanlarda Charcot Hastalığı olarak adlandırılmıştır

Amyotrofik lateral skleroz (ALS), Motor Nöron Hastalığı olarak da bilinmektedir Hastalığın adının anlamı omurilikte kaslara giden yan (lateral) taraftaki sinir hücrelerinin etkilenmesiyle kasların beslenememesi ve katılaşmasıdır

Amyotrofik lateral skleroz ilerleyici bir sinir sistemi hastalığıdır Omurilik ve beyin sapındaki motor sinir hücrelerinin kaybından kaynaklanmaktadır Bu kayıplar kaslarda kuvvet kaybı ve daha sonra erime ve incelmeye neden olmaktadır ALS de piramidal yol adı verilen bölümde de hasar meydana gelmektedir Hastanın entellektüel fonksiyonlarında (zihinsel fonksiyonlar ve bellek) azalma meydana gelmez, bunama hastaların sadece %5 inde görülür
Belirtiler:
Hastalık ilerleyici ve yayılıcıdır Başlangıç belirtileri çok hafif olduğundan çoğu kez fark edilmeyebilir Hastaların %25'i konuşma, yutkunma gibi fonksiyonlarda zorlanmaya başlarken, %50'si kollarından, %20'si ise bacaklarından ilk belirtileri vermektedir Kas zayıflığına duyu kaybı eşlik etmez Kas zayıflığı genelde el, ayak, yutak veya dilde başlayabilir Hastalarda konuşma ve yutma güçlüğü meydana gelebilir Ağızda tükürük birikmesi de konuşmanın zorlaşmasına katkıda bulunur İlerlemiş olgularda solunum güçlüğü meydana gelebilir Hasta el ve ayaklarında seğirmeler tarif eder Kontrol edilemeyen ağlama ve gülmeler olabilir Hastalık vücudun bütün kaslarını etkilemez Hasta bağırsaklarını ve idrarını kontrol edebilir Cinsel fonksiyonları etkilenmez Kalp kası zarar görmez Göz kasları çoğu kez en son etkilenen kas olur, kimi zaman da hiç etkilenmez

Hastalık 3-5 yılda ölümle sonuçlanabilir ALS'nin seyri her hasta da farklı şekilde olur Hastalıkta hayatta kalma süresi genellikle üç ile beş yıl olarak verilse de, on yıl ve üzerinde yaşayan pek çok hasta vardır İlerlemiş hastalarda solunum yetmezliği veya ağır bir zatüre ya da asfiksi sonucu ölüm meydana gelebilir

Genelde ileri yaşlarda (40-50) ve erkeklerde biraz daha fazla görülür Ancak daha genç veya daha ileri yaşlarda ortaya çıkabilir 100000de 1-1,5 sıklıkta rastlanır Hastaların % 5-10 unda ailevi geçiş görülür Otozomal dominant (baskın) ve resesif (çekinik) geçiş gösterebilir Otozomal dominant tipinde hastalığın başlangıç yaşı daha erkendir Otozomal resesif tip ise çok daha nadirdir ve çok erken başlar (2-23 yaş), ve çok daha uzun sürelidir (15-20 yıl) Zayıf insanlarda daha sık gözlenmesi dikkat çekicidir
Tanı ve tedavi:
Hastalıktan şüphelenildiğinde bir an önce bir nöroloji uzmanına veya ilgili sağlık merkezine müracaat etmek yerinde olur Tanı genelde muayeneye ve EMG adı verilen analize dayanılarak konur ALS ile karışabilecek hastalıkların ayırt edilmesi önemlidir, çünkü ALS ile karışabilen hastalıkların bir kısmı tedavi edilebilir hastalıklardır

Piramidal yol hasarının gelişmesini takiben, reflekslerde canlanma ve kaslarda sertlik meydana gelebilir Hastalık ilerledikçe hareket zorluğu artar ve hasta yatalak hale gelebilir

Hastalığın oluşumuna etki eden faktörler çeşitlidir ve kesin olarak nedeni saptanamamıştır Ancak hastalığın etkeni hastalığın ortaya çıkışından yıllarca önce olayı tetiklemiş olabilir Yapılan deneysel araştırmalara göre Otoimmünite, Oksidatif stres, uzun yıllar ağır metallere maruz kalma, hücresel anormallikler gibi durumların hastalığa neden olabileceği iddia edilmektedir

Hastalığın kesin bir tedavisi henüz yoktur İstenmeyen etkilerin önlenmesi, hastanın rahatlatılması ve mümkün olduğu kadar normal yaşamını sürdürmesi amaçlanır Doğrudan bu hastalığa yönelik bir ilaç bulmak için araştırmalar sürmektedir Hastalığın ilerlemesini etkileyen ilk ilaç olan riluzol 1995 yılında Amerika'da ruhsat aldı İlacın hastalığın ilerlemesini yavaşlattığı, hastanın ömrünü uzattığı, hastanın daha uzun süre iş görmesini sağladığı düşünülüyor Ayrıca birçok ilaç bu hastalığın tedavisinde yardımcı olarak kullanılabilmektedir

Uz Dr Abdullah Özkardeş

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi





Aort, kalpten çıkan ve vücudun tüm atardamar ağının kaynak aldığı ana arterdir Aort anevrizması ise, vücudun en büyük atardamarı olan aortun duvar yapısının zayıflaması ve çapının genişlemesi anlamına gelir

Damar duvarı yapısındaki elastik liflerin dejenere olması, aort anevrizmalarında en sık rastlanan etkendir ve genetik bir eğilimle beraberdir 65 yaşın üzerindeki hipertansiyon hastası erkeklerin yüzde 10'unda görülen aort anevrizması, ortaya çıktığında hastanın yaşamı ciddi şekilde tehdit eden bir sağlık sorunudur Aort anevrizmasının yaklaşık yüzde 80'i hipertansiyona bağlı olarak ortaya çıkmaktadır

Aortun çeşitli bölgelerinde görülebilen anevrizmalarda damar çapı, normalin iki katına ulaştığında damarın çatlaması, yırtılması ya da damar cidarındaki tabakaların ayrışması gibi tehlikelere sık rastlanır Bu nedenle, anevrizma tespit edilen hastalar yakından takip edilmeli ve aort çapının iki kata çıktığı ya da 5 santimetreyi aştığı durumlarda aktif tedavi uygulanmalıdır
Aort anevrizmasının belirtileri nelerdir? Aort anevrizması, patlayıncaya kadar genellikle hiçbir belirti vermez Patlamadan önce tesadüfen veya tarama yapılması sırasında tanı konur Dolayısıyla belli yaşın üstünde ve risk faktörleri bulunan kişilerin hiçbir şikayetleri olmasa da taramadan geçmeleri çok önemlidir Patlama riski yüksek bir anevrizmanın tespiti ve uygun zamanda yapılan ameliyat ile hayat kurtarmak mümkündür Aort anevrizması patlamadan önce tespit edilen ve ameliyat gereken olgularda ameliyata bağlı ölüm oranı, tecrübeli damar cerrahlarının elinde yüzde 5'ten azdır
Aort anevrizması nasıl tedavi edilmektedir? Aort anevrizmalarının iki çeşit tedavisi vardır Açık cerrahi tedavi ve damar içinden müdahale anlamına gelen " endovasküler tedavi" Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde yaklaşık 10 yıllık bir geçmişe sahip endovasküler tedavi yöntemleri önceleri açık cerrahi tedavi yöntemlerinin mümkün olmadığı yüksek riskli hastalarda deneme aşamasında kullanılırken, son beş yılda teknolojik olarak ileri bir noktaya gelmiş ve aort anevrizmalarında ilk tedavi seçeneği olarak yerini almıştır Bu yöntemde büyük cerrahi kesiler ve derin anesteziye gerek yoktur İşlem çoğu kez lokal anestezi ile sadece kasık atardamarı bölgesinde
3-4 santimetre uzunluğunda bir cerrahi kesi yoluyla yapılabilmektedir

Aort anevrizmalarının endovasküler tedavisi genellikle yaşlı ve beraberinde koroner kalp hastalığı, yüksek tansiyon, diyabet ve çeşitli akciğer hastalıklarını da birlikte bulunduran yüksek riskli bu hasta grubunun iyileştirilmesinde yeni ufuklar açmıştır Klasik açık cerrahi yöntemlerde en iyi ihtimalle hastanın kan kaybının yerine konması için 3-4 ünite kan verilmesi, hastanın birkaç gün yoğun bakım ünitesinde, 1 hafta da hastanede tutulması gerekmektedir Diğer yandan hasta endovasküler yöntem ile tedavi edildiğinde, çoğu kez hiç kan ya da kan ürünü kullanımına gerek kalmaz, yoğun bakımda 4-6 saat tutulup 2 gün sonra da taburcu edilebilir Ayrıca, endovasküler tedavi ile büyük bir cerrahi travmadan uzak kalan hastaların nekahat dönemi de son derece kısadır ve 1 hafta içinde normal yaşamlarına dönebilmektedir
Kaynak: Doç Dr Harun Arbatlı

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Astım, akciğerlere hava taşıyan hava yollarının yani bronşların aşırı duyarlı olması ve çevresel bir takım etkenlerle daralması şeklinde tanımlanabilecek, genellikle alerjik olan kronik bir hastalıktır

Bu hastalığın en önemli özelliği hastanın nefes alıp verirken zorlanmasıdır
Astımın sebepleri nelerdir? Astımın ortaya çıkmasında hem kalıtsal hem de çevresel etkenlerin rolü vardır Burada kişinin genetik olarak allerjiye yatkınlığı söz konusudur Çevresel etkenler hastalığı ortaya çıkarmakta ve astım krizlerini başlatmaktadır Bu etkenlere "tetiği çeken faktörler" denilmektedir Bunlar arasında en önemlileri, bazı tüylü hayvanlar, solunum yolu enfeksiyonları, sigara dumanı, sisli-kirli hava, stres, ağır kokular, temizlik malzemeleri, stres ve soğuk-kuru havadır
Astımın belirtileri nelerdir? Öksürük, hırıltı, göğüste sıkışma hissi gibi şikayetler, haftada bir kereden daha sık tekrarlıyorsa, şikayetler, haftada bir kereden daha sık ortaya çıkıyorsa, şikayetler gece uykudan uyandırıyorsa, konuşmakta zorluk varsa, dudak ve tırnaklarda morarma varsa, yürümede zorluk varsa, kalpte çarpıntı, nabızda hızlanma varsa, soğuk algınlığı ile ortaya çıkan öksürükler kriz halinde, kuru öksürükler olarak 10 günden fazla sürüyor ve her üşütme göğse iniyorsa bunların dışında; nefes darlığı, göğüste tıkanıklık hissi ve hırıltı, nefes alıp verirken bir ıslık sesi hissedilmesi gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır
Astım tanısı nasıl konur? Astım tanısı açısından en önemlisi, hastanın şikayetleri ve muayene bulgusunun dikkatli değerlendirilmesidir Tanıda en önemli testler; solunum fonksiyon testleri ve allerjinin tespiti açısından alerji testleridir Erken tanı önemlidir Çünkü allerjik hastalar gerekli önlemler alınmadıkça ve gereken tedavi yapılmadıkça artış gösterebilir
Astımın tedavisi nedir? Alerjik hastalıklar ve astımın mucizevi bir tedavi yöntemi yoktur Çünkü bu hastalıklar genetik geçişlidir Ancak erken tanı ve iyi bir tedavi ile tamamen kontrol altına alınabilen hastalıklardır Tedavide en önemli olan, hasta-hekim ilişkisi ve hastanın, hastalığı hakkında bilgi sahibi olmasıdır Tedavinin amacı, hastaya, şikayetlerinin olmadığı veya en az düzeyde olduğu bir yaşam sağlamaktır Tedavi uzun sürelidir Tedavide birinci basamak kişinin duyarlı olduğu allerjilerden uzaklaşması ve sakınmasıdır Tedavinin ikinci basamağı ilaçlardır Öncelikle solunum yolu ile alınan, sprey ve ya toz şeklindeki ilaçlar tercih edilmelidir

Uz Dr Füsun Soysal

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Atriyal fibrilasyon (AF), en sık görülen uzun süreli kalp ritm bozukluğudur Kulakçıkların normalden 5-7 kat daha fazla kasılması olarak tanımlanabilir

Atriyal fibrilasyon nedir?

Ancak bu kasılmaların tümü karıncıklara ulaşmaz ve düzensiz bir ritm meydana gelir Genel polülasyonda % 04 - %2 arasında görülmesine rağmen, bu oran 60 yaş üzerinde %10'a çıkmaktadır Kalp cerrahisi açısından değerlendirilecek olursa, mitral kapak hastalığı nedeni ile cerrahi müdahale yapılacak olan hastalarda bu oran, %30 - %80 arasında, koroner bypass yapılacak hastalarda ise, %5 civarındadır
Atriyal fibrilasyonun belirtileri nelerdir? Atriyal fibrilasyon genellikle ölümcül bir ritim bozukluğu değildir Ancak bu kadar yaygın görülmesine rağmen, korunma ve tedavi yöntemleri daha çok tıbbi tedavi ile kısıtlı kalmıştır AF, birçok önemli komplikasyonları nedeni ile günümüzde daha çok ciddiye alınmaktadır

Hastalık; inme, tansiyon değişiklikleri, çarpıntı ve baygınlık hissi gibi akut fiziksel rahatsızlıklar yanında, uzun süreli ritm düzensizlikleri ve kan sulandırıcı kullanımına bağlı ciddi yan etkiler oluşmasına neden olabilir Atriyal fibrilasyon olan kişileri inme geçirme olasılığı 5 kat daha fazladır Tüm inmelerin %15 - 20'sini AF'li hastalar oluşturur AP; çarpıntı, enerji kaybı ve yorgunluk, sersemlik hissi, bayılacak gibi olma, göğüste rahatsızlık hissi ( ağrı, basınç veya huzursuzluk) ile nefes darlığı şeklinde kendini belli eder
AF nasıl tedavi edilmektedir? Atriyal fibrilasyon ölümcül bir sorun olmasa da sebep olduğu bazı hastalıklar nedeniyle tedavisinin mutlaka yapılması gereken bir sağlık sorunudur Medikal tedavinin genellikle AF tedavisinda yetersiz kalması sonucunda bu aritmiyi ortadan kaldırabilmek veya en azından ortaya çıkan komplikasyonları azaltabilmek için bir takım cerrahi girişimler geliştirilmiştir Bunlar; sol kulakçık izolasyon işlemi, pulmoner düğme izolasyonu, kulakçık kompartıman, vs olarak sıralanabilir "Maze-III prosedürü" olarak adlandırılan teknik, günümüzde AF'nin cerrahi tedavisinde altın standardı oluşturmaktadır Bu teknik ile tedavi oranı da % 95 - 99'a ulaşmıştır AF'nin tedavisinde amaç, kulakçık ve karıncıkların uyumlu çalışması ve kulakçık ileti fonksiyonunun da sağlanmasıdır Bunun için ameliyatsız yöntem olması itibariyle enerji kaynakları kullanılmaya başlandı Bunlar; kriyoablasyon, mikrodalga, lazer, radyofrekans (RF), vs olarak sıralanabilir Ancak bunlar içinde dünyada en fazla kabul gören RF ablasyondur
Kaynak: Doç Dr Harun Arbatlı

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Hepatit B virüsünün (HBV) yaptığı karaciğer iltihabıdır HBV bulaştıktan sonra hastaların bir kısmında bildiğimiz sarılık ile karakterli akut hepatit oluşur

Çoğu hasta ise ilk infeksiyonu sessiz veya sarılık olmaksızın gripal infeksiyon gibi geçirir HBV, hepatotrop (karaciğeri seven!) bir virüstür Karaciğere yerleşir, çoğalır ve zamanla karaciğeri harap ederek siroza-karaciğer yetersizliğine yol açar Normalde akut infeksiyon sonrası altı ay içinde vücüttan atılır ve HBV antikorları (anti-HBs ) ortaya çıkar Bu tam iyileşmeyi gösterir HBV infeksiyonu (kandaHBsAg pozitifliği) altı aydan uzun sürerse "kronik hepatit B virusu infeksiyonu" baş gösterir Erişkinlerde akut B hepatiti %95 iyileşme ile sonuçlanır Kronikleşme %5 veya daha azdır Bu kronikleşme ilk infeksiyonu sessiz geçirenlerde daha sıktır
Kronik infeksiyon klinik seyri açısından ikiye ayrılır Çoğu kişide virüs vücutta olmasına rağmen, çoğalma yeteneği çok sınırlıdır ve karaciğer hasarı yapamayacak düzeydedir Bu kişilerdeki durum "İnaktif Taşıyıcılık" veya daha doğru bir ifade ile "İnaktif Kronik HBV İnfeksiyonu" ya da kısaca "taşıyıcılık" olarak adlandırılır Bu inaktif taşıyıcılık inatçı ve büyük çoğunlukla (>%90) ömür boyu süren ancak selim bir haldir Hastaların uzun süreli takibinde çok azında ciddi karaciğer hastalığı meydana gelebilir Yine düşük bir oranda kendiliğinden HBsAg kaybı ve antikorun (anti-HBs) ortaya çıkması söz konusudur Bunu önceden kestirmek mümkün değildir He ne kadar selim seyirli (iyi huylu) bir durum olarak tanımlansa da, inaktif taşıyıcıların en az yılda bir kez kontrolü gerekir
Kronik HBV infeksiyonu olanların daha az bir kısmında (%30) virus aktiftir, çoğalarak karaciğerde kronik iltihaba sebep olur HBV DNA'nın belli bir düzeyin üzerinde pozitifliği ve karaciğer enzimlerinde yükseklik ile karakterli bu durum "kronik B hepatiti" olarak tanımlanır Bu kronik B hepatitli kişilerin yaklaşık bir kısmında 10-40 yıl gibi çok uzun olabilen sürelerde siroz ve daha az bir kısmında da karaciğer kanseri gelişebilir
Hepatiti B neden farklı sonuçlara sebep oluyor? Herkeste aynı seyri mi gösteriyor?

Aslında HBV ile infekte olununca, sonucun ne olacağını HBV ile vücüdumuzun immun sistemi arasındaki etkileşmeler belirtliyor Virüs vücuda girdikten sonra, bağışıklık sistemi yabancı mikrobu tanıyarak cevap vermeye başlar Bağışıklık cevabının normal ölçülerde olması durumunda sarılık ve diğer belirtilerle beraber iki-altı hafta süren bir hastalık tablosu oluşur Bu tür vakalarda hastalık sıklıkla iyileşmeyle sonuçlanır Ancak vücudun bağışıklık cevabı çok fazla olursa, karaciğerin çoğu hatta tamamı hasara uğrar ve bu defa 'fulminan hepatit' (akut karaciğer yetersizliği) gelişir Bu durumda hastaların yüzde 70'i ölür ya da ancak karaciğer nakliyle hayata döner Eğer vücut normalden zayıf bağışıklık cevabı veriyorsa, karaciğerde süregelen bir iltihaplanma, yani 'kronik hepatit', bunun sonucunda da bazılarında siroz ve ertesinde karaciğer kanseri gelişir
Hepatit B virusu nasıl bulaşır?

Hepatit B, virüslü kan ve kan ürünlerinin alınması, cerrahi girişimler ve ciddi diş tedavileri, taşıyıcı ya da hasta birinin kullandığı iğnenin vücuda girmesi, virüslü kesici ve delici aletlerin batması, hepatit B olan hastanın diş fırçasının kullanılması, özellikle hastalığın vücutta aktif olduğu dönemde hastayla tükürük ve salya yoluyla yakın temas, cerrahi girişimler ve diş tedavilerinde virüslü kanın vücuda girmesi, doğum sırasında hepatit B'li anneden bebeğe taşıyıcılık, korunmasız riskli cinsel ilişki gibi yollarla bulaşmaktadır

Tıraş bıçağı, diş fırçası, tırnak makası gibi aletlerin ortak kullanımı da hastalığın bulaşmasında etken olabilir Türkiye'de HBV enfeksiyonu bebeklerde ve ilk çocukluk yıllarında seyrekken, ilkokul ve ortaokul çağlarında belirgin artış göstermektedir Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu yöresinde gerek hijyen koşullarının iyi olmaması, gerekse çok fazla sayıda çocuklu ailelerde çocuklar arası temas (yara, bere gibi) bulaşmadan sorumludur ve tüm ailenin HBV ile enfekte olması sık rastlanan bir durumdur Aslında hassas testlerle yapılan taramalar sonucu, kan ve kan ürünleri ve cerrahi ile bulaşma yok denecek kadar azalmıştır Bütün dünyada ve tabi ki Türkiye'de de giderek daha iyi belirlenmiş riskli gruplar ön plana çıkmaktadır Damar içi uyuşturucu kullananlar, erkek homoseksüeller, hayat kadınları ve kronik alkolikler yüksek risk altındaki başlıca topluluklardır
B hepatiti hangi belirtilerle ortaya çıkar? Nasıl tanı konur?

Akut B hepatiti: Mikrop alındıktan sonra ortalama 1-2 ay süren kuluçka dönemini takiben ateş, halsizlik, kırıklık veya bulantı, kusma, iştahsızlık, karın ağrısı, ishal veya deride döküntüler ile birlikte eklemlerde ağrı ve şişlik gibi değişik bulguların olabildiği ve 3-10 gün süren ön belirtiler (prodromal dönem) ve ardından sarılık (önce idrar rengi koyulaşır ve göz akları sararır) ortaya çıkar Bu tipik tablo hastaların yarısından azında görülür Çoğu kez sarılık olmaksızın, hepatiti B için tipik olmayan belirtilerle ve tanı konulmadan akut infeksiyon geçirilir Henüz sarılık ortaya çıkmamış hastalara erken dönemde solunum yolu infeksiyonu veya gastroenterit veya romatolojik hastalık gibi tanılarla verilen ilaçlar hepatit tablosunun ağırlaşmasına ve tanı karışıklığına yol açabilir

Kronik B hepatiti: Henüz siroz aşamasına gelmemiş hastaların büyük çoğunluğunda klinik belirti veya hastalığa ait bir yakınma yoktur Tanı hemen daima herhangi bir nedenle yapılan kan testlerinde HBsAg'nin pozitif bulunması ve/veya karaciğer enzimlarinin (ALT, AST) yüksek bulunması ile konulur Daha sonra ayrıntılı incelemeler ve gerekirse karaciğer iğne biyopsisi yapılır Hastalar sıklıkla hepatit B olduklarını öğrendikten sonra halsizlik ve karaciğer bölgesinde ağrı veya rahatsızlık hissinden yakınırlar Bu çoğu kez psikolojik bir sorundur Karaciğer ve/veya dalak büyümesi, cilt belirtileri, karın şişliği gibi belirtiler sirozlu hastalarda görülür Klinik pratikte sık olarak siroz, hatta ilerlemiş siroz (karında su toplanması, kanama vb) aşamasına kadar tanı konulmamış hastalarla karşılaşmaktayız

B Hepatiti nasıl tedavi edilir?

Akut B hepatiti (yeni ortaya çıkan, sarılık ve karaciğer testlerinde aşırı yükseklik ile kendini gösteren bir klinik tablo) sıklıkla kendiliğinden iyileşir Ciddi seyirli veya fulminan hepatit dediğimiz çok ağır olan vakalar dışında özel bir ilaç tedavisi gerektirmez İlaç tedavisi de uygulanan bu ağır vakaların önemli bir kısmında çözüm acil karaciğer naklidir Bu tip fulminan hepatit dediğimiz çok ağır vakalar %1'den azdır Yine de her yıl onlarca fulminan hepatit B hastasına karaciğer nakli gerekmektedir

Asıl sorun kronik B hepatiti hastalarının tedavisidir Hangi hasta, ne zaman ve hangi ilaç veya ilaçlarla tedavi edilmelidir soruları yanı sıra, tedavinin başarı oranı, ilaç direnci, tedavi sonrası alevlenme gibi çok ciddi sorunlar söz konusudur Bu nedenle kronik B hepatiti hastalığın tedavisi gerçekten mesaisini bu konuya ayırmış deneyimli uzman hekimleri gerektiren bir konudur Bu hastalık için değişik tedavi seçenekleri söz konusudur Her hasta kendi özel şartları ile değerlendirilmeli, ona göre karar verilmelidir Zamanında tanı konmuş ve tedaviye başlanmış hastalarda siroz ve kanser gelişmesi önlenebilir, bazılarında ise hastalık tamamen ortadan kalkabilir

Türkiye'de aşı uygulaması yeterli mi?

Toplum sağlığı ve koruyucu hekimlik adına en önemli uygulama yenidoğan her bebeğe yapılan hepatit B aşılamasıdır Ayrıca ülkemizde ilkokul çağı çocukları da aşılanmaktadır 1996 sonrası başlanan bu uygulama dev bir adımdır, her yıl daha iyi sonuçlar bildirilmektedir Ancak dünyada 400 milyon, Türkiye'de de yaklaşık 35 milyon kronik hepatit B enfeksiyonlu kişi vardır ve bunların tedavi edilmeleri gerekmektedir Bu tedavi ile hem hastalar iyileşecek, hem de enfeksiyonu yaymaları önlenecektir Risk gruplarında yer alan erişkinler (sağlık personeli, ailesinde hepatit B'li kişi veya kişiler bulunanlar, sık kan ve kan ürünleri transfüzyonu gerektiren hastalığı olanlar, diyaliz hastaları, organ nakli hastaları, hayat kadınları ve erkek homoseksüeller ile damar içi uyuşturucu kullananlar gibi) mutlaka aşılanmalıdırlar

Prof Dr Yılmaz Çakaloğlu

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Duyarlı kişilerde alerjik reaksiyonlara sebep olan maddelere "alerjen" denir Alerjenler vücuda hava/solunum yoluyla (polenler, küfler, ev tozları gibi), ağız yoluyla (besinler, ilaçlar gibi) ve deri yoluyla (kimyasal maddeler, böcek ısırıkları gibi) girebilir

Alerjik hastalıklar arasında astım, saman nezlesi, egzama, ürtiker (kurdeşen), göz nezlesi sayılabilir
Bahar alerjilerini ortaya çıkaran nedenler nelerdir?
Alerjik kişilerin güzel bahar günlerini kabusa çeviren polenler ya da diğer adıyla çiçek tozları, bitkilerin erkek tohumlarıdır Küçük polenler, rüzgarla taşındıklarından bitkiden kilometrelerce uzaktaki kişide bile alerjiye neden olabilir Alerjik bireylerin polen alerjileri farklılık gösterir Ağaç polenleri daha çok Şubat-Mayıs, ot polenleri Mayıs-Haziran aylarında, yabani ot polenleri ise yaz ortasından sonbahara dek yakınmalara neden olur Sabah saatlerinde havadaki polen miktarı genellikle daha fazladır Yağmurlu günlerde havada uçuşan polen miktarı azaldığından polen alerjisi olan kişiler rahat eder Tam tersine sıcak ve rüzgarlı günlerde polen yayılımı artar Bazı kişilerde alerjik oldukları polenle benzer aileden olan bitkilere karşı da alerji görülebilir Buna "çapraz alerji" adı verilmektedir Örneğin, huş ağacı polenine alerjisi olan kişiler, elma, armut, havuç, kereviz ve domates yediklerinde dudaklarında ve damaklarında kaşıntı olabilir
Polenler alerjik hastalıkları nasıl tetikler?
Polenler, saman nezlesi (alerjik nezle) ve astım belirtilerini tetikleyebilirler Saman nezlesi aslında "mevsimsel alerjik rinit" olarak bilinen hastalığın halk arasındaki adıdır Çoğunlukla ilk belirtiler çocuklukta ve gençlikte ortaya çıkar Burunda ve genizde akıntı ve kaşıntı, hapşırık, gözlerde sulanma/yaşarma/kızarıklık, gözaltlarında morarma gibi yakınmalara neden olur Çocuklarda burnun elle yukarı doğru sürekli itilmesiyle ("alerjik selam") burun üzerinde çizgi şeklinde iz görülebilir Hayat kalitesini oldukça bozan bu rahatsızlık, polenlerin solunmasıyla ve gözlere temas etmesiyle ortaya çıkar Nefes darlığı, hava açlığı, öksürük, balgam çıkarma, göğüste tıkanma hissi gibi belirtilerle seyreden astım, bahar aylarında polenlerin yayılmasıyla kötüleşebilir Polen alerjisi olan astımlı hastaların alerjik oldukları polenlerin yayıldığı haftalar/aylar boyunca şikayetleri artabilir Bu dönemde hastanın ilaç tedavisinin yeniden düzenlenmesi gerekebilir Diğer alerjenlere göre polenlerden kaçınmak biraz daha zordur Bunun için alınacak bazı tedbirlerle kişinin maruz kaldığı polen miktarı azaltılabilir İdeal olan kişinin alerjisinin olduğu bitkinin yetiştiği bölgeden başka bir yere taşınması gibi görünse de bir polene alerjisi olan kişi, yeni bir bölgeye taşındığında zaman içinde maruz kaldığı yeni polenlere karşı alerji geliştirebilmektedir
- Astım hastaları polen mevsiminde nelere dikkat etmeli?
" Araba ve evlerin pencereleri kapalı tutulmalıdır Polenler daha çok sabah saat 0500-1000 arasında yayıldıklarından ev öğleden sonra havalandırılmalıdır
" Hasta mümkün olduğunca sokağa çıkmamalıdır Dışarı çıktığında yapabiliyorsa polen maskesi kullanmalıdır
" Polen mevsiminde açık havada spor yapmak doğru değildir
" Dışarı çıkarken gözlerin yanını da örten güneş gözlüklerinin faydası olabilir
" Dışarıdan eve gelindiğinde hemen giysiler değiştirilerek yıkanmalı, mümkünse burun içini dahi yıkayarak banyo yapılmalıdır Saçların yıkanması da buraya yapışan polenlerin temizlenmesi açısından yarar sağlar
" Çamaşırlar dışarıda kurutulmamalıdır, üstlerine polen yapışabilir Mümkünse polen mevsiminde çamaşır kurutma makinesi kullanılmalıdır
" Evde ve arabadaki klimaların polen filtreleri sık sık değiştirilmelidir
" Ev içi hava temizleyiciler eve giren polenlerin ortadan kaldırılmasında faydalı olabilir
" Polen mevsiminde toz, sigara dumanı, boya kokusu, parfüm gibi irritanlardan uzak durmak, polen alerjisi olan kişinin şikayetlerinin ağırlaşmasını engeller
Alerjik hastalıklarının tedavisi nedir?
Allerjik nezlesi olan bazı hastalar, mikrobik bir solunum yolu enfeksiyonu geçirdiklerini düşünebilirler 1-2 haftayı geçen şikayetleri olan hastalar, mutlaka bir hekime başvurmalıdır
Saman nezlesinden korunmada ilk adım, hastanın hangi polene karşı alerjisinin olduğunun saptanmasıdır Bu amaçla hızlı ve kolay uygulanan deri testlerinden, kimi zaman da kan testlerinden yararlanılır Alerji yapan etken saptandığında, kişi bundan olabildiğince uzaklaşmalıdır Tedavide alerji önleyici ilaçlardan yararlanılır Uygun kişilerde aşı tedavisi de belirtilerin giderilmesine yardımcı olabilir
Uz Dr Füsun Soysal

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi





Behçet Hastalığı, başlangıç aşamasında ağız içi ve cinsel bölgede yaralarla ortaya çıkan ancak bütün sistemleri tutabilen ve hastanın yaşam kalitesini ciddi bir şekilde etkileyebilen, hatta hastanın ölümüne neden olabilen bir hastalıktır

1937 yılında bir cilt hastalıkları uzmanı olan Hulusi Behçet tarafından tanımlanmıştır Hastalığın tam olarak nedeni bilinmemekle birlikte, otoimmün (bağışıklık sistemini ilgilendiren )bir hastalık olarak tanımlamaktadır Otoimmün hastalıklarda bağışıklık sistemi vücuttaki dokulara karşı savaşa geçer Hastalığın gelişiminde bakteri ve virüs enfeksiyonlarının rolü olabileceği de düşünülmektedir Genetik geçiş şekli tam olarak bilinmemekle birlikte, hastalığın ortaya çıkmasında kalıtımsal faktörlerinde rol oynadığı bilinmektedir
Behçet hastalığının belirtileri nelerdir? Ağızda oluşan aftlar Behçet hastalarının hemen hepsinde vardır Bu belirti, hastalığın diğer belirtileri ortaya çıkmadan yıllarca önce tek başına görülebilir Yaralar; yanak içi, dil, dudaklar, yumuşak damakta tek ya da çok sayıda ortaya çıkabilir Yaraların ortası kirli beyaz, etrafı kızarık ve ağrılıdır Genellikle 7 ile 14 gün içinde iyileşirler Bu ağız yaralarının en önemli özelliği, yıl içinde tekrar tekrar ortaya çıkmasıdır ancak; tekrarlama sıklığı hastadan hastaya değişir
Genital bölgede görülen yaralar ağızdaki aftlara benzer şekilde genital bölgede de yaralar çıkabilir
Diğer Deri Belirtileri:

---Ağız ve genital bölgede görülen aftlar dışında deride görülen belirtiler, hastalığın başlangıcında veya seyri esnasında sık görülür
Genelde bacakların ön yüzünde 1-5 santimetre çapında, kırmızı ve ağrılı sertlikler görülür Bunlar nadiren gövdede düzensiz ve dağınık olarak ortaya çıkabilirler Bu lezyonlar bir hafta-on gün içinde, yara haline dönmeden, çoğunlukla yerlerinde hafif bir leke bırakarak iyileşirler
---Sivilce benzeri belirtiler, sırt, yüz, göğüs, kasıklar, kalçalar, cinsel bölge, kol ve bacaklarda ortaya çıkan, mikropsuz; ancak iltihaplı görünümde lezyonlardır Görünüm açısından sivilceden farklı değildirler Bu nedenle hastalığın diğer belirtileri ile birlikte değerlendirmek bir anlam taşır
---Vücudun genellikle; koltuk altı, meme, ayak parmak araları ve cinsel bölge haricinde, ağız içindeki aftlara benzeyen yaralar görülebilir Bunlar diğer belirtilere göre daha az ortaya çıkar
Behçet Hastalığı Tüm organ sistemlerini tutabilen ve ciddi sonuçlar doğurabilen bir hastalıktır
Göz tutulumum bu, hastalığın en ciddi tablolarından biridir Tutulum genellikle iki taraflıdır Gözler hastalığın başlangıcından sonraki ilk 3 yıl içinde tutulabilir Bu tutulum alevlenmelerle giden, tekrarlayıcı bir seyir gösterir Gözün hem ön hem arka kamaraları tutulur Her alevlenmeden sonra, giderek körlüğe neden olacak bazı yapısal hasarlar oluşturabilir
Eklem tutulumu: Genellikle, ayak bileği, diz, el bileği ve dirsek eklemleri etkilenir Monoartiküler (tek eklem tutulumu ) ya da oligoartiküler (4 ya da daha az eklem tutulumu) gözlenir Bu iltihap genellikle birkaç hafta sürer ve eklemde hasar bırakmadan düzelir
Nörolojik tutulum: Sara nöbetleri, artmış kafa içi basıncıyla ilişkili baş ağrısı ve beyin bulguları karakteristiktir En ağır biçimi, erkeklerde görülür Bazı hastalar, psikiyatrik problemler geliştirebilir
Gastrointestinal tutulum: Mide- bağırsak sisteminde de ülserler (yaralar) görülebilir
Behçet hastalığının tanısı nasıl konulur?
Behçet hastalığı bir vaskülittir yani bir damar duvarı iltihabıdır En önemli ve diğer belirtiler henüz ortaya çıkmadan kendini gösteren ilk bulgu: ağızda tekrar eden yaralardır (aftlar)
Behçet hastalığında bütün bulgular bir arada olmadığında tanı koymak zor olabilir Eğer hastada ağızda, cinsel bölgede, göz ve deride bulgular varsa tanı kolaylaşır
Hastalığın tanısı aşağıdaki kriterlere göre konulur:
Yılda en az 3 kez ağızda tekrar eden aft ile birlikte aşağıdaki kriterlerden iki veya daha fazlasının bulunması:
Cinsel bölgede yaralar
Göz tutulumu (Üveit ve retinada hasar)
Deri bulguları
Pozitif paterji testi (Behçet hastalığını tanımak için yapılan bir test)
Paterji(Derinin Özgün Olmayan Reaksiyonu) derinin aşırı duyarlılığını ortaya koyan bir testtir Paterji testi, hastanın önkol derisine steril bir iğne batırılarak yapılır Reaksiyon 24 saatte belirginleşip 48 saatte maksimum seviyeye ulaşır Önce kırmızı 1-2 milimetrelik bir kabarıklık iken steril cerahatli sivilce haline de dönebilir Paterji testinin pozitif olması Behçet hastalarında pozitif tanı kriteri olarak kabul edilir
Behçet hastalığının tedavisi nedir?

Tedavinin seçimi hastanın klinik belirtilerine bağlıdır Alevlenmeler ve düzelmelerle seyreden bu hastalık zaman içinde belirtilerinin hafiflediği veya kaybolduğu devreler gösterebilir Tedavi lokal(haricen) ve sistemik olmak üzere iki kısımdan oluşur Lokal tedavi deri, ağız içi ve cinsel bölge belirtilerinde uygulanır Sistemik tedavi ise organ tutulumlarında kullanılır
Behçet hastalığı bütün organları tutabilen bir hastalık olduğu ve sonuçları tutulan sisteme bağlı olarak (Örneğin göz tutulumu körlük ile sonuçlanabilir) hastanın yaşam kalitesini önemli ölçüde etkilemesinin yanı sıra hastanın ölümüne dahi neden olabilir Bu nedenle hastalığın erken tanı ve tedavisi çok önemlidir Hastalık tekrarlayıcı olması sebebiyle bir uzman tarafından düzenli takip gerektirir

Uz Dr Ayfer Aydın

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Erişkinlerin %80'i hayatlarının bir döneminde en az bir kez bel bölgesindeki ağrıdan yakınmaktadır Bel fıtığı, genelde 30- 60 yaş arasındaki erişkin grupta sık görülmesine rağmen, hemen her yaşta ortaya çıkabilir

Bel fıtığının özellikle görüldüğü bir gruptan ziyade, bel fıtığına yol açabilecek risk faktörlerinden söz edilmelidir Bel ağrılarının ancak %3'ü ameliyat edilmesi gereken bel fıtıklarından kaynaklanır Bu nedenle hekim muayenesi ve yapılacak incelemelerin sonuçlarına göre, ilk önerilen yatak istirahatı, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçların kullanılmasıdır Alınan bu önlemlere karşın ağrı, bacaklarda uyuşukluk ve kas güçsüzlükleri geçmezse çözüm ameliyattır
Risk grubundaki meslekler:

" Ağır fiziksel aktivite ve ağır kaldırma gerektiren meslekler (İnşaatlarda çalışanlar vs)
" Devamlı öne eğilme, eğilerek dönme gerektiren meslekler
" Araba, otobüs, kamyon kullanma gibi vücudu sürekli vibrasyona maruz bırakan meslekler
" Uzun süre ayakta durma veya oturma gerektiren meslekler,
Futbol, halter, kürek ve güreş sporlarıyla uğraşan kişilerde bel ağrısı ve bel fıtığı sıklığı artmaktadır
Bel fıtığının nedenleri nelerdir?

Aşırı şişmanlık bel fıtığının en sık nedenidir Vücudumuzun ağırlığını omurgamız taşır Omurganın esnekliğini sağlayan ve bir tür destek yastığı olarak görev yapan disklerin aşırı baskıya maruz kalması, deformasyona ve şeklin bozulmasına neden olur Normal şeklini kaybederek dışarıya doğru kabaran, fıtıklaşan disk, baskı yaptığı sinirin fonksiyonlarını etkileyerek değişik belirti ve bulgulara neden olur

" Vücudumuzun yükünü taşıyan sadece omurgamız değildir Omurga boyunca uzanan tüm boyun, sırt ve bel kasları, karın kaslarının da fonksiyonu çok önemlidir Hareketsiz yaşam, düzenli egzersiz yapmama gibi durumlarda kaslar yeterince güçlü olmadığından, kasların taşıması gereken vücut ağırlığı da omurganın üzerine ek yük getirir Bu yük, disklerin üzerine binerek fıtıklaşmalarına neden olur Günlük yaşantımızda farkında olmadan yük kaldırma, nesneleri itme, çekme gibi yaptığımız bir dizi harekette, omurga fizyolojisine uygun davranılmalıdır Yerden bir yük kaldırılırken mutlaka dizler kırılarak çömelmeli, yük sonra kaldırılmalıdır Omuz üstüne yük kaldırılırken ( Çamaşır asma, dolap yerleştirme gibi) dikkat edilmeli, varsa bir merdiven, sandalye gibi bir yükseklik üzerinden bu işler yapılmalı, yukarı doğru uzanılmamalıdır Günlük çalışma sırasında özellikle masa başında, tam dik pozisyonda oturmalı ve sandalye bel girintisini destekleyecek biçimde seçilmelidir Sandalyenin uygun olmadığı durumlarda, bel girintisini destekleyecek ilave bir yastık aynı işi görecektir Yataktan kalkarken aniden bele yük bindirerek doğrulmaktan kaçınılmalıdır Önce yan dönmeli, sonra ayakları yatak kenarından aşağı sarkıtıp dirseklerden destek alınarak doğrulanmalıdır
Bel fıtığının belirtileri nelerdir?

Tek veya her iki bacağa vuran ağrılar, ayaklarda uyuşmalar, hareket kısıtlılıkları, yürüme ve oturmada güçlük bel fıtığının belirtileridir Bel fıtığı ilerlerse iktidarsızlık, çabuk yorulma, idrarını tutamama, yürüyememe gibi belirtiler de eklenebilir
Bel fıtığının tedavisi nedir?
Bel fıtığı başlangıç aşamasındaysa…Bel fıtığın tedavisi fıtıklaşmanın, yani disk dediğimiz elastiki maddenin bacağa giden sinirlere yaptığı basının derecesine bağlıdır Eğer sadece bel ve bacak ağrısı mevcut, herhangi bir uyuşukluk, güç kaybı, hareket kısıtlılığı yoksa bel fıtığı başlangıç safhasında demektir Bu halde hastaya kas gevşetici ilaçların verilmesi, yatak istirahatı ve belini zorlayacak hareketlerden kaçınması önerilir Ayrıca; kesinlikle iki kiloyu aşan ağırlıkları kaldırmamaları, eğer yerden bir şey alınacaksa çömelerek alması söylenir, otururken belinin arkasına bel boşluğunu yok edecek şekilde bir yastık koymaları ve yirmi dakikadan fazla oturmamaları (Eğer mesleği gereği uzun süre oturması gerekiyorsa her yirmi dakikada bir yürümesi), stresten kaçınmaları önerilir
Çok sert zeminler sanıldığının aksine yararlı değil zararlıdır Kaliteli bir yaylı yatakta ve hastanın kendince en rahat edebildiği pozisyonda yatması daha uygundur
Bel fıtığı ilerlediyse…Eğer yukarıdaki önerilere, istirahata ve kas gevşetici ilaçlara rağmen hastanın şikayetleri devam ediyorsa fizik tedavi uygulanabilir Fizik tedavi mutlaka bir uzmanın denetiminde olmalıdır Fizik tedavi sırasında ilk bir kaç gün ağrılarda artma olabilir, ama hasta fizik tedavi uzmanının önerdiği sürece tedaviye devam etmelidir
Eğer yapılan tüm tedavilere rağmen hastanın ağrıları geçmemiş ise nükleoplasti metodu uygulanabilir Nükleoplasti ileri dereceye ulaşmamış bel fıtıklarında, fıtıklaşmış diske röntgen altında bir iğne ile girilerek radyofrekans dalgalarıyla diskin ısıtılması, diskin içindeki sinirlerin harap edilmesi ve diskin içinde boşluklar açarak fıtığın çökmesi esasına dayanır Nükleoplasti, tek seans olarak, lokal anestezi altında hasta uyumadan ameliyathane şartlarında yapılır ve hastanede yatma gerektirmeden uygulanan bir metottur Fıtığı tamamen yok etmesinin garantisi yoktur ve başarı yüzdesi çok yüksek değildir (%60-80)
Ameliyat gerekirse…Fizik tedaviye rağmen hastanın ağrıları devam ediyorsa veya geriletilmeyen bir güç kaybı, bacakta incelme, idrar tutamama, dayanılmaz ağrılar mevcutsa veya MR filmlerinde diskten bir parça koptuğu tespit edilirse çözüm cerrahi müdahaledir (Mikrodiskektomi) Ameliyatla omurilikten çıkan sinirlere olan mekanik bası giderilmelidir Eğer cerrahi müdahale yapılmaz ve sinire bası devam ederse hastada idrarını tutamama, seksüel gücün kaybı, ayaklarda kuvvetsizlik gibi sorunlar gelişebilir Mikrodiskektomi veya Mikrocerrahi tedavi yönteminde başarı şansı %95-97'dir
İstirahatta tabu haline gelen bir öneri sert yatak önerisidir "Sert yatak " olarak kastedilen, üzerine yatmakla şekli bozulmayan, vücudun şeklini alabilen yatakların kullanılmasıdır Günümüzde ticari piyasada üretilen birçok yatak markası bu ihtiyacı karşılamaktadır Bu nedenle özellikle sert bir zeminin istirahat amacıyla yaratılması gerekli değildir Hastanın rahat ettiği pozisyon en iyi yatma pozisyonudur, özellikle dizlerin kırılması ve araya bir yastık konması da ağrıyı azaltabilir
Bel fıtığından korunmak için neler yapılmalı?
Yerdeki cisimleri dizleri kırmadan eğilerek kaldırmak, dizleri kırmadan ağır nesneleri itmek ve çekmek, omuz üstüne yük kaldırmak ve yukarı doğru uzanmak, masa başında uzun süre bel desteği olmaksızın çalışmak, elde uzun mesafelerde ağır yük taşımak bel fıtığını davet edici olaylardır

Düzenli egzersiz yapmak da bel fıtığının önlenmesinde son derece yararlıdır Tüm önlemlere karşın bel fıtığı gelişebilir Bu durumda başvurulacak bir beyin ve sinir cerrahının önerilerine dikkat edilmelidir

Op Dr Emre Oran

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Blefarit, göz kapağının kenarında, kirpiklerin dışa doğru uzadığı ve arkasında da yağ bezlerinin olduğu bölümde görülen bir hastalıktır

Bu, çok yaygın bir sorundur ve genellikle; cildi yağlı olan, kepek sorunu ya da gözleri kuru olan kişilerde görülür

Bu duruma tahriş, ya da enfeksiyon neden olabilir Blefarit çoğu zaman, tedavi edilmesi güç olan, kronik bir rahatsızlıktır Bu şikayet, görme yetisinde kalıcı bir tahribata neden olmaz ancak yine de rahatsızlık vericidir ve önemsenmesi gerekir
Belirtileri nelerdir?
En sık rastlanan blefarit türünde; göz kapaklarında kızarıklık ve şişlik; kirpik diplerinde ise kabuklanma görülür Bu kabuklar kalınlaştıkça çapak oluşur ve sabahları gözkapaklarının birbirine yapışmasına neden olur Eğer tedavi edilmezse bu durum daha da kötüye gider ve gözün diğer bölümlerine de yayılarak daha ciddi bir durumun ortaya çıkmasına neden olur Bakteri gözkapağını enfekte edebilir ve küçük kabuklu yaralar oluşabilir, bu da kirpiklerin dökülmesine neden olur
Blefaritin tedavisi
Blefarit oldukça inatçı bir göz hastalığıdır Bazı türleri tamamen tedavi edilemez fakat büyük çoğunlukla kontrol altına alınabilir Bu sorunun kontrol edilebilme oranı hem blefarit türüne hem durumun ne derece ciddi olduğuna hem de doktorunuzun önerilerine ne kadar uyduğunuza bağlıdır Göz sağlığı için Blefaritli kısmı temiz tutmak ve kişisel hijyen çok önemlidir Özenli ve dikkatli davranılmadığı takdirde hafif vakaları bile tam olarak tedavi etmek son derece güçleşebilir veya tedavi bittikten sonra aynı şikayetler baş gösterebilir

Gözkapakları düzenli olarak temizlenmelidir Ilık ve ıslak kompresle kabuklar yumuşatılırsa daha iyi sonuç alınır Küçük ve temiz bir havlunun sıcak suyla ıslatılıp sıkıldıktan sonra 5-10 dakika göz kapaklarının üzerinde tutulması faydalıdır Havlu soğudukça sıcak suyla tekrar ıslatılarak sıcak kalması sağlanabilir Sıcak tedavisinin ardından havluya az miktarda göz yakmayan bir bebek şampuanı dökülüp yatay hareketlere kaşların, gözkapaklarının ve kirpik diplerinin temizlenmesi gerekir Oluşmuş tüm kabuklar temizlendikten sonra şampuan uygulanan bölge durulanmalıdır Bu işlemin özellikle sabah kalkar kalkmaz yapılması ve günde birkaç kez tekrarlanması önemlidir Bazı durumlarda sıcak kompresin ardından, şampuan uygulamasından önce parmak uçlarıyla kirpik diplerine dairesel hareketlerle masaj yapılması da yararlıdır
Op Dr Mustafa Temel

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Mide, kendisine gelen yiyecekleri sindirebilmek için asit salgılar Mide içeriğinin ve sıvısının mide dışına çıkmaması için var olan kapakçık sistemi mide sıvısının mideden dışarı kaçağını önlemeye çalışır

Mide ile yemek borusu arasındaki kapakçık (alt özofagus sfinkteri) uygun çalışmadığı zaman, midenin asitli içeriği yukarıya yemek borusuna doğru kaçar Buna "Gastroözofageal reflü (GÖR)" denir Yemek borusu ile boğaz arasındaki kapakçık (üst özofagus sfinkteri) çalışmadığı zaman ise, mide içeriği aside, mide içeriğine ve safraya karşı çok daha hassas olan boğaza ve larinkse yani ses tellerine kadar ulaşır Bu duruma ise, "Laringofaringeal reflü (LFR)" adı verilir Bu reflü yaygın olarak bilinen mide reflüsundan farklıdır Boğazda olan üst reflü gün içinde ve ayakta daha fazla iken, mide reflüsü yatarken daha sık ve rahatsız edicidir LFR gelişiminde gırtlak ve yutak dokularının hassas yapısı ve bazı sinirsel refleksler, yemek borusu hareketleri de önemli role sahiptirler
Reflüye bağlı ses problemleri ya asidin doğrudan irritatif etkisiyle ya da boğaz, gırtlak ve boyun kaslarının aside karşı refleks olarak kasılması ve sertleşmesiyle ortaya çıkar
Avrupa popülasyonunun yaklaşık %30'unun reflü şikayeti olduğu bilinmektedir Boğazda olan bu reflü nadir değildir ve KBB Polikliniklerine başvuran her 10 hastadan birinde görülmektedir Ayrıca ses problemleri nedeniyle KBB Hastalıkları uzmanına başvuran hastaların en az %50'sinde LFR'nin ses probleminin ana veya yardımcı nedeni olduğu belirtilmektedir
Hastalıkta sıklıkla karşılaşılan problemler;
-Ses kısıklığı, seste kabalaşma, ses problemleri
-Kronik öksürük, inatçı öksürük
-Geniz akıntısı
-Boğaz temizleme
-Boğazda takıntı hissi, yabancı cisim hissi
-Yutma problemleri
-Ağızda acı/ kötü tat
-Nefes almada zorluklar
-Ağız kokusu
-Kulağa yansıyan ağrı
-Ağza acı su gelmesi, göğüs ağrısı, mideden asit gelmesi, hazımsızlıktır
TANI VE TEDAVİ:
Tanı koymak her zaman kolay değildir Çünkü hastaların şikayetleri bu hastalığa spesifik olmamaktadır Öncelikle hastalardan ayrıntılı bir hikaye alınmalı, beslenme biçimleri, hayat tarzları, vücut kitle indeksleri, sigara, alkol, çay, kahve alışkanlıkları, mideye dokunan ilaç kullanımları, akşam yemeği ile yatış arası süre, çikolata, kuruyemişler, acı, sirke, acılı soslar, yağlı, şekerli beslenme alışkanlıkları, stres ve stresle baş edebilme durumları ve hatta dar kemer ve giysi kullanımları sorgulanmalıdır Hastalarımızın daha önceki mide hastalıkları, bu hastalıklara yönelik kullandıkları ilaçlar ve geçirdikleri cerrahi operasyonlar da yine bilmemiz gereken noktalardır
Videolarengoskopi bize reflü hakkında en çok bilgi veren görüntülü endoskopi sistemidir Bunlar fiberoptik endoskopi veya videolarengoskopi ile üst solunum ve sindirim yollarının görüntülenerek değerlendirilmesidir Bu sistem mide endoskopisine benzemez Kameralı endoskoplarla boğazdan, gırtlaktan ve ses telleri ile yemek borusu başlangıç yerinden kayıtlı görüntüler elde edilir
Kesin tanıda iki problu asit ölçüm çalışmalarına da başvurulmaktadır
Maalesef LFR zor tanı konulan, düzenli tedavi alamayan bir hastalık olma özelliği taşımaktadır Son yıllardaki tıptaki baş döndürücü gelişmelere teknolojik dönüşümün de eşlik etmesi sonrası LFR, önümüzdeki yıllarda ismini çok daha fazla duyuracak bir hastalık olacaktır Hatalı beslenme tarzları ve yaşam şekillerine eklenen yoğun stres sonucu bu hastalık da görülme sıklığını artıracaktır

LFR birçok hastalığın oluşumunda suçlanmaktadır: Bunlardan en önemlileri;
-Astım,
-Mikroaspirasyonlar (solunum yollarına asit ve mide içeriğin kaçışı),
-Akciğer hastalıkları,
-Hava yolu daralması (larengeal stenoz),
-Uykuda solunumun durması ile kendini gösteren tıkayıcı uyku apnesi,
-Ataklarla seyreden larengospazm,
-Gırtlak kanseri,
-Ani bebek ölüm sendromu,
-Kronik sinüzit,
-Kronik farenjit olarak sıralanabilir Kronik farenjiti tedavisi olmayan bir hastalık olarak sayılmamalı, mutlaka bu hastalarda reflü varlığı sorgulanmalıdır
Diyetin düzenlenmesi bu hastalığın sadece tedavisinde değil, aynı zamanda tekrarlamamasında da çok önemli bir yere sahiptir Günümüzün modern yaşam biçiminde artık geçici, haftalık, aylık, mevsimlik dietler yerine doğru beslenme biçimini kendi hayat tarzımız olarak benimsememiz gereklidir Bu öneriler ise;
-Yatmadan 3 saat önce herhangi bir gıda yememek/ içmemek (su dışında),
-Aşırı yemekten kaçınmak ve yemeklerden sonra hemen yatmamak,
-Kızartılmış gıdalardan uzak durmak,
-Alkol, kahve, çay, çikolata ve asitli içeceklerden kaçınmak,
-Rahatsız ettiği bilinen yiyecekleri tüketmemek olarak özetlenebilir
Yatarken yatak başın 10-15 cm yükseltilmesi gerekir Burada çift yastıkta yatmak değil, yatak başının yükseltilmesi amaçlanmaktadır Dar giysilerden ve sıkı kemerden kaçınmalıdır Sigara, alkol kullanılmamalı; ideal kilo korunmalıdır Ayrıca karın bölgesini aşırı sıkan kıyafetlerden kaçınılmalıdır Ek olarak:
-Yemeklerden hemen sonra yatmaktan ve eğilmekten kaçınmak,
-Aspirin gibi mideye dokunan ilaçları zorunluluk yoksa kullanmamak,
-Yoğun stresden kaçınmak veya stresle başa çıkma sanatını öğrenmek,
-Karın solunumu yapmak,
-Sık ve az miktarda öğünlerle beslenmek,
-Kafein ve nikotinden uzak durmak,
-Domates ve domates sosu içeren yiyecekler, acılı yiyecekler, ananas, sirke ve turunçgilleri ölçülü tüketmek,
-Çikolata, kuruyemişler, mentol ve alkollü içecekler alt yemek borusu kapakçığını bozar, bunlardan da uzak durmak,
-Yağlı yiyeceklerden kaçınmak,
-Tam yağlı süt yerine yağı azaltılmış veya yağsız süt ve süt ürünlerini tercih etmek sayılabilir
Doç Dr Erkan Tarhan

Alıntı Yaparak Cevapla

Sağlık Ansiklopedisi

Eski 08-17-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sağlık Ansiklopedisi



Çölyak hastalığı bağırsaklarda besin maddelerinin sindiriminin ve emiliminin bozulmasına yol açan bir hastalıktır Çölyak hastalığı olan insanlar; buğday, arpa, çavdar ve bir dereceye kadar da yulafta da bulunan bir protein olan 'gluten' e karşı hassasiyet gösterirler

Bu kişiler gluten içeren gıdalarla beslendiklerinde ince bağırsaklarında oluşan immunolojik reaksiyonlar sonucu hücrelerde iltihap ve hasar oluşturur Oluşan bu hasar sonrasında besin maddelerinin sindirimi ve emilimi bozulacağından, ishal ve zamanla vücutta bazı maddelerin eksikliği ortaya çıkar

Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır ve hastaların yüzde10 kadarında ailede çölyak hastalığı olan başka bireyler vardır Çift yumurta ikizlerinde yüzde30 oranında görülürken, tek yumurta ikizlerinde görülme oranı yüzde70'tir

Bazı viral enfeksiyonlar ve stres durumları hastalığın ortaya çıkmasına sebep olabilir Her yaşta ortaya çıkarsa da 8-12 aylık çocuklarda ve 30-40 yaş aralığında daha sıktır İleri yaşlarda da ortaya çıkabilmektedir "Latent" veya "sessiz çölyak" hastalığı ise, bu hastalığa ait tipik bulguların olmadığı fakat kalıtsal yatkınlığı olan hastalar için kullanılan bir terimdir Bu hastalarda zamanla çölyak hastalığı yerleşir

Belirtileri nelerdir?
Emilim ve sindirim bozukluğunun derecesine bağlı olarak Çölyak hastalığı çocuklarda ve erişkinlerde farklı belirtilerle kendini gösterir Çocuklarda gelişme ve büyüme geriliği çölyak hastalığının erken bulgusu olabilir Karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal, huysuzluk, uyuklama, davranış bozuklukları ve okulda başarısızlık görülebilecek diğer belirtilerdir Bulguların ortaya çıkması ve şiddetlenmesi yıllar sürebilir Çölyak hastalığı erişkinlerde genellikle 30-40 yaş civarında ortaya çıkarsa da daha ileri yaşlarda da görülebilir Hastalıklı kişilerde belirtiler iki şekilde kendini gösterir:

Emilim bozukluğuna bağlı olanlar
Besin, mineral ve vitamin eksikliğine bağlı olanlardır
Hastalarda temel besin kaynakları olan; protein, karbonhidrat ve yağ emilimi bozulmuştur ve en ciddi emilimi bozulan ise yağlardır Yağ emiliminin bozulması sonucu hastalarda ishal ve şişkinlik şikayetleri ortaya çıkabilir Karbon hidrat emilim bozukluğu sonucu ise hastalarda laktoz intoleransı ortaya çıkar, bu durum sütlü yiyecekler sonrası hastalarda karın ağrısı ve şişkinlik gibi şikayetlere neden olabilir
Hastalarda beslenme bozukluğu, vitamin ve mineral yetersizliğine bağlı olarak;
Zayıflama ve ödem
Kansızlık (demir ve B12 vitamin eksikliği)
Kemik erimesi (osteoporoz)
Kolay çürüme (K vitamin eksikliği)
Sinir hasarı =periferik nöropati (B12 ve B1 vitamin eksikliği)
Kısırlık (adet bozukluğu, düşükler)
Kas güçsüzlüğü (potasyum, magnezyum yetersizliği)
Saç dökülmesi
İştahsızlıktır

Teşhis ve tedavisi
Çölyak hastalığından şüphelenildiğinde, ayrıntılı bir muayeneden sonra bazı kan ve dışkı testleri istenir Kalsiyum, magnezyum, potasyum, protein, kolesterol, B12 vitamini, A vitamini, folik asit ve demir gibi bu hastalıkta vücutta eksilebilecek bazı maddelerin kandaki seviyelerinin ölçülmesi, tam kan sayımının yapılması ve iltihap belirteçlerinin kontrol edilmesi yanında; çölyak hastalığının teşhisinde kullanılan bazı testlerin de yapılması gerekir Çölyak hastalığının tanısında mutlaka yapılması gereken bir diğer inceleme, ince bağırsak mukoza biyopsisidir Özellikle belirgin kilo kaybı, karın ağrısı, kansızlık, gece terlemeleri ve kanama gibi bulguları olan hastalarda bu incelemelerin yapılması ve gerektiğinde bilgisayarlı batın tomografisi gibi başka görüntüleme yöntemlerine başvurulması gerekebilir Erken dönemde teşhis edilmediğinde çölyak hastalığı ciddi problemlere yol açabilir Yukarıda tarif edilen bulgulara benzer şikayetleri veya ailesinde çölyak hastalığı öyküsü olanların bir iç hastalıkları uzmanı veya gastroenteroloji uzmanına başvurmaları gerekir Çölyak hastalığı olanların yüzde10 kadarında; anne, baba, kardeş veya çocuklarında da aynı hastalık görülebilir Gebelik döneminde kansızlığı belirgin ölçüde şiddetlenen kadınların çölyak hastalığı yönünden araştırılması gerekir
Çölyak hastalığında tedavinin temelini sıkı bir glutensiz diyet uygulanması oluşturur Bu amaçla gluten içeren tahıl ürünleri (buğday, arpa ve çavdar) kullanılarak yapılan gıda maddelerinin kesinlikle yenmemesi gerekir Pirinç, mısır, patates ve soya unundan yapılmış ürünler yenilebilir Meyve, sebze, yumurta ve et ürünlerinin yenmesinde sakınca yoktur

Gluten içermeyen bir diyetin uygulanması normal beslenmeye göre daha pahalı, güç ve sıkıcı olabilir Bu nedenle kesin tanı konulmadan bu tür bir diyetin uygulanması tavsiye edilmez Bu hastalarda laktoz eksikliği (laktoz intoleransı) de olabildiğinden başlangıçta süt ve sütlü gıdaların alınmaması önerilir

Glutensiz diyete başlanmasından günler sonra şikayetlerde azalma görülmeye başlar Şikayetlerin tamamıyla ortadan kalkmasına rağmen bağırsak mukozasının tamam olarak iyileşmesi bazen 2 yıl kadar sürebilirse de bağırsak mukozasındaki iyileşme genellikle 3-6 ay içinde gerçekleşir
Çölyak hastalığında ilaç tedavisi yoktur
Sıkı bir glutensiz diyet uygulayan hastalarda hastalık genelde iyi bir gidiş gösterir Tedavi edilmeyen vakalarda uzun dönemde (20-30 yıl) ortaya çıkabilecek ciddi bir hastalıklar arasında; ince bağırsak lenfoması, ince bağırsak ülserleri ve kollajenöz çölyak hastalığı sayılabilir Sıkı diyet ile kansere dönüşüm engellenebilir
Prof Dr Yavuz Baykal

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.