Sadreddin Konkevi |
08-06-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sadreddin KonkeviSadreddin Konkevi Sadreddin Konkevi (ks) İsmi Muhammed bin İshâk, künyesi Ebü'l-Meâlî, lakabı Sadreddîn'dir 1210 (H606) târihinde Malatya'da doğdu 1274 (H673) târihinde Konya'da vefât etti Kabr-i şerîfi Konya'da kendi adı ile anılan câminin bahçesindedir Sadreddîn-i Konevî'nin babası İshâk Efendi, Anadolu Selçukluları nezdinde yüksek makam sâhibi biriydi Küçük yaşta babası İshâk Efendi vefât etti Üvey babası Muhyiddîn-i Arabî, Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ve yetişmesiyle meşgûl oldu Çok iyi bir tahsîl gördü Kelâm ve tasavvuf ilimlerine âit birçok kıymetli eserler yazdı Muhyiddîn-i Arabî , Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ile çok yakından meşgûl oldu Yetişmesine özel ihtimâm gösterdi Muhyiddîn-i Arabî'den Konya'da ilim ve feyz alan ve çok istifâde eden Sadreddîn-i Konevî, hocası ile Halep ve Şam'a gitti Muhyiddîn-i Arabî Sadreddîn-i Konevî'ye nefsini terbiye yollarını öğretti Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla geçirdi Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu Bir gün annesine birkaç hanım gelip; "Sen zengin, îtibârlı bir kişinin hanımı iken şimdi bir Pîr-i Mağribî'ye vardın Hâlin nasıl, hayâtından memnun musun?" dediler O da; "Hâlimden memnunum Geçimim de iyidir Lâkin gözümün nûru oğlum büyük sıkıntılar içindedir Gecesi de gündüzü de yoktur Efendim Muhyiddîn-iArabî kendisi kuş eti yer, ballı şerbetler içer, lâkin ciğerpâreme bir arpa ekmeği dahi vermez Yememek ve içmemekten bir deri bir kemik kaldı Üstelik onu da göremez olduk Onu kimseye göstermez Uykusu gitsin diye zenbile koyup bir yere asar" dedi Bu şikayetlenme sözlerinden Muhyiddin-i Arabî haberdar olunca Sadreddîn Konevî'nin annesi özür diledi ve cân-u gönülden istiğfâr etti Sonra oğlu Sadreddîn-i Konevî mânevî dereceleri geçip büyük velîler arasına girdi Sadreddîn-i Konevî anlatır: "Hocam Muhyiddîn-i Arabî hayatta iken, benim maneviyat aleminde yüce makamlara kavuşmam için çok uğraştı Lâkin hepsi mümkün olmadı Vefâtından sonra bir gün, kabrini ziyâret edip dönüyordum Birden kendimi geniş bir ovada buldum O anda Allah'ın muhabbeti beni kapladı Birden Muhyiddîn-i Arabî'nin rûhunu çok güzel bir sûrette gördüm Tıpkı sâf bir nûrdu Bir anda kendimi kaybettim Kendime geldiğimde onun yanında olduğumu gördüm Bana selâm verdi Hasretle boynuma sarıldı ve; "Allah'a hamd olsun ki, perde aradan kalktı ve sevgililer kavuştu, niyet ve gayret boşa gitmedi Sağlığımda kavuşamadığın makamlara, vefâtımdan sonra kavuşmuş oldun" buyurdu Yine kendisi anlatır: 1255 senesi Şevvâl ayının on yedisine rastlayan Cumartesi gecesi, rüyâmda şeyhim Muhyiddîn-i Arabî'yi gördüm Aramızdaki uzun konuşmalardan sonra, ona, Cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-ül Hüsnâsı ile ilgili kalbime doğan bilgileri arz ettim O da; "Çok doğru, pek güzel!" deyince, ona; "Efendim! Hakîkatte güzel olan sizsiniz Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz Siz olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?" dedim Mübârek ellerini öptüm ve; "Efendim! Bütün mahlûkâtı, her şeyi unutup Allah'ı dâimî olarak hatırımda tutabilmem için bu fakîre duâ ve himmetlerinizi istirhâm ediyorum" diye yalvardım O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım" Sadreddîn Konevî , bundan sonra çok büyük mânevî derecelere yükseldiğini, mânevî âlemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allah'ı hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehât isimli eserinde bildirdi Sadreddîn-i Konevî hocası Muhyiddîn-i Arabî'nin vefâtından sonra evliyânın büyüklerinden Evhadüddîn-i Kirmânî'nin sohbetlerine kavuştu Ondan da yüksek mânevî bilgiler tahsîl etti Sonra hac dönüşü Konya'ya gelip yerleşti Orada güzel halleri ve kerâmetleriyle çok meşhûr oldu Sadreddîn-i Konevî Konya'ya geldiğinde, Çeşme Kapısı içindeki bir mescidde imâmlık yapmaya başladı O günlerde kendisini kimse tanımaz ve îtibâr etmezdi O da tanınmayı istemezdi Selçuklu Sultanı Alâeddîn şahidi olduğu bazı kerametlerini görünce Sadreddîn-i Konevî'ye karşı sevgisi fazlalaştı ve O'na karşı büyük bir hürmet ve itibar gösterdi Sadreddîn-i Konevî Konya'da binlerce talebeye ders verdi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sa'îdeddîn-i Fergânî, Müeyyedüddin Cendi gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yetiştirdi Zamânının en büyük âlimlerindendi Kelâm ilmindeki yeri eşsizdi Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu Muhyiddîn-iArabî'nin "Vahdet-i vücûd" hakkında söylediklerini ve yazdıklarını dîne ve akla uygun olarak îzâh etti Nasîruddîn-i Tûsî ile hikmete âit bâzı meselelerde mektuplaşmaları oldu ve aralarındaki uzun süren münâzaralardan sonra, Nasîruddîn-i Tûsî aczini îtirâf ederek, onun üstünlüğünü kabûl etti Sadreddîn-i Konevî'nin hayâtı, zühd ve takvâ içerisinde geçti Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasından kaçardı Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünyâ malına aslâ meyletmezdi Sultan Alâeddîn zamânında Hâce Cihân adında Konya'da çok zengin biri vardı Malının hesâbı bilinmezdi Bu zenginin oğlu Sara hastalığına tutuldu Derdine çâre bulunamadı Zenginin ona çâre için başvurmadığı tabîb kalmadı Bunun için çok para sarf etti Lâkin hiçbir çâre bulamadı Hâce Cihân'ın yolu bir gün Sadreddîn-i Konevî'nin dergâhına uğradı Derdini ona açtı Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî ona oğlunun adını sordu Hâce Cihân; "İsmi Alican, vâlidesinin ismi de Hân'dır" dedi Sadreddîn hizmetçiden kâğıt kalem istedi ve Eûzü besmele okuyup; "Bismillahillezî lâ yedurru maasmihî şey'ün fil erdı velâ fis semâî ve hüvessemîul alîm Eûzü bi kelimâtillah-it-tâmmâti küllihâ min nefsihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî ve min hemezât-iş şeyâtîn" yazdı ve duâlar etti Hâce Cihân eve gittiğinde oğlunun hastalıktan tamâmen kurtulmuş olduğunu gördü Allah'a şükürler etti ve bunun kerâmet olduğunu anlayıp, Sadreddîn-i Konevî'ye karşı sevgisi arttı Horasan'dan bir derviş birçok yerler dolaşarak Şam'a gelmiş ve orada Sadreddîn-i Konevî'nin yüksek hal ve kerâmet sâhibi birisi olduğunu işitmişti Bunun üzerine görmeden ona âşık oldu ve Konya'ya geldi Sadreddîn-i Konevî'nin dergâhına uğradı Derviş dergâhta misâfir edilip, kendisine her gün nefis yiyecekler ve içecekler ikrâm edildi Derviş, Konevî'nin sofrasının böyle zengin olmasına hayret etti Oraya kim gelirse, sofra hazır olur ve istediği yiyecekler önüne gelirdi Herkes ihtiyâcı kadar yedikten sonra giderdi Bu yiyecek ve içeceklerin eksik olduğu bir gün görmedi Acem diyârından bir derviş birçok yerler dolaşıp birçok kimseler görüp Konya'ya gelmiş ve Sadreddîn-i Konevî 'nin dergâhına misâfir olmuştu Sadreddîn-i Konevî 'nin mal ve mülkünü, hizmetçilerinin çokluğunu görünce, içinden; "Keşke bu kişinin bu malları kendisine ayak bağı olmasaydı da hak yolda bulunaydı KeşkeAcem diyârına bir gidip de oradaki evliyâ ile münâsebeti olsaydı Kendisi için bu ne iyi olurdu" diye geçirdi Bir zaman sonra bu düşüncesini Sadreddîn-i Konevî 'ye açtı ve; "Ey Efendi! Siz bir Acem diyârına gitseniz oradaki âlim ve velîlerle görüşseniz bu dünyâya bağlılığı terk edip Cenâb-ı Hakk'a kavuşursunuz" dedi Sadreddîn-i Konevî i dervişin bu sözleri üzerine; "Ey derviş! Pekâlâ, bu dediklerini kabûl ettim Gel gidelim" buyurdu ve birlikte Acem diyârına doğru yola çıktılar On beş gün kadar yol gittikten sonra derviş, hırkasını Konya'da unuttuğunu hatırlayıp, aklı başından gitti ve yüzü üzerine yere düştü Sadreddîn-i Konevî dervişin yüzüne su serpip ayılttı Derviş; "Ey arkadaşım! Ben dergâhınızda abdest almak için hırkamı çıkarmıştım Onu unutmuşum Şimdi hatırıma geldi de ondan fenâlaştım" dedi Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî ona tebessüm edip; "Ey Acem dervişi! Dünyâ sevgisi bütün günâhların başıdır Biz bunca mal ve mülkü hizmetçileri geride bıraktık Lâkin birisi hatırımıza gelmedi Sen ise iki paralık hırkanı terk ettiğinde aklın başından gitti" buyurdu Sonra o dervişi yolda bırakıp Konya'ya döndüler Sadreddîn-i Konevî i bir gün, Allah'a yalvarıp; "Yâ Rabbî! Sana lâyıkı ile ibâdet, kulluk yapamadım ve seni hakkıyla tanıyamadım Senin lutf ve ihsânına güveniyorum Cennet'teki makâmımı görmek arzu ediyorum" dedi O gece bir rüyâ gördü Rüyâsında kıyâmet kopmuş ve insanlar kabirlerinden kalkıyordu Bu durumu kendisi şöyle anlatır: "Beni de Rabbimin huzûruna götürdüler Allah meleklere emredip; "Alın Cennet'e götürün" buyurdu Beni alıp Cennet'e götürdüler Orada türlü türlü köşkler ve bahçeler vardı Onları seyrettim Bir bahçe vardı ki, onun meyvesi miskti O esnâda bir elma mikdârı misk almak istedim ve aldım İşte o esnâda rüyâdan uyandım Uyandığımda sağ elimde bir avuç misk duruyordu O miskin kokusu da her tarafı kaplamıştı Bu miskin kokusu hocam Şeyh Muhyiddîn-i Arabî'nin bana hediye ettiği hırka-i şerîfe sirâyet etti" buyurdu Sadreddîn-i Konevî vefât ettiklerinde kefenine bu miskten konulmuştur Bir zaman Sadreddîn-i Konevî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Kâdı Sirâcüddîn ve başka âlim ve sâlih zâtlar Konya'nın Meram Bağlarına gittiler Mevlânâ oradaki bir değirmene girdi ve uzun bir süre kaldı Kâdı Sirâcüddîn değirmene girdi Sonra da Sadreddîn-i Konevî geldi Değirmen taşını dinlediler Sadreddîn-i Konevî ; "Ben de bu taşın Allah'ı zikrettiğini, Sübbûhun Kuddûsün, dediğini işittim" buyurdular Şems-i Tebrizî Konya'ya gelince, Mevlânâ devamlı bununla sohbet edip, hiç dışarı çıkmaz oldu Konya'nın ileri gelen diğer âlimleri buna üzülüp, hep birden şehri terk ederek Denizli'ye gittiler Bunu duyan Selçuklu Sultânı çok üzüldü Çünkü âlimleri seven, onları koruyan biriydi Bir Cumâ günü Sadreddîn-i Konevî'den ricâda bulunup; "Ben âlimler arasındaki şeylere karışamam Bu iş, pâdişâhların karışacağı bir iş değildir Ancak Cumâ namazında âlimlerin bulunmaması şânımıza noksanlık verir Lütfen bunları bulup getirin!" dedi Sadreddîn-i Konevî hemen katırına binerek yola çıktı Bir anda kendisini Denizli'de buldu Orada âlimleri bulup; "Cumâ namazı vakti geçmeden Konya'ya dönmemiz lâzımdır Sultânın kalbini kırmayınız; pâdişâhlar, Allah'ın emrini îfâya memur kişilerdir Onlara karşı gelmek, onları üzmek hiç uygun değildir Sonra Allah'ın gazâbına uğrarsınız" buyurdu Daha buna benzer birçok iknâ edici sözler söyledi Yanında evliyâdan Ahî Evren de vardı Âlimler iknâ olur gibi oldular Dediler ki: "Biz teklifinizi kabûl edip gelecek bile olsak, Cumâ vakti Konya'da bulunmamız imkânsızdır" Sadreddîn-i Konevî de; "Siz kabûl edin, Allah müslümanları sevindirenleri mahcûb etmez" buyurdu "Âlimler teklifi kabûl edip, hemen yola çıktılar Birkaç günlük yolu bir anda kat edip, Cumâ vaktinden evvel Konya'ya vardılar Sultan Alâeddîn buna çok memnun oldu Sadreddîn-i Konevî 'ye olan sevgi ve muhabbeti daha da arttı İslâm âlimlerine dâimâ yardımcı oldu Sadreddîn-i Konevî anlatır: "Rüyâmda Fahr-i kâinât Efendimizi gördüm Yanlarında Ashâbı kirâm olduğu halde medreseyi teşrif etmişlerdi Sofanın ortasına oturdular Bu sırada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de oraya gelip, uygun bir yere oturdu Rasulullah efendimiz Mevlânâ'ya çok iltifât ettiler ve hazret-i Ebû Bekr'e dönerek; "Yâ Ebâ Bekr! Ben, Celâleddîn ile, diğer peygamberlerin arasında öğünürüm Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile, ümmetimin gözleri aydın olur O benim oğlumdur" buyurdular Mevlânâ'yı sağ tarafına oturttular Rasulullah efendimiz bu rüyâ ile talebelerinden Mevlânâ'nın derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular Bu durumu diğer talebelere anlattım ki, onun hatırını gözetip ilminin yüksekliğini anlasınlar" Bir gün büyük bir ilim meclisi kurulmuş ve Konya'nın büyükleri orada toplanmışlardı Sadreddîn-i Konevî de orada bir seccâde üzerinde oturuyordu Mevlânâ içeri girince seccâdeye oturmasını teklif etti Bunun üzerine Mevlânâ; "Sizin seccâdenize oturursam, kıyâmette bunun hesâbını nasıl verebilirim?" dedi Sadreddîn-i Konevî de; "Senin oturmada fayda görmediğin seccâde bize de yaramaz" deyip, seccâdeyi oradan kaldırdı Mevlânâ, Sadreddîn-i Konevî'den önce vefât etti Vasiyeti üzerine, cenâze namazını Sadreddîn-i Konevî kıldırdı Ömrünü Allah'ın kullarına hizmet etmekle, ilim ve edep öğretmekle geçiren Sadreddîn-i Konevî duâlarında: "Yâ Rabbî! Kalbimizi senden başka şeye yönelmekten ve senden başkasıyla meşgûl olmaktan temizle Bizi bizden al, bizim yerimize bizi kendinle doldur Bizi başkalarına ve şeytana oyuncak yapma Bize nûr bahşet Duâlarımızı çabucak, kendi istediğin şekilde kabûl buyur Sen işitensin Sen bize yakınsın Sen duâlara icâbet edensin" buyururdu Sadreddîn-i Konevî vefât ettiğinde cenâze namazı büyük bir kalabalık tarafından kılındı Vasiyetine uyularak kabri üzeri kapatılmayıp, açık bırakıldı Sadreddîn-i Konevî'nin kabrini ziyâret edenler, onun feyzlerinden istifâde ederler Onu vesîle ederek yapılan duâlar, bi-iznillah kabûl olur Sıkıntıda kalanlar ondan yardım isteseler, Allah'ın izniyle rûhâniyetleri imdâda yetişir 1899 senesinde Sultan İkinci Abdülhamîd Hân, şahsî parasıyla, Sadreddîn-i Konevî'nin câmiini ve türbesini îmâr ve ihyâ edip canlandırdı Türbesine hizmet edenlerden biri rivâyet etti: "Zamânın devlet erkânından yüksek rütbeli bir subay türbeyi ziyârete geldiCâmide namazı kıldıktan sonra, Sadreddîn-i Konevî'nin nefsini terbiye etmek için yaptırdığı çilehânesini ziyâret etmek istedi Kapısını açtık Yalnız bir kişinin namaz kılabileceği büyüklükteki, feyz, bereket, huzûr ve saâdet mekânı olan çilehâneye girdi Uzun bir secdeden sonra Cenâb-ı Hakk'a yalvarmaya başladı Daha sonra kabr-i şerîfin yanına Sadreddîn-i Konevî'nin huzûruna gelip, Allah'a, O'nu vesîle ederek uzun bir duâ etti Biz de âmin dedik Duâ bitince bize dönerek; "Bizler, ellerimizdeki silâhlar ve diğer askerî güçlerimizle, memleketimizin görünürdeki bekçileriyiz Fakat huzûrunda bulunduğumuz Sadreddîn-iKonevî ve onun emsâli olan büyükler, bu memleketin hakîkî kumandanlarıdır Allah'ın yardımı ve bunların mânevî destekleri olmadıkça, bizim görünürdeki güç ve kuvvetimizin hiçbir tesiri olamaz Onun için biz, bir memlekete vardığımız zaman, önce o memleketin mânevî kumandanlarını ziyâret ederiz" dedi Konevî Câmiine devamlı gelenlerden biri anlatır: "Sadreddîn-i Konevî'yi iki defâ rüyâmda gördüm İlk gördüğüm gecenin gündüzünde, bir iş yüzünden birçok kimsenin kalblerini kırmış, onları çok üzmüştüm Rüyâmda heybetli bir şekilde görünüp bana buyurdu ki: "Kimseyi üzme, kimsenin kalbini kırma, kalb kırmaktan çok sakın" Bu ihtar bana çok tesir etti Bundan sonra kimsenin kalbini kırmamaya, herkesle iyi geçinmeye çalıştım İkinci rüyâm da şöyle oldu: İlk rüyâmdan sonra artık devamlı onun kabrinin bulunduğu câmiye gitmeye başladım Câminin ve türbenin tâmiratı, bakımı ve temizliği ile uğraşıyordum Bir gece rüyâmda bana güler yüzle görünüp; "Hizmetlerinden memnunum Allah bu hizmetlerini karşılıksız bırakmaz" buyurdu Bu ikinci rüyâdan sonra Sadreddîn-i Konevî'ye karşı sevgi ve muhabbetim daha da arttı Bütün günümü, câmi ve türbenin işleriyle geçirmeye başladım Sadreddîn-i Konevî'nin Nüsûs, Hukûk, En-Nefehât-ül-İlâhiyye, Mefâtîh-ül-Gayb, Fâtiha Tefsîri, Şerh-i Ehâdîs-i Erbaîn gibi eserleri vardır FAKR NEDİR? Bir defâsında Mevlânâ Sadreddîn-i Konevî'nin dergâhına gitmişti Karşılıklı durmuşlar, hiç konuşmuyorlardı Bu sırada Sadreddîn Konevî'nin hizmetini gören dervişlerden olan Hacı Mâruf Kâşifî içeri girdi Bu hizmetçi defâlarca yaya olarak hacca gitmişti Pekçok velînin sohbetinde bulunmuştu İçeri girince, Mevlânâ Celaleddin'e; "Fakr nedir?" diye bir suâl sordu Fakat hiç cevap vermediBunun üzerine tekrar; "Fakr nedir?" diye sordu Yine cevap vermedi Tekrar tekrar sorunca, Mevlânâ kalkıp gitti Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî huzursuz olup; "Ey pîr-i ham! Neden vakitsiz suâl sorarsın? Sordun cevap verdiler Tekrar neden sordun?" deyince, derviş; "Ne cevap verdiler?" dedi "Fakrın târifini yaptı O; "Allah'ı tanıyınca, dil tutulur" hadîs-i şerîfi gereğince cevab verdi Şimdi lâyık olan şudur ki, derviş, şeyhi huzûrunda tam bir teslimiyetle bulunmalıdır" (Sadreddin Konkevi 40 Hadis Şerhi Kitabından Alıntıdır) Not: İbnül Arabi hakkında ; onun talebesi olan Sadrettin Konkevi ve onunda Talebesi olan Mevlananın da hocasıdır Ayrıca Hacı Bektaş Veli de İbnü'l arabinin öğrencisidir ve Taptuk Emre de Hacı Bektaş Velinin , Yunus Emre de Taptuk Emrenin öğrencisidir Buradan; Hem Mevlana , Hem de Yunus Emrenin İbnü'l Arabinin öğrencileri olduğunu anlıyoruz İkiside yazılarında ve şiirlerinde Şeyhül ekber diyerek hocalarını övmüşlerdir |
|