|
|
Konu Araçları |
çeşitli, kelimesinin, kerimde, kullanış, kur'an'i, rab, şekli |
Kur'An'İ Kerimde Rab Kelimesinin Çeşitli Kullanış Şekli: |
08-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kur'An'İ Kerimde Rab Kelimesinin Çeşitli Kullanış Şekli:Kur'an'ı Kerimde RAB Kelimesinin Çeşitli Kullanış Şekli: 1Mürebbi,gereksinimleri karşılayan,terbiye veren ve yetiştiren; 2Kefil,gözetici,koruyup kollayan,ıslahla sorumlu olan; 3Çeşitli kimselerin oluşturduğu bir toplulukta merkezi bir sıfata sahip olan; 4Kendisine bağlananların efendisi,sözü geçen,üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip,itaat ve boyun eğilen efendi,güç ve egemenlik sahibi reis; 5Malik,efendi Rab kelimesi Kur'an-ı Kerim'de yukarıda açıkladığımız tüm manalarda kullanılmıştırAyetlerde,bazen bu manalardan sadece bir ya da ikisi bazen daha fazlası bazen de beş anlamıyla birden kullanılmıştırBunu Kur'an-ı Kerim'den çeşitli misaller vererek daha da açık bir şekilde göstermek istiyoruz: a Rabb'ın ilk manada kullanılışına misal: "O (Yusuf) (Bundan) beni güzel bir şekilde korumuş olan Rabbime sığınırım dedi" (Yusuf, 23) b Birinci manayı da kısmen ihtiva eden ikinci manada kullanılışına misal: "Doğrusu sizin bu mabudlarınız benim düşmanımdırBenim dostum,ancak beni yaratmış olan ve hidayete erdiren,beni yediren ve içiren,hastalandığımda bana şifa veren,alemlerin rabbidir" (Şuara, 77-80) "Sahip olduğunuz ne kadar nimet varsa,hepsi Allah'tandırSonra,herhangi bir belaya düşerseniz,şaşkın bir halde hemen O'na yönelirsinizAncak O,sizden belayı giderince, (bütün bu nimetler ve sıkıntıları gidermelere rağmen) sizlerden bazıları rablerine başkalarını ortak koşarlar" (Nahl, 53-54) "De ki: Her şeyin rabbi yalnız O iken,Allah'tan başka rabler mi arayayım?" (En'am, 164) "Doğunun da batının da rabbi O'durO'ndan başka ilah yokturÖyleyse O'nu vekil (tüm işlerinde kefil ve mesul) tut" (Müzzemmil, 9) cRabb'ın üçüncü anlamda kullanılışına misal: "O rabbinizdir ve dönüşünüz O'nadır" (Hud, 34) "Sonra,dönüşünüz rabbinizedir" (Zümer, 7) "De ki: Rabbimiz sonunda hepimizi toplar" (Sebe, 26) "Sizin gibi bir ümmet olmayan,ne yeryüzünde bir canlı ne de havada iki kanadıyla uçan bir kuş vardırBiz kitabımızda bunlardan hiçbirini gözümüzden kaçırmadıkSonra,onların hepsi rableri(nin huzuruna) toplanacaklardır" (En'am, 38) "Sura üfürülünce,onların hepsi mezarlarından rableri(nin huzuru)na koşarak çıkarlar" (Yasin, 51) d Rab kelimesinin az çok üçüncü manayı da ihtiva eden dördüncü manada kullanılışına misal: "Onlar Allah'ı bırakıp ta alimlerini ve dervişlerini rabler edindiler" (Tevbe,31) "Bizden hiçbir kimse Allah'tan başkasını rab edinmesin" (Al-i İmran, 64) Bu son iki ayette erbab (rabler) kelimesi ile kastedilen,milletlerin ve toplumların kesin olarak kendi önder ve liderleri olarak benimsedikleri kimselerdirBu kimselerin uyguladıkları emir ve nehiyler,kural ve kanunlar,helal ve haramlar herhangi bir delile ihtiyaç duyulmaksızın kabul edilmekte ve onlar haddi zatında kendilerini hüküm ve yasak koyma hakkına haiz görmektedirler "Yusuf (as) dedi ki: Sizlerden biri rabbine (efendisine) şarap içirecek… ve bu ikisinden kurtulacağını sandığına Yusuf rabbinin (efendinin) yanında beni an dediAncak,şeytan rabbine (efendisine) onu hatırlatmayı unutturdu…" (Yusuf, 41-42) "Haberci Yusuf'a geldiği zaman Yusuf ona; rabbine (efendine) geri dön ve ellerini kesen kadınların durumunu sor dediMuhakkak ki Rabbim onların tüm hilelerini bilir" (Yusuf, 50) Bu ayetlerde HzYusuf Mısırlıları muhatap alarak Mısır Firavununu onların rabbi olarak nitelemiştirÇünkü Mısırlılar Firavunun merkezi kişiliğini ve üstün otoritesini kabul etmekte,onu emretme ve nehyetmeye tam yetkili olarak görmektedirlerŞu halde o,onların rabbi idi e Beşinci manada rab kelimesinin kullanılışına misal: "Öyleyse onlar,kendilerini açken rızıklandıran ve korkudan emin kılan bu evin sahibine ibadet etsinler" (Kureyş, 3-4) "Onur ve egemenlik sahibi Rabbin,onların yakıştırdığı tüm noksan sıfatlardan beridir" (Saffat, 180) "Arşın maliki rabbin,onların yakıştırdığı tüm noksan sıfatlardan beridir" (Enbiya, 22) "(Onlara) sor ki yedi göğün ve yüce arşın sahibi kimdir?" (Mü'minun, 86) "Göklerin,yerin,bunlar arasında ne varsa ve üzerine güneş doğan her şeyin malikidir O" (Saffat, 5) "Doğrusu Şi'ra'nın (yıldız) sahibi de ancak O'dur" (Necm, 49) Rububiyet Konusunda Sapıklığa Düşen Bazı Kavimlerin Görüşleri: Bütün bu misallerden rab kelimesinin anlamı şüphe götürmez bir şekilde ortaya çıkmaktadırŞimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur'an-ı Kerim'in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve buna karşılık Kur'an'ın insanları nasıl bir rububiyet anlayışına çağırdığını gözden geçirmemiz gerekirBu noktada meselenin tamamen açıklığa kavuşabilmesi için Kur'an'da söz konusu edilen sapık kavimlerin ayrı ayrı incelenip,görüşlerinin tartışılması daha uygun gözükmektedir Nuh (as)'un Kavmi: Kur'an-ı Kerim'den açıkça anlaşılmaktadır ki bu kavmin mensupları Allah'ın varlığını inkar etmiyorlardıHzNuh (as)'un kendilerini hak dine davet etmesine karşılık olarak bu kavmin verdiği cevabı Kur'an-ı Kerim aynen şöyle aktarmaktadır: "Bu kişi,sizin gibi insandan başka bir şey değildirSize üstün gelmek (size hakim olmak) istiyorEğer Allah herhangi bir elçi göndermek isteseydi melekleri gönderirdi"(Müminun, 24) Onlar Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul ediyor ve hatta Rabbin birinci ve ikinci manasıyla Rab olduğunu yadsımıyorlardıNitekim HzNuh (as) onlara: "O rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz" (Hud, 34) "Rabbinizden bağışlanma dileyin,O bağışı oldukça bol olandır" (Nuh, 10) "Allah'ın yedi göğü nasıl kat kat yarattığını,aralarında aya aydınlık verip güneşin ışık saçmasını sağladığını ve Allah'ın sizi yerden bitki bitirir gibi nasıl bitirdiğini görmez misiniz?" (Nuh, 15-17) şeklinde hitap ettiğinde,onlardan hiçbiri Allah'ın rableri olmadığını veya gökleri,yeri ve kendilerini O'nun yaratmadığını ya da kainat nizamını O'nun yürütmediğini söylememiştir Onlar,Allah'ın ilahları olduğunu da inkar etmiyorlardıBu yüzdendir ki,HzNuh (as) davetini onlara "Sizin Ondan başka ilahınız yoktur" ibaresiyle sunmuşturAksi taktirde,eğer onlar Allah'ın ilahlığını yadsır bir pozisyonda olsalardı,HzNuh (as) davetini "Allah'ı ilah tutun" şeklinde sunardı O halde onlarla HzNuh (as) arasındaki çekişmenin özü ne idi? Kur'an-ı Kerim ayetleri dikkatlice incelenirse,söz konusu çekişmenin temelini iki noktanın oluşturduğunu gözlemleriz: 1 HzNuh (as)'un öğretisi şuna dayanmaktaydı;Sizlerin de benimsediğiniz gibi, (ey kavmim) alemlerin rabbi,tüm kainatın yaratıcısı ve tüm gereksinimlerinizin karşılayıcısı ve kefili olan Allah,aslında sizin tek ilahınızdırOndan başka hiçbir ilah yokturSizin ihtiyaçlarınızı giderecek,sorunlarınızı çözecek,niyazlarınızı işitecek ve yardımınıza koşacak başka bir varlık yokturO halde O'na boyun eğiniz "Ey milletim,Allah'a ibadet edin,O'ndan başka ilahınız yoktur… Ben ancak alemlerin Rabbinin elçisiyim ve size rabbimin çağrılarını iletiyorum" (A'raf, 59-62) (HzNuh'un) aksine kavmi,alemlerin Rabbi'nin yalnızca bir tek Allah olduğunu kabul etmekle birlikte,başkalarının da ilahlık düzeninde az çok katkısı bulunduğu,gereksinimlerinin onlara da bağlı olduğu ve bu yüzden de Allah'la birlikte,başkalarını da ilah olarak benimsedikleri üzerinde ısrar ediyorlardı "Onların önderleri ve ileri gelenleri (ey kavmimiz),ilahlarınızı sakın bırakmayın, ved,suva,yegus,yeuk ve nesr'den sakın vazgeçmeyin dediler" (Nuh, 23) 2 Nuh kavmi, Allah'ı yalnızca yaratıcıları, yer ve göklerin maliki ve kainat düzeninin en yüce yürütücüsü anlamında rab olarak görüyordu Ancak onlar ahlak,davranış,medeniyet, siyaset ve hayatın her muamelesinde yüce otoritenin O'nun hakkı olduğuna kail değildilerO'nun tek başına önder,kanun koyucu,emretme ve nehyetme selahiyetine sahip olduğunu bir türlü kabullenemiyor,yalnızca O'na itaat edilmesi gerektiğini onaylamak istemiyorlardıOnlar,bütün bu muamelelerde kavmin ileri gelenleri ve dini önderlerini rabler edinmişlerdiOnların bu davranışı hilafına HzNuh (as) onlardan rububiyeti parçalamamalarını,tam ve bütün anlamıyla yalnız Allah'ı rab olarak kabul etmelerini ve O'nun elçisi olması hasebiyle,kendilerine iletmekte olduğu kanun ve hükümlere tabi olmalarını istiyordu "Ben,Allah'ın sizlere gönderdiği güvenilir elçisiyimÖyleyse Allah'tan korkun da bana itaat edin" (Şuara, 107-108) İbrahim (as) Kavmi ve Nemrud Bu kavmin kralı Nemrud hakkında yanlış bir genel anlayış vardırO'nun Allah'ı inkar ettiği ve bizzat kendisini ilah olarak gördüğü sanılmaktadırOysa,Nemrud Allah'ın varlığını kabul etmekte ve O'nun yaratıcı ve kainat nizamının yürütücüsü olduğuna inanmaktadırAncak,rab teriminin üçüncü,dördüncü ve beşinci anlamları itibariyle kendisinin de Rab olduğu davasını gütmekteydi… Yine aynı şekilde,Semud kavminin de Allah'ı hiç tanımadığı ve O'nu ilah ve Rab olarak kabul etmediği şeklinde genel bir yanlış anlayış vardırHalbuki bu kavmin durumunu da Nuh (as), Ad ve Semud kavimlerinden farklı değildirOnlar da Allah'ın varlığını kabul ediyor,O'nun rab olduğunu,yerin ve göklerin yaratıcısı ve kainat nizamının yürütücüsü olduğunu biliyorlardıAllah'a ibadet etmeyi inkar da etmiyorlardıAncak,terimin birinci ve ikinci anlamıyla gök cisimlerini de rububiyete ortak görüyor,bu nedenle Allah'la birlikte onları da mabud kabul ediyorlardıÖte yandan üçüncü,dördüncü ve beşinci manaları itibariyle de padişahlarını rabler edinmişlerdi Kur'an'ın bu konudaki izahları o denli açık olmasına karşın,insanların bu meseleyi anlamaktan uzak kalmalarına şaşırmamak elde değilHer şeyden önce,Hzİbrahim (as) henüz peygamber değilken,onun hakkı arama yolunda izlediği aşamaları gösteren ve aklını kullanarak onu hakka ulaştıran olayı ele alalım: "Üzerine gece (karanlığı) çökünce bir yıldız gördüİşte benim rabbim dediYıldız batınca da 'Batanları sevmem' dediAyı parlarken görünce 'İşte benim rabbim' dediAncak o da batınca 'eğer rabbim bana doğru yolu göstermeseydi şüphesiz sapıklardan olurdum' dediGüneşi parlarken görünce 'işte benim rabbim,bu hepsinden büyük' dedi Ancak,o da batınca, 'Ey kavmim! Ben,sizin (Allah'a) şirk koştuklarından uzağım' dedi Doğrusu ben yüzümü gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve ben şirk koşanlardan değilim" (En'am, 76-79) Yukarıdaki ayetlerden Hzİbrahim (as)'in içinde gözlerini dünyaya açtığı toplumda gök cisimlerinin rabliği düşüncesinin yanında göklerin ve yerin yaratıcısı ve bu yaratıcının rab olduğu düşüncesinin,mevcut olduğu açıkça anlaşılmaktadırBöyle bir düşüncenin var olmaması için bir sebep yokturÇünkü bu kavim Hz Nuh(as)'a iman etmiş olan müslümanların neslindendi ve bunların yakın akrabaları ve komşuları olan Ad ve Semud kavimlerine peyderpey gönderilen peygamberler vasıtasıyla İslam dini yenilenerek ihya ediyordu "Onlara önlerinden ve arkalarından peygamberler geldi"(Fussilet,14) ayet buna delalet etmektedir O halde Hzİbrahim(as) Allah'ın göklerinde ve yerin yaratıcısı ve rabbi olduğu düşüncesini çerçevesinden almıştıTabii ki onun kafası kurcalayan şöyle bir soru vardı; Rububiyet Allah'la birlikte ay, güneş ve yıldızların ortak olması şeklinde kavmi içerisinde doğup yaygınlaşan düşünce ve buna dayanarak bu insanların ubudiyette de onların Allah'a ortak koşmaları ne ölçüde gerçeklere uyuyordu? Nitekim, İbrahim (as) nübüvvetinden önce, bu soruyu cevaplandırmanın peşine düşmüş ve gök cisimlerinin doğuş ve batışındaki eksiksiz düzen İbrahim (as) için yerin ve göğün yaratıcısından başka rab olmadığı hakikatini yakalamada yoldaki işaretler vazifesini görmüştürBu nedenle Hz İbrahim (as) ayı batarken görünce "eğer rabbim,yani Allah,beni doğruya yöneltmeseydi benim de hakikate ulaşamamamdan ve etrafımdaki yüzbinlerce insan gibi dış görünüşlere aldanmamdan korkulurdu"demektedir Daha sonraları Hz İbrahim (as) nübüvvet makamıyla şereflenince Allah'a davete başladı O'nun bu daveti sunarken kullandığı ibareler üzerinde durulursa bizim yukarıda açıklamaya çalıştığımız konu biraz daha aydınlanacaktırİbrahim(as)şöyle buyurmaktadır: "Kendilerinin uluhiyet ve rububiyete ortak olduklarına dair Allah sizlere hiçbir senet (delil) göndermediği halde, siz onları Allah'a ortak koşmaktan korkmazken,ben neden sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan korkayım?" (En'am,81) "Sizden de, sizin Allah'tan başka çağırdıklarınızdan da uzak duruyor ve Rabbime sığınıyorum" (Meryem,48) "O (İbrahim) 'Hayır, rabbimiz ancak, göklerin ve yerin rabbidir Bütün bunları O yaratmıştır' dedi O halde Allah'ı bırakıp ta size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek olan başkalarına mı tapıyorsunuz?" (Enbiya,56-66) "Bir zaman İbrahim babası ve kavmine şöyle demişti: Siz kime tapıyorsunuz? Allah'ı bırakıp ta kendi uydurduğunuz ilahlara kulluğu mu istiyorsunuz? O halde alemlerin rabbi hakkında düşünceniz nedir?" (Saffat, 85-87) "(İbrahim (as) ve O'na inananlar kavimlerini muhatap alarak) şöyle dediler: Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağızSizi(n dininizi) inkar ettikArtık bizimle sizin aranızda bir tek Allah'a iman edinceye kadar ebedi düşmanlık ve öfke baş göstermiştir" (Mümtehine, 4) Hzİbrahim'in bütün bu sözlerinden açıkça anlaşılmaktadır ki,O'nun muhatapları Allah'tan kesinlikle habersiz,O'nun alemlerin rabbi ve mabudu olduğunu bilmeyen ya da inkar eden kimseler değillerdiBilakis Hzİbrahim'in kavmi Allah'a rububiyet (birinci ve ikinci anlamda) ve uluhiyette başkalarını ortak koşmaktaydıBu yüzden Kur'an'ın hiçbir yerinde Hzİbrahim (as)'in kavmini Allah'ın varlığına ve O'nun rab ve tek ilah olduğuna inandırmaya çalıştığını gösteren bir ayet yokturBilakis konuyla ilgili her ayette sadece Allah'ın rab ve ilah olduğu olgusu işlenmektedir Konunun Nemrud'la ilgili boyutuna gelince;Onun Hzİbrahim (as)'le yaptığı tartışma Kur'an-ı Kerim'de aynen şöyle nakledilmektedir: "Allah kendisine hükümdarlık verdi diye İbrahim'le,Rabbi hakkında tartışanı gördün mü? İbrahim ona 'Ölüm de hayat ta Rabbimin elindedir' deyince,o da 'Ben de öldürür ve diriltirim' demiştiİbrahim 'doğrusu,Allah güneşi doğudan doğduruyor,sen de onu batıdan doğdursana' deyince de afallayıp kalmıştı" (Bakara, 258) Kur'an'ın naklettiği bu konuşmadan,asıl tartışmanın Allah'ın var olması ya da yok olması hakkında değil de,İbrahim'in (as) kimi "rab" olarak gördüğü konusunda olduğu açıkça anlaşılmaktadırŞöyle ki;ilk olarak,Nemrud Allah'ın varlığını kabul eden bir kavme mensuptuİkinci olarak,Nemrud'un yerin ve göğün yaratıcısı,ayın ve güneşin yürütücüsü olmak gibi ahmakça bir iddiaya kalkışabilmesi için,katıksız bir deli olması gerekirdiO halde o "Ben Allah'ım" veya "Ben göklerin ve yerin rabbiyim" gibi bir iddiaya kalkışmamıştıBilakis Nemrud, İbrahim (as)'in de bir fert sıfatıyla yaşadığı ülkenin rabbi olduğunu savunuyorduOnun bu rablik iddiası,rububiyetin birinci ve ikinci anlamları itibariyle değildiÇünkü bu bağlamda bizzat Nemrut ta ;ay,güneş ve yıldızların rububiyetine inanıyorduŞu da varki,o kendisini ubudiyetin üçüncü,dördüncü ve beşinci manaları itibariyle,ülkesinin rabbi olarak görüyorduYani,onun iddiası şuydu; "Ben bu ülkenin sahibiyim,ülkenin tüm sakinleri benim kulumdurBenim merkezi otoritem onların toplum düzeninin temelini oluşturmaktadırBenim buyruklarım vatandaşlarım için kanundur" Ayette geçen "Allah kendisine hükümranlık verdi diye" ibaresiyle onun,bu rububiyet iddiasının temelini hükümranlık sanısına dayandırdığına işaret edildiği açıkça anlaşılmaktadırNemrud,kendi tebaasından İbrahim isimli bir gencin ne ayın,güneşin ve yıldızların olağanüstü rububiyetini ve ne de vaktin padişahının siyasi ve toplumsal rububiyetini kabul etmediğini duyunca şaşırır ve Hzİbrahim (as)'i çağırarak "öyleyse kimi rab kabul ediyorsun?" diye sorarİbrahim (as) buna cevap olarak ilk önce, "ölüm ve hayat benim Rabbimin gücü dahilindedir" demiştirAncak Nemrud bu sözdeki inceliği yakalayamadığından "Ölüm ve hayat benim de gücüm dahilindedir,istediğimi öldürür istediğimin canını bağışlarım" diyerek kendi rububiyetini kanıtlamak isterBunun üzerine Hzİbrahim (as) "Ben yalnızca Allah'ı rab olarak kabul ediyorum,rububiyetin bütün anlamları itibarı ile,bana göre rab,sırf Allah'tırGüneşin doğuş ve batışı üzerinde zerre kadar bile etkisi olamadığı halde bu kainat nizamında başkasının rububiyetine nasıl yer verilebilir?" diye cevap verince,zeki bir kişi olan Nemrud,bu delili işitince hakikati kavramıştıGerçekten de Allah'ın bu saltanatında onun rablik iddiası batıl bir kuruntudan başka bir şey değildiBu yüzden sesi soluğu kesilip öylece kalakalırAncak,bencilliği,şahsi ve ailevi menfaatlere kölelik derecesinde bağımlılığı,hakkın gün gibi ortaya çıkmasına karşılık Nemrud'un keyfince yürüttüğü hükümranlık makamından inip Allah ve O'nun rasulüne itaata yanaşmasına engel olduBu nedenle Nemrud'la İbrahim (as) arasındaki tartışmadan sonra Allah Teala; "Hayır,Allah zalimleri hidayete erdirmez" buyurmaktadırYani Nemrut,hakkın ortaya çıkmasından sonra,tutması gereken yolu tutmayıp,despotça idaresini sürdürmüş,hem başkalarına ve hem de kendisine zulmetmeyi tercih etmiş,Allah da onu hidayet aydınlığından mahrum bırakmıştırÇünkü,bizzat istemeyene hidayetini zorla dayatması Allah'ın sünnetinden değildir Firavun ve Hanedanı Şimdi de,hakkında Nemrud ve kavminden daha fazla oranda yanlış kanılar bulunan Firavun ve kavmini ele alalımFiravun hakkında,onun sadece Allah'ı inkarla kalmayıp,kendisini tanrı olarak gördüğü şeklinde bir genel kanı vardırYani o,herkesin gözü önünde,açıkça,yerin ve göğün yaratıcısı olduğunu iddia edecek kadar aklını oynatmış ve kavmi de onun bu iddialarına kanacak derecede akılsız idi! Oysa,Kur'an-ı Kerim ve tarihteki veriler uluhiyet ve rububiyet noktasında,Firavun ve kavminin sapıklığının, Nemrud'un ve kavminin yoldan çıkmışlığından pek fazla farkının olmadığı hakikatini gözler önüne sermektedirAralarındaki fark yalnız şudur:O ortamda,siyasi sebepler dolayısıyla İsrailoğullarına yönelik milliyetçi bir zıtlaşma ve taassuba dayalı bir düşmanlık baş göstermiştiBunun sonucu olarak günümüzde de ateistlerin çoğunda olduğu gibi,Allah'ın rab ve ilah oluşu,kalblerde gizlice itiraf edilmesine rağmen,sırf inat yüzünden görünürde inkar ediliyordu Aslında meselenin özü şudur; HzYusuf (as) Mısır'da iktidarı ele aldıktan sonra,İslam öğretisinin yayılması için tüm gücünü sarfetmeye başlamıştıHzYusuf'un davetinin Mısır üzerindeki etkileri o kadar derindi ki,yüzyıllar boyunca bu etkileri silmeye kimsenin gücü yetmediO halde,firavun devrinde,bütün Mısır halkı hak dini üzere olmasa da,Mısır'da herhangi bir kimsenin Allah'ı tanımaması,ya da göklerin ve yerin yaratıcısının O olduğunu bilmemesi mümkün değildiSadece bununla da kalmayıp,HzYusuf (as)'un öğretileri her Mısırlı üzerinde,en azından metafizik manada Allah'ı,ilahların ilahı ve rablerin rabbi olarak kabul edecek ve hiçbir Mısırlının Allah'ın uluhiyetini inkar etmeyecek derecede etkisi vardıBununla beraber,onlardan küfür üzerinde ayak direyenler,uluhiyet ve rububiyette Allah'a başkalarını ortak koşuyorlardıHzYusuf (as)'un bıraktığı bu etkiler HzMusa'nın peygamberliğine kadar süregelmiştir Nitekim,bir Kıpti liderin,Firavun'un sarayında yapmış olduğu konuşma,bunun açık delilidirFiravun,HzMusa (as)'yı öldürmek istediğini açığa vurunca,Müslüman olmasına rağmen bunu gizleyen,saraydaki Kıptilerin bir reisi,dayanamayarak şöyle der: "Rabbinizden size apaçık ayetler getirdiği halde,Rabbim Allah'tır dediği için mi bu şahsı öldüreceksiniz? Eğer yalancı ise,yalanının vebali kendisineAma,eğer doğru sözlü ise,sizi tehdit edegeldiklerinin bir kısmının da olsa başınıza gelebileceğinden sizi sakındırmaktadırŞüphesiz Allah aşırı yalancıyı doğru yola iletmezEy kavmim,bugün iktidar sizin,yeryüzünde galip sizsiniz,ancak,eğer yarın Allah'ın azabı gelir çatarsa bize kim yardım eder…" (Mümin, 28-29) "…Ey kavmim,nice büyük kavimlerin üzerine gelen o günün,size de gelmesinden ve sonunuzun Nuh,Ad,Semud ve onlardan sonra gelen kavimlerinki gibi olmasından korkarım…" (Mümin,30-31) "Daha önce Yusuf da size apaçık burhanlar getirmişti Onun getirdiklerinden de şüphelenip durmuştunuzSonunda Yusuf ölünce"Allah ondan sonra elçi göndermeyecek" demiştiniz" (Mümin, 34) "Ey kavmim,ne tuhaftır ki ben sizi kurtuluşa davet ettiğim halde,siz beni ateşe çağırıyorsunuzSiz beni Allah'ı inkar etmeye ve bilmediğim şeyleri O'na ortak koşmaya çağırıyorsunuzBense sizi O aziz ve çok bağışlayana çağırıyorum" (Mümin, 41-42) Bu ayetler HzYusuf (as)'un üstün şahsiyetinin etkilerinin aradan birkaç yüzyıl geçmesine rağmen hala devam ettiğine açıkça delalet etmektedir Bu yüce peygamberin öğretisinden etkilenmiş olmaları hasebiyle,Mısır halkı,Allah'ın varlığından; O'nun ilah ve rab olarak tabiat güçleri üzerindeki hüküm ve tasarrufundan;gazabından korkulan,rahmetine ümit bağlanan üstün ve kahir bir mabut olduğundan büsbütün habersiz kalmaları mümkün değildi Son ayetten şu da açıkça anlaşılmaktadır ki,bu kavim,Allah'ın uluhiyet ve rububiyetini kati bir şekilde inkar etmeyip,bunların sapıklığı da diğer kavimlerde açıkladığımız cinstendiYani,uluhiyet ve rububiyet bağlamında Allah'a başkalarını ortak koşuyorlardı Firavun meselesinde şüpheleri üzerine çeken bir iki noktayı da burada açıklamamız gerekiyorBöyle bir şüphe HzMusa (as)'nın "biz alemlerin rabbinin elçisiyiz" dediğinde,Firavun'un "Bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?" diye sorması,veziri Haman'a: "Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap belki yollara,göklerin yollarına erişirim de Musa'nın rabbine bir söz atarım" (Mümin, 36-37) demesi,HzMusa'yı "benden başkasını ilah edinirsen seni hapsederim" diye tehdit etmesi,tüm ülkeye "en yüce rabbiniz benim" diye ilan ettirmesi ve saray ehline "Ben sizin için benden başka ilah tanımıyorum" diye böbürlenmesi gibi nedenlerden ileri gelmektedirBu gibi ibareleri gören insanlar,Firavun'un Allah'ın varlığını bile inkar ettiğini,alemlerin rabbi diye bir şey tanımadığını ve sadece kendisini mabud olarak gördüğü zannına kapılmaktadırOysa Firavun bütün bunları aslında katı bir milliyetçiliğe dayalı düşmanlık nedeniyle söylemişti HzYusuf zamanında,sadece O'nun üstün kişiliğinin etkisiyle Mısır'da İslam öğretisi yayılmakla kalmamış,iktidarı elinde tutması dolayısıyla da İsrailoğullarının Mısır'daki nüfuzu oldukça artmıştıHzYusuf (as)'u müteakiben,İsrailoğullarının Mısır'daki nüfuz ve gücü üç-dört asır sonrasına kadar devam ederDaha sonra İsrailoğulları aleyhine milliyetçi akımlar filizlenmeye başlarSonunda iş o noktaya gelir ki,İsrailoğulları iktidardan uzaklaştırılır ve Mısırlı milliyetçi bir aile ülkenin dizginlerini eline geçirirBu yeni hükümranlar sadece İsraillileri baskı altında tutmak ve onları ezmekle yetinmeyip Yusuf (as) devrinin tüm etkilerini de tek tek yok ederek,kendi eski cahili din ve adetlerini yeniden ihya etmeye çalışmışlardırDurum bu minval üzere devam ederken,HzMusa (as)'nın gönderilmesiyle bu yeni iktidar sahipleri,iktidarlarının tekrar kendi ellerinden çıkıp İsraillilerin ellerine düşmesi korkusuyla telaşa kapılırlarİşte bu inat ve düşmanlık yüzündendir ki,Firavun kızarak HzMusa (as)'ya "Bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?" ve "Benden başka kim ilah olabilir?" diye soruyorduYoksa,aslında o alemlerin rabbinden habersiz değildiÖrneğin;bir ayette Firavun,Musa'nın Allah'ın elçisi olmadığını ispatlamak için kavmine şöyle demektedir: "O' na altın bilezikler verilmeli ya da yanında O'na yardım edecek melekler gelmeli değil miydi?" (Zuhruf, 53) Bu sözler,Allah ve melekler hakkında tamamen habersiz bir kimsenin sözü olabilir mi? Yine başka bir yerde,HzMusa (as) ile Firavun arasında şöyle bir konuşma cereyan eder: "Firavun O'na: 'Ey Musa! Ben seni büyülenmiş sanıyorum' dediğinde Musa da O'na: Andolsun ki bunları,göklerin ve yerin rabbinin açık açık ibretler olarak indirdiğini biliyorsunEy Firavun! Doğrusu senin felaketin yakındır sanıyorum diye cevap vermişti" (İsra, 101-102) Başka bir ayette Allah Teala, Firavun kavminin kalbi durumlarını şöyle beyan buyurmaktadır: "Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince, "Bu apaçık bir sihirdir" dedilerKalpleri kesin olarak kabul ettiği halde,haksızlık ve büyüklenmelerinden dolayı bile bile inkar ettiler" (Neml,13-14) Kur'an-ı Kerim iki taraf arasında geçen başka bir diyaloğu şu şekilde aktarır: "Musa 'yazıklar olsun size' dedi Allah hakkında (böyle) yalan(lar) uydurmayın;yoksa şiddetli azabıyla kökünüzü kazırDoğrusu Allah'a iftira eden perişan olmuştur (Sihirbazlar bunu işitince) kendi aralarında işlerini tartıştılar ve gizli görüşmeler yaptılar (Musa ve Harun'u göstererek) Dediler ki: Bunlar iki büyücü,başka bir şey değilSizleri sihirleriyle ülkenizden çıkarmak ve ideal hayat düzenimizi yok etmek istiyorlar" (Ta-Ha, 61-63) HzMusa'nın,Allah'ın azabıyla korkutma ve Allah'a iftira atmanın sonuçlarını bildirmesiyle sihirbazlar arasında çıkan bu tartışmaya o insanların kalplerindeki Allah'ın azameti ve korkusunun sebep olduğu açıktırAncak iktidarı elinde tutan milliyetçi zümre yaklaşmakta olan bu siyasi tehlikeyi görür ve hemen harekete geçerMusa (as) ve Harun (as)'ın çağrısına uymanın,Mısır halkı için,yeniden İsrailoğullarına teslim olmak anlamına geldiği propagandasına başlarlarBu propaganda sonucu Mısırlıların kalpleri yeniden katılaşır ve peygamberlere karşı birlikte mücadele vermeye karar verirler Bu siyasi gerçek ortaya çıktıktan sonra,şimdi,HzMusa (as) ile Firavun arasındaki kavganın asıl sebeplerini;Firavun ve kavminin hangi noktada sapıtıp yoldan çıktığını ve Firavun'un hangi anlamda uluhiyet ve rububiyet iddia ettiğini düşünebilirizBu amaçla sırasıyla şu ayetleri dikkatlice gözden geçirelim: 1 Firavun'un saray ehlinden HzMusa (as)'nın davetinin kökünden yok edilmesi üzerinde ısrar eden bir grup,bir ara Firavun'a hitaben şöyle diyorlar: "Yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar,seni ve tanrılarını terk etsinler diye mi Musa (as) ve kavmini başıboş bırakıyorsun?" (A'raf, 127) Diğer taraftan yine saray ehlinden,ancak,HzMusa (as)'ya iman etmiş olan şahıs bu insanlara şöyle hitap etmektedir: "Siz,beni Allah'ı inkar etmeye ve hiçbir ilmi delile sahip olmadığım birini O'na ortak koşmaya mı davet ediyorsunuz?" (Mümin, 42) Bu iki ayeti;tarihi araştırmalar ve arkeolojik bulgularla birlikte değerlendirirsek,Firavun'un hem kendisinin hem de kavminin,rububiyetin birinci ve ikinci manaları itibariyle bazı tanrıları İlahlıkta Allah'a ortak koştuklarını ve onlara tapındıklarını açıkça görürüz 1 Açıkça görülüyor ki,eğer Firavun tabiatüstü nitelikte tek tanrı olduğunu iddia etseydi,yani,sebepler zincirinin hakiminin kendisi olduğunu,göklerde ve yerde kendisinden başka ilah ve rab bulunmadığı davasını gütseydi,başka ilahlara tapmazdı 2Firavun'un Kur'an'da nakledilen şu sözleri; "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum" (Kasas,38) Bu ibarelerden Firavun'un kendisinden başka tüm ilahları tanımadığı anlamı çıkarılmamalıdırOnun asıl amacı HzMusa (as)'nın davetini reddetmektirÇünkü,HzMusa (as) öyle bir ilaha ibadete davet ediyor ki,O,sırf tabiatüstü nitelikte mabud olmayıp,bilakis,siyasi ve toplumsal alanda da yasa koyucu ve en büyük otoritenin sahibidirBu yüzden Firavun,kavmine, "sizin benden başka böyle bir ilahınız yok" demiş ve HzMusa'yı da, "eğer bu anlamda benden başkasını ilah edinirsen zindan nasılmış görürsün" şeklinde tehdit etmiştir Aynı şekilde,Kur'an'ın bu ayetlerinden anlaşılmaktadır ki,Firavunların sadece kendilerinin Mısır'ın mutlak egemenliğine sahip oldukları iddialarıyla beraber,duygu ve düşüncesinde kendi hakimiyetlerini iyice pekiştirebilmek gayesiyle,sahte tanrılarla kendi aralarında birtakım bağlar kurarak bir çeşit kutsanmışlık iddiasında da bulunmuşlardırBunu tarihsel veriler ve arkeolojik eserler de tasdik etmektedirBu bağlamda Firavunlar tarih boyunca yalnız değillerdir; dünyada şahlıkla yönetilen birçok ülkedeki şahlar,siyasi egemenliğe ilave olarak,metafizik manada da uluhiyet ve rububiyete az çok ortak olmaya çalışmışlar,halkın kendi önlerinde istedikleri türden bir ibadet töreni yapmasını mecbur tutmuşlardırFakat,bu mecburi ibadet ettirilip ve rububiyet taslama asıl amaç değildir,bir ayrıntıdırOysa asıl hedeflenen,kendi siyasi egemenliklerini perçinleştirmektiBu nedenle,sadece bir tedbir olarak metafizik anlamda ilahlık davası güdülmektedirVakıa böyle olunca,gerek Mısır'da olduğu gibi,gerekse diğer cahiliyenin hakim olduğu müşrik düzenlerde,siyasi çöküş ve yıkılmayla beraber,şahların,kralların ilahlıkları da sona ermektedirSonuçta tahta kimler hakim olur ve otoritelerini sağlarsa uluhiyete de onlar sahip olmaktadırlar 3Firavun aslında metafizik nitelikte değil de siyasi anlamda ilahlık davası gütmekteydi; O, şöyle diyordu: Rububiyetin üçüncü,dördüncü ve beşinci anlamları itibariyle "Ben Mısır ülkesi ve halkının yüce rabbiyimBu ülke ve kaynaklarının sahibi benimBuranın mutlak hakimiyet hakkı bana aittirBurada medeniyet ve toplumun temelini,sadece benim merkezi şahsiyetim oluştururBu topraklarda benden başkasının kanunları geçmez" Kur'an'ın ifadesiyle Firavun,bu iddialarının temellerini şuna dayandırmaktaydı; "Firavun kavmine; 'Ey kavmim!' diye seslendi Ben Mısır'ın sahibi değil miyim ve bu ırmaklar benim ayaklarımın altından akmıyor mu? Görmez misiniz?" (Zuhruf, 51) Aynen Nemrud da rablik iddiasını işte bu temellere dayandırıyordu: "Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim'le rabbi hakkında tartışanı gördün mü?" (Bakara, 258) HzYusuf (as)'un çağdaşı kral da benzer iddialarla kendini ülkesinin rabbi ilan etmişti 4 Firavun ve hanedanının HzMusa (as)'nın davetine itiraz ettikleri asıl nokta,HzMusa (as)'nın davetinde alemlerin rabbi olan Allah'tan başka,hangi anlamda olursa olsun başka hiçbir ilah ve rabbin yer almamasıydıHzMusa şöyle diyordu: "Metafizik nitelikte de,siyasal ve toplumsal anlamda da sadece O,tek başına İlahtır ve Rabdırİbadet de yalnız O'na yapılmalıdır,kulluk ve mutlak itaat de yalnız O'na gösterilmelidirYalnız O'nun kanunları meşrudurO,beni apaçık delillerle bir temsilcisi olarak size göndermiştirBenim aracılığımla size emir ve nehiylerini kapsayan hükümlerini iletmektedirÖyleyse,O'nun kullarını yönetme ve yetki otoritesi sizin değil de benim ellerimde olması gerekir" Bu yüzdendir ki Firavun ve hükümetinin ileri gelenleri defalarca şunu yinelemektedirler: "Bu iki kardeş (Musa ve Harun) bizi bu toprakların idaresinden uzaklaştırmak,yetki ve otoriteyi kendi ellerine almak ve ülkemizin dini ve toplumsal düzenini bozarak,kendi siyasal sistemlerini kurmak istiyorlar" "Muhakkak ki biz Musa'yı ayetlerimizle ve açık bir belgeyle, (sultantorite) Firavun ve onun ileri gelenlerine gönderdikOnlar Firavun'un emirlerine boyun eğdilerOysa Firavun'un emirleri hiç de doğruya iletici değildi" (Hud, 96-97) "Biz,onlardan önce Firavun'un kavmini imtihan etmiştikSaygın bir elçi onlara gelmişti 'Allah'ın kullarını bana bırakın' Doğrusu ben sizin için güvenilir bir elçiyimAllah'a karşı üstünlük taslamayınBen size apaçık bir kanıt getirdim demişti" (Duhan, 17-19) " (Ey ehl-i Mekke) Nasıl ki Firavuna bir elçi göndermişsek,size de durumunuza şahitlik edecek bir elçi gönderdikNe var ki,Firavun elçimize kafa tuttu da onu amansızca yakalayıverdik" (Müzzemmil, 15-16) "Firavun, Ey Musa, (siz ne tanrıları ve ne de şahlık ve krallık hanedanlarını rab olarak görmüyorsanız,o halde) sizin rabbiniz kimdir? diye sorunca, Musa da; 'Bizim rabbimiz,her şeye özel bir düzen veren ve sonra ne yapacağını gösterendir' demişti" (Ta-Ha, 49-50) "Firavun 'bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?' diye sormuştu da,Musa; 'eğer gerçekten inanmak istiyorsanız,bilinki O,göklerin,yerin ve her ikisi arasındakilerin rabbidir' diye cevap vermiş, Firavun etrafındakilere 'işitiyor musunuz?' demiştiMusa devamla sizin de,atalarınızın da rabbidir' deyince Firavun 'doğrusu size gönderilen bu peygamberiniz hiç şüphesiz delidir' demiştiMusa devamla 'eğer aklını kullanabilen kimselerseniz,doğunun,batının ve bu ikisi arasındaki her şeyin rabbidir' deyince Firavun,Musa'ya hitaben 'eğer benden başka bir ilah edinirsen,andolsun ki seni zindandakilerin arasına katarım' demişti" (Ta-Ha, 23-29) "Firavun 'Ey Musa,büyü ile bizi topraklarımızdan çıkarmaya mı geldin?' dedi" (Ta-Ha, 57) "Firavun 'bırakın da Musa'yı öldüreyim' dedi, İsterse rabbini yardıma çağırsınOnun dininizi değiştirmesinden veya ülkede bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum" (Mümin, 26) "Bu ikisi sihirbazdırlarSihirlerinin gücüyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve sizin örnek olarak seçip benimsediğiniz hayat sisteminizi ortadan kaldırmak istiyorlar" (Ta-Ha , 63) Buraya kadar sıraladığımız bütün bu ayetleri dikkatlice gözden geçirirsek,Rububiyet konusunda başka dönemlerde ve başka ülkelerde yaşayıp gitmiş toplumların içine düşegeldikleri sapıklığın karanlık gölgesini Nil vadisinde de görmekteyiz Yine,Musa ve Harun (as)'un memur oldukları insanları,çağırdıkları yönünde,onlardan önceki bütün peygamberlerin (as) davet edegeldikleri taraf olduğunu ifade edebiliriz Yahudi ve Hıristiyanlar Firavun ve kavminden sonra karşımıza İsrailoğullarıyla,Yahudi ve Hıristiyan inanç-ibadet sistemini benimseyen toplumlar çıkarBu toplumlar için Allah'ın varlığını inkar ettikleri yada O'nu ilah ve rab olarak görmedikleri gibi bir zanda bulunmak imkansızdırÇünkü bizzat Kur'an onları Ehl-i Kitap olarak tanımlamış ve onların bu konudaki inançlarına tanıklık etmiştirO halde,bizim asıl üzerinde durup düşünmemiz gereken şudur: Rububiyet noktasında Kur'an'ın bu insanları sapık olarak nitelemesine yol açan akide ve amellerinde alışkanlık haline getirdikleri belirgin sapmaların mahiyeti nedir? Bu sorunun kapsamlı cevabını bizzat Kur'an'da bulmaktayız: "De ki; Ey Kitap ehli,dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın,daha önce sapmış,birçoklarını da saptırmış ve doğru yoldan çıkmış bir kavmin heveslerine uymayın" (Maide, 77) Bu ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır ki, Yahudi ve Hıristiyan kavimleri de kendilerinden önce gelen kavimler gibi aynı noktalarda sapıtmışlardırBenzer şekilde, bu sapıtmanın onlara dinde aşırı gitmeleri yoluyla sirayet ettiği anlaşılıyor Şimdi, bu ayeti kerimenin ayrıntılarını açıklayan diğer ayetlere şöyle bir göz atalım: "Yahudiler 'Üzeyr Allahın oğludur' dediler Hıristiyanlar da 'Mesih Allahın oğludur' dedilerBu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir (Sözlerini), önceden inkar etmiş (olan müşrikler)lerin sözlerine benzetiyorlar Allah (cc) onları kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar" (Tevbe,30) "Allah,Meryem oğlu mesih'in ta kendisidir diyenler şüphesiz,kafir olmuşlardırOysa Mesih 'Ey İsrailoğulları rabbim ve rabbiniz olan Allah'a kulluk edinZira kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak ki,Allah ona cenneti haram etmiştir;zalimlerin yardımcıları yoktur' demişti" (Maide, 72) "Allah üçten biridir diyenler hiç şüphesiz kafir olmuşlardırOysa, bir tek tanrıdan başka bir tanrı yokturBu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkar edenlerden acı bir azap dokunacaktır" (Maide, 73) "Allah demişti ki: 'Ey Meryem oğlu İsa,insanlara sen mi 'beni ve annemi Allah'tan başka ilahlar olarak benimseyin' dedin?' Haşa dedi, sen yücesin,benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmazEğer demiş olsam,sen bunu bilirsin,sen benim nefsimde olanı bilirsin,ben senin nefsinde olanı bilmemÇünkü gaybleri bilen yalnız sensin, sen!"(Maide,116) "Allah'ın,kitap,hüküm ve peygamberlik vererek yücelttiği bir kişinin,insanlara 'Allah'ı bırakıp ta bana kulluk edin' demesi yakışmazOna yakışan 'Allah'ın kitabını öğrenen ve öğreten bir kimse olarak rabbe tapıcılar olun' demesidirYine size melekleri ve peygamberleri rabler edinin' diye emretmesi de yaraşmazMüslüman olduktan sonra size inkar etmeyi mi emredecek?" (Al-i İmran, 79-80) Bu ayetlere bakarak,Ehl-i Kitab'ın sapıtmasına yol açan birinci noktanın şu olduğunu görüyoruz: Onları dindeki mevki ve makamlarından dolayı peygamber,evliya ve melekler sevgi ve saygıya layık görmüşler,onlara karşı hürmet ve tazimde çok aşırı gitmişler,böylece onların gerçek makamlarını gözlerinde aşırı derecede büyüterek ,ilahlık makamına eriştirmişler,Allah'ın işlerine ortak yapmışlardıOnlara tapmışlar ve onlardan niyazda bulunmuşlardıOnları metafizik manada rububiyet ve uluhiyete ortak görmüşler ve bağışlama,yardım etme,koruma ve kollama yetkilerine sahip olduğu zannına kapılmışlardı Onların sapıttığı ikinci noktayı şu ayet açıklamaktadır: "Onlar Allah'ı bırakıp ta alim ve rahiplerini rabler edindiler" (Tevbe, 31) Ayet-i kerimenin de belirttiği gibi,din düzeni içerisinde,işleri sırf,Allah'ın şeriatını öğretmek ve toplumun ahlakını Allah'ın rızasına uygun bir şekilde ıslah etmek olan kişiler,gitgide öyle bir özellik kazanmaya başladılar ki,artık onlar kendi arzu ve heveslerine göre istediklerini haram,istediklerini de helal kılmaya başladılarAllah'ın kitabından herhangi bir delil getirmeksizin istediklerini emreder ve istediklerini nehyeder,istediklerini sünnet ilan eder oldularBöylece bu toplumlar da,daha önceleri Nuh,İbrahim,Ad,Semud,Medyen ehli ve diğer kavimlerin tutulduğu iki büyük temel sapıklığa düşmüş oldularAynen onlar gibi metafizik nitelikte melekler ve büyüklerini rububiyet bağlamında Allah'a ortak koştularYine aynen onlar gibi,toplumsal ve siyasi rububiyeti Allah'a mahsus kılınacakları yerde insanlara verdilerKendi medeni,toplumsal,siyasi ve ahlaki kanun ve prensiplerini Allah'ın delillerine gerek duymadan insanlardan almaya başladılarÖyle ki iş ta şu noktaya dayandı: "Kendilerine Allah'ın kitabından bir pay verilmiş olanları görmedin mi; Onlar Cibt ve Tağuta inanıyorlar ve küfredenlere; 'Bunlar inananlardan daha doğru yol üzerindeler' diyorlar" (Nisa, 51) "De ki; Allah katında fasıklardan daha kötü cezanın kime uygulandığını size haber vereyim mi? Allah kimlere lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar,domuzlar,tağuta kulluk edenler yapmışsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en fazla sapmış olanlardır" (Maide, 60) Cibt; sihir,muska,tılsım,kehanet,falcılık,uğursuzlu k ve fıtrata aykırı işler gibi vehmin bütün kısımları ile hurafeler için kullanılan geniş kapsamlı bir sözcüktür Tağut ise; Allah'a karşı isyana kalkışmış ve kulluk sınırını aşarak ilahlık bayrağını yükselten bütün şahıs,zümre ya da yönetimlerdir O halde, Yahudi ve Hıristiyanlar,yukarıda zikrettiğimiz iki büyük sapıklıktan birinci sapıklığı işlemekle her çeşit vehim ve hurafeleri kalp va kafalarına iyice yerleştirmişler,ikinci sapıklığı isteyerek de alim,rahip,zahid ve sofilerine kul olmuşlar; böylece Allah'a açıkça karşı çıkan zalim ve despotların tutsağı ve birer uydusu durumuna düşmüşlerdir Kur'an'ın Çağrısı: Şimdiye kadar incelediğimiz kavimlerin gözünde,metafizik manada yaratıkları rızıklandırması,ihtiyaçlarını görmesi,sıkıntılarını gidermesi ve koruyup kollaması anlamlarıyla Rabb kavramı başka bir keyfiyete sahiptiBu anlayışları itibariyle,onlar her ne kadar en yüce rab olarak sadece Allah'ı kabul etmiş olsalar da melekler,sahte ilahlar,cinler,görünmez güçler,yıldızlar,gezegenler,peygamberler,velil er ve ruhani liderleri de O'nunla birlikte rububiyete ortak görüyorlardı Yine Rab kavramının,emretme ve nehyetme yetkisine sahip tek merci,egemenliğin tek sahibi,hidayet ve yönlendirme kaynağı,kanun koyucu,ülkenin başkanı ve toplumun merkezi olması şeklindeki anlamı onların gözünde tamamen başka bir niteliğe sahipti Bu anlayışları nedeniyle onlar;teorik planda Allah'ı mutlak otorite,egemen güç vs anlamlarıyla rab olarak görüyorlardıPratik hayatlarında ise toplumun katında güçlü olan,nüfuz sahibi kimselerin ahlaki,siyasi ve toplumsal anlamdaki rububiyetlerini kabul ederek onlara itaat ediyorlar,onların siyasal otoritelerine tabi oluyorlardı Bu sapıklığı ortadan kaldırmak için yüce Allah her dönemde değişik toplumlara kendi içlerinden peygamberler göndermiş ve son olarak da bu görev için HzMuhammed (sav)'i memur kılmıştırSöz konusu bütün peygamberler insanlaru şuna davet etmiştir; Bütün anlamları itibariyle Rab sadece bir tanedirBu tek Rab ise Allah (cc)'tırRububiyet bölünmez bir bütündür Rububiyette hiçbir anlamda, hiçbir yaratığın Allah'tan başka hiç kimsenin en ufak payı yokturKainat nizamı tek bir ilahın yaratmış olduğu kamil,külli bir nizamdırYine bu nizam üzerinde bir tek ilahın hakimiyeti vardırBu nizamda bütün yetki ve güçlerin sahibi de yine o bir tek ilahtırBu nizamın yaratılmasında başka bir varlığın herhangi bir şekilde herhangi bir katkısı söz konusu değildirBu nizamın yönetim ve idaresinde herhangi bir kimsenin rolü yoktur ve O'nun hakimiyeti mutlaktır,ortaksızdırMerkezi otoritenin sahibi olması itibariyle tek bir ilah olan yüce Allah,hem metafizik manada hem de siyasi,ahlaki ve toplumsal manada Rabb'dirYegane mabudumuz O'durO'dur secde ve rüku edilecek olanO'dur duaların ulaşacağı hedefO'dur tevekkül ve itimadın destekçisiO'dur gereksinimlerin kefiliAynı şekilde padişah ta O'dur,mülkün sahibi de OKanun koyucu da O'dur,emretme ve nehyetme yetkisine sahip olan da OCehalet nedeniyle insanların birbirinden ayırmış olduğu rububiyetin bu iki özelliği,gerçekte uluhiyetin gereği ve ilahın ilah olmasının vazgeçilmez özelliğidirBu iki özelliği birbirinden ayırmak mümkün değildirAynı zamanda bu iki özellikten herhangi birinde herhangi bir yaratığı Allah'a ortak koşmak doğru bir davranış olamaz Bu çağrıyı Kur'an'ın sunduğu şekliyle bizzat Kur'an'ın dilinden dinleyelim: "Gerçekte sizin rabbiniz,gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra da arşa istiva eden Allah'tırO, geceyi, durmaksızın kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten,güneşe,aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendirHaberiniz olsun,yaratmak da,emir de yalnızca O'nundurAlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir"(A'raf, 54) "Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir? Kulaklara duyma,gözlere görme gücü veren kimdir? Kimdir ölüyü diriden,diriyi de ölüden çıkaran? Kimdir bu alem nizamını yürüten (çekip,çeviren)? diye sor onlara 'Allah' diyeceklerO halde 'artık sakınmaz mısınız?' de (Bütün bunları O yapıyorsa) o halde sizin gerçek rabbiniz sadece Allah'tırÖyleyse haktan sonra geriye sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?" (Yunus, 31-32) "O, gökleri ve yeri hak üzere yaratmıştırGeceyi gündüze,gündüzü de geceye O sarıp örtmektedirHer biri belirli bir ecele doğru akıp giden güneşi ve ayı da kendi kanunlarına tabi kılmıştır… İşte budur rabbiniz olan AllahHükümranlık ancak O'nundurOndan başka ilah yokturÖyleyse neye aldanıp ta çevriliyorsunuz?" (Zümer, 5-6) "Allah,geceyi kendisinde sükun bulmanız için yaratmış,gündüzü de aydınlatmıştır… İşte budur rabbiniz olan AllahHer şeyin yaratıcısıdır OO'ndan başka ilah yokturÖyleyse neye aldanıp ta çevriliyorsunuz? Sizin için yeryüzünü bir karar yeri kılan ve gökyüzünü de çatı gibi ayakta tutan Allah'tırO sizleri biçimlendirmiş,biçimlerinizi de en güzel kılmış ve güzel şeylerle rızıklandırmıştırİşte budur rabbiniz olan AllahAlemlerin Rabbi Allah'ın bereketi ne yücedir! O diridirO'ndan başka ilah yokturÖyleyse, dini O'na has kılarak (Allah'a) dua edin" (Mü'min, 61-65) "Allah sizi topraktan yarattı… Geceyi gündüzle,gündüzü de geceyle perdelemektedirHer biri belirlenmiş eceline kadar akıp giden,güneşi ve ayı kendi kanunlarına tabi kılmıştırİşte budur rabbiniz olan AllahHükümranlık yalnız O'na mahsusturOnu bırakıp ta tapmakta olduğunuz diğer varlıkların zerre kadar bile yetkisi yokturOnları çağırsanız,çağrınızı duymazlar,duysalar bile isteklerinizi karşılamaya güçleri yetmezKıyamet gününde ise sizin onları Allah'a ortak koşmanızı kendileri reddeder" (Fatır, 11-14) "Gerçek şu ki, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettirBen de sizin RabbinizimŞu halde yalnızca bana kulluk edinAma insanlar rububiyet ve kulluk meselesini aralarında paylaştılar (Oysa) onların hepsi (sonunda) bize döneceklerdir" (Enbiya, 92-93) "Rabbinizden size indirilene uyun, O'nu bırakıp ta başka velilere uymayın" (A'raf, 3) "De ki; Ey Kitap Ehli bizimle sizin aranızdaki şu ortak bir kelimeye gelinNe Allah'tan başkasına kulluk edelim, ne O'na herhangi bir şeyi ortak koşalım ve ne de Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinelim" (Al-i İmran, 64) "Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa,artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın" (Kehf, 110) Bu ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Kur'an rububiyeti tamamıyla hakimiyet ve egemenlikle eşanlamda tutmakta ve Rabb'in kainatın mutlak sultanı,ortaksız sahibi ve hakimi olduğu şeklinde bir düşünceyi gözlerimizin önüne sermektedirHer çeşit rububiyetin, kainat düzenini oluşturan tek bir Allah'a mahsus olduğuna,bizzat bu düzenin merkeziliği şehadet etmektedirBu yüzden, bu nizam içerisinde yaşayan bir kimse,rububiyetin herhangi bir bölümünü,herhangi bir manada Allah'tan başkasına yakıştığını düşünüyor ya da yakıştırıyorsa,aslında hakikatle savaşmakta,sadakate yüz çevirmekte, hakka isyan etmekte, böylece gösterdiği nankörlük yüzünden bizzat kendine zarar vermekte ve felaketini kendi elleriyle hazırlamaktadır Seyyid Ebu'l A'la el-Mevdudi (Kur'an'ın Dört Temel Terimi) |
|