Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriNALINCI BABA HAZRETLERİ AŞANMIŞ İBRETLİK OSMANLI HİKAYELERİ[/url] Adsız şansız bir Allah dostu Murat Han (III Murat) o gün bir hoştur Telaşeli görünür Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: - Hayrola efendim canınızı sıkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm - Hayırdır inşaallah - Hayır mı, şer mi öğreneceğiz - Nasıl yani? - Hazırlan dışarı çıkıyoruz Ve iki molla kılığında çıkarlar yola Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir Seri ve kararlı adımlarla Beyazıd'a çıkar, döner Vefa'ya Zeyrek'ten aşağılara sallanır Unkapanı civarlarında soluklanır Etrafına daha bir dikkatli bakınır İşte tam o sıra, orta yerde yatan bir ceset gözlerine batar Sorarlar 'Kimdir bu?' Ahali 'Aman hocam hiç bulaşma' derler, 'ayyaşın meyhur'un biri işte!' - Nerden biliyorsunuz? - Müsaade ette bilelim yani Kırk yıllık komşumuz ÖFKELİ KOMŞULAR Bir başkası tafsilata girer 'Biliyor musunuz?' der, 'Aslında iyi sanatkârdır Azaplar çarşısında çalışır, nalının hasını yapar Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine' Hele yaşlının biri çok öfkelidir 'İsterseniz komşulara sorun' der, 'Sorun bakalım, onu bir kere olsun cemaatte gören olmuş mu?' Hasılı mahalleli döner ardını gider Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada Tam Vezir de toparlanıyordur ki padişah önünü keser - Nereye? - Bilmem Bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım - Millet bu, çeker gider Kimseye bir şey diyemem Ama biz gidemeyiz Öyle veya böyle tebamızdır Defnini tamamlasak gerek - İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden - Olmaz Rüyadaki hikmeti çözemedik daha - Peki ne yapmamı emir buyurursunuz? - Mollalığa devam Naaşı kaldırmalıyız en azından - Aman efendim Nasıl kaldırırız? - Basbayağı kaldırırız işte - Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var Tekfini, telkini - Merak etme ben beceririm Ama önce bir gasılhane bulmalıyız - Şurada bir mahalle mescidi var ama - Olmaz Vefat eden sen olaydın nereden kalkmak isterdin? - Ne bileyim Ayasofya'dan, Süleymaniye'den En azından Fatih Camii'nden - Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur Tanınmak istemem Ama Fatih Camii'ni iyi dedin Haydi yüklenelim Ve gelirler camiye Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen, tabut bulur Padişah bakır kazanları vurur ocağa Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki Bir nurdur aydınlanır alnında Yüzü şakilere benzemez Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin ona keza Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar Ama namaz vaktine hayli vardır daha Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır 'Sultanım' der, 'yanlış yapıyoruz galiba' - Nasıl yani? - Heyecana kapıldık, cenazeyi sorup araştırmadan getirdik buraya, Kimbilir hanımı vardı belki, belki de yetimleri? - Doğru Öyle ya Neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim 'BİZİM EFENDİ BİR ALEMDİ' Vezir cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar Nitekim sorar soruşturur, nalıncının evini bulur Kapıyı yaşlı bir kadın açar Hadiseyi metanetle dinler, sanki bu vefatı bekler gibidir 'Hakkını helal et evladım' der, 'Belli ki çok yorulmuşsun' Sonra eşiğe çöker ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar Ağlar mı? Hayır Ama gözleri kısılır, belki hatıralara dalar Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından 'Biliyor musun oğlum?' diye dertli dertli söylenir, 'Bizim efendi bir âlemdi vesselâm Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı Sonra getirip dökerdi helaya' - Niye? - Ümmet-i Muhammed içmesin diye - Hayret BAK ŞU İŞE! Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi 'Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım' derdi 'öyleyse şimdi dinleseniz gerek' O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara Mızraklı İlmihal, Hüccet-ül İslâm okurdum - Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki - Milletin ne sandığı umurunda değildi Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi 'Öyle bir imamın arkasında durmalı ki' derdi, 'tekbir alırken Kabe'yi görmeli' - Öyle imam kaç tane kaldı şimdi - İşte bu yüzden Nişanca'ya, Sofular'a uzanırdı ya Hatta bir gün 'Bakasın Efendi!' dedim, 'Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek İnan cenazen kalacak ortada' - Doğru öyle ya? - 'Kimseye zahmetim olmasın!' deyip mezarını kazdı bahçeye Ama ben üsteledim 'İş mezarla bitiyor mu?' dedim 'Seni kim yıkasın, kim kaldırsın? - Peki o ne dedi? - Önce uzun uzun güldü, sonra 'Allah büyüktür hatun' dedi, 'Hem padişahın işi ne?' Not: İşte Nalıncı Baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir Asıl adı, Muhammed Mimi Efendidir Bergamalıdır 1592 yılında vefat etti Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü ve mübareği evine defnetti Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu Dahası bir tekke ile yaşattı adını Türbesi Unkapanı'nda, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Haraçzade Camii karşısındadır KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri4 MURAT VE DERİCİ Birgün 4 Murat Sadrazamıyla birlikte tebdil-i kıyafet gezerken bir deri dükkanın önünde dururlar Dükkan son derece kötü bir durumdaydı ve dericinin hali ise içler acısıydı İhtiyar derici sandalyesini çekmiş dükkanın önünde oturmaktadır Padişah: Selamın Aleyküm derici der Derici şöyle gelenlere göz atar ve hemen toparlanarak: -Aleyküm Selam Ya Cihan-ı Serdar der Padişah: Yazı Kışa hiç katmadın mı? Derici : Kattım ama hiç bir şey tutturamadım der Padişah: Peki geceleri hiç çalışmadın mı? Derici: Çalıştım ama el aldı der Peki der Padişah sana bir kaz göndersem yolar mısın? Derici yolarım der hem de hiç bağırtmadan Padişah dericinin yanından ayrılarak saraya döner Sadrazam dayanamaz Haşmetlim der derici ile yaptığınız konuşmadan hiçbir şey anlamadım Padişah kızar, Sadrazama dönerek- Sen nasıl sadrazamsın der ne demek bir şey anlamadım Derhal o dericinin yanına gideceksin ve ne konuştuğumuzu anlayacaksın Eğer anlamazsan tez zamanda kelleni vurdururum der Korkuya kapılan sadrazam soluğu dericinin yanında alır Derici sadrazamın koşarak geldiğini görünce doğrularak —Hoş geldin der Sadrazam – Çabuk bana Padişahla ne konuştuğunuzu anlat der Derici- Anlatırım ama bir kese altın vereceksin der Sadrazam kelle korkusuyla kabul eder ve sorar —Söyle bakalım gelenin padişah olduğunu nasıl anladın? Derici- Padişah kılık değiştirmişti ama yeleğini değiştirmeyi herhalde unuttu üzerinde öyle kıymetli deriden yapılmış bir yelek vardı ki o yeleği ancak padişahlar giyebilirdi Peki der sadrazam Yazı kış katmadın mı ne demek? Derici- Anlatırım ama bir kese altın daha vereceksin der Sadrazam mecburen kabul eder Derici- Padişah yazı kışa katmadın diye sordu yani yaz kış çalışıp kazanmadın mı ki sen ve dükkânın bu haldesiniz dedi bende çalıştım ama hiçbir şey tutturamadım dedim Peki der Sadrazam Geceleri hiç çalışmadın mı? Diye sordu Derici -Anlatırım ama bir kese altın daha vereceksin der Sadrazam biraz da kızarak kabul etmek zorunda kalır Derici -Yani padişah geceleri çalışıp çocuk filan yapmadın mı özellikle oğlun yok muydu sana yardım edecek demek istedi Bende yaptım ama oğlum olmadı kızlarım oldu onları da elin oğlu aldı dedim… Peki der sadrazam Padişah sana bir kaz yollasam yolar mısın dedi, o ne demek? İhtiyar derici elindeki altın keselerini şöyle hafifçe havaya atıp tuttuktan sonra… Eeeee Onu da artık sen anla sadrazamım demiş……… (Anonim…) KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriYalan degil dersen borcunu öde!!! Padisahin biri, -'Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altin verecegim!' demis Yalancilar, hemen saraya kosusturup baslamislar yalana; 1''Bir kus, aslani kapip yuvasina götürdü'' Padisah,''Bunun neresi yalan? Kus kartaldir, arslan da kuzu kadar minik bir yavruKapti mi götürür tabii!'' 2''Komsu ülkede bir esegi kral yaptilar!'' Padisah,''Ülkenin krali, pencereden bakinirken tacini düsürmüs Taç da pencerenin altindaki esegin basina geçmis Taç kimin kafasindaysa, kral odur tabii!'' 3''Padisahim, ben gökyüzüne bir ok attim Alti ay sonra geri döndü!'' Padisah,''Senin ok bir agacin üstüne düsmüstür Agaç, sonbaharda yapraklarini dökünce, takilacak yer bulamayip yere inmistir'' Böylece padisah, her yalana gerçek bir bahane bulmus ve kimse padisaha bu yalandir dedirtememis Ama bir gün bir Kayserili gelmis; "Padisahim, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altin almistin Simdi geri almaya geldim Yalandir dersen ödülümü ver yalan degil dersen borcunu öde!!! |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriYAVUZ SULTAN SELİM’İN TÜRBEDARI Sultan Abdülhamit Han döneminde Yavuz’un türbedarlığını yapmakta olan bir zat, şiddetli geçim sıkıntısı çekmektedir Bir gün bu sıkıntılı halet içinde; “Bir de evliyadan olduğunu söylerler Yıllarca türbedarlığını yaptım Hâlâ yoksulluk içindeyim” Diyerek türbeye hiddetle vurur Ertesi gün aniden Abdülhamit Han türbedarı huzuruna çağırttırır ve bir gün önce türbede neler olduğunu sorar Çünkü Abdülhamit Han gece rüyasında Yavuz Sultan Selim tarafından uyarılmıştır Türbedar yaptığından bin pişman durumu anlatır Bunun üzerine Sultan Abdülhamit Han türbedarın ihtiyacını karşılatır |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriBEN AĞLAMAYAYIM DA KİM AĞLASIN? Mehmet Âkif bir yaşlı zâtı anlatıyor: Sultan Ahmet Camiî'ne gidiyorum her sabah Ne kadar erken gidersem gideyim mihrabın bir kenarında Saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir adam ümitsizce bedbîn durmadan ağlıyor O kadar ağlıyor ki ağlamadığı tek dakikayı yakalayamadım Nihayet bir gün yanına sokuldum Muhterem dedim, Ah Efendim dedim, Allah'ın rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun? Bana "Beni konuşturma" dedi, "kalbim duracak" Ben çok ısrar edince ağlıya ağlıya anlattı Dedi ki : "Ben Abdulhamit Cennet mekânın devrinde bir binbaşıydım orduda Bir birliğim vardı benim de Annem babam vefat edince, servetimiz vardı Payimâr olmasın diye sadarete bir istifa dilekçesi gönderdim Dedim ki annem babam vefat etti falan yerdeki mağazalarımız, filan yerdeki gayri menkullerimiz Bunlara nezaret edecek bir nezaretçiye ihtiyaç vardır İstifam kabul buyurulursa, istifa etmek istiyorum Biraz sonra bana doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi, İstifan kabul edilmedi Öyle anlaşılıyor ki istifa dilekçem padişaha gönderilmişti Ben bir daha dilekçe verdim; yine aynı cevap geldi Bizzat çıkayım huzuruna şifâhî olarak görüşeyim, bu celâdetli padişah cidden çok celadetli (yiğitlik, kuvvet ve şiddet) Ben yaveriyle uzun zaman bir yerde kaldım Tuhaf gelir size nasıl sen kaldın diyeceksiniz? Yaşlı yaveriyle uzun zaman bir yerde kaldım, Abulhamit faytonda giderken faytonun sağındaki solundaki nefes almaya bile korkarlardı, derdi Medet Efendi Allah rahmet etsin evliyaullahtan bir zâttı Ben bizzat o celâdetli, haşmetli padişahın huzuruna çıktım Hünkârım dedim İstifamın kabulünü rica edeceğim dedim Durumumuz budur dedim Derin derin biraz düşündü İstifa etmemi istemiyordu, yüzünün halinden belliydi Israrıma da dayanamadı, öfkeli bir edayla, elinin tersiyle beni iter gibi "Haydi istifa ettirdik" dedi seni Ben döndüm sevinerek geldim işimin başına Gece âlem-i manada orduların teftiş edildiğini gördüm Gördüm ki son savaşı vermek üzere şarkında ve garbında savaşan orduları bizzat Rasul-i Ekrem teftiş ediyor Efendimiz (SAV) yıldızın önünde duruyordu Bütün Türk ordusu Aleyhissalatu Vesselam'a teftiş veriyordu Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri vardı Abdulhamit'de edeble, kemerbeste-i ubudiyetle kâinatın Fahr'ının arkasında duruyordu Bütün ordular geçti Derken benim birlik geldi; başında kumandanı olmadığı için darma dağındı Efendimiz döndü Abdulhamit'e dedi ki "Abdulhamit! Nerede bu ordunun kumandanı?", Abdulhamit Han "Ya Rasulallah!, çok istedi, ısrar etti, istifa ettirdik" Efendimiz "Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik" buyurdu Ben ağlamayayım da kim ağlasın !?"(Bayram TOSUN) KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriBİR ÇİFT KUNDURA Onyedinci asır başlarında Dalmaçyada Nadin Kasabasında Sancak Beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşında bir çocuk vardı Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa bir gün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmış kocaman bir çift partal kundura giydirmişti Nadin'den bir vazife ile bir Kapıcıbaşı geçti Sancak Beyinin konağında misafir oldu ve küçük ahır uşağının zekâ ile pârlayan gözleri ve kir tabakaları altında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıp temizlettikten sonra alıp îstanbula getirdi Saraya verdi Enderunu Hümâyun çocukları arasına katılan çocuğa, güzelliğinden ötürü Yusuf adı konuldu Nadinli Yusuf kısa bir zamanda yükseldi Kaptan Paşa oldu Bir gün Nadine Kaptan Paşanın bir adamı geldi ve Sancak Beyine mühürlü bir meşin torba verdi, bir mektupta da şunlar yazılıydı: ) «Falan yerde oturan Marya isminde bir dul kadın vardır; bu torba, eğer sağ ise, Sancak Beyinin ve Nadin kadısının huzurunda o dul kadına verilecektir ve bir senet tanzim edilip bana gönderilecektir» Kadın sağ idi, çok fakir düşmüş bulunuyordu Kadının ve sancak beyinin huzurunda Kaptan Paşanın torbası kendisine teslim edildi Torbanın içinde bir çift kocaman partal kundura vardı ve içleri altın ile doldurulmuştu Yusuf Paşa kısa bir de mektup yazmıştı: «Anacığım, diyordu, bir kış günü donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk, ölünceye kadar seni unutmayacaktır» |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriHACI BAYRAM-I VELÎ'NİN KERAMETİ Hazreti Fatih'in babası İkinci Murad, Üstadı Hacı Bayram-ı Velî'ye: - Hocam dua buyursanız da İstanbul'un fethi, bize nasip olsa, dediğinde O: - Sultanım ALLAH(cc) ömrünüzü uzun kılsın Lâkin İstanbul'un fethini ne siz göreceksiniz, ne de biz göreceğiz İstanbul'un fethini şu çocuk ile şu köse görecekler, buyurarak yanlarında daha dört yaşında bulunan Mehmed'i ve onun üstadı Akşemseddin Hazretlerini gösterdiler Vakıa Hacı Bayram Velî'nin dediği gibi Mehmed büyüdü, Fatih ünvanına erişti Köse ise Akşemseddin Hazretleri İstanbul'un manevî fatihi olarak tarihe geçti ALLAH(cc) ruhlarını mukaddes kılsın |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #8 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriARMAĞANÎ MEHMED EFENDİ 6 yüz sene cihana hükmetmiş Osmanlı imparatorluğunun manevî direkleri o büyük imparatorluğu ayakta tutmuşlardır Bu büyük veliler her hususta Osmanlı idaresine yardımda bulunur, harp zamanında savaş meydanlarında, sulh anında ise memleket dahilinde padişahlara yol göstermişlerdir Bunlardan birisi de Dördüncü Sultan Murat devrinde yaşamış, Armağani Mehmet Efendi namı ile meşhur validir Aslen Foçalı olan Armağanî Mehmet Efendi, herkese bir elma hediye ettiğinden kendisine bu isim verilmiştir Armağanî Mehmet Efendi, bir gün Padişah'tan izin alarak akrabalarını ziyarete gidiyordu Üsküdar tarafında Bostancıbaşı Köprüsünden geçerken vebalıların iyi ve kötü ruhları ile bizzat konuşup, kimlerin bu hastalıktan öleceğini ve kimlerin kurtulacağını öğrendi Ve bir liste hazırlayarak "Dördüncü Murat Han'a takdim etti Bu liste verildikten üç gün sonra istanbul'da öyle bir veba velvelesi vuku buldu ki, Armağanî Mehmet Efendi'nin listesine göre tam yedi gün içinde 70 bin insan ruhunu teslim etti Bu hadiseden sonra Armağanî Mehmet Efendi hazretleri içindeki sırrı meydana vurduğundan kendisi de memnun olmayarak Foça'ya gitti, ama oraya hemen varır - varmaz vefat etti |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #9 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriOrhan Gazi ve Kesik Baş Orhan Gazi 33 yaşında Osmanlıların başına geçti Tahta çıkar çıkmaz, baba dostlarını davet etti Onlarla dertleşecek, nasihat ve dualarını alacaktı Hepsi bir araya geldiler Can sohbeti yapıyorlardı Osman Gazi'nin ruhu da mutlaka onlarla beraberdi Padişah en yaşlısına sordu: - Akça Kocam Seni epeydir göremeyiz, nerelerdesin? - Ferman buyur, Orhanım - Baba dostlarına ferman işler mi Koca Ağam? İrşat ve nasihat dileriz Bilirsin ya, bizler de atalarımız gibi derviş gâzileriz - Cümlemizin Sultânısın beyim sen hemen emreyle - Bazı küffâr beldelerini ıslah dileriz Fikriniz nedir? - Karar senindir ve pek yerindedir Sultanım - İzmit tekfuresi prenses Balakonya ile, aranız iyi imiş derler! - Öyledir Beyim Orhan Gazi gülümsedi - Samandra tekfurunu esir eyledikten sonra, hakikaten bu prensese sattınız mı? - Bir şeyler oldu Sultanım - Bari yüklüce bir bedel alabildiniz mi? - Ne gezer beyim! Bu kefereler, bizi dünya pazarlığında hep aldatırlar - Aldatan olacağımıza, aldanan olalım - Doğru dersin Orhan Gazi Zaten bizim hesabımız, gayrı öbür dünya iledir Hemen Cenab-ı Hak size kuvvet, bizlere de âhiret için hayırlı bir yolculuk nasib ede - Acele etme Akca Ağam Daha görülecek işlerimiz durur Sen bu Osmanlı milletinin direği, babamız ve dedemiz cennetmekanların has dostusun Bizden isteğin her ne olursa, can baş üstüne - Hak canını esirgesin Destur verirsen şu tekfuresi belli İzmit taraflarına sefer dileriz! - Destur senindir Koca Ağam Sultan Konur Alp'a döndü: - Sen ne dersin atam yoldaşı? - Pek münasiptir Beyim Bizi dahi Koca karındaşımdan fazla ayırmazsın İNŞALLAH Gerede taraflarını da bize bağışla - Sizler gibi çalışana helal olsun - Hizmetimiz ve dualarımız Osmanlı içindir Akbaş Mahmut daha arzuluydu - Bize de Yalova'yı vermez misin Sultanım? - Verdim gitti Akça Koca izin istedi, söz aldı: - Bilirsin Beyim Bizler at sırtından inmedik Güzel Allahımız ruhsat verdikçe de inmeyiz Hak kelâmını yüceltmek için, kâfire kılıç sallarız Müminlere yeni yurtlar açarız - Doğru dersin ihtiyar - Lâkin fetih diyarları, kılıçla ayakta tutulmaz - Belli Belli - Bizler kılıç kanununu iyi biliriz de, âdâletin inceliklerine vukufumuz azdır - Evet Adalet mülkün direğidir - Alââddin Paşadan bahsederim Sultanım İlmi, hepimizden ziyadedir - Haklısın Akca Ağam Sen hemen şu İzmit derdini halle çalış Alââddin Paşayı da ötesini de, ondan sonra düşünürüz Divanda bulundular Orhan Gazi'yi, diz yere vurarak selamladılar Helallaştılar ve görev yerlerine, rüzgar gibi uçarak yollandılar - Akça Kocamız sizlere ömür Sultanım! - Sen ne dersin Ulak? Orhan Gazi beyninden vurulmuşa dönmüştü Haberci ağlıyordu: - Ayaklarım kırılsaydı da, size bu haberi getirmeseydim Velakin üzerimde bir emanet vardır - Ne emaneti? - Akça Kocamın bir vasiyeti efendim - Tiz söyle - " İzmit'i biz fethedemedik Canab-ı Hak, Orhan Gazi Beyimize nasib etsin Şayet bu kaleyi alırsa, cümle haklarımız kendisine helal olur" deyip, ruhunu teslim etti Sultanım Orhan Gazi, derhal sefer hazırlıklarına başladı Ordusu ile bütün beyleri, paşaları, süvarileri, piyadeleri; İzmit'in fethine gidiyordu Yarı yolda, Konur Alp'in da vefat haberi gelmez mi? Koca Osmanlı Padişahı, ikinci defa sarsıldı Artık o da yaralı bir kartal gibi, acele ediyordu Sevdiklerine kavuşmak için, cennete gider gibi savaşa gidiyordu İzmit'in kadın tekfuresi Balakonya, Bizans imparatorunun akrabasıydı Bu sebeple İstanbuldan her türlü silah ve asker yardımı alıyordu Kılayon isimli erkek kardeşi de, yakınlardaki (Koyun Hisar) kalesinin tekfuru idi Pek mağrur ve şımarıktı Fırsat buldukça Osmanlı obalarına saldırır, koyun ve keçi sürülerini çalardı Orhan Beyin askerleri, nihayet İzmit kalesini sardılar Dışarıdan içeriye veya kaleden dışarıya, kuş uçurtulmuyordu Sultan Orhan pek üzgün ve kızgındı Buna rağmen İslâm-Türk civanmertliğini gösterdi Tekfureye haber saldı: - Boş yere kan dökülmesin Gönül hoşluğu ile kaleyi teslim edin İsteyenler, serbestçe dilediği yere gidebilirler Kalede kalanlara ise, İslâm âdâleti yetişir Cenk yolunu seçerseniz, gayrı encamımızı yüce Allah bilir Bu teklife kibirli prenses, küstahça cevap verdi: - Haşmetlu Bizans Kayseri akrabamdır Çok yakında yetişeceğini bildirdi Aklınız varsa, sizler kaçıp canlarınızı kurtarmaya bakın Orhan Bey güldü Aykut Alp ve Kara Ali adlı gazileri, bir miktar süvari ile Koyun Hisar kalesine gönderdi Olur da Kılayon, ablasına yardıma gelirse; Osmanlı askerini meşgul edebilirdi Aykut Alp ve arkadaşları, Koyun Hisar önüne varınca şaşaladılar Kılayon kafiri, bütün silahları takınmış, bütün zırhlarını kuşanmıştı Kalenin baş mazgalında, onları gözlüyordu Etrafında bir sürü şövalye ve subay vardı Kendilerini görünce, ellerini kollarını sallamaya başladı Bağıra çağıra bir şeyler anlatmaya çalışıyordu Kara Ali dillerini bilirdi Fakat uzak olduğu için, hiç bir şey anlaşılmıyordu Biraz daha yaklaşınca: - Gelin gelin Ölümünüze geldiniz! Sizden sonra Orhan Beyinizi de geberteceğim Ablamı, onun elinden kurtaracağım dediğini anladı Duyduklarını Aykut Alp'e tercüme etti İkisi de kas kas güldüler İşte bu sırada Kara Ali, kara yayını sonuna kadar gerdi ve: - Ya Allah Bismillah Deyip okunu fırlattı Tekfurun her tarafı zırhla kaplı idi Yalnız göz delikleri; açıktı Kara Ali'nin dualı ve isabetli oku, Kılayon'un sol gözünü delip beynine saplandı Şımarık tekfur, zırhlı bir kuş gibi, kaleden aşağı düştü Osmanlı fedaileri koşup, onun Aykut Alp'i önüne getirdiler - Kesin kellesini Buyruk yerine getirildi - Kara Alim, tiz bu kelleyi Orhan Beyimize yetiştir Ola ki, bir diyeceği vardır! Biz de hemen, şu kaleyi teslim almaya bakalım Orhan Gazi, kesik kelleyi bir mızrağa saplattı İzmit kalesinin kapısı önüne diktirdi Mağrur Balakonya, kardeşinin kesik başını görünce, dehşete kapıldı Telaş içinde sulh elçileri gönderdi: - Acaba Sultanımız Orhan Gazi Beyimiz, eski sözlerinde durular mı? Bize merhamet ederler mi? Acaba kaleden gitmemize izin verirler mi? Karşılığında ne emrederlerse ödemeye hazırız diye (aman) diledi Müslüman- Türklerde (aman) diyen düşmana, kılıç kalkmazdı Gene öyle oldu Sultan Orhan ve bütün gaziler, şanla şerefle İzmit'e girdiler Büyük kilisedeki putları kırdılar Hep birlikte Namaz kıldılar Bu zaferi kendilerine nasib eden, Yüce Allah'a şükrettiler Bu sırada bir ulak Bilecikte, Alââddin Paşayı buldu Alââdin Paşa, Huzura ulaştığı an, bütün beyler divandaydı - Gazânız mübarek olsun Sultanım - Berhudar ol Alââddin Paşam Seni buralara kadar yormamızın sebebi şudur ki; Din ve devlete hizmet için gün, bu gündür - Emir buyur Devletlûm - Sen ki bizim âlim bir büyüğümüzsün Takdir edersin ki, fetih yurtlarında âdâlet ve güzel idare şart ola İçimizde bu işleri, senden ziyade başaracak kimse bulunmaz Gayri bizim Başvezirimiz olmanı dileriz - Ferman senindir sultanım Allah yolunda cihâd ettikçe, cümlemiz senin emrindeyiz Orhan Gazi ferahladı Gözleri çok uzaklarda: - Vasiyetin yerine geldi Akça Kocam diye fısıldadı KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #10 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriYAVUZ VE ZENBİLLİ Zenbilli Ali Efendi hakkında anlatılan ikinci mes'ele ise şöyledir: Yavuz Sultan Selim, İran'la bütün ticarî münasebetlerini kesmiş ve bilhassa ipek ticaretini kat'î surette yasak etmişti Bu yasağı unutan dörtyüz kadar tüccar ise, İran'la ticarî münasebet kurmuş ve ipek satışında bulunmuşlardı Yavuz Sultan Selim' Han, bunların idam edilmesini istiyordu Zenbilli Ali Efendi ise, idamlarına fetva vermiyordu Aynı zamanda bu tüccarlar, Zenbilli'yi kurtulmaları için Padişaha aracı kılmışlardı Zenbilli Ali Efendi, bu mes'eleyi Padişahla konuşurken bir ara padişah: — Sen devlet işlerine karışma!, dedi Bu ağır konuşma üzerine Zenbilli Ali Efendi, padişahın huzurundan selamlamada bile bulunmadan çıkıp gidiyor Daha sonra Zenbilli'nin haklı olduğuna kanaat getiren Yavuz, dörtyüz tüccarı affettiği gibi Şeyhu'l İslâm'dan özür diliyor ve gönlünü almak için ona Rumeli ve Anadolu Kazaskerliklerini teklif ediyor Fakat bu teklifi: — Allahla yeminim vardır, hiçbir siyasî vazife kabul etmeyeceğim, diyerek reddeden büyük ilim adamı, orada da İslâm dinine ne kadar bağlı olduğunu gösteriyor Bunun üzerine Yavuz, Zenbilli'ye beşyüz duka altın hediye ederek kusurunun bağışlanmasını istiyor KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #11 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriÜRK GİBİ KUVVETLİ, TÜRK GİBİ MUHTEŞEM Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ne zaman ulaştı, biliyor musunuz? 7 yaşında tahta çıkan ve 39 yıl padişahlık yapan Dördüncü Mehmed zamanında! Bu dönemde, dünyanın hemen bütün devletleri Türklerin gözüne girmek, onlarla diplomatik ilişki kurmak için gayret gösteriyor ve bu konuda adeta birbirleriyle yarışıyorlardı Ünlü Fransız tarihçilerinden Albert Vandal bu konuda şunları yazıyor: "En medeni milletlerden en barbarlarına kadar dünyada her devlet; askeri gücünden korktukları Türk Devleti'nin karşısında eğiliyor ve Türklerle hoş geçinmeye çalışıyordu İstanbul, her milletin diplomatlarıyla dolup boşalan bir merkezdi Osmanoğullarının tahtı önünde eğilmek için büyükelçiler birbirleriyle yarışıyorlardı Bu tarafta, 'Halife' sıfatını da taşıyan padişaha, hükümdarının yüksek saygılarını sunan Buhara elçisi, diğer tarafta; şaşaada birbirleriyle yarış eden ve bu uğurda herşeyi göze alan Almanya İmparatoru ile Polonya Kralı'nın elçileri görülüyordu Polonya elçisinin beraberindekileri o derece kalabalıktı ki, İstanbul'a bir Leh ordusunun geldiği sanılabilirdi İstanbul'daki büyükelçilerin bando ve mızıka takımlarıyla özel savaş gemileri ve başka donanımları vardı Törenlerde; önlerinde Hazreti Meryem'in tasvirini götürüyor; Türkler, hiçbir taassub eseri göstermeksizin bu alayları seyrediyorlardı Büyükelçiler sadrazamın eteğini öpmek ve padişahın huzurunda yere kapanmak için acele ediyor, adeta birbirlerini yiyorlardı!" Fransız Büyükelçiliği Baştercümanı olarak bu dönemde görev yapan yazar Antoine Galland da padişahın sefere çıkışı ile ilgili gözlemlerini kısaca şöyle anlatıyor: "Sultan Dördüncü Mehmed, 7 Mayıs 1672 Cumartesi günü Lehistan seferi için İstanbul'dan ayrıldı Hayatımda bundan daha güzel, daha muhteşem bir alay görmedim Dünyanın hiçbir yerinde bundan daha parlak, daha düzenli, daha zengin bir geçit töreni yapılamaz Ordunun, bizzat padişahın kumandası altında şehirden çıkışı güneşin doğuşundan başlayarak tam beş saat sürdü Polonya sınırına kadar olan merkezlerdeki Türk birlikleri yolda bu orduya katılacaklardı Geçen askerler atları da muhteşemdi Öyle ki, insan hangisini seyredeceğini şaşırıyordu Atların üzerinde fevkalâde güzel örtüler vardı, yalnızca başları ve bacakları görünüyordu Zırhlı olmayanların sağrıları kaplan veya pars postlarıyla örtülmüştü Üzerlerinde büyük bir ihtişamla oturan sipahiler; kılıç, yay, sırma işlemeli ve içi oklarla dolu bir okluk taşıyorlardı Gayet güzel cilalanmış kalkanları vardı İlk birlikler geçtikten sonra kalabalık bir mehter takımı yürümeye başladı Hem kendilerine has yürüyüşleriyle yürüyor, hem de çalıp okuyorlardı Kösler ve davullar vurduğu zaman adeta yer yerinden oynuyordu Sergiledikleri ihtişam görülmeye değer birşeydi Mehter takımından sonra yine, sonu gelmez gibi görünen birlikler geçmeye başladı Türk askerinin demirden yapılmış işlemeli zırhları; rengârenk satenden sarıkları, ipek kordonlarla süslü kadife cepkenleri, en iyi şekilde yapılmış silahları; seyredenleri hayretle karışık bir hayranlık içinde bırakıyordu Silahlarına öylesine özen gösterilmişti ki; her ok ayrı ayrı cilalanmış ve süslenmişti" İşte, böyle bir dönemde, orta Avrupa'ya açılan en önemli kapılardan biri olan Uyvar Kalesi fethedildi Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa komutasındaki Türk ordusu 18 Ağustos 1663 günü kuşatma harekatını başlattı Avrupa'nın en dayanıklı kalesi olarak kabul edilen Uyvar'ın düşeceğini ihtimal verilmiyordu Ancak, Türk ordusunun iyi yönetilmesi ve ısrarı karşısında çaresiz kalan düşman, kuşatmanın otuz yedinci gününde teslim şartlarını görüşmeyi kabul etti 24 Eylül günü Türkler Viyana'ya doğru yol alıyorlardı Uyvar'ın kaybedilişi Avrupa'da büyük yankılar uyandırdı Onlara göre Türkler "olmaz"ı daha oldurmuşlardı Onun için, herhangi bir konuda gücünü - kuvvetini ortaya koyan, kararlılık ve kahramanlık gösteren birine, "Uyvar önündeki Türk gibi kuvvetli" diyorlardı Bu söz Avrupa'da giderek bir "atasözü" haline geldi ve nesilden nesile kullanılır oldu KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #12 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriTopkapı'da Bulunan Kaşıkçı Elmasının Hikayesi 1669 yılında istanbul'da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan baldırı çıplak takımından bir adam bir yuvarlak taş bulur Bir yaymacı kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değişir Kaşıkçı götürür, bu taşı bir kuyumcuya on akçaya satar Kuyumcu taşı arkadaşlarından birine gösterir; kıymetli bir elmas olduğu anlaşılınca beriki sus payı ister Aralarında kavga çıkar Mesele Kuyumcubaşıya akseder Kuyumcubaşı kavgacıların eline birer kese akçe vererek taşı alır Fakat bu sefer de vakayı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa duyar, taşı kendisi için satın almağa hazırlanırken mesele Padişaha akseder Dördüncü Mehmet, bir Hattı Hümayun ile elması Sarayı Hümayuna getirtir ve Saray elmastıraşına verilir Eğrikapı çöplüğünde bulunan taş işlenince meydana 48 kratlık nadide bir elmas çıkar Kuyumcubaşıya Kapıcıbaşılık rütbesiyle bir kese bahşiş ihsan olunur Kaşıkçı Elmasının Eğrikapı çöplüğüne nasıl düştüğü tarihin bir sırrı olarak kalmıştır Bu elmas halen Topkapı Sarayı Müzesindedir |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #13 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriŞeyh Padişahı Zikre Kabul Etmedi Halvetî Tarikatının Şeyhlerinden Şüca'üddin Hazretlerinin tekkesine zamanın padişahı da devam eder, hatim ve zikirlerinde bulunurdu Padişah sadece zikre iştirak etmekle kalmaz, her gelişinde dervişlere bol bol ikramda ve ihsanda bulunur, onların gönlünü alırdı Bir gün gene bir zikirden ve sohbetten sonra padişah o kadar memnun olmuştu ki, memnuniyetini izhar ederek: — Ey aziz Şeyhim! Bir emriniz, arzunuz varsa söyleyin derhal yerine getireyim, dedi Şeyh Şüca'üddin (ks): — Estağfirullah padişahım Madem ki söylediniz, sizden tek isteğimiz bundan sonra bizim zikir halkamızdan uzak durmanızdır, diye cevap verince padişah bir anda ne olduğunu anlayamadı ve: — Acaba affedilmeyecek bir hatam, kusurum mu oldu? Beni bağışlayın Yalnız hatamı öğrenmek istiyorum, dedi Şeyh, padişahın şahsî bir kusuru olmadığına dair kendisini inandırdıktan sonra şöyle söyledi: — Hayır sultanım Bir hatanız falan yok, yalnız siz tekkeye geldiğiniz zaman dervişlerime bol bol ihsanda bulunuyorsunuz Bu ise onların kalbini sizin yaptığınız ikrama doğru meylettiriyor Ama siz hiç gelmezseniz, onların kalbinde böyle bir şey olmayacak ve Allahü Teâlâ'yı hakkıyla zikredecekler, dedi |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #14 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriSULTAN MURAD'IN DUASI Anadolu'da Bizans sınırına dayanan Osmanlı Türkleri, Çanakkale Boğazı'ndan Avrupa'ya o koca imparatorluğu tamamen çevrelemişlerdi Tabii, Avrupa'daki fetihler de devam ediyordu Orhan Gazi'nin yerine geçen oğlu I Murad'ın hedefi Sırbistan'ı ele geçirmekti Osmanlı ilerleyişine karşı büyük bir birlik oluşturan Lehistan, Sırbistan, Macaristan, Bosna, Romanya, Hırvatistan ve Bohemya kuvvetleriyle bunlara katılan başka gruplar derhal hrekete geçtiler Topladıkları ordu, sayıca Osmanlı ordusundan iki - üç kat fazlaydı Kosova'ya doğru yürüdülür Sultan Murad, oğulları Beyazid ve Yakup Beyler, Vezir Çandarlı Ali Bey, Gazi Evrenos Bey ve öteki ileri gelenlerle toplanıp durumu görüştü Vezir Ali Paşa, Kur'an-ı Kerim'den ayetler okuyarak Cenab-ı Allah'ın Sabredenlerle beraber olduğunu" azın savaş çoğa galip gelebileceğini söyledi Öteki beyler de savaş yapılması görüşündeydiler Savaş için sabahın olması beklenecekti O gece Kosova çevrsinde şiddetli bir rüzgar çıktı Adeta göz gözü görmüyor, insanlar ve atlar seçilmiyordu Hava şartları böyle devam ederse savaşmak çok zor olacaktı Sultan Murad herkes yatıncaya kadar bekledi Kalkıp abdest aldı, iki rekat namaz kıldı ve yaşlı gözlerle şöyle dua ett: "Ya Rab! Bunca kere duamı kabul edip beni mahcup etmedin Duamı yine kabul eyle Bir yağmur verip şu tozu toprağı def et Ta ki, düşman askerini gözümüzle görüp yüz yüze cenk edelim Ya İlahi! Mal ve mülk senindir, kime istersen verirsin Benim durumum Sana malümdur ki, mal ve mülk istemem Yalnızca Senin rızanı isterim Ya Rab! Beni bu Müslümanlara kurban eyle Tek bu müminleri Küffar diyarında mağlup ve helâk eyleme Beni bunca insanın ölümüne sebep eyleme Bunları üstün ve muzaffer et Onlar için ben canımı kurban ederim Yeter ki Sen kabul: İslam askeri için ruhumu teslim etmeye hazırım İlahi! beni kendi yanına alıp; müminlerin ruhuna benim ruhumu feda kıl Beni önce gazi kıldın, sonunda da şehadeti göster!" Sultan Murad'ın bu içten duası Allah katında kabul edilmiş olacak ki, yağan yağmur tozu - toprağı yatıştırdı, sisler dağıldı Sabah olduğunda Türk ordusu savaşa hazırdı Sekiz saat süren şiddetli bir savaştan sonra düşman büyük ölçüde imha edilmiş, kaçabilenler kaçmıştı Sıra savaş alanını gezmeye gelmişti ki, olan oldu! Herşey Sultan Murad'ın duasına göre oluyordu Miloş Kobiloviç isimli Sırp asilzadesi O'nu hançerle yaraladı ve oracıkta şehid oldu Evet Sultan Murad şehid olmuştu ama, Balkanlarda 500 yıldan fazla sürecek olan Türk hakimiyetinin temelleri de atılmıştı Ruhu şadolsun KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web Sayfası |
Yaşanmiş İbretlik Osmanli Hikayeleri |
08-02-2012 | #15 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yaşanmiş İbretlik Osmanli HikayeleriSULTAN MAHMUT VE ÇOCUK Sultan Mahmut bir çocuğa çıkarmış bir altın vermiş Çocuk bu parayı almamış Niçin almadığı kendisine sorulunca: — Eve gidince babam, annem sen bunu bir yerden çaldın, derler, demiş Sultan Mahmut da: «Bana bunu padişah verdi dersin» deyince, Çocuk: — O zaman hiç inanmazlar Padişah verseydi bu kadar az vermezdi, derler demiş Padişahın bu söz çok hoşuna gitmiş ve çocuğa" bir kese altın vermiş KAYNAK: Yeni Osmanlılar Derneği Web |
|