Yavuz Sultan Selim'in Küpesi Gerçeği! |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yavuz Sultan Selim'in Küpesi Gerçeği!Yavuz Sultan Selim’in sol kulağında küpe bulunan resmi konusunu birkaç açıdan ele almakta fayda vardır: 1) İslâm hukukuna göre kulakların küpe takılmak üzere delinmesi ve küpe takılması, kadınlar için caiz görülmüş, ama erkekler için caiz görülmemiştir Bazı hukukçular erkek çocukların da kulaklarının delinebileceğini ve bu tür bir hadisenin Hz Peygamber (sav) zamanında yapıldığı halde, yasaklanmadığını ileri sürmektedirler Her hal ü kârda ergen erkeklerin kulaklarını deldirmeleri ve küpe takmaları, çoğu hukukçulara göre haram ve bazılarına göreyse mekruhtur; yani kısaca caiz değildir İşte bu şer’î hükmü bilen Yavuz Sultan Selim’in kulağını deldirip küpe taktığına ihtimal dahi vermiyoruz Zira Yavuz’un Mısır Seferi dönüşünde oğlu Süleyman’ın süslü elbiselerini görünce, “Bre Süleyman, sen böyle giyinirsen, anan ne giysin?” dediğini biliyor ve onun şahsi hayatında sade ve süsten uzak olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz Yavuz, süs ve ihtişamdan hoşlanmayan bir padişahtır Doğru olan resimlerinden pala bıyıklar vardır, ancak küpe yoktur 2) Şu anda Topkapı Sarayı’nın Portreler Bölümü’nde 17/66 numarayla 70x65 cm ebadında bulunan küpeli Yavuz Portresi’yle Macar bir ressama ait olduğu söylenen küpeli resme gelince Evvela Yavuz’un minyatürlerde ve elimizde bulunan resimlerinde bunun gibi küpeli olan üçüncü bir resmi bulunmamaktadır Kaldı ki bu resimler arasında resmi nakkaşlar tarafından yapılanları vardır İkincisi, Yavuz’a isnad edilen ama tamamen hayali ve uydurma olan Avrupalı ve İranlı ressamlara ait resimler çokça bulunmaktadır Tarih kaynakları bu noktanın altını çizmektedirler Bu küpeli resmin de uydurma resimlerden biri olması kuvvetle muhtemeldir Zira sultanın kulağında küpe, boynunda incili madalyon, sarığında taç bulunmaktadır Osmanlı padişahlarının kıyafetleriyle bağdaşmayan bu süsler, tablonun yakın tarihlerde yapıldığını göstermektedir Zaten 1926 yılında Dolmabahçe Sarayı’ndan getirtilmiştir Dolmabahçe Sarayı’na ne zaman konulduğu da bilinmemektedir Üçüncüsü, bazı araştırmacılara göre bu küpeli resim Şah İsmail’e aittir Zira başında Şiî Mezhebi’nin alâmeti olan kızıl börk ve bunun üzerinde İran şahlarına mahsus taç vardır Ayrıca küpe de Şî’a mezhebinden câiz görülmektedir 3) Küpeli resmin Yavuz’a ait olmadığı ortadadır Ait olsa bile, son zamanların bazı ahlâksız insanlarının bunu gay’liğe yorumlamaları, en az bu resim Yavuz’a isnad edilmesi kadar yanlıştır Tek kulağında olduğu hiç mevzubahis dahi edilmemiştir Bazı yazarlar Yavuz’un bu küpesini Allah’a kul olma özelliği şeklinde taktığını ve bununla cihan hâkimi sıfatına rağmen âciz bir kul olduğunu göstermek istediğini anlatmaya çalışmışlardır Bize göre bu yorumlar zayıf yorumlardır Zira küpeli resim hadisesi doğru görünmemektedir Fakat kölelerin küpe taktıkları doğrudur Bu arada küpenin bir Türk töresi olduğunu ifade eden yazarlar bulunduğu gibi, Yavuz’un Şah İsmail’in askerlerine şirin gözükmek için taktığını iddia edenler de vardırAma bunlar iddiadan öteye gitmemektedir Yavuz’un pala bıyıklarının Hz Peygamber’in sünnetine uymadığı itirazına gelince İslâm hukukunda Hz Peygamber’in “Bıyıkları kısaltınız, sakalları da bırakınız” mânâsını ifade eden hadisi sebebiyle bıyıkların kısaltılması sünnettir Ancak bunun tek istisnası, düşmana heybetli görünmek için gazilerin bıyıklarını uzatmasının caiz görülmesidir Nitekim Ebussuûd Efendi de bir fetvâsında bu hakikati dile getirmiştir: “Sûfiler bıyıkları dibinden kesmek sünnetdir deyü i’tikad eyleseler, şer’an mezbûrlara nesne lâzım olur mu? El-cevâb: İftirâdan ictinâb etmek lâzımdır Mesnûn olan kaş mikdârı kalınca almaktır Ol dahi gazilerden gayrıyadır Gâzilerde uzatmak mendûbdur, adüvve (düşmana) heybetli görünmek içün”İşte gerçek bi gâzi olan Yavuz’un pala bıyıklarının hikmeti ve şer’î dayanağı budurPal bıyık Türk geleneğinde bir Akıncı adetidir 4-Yavuz küpe taksaydı Onu çok seven ve onun neslinden olan Osmanoğulları içindede bir tanesi olsun küpe takmaz mıydı? İddialardaki gibi bir tek Allah'a köle olan Yavuz 'mu? Tarih Perspektifinden bakıldığında gerçek ortada ama hala kaynağı olmayan şeylere yada muteber olmayan kaynaklara dayanarak inanmaya devam edecekseniz siz bilirsinizTarihe mantıklı bakmak gerekir Prof Akgündüz : 1 İslam Hukuku'nda erkeklerin kulağını deldirmesi caiz değildir Selim de bu şer'i hükmü bilen bir padişahtı 2 Minyatürlerde ve elimizde bulunan diğer resimlerde Yavuz'un küpeli olduğu bir üçüncü örnek yoktur 3Yavuz, sadelikten hoşlanan, süsten uzak bir hükümdardır Prof Akgündüz, Yavuz'un "Allah'a kul olma" düşüncesini yansıtmak için küpe taktığı fikrini de zayıf bir ihtimal olarak görüyor Selim'in sadece iki küpeli resmi var Biri Topkapı Sarayı'ndaki Yavuz Portresi; ikincisi ise Macar bir ressama ait olduğu sanılan bir resim Yavuz'un sade bir insan olduğunu belirten tarihçiler, küpenin yabancı ressamların yorumu olabileceğini söylüyor ve bir anekdot anlatıyorlar: Yavuz, Mısır seferinden döndüğünde oğlu Süleyman'ın şatafatlı giyimini görür ve çok kızar; "Bre Süleyman! Sen böyle giyinirsen anan ne giysin!" Prof Dr Yusuf Halacoğlu: Topkapı Sarayı'nda sergilenen resimde Yavuz'un başında 12 dilimli bir taç bulunur Ancak Yavuz, 12 dilimli taç giymez Şii'likteki 12 İmam'ı temsil eden taç Şah İsmail'e aittir Bunun gibi hatalar çok oluyor Yavuz, minyatürlerde tablolardakinden çok farklı resmedilmiştir Kulağında küpe yoktur minyatürlerde Sadece Batı kaynaklı gravürlerde küpeli görünür Bu da Batı yorumu olarak yansımıştır resimlere Doğruyu yansıtmaz Dr Necati Ulunay Uzunsatar : Avrupa müzelerinde Yavuz'a ait onlarca resim gördüm ama hiç birinde küpeli bir tablosuna rastlamadımYavuz'un sert mizacı ve önderliği onu küpe takmaktan alıkoyacak özelliklerdir Yavuz, belagati ve hitabeti güçlü, asaleti olan ve askerine önem veren bir önderdi Ayrıca gerek İslam'da gerekse ordu içi gelenekte erkeğin süslenmesi uygun değildir Avrupalı ressamlar kendi yorumlarını katmışlardır bu gibi çoğu resme Prof Dr Kemal Çiçek: Kaynaklarda Yavuz'un küpe taktığına dair bir bilgi yok Ayrıca Yavuz, Fatih gibi doğrudan portresini yaptırmış bir padişah değildir Bazı portrelerinde şatafatlı bir giyim tarzı içinde resmedilir oysa oğlunu giyim konusunda uyardığı bilinir Bu şekilde resmedilen başka padişah yok tarihimizde Avrupalı ressamlar bu şekilde çizilmiş, Osmanlı minyatürlerinde tam tersine, sade görünümlü 12 dilimli sarık da resmin orjinal olmadığı fikrini güçlendiriyor Bu açıklamalar,sanırım sizde belirgin bir fikir uyandırmıştır Bana göre de o resim ve minyatürler batılı ressamların sahtekarlığının birer eseri Adı Alevi düşmanlığı ile özdeşleşmiş ve İslam halifeliği zırhına bürünmüş bir padişahin ,Aleviliğin ve Bektaşiliğin simgesi haline gelmiş küpeyi takması düşünülemezdi! Yavuz Sultan Selimin adi gecen her ders kitabında ünlü bir resmi yer alır hükümdarın Pala bıyıklı ve küpelidir Oysa Resim aslında Yavuza değil can düşmanı olan Sah İsmail’e aittir Küpede Haydari ve Kalenderi derviş olmasının sembolüdür Türk Tarih kitaplarındaki ilginç saptırmalardan biride Sah İsmail’ín ele geçirilen tahtıdır Bilindiği gibi tarih kitaplarında Sah İsmail´in el konan tahtının İstanbul´a getirildiği ve Topkapı sarayında sergilendiği belirtilir ve bu tahtın resmi verilir Simdi isin gerçek yüzünü ünlü müzeci Elif Naci´den okuyalım: "Hangi tarih kitabini açsak hangi ansiklopediyi karıştırsak Topkapı sarayındaki tahtın Yavuz Sultan Selim´ in Çaldıran seferinden getirdiği Sah İsmail´e ait olduğunun geçtiğini görürüz Halbuki bunun Nadir Sah tarafından I Mahmud´a hediye olarak gönderildiğini öğrendikten sonra , Bizzat tahtı getiren Mehmed-i Esterâbâdi´nin ağzından dinledikten sonra, Topkapı sarayında kaybolduğu için senelerce soruşturma konusu olan Çaldıran ganimet defteride bulunup meydana çıkarıldıktan sonra artik bunun Sah İsmailliği kalır mı? alıntı |
Yavuz Sultan Selim'in Küpesi Gerçeği! |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Yavuz Sultan Selim'in Küpesi Gerçeği!İmam, Yavuz Han'dan bahsederken, Hâkimü'l-Haremeynü'ş-Şerîfeyn dediği sırada, oturduğu yerden yalvarır gibi bağırmıştı: — Hâkimi değil, hâkimi değil, hadimi! Mecalsiz bir sesle Hasan Can'a döndü: — Sûre-i Yâsîn tilâvet eyle Hasan Can okumağa başladı Yavuz Han da onunla birlikte bütün Sûre'yi okudu Hasan Can, Hünkâr'ın işareti üzerine bir kere daha okumağa başladı Bu defa okumasında yalnızdı «Selâm» âyetine gelince, durdu Ve çok sevdiği Sultan'a baktı Büyük Kahraman, onunla birlikte ikibuçuk misli kadar büyüttüğü memleketi ve bütün Türkleri, selâmlıyarak Allah'ına kavuşmuştu Babası: Sultan ikinci Bayezid Han (Bayezid-i Velî) Anası: Gülbahar Hâtûn (Dülkadiroğlu Şehsüvar Beyin kızı) BÜTÜN ağırlıklar İstanbul'dan Edirne'ye doğru yola çıkarılmıştı Engürüs, yâni Macaristan kralından intikam alınacaktı Yavuz Sultan Selim, baştanbaşa zaferlerle dolu Mısır seferinde meşgulken, Macar kralı, üç yıl müddetle imzalanmış barış anlaşmasını Türk topraklarına saldırarak bozmuş, bu arada en seçkin Rumeli akıncı beylerinden bir kaçı da şehid düşmüşlerdi Devleti doğuda ve güneydoğuda tehdit eden İran ve Mısır tehlikelerini iki seferle, devletlerini başlarına yıkarak ortadan kaldıran Büyük Pâdişâh, şimdi Avrupa topraklarındaki düşmana yöneliyordu Belgrad'ı fethedecekti Veziriazamı ve son derece saydığı Türk Pirî Mehmed Paşa'yı ve diğer vezirlerini hazırlıklarla meşgul olmaları için daha önceden Edirne'ye göndermişti Yavuz Selim Han, bir kaç gün sonra kendisi de ordunun başında yola çıkacağı için, yaklaşan sonbaharla, içinde durmadan keder yayıcı gam kuşlarının uçuştuğu hissini veren saray bahçesinde, yanından hiç ayırmadığı Hasan Çan'la dolaşıyordu Büyük çı- narların arasından geçen bir yokuşun sonuna geldikleri zaman Yavuz Han durakladı Arkadaşına döndü: — Arkama güya bir nâr batub azab virür Hasan Can telâşlanmıştı: — Müsaade it de görelüm, Sultânum Biraz ilerdeki küçük köşklerden birine girdiler Yavuz Han kaftanını çıkardı, iç gömleğini sıyırdı Bütün bunları sabırsızlıkla seyreden Hasan Can, ayakta dimdik duran Sultânın sırtına doğru eğildi Hünkâr'm sırtında, etrafı kızarmış ufak bir çıban başı vardı Hasan Can, iç gömleğini indirip kaftanını giyen, bir yandan da bakışlariyle gördüklerini söylemesini isteyen Yavuz Han'a vaziyeti olduğu gibi anlattı ve sonra tavsiyede bulundu: — Merhem sürmemüz gerek Sultânum Yavuz Han bu tavsiyeye gülerek cevab verdi: — Bunca küçük bir nesne içün merhem olur mu? Hasan Can ısrar edemedi Akşamı birlikte geçirdiler Sefere dinç bir vücutla çıkmak isteyen Padişah, sırtındaki çıbanın ağrısından, verdiği ızdırabdan uyuyamamıştı Sabah olunca hamama girdi Çıbanı sıkılınca cerahat dışarı çıkacak, kendisi de azabdan kurtulacaktı Kendisini yıkayan adama düşündüğünü tatbik ettirdi Fakat, acı geçecek yerde büsbütün artmıştı Dairesine çekildiği zaman ızdırabmdan âdeta inliyordu Ertesi gün sefere çıkılıyordu Pâdişah'm rahatsızlığı yakınları tarafından bilindiğinden, başta Hasan Can ve Hazinedar Süleyman Ağa olmak üzere atla yola çıkmağa hazırlanan Yavuz Han'ı bu arzusundan caydırmağa çalıştılar Fakat hiçbirini dinlemedi Yavuz Han, halkın selâm ve alkışları arasında at üstünde İstanbul kapılarından çıktı Hasan Can, yolda Sultan'm ızdırabınm fazlalaştığını görüyordu Akşama doğru, Yavuz Han'ın ağrıları dayanılamıyacak bir dereceye geldiği zaman, sekiz yıl önce ba-basiyle harb ettiği tarihî köye, Uğraş Deresi'ne varmışlardı Yavuz Han, ordugâh kurulmasını emrederek Hasan Çan'la beraber otağına çekildi Yavuz Han, otağa girdikten sonra, kaftanını kaldırarak Hasan Çan'a seslendi: — Gel Hasan Can Bak ki hâlimiz nicedür? Hasan Can acele Sultan'm sırtına bir el atmıştı Zavallı, o anda neredeyse kederinden bayılacaktı At yolculuğu Yavuz Han'ı iyice sarsmış, çıban açılmış olacaktı ki, gömleğinin arka tarafı sanki bir hançer yemiş gibi, kıpkırmızı kana boyanmıştı Vaziyeti Hünkâr'a anlatınca, o da birdenbire sarardı Derhal hekimler çağırıldı ve bunlar Hünkâr'a mutlak istirahat tavsiye ettiler Böylece, Büyük Kahraman, bir daha çıkamıyacağı yatağa girmiş oluyordu Uğraş Deresi'nde kurulan ordugâhdaki otağında yatağa girmesi üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş, Yavuz Selim Han, iyileşeceğine çok daha ızdı-rablı bir hale düşmüştü Korkunç bir hızla zayıflamaya devam ediyordu Bu hâl üzerine Veziriazam Pirî Mehmed Paşa, ikinci vezir Mustafa Paşa ve hâin lâkablı Arnavut Ahmed Paşa Edirne'den ordugâha çağırılmışlardı Pirî Paşa, otağa girib, Çaldıran, Mer-cidâbık ve Ridâniye Meydan Muharebelerinin kahramanını o halde görünce herkese saygı telkin eden vekarım elden bırakıp ağlayacak olmuş, sonra güçlükle kendisini toplayabilmişti Veziriâzâm'ı için: — Yalnız onun huzurunda bana bir ihtiraz gelür^ Diyen Selim Han bu vaziyeti görmüş ve artık zayıflamış bir sesle konuşabilmişti: — Ayağa kalkub saygı idemeyişimüzü bağışlar-suz Paşa Ve Paşayı görünce kendisini yavaş yavaş çeken hâtıralara dalmıştı: Pâdişâh, yeniçerilerin türlü edepsizliklerine rağ- men, Anadolu'ya Şiîliği sokarak memleketi mezheb çatışmalariyle içeriden fethetmeğe çalışan Şâh İsmail'in payitahtı Tebriz üzerine yürüyordu Yavuz Han, bir nâmesinde kendisine: Bizi âteş büsün ol kendini mum Diyebilmek küstahlığını gösteren Şâh İsmail'in mutlaka hesabını görecekti Türk ordusu İranlıların çekilirken yakıp yıktıkları ve erzak tedarik etmeyi imkânsız hale getirdikleri arazide, türlü yokluklarla pençeleşerek ilerliyordu Yeniçeriler, ikide bir itiraz seslerini yükseltiyorlardı: — Düşman yok Harâb bir memlekette nice bir seyahat iderüz? Yeniçeriler, Yavuz Han'ın otağına ok atacak kadar işi azıtmışlardı Yavuz Han, o son derece ciddî anda yeniçerilerin ortasına çıkmış ve bir hitabede bulunmuştu: — Ehl ü iyâl kaydünde olanlara desturdur, gerü, karularunun yanına gitsünler Biz buraya gerü dönmek için gelmedük Rahat isteyen bu yola yaraşmaz Bîzü isteyüb yolumuzda can ve baş feda idecek yiğitler ölümden havf itmez Ölümden korkanlar gerü dönsün Düşmanla çarpışacak merdler benümle gel-sün Eğer içünüzde er yoğ ise ben yalnız giderüm İsyancılar bir anda kuzulaşmışlardı Ordu Tebriz üzerine yürüyordu Çaldıran civarına geldiği sırada, casuslar da, Şâh İsmail'in orada kendilerini karşılamak üzere ordusiyle ilerlediği haberini getirdiler Osmanlı ordusu Çaldıran sahrasının kuzey doğusunda yükselen tepelere arka vererek mevzi almıştı Şâh İsmail de sahranın doğu tarafında muharebe nizâmına girmişti O gece, Yavuz'un başkanlığında divân toplanmıştı Divânda yorgun düşen askere, yemsizlikten sallanarak yürüyen hayvanlara yirmidört saatlik bir istirahat verilmesi fikri ekseriyetteydi Birdenbire Rumeli Defterdarı Pirî Mehmed Çelebi'nin sesi yükselmişti: Çelebi, asker içinde gizli şiîler bulunduğunu ileri sürerek, gecikmenin doğuracağı tehlikelere Hün-kâr'm dikkatini çekiyordu Derhal harbe başlanması hususunda Çelebi'nin ısrar etmesi karşısında, Yavuz Han kendisini tutamamış, onu takdir ettikten sonra: — İşte bana böyle bir veziriazam gerek, demişti Ve o gece, çarhacıların, ileri karakolların birbiriyle çarpışmasiyle geçmişti Sabaha karşı da «darbe-zen» adı verilen beşyüz kadar topun, önünde yer aldığı Türk ordusu büyük meydan muharebesine başlamıştı İlk önce, İranlılar zırhlı ve ağır süvarileriyle Türk sağ cenahını bozar gibi olmuşlar, fakat Anadolu Beylerbeyi son derece maharetli bir hareketle askerini kenarlara çekiverince, Türklerin «Allah» nidalarına karşı «Şâh» diye haykırarak hü***** eden İranlılar hayli kırılmışlardı Meydan muharebesi gün batmcaya kadar sürmüştü İran ordusu, meydanda bir çok ölü bırakmış, binlerce esir alınmış, Şâh İsmail kaçarak canını kurtarabilmişti Yavuz Han Tebriz'e girmiş ve orada adına hutbe okutmuştu Vaktiyle İskender'in İran Hükümdarı Darios'u kovalayıp yakalaması gibi, Yavuz Han da Şâh İsmail'i İran içlerinde kovalayıp yakalayacaktı Fakat, yeniçeriler yine isyan seslerini yükseltmişlerdi Nihayet, sayısız ganimet ve bir de muhteşem taht alınarak İstanbul'a dönülmüştü Yavuz Sultan Selim, daha o zaman veziriâzâm-lığa getirmek istediği, fakat derecesi müsâid olmadığı için, ancak paşalık ve vezirlikle mükâfatlandı-rabildiği, Mısır seferi sırasında da vezâret-i uzmâ makamına çıkarabildiği Pirî Mehmed Paşa'ya minnettarlıkla baktı: — Çaldıran'daki meclisi düşünürüm, Paşa Hazretleri Ol zafer sizündür Pirî Mehmed Paşa, Hünkâr'ın zayıf elini öpmek isteyince, mecalsiz kahraman buna güçlükle mâni olabildi Paşa, her zamanki vekariyle konuşmaktan kendini alamadı: — Zafer kılıcmızündür Daha öyle çok seferler ideceğiz Sultânım Yavuz Han derin derin içini çekti: — Bizim simden gerü âhiretden başka seferü-müz yokdür Bu sözler otağda bulunanları sonsuz bir kedere düşürmüştü Pirî Paşa, huzurda doğru olmayacak bir teessüre kapılmasından korkarak, bir iş bahanesiyle dışarı çıktı Paşa dışarı çıkınca Yavuz Han nedimine döndü: — Hasan Can bu ne hâldür? — Sultânım, Cenâb-ı Hakk'a teveccüh idüb Allah ile olacak zamandür — Bizi bunca zamandan berü kimin ile bilür idin? Cenâb-ı Hakk'a teveccühümüzde kusur mu fehm itdün? — Hâşâ ki bir zaman zikr-i Rahman'dan gufûl müşahede itmüş olam Lâkin bu zaman gayri ez-mâna benzemedüğü cihetden ihtiyaten cesaret eyle-düm Hasan Çan'ın hakkı vardı Büyük Kahraman, âdeta anlar geçtikçe solmağa başlamıştı Nedimi de bu sözleriyle Allah'a kavuşma zamanının yakın olduğunu bildirmişti Yavuz Han, o anda yaptığı hareketlerin en mühimi olarak Hırka-i Saâdet'i ve San-cak-ı Şerîf'i İstanbul'a getirmesini hatırlıyordu O anda, Kahire'de adına hutbe okunan camideydi sanki: İmam, Yavuz Han'dan bahsederken, Hâkimü'l-Haremeynü'ş-Şerîfeyn dediği sırada, oturduğu yerden yalvarır gibi bağırmıştı: — Hâkimi değil, hâkimi değil, hadimi! Mecalsiz bir sesle Hasan Can'a döndü: — Sûre-i Yâsîn tilâvet eyle Hasan Can okumağa başladı Yavuz Han da onunla birlikte bütün Sûre'yi okudu Hasan Can, Hünkâr'ın işareti üzerine bir kere daha okumağa başladı Bu defa okumasında yalnızdı «Selâm» âyetine gelince, durdu Ve çok sevdiği Sultan'a baktı Büyük Kahraman, onunla birlikte ikibuçuk misli kadar büyüttüğü memleketi ve bütün Türkleri, selâmlıyarak Allah'ına kavuşmuştu Vecdi Bürün |
|