Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Toplum ve Yaşam > Beslenme, Diyet ve Sağlık

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
cerrahi, estetik, genel

Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #1
RaHaTSiZ

Genel ve Estetik Cerrahi



anal fissür makatta çatlak

Anal kanalda yırtık oluşmasıdır Genellikle ağrılı ve yanmalıdır Dışkılama sırasında bu şikayetler artar , kanama da meydana gelebilir Fissür genellikle ıkıntılı , zor bir dışkılama sonrası ve kabızlık sonucunda meydana gelir Anal kanal çok spastik olduğunda; fissür ıkınma olmaksızın meydana gelebilir

Teşhis

Fissür olduğu zaman parmakla muayene genelde çok ağrılıdır Genellikle anüsün dıştan muayenesi ile yırtık görülebilir Yırtığın miktarını belirlemek için anoskopi yapılabilir



Tedavi Anal Fissür

Ilık tüpler (anal kanalı genişleten ısıtılmış,çapları değişik derecelerde bujiler)
Günde birkaç defa , yaklaşık 10'ar dakika yapılacak sıcak su oturma banyoları (anal büzüğün gevşetilmesi ve anal kanalın rahatlatılmasını sağlar)
Gaita yumuşatıcıları (yumuşak ve şekilli gaita sağlar)
Krem ve fitiller ağrıyı hafifletir
Birçok fissür birkaç haftada iyileşecektir Fakat belirtiler devam ederse ameliyat gerekebilir Ameliyat tedavisi genellikle anal kanaldaki adelelerin bir kısmını kesmeye dayanmaktadır Bu işlem fissürü meydana getirecek basıncı azaltır ve iyileşmesini sağlar Kuşkusuz en iyi tedavi korunmadır Bol lifli , kepekli diyet düzenli barsak hareketlerine neden olarak rahat dışkılamayı sağladığından en önemli yeri teşkil eder

Anal Fistül-Anal Abse
Apse (iltihapla dolu şişlik) , genellikle anal kanaldaki , ağızları anüs içersine açılan bezlerin ağızlarının tıkanması sonucunda meydana gelir Oluşan apseler bir müddet sonra kendiliğinden boşalmak amacıyla , son barsak içersindeki bir yere veya anüs çevresindekideri kısmına açılır Bu şekilde tünel açılmasına "fistül" denir Anal fistüller hemen daima anal apse sonucunda meydana gelir

Belirtiler

Anal apse ,anal kanala bitişik şişlik ve önemli ölçüde rahatsızlık meydana getirirŞiddetli ağrı ve ateş oluşabilir Anal fistülde anal kanaldan fistülün dış ağzına (genellikle anüs çevresindeki deri bölümüne)drene olan sıvı mevcutturBu nedenle hafif miktarda ,zaman zaman miktarı artan akıntı(pis kokulu sarı-kahverengi renli bir akıntıdır)görülür

Tedavi

Apsenin tedavisi cerrahi olarak drenajdırApse drene olduktan sonra kişilerin %50'sinde birkaç hafta sonra (bazen birkaç ay ya da yıl sonra)fistül oluşacaktırFistülün tedavisi cerrahidir
Anal Kaşıntı
Geceleyin veya dışkılama sırasında en sıklıkla meydana gelirAnüs bölgesi aşırı temizleme ve silme en sık nedendirAnüs etrafında fazla terleme

Bazı yiyecekler ve içecekler kaşıntıya neden olabilirBunlar arasında alkol,sirkeli yiyecekler,kahve,çukulata,fındık,mısır sayılabilirEnder olarak bazı enfeksiyonlar ve deri hastalıkları kaşıntıyaneden olabilirKötü hijyen genllikle bir neden değildirBuna rağmen kaşıntı meydana gelen kişilerde aşırı bir anal bölge temizliği ve silmeye eğilim göstererek tahrişi arttırır


APANDİSİT

Yaygın bir hastalık olan "apandisit", karnın alt kısmında bulunan ve apandis ya da apendiks denilen kör barsağin iltihaplanmasıdır

"Apendiks vermiformis uzun ince bir boru veya solucan şeklinde ortalama 9 cm uzunluğunda kör bir barsaktır iki ila 25 cm arasında değişen uzunlukta olabilir Çocuklarda, yetiş*kinlerden daha uzundur Normalde karnın sağ alt bölgesinde yer almakla birlikte farklı konumlarda bulunabilir"

Vücuttaki işlevi lam olarak bilinmeyen apendiks, bademcik gibi lenfoid doku bakımından zengin bir organ olarak tanımlanıyor

APANDİSİT NASIL OLUŞUR?

"Apandisit yüzde 90 oranda, apendiks lümeninin (yani apendiksin iç kısmının) dışkı ile tıkanmasından kaynaklanıyor Sık görülen nedenlerden biri de tenf dokularının şişmesidir

Çeşitli nedenlerle apendiksin içi tıkandığı zaman, apen*diks lümeninde sıvı birikir, mikroplar çoğalmaya başlar ve iç basınç artar Basıncın artması ile apendiks şişmeye başlar ve giderek apendiks dokusunun kanlanması ve beslenmesi bozulur Daha sonra nekroz (çürüme) ve patlama oluşur"

Türkiye Hastanesi uz*manları, iltihaplanmayı durdurmanın mümkün olmadığını belirterek "apandisit önlenemez; önlemek için herhangi bir metod veya ilaç bulunmuyor" diyorlar



GÖRÜLME SIKLIĞI

Eldeki verllere göre, apandisit her yasta görülmekte birlikte, en sık olarak genç erişkinlerde, 20-30 yaş grubunda ortaya çıkıyor 60 yaşından büyüklerde yüzde 5-10 dolayında görülüyor, Çocuklarda en sık 6-10 yas grubunda görülen apandisjtin, 2 yaşından küçüklerde görülme oranı yüzde 2 dolayında kalıyor

Görülme sıklığı bakrmından cinsîyete göre ilginç tablo gözleniyor, Ergenlik çağından Önce, kız ve erkeklerde apandisit oranı eşit olduğu görülüyor, 15-25 yas grubunda, erkeklerde apandisite 2 kat fazla rastlanıyor 25 yaşından sonraki dönemde oran tekrar eşitleniyor



BELİRTİLER VE TANI

Prof Dr Hasan Taşçı ile Opr Dr Cavit Hamzaoğlu, apandisitin belirtileri ve tanısıyla ilgili olarak şunları söylüyorlar "Karın ağrısı, iştahsızlık ve kusma temel belirtilerdir Bunların bir araya gelmesi tanıyı kolaylaştırır

Karın ağrısı; apandisitin en önemli belirtisidir Genellikle göbek çevresinde veya mide üstünde başlar Künt bir ağrıdır, azalma ve çoğalma gösterebilir, ama, hiçbir zaman tamamen yok olmaz Genellikle 4-6 saat sürer (1-12 saat arasında değişebilir) Daha sonra ağrı karın sağ alt bölgesine yerleşir Bazı hastalarda ağrı sağ alt kadranda başlar ve orada kalır Apendiksin değişik yerleşimlerine göre ağrı sırtta, sağ veya sol kasıkta veya mesane üstü ve makatta hissedilebilir

iştahsızlık, hastaların yüzde 90-95 inde ağrıdan daha önce görülen fakat önemsenmeyen bulgudur

Bulantı ve kusma; önemli bir göstergedir Hastaların yüzde 75'inde bulantı görülür Genellikle hasta bir şey yerse Kusar, midesi boşsa kusmaz

Bu belirtilerin yanında, hastanın, kabızlık, ishal ve gaz çıkaramama gibi şikayetleri de olabilir Ancak, bunlar tanı değeri taşımazlar"

Mauyene bulguları, apendiksin, vücutta yerleştiği yere göre değişebiliyor Patlama olup olmaması da bulguları etkiliyor Vücut ısısı bazı kişilerde normal kalmakla birlikte bazılarında 375-38 dereceye çıkıyor Hastanın, fazla hareket etmekten kaçınması ve öksürme zıplama gibi hallerde ağrılarının artması tanı bakımından önem taşıyor
Prof Taşçı ve Opr Hamzaoğlu, apandisitle ilgili önemli bir noktaya işaret ederek; apandisit belirtilerinin, birçok hastalığın belirtilerine benzediğini belirtiyorlar Bu nedenle bulguların değerlendirilmesi açısından hekimin deneyimi büyük önem taşıyor

Prof Taşçı ve Opr Hamzaoğlu'nun verdikleri bilgilere göre; karın içi lenf bezleri iltihabı, mide ve bağırsak iltihabı, kadın hastalıkları, dış gebelik, mide ve onikiparmak bağırsağının delinmesi, idrar yolları iltihabı ve taşları, safra kesesi iltihabı, pankreas İltihabı ve bağırsak damarlarının tıkanması gibi rahatsızlıklarla apandisit aynı bulguları verebiliyorlar



KESİN TEDAVİ

Özellikle gençlik döneminde ortaya çıkan bu yaygın rahatsızlığın ilaçla tedavi imkanı bulunmuyor Ancak, apandisit, tedavisi kolay hastalıklar arasında yer alıyor Türkiye Hastanesi hekimleri kesin tedavinin ameliyat olduğunu belirterek, "hasta, laparoskopik (kapalı) veya açık appendektomi yöntemiyle ameliyat edilip, apandisit alınmalıdır" diyorlar Prof Taşçı ve Opr Hamzaoğlu, apandisit ameliyatlarıyla ilgili şu bilgileri veriyorlar:

"Apandisit tanısı konan veya apandisit olabileceği düşünülen hastaların ağızdan beslenmemeleri, ağrı giderici almamaları gerekir Apandisit, 4 grupta toplanır Üç gruptaki vakalar;

akut apandisit, perfore (patlamış) apandisit, patlamış ve apse yapmış apandisit, kesin olarak ameliyatla tedavi edilmelidir Dördüncü grup plastrone apandisittir Bazen karın içinde omentum adı verilen bir yağ perdesi, apendiksi sarar ve iltihabın karın içine yayılmasını önler Buna plastrone apandisit denir Bu durumda hasta hastaneye yatırılır ve gözlem altına alınarak, antibiyotik tedavisine başlanır Eğer şikayetler gerilerse hasta taburcu edilir ve 6-8 hafta sonra tekrar değerlendirip ve ameliyata alınır



ÖLÜME NEDEN OLABİLİR

Günümüzde apandisit ameliyatları en basit ope*rasyonlardan biri sayılıyor Ancak tedavisi bu derece kolay olmasına rağmen, ihmal edilmesi halinde apandisit, tehlikeli bir hastalık oluveriyor Zamanında ameliyat edilmediği zaman İltihaplı apendiksin patlaması ölüme yol açabiliyor
Genç erişkinlerde yüzde 15-25, çocuklarda yüzde 50-85, yaşlılarda yüzde 60-90 arasında patlama ihtimali bulunuyor
Prof Taşçı ile Opr Hamzaoğlu, özellikle yaşlılar ve çocuklar açsından apandisitin büyük risk oluşturduğuna dikkat çekiyorlar ve "Yaşlı ve çocuklarda bulgular az olduğundan teşhis konulduğunda patlama olayı gerçekleşmiştir Bu nedenle ölüm riski çok fazladır
Genç erişkinlerde apandisitte ölüm oranı yüzde 01 in altındayken yaşlılarda bu oran yüzde 50 civarındadır" diyorlar


Zamanında doktora başvurulduğunda basit; ama, geç kalındığında ölümcül bir hastalık sorunu



DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN DURUMLAR


· Karın ağrısı olduğu zaman kesinlikle kendi başınıza ağrı kesici almayın, mutlaka bir doktara başvurun

· Bazen apandisitte doktorlarda yanılabilir ve yanlışlıkla mide tedavisine başlanır Eğer ağrınız geçmiyorsa tekrar doktora gitmelisiniz

· Normal bir apandisit ameliyatı eğer erken teşhis konulursa yaklaşık 15-30 dakika sürmekte ve hasta 1 gün hastanede yatıp çıkmaktadır

· Eğer apandisit patlamış ise, ameliyatla apandisit alınır, batın yıkanır ve karın içine 1 adet dren (hortum) konulur ve hasta yaklaşık 2-3 gün hastanede kalır

· Erken teşhis ve doğru tedavi hayat kurtarıcıdır

· Günümüzde yüzde 100 apandisit tanısını koyduracak tetkik, laboratuvar ve görüntüleme yöntemi yoktur Bu nedenle hastanın şikayetleri, muayene bulguları ve kan tetkikleri bir arada değerlendirilip teşhis konulur Şüpheli vakalar ağrı kesici verilmeden takip edilir

BARSAK TIKANMASI :İLEUS: ERİŞKİNDE

Bağırsak tıkanması ince bağırsağın veya kolonun tamamen veya kısmen tıkanmasıdır Bu tıkanma hazım maddelerinin bağırsak boyunca yaptığı yolculuğu tamamlamasını önler Eğer ince bağırsaklarınızda bir tıkanma varsa, karnınızın ortasında kramp gibi ağrılar ve takrar tekrar gelen kusma isteği duyarsınız Tıkanma nerede olmuş olursa olsun hazımla ilgili maddeler ilerleyemez Eğer kolonunuzun alt kısmı tıkalıysa gaz bile çıkaramazsınız Bağırsakların kısmen tıkanması bağırsakları bir sıvı çıkarmaya itebilir bu da ishal ile neticelenebilir Tıkanmanın bir yanı da karın şişmesidir Karın şiştikçe gerilir sertleşir Bağırsak gazının ve sıvısının tıkanan kısımda sıkışıp kalması şişmeye neden olur Birçok şey tıkanmaya sebep olabilir En yaygın tıkanma nedeni ince bağırsakta evvelce yapılmış ameliyattan kalma iltisak (komplikasyon) olmasıdır Fıtıklar ve volvulus (düğümlenmiş veya bükülmüş bağırsak) da ince bağırsakta tıkanma yapan yaygın sebeplerdir

Belirtiler

- Karın şişmesi,

- Karın bölgesinin ortasında spazm halinde ağrı veya kramplar,

- Kusma,

- Dışkı veya bağırsak gazı çıkaramamak

Kolonda bir kanser ve diğer bozukluklar tıkanma yapabilir Bazen tıkanma mekanik değildir ve bağırsakların hazım maddelerini ileri doğru hareket ettirememesinden doğan Buna (adinamik ileus) tembel ince bağırsak denir ve bazen hazım yaralanmalarından veya ameliyatlarından sonra ortaya çıkar

Eğer tıkanma bağırsağa kan gelmesini önlerse bu doku ölmeye başlar Bu bir kangren veya bağırsak delinmesi olasılığını artırır Bunların her ikisi de hayatı tehlikeye atan durumlardır

Tedavi

Eğer doktorunuz bir bağırsak tıkanmasından şüphe ederse, burnunuzdan karnınıza veya ince bağırsağın başlangıç bölümüne uzanan bir tüp koyabilir, özel bir cihazla emmek suret4uie bağırsak salgılan ve hava yoluyla dışarı çıkarılır Buna (nasogastik suction) burun yoluyla emme denilir Bu teknik genelde karındaki gerginliği rahatlatır Kaybedilen sıvı damar yoluyla telafi edilmelidir Bazen gerginlik ortadan kalkınca tıkanma nedeni de beraberinde yok olur Eğer tıkanma nasogastik emme yoluyla geçmezse ameliyat gerekir Çalışmayan bağırsak (adinamik ileus) yakasında buna neden olan asıl hastalığın tedavisi genelde tıkanmayı da geçirir

barsak tıkanması bağırsak düğümlenmesi ileus

Alternatif isimler

Paralitik ileus , intestinal volvulus , barsak obstrüksiyonu , ileus

Tanım

Barsak içeriğinin ilerlemesinin durması , geri tepmesi veya bozulmasıdır

Tam veya kısmen tıkanma olabilir ; karın ağrısı , bulantı-kusma ve gaz-dışkı çıkışının durması ile karakterizedir

Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri

Barsak tıkanması mekanik veya mekanik olmayan ( dinamik ) sebeplerden kaynaklanabilir Çocuklarda ve infantlarda ( bebeklerde ) tıkanmanın majör sebeplerinden biri paralitik ileus’tur

Paralitik ileusun nedenleri : periton içi enfeksiyon mezenterik iskemi ( karındaki destek yapılara kan akımının azalması ) karında kan akımının kesilmesi , hasara uğraması böbrek ve göğüs hastalıkları karın içi ameliyatlardan sonra metabolik bozukluklar ( potasyum düzeyindeki azalma gibi )

Bebeklerde mide-barsak iltihabı , elektrolit dengesizliği ve zatürre ; daha büyük çocuklarda periton iltihabı , patlamış apandiks ve üremi paralitik ileus sebebi olabilir

Paralitik ileus karın gerginliği , barsak seslerinin yokluğu (karın dinlendiğinde ses işitilmez) ve çok hafif ağrı ( mekanik tıkanmayla karşılaştırıldığında ) ile ortaya çıkabilir

Paralitik ileus insidansı , mekanik tıkanmayla karşılaştırıldığında yüksektir Ancak mekanik tıkanma kadar önemli değildir

Mekanik tıkanma barsak içeriğinin ileriye doğru hareketinin engellenmesiyle ortaya çıkar

Mekanik tıkanmanın sebepleri : fıtıklar ameliyat sonrası yapışıklıklar veya skar ( yara izi ) dokusu sertleşmiş dışkı , safra taşları tümör granülomatöz proçesler ( anormal doku gelişimi ) intususepsiyon ( = invaginasyon = ince veya kalın barsağının bir segmentinin teleskop gibi sonraki segmentin içine girmesi ) volvulus ( bükülmüş barsak )

Tıkanmayla barsak kan akımı kesilirse , enfeksiyon ve gangren oluşumuyla doku ölebilir

Barsak tıkanması 2000 kişinin 2 sinde görülür

Risk faktörleri : geçirilmiş karın içi ameliyatları fıtıklar safra taşları enflamatuar barsak hastalığı ( crohn hastalığı gibi ) yutulmuş yabancı cisimler kronik kabızlık kalın barsağın divertiküler hastalığı

Korunma

Korunma , sebeplere yöneliktir

Tıkanmayla ilişkili durumların tedavisi ( tümörler ve fıtıklar gibi ) riski azaltabilir

Bazıları önlenemez

Belirtiler karın şişkinliği , gaz karın ağrısı ve krampları kusma ( kanlı kusma ) karın gerginliği kabızlık ishal gaz , dışkı çıkaramama barsak seslerinin artması

Tanı/Teşhis mekanik tıkanmanın başlangıcında stetoskopla karnın dinlenmesinde artmış barsak sesleri duyulur Tıkanma uzun bir süre devam ederse veya barsak önemli derecede hasara uğrarsa barsak sesleri giderek azalır ve kaybolur paralitik ileus’ta barsak sesleri azalmış veya yoktur baryum enema karın filmi üst sindirim sistemi ve ince barsak serileri ( grafileri ) serum elektrolitleri serum sodyumu tam kan tahlili sigmoidoskopi idrar amilazı serum amilazı karın bilgisayarlı tomografisi enteroclysis ( burun veya ağız yoluyla mideden barsağa geçen tüp içine kontrast maddenin verilmesiyle ince barsakların görüntülenmesi yöntemi )

Tedavi

Hastanede gerçekleştirilir

Nazogastrik tüple dekompresyon

Nazogastrik tüple dekompresyon belirtileri geçirmezse veya barsak strangule olursa veya gangren şüphesi varsa tıkanmanın cerrahi tedavisi faydalı olabilir

Prognoz/Hastalığın gidişi

tıkanmanın sebebine bağlı olarak sonuçlar değişir

genelde prognoz çok iyidir

Komplikasyonlar/Riskler

enfeksiyon

barsağın gangren olması

Doktorunuza başvurun

gaz , dışkı çıkaramamakla gelişen devam eden karın gerginliği varsa veya yeni belirtiler gelişirse

BASI: DEKÜBİTUS ÜLSERLERİ

Dekübitus ülserleri (DÜ) yaşlı, spinal kord travması geçirmiş, nörolojik sorunları olan, hemiplejik veya paraplejik hastalarda önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir
Ciddi DÜ'li hastalarda ortalama hospitalizasyon süresi 8 ay, yüzeyel ülseri olanlarda ise 6 ay olarak bildirilmektedir
DÜ'li hastaların yataklı sağlık kurumlarında bu uzun süreli bakım ve tedavileri nedeniyle sağlık hizmetleri giderleri çok fazla olmakta, dolayısıyla önemli bir sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir4
DÜ (yatak yaraları, basınç ülserleri) uzun süreli yatma veya oturma pozisyonunda yumuşak dokuda bir bölgeye sürekli basınç sonucu oluşan lokalize hücre nekrozu alanlarıdır Yatak veya sandalye gibi bir dış güç ile kemik çıkıntı arasında basınca uğrayan yumuşak dokuda ortaya çıkar5
Epidemiyoloji
Acil bakım ünitesi olan hastanelerde DÜ prevelansı %3-11, yatalak ve tekerlekli sandalyeye bağımlı hastalarda %28 olarak bildirilmektedir1 Uzun süreli yataklı tedavi sağlayan hastanelerde bu oran %45'e kadar çıkmaktadır6 Spinal kord travması olanlarda ise DÜ prevelansı daha yüksektir4 Epidemiyolojik çalışmalara göre yaşlı, nörolojik bozukluğu ve kalça kırığı olanlar DÜ gelişme riski yüksek hastalardır, çoğu 70 yaş üzerindedir ve ülserler en sık sakrum, iskial tuberositeler, büyük trokanterler, malleoller ve topuklar olmak üzere genellikle hospitalizasyonun ilk birkaç haftasında ortaya çıkmaktadır Bu hasta grubunda mortalite riski de yüksek olarak bulunmuştur
DÜ gelişiminden sorumlu faktörler; duyu veya mobilite bozukluğu olanlarda deri bakımına yeterli özenin gösterilmemesi; uzun süreli immobilizasyon; uygun olmayan yatak, yastık ve tekerlekli sandalye kullanımı; aşırı terleme veya inkontinans; sıkı giysilerin kullanılması ve DÜ tedavi edildikten sonra da bu olumsuz faktörlere dikkat edilmemesidir
Sınıflama
DÜ'lerin sınıflamasında bugün en geçerli evrelendirme sistemi;
Evre 1: Kemik çıkıntı üzerindeki deride eritem ve endurasyon (ülser başlangıcı)
Evre 2: Dermisi içine alan yüzeyel ülserasyon; klinik olarak abrazyon, bül veya yüzeyel krater görülür
Evre 3: Subkütan dokuyu içine alan ülserasyon; klinik olarak derin bir krater görülür
Evre 4: Kas, kemik ve destek dokularda destrüksiyon ile giden derin ülserasyon
Evre 5: Eklem veya vücut boşluklarına (rektum, barsak, vajina, mesane gibi) uzanan geniş ve derin ülser5,8
Bu evrelendirme, özellikle uygun tedavi yaklaşımını planlarken önem kazanmaktadır

Tedavi

A Korunma
Korunma amacıyla ilk girişim noktasal basınçların önlenmesidir Hastanın düzenli olarak 30° derece açıyla döndürülmesi ve basıncı azaltmak için yumuşak yastıkların kullanılması uygundur Standart yataklar yerine havalı yatakların veya su yataklarının kullanılması DÜ gelişme riskini belirgin olarak azaltır Sürtünme ve yırtma güçleri de önlenmeli, bu güçleri minimuma indirecek özel kaldırma ve çevirme teknikleri kullanılmalıdır DÜ gelişiminde rolü olan sistemik faktörlerin ortadan kaldırılması, gaita ve idrar inkontinansının düzeltilmesi veya günlük düzenli mesane ve barsak programları, enfeksiyonla mücadele kon-servatif tedavi yaklaşımlarıdır
B Topikal tedavi
Evre l ve 2 DÜ'lerinde veya cerrahi tedaviden önce lokal yara bakımı uygulanmalıdır Ciddi bir topikal tedavi ile yara kontraksiyonu hızlanır, enfeksiyon riski azalır ve nekrotik debris temizlenir Evre l ülserler genellikle koruyucu yaklaşımlarla ve basit topikal tedavi ile düzeltilebilir Evre 2 ülserlerde benzer şekilde genel yaklaşımların yamsıra yara kontraksiyonu ve epitelizasyonu hızlandıracak agresif topikal tedavi gerekir Topikal tedavide kullanılan ajanlar enzimler, antibiyotikler, eser elementler, tannik asit, bal, şeker ve povidoneiodine içeren çeşitli karışımlardır Ancak bu tedavilerden herhangi birinin serum fizyolojik ile yapılan ıslak pansumanlara (wet to dry) üstünlüğü gösterilmemiştir 6-8 saatte bir değiştirilen ıslak pansumanlar hem sekonder iyileşmeyi hızlandırır hem de yeterli mekanik debritmanı sağlar Enfekte yaralarda gazlı bezin germisidal bir ajanla uygulanması önerilir Diğer tedaviler irrigasyon uygulaması ve ülser tedavisinde kullanılan çeşitli örtülerdir
Lokal tedavide kullanılan diğer yöntemler elektrik stimülasyonu ve büyüme faktörlerinin uygulanmasıdır Elektrik akımı ile yara iyileşmesi muhtemelen elektrik akımının antibakte-riyel etkisine ve kasda protein sentezi ve DNA replikasyonunun stimülasyonuna bağlıdırTrombosit kaynaklı büyüme faktörlerinin (Platelet derived growth factors) uygulanması da anjiogenezis, fibroblast proliferasyonu ve kollajen sentezini uyararak iyileşmeyi hızlandırmakta, skar oluşumu da minimuma inmektedir
C Cerrahi tedavi
Genel olarak evre 3, 4 ve 5 ülserler cerrahi tedavi gerektirir Cerrahi tedaviden önce yara temizliği ve nekrotik dokunun debridmanı, çok derin ülserlerde osteoktomi tedavide ilk basamaktır5,8 Yara kültürü ve osteomiyelit yönünden alttaki kemik dokunun kültürü yapılmalı, enfeksiyon tesbit edildiğinde sistemik antibiyotik tedavisi başlanmalıdır Genellikle yumuşak doku enfeksiyonları 2 haftalık antibiyotik tedavisi ile düzelirken, osteomiyelit tesbit edildiğinde 6 haftalık antibiyotik tedavisi gerekir
DÜ'lerinde cerrahi tedavinin başarısı ülser zemininin temizliğine bağlıdır
Cerrahi tedaviden önce hasta mutlaka psikolojik ve sosyal olarak hazırlanmalı, postope-ratif dönemde ve daha sonra DÜ bakımı konusunda bilgilendirilmelidir8 Cerrahi tedaviden sonra hastalar uzunca bir süre rahatsız bir pozisyonda iyileşme dönemi geçirmek zorunda-dır Bu nedenle preoperatif dönemde 4 gün sıklıkla prone pozisyonda tutularak hastaya deneme yapılır Bu süre içinde 8 saatte bir basınç altında kalan bölgeler açısından hasta incelenmeli, skrotal ödemi azaltmak için skrotal destek konmalı, basıncın eşit dağılması için köpük şilteler ve havalı yataklar kullanılmalıdır Solunum fonksiyon testleri ve kan gazlarına bakılarak hastanın prone pozisyonu tolere edebileceği kesinleştirilmelidir Hastada spas-tisite varsa cerrahi tedaviden önce mutlaka kontrol altına alınmalıdır

KAYNAK:
Dekübitus Ülserleri:
Cerrahi Tedavi Yaklaşımları
Doç Dr Yasemin ORAM
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #2
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



CROHN HASTALIĞI


1 Crohn Hastalığı Nedir?

Crohn hastalığı sindirim sistemini oluşturan yemek borusu, mide, ince ve kalın barsaklardaki bir veya birkaç bölümü tutabilen, tutulan bölümde kalınlaşma, ülserler oluşturan bir hastalıktır Barsaktaki kalınlaşma bu bölgelerde darlıkların oluşmasına yol açabilir Hastalıklı bölgeler birkaç santimetre uzunlukta olabileceği gibi bir metreyi aşan uzunlukta da olabilir Hastalık en çok "ileum" denilen ince barsakların son kısmını tutmaktadır Kalın barsak ve anüs bölgesi de sıklıkla tutulabilmektedir Anüs bölgesinde "fissür" denilen çatlaklar ve "fistül" olarak isimlendirilen iltihapın aktığı delikler bulunabilir



2 Crohn Hastalığının Belirtileri Nelerdir?

Crohn hastalığı tutulan bölgeye göre değişik bulgulara yol açabilir En sık olarak karın ağrısı ve ishal olur Barsakta ciddi derecede daralmanın oluştuğu hastalarda karında şişkinlik, ağrı, kusma, kabızlık görülebilir Kalın barsağın tutulduğu hastalarda dışkı ile kan gelmesi de görülebilir Crohn hastalığının aktif döneminde, hastalar yorgunluk, halsizlik hisseder ve ateşleri olabilir Anüs çevresinde çatlak, iltihaplı akıntı yapan fistüller, apseler hastalığın diğer bulgusudur
[Başa Dön]

3 Crohn Hastalığı Diğer Sistem ve Organları Etkiler mi?

Crohn hastalırının bir kısmında gözler, cilt, ağız ve eklemlerle ilişkili yakınmalar, bulgular olabilir Gözün dış tabakasının iltihaplanması (episklerit) veya göz merceğini kaplayan tabakada iltihaplanma (iritis) gözle ilgili başlıca rahatsızlıklardır Ciltte en sık görülen problem, özellikle diz altlarındaki bölgelerde ağrılı kırmızı şişliklerdir (Eritema nodosum) Daha nadiren ayak bileği yakınında ülserler oluşabilir (Pyoderma) Ağızda sıklıkla normal kişilerde de görülebilen beyaz renkli küçük yaralar (aft) görülebilir Eklemlerde, en sık olarak da dizlerde ağrılı şişmeler Crohn hastalığının aktif dönemlerine eşlik edebilir Bazen şişlik olmadan da eklem ağrılarından yakınılabilir Kalça ve omurga eklemlerinde hastalık aktif dönemde olmasa bile ağrılar olabilir

4 Crohn Hastalığı Hastanın Çocuğuna Geçer mi?

Diğer bazı hastalıklarda olduğu kadar ailesel geçiş yoktur Ancak Crohn’lu hastanın birinci derece yakınlarında Crohn hastalığı veya benzer bir hastalık olan ülseratif kolit açısından azda olsa risk artışı söz konusudur Bu risk çok az olduğundan çocuk sahibi olmanız açısından engel oluşturmaz


5 Crohn Hastalığının Nedenleri Nedir?

Çok sayıda ve yoğun araştırmalara karşın Crohn hastalığının nedeni halen bilinmemektedir Bulaşıcı hastalık değildir, hastalıklı kişiden sağlam kişiye geçmemektedir Ancak virüs veya bakteri türü bir infeksiyöz ajanın, kişinin savunma mekanizmalarındaki yatkınlık durumlarına bağlı olarak hastalık oluşumunda rol oynadığı düşünülmektedir

6 Crohn Hastalığı stress veya üzüntüden etkilenir mi?

Crohn hastalığının oluşumuna veya aktivasyonlarına sıkıntı, üzüntünün neden olduğunu gösterecek bulgu yoktur Doğal olarak sıkıntılı, depresif bir kişinin hastalığın bulguları ile başa çıkabilmesi daha zor olacaktır Hastalığın yarattığı düşkünlük hali, sık sık tuvalete gitme gereksinimi, karın ağrıları kişinin kendini daha sıkıntılı, dayanıksız hissetmesine ve yakınları, çevresi ile ilişkilerinin olumsuzluğuna yol açabilir Stress ve üzüntü hastalığın nedeni değil, sonucu gibi görünmektedir



7 Diyetin Crohn hastalığı tedavisinde yeri var mıdır?

Diyetin ve gıdaların korunmasında kullanılan katkı maddelerinin Crohn hastalığının nedeni olarak gösterilmiş bir etkisi yoktur Crohn hastalığı olan kişilerin rafine şeker ve tahılı daha fazla tükettikleri saptanmıştır Ancak Crohn hastalığı geliştikten sonra bu gıdaların diyetten çıkarılmasının tedaviye katkısı olmamaktadır
Aktif ve ağır hastalığı olan kişilerde "elementer diyet" olarak isimlendirilen sıvı şeklinde diyet genellikle hastane koşulları içinde bir süre uygulanabilir
Diyetde bazı gıdalar rahatsızlık oluşturabilmektedir Rahatsızlık gösteren gıdanın türü kişiden kişiye değişebilmektedir, bu nedenle herkes için geçerli olan genel bir diyet yoktur Hastanın rahatsızlık yaratan gıdalardan kaçınması uygun olur
İshal yakınması şiddetli olan ve barsakların bir kısmının cerrahi olarak çıkarıldığı hastalarda diyetde yağ miktarının kısıtlanması ishalin azalmasını sağlayabilir


8 Fizik aktivite veya iş hayatı hastalığı kötü etkiler mi?

Hayır, fizik aktivite ve iş hayatı hastalığı kötü yönde etkilemez Hastalığın alevlenme dönemlerinde hastaneye yatırma veya bir süre yatak istirahati gerekebilir Bu dönemler dışında hasta sporda dahil olmak üzere normal fizik aktivitesini ve iş hayatını sürdürme yönünde cesaretlendirilmelidir


9 Crohn Hastalığı barsak kanseri midir veya barsakta kanser gelişmesine yol açar mı?

Crohn hastalığı barsak kanseri değildir Düşük bir oranda ince veya kalın barsakta kanser gelişme riski olabilir Kontrollerinizde doktorunuz bu riski gözönüne alarak gerektiğinde ek araştırmalar yapabilir


10 Crohn Hastalığı nasıl teşhis edilir?

Sıklıkla haftalar-aylar süren karın ağrısı, ishal, kilo kaybı yakınmaları olan genç hastada Crohn hastalığından şüphelenilir Basit kan tetkikleri kansızlık ve iltihaplanmanın bazı bulgularını gösterebilir Daha ileri tetkikler ağız yoluyla verilen ilacı (Baryum) takiben mide, ince barsak filmlerinin çekilmesi ya da anüsten aynı ilacın verilerek kalın barsak filmlerinin çekilmesidir Tanı açısından en önemli tetkiklerden biri kolonoskop denilen bükülebilir cihazlarla kalın barsağın ve bazı durumlarda ince barsağın son bölümünün içeriden görülerek incelenmesidir Bu inceleme sırasında tanıda önemli olabilecek biyopsiler alınarak patolojik inceleme için gönderilebilir


11 Crohn Hastalığı tedavisinde hangi ilaçlar kullanılır?

İshalin şiddetini azaltmak için, doktor uygun gördüğü taktirde diphenoxylate (Lomotil) veya Loperamide (lopermid) gibi ilaçlar kullanılabilir Ancak bu ilaçların hastalığa bir etkisi yoktur Sulphasalazine (Salozopyrin) kalın barsağı tutmuş olan Crohn hastalarında, Mesalamine (Salofalk) ince barsağı tutan Crohn hastalığında yararlıdır Salozopyrin alan bazı hastalarda bulantı, ciltte döküntü gibi yan etkiler görülebilir Salofalk ile yan etkiler azdır
Hastalığın aktif döneminde kortikosteroid ilaçlar (Deltakortril, Ultralan vb) iltihaplanmanın azalmasını sağlayarak karın ağrısının, ateşin, ishalin azalmasını, iştahın artmasını sağlarlar Kortikosteroidler çok etkili olmakla birlikte yüksek dozlarda ve uzun süreli kullanıldığında yüzde şişme, kan basıncında artış, kan şekerinde yükselme, kemiklerde kalsiyum kaybı gibi istenmeyen yan etkilere yol açmaktadır Bu nedenle ilacın olumlu etkisi sağlandıktan sonra ilaç dozu haftalar/aylar içinde kademeli olarak azaltılır veya tamamen kesilir Bazı hastalarda düşük dozda devamlı kortizon kullanımı gerekebilir
Bağışıklık sistemini etkileyen Azathioprine (Imuran) gibi ilaçlar uzun dönemde hastalığın aktifleşmesini engellemek için kullanılmaktadır Azathioprine kemik iliğinde kan hücrelerinin yapımını engellediğinden kan sayımının düzenli izlenmesi gerekir (Crohn hastalığında düşük dozda azathioprine kullanıldığı için kan hücrelerine etkisi azdır) Bulantı, kırgınlık, deri döküntüleri çok az sayıda hastada olabilir
Antibiyotiklerin Crohn hastalığındaki rolü belirgin değildir Apse, anüs çevresinde iltihaplanma gibi durumlarda antibiyotikler gerekebilir
Demir, folik asit veya vitamin B12 gibi mineral ve vitamin desteğine kansızlığı olan hastalarda gereksinim olabilir


12 Crohn Hastalığı tamamen iyileşir mi?

Malesef, günümüzdeki ne tıbbi ne de cerrahi tedavilerin Crohn hastalığını tamamen ve kalıcı olarak iyileştirdiğini söylemek olası değildir Ancak bu günümüzde uygulanan tedavilerin başarısız olduğu anlamına da gelmez, tedavi ile hastalığın uzun süreli yatıştırılması, atakların önlenmesi, yakınmaların düzelmesi sağlanabilmektedir


13 Crohn Hastalığında ameliyat hangi hallerde yapılır?

Anüs çevresindeki apse, fistül gibi rahatsızlıklarda, bu bölgeye yönelik lokal bazı girişimler yapılabilir Bazı hastalarda iltihabi barsak bölümünün çıkarılıp, açıkta kalan barsak uçlarının uçuca birleştirilmesi gibi daha büyük operasyonlarda gerekibilir
Crohn hastalığı barsakta atlayan bölümler şeklinde birkaç alanı tutmaktadır Bu nedenle hastalıklı alanın tamamen çıkartılması, barsakların önemli bir kısmının kaybedilmesine ve buna bağlı sorunların oluşmasına yol açar Yaygın hastalığı olmayan, sınırlı barsak çıkartılması uygulanan hastalarda bile bu şekilde kalıcı iyilik sağlanamayabilir Ameliyat geçiren Crohn hastalarının yarıya yakın bir kısmında ameliyat yapılan bölümde ya da daha önce sağlam olan barsak bölümünde hastalığın tekrarlaması söz konusudur Bu nedenle tekrarlayan operasyonlar gerekebilir Ameliyatın kalıcı bir çözüm getirmemesi ve barsak bölümlerinin her ameliyatta daha da kısalacağını gözönünde tutarak, Crohn hastalığında cerrahi tedavi ancak çok gerekli durumlarda yapılmalıdır Barsaktaki darlık nedeniyle operasyon kaçınılmaz olduğunda barsak bölümünün çıkartılmadan, sadece darlığın genişletilmesine yönelik sınırlı operasyonlar tercih edilmektedir


14 Crohn Hastalığı gebe kalmaya engel midir, gebeliği engeller mi?
Crohn hastası kadınlarda normale göre gebe kalma olasılığı az da olsa düşüktür Bunun nedeni yumurtlama dönemlerindeki düzensizlikler, hastalıklı barsak bölümünün komşu olduğu yumurtalık tüplerini etkilemesi olabilir
Hastalığın aktif olduğu dönemde gebelikten kaçı-nılmalıdır İshal şiddetli olmadığı sürece gebeliği önleyici ilaçlar güvenle kullanılabilir Hastalık hafif aktif veya sessiz döneminde ise gebe kalmak için engel bir durum bulunmamaktadır Kullanılmakta olan ilaçların çoğu gebelik döneminde de kullanılabilir Her ne kadar şu ana kadar önemli bir olumsuz etki belirlenmediyse de Azothioprin (Imuran) kullanımından kaçınılmalıdır Gebelik esnasında genellikle aktivasyon görülmemekte, hatta yakınmalarda azalma olabilmektedir
Crohn hastalığı bebek açısından özel bir risk oluşturmaz Annenin gıda ve özellikle demir alımının yeterli olmasına dikkat edilmelidir

15 Crohn Hastalığı konusunda yeni gelişmeler, araştırmalar sürmekte mi?
Evet Crohn hastalığı ve benzer bir hastalık olan ülseratif kolitin nedenleri, tedavisi konusunda sürekli olarak çok sayıda araştırma yapılmaktadır Bilmecenin parçaları küçük küçük tamamlanmakta, gelecekte daha etkin tedavilerin yapılabilmesi ve sonuçta bu hastalıkların tamamen iyileştirilmesi olası görünmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #3
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



DAĞ HASTALIĞI

Akut Dağ Hastalığı ( ADH ) ( Acute Mountain Sickness-AMS )

2500 metrenin üzerinde, kişinin hipoksik-hipobarik (az oksijenli düşük hava basınçlı) ortama yeterli toleransı gösterememesi sonucu ortaya çıkan belirtiler bütünüdür 1850-2750 metre arasında görülme sıklığı % 20, 3000 metre üzerinde % 40 civarındadır Herkes bu hastalığa yakalanabilir Daha önce karşılaşmamış olmanız bir sonraki çıkışta olmayacağınız anlamına gelmez ADH, çıkış hızına, ulaşılan yüksekliğe, uyunulan yüksekliğe ve kişisel adaptasyon yeteneğine bağlı olarak ortaya çıkar
ADH olduğunuzu nasıl anlayacaksınız ?… Genellikle aklimatize olmadan, hızlı ve aşırı eforlu çıkışlar sonrası, genellikle 2500 metrenin üzerinde ortaya çıkar Mutlaka baş ağrısının olması gerekir Buna ek olarak da bulantı-kusma, yorgunluk-kuvvetsizlik, baş dönmesi-boşluk hissi, uyuma güçlüğü gibi belirtilerden en az birisi daha varsa buna Akut Dağ Hastalığı denir Ciddi ADH durumunda günlük aktiviteler sırasında hatta dinlenme periyodunda bile nefes nefese soluma (kısa ve yüzeyel soluma-dispne) ve dengesizlik de görülebilir Ancak unutmayın, her baş ağrısı ADH demek değildir Yetersiz sıvıya (dehidratasyon) bağlı olarak da baş ağrısı olabilir Bunu ayırt etmek için hemen 1 lt sıvı ve bir ağrı kesici alınır Kısa zamanda ağrı geçerse (½-1 saat) ADH değildir
ADH, genellikle çıkışı takiben 6-10 saat sonra başlar (1 saatte de, 24-48 saat sonra da daha az sıklıkla olmak kaydıyla başlayabilir) Kendi kendini sınırlayan-durduran bir hastalıktır Yani dikkatli bir tedavi-program ile 2-3 gün içinde düzelir (kişi aklimatize olunca)

ADH tanısı konduktan sonra ne yapılmalıdır ?
1-Daha fazla yükseğe çıkmayın En önemli uyulacak kural budur (altın kural) Hele belirtiler sürerken asla tırmanmayın Çünkü ADH, YİBÖ nin daha hafif formudur Bu şekilde devam ettiğiniz taktirde belirtiler giderek kötüleşecektir Bu da beyin ödeminin oluşması ve yaşamınızın tehlikeye girmesi anlamına gelir
2-Aynı yükseklikte dinlenin Bol sıvı alın Baş ağrısı için ağrı kesiciler (Vermidon, Novaljin, Parasetamol vb), bulantı-kusma için ilaçlar (Metpamid tb, Emedur tb vb günde 3-4 kez Ayrıca ampul formları da vardır) alın Bu tür ilaçlar, eğer hastalık ilerlerse belirtileri örtmeyeceği için güvenle kullanılabilir (Hastalık ilerler ve herhangi bir ilaç sayesinde bu gizlenirse birdenbire çok ciddi durumlarla karşılaşılabilir)
3-İniş her an yapılabilir 300-500 metrelik bir irtifa kaybı belirtilerde inanılmaz bir hızla düzelme sağlar
4-Hafif şeklinde belirtilerde düzelme olmazsa (yaklaşık 6-12 saatte), ya da daha ciddi ADH belirtilerinin varlığında, yukarıdaki önlemlere ek olarak asetazolamid (Diazomid-Diamox tb, 250 mg lık formda) isimli ilacı kullanabilirsiniz Bu solunumu uyaran bir ilaçtır ve böbreklerden de bikarbonat (HCO3) atılımını artırır Bu şekilde vücuda giren O2 miktarı artar (solunumun uyarılmasıyla) Asetazolamid'e aklimatizasyon sürecini çabuklaştıran ilaç da denir Sabah 125 mg, akşam 125 mg almak yeterlidir 6-12 saat içinde iyileşme gerçekleşmelidir Başladıktan 2-3 gün sonra kesilir (aklimatizasyon tamamlanınca) Bu ilacın allerjik reaksiyonlar, ağız civarı ile el ve ayaklarda karıncalanma gibi yan etkileri olabilir İlaç kesildiği zaman bu yan etkiler de süratle kaybolur ADH varlığında Diazomid ya da Diamox alarak çıkışa devam etmek hatadır Ya da hastalığın geçeceğini umarak, ilaç kullanmadan çıkışa devam etmek hatadır Çünkü rahatlıkla beyin ödemi gelişebilir ve hayatı tehdit edebilir
5-Varsa O2 kullanmak çok faydalıdır Ancak çok yüksek irtifa dağcılığı yapmıyorsanız genellikle bulunmaz Varsa 1-2 saat, dakikada 2-4 litre şeklinde vermek yeterli olacaktır ADH için olmazsa olmaz değildir

Burada yeri gelmişken Diazomid kullanımından biraz bahsetmekte fayda var Tedavi amacı dışında çok nadir durumlarda çıkış öncesi profilaksi (problem olmadan önlemeye yönelik olarak kullanmak) amacıyla kullanılır Bunlar:
1-Daha önceki çıkışlarda ADH'ya yakalanılmışsa,
2-Kısa zamanda süratle yükselinecekse,
3-Zorlu, süratli, çok yüklü tırmanış yapılacaksa,
4-Bir günde en az 1000 metre yükselip uyunacaksa

Bu amaçlar için kullanım şekli şöyledir: Tırmanıştan 1 gün önce sabah ve akşam 125 mg alınır Tırmanış başladıktan sonra 2-3 gün devam edilir ve bırakılır (aklimatizasyon tamamlandığı zamandır) Yakınmalar geçtikten sonra, genel aklimatizasyon kuralları doğrultusunda çıkış sürdürülmelidir Bazı kaynaklarda 250 mg sabah, 250 mg akşam kullanılması (tedavi ya da profilaksi amacıyla) önerilmektedir Ancak iki doz arasında etki açısından anlamlı fark yoktur Aksine daha yüksek doz kullanıldığı zaman yan etkilerinin görülme oranı artmaktadır
Kısaca toparlarsak, YİH grubundaki tüm hastalıklarda olduğu gibi ADH da hipoksik-hipobarik ortam nedeniyle vücuda giren O2 miktarındaki azalmaya bağlı olarak gelişir Herkes her zaman yakalanabilir Daha önce hiç yakalanmamış olmak, olmayacak anlamına gelmez Mutlak genel kurallara uymak gerekir
Yüksekteki her hastalığı aksi ispatlanana kadar YİH olarak kabul edin
ADH yakınmaları varken asla tırmanmayın Tedaviye rağmen kötüleşiyorsanız zaman yitirmeden süratle inin Asla ADH lı birini yalnız bırakmayın
Yüksek İrtifa Beyin Ödemi (YİBÖ) ( High Altitude Cerebral Edema - HACE )
ADH'nın son safhasıdır Burada da sorumlu vücuttaki O2 miktarının yetersiz olmasıdır Daha önce bahsedilen mekanizmalarla beyin dokusunda sıvı toplanmasına (beyin ödemi) ve oluşan belirtilerin tümüne birden YİBÖ denir ADH belirtilerine ek olarak ataksi (dengesizlik, yürüme bozukluğu), oryantasyon bozukluğu (kişinin bulunulan yerin neresi olduğu, zamanın ne olduğu, kişilerin kim olduğu konusunda gerçekleri tam bilememesi durumudur), hafıza bozukluğu, halüsinasyonlar (olmayan şeylerin görülmesi), aşırı bitkinlik, konuşma bozukluğu, görme bozuklukları (çift görme, bulanık görme vb), geçici felçler ya da his kusurları görülebilir YİBÖ genellikle yüksek irtifada, 1 hafta ya da daha fazla kalınması sonrası ortaya çıkar Tedavi edilmemesi ölümle sonuçlanabilir 3500 metrenin altında pek görülmez ADH belirtileri olmadan YİBÖ olmaz (çok ekstrem durumlar hariç) Tanı için üç şey önemlidir:
1-ADH belirtileri
2-Ataksi (dengesizlik, yürüme bozukluğu)
3-Bilinç problemleri

Şüphelendiğiniz an yapılacak yürüme testi sizi YİBÖ'ye karşı uyanık tutar Bir ayağın topuğu diğerinin parmak ucuna değecek şekilde yapılan yürüyüş düz bir çizgi üzerinde olmalıdır Ağır sırt çantası ve büyük dağ ayakkabıları ile bile, normalde sorunsuz yürünür Değişik derecelerdeki bilinç bulanıklığı olmadan da YİBÖ tanısı konur ADH belirtileri + Ataksi = YİBÖ'dür ( Mutlaka bilinç bulanıklığı olmasını beklemeyin)
Tedavi: Burada süratli hareket etmek çok ciddi, hayatı tehlikeye sokabilecek durumların önlenmesi açısından çok önemlidir Yapılması gereken şey, gecikmeden, iyileşirim umuduna kapılıp beklemeden en kısa zamanda İNMEK'tir Sabahı beklemek ölümle sonuçlanabilir Mutlaka yardım edecek birileri ile inmek gereklidir Peki ne kadar inilecek ? Bunun yanıtı çok net: Yakınmanız olmadan uyandığınız ya da uyuduğunuz son yüksekliğe kadar Bunu hatırlamıyorsanız, en azından 500-1000 metre civarında irtifa kaybetmek gerekir Eğer iniş, hava-hasta-yardımcı durumları uygun olmadığından hemen yapılamıyorsa, bunlar sağlanana kadar acilen tedaviye başlanmalıdır Hemen 8 mg Dekort ampul (dexametasone'dur ve 1 ampulünde 8 mg bulunur ) kalçadan yapılır Daha sonra her 6 saatte bir 4 mg ağızdan alınır (Dekort'un 050-075 mg lık tablet, Deksalon'un 075 mg lık tablet formları vardır ve ikisinde de dexametasone bulunur) O2, tabi ki varsa hayat kurtarıcıdır Dakikada 4 lt gidecek şekilde, 4-6 saat kadar verilmelidir Bir başka seçenek de günümüzde yüksek irtifa dağcılığı ile uğraşan hemen herkesin bildiği basınçlı O2 tedavisinin yapıldı bir takım teçhizatlar vardır Yaygın olarak bilineni Gamow Bag'dir Certec bag, PAC (Portable Altitude Chamber) diye de benzeri sistemler vardır Hepsi, şişirildiği zaman silindir şeklini alan, taşınabilir, 6-7 kg ağırlığındaki düzeneklerdir Bunların sağladığı şey bir iniş Simülasyonudur ve bu fizyolojik bir iniştir Bu sistem varsa dexametasone ile birlikte kullanılabilir Hastanın bunun içinde en fazla 4-6 saat kalması yeterlidir Hasta içeri sokulup yeterli basınç elde edildikten ( 2 psi ) 10 dakika sonra yaklaşık olarak bulunulan yüksekliğin 2000 metre aşağısındaki ortam elde edilmiş olur Çanta içinde geçirilen 2 saatlik bir süre gerçek inişi gerçekleştirmek için size 12 saatlik bir zaman kazandırır Bazı şeylere dikkat etmek gerekir: Soğuk bir ortamda hareketsiz kısa bir süre kalmak bile kişiyi dondurabilir, bu nedenle hastanın uyku tulumu ve kıyafetleriyle içeri sokulması gerektiği unutulmamalıdır Tam tersi, sıcak bir ortamda iseniz, hele direk güneş ışınlarına çanta maruz kalıyorsa hastayı pişirmeniz pekala mümkün olabilir
Bu tedaviler iniş için uygun koşullar sağlanana kadar hastayı hayatta tutmak, daha iyi hissetmesini sağlamak, YİBÖ belirtilerinin şiddetini azaltmak amacıyla yapılır Tedavi gördükten sonra çıkışa devam etmek diye bir şey asla söz konusu değildir Mutlaka inişe geçilmesi gerekir Ancak bundan sonra, tüm YİBÖ belirtileri ortadan kalkınca yeniden çıkış denenebilir

Yüksek İrtifa Akciğer Ödemi (YİAÖ) - High Altitude Pulmonary Edema (HAPE)
Hipoksik ortam (O2'nin az olduğu durum), akciğer damarlarında (kılcal damarlarda) büzüşmeye neden olur Bu da büyük akciğer damarlarındaki basıncın artmasına yol açar Sonuçta buralardan sıvı kaçağı olarak akciğer dokusu da şişmeye başlar ve anormal sıvı birikir Buna ve oluşturduğu tabloya YİAÖ denir
Belirtiler, genellikle yeni bir yüksekliğe ulaşıldıktan 24 ile 96 saat içinde başlar Genellikle geceleri başlar, egzersizle tablo daha kötüleşir 2500 metrenin altında pek oluşmaz Burada da ADH gibi, ortaya çıkmasını, çıkış hızı, ulaşılan ve uyunulan yükseklik ve kişisel adaptasyon etkiler YİAÖ'ye yakalanmış kişilerin % 50'sinde ADH belirtileri, % 15'inde YİBÖ belirtileri de vardır YİAÖ, ADH gibi hafif yakınmalarla başlar Başlangıçta kuru öksürük, sık ve kısa nefes alıp verme, nefes alıp verirken zorlanma (dispne) , çıkış sırasında bitkinlik-yorgunluk görülür Kalp hızı ve solunum sayısı da artar Siyanoz (morarma) özellikle tırnaklarda görülebilir YİAÖ ilerledikçe, öksürük giderek balgamlı hal alır, sıklaşır Balgam köpüklü, içinde ince çizgiler şeklinde kanlı olabilir Nefes almak vermek daha da zorlaşabilir Kişi yarı oturur pozisyondadır Sırt üstü tam yatamaz Önceleri egzersizle nefes darlığı ortaya çıkarken, olay ciddileştikçe istirahatte de olur Aşağıdaki belirtilerden en az ikisi varsa YİAÖ tanısını konmuş olur:
İstirahatte solunum sıkıntısı (sık ve kısa) Öksürük Kuvvetsizlik-egzersiz performansının düşmesi Göğüste daralma hissi Şu işaretlerden (bulgular) en az ikisi varsa yine YİAÖ tanısı konmuş olur: Islık çalar tarzda solunum Boyunda, gövdede, yüzde morarma (siyanoz) İstirahatte kalp hızının (nabız sayısı) dakikada 110'un üzerinde olması İstirahatte solunum sayısının dakikada 30'un üzerinde olması

YİBÖ geliştiği zaman akciğerlerde O2-CO2 değişimi yeterli düzeyde olmaz Kandaki O2 miktarının iyice azalması beyin fonksiyonlarını da etkiler Özellikle de dengesizlik (ataksi) ortaya çıkabilir Başağrısı genellikle vardır Kan O2'sinin giderek azalması, vücutta yaygın morarmaya (siyanoz), beyin fonksiyonlarının daha da kötüleşmesine ve hatta ölüme bile yol açabilir
Tedavi: Altın kural süratle inişe geçmektir ve hayat kurtarır En az 600 metre inmek tabloda belirgin iyileşme sağlar Belirtiler geçtikten sonra hemen yeni bir tırmanış söz konusu olamaz Aşağı yukarı organizma 2 hafta içinde eski konumuna dönmüş olur Ama 1-2 gün içinde hemen hiç belirti kalmaz
İniş hemen gerçekleştirilemiyorsa:
1-Hasta sıcak tutulmalıdır Soğuk, bir kaç mekanizma ile tablonun daha da ağırlaşmasına neden olur (Hem akciğer damar basıncını artırarak akciğere sıvı kaçağını artırır, hem de vücudu normal ısısında tutmak için daha çok O2 harcanmasına neden olur)
2-O2 hayat kurtarıcıdır Akciğer atardamar içi basıncını % 30-50 oranında azaltır Dakikada 4-6 litre gidecek şekilde verilmelidir Süre yaklaşık 4-6 saat kadardır
3-O2'in yokluğunda Nifedipine isimli bir ilaç kullanılır (Bu da akciğer atardamar içi basıncını % 30 azaltır, kandaki kısmi O2 basıncını fazla artırmaz) Türkiye'de Adalat tablet 10 mg, Kardilat retard tablat 20 mg, Nidilat kapsül 10 mg şeklinde çeşitli isim ve formları vardır Hemen 10 mg lık Nidilat kapsül (içinde sıvı şeklindedir) bir iğne yardımıyla delinir ve dil altına sıkılır (kişi olabildiğince yutmadan ağzında tutmalıdır) Daha sonra 10 mg lık bir tablet hemen ağızdan alınmalıdır Ve sonra 12 saatte 30 mg, ya da 4 saatte bir 10 mg şeklinde kullanmaya devam edilmesi gerekir Eğer O2 varsa, Nifedipine kullanılmaz, gerek yoktur
4-Hiperbarik O2 tedavisi (Gamow Bag, Certec Bag, PAC): YİAÖ için 2-4 saatlik toplam tedavi süresi yeterlidir Her saat hasta çıkartılıp durumu kabaca değerlendirilmelidir Bu, dramatik bir şekilde geçici iyileşme sağlar
5-İstirahat doğal olarak çok önemlidir Egzersiz, akciğer atardamar içi basıncını artırırAyrıca ekstra O2 harcanmasına neden olur Bazı ilaçlar YİH'de durumu kötüleştirdikleri için kullanılmamalıdırlar Alkol, uyku ilaçları, narkotik ağrı kesicilerin (morfin vb) kullanılması kesinlikle yanlıştır


YİAÖ tedavi edilmezse % 40'lara varan oranda ölüm riski vardır Daha önceki tırmanışlarda YİAÖ geçirmiş kişiler, uygun aklimatize olmazlarsa, özellikle 4500 metrenin üzerine çıkılacaksa, tekrar yakalanma olasılığı % 50'ler civarındadır Ciddi bir YİAÖ'ye yakalanmış kişi mutlaka sonunda hastanede kontrol altına alınmalıdır ve tüm yaşamsal fonksiyonları değerlendirilmelidir Eğer hafif düzeyde atlatılmışsa ve yeniden çıkş yapılacaksa, Nifedipine profilaksisi (problem oluşmadan koruyucu olarak önceden uygulamak) yapılarak gerçekleştirilmelidir Çıkışın başlamasıyla birlikte 20-30 mg, 12 saatte bir ağızdan alınmalıdır

Sonuçta genel olarak bazı kurallara uymak tırmanışın zevkli, başarılı ve güvenli olması açısından çok önemlidir: Ve Yüksek İrtifa Hastalığının tek kesin tedavisinin İNMEK olduğunu asla unutmayın


DrUmut BEKTAŞ
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #4
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



DERİ: CİLT KANSERLERİ


Deri kanseri sıklığında son yıllarda artış olmuştur Bunda en önemli rolü ultraviyole oynar Işın, ısı, travmaya maruz kalmak; arsenik, katran, kurum, madeni yağlar,parafin ile uzun süreli temaslar deri kanseri sıklığını arttırırKarsinojen maddelerle çalışan endüstri işçilerinde bu tip kanserler gelişirİyileşmeyen yaralar,cilt hastalıkları,eski yanık sahalarında da kanser gelişme riski vardırAçık tenli, sarışın ve kızıllarda cilt kanseri sıklığı koyu tenlilere oranla çok daha fazla görülür Cilt kanserlerine öncülük eden çeşitli lezyonlar da olabilirBunların erken tespit edilip tedavisinin yapılması cilt kanseri sıklığını azaltır Çeşitli bölgelerdeki iyileşmeyen yaralar öncü lezyonlardan olabilirVücutta eskiden beri var olan benlerde büyüme, küçülme, kanama, kaşıntı, kabuklanma gibi şikayetler hekime başvurulmasını gerektirir Yaşla birlikte deri kanseri sıklığı artar

Deri kanserlerinin en sık görülen üç tipi vardır:
1 Bazal hücreli kanser
2 Epidermoid kanser
3 Malign melanom

Bazal hücreli kanser % 85 baş boyun bölgesinde görülürGenelde yüzeyden hafifçe kabarık, üstü kabuklu, pullu, parlak, üzerinde küçük damarcıklar bulunan olmak üzere çeşitli görünümlerde olurlarCilt kanserlerinin en yavaş ilerleyeni ve başka uzak organlara en az yayılanıdır Genelde erken tanı konur, çok nadiren tekrarlar ve tedavisinde başta cerrahi olmak üzere kriyoterapi, küretaj, radyasyon, laser, topikal 5 -FU kullanılır

Epidermoid kanser 2 en yaygın görülen cilt kanseridir Cildin en üst tabakasındaki atipik epidermal keratinositlerden gelişir Nadiren normal ciltte meydana gelebilmekle birlikte, genellikle güneşten hasar görmüş ciltte yada aktinik keratoz gibi öncü lezyonlardan gelişir Virüsler, eski yanık alanları,iyileşmeyen yaralar , çeşitli cilt hastalıkları zemininde de gelişir Çeşitli sekillerde olabilirler İleri dönemlerde genelde kötü kokuludurlarOldukça hızlı büyür, derin ve uzak dokulara doğru hızlı ilerler Tedavileri öncelikle cerrahidir Kanserin bulunduğu döneme göre ek tedavi prosedürleri uygulanır

Malign melanom deriye rengini veren pigmenti üreten, melanosit adı verilen hücreden gelişirEn öldürücü cilt kanseri tipidirGüneşe maruz kalan bölgelerde özellikle sık görülür(Kadınlarda bacaklar, erkeklerde gövdede…) Çeşitli renklerde (kırmızı, beyaz, mavi veya karışık renkli), düzensiz sınırlı(köşeli, çentikli vs) ve düzensiz yüzeyli olabilirler Hastalar lezyonlardaki kaşıntı, kanama, ülserasyon, boyut ve rengindeki değişikliklerden dolayı hekime başvururlar Eskiden vücutta var olan benlerden gelişebileceği gibi sonradan oluşan benlerin zemininden daha çok gelişirler Erken tanı son derece önemlidirCerrahi tedaviye ek olarak çeşitli ilaçlar da kullanılır

KAYNAK: wwwhaydarpasanumunegovtr



Deri kanserleri gözle görülebilen bölgelerde ortaya çıktığından genellikle erken devrede tanı konabilmekte ve tedavide başarı oranı bu nedenle yüksek olmaktadır Yüzünüzde, ellerinizde ya da vücudunuzda bir aydan daha uzun süre iyileşmeyen kapanmayan yara, fark ederseniz zaman geçirmeden doktorunuza başvurunuz Şüpheli yaralardan ufak bir parça alınarak yapılacak olan patolojik inceleme ile yaranın kanser olup olmadığı belirlenecektir Ayrıca bu yolla ne tip bir yara ise buna göre uygun tedaviye karar verilecektir

Dudak, yüzün alt bölümü veya kulak kepçesi derisinde iyileşmeyen bir yara fark ederseniz şüphelenmeniz gerekir Deri kanserleri arasında klinik olarak en az zararlı olanı "bazal hücreli" olan tiptir Genellikle seneler sürebilen yavaş bir gelişim gösterir Krater şeklinde ortası çukur bir yara etrafa doğru yavaş yavaş genişler Daha hızlı olarak aylar içinde gelişen deri kanseri ise "yassı hücreli" tiptir Klinik olarak daha kötü huylu olup yine zamanında ve çok yayılmadan teşhis konduğunda tamamen tedavisi mümkündür Daha da kötü prognoza sahip olan kanser olan "Malign melanom" hastalığında, deride daha önce mevcut olan veya sonradan çıkan bir leke (ben) koyu siyah veya koyu mor renk değişikliğine neden olur; bazen de ortadaki bir lekenin etrafında daha küçük lekeler görülür Bunun dışında leke üzerinde kanama veya renk değişmesi olabilir

Baş veya boyun derisinde özellikle büyüklüğü artan siyah veya koyu mor renkli bir leke fark ederseniz muayene olmanız gerekir Önceden mevcut olan bir nevüste (ben) huy değişimi, renk değişimi, çapında hızlı artış, üzerinde kanama, kabuklanma, tüylenme veya tüylerin dökülmesi, etrafında uydu yeni lezyonların oluşması durumunda mutlaka doktora başvurunuz Deri kanserleri genellikle güneş ışınlarının vücuda dik açıyla geldiği bölgelerde ve güneş ışınına uzun süre ve sürekli maruz kalanlarda daha çok görülür ve bu etki yıllar içinde birikim gösterir ve olasılık giderek artar (bazal hücreli ve yassı hücreli tipler) Malign melanoma ise çoğunlukla güneşten uzak kapalı odada uzun süreli çalışıp daha sonra birden örneğin yaz tatilinde kısa süreli fakat çok şiddetli güneş ışınına maruz kalanlarda görülebilir

Atmosferdeki ozon tabakasının günümüzde kullanılan bazı maddelerin oluşturduğu çevre kirliliğine bağlı olarak tahrip olması sonucunda güneş ışınlarının zararlı etkisi giderek artmaktadır Bu nedenle güneş ışınlarından korunmak, özellikle bu etkinin çok arttığı saatlerde güneşe çıkmamak (saat 10-16 arası) ya da güneş ışınından koruyucu kremler kullanılması, geniş gölgelikli şapkalar giyilmesi önerilmektedir Deri yüzeyinde oluşabilecek yaraların erken devrede tedavisi çok daha kolay ve başarı oranı daha yüksektir

Deri kanserlerinin sık görüldüğü bir bölge de alt dudaktır Özellikle erkeklerde daha sık görülmekte ve zaman kaybedildiğinde yara genişlemekte tüm dudağı tutabilmekte, hatta buradan boyun bezelerine (lenf bezi) ve diğer organlara (akciğer, kemik) yayılabilmektedir Yine erken devrede tanı konduğunda tamamen tedavisi mümkündür

Deri kanserlerinde birinci tedavi seçeneği cerrahi tedavi yani kanserli kısmın yeteri kadar dışından çıkarılması ve oluşan doku eksikliğinin hastanın başka bölgesinden aktarılan kendi dokuları ile onarılmasıdır Kanser cerrahisinde birinci amaç tüm kanserli kısımların çıkarılmasıdır Eğer cerrahi olarak çıkarılabilmesi mümkün olmayacak kadar genişlemiş ya da kontrol edilemeyecek şekilde diğer bölgelere ya da organlara yayılım olmuşsa radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi (ilaç tedavisi) gibi diğer yöntemlere başvurulur

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #5
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



DIC: Diffüz intravasküler koagülopati: Yaygın damar içi pıhtılaşması


Doç Dr Anış Arıboğan
Dr Devrim Söğüt
Dissemine intravasküler koagülasyon, mikrovasküler tromboz, defibrinasyon sendromu, tüketim koagülopatisi gibi adlarla anılan yaygın damar içi pıhtılaşmasında intrinsik,yada ekstrinsik pıhtılaşma mekanizmasının aktivasyonu sonucu sistemik dolaşımda trombin oluşumu ile karakterize bir sendromdur

Hemostatik sistem, dinamik bir sistem olup normal koşullarda protrombin trombine çevrilerek pıhtı oluşumu, trombin pıhtılaşmaya yol açmadan antitrombinle ortadan kaldırılıp pıhtı erimesi ile dengeye getirilmektedir Bu dengenin herhangi bir nedenle bozulması fibrin ve trombin çökmesine, sekonder olarakta fibrinolizin aktivasyonu ile gelişen ve fatal sonlanabilen bu tabloya neden olabilir

Trombin etkisi ile çeşitli organların küçük damarlarına yaygın olarak fibrin çöker (mikrotrombüs) Fibrin birikimi ile trombositler ve fibrinojen başta olmak üzere bazı pıhtılaşma faktörleri ( II, V, VIII ), eritrositler ve platelletler tüketilmektedir Fibrinolitik sistemin harekete geçmesi ile damarlara oturan fibrin plazmin tarafından eritilir ve dolaşıma fibrin yıkım ürünleri çıkar (Sekonder fibrinoliz )Fibrinolizin esas amacı DIC’ı sınırlamak olmakla birlikte ağır olgularda kanama eğiliminin artmasına neden olarak zararlıda olabilmektedir

DIC genelde akut bir bozukluk olmakla beraber bazen subakut yada kronik şekillerde de görülebilir klinikte görülen hemorajik diatez tablosundan fibrin yıkım ürünlerinin anti koagülan etkileri, trombositopeni ve pıhtılaşma faktörlerinin eksiklikleri sorumludur Küçük damarlardaki fibrin birikimleri iskemik doku nekrozlarına (bilateral renal nekroz, sürrenal nekroz gibi)neden olabileceği gibi bazen de fibrin liflerinin damar lümenini tamamen tıkayacak şekilde çöktüğü durumlarda mikroanjiopatik hemolitik anemi gelişebilir

İntravasküler koagülasyon hafif travma gibi rölatif olarak önemsiz bir stimulus aracılığıyla da aktive olabilir Etki sürekli azalmış bulunmadığından karaciğer tarafından aktive pıhtılaşma faktörlerinin sirkülasyonuna bağlıdır Ayrıca retiküloendotelyal sistem tarafından fibrinin küçük bir kısmı hızla temizlenir İnhibitörler ise fibrinolitik sistemle yokedilirler Benzer şekilde platellet agregasyonu plazma ADPazların etkisi ile önlenebilir Sonuç olarak normal koşullarda bile önemli mikrotromboz gelişebilir

DIC staz tarafından arttırılır Çünkü koagülanlar normalde dolaşımdaki inhibitörler tarafından inaktive edilip karaciğer ve retiküloendotelyal sistem tarafından temizlenirken staz inhibitörlerin koagülanlara ulaşmasını önler Retiküloendotelyal sistemin blokajı da aktive pıhtılaşma faktörlerinin ve fibrinin dolaşımdan temizlenmesini arttırdığından DIC’i arttırır

Bir zamanlar obstetrik pratikte ara sıra karşılaşılan bir komplikasyon sayılırken günümüzde medikal ve cerrahi pratiğin tüm spektrumlarındaki hastalarda en sık da yoğun bakımlardaki hastalarda karşılaşılan yaygın bir hematolojik bir komplikasyon olduğu görülmüştür Koagülasyon faktörleri, platelletler ve eritrositlerin karaciğer ve kemik iliği tarafından üretilebilenden çok daha fazlasının hızla tüketilmesi sonucu oluşan bir sendromdur Akut DIC’ de fibrinojen-fibrin yıkım ürünleri serumda hemen gösterilebilirken, kronik DIC’ de hepatik sentez hızına yakın bir tüketim olduğundan erken dönemde gösterilemeyebilir Çünkü normalde karaciğer kandaki fibrinojenin beş katını, kemik iliği kandaki platellet sayısının on katını üretebilir Ara sıra sentez hızı tüketim hızını aşar ve net sonuç normalin üzerinde fibrinojen, faktör V,VIII, XIII ve platellettir Kronik DIC’de kompensatuar fibrinolitik mekanizmalar da aktif olduğundan dolaşımda fibrinojen-fibrin yıkım ürünleri de artmıştır

Trombin, doku ekstratları, eritrosit lizatlarının deneysel olarak deney hayvanlarına verilmesi pıhtılaşma proçesini başlatmış ve platellet agregasyonunu indüklemiştir Pıhtılaşma proçesinin stimülasyonunun ilk göstergesi koagülasyon zamanının kısalmasıdır Fakat proçes devam ettiğinde platellet, fibrinojen, protrombin, faktör V , VIII kaybı nedeniyle kan inkoagüle hale gelir

Önceleri bazı hastalardan alınan kanların test tüpünde pıhtılaştıktan sonra tekrar akıcı hale geldiğine dair vakalar rapor edilmiştir Daha sonraları fibrinolitik aktivitenin artışı ile kanama olan durumlar arasında bir bağlantı kurulmuştur Daha yakın zamanlara gelindiğinde vakaların çoğunluğunda primer fibrinolitik bir durumun tanımlandığı önceden yayımlanmış vakalar gözden geçirilmiş ve çoğunda primer fibrinolizin sekonder fibrinolizden DIC oluşumuyla açıklanmıştır DIC yada fibrinolizden herhangi biri baskın olabileceği gibi aynı proçesin devamı da olabilirler

Yaygın damar içi pıhtılaşmada lokal fibrinolitik aktivitede sekonder artışın, aktif faktör XII’nin fibrinolitik sistemi aktive etmesine yada yaygın damar içi pıhtılaşma bölgesindeki endotel hücrelerinden anoksiye bağlı doku aktivatörlerin salınmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir

İntravasküler fibrin birikintileri genelde pıhtılaşmanın erken proçesini indüklerken, indüksiyondan sonraki günlerde uzun süre görünmezlerBunun nedeni fibrinolitik sistemin sekonder aktivasyonuyla parçalanmalarındandır Sekonder artış lokalizedir ve genelde plazma yada sistemik fibrinolitik aktivitede bir artış yapmaz Buna rağmen fibrinin lokal yıkımı kan dolaşımında fibrin yıkım ürünlerinin artışıyla sonuçlanır Bu olay DIC’deki koagülasyon defektine katkıda bulunur

Şayet fibrinoliz inhibitörü epsilon amino kaproik asit (EACA) verilirse erken dönemde tüketim proçesi ile etkileşerek yaygın tromboz şiddetlenir ve organ nekrozu görülebilirBu proçes jeneralize Schwartzman reaksiyonuna benzer Bu gözlem fibrinolitik mekanizma aktivasyonunun tüketim koagülopatisinin bir sonucu olarak görülebileceğini ve diffüz intravasküler trombozun önemli bir koruyucu mekanizma olabileceğini telkin eder

Patogenez

DIC’in gelişim mekanizması tam olarak bilinmemektedir Kendi başına bir hastalık olmayıp bütün hayati tehlike oluşturan durumlarda ortaya çıkabilen bir semptomdur Doku harabiyetiyle kana salınan yıkım ürünü yada toksinler, endotoksin, immün kompleksler, hipoksi ve asidozun rolü üzerinde durulmaktadır Bu etkenlerin doku tromboplastini salınmasına, bununda koagülasyon olayının başlamasına neden olduğu kabul edilmektedir Bu etkenleri üç grupta toplayabiliriz :

1 – Koagülasyonun sitimülasyonunu takiben doku faktörlerinin (doku tromboplastini) dolaşıma geçmesi: Obstetrik komplikasyonlar, travma, hemoliz, karsinomalar gibi

2 – Trombosit agregasyonunun stimülasyonu ile pıhtılaşma mekanizmalarının uyarılması sonucu oluşan trombinin etkisi ile trombositlerden ADP salınımı : Septisemi, viremi, immün kompleks varlığında trombositlere direk etkiyle

3 – Yaygın endotel hasarı ile pıhtılaşma mekanizması ve trombosit adezyonunun uyarılması : Yaygın yanıklar ve vaskülitli hastalar gibi

Fizyopatoloji altta yatan hastalık proçesine yada başlatan olaya bağlı olarak intrinsik, ekstirinsik yada ortak yolun aktivasyonuna bağlıdır

Gram(-) enfeksiyonlarda endotoksinin lipopolisakkarit komponenti direk faktör XII’nin yani intrinsik yolla olurDaha da ileri giderek hücre lizisine, granülosit degranülasyonuna, ekstrinsik koagülasyon sistemini başlatan tromboplastik aktivite ile bir substansın salınımına yol açarak majör intra vasküler koagülasyon yaparlar

Akut promyelositik lösemide lizis ve promyelositlerden tromboplastik aktivatörün (proteaz ) salınımı intravasküler koagülasyon için % 100 risk taşır

Musin üreten adenokarsinomlardanda benzer şekilde ekstirinsik sistem aktivasyonu yapan bir tromboplastik substans salarlar

Obstetrik komplikasyonlarda puerperal gram(-) sepsisteki endotoksin aracılığıyla koagülasyon başlayabileceği gibi komplikasyonların plasentayı etkileyip anne dolaşımına tromboplastik aktivatör salınımı da koagülasyonu başlatabilir

Önemli ve travmatik bir doku hasarı olmuşsa yada geniş alanlarda doku nekrozu varsa DIC olasılığına karşı dikkatli olunmalıdır Doku faktörü dolaşıma yalnız hasarlanmış doku yüzeyinden salınmaz, dolaşan kandaki monositlerin endotelyal hücrelerle direkt temasıylada salınabilir Bu mekanizma daha çok endotoksemide görülen DIC mekanizmasıdır Ancak bir takım inflamatuar durumlarda monokinlerden IL 1 ve TNF vb sentezlenip sekrete edilmesiyle karışabilir DIC’le karışan bir başka mekanizma da akut hemoliz sırasında eritrositlerden tromboplastin like substans salınmasıdırmasif kan transfüzyonu ve lösemik tümörlerden proteaz sekresyonu ile,i solit tümör hücrelerinin doğrudan faktör X’u direk aktivasyonu ile oluşur Solit tümörlerde DIC genellikle kroniktir yada hemorajik eğilim hafiftir Fakat majör damar trombozu ( derin ven trombozu, pulmoner emboli gibi) sık bir komplikasyondur Bunlar heparine yavaş cevaplı, oral antikoagülanlara yanıtsız ve rekürrens eğilimi olan trombozlardır Bazen orta çaplı arterlerin trombozu da görülebilir Bunlar özellikle alt ekstremitede gangrene yol açarlar

Klinik Bulgular

Hastalarda asemptomatikten şoka kadar giden klinik görünümlerle karşılaşılabilir Bu klinik görünümleri birkaç grupta sınıflandırabiliriz:

1 – Çoğu hastada intravasküler tromboz proçesine ait herhangi bir semptom görülmez Ancak platellet fonksiyon testleri vb laboratuar testleri anormaldir

2 – Kanama : Pıhtılaşma faktörleri ve platelletlerin tüketimi sonucu görülür Eğer cerrahi travma yada doğum sonrasıysa çok şiddetlidir Ancak peteşi, ekimos, enjeksiyon yerlerinden ve jinjivadan sızıntı, cilt altı hematomları, epistaksis, hematüri, gastro intestinal hemoraji, intrakranial hemoraji şeklinde olabilirler Bazen şok yada koma düzeyine ulaşabilir Kanamalartla konbine multi organ yetmezlikleri (böbrek, akciğer gibi ) görülebilir

3 – İntravasküler tromboza bağlı iskemiye sekonder organ hasarı ( böbrek, beyin ve kalp gibi)

görülebilir Ayrıca kronik DIC’de glomerüllerde fibrin birikimi sonrası oligürü ile karakterize böbrek yetmezliği bulguları sık olarak olaya iştirak eder

4 – Eritrositlerin damarlardan geçerken hasarlanmaları sonucu oluşan trombus ve fibrin mataryalleri tarafından lümen bloke edilir Bu durum mikroanjiopatik hemolitik anemi olarak adlandırılan bir anemiye neden olur

5 – En ciddi sonuç şok ve komadır Bazen altta yatan septisemi, travma, yanık gibi durumlarda oluşan şoktan ayırd etmek zor olabilir

Tanı

DIC akut formunda fibrinojen düzeyi düşük, protrombin zamanı uzamış,aktive PTT uzamış, faktör V, VIII, II, XIII düzeyi azalmış, trombositopeni oluşmuştur Gerçek tanı fibrinojen-fibrin yıkım ürünlerinin (FDP)serumda immünoassay ile gösterilmesiyle konur FDP yüksek titrededir ve fibrin monomer polimerizasyonu uzamıştır Geleneksel FDP testleri fibrin ile fibrinojen yıkım ürünleri arasındaki farkı çıkaramaz, daha az spesifik ancak daha sensitiftir D-dimer testi fibrin proteolizi için spesifiktir Bu ölçüm teorik olarak FDP ölçüm standartlarının üstündedir Ancak tanıda daha fazla bilgi vermez Dolaşımda fibrin kompleksleri artmıştır Fibrinojen dolaşımda % 100mg’ın altındaysa TT uzar, ancak % 100’ün üzerinde ve TT uzamışsa FDP’nin arttığını gösterir Faktör II, V eksikliğinde PT, V, VIII eksikliğinde PTT uzar

Mikroanjiopatik hemolitik anemi geliştiğinde periferik kan yayması preparatlarında parçalanmış üçgen yada miğfer şeklinde eritrositler görülür Retikülosit sayısı hemolize sekonder artmıştır

Trombositopeni ve periferik yaymada trombosit kümelerinin görülmemesi mikrovasküler trombozda platellet tüketiminin ve dolaşan trombinin platellet aktivasyonunun bir sonucu olarak görülebilir Antitrombin III azalmış, eoglobulin lizis time kısalmıştır

Fibrin monomer formasyonu aranması, fibrinopeptit bakılması gibi daha komplike testler varsa da nadiren tanıyı teyit için kullanılırlar

Kronik DIC’de

Mikroanjiopatik hemolitik anemi olabilir yada olmayabilir;

Platellet sayısı normal yada düşüktür;

PT normal yada düşüktür;

PTT normal yada düşüktür ;

TT normal, düşük yada yüksektir ;

Fibrinojen normal, düşük yada yüksektir ;

Faktör VII normal yada yüksektir;

Fibrin monomerleri ( protamin sülfat, etanol jelasyon testi ile ) +/-

Fibrin solubl monomer kompleksleri +

Fibrinopeptit A+

FDP (D-dimer testi ile) hafif artmıştır

Eoglobulin lizis time normal yada azalmıştır

Antitrombin III normaldir

Fibrinojen azalmıştır

PT , APTT artmıştır

Platellet azalmasına tanıda güvenilemez Tanı fibrinojen ve fibrin yıkım ürünlerinin artışının gösterilmesiyle konur İlaveten plazmada solubl fibrin kompleks varlığının gösterilmesi önerilir Solubl fibrinojen-fibrin arası ürünlere protamin sülfat yada etanol ilavesiyle jelleşme görülür Güçlü (+) olduğu vakalarda DIC’den şüphelenmek gerekir Zayıf (+) yada (-) ise fals (+) yada (-) olabileceğinden çok değerli değildir

Fibrinojen-fibrin yıkım ürünlerinin düzeyinin artması DIC için spesifik değildir Geniş aort anevrizmalarındaki fibrin birikiminin hızlı turnover ile erimesi sonucu da sirkilasyonda FDP düzeyi artabilir Benzer şekilde Kasabach Merritt sendromundaki dev hemanjiomlarda da aynı olay gerçekleşebilir

FDP akut yada kronik glomerüler bozukluklardada da benzer şekilde renal glomerüllerdeki lokalize intravasküler trombozun göstergesi olarak artabilir FDP’nin arttığı ABY yada KBY’lilerde bu durum DIC varlığını düşündürmemelidirbu kurala uymayan bir önemli istisna gram(-) septisemi şoku yada mikrovasküler trombozun birçok hedef organından biri olan renal tübülide bulunduğu ABY dir Bu durumun özel bir önemi de DIC le bağlantılı bilateral renal kortikal nekroz gelişim riskinin gram (-) sepsisli, septik abortuslu kadınlarda atlanmamasıdır

DIC’le İlgili Klinik Durumlar

Obstetrik Komplikasyonlar: Abruptio plasenta

Plasenta previa

Plasenta accreata

Amnion sıvı embolisi

Ölü fetus sendromu

Eklampsi (preeklampsi ?)

Abortus (hipertonik salin solüsyonuyla )

Hidatik mol

Eksta uterin gebelik

Forsepsle doğum

Septik abortus

Doku Travması: Majör cerrahi (akciğer, prostat, açık kalp cerrahisi gibi )

Majör travma yada yanıklar ( güneş çarpması dahil )

Yağ embolisi

Transplant reddi

Strok

Kafa travması ( beyin dokusu destrüksiyonu )

Anaflaktik ilaç reaksiyonları

Hemolitik transfüzyon reaksiyonları

Hemolitik Proçesler:Masif kan transfüzyonu

Boğulmalar

Enfeksiyona sekonder akut hemoliz

İmmün mekanizmalar

Asit ingestion

Malign Neoplazmlar: Solit tümörler (akciğer, prostat, over,pankreas,mide,meme)

Lösemi ve lenfomalar ( özellikle akut promyelositik lösemi )

Yılan Sokması

Kardio Vasküler Sistem:AMI (genelde kardiojenik şokla ilgili )

Sirkülatuar kollaps ( herhangi bir nedenle oluşan )

Şiddetli progresif strok

Aortik anevrizma ve Kasabach Merritt sendromu (lokal intra vasküler

koagülasyon)

Kronik Karaciğer Hastalıkları:

Enfeksiyonlar: Bakteriler Gram (-): Meningokok

Pnömokok

Psödomonas

E coli

Klepsiella

Gram (+): Nadirdir

Riketsialar: Kayalık dağlar benekli humması

Virüsler: Herpes (hemorajik çiçek )

Hemorajik ateşler ( Thai,Kore ve diğer )

Mantarlar: Akut histoplazmoz

Parazitler: Malarya ( özellikle falsiparum )

Siroz

Pediatrik Hastalıklar : Yenidoğan enfeksiyonları (rubella, herpes, CMV )

Yenidoğanın bazı metabolik hastalıkları

Diğerleri : ABY ve KBY

Kollojen doku hastalıkları (özellikle Behçet hastalığı )

Trombotik trombopenik purpura

HUS

Purpura fulminans

Akut pankreatit

Allerjik vaskülit

Amiloidozis

Polistemia vera

Trombasteni

Ülseratif kolit

Ağır diabet

Akut yada kronik parankimal karaciğer hastalıklarındaki koagülasyon problemleri çok sayıdadır Bunları DIC’den ayırmak zordur Karaciğer hastalıklarındaki koagülasyon bozukluklarını şöyle sıralayabiliriz:

Prokoagülan proteginlerin sentezinin baskılanması
Hipersplenizme sekonder gelişen trombositopeni
Akut etanol entoksikasyonu ve folat eksikliği gibi dolaşımdan fibrinolitik enzimlerin ve aktive pıhtılaşma faktörlerinin temizlenmesi
Çoğu klinisyen bugün kronik karaciğer hastalıklarında bir komplikasyon olarak DIC sıklığının arttığını kabul etmekte ve buna delil olarak fibrinojen-fibrin degregasyon ürünlerinin düzeyinin ve fibrinojen azalmasının heparinle düzelmesini göstermektedir

Tedavi

DIC’deki en tartışmalı konudur Tedavideki aşamalar şöyle olmalıdır:

Altta yatan hastalığın tedavisi: sepsiste enfeksiyon tedavisi, plasenta previada uterusun boşaltılması, şok varsa düzeltilmesi gibi
Bu süre içerisinde sıvı replasmanı ve destekleyici tedavi
Eksik faktörlerin replase edilmesi : Taze kan, TDP, fibrinojen, ağır trombositopenilerde trombosit süspansiyonu, hemoliz varsa eritrosit süspansiyonları, faktör V ve VIII ekstreleri
Koagülasyonun durdurulması için heparin kullanımı: 150-600 ünite/kg/24s hızıyla kullanılabilir Ancak bu çok tartışmalı bir konudur Kanayabilecek açık yarası olmayan amnion sıvı embolisi ve septik şok başta olmak üzere trombozun temel sorun olduğu durumlarda kullanılabilir Ancak pıhtılaşma başladıktan sonra etkili olamayacağı için trombosit ve pıhtılaşma faktörleri de zaten azalmış olduğundan tehlikeli olabileceği öne sürülmüştür Bu yüzden tetiklemeyi presipite eden neden bulunan hastalarda koruyucu olarak kullanmak daha yararlıdır Kronik DIC’de majör damar trombozu olan vakalarda tam doz, promiyelositik lösemi, metastatik prostat kanseri, purpura fulminans gibi durumlarda düşük doz kullanımı yararlıdır Aktive serum proteazlarını nötralize ederek faktör XII, prekallikrein, XI, X, II ve trombin üretimini kesintiye uğratarak etkili olur İV yada sk uygulamaları arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır Terapinin etkinliği FDP azalması yada D-dimer testinde fibrinojen konsantrasyonunun artması, PT, PTT testlerinin normale dönmesinin takibiyle monitorize edilmelidir
Epsilon amino kaproik asit anti fibrinolitik bir ajandır Membran transportu için esansiel aminoasitlerle yarıştığından hepatositlerdeki protein sentezini azaltır Majör damar trombozlarında, hepatik bozukluklu hastalarda, trombotik stroklarda kulanımında organlarda yaygın tromboz sonucu yetmezlik ve ölüm görülmüştür Bu nedenle günümüzde tedavide yeri hemen hemen yoktur
Antitrombin III kofaktörünün klinik olarak replasman tedavisine alternatif olduğuna dair spekülasyonlar vardır Düşük doz heparinle kombine edilmelidir Ancak tedavideki yeri tartışmalıdır Akut dikte alternatifler arasında sayılabilir
Platellet faktör 4 salınımı platellet fonksiyonunun inhibisyonunu önler Ancak akut DIC dışında kullanımı tartışmalıdır
Soğuk, insolubl globulin RES fonksiyonunu düzeltmek için kullanılır Ancak bu görüş de henüz tartışmalıdır Akut DIC’de kullanılabilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #6
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



Divertiküler hastalık


DİVERTİKÜL NEDİR?

Kalınbarsakların çeperinde yıllar içinde oluşan küçük baloncuklara divertikül adı verilir 40 yaşından sonra genelde ortaya çıkarlar Birkaç taneden yüzlerce adede kadar sayılara ulaşabilir

DİVERTİKÜL OLMASI HASTALIK MIDIR?

Barsaklardaki bu baloncukların oluşması tek başına bir hastalık değildir Ülkemizde kesin istatistikler olmamakla birlikte gelişmiş ülkelerde, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, 60 yaş civarı insanların yarısında divertiküller mevcuttur Divertikül içine sert dışkının takılıp kalması ile bu bölgede iltihabi bir hadise başlayınca Divertikülit gelişir

Divertiküllerin boynundaki kan damarlarından dışkı tahrişi ile kanama olursa Divertikül kanaması belirir

Divertikülit ve kanama Divertiküler Hastalık grubunu oluşturur

DİVERTİKÜLER HASTALIK GELİŞMESİNE YOL AÇAN FAKTÖRLER

Posadan fakir beslenme, düzensiz ve sert dışkılama alışkanlığı divertiküler hastalık gelişmesine zemin hazırlar

DİVERTİKÜLİT NE GİBİ ŞİKAYETLERE YOL AÇAR?

Karında genellikle solda, bazen sağda ağrı ve hassasiyet, ateş yükselmesi genelde ilk şikayetlerdir Nadiren iltihabi hadisenin süratle ilerlemesi durumunda genel durum bozukluğu ve şok görülebilir

TANI

Divertikülit sırasında muayene, kan tetkikleri ve batın tomografisi ile teşhis rahatlıkla konur İltihabi durum geçtikten sonra hastaya mutlaka kolonoskopi adı verilen endoskopik tetkik yapılmalıdır Bu yöntemle kalın barsağın tamamının içi ayrıntısı ile görülür Yaşanan hadisenin divertiküllere bağlı olup olmadığı kesin olarak anlaşılır

DİVERTİKÜLİT TEDAVİSİ

Hafif vakalarda antibiyotik tedavisi ve ağızdan gıda alımının azaltılması veya kesilmesi ile durum düzelir

Ağır vakalarda hastanede damardan antibiyotik tedavisi ve damar yolu ile beslenme gerekebilir

İltihabi sürecin barsak delinmesine yol açtığı az sayıda vakada acil cerrahi müdahale gerekebilir

DİVERTİKÜL KANAMASI

Dışkılama sırasında vişne rengi veya kırmızı renkte kanamaya yol açar 60 yaş üzeri kanamaların en sık nedenlerinden biridir Hastaneye yatırılmayı gerektirmekle beraber genellikle ağır bir tabloya yol açmaz

DİVERTİKÜLER HASTALIK ENGELLENEBİLİR Mİ?

Kalın barsakta divertikül adı verilen baloncuklar bir kez oluşunca herhangi bir tedavi ile kaybolması sağlanamaz Ancak oluşan divertiküllerin divertikülit (iltihap) ve kanama yapma ihtimalini azaltmak özel beslenme rejimi ile mümkündür Burada amaçlanan yumuşak, ancak şekilli, bir dışkı oluşmasını sağlayacak kadar posadan zengin bir beslenme tarzına geçmektir Gündelik en az 30-35 gram posa ve bol miktarda, 15-2 litre, sıvı alımı ile düzenli barsak alışkanlığı oluşturulmalıdır Bu sayede dışkının barsakta uzun süre kalıp sertleşmesine ve divertiküllere takılıp iltihap ve kanama oluşturmasına engel olunabilir

DİVERTİKÜLER HASTALIKTA CERRAHİ

Divertikülit veya kanama gibi komplikasyonlar önlemlere rağmen tekrarlıyorsa barsağın yoğun olarak divertikülleri içeren bölümünün çıkartılması gerekir

Divertiküller içinde iltihaplanma hızla ilerleyip barsak delinmesine yol açması durumunda hastanın acilen ameliyata alınması nadir olarak da gerekebilir

DİVERTİKÜLER HASTALIK KANSERE DÖNÜŞÜR MÜ?

Hayır Divertiküllerin kansere dönüşmesi söz konusu değildir Ancak divertiküllere bağlı olduğu düşünülen durumun tam olarak aydınlatılması için hastalık arazları yatıştıktan sonra barsakların kolonoskopi adı verilen endoskopik yöntemle tetkik edilmesi gerekir Bu sayede kalın barsağın içi ayrıntılı olarak görülür ve kişideki şikayetleri ortaya çıkaran başka bir durum olup olmadığı kesin olarak anlaşılır

ÖZET

Divertiküller kalın barsakların çeperinde yıllar içinde oluşan baloncuklardır Bunların iltihaplanması ile divertikülit veya buradaki damarların tahrişi ile divertikül kanaması gelişebilir Posadan zengin beslenme ve düzenli barsak alışkanlığının oluşturulması ile iltihaplanma ve kanama ihtimali azaltılabilir Tekrarlayan iltihap ve kanama hecmeleri cerrahi müdahaleyi gerektirir

Hastalık arazları yatıştıktan bir süre sonra kolonoskopi adı verilen endoskopik yöntemle tüm kalın barsağın içi ayrıntısıyla tetkik edilmelidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #7
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



dolama

Dolama, tırnağın çevresindeki derinin yüzeysel bir enfeksiyonu olup en büyük sıklıkla stafilakoklar veya mantar tarafından meydana getirilir Bu durum genellikle bir şeytan tırnağını ısırıp kopartma gibi bir yaralanmanın veya tırnak dibindeki deriyi bir işleme tabi tutmak veya deri itmek gibi hareketlerin sonucu olur

Tırnağa bitişik olan cildin üzerinde kırmızı, şişkin bölge ile kendini gösterir

Bakteriyel dolama genellikle ani ve ıstıraplı bir enfeksiyondur Yüzeysel cerahat dolu kabarıklar belirebilir Tutulan bölgeyi bastırınca cerahat sızıntısı olabilir

Dolamanın bir başka çeşidine mantar enfeksiyonu sebep olur ve bu, şeker hastalığı olan kişilerde ve ellerini uzun süre su içinde bulunduranlarda yaygındır Mantar enfeksiyonları ağır ağır gelişir, fakat inatçı olma eğilimi gösterir Bazen hem bakteriler hem de mantar vardır, böylece daha fazla şişme ve cerahate yol açılır

Akut bir enfeksiyon tırnağın çevresinden ve epidermisten dolaşarak bunların altına işleyip ağrılı bir apse meydana gelmesine yol açar Tırnak dibindeki deri kabarır Tırnak ayrılabilir

Tırnakta bozulma veya renk atması meydana gelir Nadir olmakla birlikte, bu enfeksiyon parmağın içine işleyerek tendon dokusuna yayılabilir Deri boyunca görülen kırmızı çizgiler, bakteriler kanınıza karıştığının işaretidir Eğer böyle bir durum olursa, doktora gidin Teşhis için dolamaya hangi tip mikroorganizmanın neden olduğunu belirlemek amacıyla cerahat kültürü yapılabilir

Tedavi

Sıcak banyolar: Dokuların iltihapla şişmesini azaltmaya yardım edecektir Bunları takiben bir antibakteriyel madde (bakteri enfeksiyonları için) sürülebilir veya eğer bir mantar enfeksiyonu varsa yüzde 1 lik gentian violet solüsyonu kullanılabilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #8
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



Donma: Donmalar: Soğuk Isırığı

Soğuk ısırığı vücut dokularının donmasıyla oluşan bir rahatsızlıktır En sık donan bölgeler eller, ayaklar, kulaklar ve özellikle burun uçlarıdır Eller ve ayaklar vücudun uç noktalarıdır ve özellikle soğuktan dolayı dolaşım kısıtlandığında bu bölgelere giden kan miktarı iyice azalır Kulaklar ise ince oldukları için fazla bir dolaşıma sahip değildirler burun ise genelde soğuktan iyi korunmaz Vücudun ana bölgelerindeki ısıyı korumak için diğer bölgelere olan dolaşım neredeyse durma derecesinde kısıtlanabilir Soğuk ayrıca damarları çevreleyen ve plazmanın damarın dışına çıkmasını önleyen endothelial hücrelere de zarar verir Plazmanın kayıbı ise kanın damarın içinde pıhtılaşmasına ve dolaşımı daha da yavaşlatmasına neden olur

Dolaşım azaldıkça dokular donmaya başlar Hücreler arasında su kristalleşmeye başlar ve hücre içindeki suyu emerek büyür Buna rağmen donma hücreleri öldürmez Laboravatuar çalışmalarında hücreler uzun süre donduktan sonra bile canlı kalmışlardır

Soğuk ısırığından kaynaklanan asıl zarar endothelial hücrelerin zarar görmesidir Dokular tekrar ısındığında bu bölgeye giden kan pıhtılaşır ve buradaki dolaşımı tamamen durdurur Bunun sonucunda da o bölgedeki hücreler ölür

Önlenmesi


Soğuk ısırığı havanın donma noktasının altında olduğu her sıcaklıkta olabilir ama genelde hipotermiyle bağlantılı gelişir Hareketsizlik dolaşımın yavaşlamasına büyük katkıda bulunur ve dolaşımı engelleyen giysiler de soğuk ısırığına katkıda bulunur

Bazı durumlarda soğuk ısırığı metallere ya da sıvı yakıtlara temasla da ortaya çıkabilir Soğuk ısırığını önlemek için onu ortaya çıkaran etkenleri özellikle hipotermiyi ortadan kaldırmak gerekir Vücudunuzun merkezini sıcak tutarak dolaşımın azalmasını önleyen giysiler vücudunuzun uç noktalarını da sıcak tutar Ayrıca önemli noktalardan biri de dar ayakkabılar gibi dolaşımı engelleyecek şeyler giyilmemesidir

Sigara içmek yüzey dolaşımını azaltır ve bu yüzden lokal donmalara katkıda bulunur Dolaşımı devam ettirmek için el ve ayak parmakları hareket ettirilebilir ve kolları hızla çevirmek dolaşımı hızlandırmak için iyi bir yöntemdir
Soğuk ısırığını yüzeysel ve derin olmak üzere ikiye ayırabiliriz
Yüzeysel donuklarda yüz, burun, kulak, parmaklar gibi ufak dokular etkilenir Yüzeysel donuklar derin donuklar kadar önemli olmasa da eğer gerekli tedbirler alınmazsa derin donuk haline gelebilir Derin donuklarda ise eller, ayaklar ve hatta bacak ve kolların bir bölümü gibi daha büyük dokular etkilenir Derin donuklarda büyük miktarda doku ya da bir organın tamamı kaybedilebilir


Yüzeysel Donuk


Belirtiler Semptomlar


Beyazlaşmış dokular Önceleri acı hissedilir
Üst dokular sert alt dokular daha yumuşak Daha sonra bölge soğuk ve hissizdir


İlk yardım


En etkin ilk müdahale donmuş organın sıcak bir vücutla temas ettirilerek ısıtılmasıdır Bölgenin ovulmaması ve daha fazla donmasının önlenmesi gereklidir Bu şekilde ısıtılan bölge kısa sürede bir karıncalanma hissiyle birlikte eski haline gelecektir

Derin Donuklar


Belirtiler Semptomlar
Deri beyaz Donma sırasında acı
Deri sert ve alttaki dokular da katı His yok
Eklem hareketi yok ya da kısıtlı Eritme sırasında acı
İlk yardım
Dağda :
- Erimiş bölümü eritmeyin
- Etkilenmemiş dokuların donmasını önleyerek zararın artmasını engelleyin
- Eğer doku erimişse tekrar donmasını ve baskı altında kalmasını önleyin
- Kişiye bol sıvı verin
- Hastayı en kısa zamanda hastaneye ulaştırın

Donmuş bir doku eritildiğinde kişi tamamen işe yaramaz hale gelir Donmuş bölüm hastaya korkunç bir acı verecektir Donup erimiş bir organı kullanmak neredeyse imkansızdır Eğer donmuş bir organ eriyip tekrar donarsa bu organın kaybedilme riski büyük ölçüde artacaktır Eritme işlemi sadece tekrar donma şansı yoksa ve vücudun eritilmiş bölümü tamamen steril koşullarda korunabilecekse yapılmalıdır Bu da doğa şartlarında neredeyse imkansızdır Donmuş bir bölümü eritmek için donmuş organ 385°C ile 41°C arasında sıcaklıkta suya sokulmalıdır Suyun ısısı sürekli kontrol edilmeli ve gerekirse su ekleyerek aynı sıcaklıkta tutulmalıdır Eritme işlemi organ tamamen eriyip pembe bir görünüm kazanana kadar devam etmelidir Pembe renk dolaşımın başladığının göstergesidir Çok zarar görmüş bir organın dolaşımı geri dönmeyebilir Eritme işlemi sırasında ve sonrasında kişinin organı hareket ettirmesini sağlayın Eridikten sonra organı steril bir pedle korumalı ve parmaklar arasına steril pedler koyulmalıdır Hasta hipotermiye girmişsse önce hipotermi tedavisi yapılmalıdır Donmuş bölgeye aşırı ısı uygulamayın çünkü bu organa zarar verebilir Enfeksiyon riskini arttırmamak için su toplamış bölgeleri ellemeyin

Soğuk ısırığının yakın dönem tedavisinde cerrahinin yeri yoktur Ne yazik ki konu hakkında tecrübesiz bazı cerrahlar donmuş ve erimiş bölgenin görüntüsü yüzünden hemen bir ampütasyon üzerinde israr edebilirler Ampütasyonu reddeden bazı hastalar minumum ya da sıfır doku kayıbıyla olayı atlatmışlardır

Cerrahi müdahale dokular tamamen ve kesinlikle öldükten sonra yapılmalıdır Başlangıçta dolaşımı sağlamak için bazı ufak müdahaleler olabilir fakat ampütasyon, donma olayının üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra sadece ölü dokuyu ayırmak amacıyla yapılmalıdır Soğuk ısırığı yaşamış kişiler soğuğa karşı daha hassastırlar ve daha önce donmuş bölgelerindeki damarlar kalıcı olarak zarar gördüğü için bu bölgelerin donma şansı daha yüksektir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #9
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



Dumping Sendromu



Dumping-Sendromu,midenin kısmen ve özellikle tamamen alınmasından sonra görülen bir tablodur Bu tabloda, ameliyattan sonra kalan midenin ya da mide tamamen çıkarılmış ise bağırsak kullanılarak oluşturulan yedek midenin içindekiler, fazla hızlı bir şekilde ince bağırsağa boşalır

Hemen yemekten sonra görülen ve erken dumping denilen olayda, gıda içerisindeki çözülebilir maddeler, bağırsaktaki kan yollarından sıvı emerler ve kalp çarpıntısı, tansiyon düşüşü, baş dönmesi, bulantı ve terleme gibi dolaşım sistemi semptomları ortaya çıkar

Geç dumping denilen olayda ise birden gelen aşırı karbonhidrat nedeniyle kan şekeri seviyesi geçici olarak hızla yükselir ve kısa bir süre sonra hızla düşer Bu nedenle yemekten 2-3 saat sonra kan şekeri düşüşü meydana gelebilir ve bu durum, huzursuzluk, titreme, güçlü iştah ve bilinçte bulanıklık belirtileri ile kendisini gösterir


Sık sık küçük öğünler ile beslenmek, yemeklerde bir şey içmemek ve serbest şekerli şeyler (örn tatlılar) yememek, bu duruma karşı alınacak en önemli karşıt önlemlerdir Karbonhidrat alımını dengeleyecek posalı ve lifli maddelerin ve ilaçların alınması faydalı olabilir Duruma göre, ince bağırsağın kalan mideye olan bağlantısını değiştirecek bir ameliyat gerekli olabilir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #10
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



DİL , DUDAK KANSERİ

TEMEL BİLGİLER

TANIMLAMA
Dudak, dil, ağız döşemesi, tükrük bezleri, yanak iç kısımları, diş etleri ve damağı etkileyen kötü huylu tümörler Tümörlerin % 90' ı skuamöz hücre kanserlerdir ve kalanları lenfoma, melanoma,küçük tükrük bezlerinin kanserleri ve sarkomalardır Etkilenen sistemler: Sindirim sistemil Genetik:
• ilgisiz
Görünme sıkılığı:
• 12 /100000 (her yıl 30300 yeni olgu) Her yıl 5000 kişi bu hastalıktan ölür
• Ağız boşluğu tümörleri tüm kanserlerin, erkeklerde % 4' ünü, kadınlarda % 2 ' sini meydana getirir
• Hurma, taze hurma yaprağı çiğneme alışkanlıkları, sigaranın yanan ucunu ağız içinde tutma alışkanlığına bağlı olarak, Asya'da ensidansı yüksektir
Yaş :
• 50 ve üzeri Fakat dumansız tütün kullanımı ile genç yaş grubunda artış görülmektedir
Cinsiyet:
• Erkek = Kadın

BELİRTİ VE BULGULAR
• Yutma güçlüğü
• Lokmaların burundan geri gelmesi
• Konuşma problemleri
• Tümöre bağlı nazofaringeal yetersizlik ve boğaz ağrısı yutulan gıdalrın hava yollarına kaçması
• Yansıyan ağrı nedeniyle tek taraflı kulak ağrısı
• Sıklıkla hassas ve infeksiyon ile karışan ağız boşluğunda kitle veya ülser Genellikle elle muayenede ülserin kendi sınırının ilerisine uzanın sert alana hissedilir
• Sert boyun kitlesi
• Boyunda elle gelen lenf bezleri

NEDENLERİ
• Tütün kullanımı (Dumanlı veya dumansız)
• Enfiye kullanımı
• Aşırı alkol tüketimi
• Dudak kanseri hallerinde ultraviole ışığa maruz kalma
• B12 vitamini veya demir eksikliği anemisi


TANI:
GÖRÜNTÜLEME
• Akciğere sıçramayı ekarte etmek için göğüs grafisi
• Kemiğe sıçramayı düşündüren kemik ağrısı varsa kemik scan görüntüsü
• Beyin veya karaciğere sıçrama düşündüren klinik varsa Bilgisayarlı tomografi veya MR

BİOPSİ
• Ayaktan yapılan transoral biopsi kesin tanı koydurur

TEDAVİ
UYGUN SIHHİ BAKIM
• Cerrahi girişim için hastanın yatırılması
• Tedavi lokalizasyona bağlı olarak değişir, örneğin, dil, yanak duvarı, farenks, damak, dudak
• Radyasyon (Şua -Işın)tedavisi ve / veya (İlaç) kemoterapi ile birlikte veya sadece kanserli bölgenin tamamen ameliyatla çıkarılması seçilen tedavidir
• Ameliyat edilemeyen lezyonlar radyasyon tedavisi ve / veya kemoterapi ile tedavi edilirler
• Cerrahi gereken hastalarda beslenme normal yara iyileşmesi için en önemli faktördür Ağızdan beslenme mümkün değilse mideye sonda sokularak ve / veya mideye dışardan delik açılarak beslenme gerekebilir

AKTİVİTE
• Hastanın fizik durumu tolere edebildiği kadar

DİYET
• Hastalığın yayılımına ve çiğneme veya yutma kabiliyetine bağlıdır

TAKIP
HASTANIN İZLENMESİ
• Üst hava yolu ve sindirim sisteminde olası odağın veya nükslerin tetkiki için rutin periyodik baş ve boyun muayenesi yapılmalıdır


ÖNLEM / KAÇINMA
• Tütün içilmesi veya dumansız tütün kullanılmasının önlenmesi
• Alkol kullanılmasının önlenmesi

BEKLENEN GELİŞME VE PROGNOZ
Yeterli tedavi yapılan erken lezyonlarda % 80 'den fazla tedavi sağlanır

KAYNAKLAR
Cummings, CW,
Fredrickson, JM, Harker, LA, Crause, CJ, Schuller, DE: Otolaryngology : Head and Neck Surgery Volume 2 New York, CV Mosby Company, 1986
Yazarı R Casiano, fvlD

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #11
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



elektrik çarpması

Elektrik çarpmalarını tanımak için temel bilgiler
Elektrikle çarpılmak için akımın vücuttan geçerek + ve - kutuplar arasındaki devreyi tamamlaması gerekir Pil, batarya, ve akümülatörler doğru akım üretirler Doğru akım 20-30 volttan sonra çarpılma hissi vermekte ancak tahribat yapmamaktadır Pil ve oto aküsü ile çarpılmak olası değildir 30 volt üstü doğru akım (DC) kaynakları tehlikelidir

Evde kullanılan elektrik alternatif akım (AC) tipindedir Alternatif akım, 15 volt üstünde çarpılma hissi verir, tahribat yapmaz 20 volt üstü tehlikeli sayılabilir Elektriğe temas eden noktalar arası mesafe kısa ise arada kalan doku şiddetle ısınır ve yanar Yanık, elektrik akımının kuvvetine bağlı olarak artar

Alternatif akım, kalp üzerinden geçecek olursa, kalbin sinirsel ileti sistemini bozar, kalp durur

Allternatif akımla çarpılma çok kolaydır Prizdeki aktif kutba değildiğinde, vücut devreyi tamamlamak için yere basan ayakları kullanır

Su, elektrik akımını iyi iletir Kuruyken iletken olmayan tahta, plastik gibi maddeler ıslanınca iletken olurlar

Yıldırım, doğal elektrik kaynaklarıdır Yıldırım havadaki durağan elektriğin bir ark ile boşalması demektir Bu nedenle çocukların yağışlı ve fırtınalı havalarda uçurtma uçurmaları tehlikelidir Çünkü ıslanan uçurtma ipi iletken hale gelir ve elektirk, ipi elle tutan kişi üzerine boşalabilir

Ülkemizde yerleşim alanları üstünden geçen ve zaman zaman evlerin çok yakınlarına kadar gelen yüksek gerilim hatları başka bir tehlike kaynağıdır Bu gibi yerlerde televizyon antenlerin düzeltilmesi için dama çıkılması başlı başına ayrı bir tehlikedir Çocukların uçurtmalarını almak için bir sopayla tellere dokunmaya kalkışmaları ölümle sonuçlanan kazalara yol açmaktadır Bu hatlara 20 m den daha yakına gelmek son derece tehlikelidir

Elektrik çarpmalarında alınması gereken önlemler
Saç kurutucusunu ve elektrikli ısıtıcıyı banyo küvetinin ve lavabonun yakınlarına koymayın
Islak ortamda elektrikli cihaz çalıştırmayın Banyoda saç kurutucusu kullanmayın
Prizlere emniyet kapağı takın
Evde topraklı priz kullanın
Yuvasından çıkmış, telleri açıkta kalmış prizleri tamir ettirin
Sigortaları tel sararak yenilemeyin, orjinal malzeme kullanın
Elektrikli cihazları fişe takmadan önce kapalı olduklarına emin olun
Elektrikli ev aletlerini kullanım talimatlarına uygun kullanın
Sigortayı kapatmadan elektrikle ilgili hiçbir iş yapmayın
Evi uzunca bir süre terk edecekseniz sigortaları kapatın
Ekmek kızartma aletini kahvaltı masasına almayın İçinde sıkışan dilimi çatal, bıçak gibi nesnelerle kurcalamayın
Sıcak ütüyü kablosunun üstüne koymayın
Elektrikle uğraşırken kalın lastik tabanlı ayakkabı giyin

Elektrik çarpmalarında yapılması gerekenler
Elektriği kesmek için sigortaları kullanın
Lastik tabanlı ayakkabı giyin, kuru bir lastik eldiven takın
Elektrik akımını iletmeyecek kuru bir cismin üzerine çıkın
Elektrik çarpan kişinin yakınındaki kablo gibi iletkenleri, yalıtkan bir çubukla uzaklaştırın
Hastayı giysilerinden çekerek bölgeden uzaklaştırın
Son muayeneyi yapmayı öğrenmek için tıklayın
Hasta hala nefes alıp vermiyorsa ve nabzı yoksa solunum yardımı ve kalp masajına girişiniz
Elektrik çarpmalarında yapılmaması gerekenler
Elektrik çarpan kişiye kalın lastik tabanlı ayakkabınız yoksa dokunmayın
Sigortaları kapatmadan yaralıya temas etmeyin
Çıplak elle çarpılmış kişiye dokunmayın
Çocukları olay yerinden uzak tutun
Dokunmak için iletken cisimler kullanmayın

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #12
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



fıtık

DİĞER ADI
HERNİ

TANIM
Fıtık bir organ veya dokunun, etrafındaki kas içinde doğuştan veya sonradan olmuş zayıf bir noktadan dışarıya çıkmasıdır En sık kasık, uyluk, göbek ve ameliyat yerlerinde görülür İnsanların yaklaşık %2-4'ünde fıtık sorunu vardır Tüm fıtıkların yaklaşık %80'i ise kasık bölgesinde meydana gelir Kasık fıtıklarının %86 kadarı erkeklerde, uyluk fıtıklarının %84 kadarı ise kadınlarda olur

Bel fıtığı ayrı bir bölümde ele alınmıştır

BELİRTİ ve BULGULAR
• Karın veya kasık bölgesindeki deri altında belirgin şişlik Şişlik, yatar durumdayken kaybolabilir

• Fıtık bölgesinde ağrı olabilir veya olmayabilir

• Özellikle kabızlık çekildiğinde karın bölgesinde ağırlık hissi duyulabilir

• Bir şey kaldırırken veya öne doğru eğilirken karın veya kasık bölgesinde rahatsızlık hissi oluşabilir

• Fıtık kesesi ittirildiğinde karın içine geri kaçabilir

NEDENLERİ
Hemen hemen bütün fıtıklar, çevreleyen kasdaki zayıflık ve zorlama sonucu meydana gelir Zorlamanın yarattığı basınç, kasdaki zayıf noktanın yırtılmasına neden olur ve alttaki doku veya organ yırtıktan dışarı çıkar

• Kasık fıtığı: Barsaklar veya mesane, karın duvarı veya kasık kanalı içine fıtıklaşır Daha çok erkeklerde görülmesinin sebebi, bu bölgenin erkeklerde yapısal olarak daha zayıf olmasıdır

• Uyluk fıtığı: Barsaklar veya mesane uyluğun üst kısmındaki kanal içine fıtıklaşır Özellikle gebelerde veya şişman kadınlarda görülür

• Göbek fıtığı: Barsakların bir kısmı karın duvarı içine fıtıklaşır Özellikle yeni doğan bebeklerde, şişman veya çok doğum yapmış kadınlarda görülür

• Karın ameliyatı geçirmiş yaşlı veya aşırı şişman kişilerde de ameliyat yerinde fıtıklaşma olabilir

• Diğer nedenler arasında aşağıdaki faktörler sayılabilir

• Doğumsal kas zayıflığı

• Beslenme ve gelişim bozukluğu

• Karın içi basıncın artmasına sebep olan durumlar; kronik öksürük, ağır yük kaldırma, kabızlık, gebelik

TEŞHİS YÖNTEMLERİ
Doktorun yapacağı fizik muayene çoğunlukla teşhis koymada yeterlidir Uyluk fıtıklarının teşhisi için ultrason yapmak gerekebilir Ayrıca gerekli görülen vakalarda, aynı zamanda barsak tıkanıklığı olup olmadığını anlamak için karın filmi çekilmesinin yararı vardır

TEDAVİ
• Bebeklerde görülen göbek fıtığı kendi kendine iyileşebilir Bu nedenle genellikle 2 yaşına kadar beklenir Bu süre zarfında, fıtık kesesi geri itildikten sonra üzerine küçük bir tampon veya madeni para yerleştirilerek bantla sıkıca kapatılır 2 yaşından sonra hala sebat eden fıtıklarda ise ameliyat uygundur

• Erişkinlerde görülen her türlü fıtık ameliyat edilmelidir Ameliyat için sağlık durumu uygun olmayan hastalarda kasık bağı denenebilir Eğer ameliyat yapılmazsa, fıtık kesesi içerisindeki organ boğulabilir ve doku ölümü meydana gelir Boğulmuş bir barsak fıtığı barsak tıkanmasına, enfeksiyona, kangrene, barsak delinmesine, şoka ve ölüme bile neden olabilir

DOKTORA BAŞVURULMASI GEREKEN DURUMLAR
• Fıtık olduğunuzu biliyor ve bulantı-kusma hissediyor, tuvalete çıkamıyor veya gaz çıkaramıyorsanız Bu durumda, fıtığınız boğulmuş veya barsaklarınız tıkanmış olabilir Hiç zaman geçirmeden hastaneye gitmelisiniz


Fıtık tanımı:
İç Organların, Zayıf Bir Bölgeden Karın Dışına İtilmesi

Bir organın, genellikle peritonun oluşturduğu bir kese içerisinde, karın duvarındaki zayıf bir bölgeden dışarıya doğru fırlamasına fıtık, tıp dilinde herni (Hernia) denir Fıtık çok kere doğuştan var olan bir ortamda gelişir Karın içi basıncını arttıran bütün hastalıklarda (boğmaca, kronik öksürük, gebelik vb), kabızlık esnasında fazla ıkınma veya ağır bir yükün kaldırılması gibi nedenlerle fıtığın meydana gelmesi olasıdır En sık görülen fıtıklar, % 73 oranında kasık fıtığı (inguinal hernia), % 17 uyluk fıtığı (femoral hernia), % 8,5 göbek fıtığı (umbilical hernia) ve diğer fıtıklardır

Fıtık muayenesi ayakta yapılır ve hasta öksürtülür Böylece fıtığın dışarı çıkıp çıkmadığı anlaşılır Çocuklarda şişlik, ağlaması sırasında ortaya çıkar ve annenin dikkatini çeker Erkek çocuklarının torbalarının şişmesi, fıtık olasılığını ya da hidrosel, orşit gibi hastalıkları düşündürür

Bazı fıtıklar, hasta yattığı zaman kendi kendine içeri girebileceği gibi, hasta veya doktoru tarafından da içeriye itilebilir Bu esnada eğer kese içindeki organ bağırsak ise gürültülü bir ses duyulur ve bağırsağın başlangıç kısmı son bölümüne göre daha zor içeriye girer Yaşlı kimselerde, operasyon gerekmeyen veya yapılmayan durumlarda fıtığı içerde tutmak üzere kasık bağları (fıtık bağı) veya korseler kullanmak faydalıdır Karın içerisinde, fakat önemli bir şikayete neden olmayan vakalar için reddedilmeyen fıtık deyimi kullanılır Bu çeşit fıtıklar günün birinde sıkışıp boğulabilir ve kan dolaşımı bozulması nedeniyle bağırsakta kangren başlayabilir Bu gibi fıtık boğulmalarında o bölgede birden başlayan ağrı, daha sonra bütün karna yayılır Bağırsağın tıkanmasıyla fışkırır biçimde kusma görülür Fıtık gergin ve çok ağrılıdır Bağırsağın beslenmesi bozulup da yara ve kangren olamaya başlayınca ağrı da yavaşlar Bağırsak felç olduğundan bağırsak hareketleri de durur Bu yüzden fıtığı olan kimselerde karında başlayan ağrının kendiliğinden geçmesini kötü bir belirti saymalı, hemen bir operatöre baş vurarak gerektiğinde derhal ameliyat olmalıdır

Ameliyatla fıtık kesesinin çıkarılması (Herniotomi) ve zayıf bölgenin dikilmesi (Herniorraphi) için birçok değişik yöntemler uygulanmaktadır Bu operasyonlardan sonra fıtık aynı yerde tekrar görülebilir, yani hastalık tekrarlayabilir Bu gibi ikinci kez yapılan operasyonlarda veya karın cidarlarının çok zayıf olduğu durumlarda fıtık tamiri için mersilen denilen sentetik plakalar kullanılır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #13
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



Göbek fıtığı

Göbek Fıtığı (Herni)
Göbek fıtığı olan bir bebekte , bebek ağladığı, öksürdüğü ya da gerindiği zaman göbek deliği çevresinden dışarı doğru şişen yumuşak bir çıkıntı dokusu vardır

Doğumdan önce tüm bebeklerin kan damarlarının göbek kordonuna ulaşmak için geçtiği bir delik vardır Bazı durumlarda (beyaz bebeklere kıyasla siyah bebeklerde) bu delik doğumdan sonra tamamen kapanmaz

Sorun göbek deliği çevresindeki halkayı bir araya getirememekten doğmaktadır Sonuçta az bir miktar bağırsak göbek deliğinden dışarı kayar

Diğer fıtıkların aksine göbek fıtığının tehlikesi çok azdır

Bebek altı aylık olmadan önce ortaya çıkanların çoğu bebek bir yaşına girdiğinde yok olur Fıtık gittikçe daha büyümedikçe çocuk beş yaşına girene kadar zamanla iyileşmedikçe veya herhangi bir engel oluşturmadığı sürece ameliyat nadiren gereklidir

Göbek fıtığı göbek deliği etrafındaki halkanın ortaya toplanamamasından dolayı oluşur Bu durum öksürme , gerilme ve ağlama esnasında daha da dışarı çıkan yumuşak bir çıkıntı ortaya çıkmasına neden olur

DİKKAT: Bu tip kitle görüntü açısından endişe yaratırsa da tıbbi açıdan problem çıkarmaz Küçük delikler birkaç ayda iyileşirken ,büyük deliklerin iyileşmesi iki yıla kadar sürebilir

Bel sargıları , yara bantları ve yapışkan uçlu bantlar güncelliğini kaybetmiştir ve etkili olmayan yöntemlerdir Ayrıca deriyi tahriş edebilirler

“En iyi tedavi hiç tedavi etmemektir!!”
Göbek fıtıklarını ameliyatla düzeltmek basit , güvenli bir yoldur ,fakat yalnızca anneyi ve babayı rahatsız eden büyük yada büyümekte olan delikler için geçerlidir

Ancak ;
• fıtık içeri itildiğinde içeri girmiyorsa ,
• aniden büyümeye başladıysa ,
• hassaslaşırsa ,
• bebek ağlayınca fırlıyor ve
• bebekte kusmaya neden oluyorsa doktora başvurun

Göbek düşmeden önce geçici olarak dışarı fırlayan göbeği fıtıkla karıştırmayın Fıtık bebek ağladığında dışarı fırlar, göbek fırlamaz

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #14
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



Hemoroidler- Basur


Hemoroidler anal kanalda yerleşmiş,anal kanalın içini örten tabakanın altındaki damarsal oluşumlardır


İki hemoroid tipi vardır

1-Dış hemoroid:Anal kanalın dışındaki deri altındaki görülen şişmiş toplar damarlardırGenellikle deri ile aynı renkte küçük bir şişlik şeklinde görülürlerDamar tıkanıp,dolaşım bozulunca daha fazla şişip şikayetlere neden olurlar

2-İç hemoroidler:Son barsağın anal halkaya yakın kısmında gelişen şiş ve dolaşımı bozulmuş damarsal oluşumlardırİç hemoroidler şiştiği zaman anüsten dışarıya çıkabilirler

Hemoroidin Belirtileri

En sık görülen belirti,tuvalet kağıdında kırmızı parlak rekli veya tuvalette kan damlası görmektirTıkanmış hemoroidlerde pıhtı bulunur ve ağrılıdır

Yanma

Anüste rahatsızlık

Kaşıntı


Hemoroidler nasıl gelişir

Hemoroidler çok sıktır50 yaş civarındaki insanların yarısından fazlasında hemoroid vardırHemorodlerin olması her zaman şikayetin olmasını gerektirmezBüyük abdest yaparken ıkınma sonucunda basıç artarak hemoroid oluşumunu kolaylaştırırHamile kadınlarda hemoroidler çok soktırBebeğin son barsak alanındaki baskısına bağlı basıç artması nedeniyle meydana gelmektedirMüzmin kabızlık ve ishal (devamlı ıkınma ve gaita geçerken tahrişe bağlı olarak) hemoroidlerin oluşumuna katkıda bulunur

Hemoroidlerin Teşhisi

Anüsten kan geldiğini söyleyen tüm hastalarda anüs muayene edilmeli,parmakla muayene edilmeli,daha sonra anal kanala ve rektuma ışıklı bir cihaz sokularak anal kanal içi ve rektum gözlenmelidir(Rijid Anoskopi-Rektoskopi)



ÖNEMLİ= Rektumdan kan gelen hastaların büyük çoğunluğu utanma nedeniyle ilgili hekime başvurmamakta çeşitli tedavi yöntemleri ile geçiştirmeğe çalışmaktadırBunlardan bazıları doktora başvursalar bile doktorun da ihmali sonucu anal muayene ve/veya Rektoskopi yapılmamakta ,hemoroid zannedilen bu hastaların bazılarında Rektum kanserleri kanama nedeni olmaktadırAnoskopi/Rektoskopi yapılmasının ana nedeni budur

Hemoroidlerin Tedavisi

A-Tıbbi tedavi :

Kabızlıktan korunmalıdır(Kabızlık konusuna bakınız)

Dışkılama sırasında ıkınmaktan kaçınmak gerekir

Alkol,acı biber,baharatlı yiyeceklerden kaçınmak gerekir

Uzun süre hareketsiz oturarak yada ayakta kalmamalıdır

Düzenli egzersiz yapmalıdır

Bir çok fitil,merhem,krem mevcutturBınlar şişmiş damar ve çevresinin şişliğini azaltmağa yardımcı olurlar

Özellikle dışkılamadan sonra günde bir kaç defa ılık oturma banyoları (şiddetli kanama sırası hariç ) yararlıdır




B-Diğer tedavi yöntemleri

Aşırı kanama olduğu zaman ve çok ağrı varsa,tıbbi tedaviye rağmen rahatlamıyorsa şu yöntemlere başvurulur

Skleroterapi

Hemoroidal damarların ve dokunun büzüşmesine neden olacak bazı kimyasal maddeleri şiş olan hemoroid pakesine iğne ile enjekte etme yöntemidirGenellikle 1-2 derecede kanamalı hemoroidlerin tedavisinde kullanılır

Band Ligasyon

Hemoroid pakelerin lastik band ile bağlanması sonucunda bir müddet sonra boğulan parçadüşer ve yeri büzüşerek alttaki damarsal yapıların şişmesi önlenmiş olur2-3 derecede iç hemoroidlerde uygulanır

Band Ligasyonu Dünya çapında ve ülkemizde en sık kullanılan bir yöntemdir

Cerrahi :

Hemoroidlerin ameliyatla çıkarılması işlemidir

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi

Eski 12-14-2007   #15
RaHaTSiZ
Varsayılan

Cevap : Genel ve Estetik Cerrahi



ince bağırsak tümörleri

Mide kapısından (mideden onikiparmakbağırsağına geçiş yeri; pior) ileoçekal valfa (incebağırsaktan kalınbağırsağa geçiş yeri) kadar olan geniş yayılımıyla incebağırsak tüm sindirim kanalının yüzde 75 ini oluşturur Buna karşın bu bölgede kötü huylu tümörlerin görülme oranı oldukça düşüktür (yüzde 0,05-0,5) Bu düşük oranın, besinlerle alınan karsinojenlerin (kanser oluşumuna neden olabilen maddeler) incebağırsakta çözülmesine ve incebağırsak yüzeyiyle büyük olasılıkla doğrudan ilişkilerinin az olmasına bağlı olduğu sanılır

İncebağırsakta kötü huylu tümörlere az rastlanmasının nedenleri:

- incebağırsak salgısı asit değil alkali özellikte olduğundan, karsinojenlerin oluşma olasılığı azalmaktadır;

- incebağırsakta ortamın sıvı, geçişin de hızlı olması bağırsak mukozasıyla kanser yapıcı maddelerin ilişkide olduğu süreyi kısaltır;

- bağırsakta doğal olarak bulunan bakterilerin incebağırsakta az olması, besinlerle alınan bazı maddelerin bakteriler aracılığıyla kanserojen olduğu kabul edilen başka maddelere dönüşmesini engeller

İncebağırsakta görülen tümörlerin büyük çoğunluğu iyi huyludur (yüzde 35) Bunları karsinomlar (yüzde 25), lenfomalar (yüzde 22), karsinoitler (yüzde 11) ve sarkomlar (yüzde 7) izler İyi huylu urlar öncelikle onikiparmakbağırsağında ve jejunumda (incebağırsağın ikinci bölümü, yani onikiparmakbağırsağı ile ileum arasında kalan bölüm) görülür Kötü huylu tümörlere en çok ileumda (yüzde 48) rastlanır, bunu jejunum (yüzde 27) ve onikiparmakbağırsağı (yüzde 25) izler

İyi ve kötü huylu tümörler genellikle 40-50 yaş arasında görülür ve erkeklerde kadınlara oranla daha yaygındır

BELİRTİLERİ

Hastalık sinsi gidişlidir ve başlangıç evresinde belirgin bir klinik tablo görülmez Halsizlik, iştahsızlık, belirsiz karın ağrıları olur Bazı olgularda rahatsızlıklar kütlenin yerleşimi hakkında fikir verebilir Onikiparmakbağırsağının ilk bölümündeki kanser, genellikle onikiparmakbağırsağı ülserine çok benzeyen belirtiler verir (karın üst kısmından sırta doğru yayılan ağrı, kanlı dışkı ve kusma, kansızlık gibi) Kütlenin büyümesiyle birlikte bulantı, kusma, ve karın gerginliği gibi tıkanma belirtileri de gelişir

Onikiparmakbağırsağında, safra kanalının (safra bu kanal yoluyla bağırsağa dökülür; koledok) döküldüğü yerde gelişen kanserler genellikle kaşıntı, beyazımsı dışkı ve kanda safra boyalarının artması gibi belirtiler veren tıkanma sanlığı yapar

Klinikte kanama belirtilerinin ve melenanın (makattan siyah kan gelmesi) görülmesi incebağırsağın jejunum ve ileum bölümlerindeki kanserlerin erken belirtilerindendir Bunlara daha sonra bağırsak tıkanması bulgulan da eklenir, ama bağırsak delinmesi çok seyrek görülür

Tek tedavi yöntemi cerrahidir Tanı genellikle ancak kanserin ilerlemiş evrelerinde konduğundan, kötü huylu tümörlerde hastalığın gidişi oldukça umut kırıcıdır

İYİ HUYLU TÜMÖRLER

Bağırsaklarda tümörler, özellikle de iyi huylu polipler sık görülür Erişkin nüfusun yaklaşık yüzde 2 ile yüzde 5 inde polip görülebilir Bunlar genellikle kalıtsal olarak geçer ve bir ailenin çeşitli bireylerinde ortaya çıkarlar Yerleşik ve tek oldukları gibi, yaygın türleri de bilinir Yaygın türde, değişik boyutta ve çok sayıda olan polipler, bağırsak mukozasını örtecek kadar geniş yayılım gösterebilirler

Poliplerde hastalık belirtileri neredeyse yok denecek kadar azdır Bazen yalnızca genel bağırsak örselenmesi bulguları ortaya çıkar (karın ağrıları, ishal vb)

Genellikle tek belirtisi, makattan dışkıyla birlikte ya da dışkılamadan sonra gelen, bazen oldukça bol miktarda görülen, çoğunlukla basur kanaması sanılarak yanlış değerlendirilen parlak, kırmızı renkli kanamadır

Bazı polipler dışkıdan bağımsız olarak, yumurta akına benzeyen uzayan bir sıvı görüntüsünde makattan dışarı akan, sümüksü bir madde salgılarlar

Polipler çok büyük olduklarında, tıkanmaya bile neden olabilirler

Bağırsak poliplerinde kesin tanı kolonoskopi (kalınbağırsağın içerden incelenmesi) ile konur

Tam konduktan sonra, poliplerin zaman geçirmeden alınması önerilir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.