|
|
Konu Araçları |
açılmasından, askeri, gelen, meydana, olaylar, siyasi, tbmmnin |
Tbmm'nin Açılmasından Sonra Meydana Gelen Askerî Ve Siyasî Olaylar |
07-25-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tbmm'nin Açılmasından Sonra Meydana Gelen Askerî Ve Siyasî Olaylartürkiye büyük millet meclisinin açılmasından sonrası - türk inkilabı - saltanatın kaldırılması - cumhuriyetin ilanı TBMM'nin Açılmasından Sonra Meydana Gelen Askerî ve Siyasî Olaylar Türk İstiklâl Savaşı'nda, girişilen mücadeleyi başarısızlığa uğratmak için, ülke sınırları dahilinde çeşitli yörelerde iç isyanlar meydana gelmiştir Bu tür isyanların bir kısmı saltanat ve hilâfet adına, bir kısmı da Türk yurdunu parçalayarak yeni siyasî oluşumları gerçekleştirmek amacıyla çıkarılmıştır BMM'nin meşruiyetine karşı çıkarılan ve ülke bütünlüğünü tehlikeye düşüren, askerî, siyasî ve sosyal yönlerden büyük zararlar meydana getiren bu isyanlar sonuç itibariyle BMM Hükûmeti tarafından bastırılmıştırAnadolu'da meydana gelen iç isyanların yanı sıra Doğu Anadolu Rus destekli Ermenilerin, Güney Anadolu ise İngiliz Ermeni ve Fransızların işgaline uğramıştı Buna karşılık Türkiye Büyük Millet Meclisi, Misak-ı Milli sınırları içindeki topraklarının bir bütün olduğunu kabul etmiş ve bunu gerçekleţtirmek için harekete geçmiştir İlk olarak Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki kuvvetler Ermeniler'i bozguna uğratarak Sarıkamış ve Kars'ı Türkiye'ye kazandıran Gümrü Antlaşmasını 2 Aralık 1920 tarihinde imzaladı Kısa süre sonra anlaşma yoluyla Ardahan ve Artvin de ana vatana bağlandı Böylece Misak-ı Millî'nin Doğu Anadolu'daki sınırına kısmen ulaşılmış oluyordu Güney ve Güneydoğu Anadolu'da meydana gelen işgale karşı bölge halkı kendi imkânlarıyla bu haksızlığa karşı koymaya çalışmıştır Bu bölgelerimizde açılan Adana, Maraş, Urfa ve Antep Cepheleriyle Anadolu'da kurtuluşa giden yol açılmıştır Güney cephelerimizde Türk kuvvetlerinin kazandığı zaferler sonucu Fransa, 20 Ekim 1921'de Ankara Hükûmeti ile Ankara İtilâfnamesini imzalamak zorunda kaldı Bu antlaşma, Fransa ile Türkiye arasındaki savaşı sona erdirmiş, Türklere karşı batılı devletlerin kurmuş oldukları ortak cephe yıkılmıştır Doğu ve kısmen güney cephelerinde çarpışmalar başarıyla sona erince Ankara Hükûmeti bütün gücüyle Batı Cephesi'ne yönelme imkanı buldu Batı Cephesi'ndeki dağınık birlikler düzenli bir ordu hâline getirildi ve cephe komutanlığına İsmet Bey (İnönü) atandı Bu sırada ileri harekâta geçen Yunan kuvvetleri 9 Temmuz 1920'de Bursa'yı işgal ederek Eskişehir yönünde ilerlemeye başladı İnegöl-Pazarcık yoluyla ilerleyen Yunanlılar İnönü mevkiinde Türk kuvvetleriyle karşılaştılar 9-10 Ocak 1921 günlerinde savaş sürdü Yunan kuvvetleri 11 Ocakta geriye çekildiler Üç aylık bir aradan sonra yeniden saldırıya geçen Yunanlılar, 23-31 Mart 1921 tarihleri arasında yine İnönü'de Türk kuvvetleri karşısında bozguna uğradılar Fakat yeni birliklerle desteklenen Yunan Ordusu 10 Temmuzda saldırıya geçerek Afyon (13 Temmuz), Kütahya (17 Temmuz) ve Eskişehir'i (19 Temmuz) işgal ettiler Türk ordusu Sakarya hattına çekildi Yunanlılar'ın son büyük saldırısı Sakarya hattında durduruldu 22 gün ve gece süren (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Sakarya savaşı Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandı Artık saldırı sırası Türk ordusuna gelmişti Anadolu'dan düşman kuvvetlerini atmak için bir yıllık bir hazırlıktan sonra 26 Ağustos 1922 tarihinde saldırıya geçildi 30 Ağustosta düşman kuvvetleri perişan edildi Yunan başkomutanı Trikopis esir edildi (2 Eylül 1922) 9 Eylülde İzmir'de Yunan kuvvetleri denizine döküldü 11 Eylülde Bursa kurtarıldı Esirlerden başka Anadolu'da başka Yunan askeri kalmadı Yunan kuvvetlerinin ezilmesinden sonra Mudanya'da mütareke görüşmeleri 3 Ekim 1922 tarihinde başladı11 Ekimde imzalanan Mudanya Mütarekesi'ne göre, Türkler ile Yunanlılar arasındaki savaş 14-15 Ekim gecesi sona erecek, Meriç ırmağına kadar olan Doğu Trakya Yunanlılar tarafından boşaltılacak ve İstanbul, barış antlaşması imzaladıktan sonra İtilaf Devletlerince boşaltılacaktı Trakya'yı teslim almak için 19 Ekim 1922 'de İstanbul'a gelen Ankara temsilcisi Refet Paşa büyük gösterilerle karşılandı 4 Kasım'da İstanbul Hükûmeti kendi görevinin sona erdiğini ilan etti 26 Kasım'da Trakya Türk yönetimine geçti Böylece Yunan işgaline uğramış olan bütün vatan toprakları kurtarılmış oluyordu Sıra barışın yapılmasına gelmişti Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti 20 Kasım 1922 tarihinde toplanan Lozan Konferansı'na İsmet Paşa başkanlığında bir heyet gönderdi Görüşmeler 4 Şubat 1923'te kesildi Ancak tarafların barış isteği ağır basınca 23 Nisan'da görüşmeler yeniden başladı ve 23 Temmuz 1923 tarihinde XX yüzyılın en önemli barış antlaşmalarından biri olan Lozan Antlaşması imzalanarak yeni Türk Devleti dünyaca tanınıyor, sınırları saptanıyordu Türkler dışında, Birinci Dünya savaşının bütün mağlûp devletleri, kendilerine zorla kabul ettirilen antlaşmalara boyun eğmek zorunda kalmışlardı Türk milleti ise Sevres Antlaşması gibi bir esaret belgesini kendi tarihinin şeref ve haysiyetine layık görmemiş, istiklâlinin sona erdiğinin zannedildiği bir anda, vatanın müdafaası için neler yapabileceğini düşmanlarına önce savaş meydanlarında göstermiştir Daha sonra bu başarılarını IDünya Savaşı'nın galiplerine, karşılıklı eşitlik prensibine dayanan bir antlaşmayla tasdik ettirmiş kendi üzerine oynanan bütün oyunları bozmuştur I Dünya Savaşı'nın sonunda imzalanan adaletsiz anlaşmalar, Avrupa'da yeni bir savaşın çıkmasına sebep olup yürürlükten kalkmış fakat gerçek barışın kurulmaya çalışıldığı Lozan Andlaşması ise I Dünya Savaşı sonrasının günümüze kadar geçerliğini koruyan tek antlaşması olmuştur Antlaşmanın Türk milleti bakımından önemini en güzel şekilde Mustafa Kemal Paşa açıklamıştır " Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevres Antlaşması'yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin, sonunda neticesiz bırakıldığını ifade eder bir vesikadır" Türk İnkılâbı Lozan Barış Andlaşması, Millî Mücadele hareketinin askerî ve siyasî açıdan başarıyla tamamlanmasını, yeni Türk devletinin milletler arası toplulukta tanınmasını sağlayan önemli bir vesikadır Genel olarak Misak-ı Millî ilkelerinin gerçekleştiği Lozan sonrasında, millî devlet, siyasî, sosyal ve ekonomik alanda zorunlu hale gelen yeni bir teşkilatlanmaya gidecektir Mustafa Kemal Paşa'nın "Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak, yerlerine milletin en yüksek medenî icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri koymak" şeklinde tanımladığı Türk İnkılâbında esas amaç, millî modern bir devlet hâline gelmek olarak tespit edilmiştir Türk inkılâbında, batılı anlamda millî bir toplum yaratmada, nazarî de olsa, millîlik ile medeniliğin bir bütün olarak ortaya çıktığı ve birbirine bağlı iki kavram olduğu görülür Saltanatın kaldırılmasından sonra Cumhuriyetin ilânıyla, Mustafa Kemal Paşa'nın "Medeniyet yolunda yürümek, muvaffak olmak hayatın şartıdır" prensibinin gerçekleşmesinde önemli bir adım atılmıştır Cumhuriyetin ilânı ise her şeyden önce, kurulan yeni devletin bir "Millî Türk devleti" olduğunu ve devlet kültürünün Türk benliği ve gelenekleri üzerine kurulması gerektiğini ortaya koymuştur Cumhuriyet rejimi ve Türk millî devlet fikri Mustafa Kemal Paşa'nın en başta gelen temel inkılâpları olmuştur Onun yaptığı diğer inkılâplar, bu temel inkılâpları tamamlayan yenilikler mahiyetindedir Saltanatın Kaldırılması İtilâf Devletleri, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak barış konferansına BMM Hükûmetiyle birlikte İstanbul Hükûmeti temsilcilerini de davet etmişlerdi İtilâf Devletleri'nin bu davranışı Ankara ve İstanbul Hükûmetleri şeklinde iki ayrı otoritenin varlığını kabul ettirerek, ülkede ikilik yaratmak suretiyle Millî Mücadele Hareketini başarısızlığa uğratmak amacını taşımaktadır Ancak bu teşebbüs, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasıyla sonuçlanan Büyük Millet Meclisi kararının oluşmasına zemin hazırlamıştır Tevfik Paşa, Sadrazam unvanıyla 29 Ekim 1922'de BMM Başkanlığına çektiği telgrafta Lozan görüşmelerine İstanbul Hükûmeti temsilcilerinin de katılımını talep etmişti Mustafa Kemal Paşa, konuyu 30 Ekim 1922 tarihli BMM Genel Kurul görüşmelerine getirdi Toplantıda iki ayrı görüş çarpışmıştır Birinci grup milletvekillerinden Antalya Mebusu Rasih Bey (Kaplan), Hakkari Mebusu MMüfit (Kansu) Bey ve Sıhhıye Vekili Dr Rıza Nur Bey'in dile getirdikleri görüş: "Bab-ı Ali ve padişahın hükümsüzlüğü" şeklindeydi İkinci grup liderlerinden Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş) Bey'in ifade ettiği görüş ise; "Tevfik Paşa'nın telgrafına ret cevabı yeterlidir, başka bir işleme gerek yoktur" ţeklindeydi Dr Rıza Nur'un hazırladığı, Mustafa Kemal Paşa'nın da aralarında bulunduğu 82 mebusun imzasını taşıyan önergede "Osmanlı İmparatorluğu ve Sultanlığın devrildiği, Teşkilât-ı Esasiye kanunu ile hükümranlık haklarının millete ait bulunduğu" görüşü yer almıştı Oya sunulan bu önerge İkinci Grup milletvekillerinin toplantıya katılmaması nedeniyle yeterli çoğunluk sağlanamamış ve kabul edilmemiştir 1 Kasım 1922'de tekrar toplanan mecliste gerek Dr Rıza Nur'un gerekse aynı gün verilen 26 imzalı Hüseyin Avni Bey'in önergeleri üzerindeki tartışmalar sırasında Mustafa Kemal Paşa konuya müdahale ederek geniş bir konuşma yaptı Bu konuşmadan sonra konuyla ilgili önergeler,Teşkilât-ı Esasiye, Şer'iye ve Adliye Komisyonlarına gönderildi Bu komisyonlar ortak olarak hemen toplandı Komisyon görüşmelerinde bir kısım mebusların hilâfet ve saltanatın ayrılmasına karşı çıkmaları üzerine Mustafa Kemal Paşa söz alarak şu konuşmayı yaptı "Türk milleti hâkimiyet ve saltanatını fiilen kendi eline almış bulunuyor Bu bir oldu bittidir Söz konusu olan, millete saltanatını hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir Mesele, zaten oldu bitti hâline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir Bu mutlaka olacaktır Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî olarak karşılarsa, sanırım ki uygun olur Aksi takdirde, yine gerçek,usulüne uygun olarak ifade edilecektir Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir" Bu konuşma üzerine komisyonda çözüme kavuşan konu, sür'atle tasarı hâline geldi ve aynı gün ikinci oturumda genel kurula sunuldu Tasarı oy birliği ile kabul edilerek 1 Kasım 1922 tarihinde kanunlaştı 308 sayılı kanunla hilâfet ve saltanat ayrılmış, hilâfete dokunulmamış, saltanat ise kaldırılmıştır Gerçekte saltanatın kaldırılması,16 Mart 1920'de sona eren, Osmanlı saltanat makamının sahip olduğu "hâkimiyet" mefhumunu çok daha önce 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile Türk milletine intikalini sağlayan inkılâp hareketinin son halkasıdır Saltanatın kaldırılması ile İstanbul'da Tevfik Paşa kabinesi 4 Kasım 1922 de toplanarak istifa etmiş,17 Kasım 1922 'de de son Osmanlı Sultanı Vahdettin İngiliz himayesinde ülkeyi terk etmiştir Cumhuriyetin İlânı Mustafa Kemal Paşa,1921 Anayasası'nın ilk maddelerinde yer alan "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ve "Millî iradeyi millet namına temsil eden tek yetkili organ Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir " ifadelerini daima "Cumhuriyet" şekliyle yorumlamıştır Gerçekten de 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile kurulmuş olan siyasî rejim geniş anlamı ile Cumhuriyet'ten başka bir şey değildi Ancak Cumhuriyet resmen ilân edilmemiş ve devlet başsız bir şekilde kurulmuştur 26 Ekim 1923'de ortaya çıkan bir hükûmet buhranı sonucu Başvekil Fethi Bey istifasını vermişti 28 Ekim akşamı Çankaya'da yeni hükûmet teşekkülü ile ilgili çalışmalar sırasında Cumhuriyetin ilanı kararlaştırıldı Toplantı sonrasında Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ile birlikte 1921 anayasasının bazı maddelerini değiştiren değişikleri tespit ettiler 29 Ekim 1923 günü konu önce Halk fırkası grubunun öğleden sonraki oturumunda gündeme geldi Mustafa Kemal Paşa'nın bir gün önce tespit ettiği değişiklikler uzun görüşmelerden sonra kabul edildi Kanun teklifi, Kanun-i Esasi encümeni tarafından usulen incelenerek meclise sunuldu TBMM 29 Ekim 1923 tarihinde 364 sayılı kararla Cumhuriyeti ilân etti Cumhuriyetin ilânı ile 1921 Anayasası'nın 1,2,4,10,11 ve 12 maddeleri şu şekilde değiştirilmîştir Birinci maddeye "Türkiye Devleti'nin şekl-i hükûmeti Cumhuriyettir" cümlesi eklenmiştir İkinci madde; "Türkiye Devletinin dini İslâm, resmî lisanı Türkçedir" şekliyle tespit edilmiştir Bu madde 1921 Anayasası'nda mevcut olmayıp ana yasamıza ilk defa girmiştir Dördüncü madde; Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur Meclis, hükûmetin ayrıldığı idare konularında Bakanlar Kurulu vasıtasıyla yönetir Onuncu madde; Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir Cumhurbaşkanlığı görevi yeni Cumhurbaşkanının seçilmesine kadar devam eder Görev süresi biten Cumhurbaşkanı yeniden seçilebilir On birinci madde; Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır Bu sıfatla gerekli gördükçe Meclis'e ve Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder On ikinci madde; Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve meclis üyeleri arasından seçilir Diğer bakanlar, Başbakan tarafından ve yine Meclis üyeleri arasından seçildikten sonra Cumhurbaşkanı tarafından hepsi birden Meclis'in onayına sunulur Meclis toplantı hâlinde değil ise, onaylama Meclis'in toplantısına bırakılır Yapılan bu önemli değişiklerden sonra aynı gün Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılarak, Mustafa Kemal Paşa yeni Türk Devletinin ilk Cumhurbaşkanı olmuştur 30 Ekim 1923'te ise Malatya Mebusu İsmet Paşa, M Kemal Paşa tarafından Başbakan olarak atanmış ve yeni kabine teşekkül ettirilmîştir |
|