Osmanlı Ve Türk Felsefe Geleneği |
07-22-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı Ve Türk Felsefe Geleneği1BÖLÜM KLASİK DÖNEM A-Yunan tarzında felsefe veya saf felsefe gelenegi a Felsefe kavramının tarih içindeki degişimi b Felsefi yöntem ve akıl yürütme 3 Yunan tarzında felsefe geleneginin temel iki tezi a Felsefe-din, filozof-peygamber ilişkileri b Yunan tarzında felsefe gelenegi ve İslam olayı c Batı hıristiyan düşüncesinde iman-akıl problemi 4Müslüman Filozoflar a Tanrı problemi b Varlık problemi c Bilgi problemi d Ahlak problemi e Siyaset problemi B-Tanrıbilimsel düşünce (Kelam) gelenegi 1 İslam teolojisinin doguş nedenleri 2 İlk teoloji ekolü Mu’tezile a Mu’tezilenin şahsında teolojiye duyulan tepkiler b Sünniligin teolojiyi benimsemesi ve ilk sünni ekoller 3 Ahlaki iyi ve kötünün rasyonelligi - dinselligi a Ezeli takdir sorunu (kader) b Dogal kötülükler ve Tanrı’nın mutlak iyi iradesi 4 Tanrı’nın emirlerinde ve dogada nedensellik sorunu C-Tasavvuf (mistik düşünce) gelenegi 1 Tasavvuf ve felsefi bilgi 2 Birlik prensibi ve ontolojik statüsü 3 Tasavvuf düşüncesinde insan anlayışı D-Siyasal bilgelik edebiyatı gelenegi 1 Siyasal teoloji 2 Siyasal felsefe 3 Siyasal bilgelik edebiyatı a Siyasal bilgelik edebiyatının ana kaynagı: Kelile ve Dimne b Siyasi bilgelik edebiyatının islam dünyasındaki örnekleri 4 Siyasal bilgelik geleneginin siyasete ilişkin kavrayışı a Yönetici-toplum ilişkisi b Yönetimin ilkesi: Adalet c Halkın erdemi: itaat 5 Siyasal bilgelik edebiyatı - siyasal teoloji ilişkisi 2BÖLÜM MODERNLiĞE GEÇiŞ DÖNEMi Tanzimat ve meşrutiyetler 1 Osmanlı uygarlıgına toplu bakış a Osmanlı modernleşmesinin özellikleri b Osmanlı modernleşmesinde felsefenin rolü c Osmanlı modernleşmesinin ana özelligi: Kurumsal ve kültürel ikicilik 2 Osmanlı modernleşmesinin en canlı dönemi: İkinci Meşrutiyet a islam’ın modernleştirilmesi veya modernist islamcılık b Modernist islamcılıgın ana tezleri 3 islam uygarlıgına karşı batı uygarlıgı a Batıcılıgın en güçlü kolu: Pozitivizm b Prens Sabahattin ve liberalizm c Abdullah Cevdet ve köktenci batıcılık 4Modernlige geçiş döneminde sosyalizm ve marksizm 5 Türk milliyetçiliginin doguşu 3BÖLÜM CUMHURİYET DÖNEMİ Felsefenin kurumsallaşmasının başlangıçları 1 Dergiler 2 Cemiyetler 3 Üniversiteler Kaynak:Felsefe 2002 (Tusiad tarafından hazırlanan ve degerli felsefecilerin katkılarıyla oluşturulmuş bir çalışma) (Devamı var) |
Osmanlı Ve Türk Felsefe Geleneği |
07-22-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı Ve Türk Felsefe Geleneği1BÖLÜM KLASİK DÖNEM Yunan tarzında felsefe veya saf felsefe gelenegi Bugün dilimizde kullanılan felsefe ve filozof sözcükleri, Yunanca philo-sophia ve philo-sophos sözcüklerinden gelmektedir: Felsefe, philo-sophia sözcügünün arapçalaşmış şeklidir Filozof sözcügünün eski dilimizdeki karşılıgı ise philosophos’un arapçalaşmış şekli olan feylesof idi Sonuç olarak bu iki sözcük Batı dünyasında oldugu gibiİslam dünyasında da felsefenin temelde antik Yunan kaynaklı bir etkinlik olduguna işaret etmektedir Burada "klasik dönem"le kastettigimiz,İslam kültürünün veya uygarlıgının klasik dönemidir İslam kültüründe, klasik dönem diye adlandırılmayı hak eden dönem, MS VIII- IX yüzyıllarda başlayıp XI-XIII yüzyıllarda zirvesine erişen ve XIV-XV yüzyıllardan sonra ise yerini duraklamaya ve gerilemeye bırakan büyük kültür ve uygarlık dönemidir Bu dönemde İslam dünyasında askeri ve ekonomik alanda, şehircilik, mimari alanında kaydedilen büyük gelişmeler yanında dar anlamda entelektüel alanda, yani bilim, sanat, edebiyat vb alanında da önemli başarılar elde edilmiştir Bu çerçevede olmak üzere bu dönemin başlarında daha eski ve büyük diger uygarlıklardan (Hint,İran, Yunan)İslam uygarlıgına kazandırılmış şeylerin içinde bilim ve felsefeyle ilgili eserler de vardır MS özellikle IX yüzyılda çeviriler yoluylaİslam dünyasına kazandırılmış olan antik Yunan bilim ve felsefe mirasının arkasından,İslam uygarlıgında da büyük bir bilim ve felsefe hareketi ortaya çıkmış, adları bugün de düşünce bilim, felsefe ve düşünce tarihinde belli bir önem taşıyan bazı bilim adamları (Biruni, ibnü Nefis,İbni Heysem,İdrisi, Harezmi, Ömer Hayyam vb) ve filozoflar (Farabi,İbni Sina,İbni Rüşt,İbni Tufeyl,İbni Haldun vb) yetişmiştir 1İslam’ın klasik döneminde belli başlı felsefe etkinlikleri Sözünü ettigimiz bu klasik dönemdeİslam dünyasında yaptıkları işe, yazdıkları eserlere, bu eserlerde ortaya koydukları düşünce ve sistemlere bakarsak esas olarak üç tür faaliyeti, bu faaliyetlerle meşgul olan üç tür insanı, bu faaliyetleri içine alan üç farklı gelenegi felsefe adı altında toplayabiliriz Bunlar: a) Farabi,İbni Sina,İbni Rüşt gibi kelimenin asıl anlamında filozofları ve bunların eserlerini, düşüncelerini içine alan Yunan tarzında felsefe gelenegi veya saf felsefe gelenegi, b) Nazzam, Cahiz, Gazali gibi felsefe kelimesinin biraz daha geniş anlamında tanrıbilimci düşünürleri -İslam kültürü içindeki özel adlarıyla Kelamcıları- ve bunların eserlerini, sistemlerini içine alan tanrıbilimsel düşünce gelenegi- yineİslam kültüründeki özel adıyla Kelam’ı-, c) Hallac Mansur, Muhyiddin-i Arabi, Mevlâna Celâleddin-i Rûmî gibi kişilerin ve bunların eserleri ve düşüncelerinin temsil ettigi mistik veya gizemli düşünce gelenegidir (Bu sonuncu gelenek içinde yer alan düşünürlere İslam kültüründe mutasavvıf veya tasavvufçu, onların yaptıkları işe veya içinde yer aldıkları düşünce ve yaşama hareketine geniş olarak tasavvuf hareketi denir) Bu üç gelenege bir ölçüde her üçünden de ayrı bazı özellikler taşıyan siyasal bilgelik gelenegi veya hükümdarlara ögütler gelenegi diyebilecegimiz bir dördüncü gelenegi ve bu gelenek içinde yer alan Nizamülmülk, Turtuşi gibi yazarları ekleyebiliriz Bu bölümde bu gelenekler içinde özel olarak birincisini, yani Yunan tarzında felsefe veya saf felsefe gelenegini, saf filozoflar hareketini ele alacagız Ancak daha önce bu farklı gelenekleri "felsefi" gelenekler olarak adlandırmamıza imkan veren şeyin ne oldugunu, öte yandan bu gelenekler içinde yer alan düşünürlerin birbirlerinden hangi ana veya tipik özellikleriyle ayrıldıklarını ortaya koymak üzere giriş mahiyetinde birtakım temel bilgiler vermeyi gerekli görmekteyiz Alıntı |
Osmanlı Ve Türk Felsefe Geleneği |
07-22-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı Ve Türk Felsefe GeleneğiFelsefe kavramının tarih içindeki degişimi "Felsefe Nedir?" başlıgını taşıyan ikinci bölümünde, felsefenin ne oldugu, ana özelliklerinin neler oldugu konusunda bazı bilgiler verilmiş, bazı belirlemeler getirilmiştir Bu belirlemeler arasında birinci olarak felsefenin bugün artık bir bilim, herhangi bir varlık alanıyla ilgili olarak kesin ve güvenilir bir bilgiler toplulugu olmadıgı üzerinde durulmuşturİkinci olarak felsefenin bugün bir yaşama sanatı, bir ahlak olarak görülmedigi noktası da vurgulanmıştır Birinci noktayla ilgili olarak, felsefenin bugün bir bilgi olmaktan çok bilgi üzerine bir düşünme, bilginin bilgisi veya ikinci dereceden bir bilgi olarak kabul edildigini gördük Yeni Çag’dan itibaren bilimlerin felsefeden ayrıldıkları, XVII yüzyılda Galile ile fizigin, XVIII yüzyılda Lavoisier ile kimyanın, XIX yüzyılda C Bernard ile biyolojinin felsefeden ayrılıp bagımsızlıklarını ilan ettiklerini biliyoruz Yine XIX yüzyıldan bu yana ortaya çıkan gelişmelerle birlikte uzun bir süre filozofların yetki ve uzmanlık alanları içinde oldukları kabul edilen insanla ilgili konuların da bugün artık felsefenin alanı dışına çıkarıldıkları, ekonomi, sosyoloji, psikoloji gibi özel olarak insanı ve insanın faaliyetlerini konu alan araştırma dallarının bugün felsefenin dışında birer bilimsel disiplin olarak özerkliklerini tesis ettiklerini gözlemledik İkinci noktayla ilgili olarak, insanlara davranış kuralları teklif eden felsefi sistemlerin, dünyayı açıklama iddiasında olan felsefi sistemler kadar farklı ve çeşitli oldugunu, felsefede bir teorem veya bir fizik yasasıyla aynı planda "dogrular" olmadıgını, her filozofun kendisinden önce gelen filozofları reddettigi ve kendi payına da kendisinden sonra gelenler tarafından reddedildigini, dolayısıyla insanlara dogru yaşama kuralları teklif etme iddiasında olan felsefelerin de inandırıcılıklarını büyük ölçüde kaybetme durumunda olduklarını tespit ettik Bununla birlikte ögrenci, felsefenin yaratıcısı olan eski Yunanlıların felsefeyi hiç de böyle bir şey olarak anlamadıklarını da görmüş olmalıdır "Felsefe Nedir?" bölümünde işaret edildigi üzere Yunan filozoflarına göre felsefe hem bir bilgi idi, hem de bir yaşama sanatı, hem dogru ve güvenilir bir bilgiler toplulugu, hem de bir kurtuluş reçetesi, bir mutluluk formülü idi Yine bu bölümde gördügümüz gibi, eski filozoflara göre bu iki kavram arasında sıkı bir ilişki de vardı: Felsefe bizi kurtuluşa götürecek olan bilgi idi ve Sokrates’e göre ahlak bakımından yanlış davranışta bulunan bir kişinin böyle davranmasının nedeni sadece ve sadece bilgisiz olmasıydı O halde felsefenin konusu ve amacıyla ilgili olarak, en azından son birkaç yüzyıldan bu yana önemli bir anlayış farklılıgının ortaya çıkmış oldugu bir gerçektir Bilimlerin felsefeden ayrılması, bagımsız varlıklarını ortaya koymaları, gerçekten felsefenin alanını çok büyük ölçüde daraltmıştır Öte yandan filozofların zaman içinde birbirlerinden çok farklı, hatta birbirlerine tamamen zıt yaşama sanatları, ahlaklar teklif etmeleri felsefenin bir ahlak, bir kurtuluş reçetesi olarak degeri üzerinde de ciddi şüpheler yaratmıştır Ancak bu itiraz, şüphe ve gelişmelere ragmen felsefe ortadan kalkmamış ve alanı, işlevi ve amacı üzerine son iki üç yüzyıl içinde yapılan sayısız tartışmaya ragmen günümüze kadar varlıgını devam ettirmiştir Şimdi bunun bir nedeni, daha önce işaret edilmiş oldugu gibi, felsefenin kendisine yeni birtakım konular bulması veya kendisini yeni bir biçimde tanımlaması ise -örnegin o artık evren hakkında, varlık hakkında bir bilgi degildir, birinci dereceden bir bilgi degildir; ancak bilginin bilgisi, bilimler tarafından insanlara saglanan bilgi üzerinde bir düşünme, bu bilginin sorguya çekilmesi, aydınlıga kavuşturulmasıdır-, bir başka nedeni de bilimin yetki alanı içinde olmayan bazı soruların, metafizik denen soruların varlıgını hala korumaya devam etmesidir -örnegin yine bu kitapta çeşitli yerlerde kendisine işaret edildigi üzere "Neden hiçbir şey yok degildir de bir şey vardır?" sorusu- Öte yandan "Felsefe Nedir?" bölümünde hatırlatıldıgı üzere teknigin, insana eylem araçları vermesine karşılık insan davranışına kılavuzluk etmesi gereken erekler üzerinde tamamen sessiz kaldıgını görmekteyiz Başka deyişle bilim olguları açıklamasına ve onlara hükmetmemize imkan vermesine karşılık degerler, idealler, erekler alanıyla ilgili olarak bize herhangi bir şey söylememektedir Bugün dünyayı degiştirmek, hatta eger istersek onu tamamen ortadan kaldırmak gücüne sahip oldugumuzu biliyoruz Ama dünya üzerindeki herhangi bir degişikligi niçin ve hangi yönde yapmamız gerektigi konusunda ne bilim, ne onun uygulaması olan teknigin veya teknolojinin bize herhangi bir şey söylemedigini, söyleme gücüne sahip olmadıgını da anlamış bulunuyoruz Tek cümleyle degerler, idealler, erekler alanı, iyi ve kötünün, dogru ve yanlışın, haklı ve haksızın, adil olan veya olmayanın alanı, bilimin ve teknigin ilgi ve yetki alanı dışında bulunmaktadır Böylece felsefe günümüzde bir de degerler, erekler alanında makul insani konuşmayı mümkün kılan bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaktadır |
Osmanlı Ve Türk Felsefe Geleneği |
07-22-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı Ve Türk Felsefe Geleneği2 Yunan Tarzında Felsefe Gelenegi : Klasik dönemde Farabi,İbni Sina ve İbni Rüşt gibi müslüman filozofları gerek konuları, gerek amaçları, gerekse yöntemleri bakımından antik felsefenin ve filozofların bir devamıdırlar Onlar çeviriler yoluyla tanımış oldukları Platon, Aristoteles, Plotinos gibi büyük antik filozofların ele aldıkları problemleri ele alırlar Bu problemler, bilginin mümkün olup olmadıgı, bilgide aklın mı yoksa duyuların mı önemli oldugu, varlıgın neden ve nasıl meydana geldigi, şeylerin belirlenmiş olup olmadıgı, dogru bir siyasi rejimin ilkelerinin neler olması gerektigi, insan davranışlarının ereginin haz mı, mutluluk mu oldugu, Tanrı’nın ne tür bir varlık oldugu, O’nun varlıgının akılsal olarak kanıtlanıp kanıtlanamayacagı türünden bugün de felsefenin bilgi kuramı, varlık felsefesi, siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, din felsefesi gibi alanlarına ait olan problemlerdir Onların bu problemleri ele alış tarzları da yine eski Yunan filozoflarının yöntemlerinin benzeridir Onlar da antik filozoflar gibi olgular dünyasından derledikleri veya kendi bilgi ve birikimlerinden hareketle oluşturdukları ilkelerden, öncüllerden kalkarak dogru akıl yürütmeler yapıp bilgi degerine sahip olduklarına inandıkları bazı sonuçlara varma çabasındadırlar Bu sonuçları temele alarak da birey olarak insan için, toplum için dogru yaşama, mutluluga ulaşma önerilerinde bulunurlar Tanrıbilimci düşünürler veya Kelamcılar bazı bakımlardan bunlardan farklıdırlar Bir defa onların zaman bakımından ortaya çıkışları saf filozoflardan öncedir Bu aynı zamanda birincilerin, yani kelamcıların hareket noktalarının ve amaçlarının farklılıgına da işaret eder Saf felsefe hareketinin kaynagı antik Yunan felsefesi ve filozoflarıdır Amaçları ise yukarıda kısaca işaret ettigimiz gibi eski Yunan filozoflarının eserini devam ettirmek, onların ele aldıkları konularda onlar gibi düşünmeye devam etmek veya şu veya bu nedenlerle onlar tarafından ele alınmamış olan problemleri onların tarzında ele alıp işlemektir Buna karşılık tanrıbilimci düşünce hareketinin kaynagı İslam’ın dışında degildir, İslam’ın bizzat kendisidir İslam’ın kendi tarihinde, kendi siyasal ve kültürel, dinsel zemininde ortaya çıkmış olan İslam’a özgü problemlerdir Bu problemler genel olarak İslam vahyinin, İslam ögretisinin dogmalarıyla, yani inanç unsurlarıyla ilgili problemlerdir İnanç unsurları derken İslam ögretisine göre bir Müslümanın inanmakla sorumlu oldugu kuramsal dogruları kastediyoruz Örnegin, Tanrı’nın var oldugu, tek bir Tanrı’nın var oldugu veya Tanrı’nın tek oldugu, onun her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, irade sahibi, adil, vb bir varlık oldugu, evrene aşkın oldugu ve evreni yaratmış oldugu, insanı bekleyen bir gelecek hayat oldugu ve insanın bu dünyada yapmış oldugu iyi veya kötü davranışların bu gelecek hayatta karşılıgını bulacagı, insanın bu dünyadaki eylemlerine göre ödüllendirilip cezalandırılacagı bu tür inançla ilgili unsurlardır İlk Müslümanlar, bu görüşleri veya dogmaları oldukları gibi kabul etmişler ve onlarda herhangi bir sorun görmemişlerdir Ancak zaman içindeİslam dünyası genişlemiş, başka ve farklı dinlere, inançlara mensup toplulukları içine almıştır Hıristiyanlık, Mazdeizm, Yahudilik gibi bu farklı dinlerin mensupları dogal olarak bu tür inanç unsurları üzerinde şüpheler göstermişler, onlarda bazı problemler görmüşler, onlara itirazlarda bulunmuşlar ve onlarla ilgili akılsal açıklamalar, temellendirmeler istemişlerdir Öte yandan zamanla Müslümanların kendi aralarında da siyasi ve fikri görüş ayrılıkları sonucu bazı mezhepler ortaya çıkmış ve bu mezhepler de söz konusu inanç unsurlarıyla ilgili farklı yorumlar geliştirmişlerdir Neticede bu inanç unsurlarının akılsal olarak ortaya konması, açıklanması, aralarında tutarlı ilişkiler kurulması, sistemleştirilmesi ve savunulması yönünde bir hareket ortaya çıkmıştır ki işte bu hareket, tanrıbilimsel düşünce hareketidir Bu hareketin konusu söz konusu, İslam dogmaları olmuş, amacını ise bu dogmaları akılsal olarak açıklamak, işlemek, temellendirmek ve rakip ögretilere karşı savunmak oluşturmuştur O halde Kelam bu iki özelligiyle, yani konusunun spesifik olarak İslam’a ait kuramsal problemler olması ve amacının İslam ögretisi içinde yer alan bu kuramsal görüşleri savunmak, onları rakip ögretilere karşı muzaffer kılmak olması özelligiyle saf felsefe hareketinden ayrılmakla birlikte yöntemi bakımından onunla birleşmektedir Bu yöntem, yukarıda işaret ettigimiz gibi "tezlerini, iddialarını akla dayanan nedenlerle meşrulaştırma, haklı çıkarma yöntemidir" ve bu bakımdan kelamcıların yaptıkları iş Ortaçag Hıristiyan dünyasında felsefeyi tanrıbilimin hizmetkarı olarak gören Hıristiyan filozoflarının yaptıkları işin benzeri olmuştur Nasıl Aziz Anselmus’u ontolojik tanrı kanıtını ortaya atmış olmasından dolayı bir filozof olarak kabul ediyorsak, aynı şekilde Tanrı’nın salt bir irade oldugu, evreni herhangi bir tercih ettirici neden olmaksızın zaman içinde yoktan var ettigi görüşünü ileri sürmesinden dolayı Gazali’yi de bir felsefeci olarak kabul etmek durumundayız Tasavvuf hareketinde durum biraz daha karmaşıktır İleride mistik düşünce (tasavvuf) gelenegine ayrılmış olan bölümde görülecegi üzere, tasavvufçular, gerek gerçekligin yapısı ve bilgisi, gerekse bu dünyada insan hayatının eregi ve mutlulugun dogası ile ilgili olarak kendilerine özgü görüşlere sahiptirler Gerçek hakkındaki görüşlerini çok genel olarak her şeyi Tanrı’nın kendisi veya görüntüsü olarak ele alan, var olanların birligini savunan bir panteizm olarak nitelendirmemiz mümkündür Gerçegin bilgisi ile ilgili olarak ise tasavvufçular akla, akıl yürütmeye karşı sezgiyi, gerçegin dogrudan, araçsız algısını savunurlar İnsan hayatının eregi ve en yüksek mutluluk olarak ise onun gerçegin ilkesi, tözü olan Tanrı’yla birleşmeyi, ona kavuşmayı veya onun içinde erimeyi, yok olmayı gösterirler Şimdi ilk bakışta tasavvufçuların bu akla karşı çıkışlarının, akıl yürütmeyi, kanıtlamaları küçümsemelerinin, hatta açık olarak gerek Yunan tarzında felsefeyi, gerekse spekülatif tanrıbilimini reddetmelerinin onları felsefe-dışı bir hareket olarak nitelemek için yeterli olacagını düşünebiliriz Ama böyle düşünürsek yanlış yapmış oluruz Çünkü felsefe tarihinde Bergson gibi Gazali gibi, akla, akıl yürütmeye, spekülatif düşünceye karşı çıkan, ancak bunu yaparken yine akla, düşünceye dayanan, bu karşı çıkışlarını akılsal nedenlerle ortaya koyan bazı düşünürler vardır ve nasıl ki Bergson dile, kavramlara, akıl yürütmelere, analitik akla karşı yönelttigi eleştirisinde yine dile, kavramlara, akıl yürütmelere dayandıgı ve son çözümde kendisini "akla dayanan nedenlerle meşrulaştırmaya çalıştıgı" için bir filozof ise ve bergsonculuk da bu nedenden ötürü bir felsefe ise tasavvufçular için de aynı durum söz konusudur Onların da akla, akıl yürütmelere, kanıtlamalara karşı çıkışları, onun yerine aşk diye, sezgi diye, gerçegin araçsız algısı diye adlandırdıkları bir şeyi geçirmeye çalışmaları kendisini akılsallık planında haklı çıkarmaya çalışan bir düşünceler dizisinden hareketle oluşturulan bir karşı çıkıştır Bundan dolayı onların felsefe düşmanlıgı felsefi bir düşmanlık, akla muhalefetleri akılsal bir muhalefettir Öte yandan tasavvuf akımına mensup düşünürler saf filozoflar gelenegine ait düşünürler gibi işlenmiş, tutarlı, sistemli görüş ve tezlerden meydana gelen bir varlık kuramı, bilgi kuramı, ruh kuramı, insan felsefesi ve mutluluk ögretisi de geliştirmişlerdir Bu özellikleri bakımından da İslam’da mistik düşünürler bir felsefe tarzını, felsefi düşüncenin bir türünü temsil eden insanlar olarak ele alınmak durumundadırlar |
|