Aşkın Tarihi |
07-19-2007 | #1 |
Ergenekon
|
Aşkın TarihiAşkın Tarihi Sevgi duygusunu ciddi bir biçimde analiz etmeyi deneyen ilk filozof Eflatun'dur Şölen ve Phaidros diyaloglarında, sevgi tanrısı Eros'u ve onun insanlar arasında yarattığı sevgiyi ele alır Ne var ki Şölen'de sözü edilen sevgi, ilkçağ Atina'sında kadın ve erkek dünyalarının birbirinden kesin bir biçimde ayrılmış olması yüzünden yaygınlaşan bir çarpıklığı da yansıtmaktadır Eski Yunan'da erkekle kadın arasındaki aşk, aşk ilişkisinin asıl modeli olarak kabul edilmezdi Bu çarpıklığa karşı olan Eflatun, Şölen'de, sevgi kavramını yücelterek başka bir konuma yerleştirmeye çalışır Ona göre, güzel bedenler hep birbirine benzemektedir İnsan bu gerçeğin farkına varırsa, tek bir bedene düşkünlüğü küçümsemeye ve can güzelliğini, oradan hareketle de bütün güzellikleri aramaya başlayacaktır Literatüre Platonik (Eflatunî) adıyla geçen bu aşk anlayışı, geçici güzelliklere değil güzellik ideé'sine duyulan aşkın ifadesidir Ortaçağ'da Hıristiyan ve Müslüman filozoflar, Eflatun'un birçok görüşü gibi, bu görüşünü de kendi inanç sistemlerinin süzgecinden geçirerek benimsemişlerdir Phaidros diyalogundaki fikirler de Müslüman filozofları ve sûfîleri derinden etkilemişti Söz konusu eserinde aşkı bir çeşit ruh hastalığı, delilik (cünun) olarak ele alan Eflatun, bu deliliğin cismanî ve ilahî olmak üzere iki şekli bulunduğunu söylüyordu Tasavvufî metinlerde sık sık karşımıza çıkan Allah dostu meczuplardan meşhur aşk hikâyesinin kahramanı Mecnûn'a kadar birçok âşık tipinin arkasında Eflatun'un bu yaklaşımı, bunu yüzyıllar boyunca işleyerek derinleştiren sûfî şairlerin yorumları ve aşk anlayışları vardır Ve, başta Leylâ vü Mecnun olmak üzere, bütün aşk mesnevilerinde, Şölen'indeki sevilen güzel bedenden güzellik ideé'sine yükseliş diyalektiği uygulanmıştır Leylâ'nın uğruna Mecnûn olup çöllere düşen Kays, onu daha sonra gördüğünde tanımaz bile Çünkü Leylâ'nın suretini aşıp gerçek aşka ulaşır Phaidros'daki aşk görüşü ve daha sonra Aristo'nun aşkı "aşırı sevgi" olarak tanımlaması, bazı İslâm filozoflarının aşk aleyhinde bulunmalarına yol açmıştır Buna karşılık İhvanu's-Safa'nın Resâil'inde aşk duygusunun insanlara Allah'ın lütfettiği bir fazilet olduğu görüşü savunularak aşk aleyhtarı filozoflar eleştirilir Aşk kelimesi Kur'an'da geçmediği için ilk büyük sûfîler de 'hubb' ve 'muhabbet' kelimelerini tercih etmişlerdir Gazzalî bile düşünce sisteminin merkezine Allah sevgisini koyduğu halde, aşk kelimesini kullanmazdı Fakat kardeşi Ahmed el-Gazzalî, aşk'ı muhabbet kavramından ayrı ele alır Bunun için tasavvuf çevrelerinden Ahmed el-Gazzalî, ağabeyi Ebu Hamid el-Gazzalî'den üstün tutulmaktadır İbnü'l-Arabî de, muhabbet kelimesini tercih etmekle beraber aşk taraftarlarına daha yakın dururdu XVI yüzyılda devrin padişahı ve bütün Müslümanların halifesi olan Kanunî, "İnlerim ta subh olunca olmuşum bîmâr-ı aşk" derken, aynı devrin kadılarından Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî'sinde âşık olmanın zararlarından söz ediyor, gençlerin Leylâ vü Mecnun gibi aşk hikâyelerinden uzak tutulmasını tavsiye ediyordu Eski Türk toplumunda, Gazzalî'nin anlayışı doğrultusunda aşk kelimesini telaffuz etmekten bile ürkenlerle, "Aşk imiş her ne var âlemde" (Fuzûlî) diyenler birlikte; fakat gizli bir mücadele içinde yaşarlardı Güzel bedeni aşarak güzelliğin kendisine ve kaynağına yöneliş, aşka meşruiyet kazandırıyordu Aşk, cihanşümul bir duygudur; Fuzuli ve Shakespeare gibi, bu duyguyu iyi anlatan büyük şairler bütün insanlığa ve bütün zamanlara seslenirler Kökleri belki de eski Babil'e kadar uzanan Leylâ vü Mecnun efsanesi, hiç şüphesiz, Fuzûlî'nin dilinde en güzel ifadesini bulur Onu bugünün diliyle yeniden okumayı başarabilirseniz, büyük şairin aslında insanlığın değişmeyen özüne seslendiğini görürsünüz |
|