Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > Serbest Forum

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
çehovdan, hikayeler

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




KÖTÜ BİR ALIŞVERİŞ
(A Bad Business- Çehov)


- Kim oradaki?

Cevap yok, bekçi hiçbir şey görmez ama rüzgarın ve ağaçların uğultusunun arasında, caddede önünden birisinin yürüdüğünü duyar Bulutlu ve sisli bir Mart gecesi ortalığı sarmıştır ve bekçiye sanki dünya, gökyüzü ve kendi düşünceleri, kocaman, simsiyah gecede birbirine karışmış gibi gelmektedir

- Kim oradaki? Bekçi tekrarlar, fısıldama ve kahka duyduğunu sanır Kim o ?

Yaşlı bir adam cevap verir:

- Benim, bir dost

- Kimsin ama ?

- Benbir gezginim

- Ne tür bir gezgin? Bekçi kızgın bir şekilde bağırır Korkusunu bağırarak kamufle etmeye çalışır, gece gece mezarlığa giden yolda ne arıyorsun?

- Burası bir mezarlık mı?

- Elbette mezarlık, görmüyor musun?

- Ooooyaşlı adam iç çeker, ben hiçbir şey göremem, karanlık, karanlık

- İyi de sen kimsin?

- Ben bir hacıyım, gezgin biri

- Şeytanlar, baykuşlar, çok hoş hacılar, sarhoşlardiye bekçi mırıldanır, gündüz içip içip gece ulurlar, fakat ben senin yalnız olduğunu sanmıyorum, iki veya üç kişi gibi geldiniz bana

- Yalnızım dostum yalnız, tamamen yalnızahhh günahlarımız

- Buraya nasıl geldin?

- Yolumu kaybettim iyi adam, Mitriyevski Değirmeni'ni arıyordum ama yolumu kaybettim

- Vayvay, değirmene gitmek için sola sapıp, kasabadan dümdüz karayoluna çıkman gerekir, içiyordun ve yoldan bayağı sapmışsın,

- İçtim evet günahımı inkar etmiyorum, fakat şimdi nasıl gidebilirim?

- Dümdüz devam et, caddenin bitiminde sola dön ve tüm mezarlığı geçip kapıya var, orada bir kapı bulacaksın, kapıyı aç ve Tanrı seni korusun, çukura düşmemeye dikkat et, mezarlıktan çıktıktan sonra, ana yola çıkana dek tarlaların yolundan git

- Allah sana sağlık versin dostum, Allah seni korusun ve merhamet etsin, bana merhamet et, kapıya kadar yolu göster

- Sanki harcayacak vaktim varmış gibi, kendi kendine git!

- Merhamet et, hiçbir şey görmüyorum, çok karanlık, çok karanlık, bana yolu gösterin beyefendi

- Sanki seninle uğraşacak vaktim var, eğer herkese dadılık yapsaydım

- İsa aşkına bana yolu göster, hem tek başıma mezarlığı geçmeye korkuyorum, çok korkutucu dostum, korkuyorum iyi adam

- Senden kurtuluş yok, pekala gel

Bekçi ve gezgin birlikte yürümeye başlarlar, sessiz gecede omuz omuza giderler, keskin rüzgar yüzlerini yalar ve görünmeyen ağaçlar hışırdar

- Bir şeyi anlamadım, buraya nasıl geldin? Kapı kilitli, duvardan mı tırmandın? Eğer öyleyse bu yaşlı bir adamın en son yapacağı şey!

- Bilmiyorum dostum, bilmiyorum, buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum, sen burada bekçisin öyle mi?

- Evet

- Tüm mezarlığa sen mi bakıyorsun?

- Üç kişiyiz ama birinin ateşi çıktı, hasta yatıyor, diğeri de uyuyor İkimiz nöbetleşe bakıyoruz

- Aman ne rüzgar dostum! Korkunç bir canavar gibi uğulduyor

- Sen nereden geldin?

- Çok uzaktan geldim dostum, Vologda'dan geldim, bir kutsal topraktan, ötekine giderim ve insanlara dua ederim, beni kurtar ve merhamet etah Tanrı'm

Bekçi piposunu yakmak için durur, gezginin arkasında durur ve bir sürü kibrit çakar, çaktığı ilk kibritle bir an ortalık aydınlanır, melek heykelli ve üzerinde haç olan beyaz bir mezar taşı gözükür, ikinci kibriti rüzgar söndürür, üçüncü kibritle yine beyaz mezar taşı ve bir çocuğun mezarı görülür

- İnsanların sevgili yakınları uyuyor, hepsi aynı şekilde uyuyorlar, zengin, fakir, aptal, akıllı, iyi ve kötü, şimdi hepsi aynı yerdeler, ve son saate kadar uyuyacaklar

Bekçi,

- Şimdi biz yürüyoruz ama bir gün gelecek bizler de burada yatacağız dedi

- Tabii ki, tabii ki, hepimizölmeyecek kimse yoktur, düşüncelerimiz yanıltıcıdır, günahlar, günahlar, ruhum lanetlendi, şehvet ve hırsım yüzünden Tanrı'yı kızdırdım ve beni ne bu dünyada, ne de öteki dünyada affetmeyecek, boynuma kadar günaha battım

- Evet ve ölmek zorundasın

- Haklısın

- Ölüm hacılar için daha kolay olmalı dedi bekçi

- Çeşit çeşit hacı vardır, Allah'tan korkan ve ruhlarını sakınan kişiler vardır, kimisi de şeytana uyan cinstendir, evet sırf zevk için seni baltayla parçalayacak bir hacı da tanıyorum

- Ne diyorsun sen ya?

- Hiçbir şey, sadece şaka yapıyorum işte kapıya geldik, aç kapıyı iyi adam

Bekçi kapıyı açar ve hacı dışarı çıkar

- Burası mezarlığın bitimi, şimdi ana yola çıkana dek tarlaların boyunca yürümelisin, sınırda çukur var düşme sakın, yola varınca da sağa dön ve değirmene varana dek öyle devam et

- Ah, ahhşimdi düşündüm de, değirmene gitmek için hiçbir sebebim yok, ne diye oraya gidecekmişim? Burada biraz daha sizinle oturabilirim beyefendi

- Niye benimle kalmak istiyorsun?

- Daha eğlenceli

- Demek kendine eğlenceli bir arkadaş buldun, öyle mi? Seni hacı seni, şaka mı yapıyorsun!

- Kesinlikle öyle, bahse girerim ki dostum, hacıyı ömür boyu unutamayacaksın

- Seni niye unutamayacak mışım?

- Çok zekice seni kandırdım, ben bir hacı mıyım? Değilim

- Nesin o halde?

- Bir ölüyüm, az önce tabutumdan çıktım, karnaval haftasında kendini asan çilingir Gubaryev'i hatırladın mı? İşte ben o'yum, ta kendisi!

- Başka bir hikaye anlat

Bekçi adama inanmaz ama fakat buz gibi soğuk bir korku hisseder ve çabucak kapıya doğru yönelir

Adam, bekçinin kolunu tutar,

- Dur, nereye gidiyorsun? Ay, ay, ay, beni nasıl yalnız bırakabilirsin?

Bekçi kolunu kurtarmaya çalışarak, bağırır:

- Bırak gideyim!

- Dur! Sana dur dedim, canlıların arasında kalmak istiyorsan çabalama! Pis köpek! Ayrıca dilini tut! Kan dökmekten çekinmem, isteseydim çok önceden sen de ölmüş olurdun!Dur!

Bekçi, korkudan gözlerini kapatır, dizlerinin üstüne çöker, titremektedir, bağırmak ister ama sesini kimseye duyuramayacağını bilmektedir, yabancı yanında durmuş, kolundan tutmaktadır, sessizlik içinde üç dakika geçer

- Bir tanesinin ateşi çıkmış, diğeri uyuyor ve üçüncüsü hacıları görüyor, paranı ver bakalım bekçi! evet bekçi, hırsızlar her zaman hacılardan daha zekidir!

Beş dakika, on dakika daha sessizlik içinde geçer, rüzgar ıslık çalar

Yabancı, - Şimdi gidebilirsin der, ve bekçinin kolunu bırakır

- Git ve hayatta olduğun için Tanrı'ya şükret!

Kalbi korkuyla dolu olarak, hala korkudan tirtir titreyen bekçi, kapıyı açar ve hala gözleri kapalı olarak kaçar Ana yola dönerken, hızlı ayak sesleri duyar ve birisi tıslayan bir sesle ona sorar:

- Sen misin Timofey? Mitka nerede?

Ve tüm cadde boyunca koştuktan sonra, karanlıkta loş bir ışık görür, ışığa doğru yaklaştıkça, korkusu artar

- Işık sanki kiliseden geliyormuş diye düşünür, Allah'ım beni koru, kurtar, merhamet et

Bekçi, bir saniye kırık pencerenin önünde durur ve korkuyla mihraba bakar, hırsızların unuttuğu mum devrilmiştir, mihrabın önünde, mumlardan dökülmüş balmumları, bir sürü ayak izi vardır, bir dolap devrilmiştir, bekçi alarm çanlarını çalar



Alıntı Yaparak Cevapla

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




ÖPÜCÜK
(The Kiss - Çehov)

Mayıs'ın yirmisinde, akşam saat sekiz'de, N - topçu birliğinin altı bataryası, geceyi geçirmek üzere Miystetçki köyünde kamp kurdular Tam kargaşanın ortasında, kimi subaylar silahlarıyla meşgulken, kimisi kilisenin yanındaki meydanda toplanmış üstlerinin emirlerini dinlerken, tuhaf bir ata binmiş, sivil giysili bir adam, kilisenin yanına geldi Kısa kuyrukla, sağlam boyunlu, boz renkli küçük at, sanki dans eder gibi yan yan adım atıyordu

Adam subayların yanına gelince şapkasını çıkardı ve ,

- Ekselansları General'ın emir subayı von Rabbek, sizleri çaya davet ediyor

At döndü, yine dans ederek gitti, mesajı getiren şapkasını tekrar taktı ve tuhaf atıyla kilisenin ardında gözden kayboldu

Bazı subaylar, bölülerine dağılırken,

- Bu kahrolası da ne diyor? diye homurdandılar Von Rabbek ve çayı! Çayın ne anlama geldiğini biliyoruz dediler

Altı bataryanın subayları da önceki yıl olan bir olayı gayet net hatırladılar Manevralar sırasında, bir alayın subaylarıyla birlikte, tıpkı bunun gibi, çevrede malikanesi olan bir Kont tarafından çaya davet edilmişlerdi Misafirperver, gönlübol Kont, onları yedirmiş, içirmiş, köydeki bölüklerine dönmelerine izin vermemiş geceyi orada geçirmelerini istemişti, tabii tüm bunlar çok güzeldi, daha iyisi olamazdı fakat işin beteri, emekli subay genç subayların dostluğundan o kadar memnun olmuştu ki, gün ağırana kadar parlak askerlik geçmişinden anılar anlattı, evini gezdirdi, pahalı tabloları, eski oymaları, antika silahlarını gösterdi ve ünlü kişilerin yazılarını okudu, yorgun, bitkin düşün subaylar onu dinlediler, esnediler ve sonunda ev sahibi gitmelerine izin verince, artık uyumak için çok geç olmuştu!

Acaba bu Von Rabbek de böyle biri miyidi? Öyle birisi olsun veya olmasın, yapılacak bir şey yoktu, subaylar üniformalarını değiştirdiler, fırçaladılar, ve hep beraber beyefendinin evnii aramaya gittiler Kilisenin meydanında ekselans'ın evine iki yoldan gidildiğini öğrendiler, küçük patikadan nehir boyunca gidip, bir bahçeye oradan da caddeye çıkınca eve gidiliyordu ya da yukarı yol kiliseden dosdoğru gidilip, köyden yarım mil uzakta ekselanslarının tahıl ambarlarına çıkıyordu

Subaylar üst yoldan gitmeye karar verdiler

Yolda, bu von Rabbek de kim? diye merak ettiler "Plevne'deki N - süvari bölüğünündeki olamaz

- Hayır o sadece Rabbe idi, von'u yoktu

- Hava ne güzel!

Tahıl ambarlarına gelince yol ikiye ayrıldı, biri dosdoğru uzanıyor ve akşam karanlığında kayboluyordu, ötesi sağ tarafa kıvrılıp ev sahibine gidiyordu Subaylar sağa döndüler ve daha yavaş konuşmaya başladılar Yolun her iki tarafında kırmızı damlı, taş ambarlar diziliydi, ağır bir görünümleri vardı sanki kasabadaki barakalara benziyorlardıönlerinde malikanenin pencereleri parlıyordu

Bir subay ' Bu iyiye işaret, köpeğimiz en önde gidiyor, şüphesiz bizden önce kokuyu aldı'

Teğmen Lobitko, önde yürüyordu, uzun boylu, gürbüz, iyi beslenmiş yüze sahip, yirmibeş yaşında olmasına rağmen başında saç kalmamış, bıyıksız biriydi, en tuhafı da bir yerde kadınların bulunup bulunmadığına dair sezgileri vardı

- Evet, bu evde kadınlar var, hissediyorum

Kapının eşiğinde, Von Rabbek, subayları bizzat karşıladı, 60 yaşlarında, sivil giyinmiş, sevimli bir adamdı, ziyaretçileriyle el sıkıştı, onları görmekten çok mutlu ve memnun olduğunu söyledi, geceyi geçirmelerini isteyemeyeceğinden dolayı da özür diledi çünkü iki kızkardeşi ve çocukları, erkek kardeşleri ve birkaç komşusu da ziyarete geldiklerinden hiç boş odası kalmamıştı

General herkesle tek tek el sıkıştı, gülümsedi, özür diledi, fakat geçen seneki Kont kadar sevinmiş gözükmüyordu, onları sadece formalite icabı davet etmiş gibi görünüyordu, subaylar yumuşacık halıların üzerinde yürür ve bir yandan Generali dinlerlerken, onun kendilerini davet etmezse tuhaf kaçacağı için davet ettiklerini hissettiler, uşaklar alt katın ve antrenin lambalarını yakmak için sabırsızlanırlarken, subaylar ev halkının rahatını kaçırdıkları, huzursuzluk verdikleri hissine kapıldılar, kızkardeşler, erkek kardeşler, konu komşunun toplanıp ailece eğleneceği bir evde, tanımadıkları ondokuz subayın varlığı nasıl hoş karşılanabilirdi ki?

Salonun girişinde, subayları İmparatoriçe Eugeni'ye benzeyen, uzun boylu, kara kaşlı, zarif bir hanımefendi karşıladı, asil ve nazik bir tavırla gülümseyen kadın, onların ziyaretinden memnun ve mutlu olduğunu söyledi ve kocasının onları geceyi geçirmeleri için davet edememesinden dolayı özür diledi, misafirlerine arkasını döner dönmez asalet dolu gülümseyişi kayboluyordu, belli ki ömrü boyunca yüzlerce subay görmüştü ve artık bıkmıştı, onları evine davet etmesi ve özrü de sadece aldığı terbiye ve sosyal konumu gereği yaptığı bir hareketti

Subaylar büyük yemek odasına girdiklerinde, içeride bir düzine kadar , genç, yaşlı hanım ve bey vardı, uzunca bir masada çay içiyorlardı, sandalyelerinde oturan bir grup adam etraflarındaki puro dumanı içinde zarzor seçiliyordu, onların ortasında, kızıl bıyıklı, yüksek sesle İngilizce konuşan bir adam ayak duruyordu, grubun arkasında açık mavi mobilyalarla döşenmiş bir oda göze çarpıyordu

General, hoş görünmeye çalışarak yüksek sesle
- Beyler, o kadar kalabalıksınız ki hepinizi tek tek tanıştırmak imkansız, formaliteleri bırakıp, herkes kendisini tanıtsın dedi

Subayların bazıları ciddi, bazıları gülümseyen yüzlerle, ama hepsi de biraz şaşkın, başlarıyla selam vererek çay için masaya geçtiler

İçlerinde kendini en rahatsız hisseden, Raboviç'di, gözlüklü, genç bir subaydı, tıpkı bir vaşak gibi bıyıkları vardı, diğer arkadaşları ciddi gözükürken, kimisi de zoraki gülümsüyordu, Raboviç'in yaban kedisi bıyıkları, gözlüklü yüzü sanki" ben tüm bölükteki en utangaç, en mütevazi ve en sıradan" adamım diyordu Odaya girip, masaya oturduğunda gözleriyle kimseye veya bir nesneye bakamadı, yüzler, giysiler, kristal içki sürahileri, çay bardaklarından gelen buhar, güzel duvar süslemeleri, tüm bunlar birleşip, Raboviç'in duygularını alarma geçirmiş, saklanmak istemişti, sanki topluluk önünde ilk dersini verecek bir öğretmen gibiydi, gözünün öndeki her şeyi daha önce görmüş ama gördükleri hakkında çok az şey bilen biri gibiydi (psikolojide bir insanın bir şeyi görmesine rağmen, anlamamasına psikolojik körlük denir) Biraz sonra Raboviç, etrafında gördüğü şeylere alışmaya ve daha net bakıp, gözlemlemeye başladı Utangaç, toplum içine çıkmaya alışık olmayan bir adam olarak, onu ilk çarpan şey bu yeni ahbapların alışılmadık cesaretleriydi

Çay masasında, general ve eşi, yaşlı iki hanım, leylak rengi elbiseli genç bir hanım, generalin küçük oğlu olduğu anlaşılan kızıl bıyıklı genç adam, kurnazca ki sanki daha önce prova yapılmış gibi- subayların arasındaki sandalyelere oturmuşlardı ve hemen hararetli bir konuşmaya başladılar, öyle ki, subayların konuşmaya katılması mümkün değildi, leylak rengi elbiseli genç hanım heyecanlı heyecanlı topçu taburunun piyade ve süvarilerden daha çok zamanı olduğunu savunurken, general ve yaşlı hanımlar aksini söylüyorlardı, konuşmalar bu minval devam etti, Radoviç, leylaklı hanımın bir kadın için böyle ilgisiz bir konuda bu kadar heyecanlı tartışmasını gözlemlerken bir yandan da kadının yüzünde gidip gelen sahte gülücüklere bakıyordu

General ve ailesi ustalıkla subayları da tartışmaya dahil ettiler ve bir yandan kadehlerinin arkasından, bıyık altından onları incelemeye koyuldular hepsinin çayı var mı? Yeterince şeker var mı? Filan niye kekini yemiyor veya brandi içmiyor
Raboviç, onlara baktıkça ve dinledikçe, sahte fakat olağanüstü disiplinli bu aileye olan ilgisi daha da artıyordu

Çaydan sonra subaylar salona geçtiler, teğmen Lobitko'nun içgüdüleri onu yanıltmamıştı, içeride birçok genç kız ve evli genç hanım vardı Teğmen az sonra kendisini siyah elbiseli çok genç bir kızın yanında buldu ve sanki görünmez bir kılıcı tutar gibi, kendine güvenli şekilde gülümseyerek, kızı selamladı, muhtemelen ilginç ama saçma şeyler anlatıyor olmalıydı ki, kız ilgisizce ikidebir 'gerçekten mii?' diyordu, adam kıza asla söz geçiremeyeceği sonucuna vardı

Derken piyano başladı, bir valsin hüzünlü nağmeleri açık pencerelerden etrafa yayıldı, ve herkes bir sebepten mevsimin bahar olduğunu anımsadı, bir Mayıs akşamıydı, herkes güllerin, leylakların ve taze kavak yapraklarının kokusunu duyuyordu Raboviç içtiği brandinin ve müziğin tesiriye, pencereye doğru baktı, genç adama göre, çiçeklerin, yaprakların kokuları bahçeden değil, hanımların yüzlerinden ve elbiselerinden geliyordu

Generalin oğlu az sonra sıska, genç bir hanımı dansa kaldırdı, salonda iki kez onunla döndüler, parke zeminde kayarak, leylaklı kızın önüne geldi ve onunla dönmeye başladılar, Raboviç, kapının yanında, dans etmeyenlerle birlikte duruyordu, hayatında hiç dans etmemişti ve hayatında bir kez bile kolunu, saygıdeğer bir kadının beline dolamamıştı Bir erkeğin hiç tanımadığı bir kadının beline kolunu dolayabilmesi, kadının da elini o erkeğin omzuna koyabilmesi çok hoşuna gitmişti ama kendisini o erkeğin yerinde düşünemiyordu

'Kadril' dansı başlayınca general dans etmeyenlerin yanına gelip, iki subayı bilardo oynamaya davet etti, adamlar kabul ettiler ve salondan çıktılar, yapacak bir şeyi olmayan Raboviç de generali'in takip etmek istedi ve peşinden gitti, büyük salondan küçük salona geçtiler, sonra cam vitraylı bir tavanı olan dar koridora, oradan başka bir odaya geldiler, kanepedeki mahmur yüzlü uşaklar derhal ayağa fırladılar, sonunda bir sürü odayı geçip, bilardo masasının olduğu küçük bir odaya geldiler ve oynamaya başladılar

Raboviç, iskambilden başka oyun oynamamıştı ama bilardo masasının yanında durdu, ve ilgisizce oyuncuları izlemeye başladı, adamlar ceketlerinin düğmelerini açmış, ellerinde ıstakalar, oynuyor bir yandan anlamadığı şeyler söylüyorlardı, hiçbiri Raboviç'e aldırmıyordu, arada dirsekleriyle ona çarpıyor veya ıstakanın ucu adamcağıza değerse, 'pardon' diyorlardı o kadar, ilk tur oyun bitmeden Radoviç yorulmuştu, istenmediğini hissetti ve tekrar salona dönmeye karar verdi Odadan çıktı

Salona giderken başına küçük bir macera geldi Yarı yolu gitmişti ki, yanlış yöne saptığını farketti, koridorda yüzleri mahmur uşaklar olduğunu hatırlıyordu fakat beş altı oda geçtiği halde uşaklara rastlamamıştı, hatasını farkedip, biraz geriye gitti, sağa döndü, kendisini bilardo odasına giderken görmediği, karanlık küçük bir odada buldu, orada biraz durduktan sonra, gözüne ilişen ilk kapıyı açtı ve karanlık bir odaya daha girdi, odanın diğer tarafındaki kapıdaki aralıktan loş bir ışık yansıyordu ve hüzünlü bir mazurka (bir Rus çalgısı) sesi geliyordu, bu odanın da pencereleri açıktı ve dışarıdan leylak, gül ve kavak kokuları yayılıyordu

Raboviç hala tereddüt içindeydi, tam o sırada, hızlı ayak sesleri işiterek şaşırdı, nefes nefese kalmış, kadınsı bir ses "nihayet!" dedi ve iki yumuşak, parfüm kokulu, kadın kolu, adamın ensesine dolandı, ılık bir yanak yanağına değdi ve aynı anda da bir öpücük hissetti, fakat birden öpücüğün sahibi hafif bir çığlık attı ve zıplayarak kendini geriye çekti, Raboviç de, az kalsın çığlık atacaktı ve telaşla, ışık sızan kapıya doğru koştu

Balo salonuna geldiğinde kalbi öyle çarpıyor ve elleri o kadar titriyordu ki, arkasında saklamak zorunda kaldı Başta, sanki bütün balo salonundakiler bir kadın tarafından öpüldüğünü ve kucaklandığını biliyorlar gibi geldiolduğu yerde büzüldü ve çok sıkıldı, fakat sonra herkesin eskisi gibi konuşup, dans ettiğini görünce, kendini hayatında daha önce hiç yaşamadığı bu yeni duyguya verdi Ona çok tuhaf bir şey olmuştu, bu yeni, tatmadığı duygu baştan, ayağa onu sarıyordu, ensesine dolanan yumuşak kollar, yanağındaki bilinmeyen kişinin öpücüğüdans etmek, konuşmak, bahçeye çıkmak ve kahkahayla gülmek istediutangaç, yaban kedisi bıyıklı, sıradan bir adam olduğu hakkındaki fikirlerini tamamen bırakmıştı, generalin karısı yanından geçerken, kadına öyle dostça gülümsedi ki, kadın ilgiyle ona baka kaldı Raboviç, gözlüklerini düzelterek, kadına

- Evinizi çok beğendim dedi

Generalin karısı gülümsedi ve evin babasından kaldığını söyledi, sonra Raboviç'e ailesinin hayatta olup olmadığını, uzun zamandan beri mi orduda olduğunu, niçin bu kadar zayıf olduğunu ve bunun gibi pekçok şey sordu Sorularına cevap aldıkça da, daha başka sorulara devam etti ve sonunda kadının gülümseyişi her zamankinden daha dostça olmuştu ve Radoviç harika insanların arasında olduğunu hissediyordu

Yemekte, Raboviç, robot gibi, kendisine ikram edilen her şeyi yedi ve içti, kendisine ne olduğunu anlamaya çalıştı, yaşadığı macera esrarengiz ve romantikti ama açıklaması zor değildi, belli ki bir genç kız veya evli bir hanım, bir erkekle o karanlık odada buluşma ayarlamıştı, epey bekledikten sonra, sinirden ve heyecandan Raboviç'i beklediği kahramanla karıştırımıştı, Raboviç öpücüğü bu şekilde açıklıyordu kendisine

Ve çevresindeki kadınların yüzlerine bakarak "acaba hangisiydi?" diye düşünüyordu, genç biri olmalı çünkü yaşlı hanımlar randevu ayarlamazlar, bu hanımı parfümünden, sesinden ve elbisesinin ipeksi hışırtısından tanıyabileceğini düşünüyordu

Gözleri leylaklı genç hanımda durdu, çok çekici olduğunu düşündü, güzel omuzları ve kolları, zeki bir yüzü, tatlı bir sesi vardı, Raboviç, ona bakarak esrarengiz kadının o olmasını diledi ama kadın biraz sahte gülümsüyordu ve burnu kırışınca daha yaşlı göründü gözüne ve siyah elbiseli kıza çevirdi gözlerini, o daha genç, sade ve içtendi, şarap kadehiyle zarif bir şekilde şarabını içiyordu, Raboviç şimdi de o kızın esrarengiz kadın olmasını umdu fakat sonra yüzünü fazla düz buldu ve gözleri diğer kadına takıldı

Tahmin etmek güç diye düşündü, leylaklı kadının omuz ve kolları, bir ötekinin kaşları, Lobitko'nun solunda oturanın gözleri kafasında hepsinin bir karışımını yaptı ve kendisini öpen genç kızı hayal etti ama masada öyle birisini göremedi

Yemekten sonra yorgun subaylar teşekkür edip, kalkmaya başladılar, general ve eşi geceyi geçirmelerini teklif etmedikleri için tekrar özür diledi Bu sefer general samimi bir şekilde 'sizleri tanıdığıma çok çok memnun oldum' dedi (Çünkü insanlar misafirlerini uğurlarken daha içten, daha nazik olular) "Memnun oldum, yine buyrunuz", "Formaliteye gerek yok," "Yukarı yoldan mı gideceksiniz, yok, bahçeden doğru karşıya geçin, aşağı yol daha yakın"

Subaylar bahçeye çıktılar, parlak ışıklar ve müziğin gürültüsünden sonra bahçe çok karanlık ve sessiz görünüyordu, bahçe kapısına kadar sessizce yürüdüler hepsi azcık çakırkeyif, mutlu, hoş duygular içindeydi, ve sessizlik onları bir anlığına düşünceye daldırdı, muhtemelen Raboviç dahil hepsi bir an bir gün kendilerinin de generalinki gibi böyle büyük bir evi, bahçesi olacak mı, sahte de olsa konuklar davet edip, onları yedirip, içirecekler miydi?

Bahçe kapısından da çıkınca, hepsi yüksek sesle gülüp konuşmaya başladılar, here inen küçük yol boyunca yürüyorlardı, salkım söğütler suya deyiyordu, karahlık bastı iyice, yol ve nehrin kıyısı zarzor seçiliyordu, karanlık suda yıldızlar aksediyordu, nehrin karşı kıyısı ise zifiri karanlıktı am suyun hızlı hızlı aktığı seçiliyordu, karşı kıyıdaki mahmur çulluklar öttüler, bir çalılıkta bülbülün teki kalabalık subaylara aldırmadan şakıyordu, subaylar çalıların yanında durdular fakat bülbül şakımaya devam etti

- Şuna bak, yanında durduk ama bizi takmadı bile hergele!

Sonunda yorgun argın tepeye tırmanıp, kilisenin meydanına, kamp yerine geldiler, oturup sigaralarını yaktılar, nehrin karşı yakasında kızıl bir ateş gözüküyordu, uzun bir süre bunun bir kamp ateşi mi, pencereden yansıyan ışık mı olup olmadığını tartıştılar, Raboviç de ışığa baktı ve ona sanki ışık öpücüğü biliyor da, kendisine göz kırpıyormuş gibi geldi

Barakalarına geldiler, Raboviç çabucak soyunup yatağa yattı, Lobitko ve sakin, çok okumuş, kültürlü biri olan teğmen Merzilakov, yanında getirdiği gazeteyi okuyordu O da Raboviç'le aynı barakada kalıyordu, Lobitko odada bir süre gezindi, sıkıntılıydı, sonra emirerine bira istetti, Mezilakov yatağına yattı, yanındaki mumu yaktı ve gazetesini okumaya başladı, Raboviç, sigara dumanı kaplı tavana bakarak, "Kimdi o kadın?" diye düşünmeye başladı

Ensesinde hala kadının nazik kollarını, dudağının kenarında nane kokulu öpücüğünün ürpertisini hissediyordu, gözlerinin önüne leylaklı kadın, siyah elbiseli kadın, broşlar, dans edenlerin görüntüleri geldi, gözlerini kapadı, hızlı ayak sesleri, ipek elbisenin hışırtısı ve öpücüğün sesineşeyle dolmasısonra emir erinin bira olmadığını söyleyen sesini duydu Lobitko çok kızdı, bir aşağı, bir yukarı yürümeye başladı

- Salak! Ne aptal adam yahu, bira yok diyor!

Gözlerini gazetesinden ayırmayan Merzilakov, "tabii ki buraya bira getirtemezsin" dedi

- Öyle mi düşünüyorsun? Allah yardımcın olsun, ben olsam bu dakika hemen hem bira, hem de kadın bulurdum, gidip bulacağım da bulamazsam sahtekar olayım!

Bayağı oyalanarak, giyindi, çizmelerini giydi, sonra sessizce sigarasını bitirip, dışarı çıktı

- Rabbek, Grabbek, Labbek! hepsinin canı cehenneme! Raboviç! Yürüyüş yapmak ister misin?

Cevap alamayınca, döndü, soyunda ve o da yatağına yattı, Merizakov iç geçirip, gazeteyi bıraktı ve mumu söndürdü Lobitko'ysa karanlıkta bir sigara yaktı ve mmmm diye mırılandı

Raboviç, yorganı başına çekti, kıvrıldı, kafasındaki hayalleri bütün haline getirmeye çalıştı fakat başaramadı, sonunda uykuya daldı son düşündüğü şey bir kadının onu okşadığı ve bunun onu çok mutlu ettiğiydi, aptalca- olağanüstü- ama eğlenceli, hoş- rüyasında bile bu duygulardan kurtulamadı

Uyandığında, ensesindeki ürperti ve dudağındaki nane kokusu gitmişti ama kalbi hala akşamki kadar çoşku doluydu, neşeyle güneş ışığıyla parlayan pencerenin pervazına baktı, caddeden geçenlerin seslerini dinledi, pencere yakınındaki insanlar yüksek sesle konuşuyorlardı, Raboviç'in bataryasının komutanı Lebedetski, çavuşuyla bağırmaya alışkın, yüksek sesle konuşuyordu

- Daha başka neler var?

- Efendim, dün içki içme yarışı yaptılar, biri güvercinin ayağına çivi çakmış, veteriner alçı ve sirke yaptı, şimdi açıyorlarArtemiyev de sarhoş oldu, teğmen, onu yedek silahların durduğu at arabasına koymamızı emretti"

Çavuş, Karpov'un trompetlerin yeni kordonlarını ve çadır halkalarını unuttuğunu, subayların dün akşamı general Rabbek'i ziyaret ettiğini rapor etti

Konuşmanın ortasında, kızıl sakallı Lebedetski, pencerede belirdi, miyop gözleriyle subayların uykulu yüzlerine baktı ve günaydın dedi

- Her şey yolunda mı?

Lobitko esneyerek,

- Atlardan birinin boynu yeni yular yüzünden çok sancıyor

Komutanları, iç geçirdi, bir an düşündü ve yüksek sesle

- Galiba Aleksandra Yevgrafovna'yı görmem gerekecek, hoşçakal, akşama size yetişirim

Onbeş dakika sonra, askerler yola çıktı, tahıl ambarlarının yanından geçerken, Raboviç, sağ taraftaki eve baktı, tüm pancurlar kapalıydı, belli ki ev halkı hala uykudaydı, önceki akşam kendisini öpen kadın da uyuyor olmalıydı, kadını uyurken hayal etti, büyük açık pencerleer, sabahın taze leylak, gül, kavak kokuları, yeşil ağaç dalları, bir yatak, sandalye ve üzerinde dünkü ipek elbise, minik terlikler, masanın üzerinde küçük bir saat, hepsini gözünün önüne getirdi, fakat kadının yüzünün hatları, tatlı mahmur gülüşü sanki elinden kayıp düşen porselen bir tabak gibi yok oldubir kilometre at sürdükten sonra, arkasına baktı, sarı kilisle, ev, nehir, hepsi bir ışık banyosuna batmıştı, mavi gökyüzünün aksettiği, güneşin gümüşi parıltılarıyla, nehir çok güzeldi, Raboviç, sanki çok sevdiği bir yakınından ayrılıyormuş gibi hissetti

Önündeki yoldaki uzun, ilginç olmayan, yabancı sıraya baktı, solunda, sağında buğday ve başak tarlaları uzanıyordu, askerlerin başları, yüzleri ve sırtları toz, toprak içindeydi, kimi şarkı söylüyor, kimi atların üzerinde trompetleriyle birlikteydi, kimileri de sanki bir cenaze alayındaki meşale taşıyıcalarına benziyordu
Raboviç, beşinci bataryadaydı, önünde dört batarya gidiyordu, başkası için bu manzara tuhaf gözükebilirdi, tüm bölükte altı batarya vardı, atlılar muntazam atları kırbaçlıyor ve bazen bağırıyorlardı, nihayet, yorgun, argın bir çiftlik sahibinin malikanesinin yakınında durdular, Raboviç, çitin ardına baktı, iki yanı ağaçlı, güzel bir yol vardı, gözlerinin önüne güzel yolda yürüyen kadınlar getirdi

O sırada bir bağırış duyuldu: Subaylar dikkat! Sola dön
Bölüğün generali, iki beyaz atın çektiği bir arabayla geliyordu, ikinci bataryanın yanında durdu, bağırarak kimsenin anlamadığı bir şeyler söyledi, Raboviç'in de aralarında olduğu birkaç subay dört nala generalin yanına gittiler

General, kızarmış gözlerini kırparak,

- Aranızda hasta olan var mı? diye sordu

Zayıf bir adam olan General, yanıtını aldı, bir an düşündü ve subaylardan birine doğru,

- Üçüncü bataryanın sürücülerinden biri, 'ayak koruyucusu' çıkartıp, topun ön kısmına asmış, cezalandırın onu
Gözlerini Raboviç'e dikti ve devam etti

- Ön askıların fazla uzun

Birkaç böyle sözden sonra General, Lobitko'ya baktı ve sırıttı

- Teğmen bugün çok melankolik gözüküyorsun, Madam Lopuhov'u mu özledin? Ha, beyler teğmen Madam'ı arıyor

Bahsettiği kadın kırkını aşmış, uzun boylu bir kadındı, subaylar saygılı saygılı gülümsediler, general çok komik bir şey söylemiş olmaktan dolayı memnun, güldü, emirerinin sırtını sıvazladı, araba ardında bir toz bulutu oluşturarak, yoluna devam etti Raboviç, içinden " Tüm bu olanlar bana ne kadar yabancı, general bir zamanlar aşıktı ve şimdi evlendi, çocukları oldu, yüzbaşı Vahder de öyle, Salmanov Tatar ve kabasaba ama onun bile sevdiği varergeç bir gün benim de bir aşkım olacak

Kendisi de sıradan bir insandı, hayatı aleladeydi, bu hoşuna gitti ve ona cesaret verdi, o kadını ve kendisini hayal etti

Akşam, kamp yerine vardılar, subaylar çadırlarında dinleniyorlardı, Raboviç, Merziyakov ve Lobitko bir küçük bir sandığın üzerinde akşam yemeği yiyorlardı, Merziyakov dizlerine koyduğu gazetesini okumak için sabırsızlandığından hızlı hızlı yiyordu, Raboviç bütün gün hayal kurduğundan kafası allakbullaktı, içti, konuşmadı, üç kadehten sonra çakırkeyif oldu hislerini yoldaşlarına anlatmak için karşı konulmaz bir arzu duydu

Sesine değişik, umursamaz bir hava vererek

- Von Rabbek'lerde başıma tuhaf bir şey geldi, hani bilardo odasına gitmiştim

Her şeyi, öpücüğü ayrıntılarıyla anlattı, anlatmasının ne kadar kısa sürmesine kendi de şaştı, halbuki sabaha kadar anlatacakmış gibi geliyordu

Çok yalancı biri olan Lobitko, ona hiç inanmadı, şüpheyle baktı ve güldü, Merziyakov alnını büzdü, gözlerini gazetesinden ayırmadan,

- Tuhaf şey, ne acayipadamın adını söylemeden boynuna atılıyor! İsterik biri olmalı

Raboviç, evet öyle olmalı diyerek arkadaşının fikrine katıldı

Lobitko, benzer bir şey bir kez benim de başıma gelmişti dedi, yüzüne korkmuş bir ifade vererek anlatmaya başladı, "geçen yıl Kovno'ya gidiyordum, 2sınıf bilet aldım, tren kalabalıktı, uyumak imkansızdı, kondoktöre yarım ruble verdim, bavulumu aldı ve beni başka bir kompartmana koydu, uzandım, üstümü örttüm, karanlıkta birden birisi omuzuma dokundu, baktım bir dirsek, gözlerimi açtım, bir kadındı, kara gözlü, kırmızı dudaklı, dolgun göğüslü, burun delikleri ihtirasla açılıp kapanıyordu

- Göğsünü anladık da karanlıkta dudaklarının kırmızı olduğunu nasıl gördün?

Lobitko buna gülmeye başladı, Raboviç ise bozuldu ve yatağına gitti, bir daha hiçbir sırrını anlatmamaya yemin etti

Kamp hayatı başladı, günler birbirinin aynı geçiyordu, tüm bu günler boyunca Raboviç sanki aşıkmış gibi hissetti, davrandı, düşündü

Akşamları arkadaşları aşk ve kadınlar hakkında konuşurlarken, onları dinledi ve kendisinin de katıldığı bir savaş anlatılıyormuş gibiydi, uykusuz gecelerdeyse çocukluğu, annesi, babası, yakın olan herkesi, tuhaf atı, Von Rabbek'i, İmparatoriçe Eugeni'ye benzeyen karısını, karanlık odayıdüşündü

Ağustos'un otuzbirinde sadece iki bataryayla, Raboviç tekrar ilk kamp yerine dönmek üzere yola çıktı, yol boyunca hayal kurdu, çok heyecanlıydı, her şeyi yeniden görmek için can atıyordu, acaba o kadını tekrar görebilecek miydi? görse ne konuşurdu? Ya da en kötüsü ya hiç karşılaşmazlarsa

Akşama doğru ufukta kilise ve beyaz tahıl ambarları gözüktü, her saniye atıyla bir adamın gelip, subayları çaya davet etmesini bekledi ama kimse gelmedisubaylar bir an önce köye varmak için acele ediyorlardı

Raboviç, Von Rabbek köyülülerden geldiğimizi duyacak ve bizi davet edecektir diye düşündü, arkadaşlarınun mumları yakıp, semaverlere su koymalarına anlam veremiyorduuzandı, mesajcıyı bekledi ama gelen giden yoktu

Sonunda dayanamadı, dışarı çıktı, kiliseye doğru yürüdü, üç asker onu görünce ayağa kalkıp selam verdi, Radoviç de selamlarını aldı, patikaya saptı, nehrin karşı kıyısında gökyüzü kıpkırmızıydı, ay çıkmıştı, iki köylü kadın mutfakta kıvırcık lahana vs topluyordu, her şey Mayıs'taki gibiydi, salkım söğütler de ama cesur bülbül şakımıyordu, ve taze çimen, kavak kokusu yoktu

Radoviç, bahçeye geldi, kapıya baktı, bahçe karanlık ve sessizdi, sadece ağaçları ve yolun birazını görebildi, hiç ses yoktu, tekrar nehir kıyısına indi, ev halkına ait çarşaflar iplerde kuruyordu, Radoviç onlara dokundu, soğuk ve katıydılar

- Ne aptallık! Ne aptallık! diye düşündü, Von Rabbek'in mesajcısı gelmeyecekti, başkası sanarak kendisini öpen o kızı bir daha göremeyecektinehre bakarak, tüm dünyanın anlamsız olduğunu düşünüyordu, her şey ona boş geliyordu

Tekrar geri döndü, fakat çadıra vardığında arkadaşlarını bulamadı, emireri atlı bir mesajcının gelip, general Von Rabbek'in subayları çaya davet ettiğini ve oraya gittiklerini söyledi

Raboviç'in içini çoşkun bir neşe kapladıama bu neşe derhal yok oldu, yatağına gitti ve kaderine lanet etti, o kızgınlıkla generalin evine gitmedi



Alıntı Yaparak Cevapla

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




ŞAKA
(The Joke - Çehov)

Parlak bir kış günü ortasıydı, Nadenka'nın başında ve buklelerinde soğuk buz tanecikleri vardı, üst dudağı da gümüş rengi kar tanecikleriyle kaplanmıştı, kolumu tutuyordu ve ikimiz yüksek bir tepede duruyorduk, durduğumuz yerin aşağısında, güneş sanki ayna gibi yansıyordu, yanımızda yanları parlak kırmızı kumaş kaplı küçük bir kızak vardı

- Hadi Nadenka Petrovna, bir kere kayalım, sadece bir kez, emin ol hiçbir şey olmaz, canın yanmaz!

Fakat Nadenka korkuyordu, buz gibi tepe ona korkunç, sonsuz bir uçurum gibi geliyordu, ona kızağa binmesini söylerken, aşağı bakakarak, nefesini tuttu, ya aşağı kayarken uçuruma düşerse? Ölebilir, aklını kaybedebilirdi

- Seni temin ediyorum, korkamaman gerekir, bu korkaklık!

Sonunda Nadenka razı oldu, yüzünden ölümcül bir korku içinde olduğunu görüyordum, onu kızağa oturttum, titriyordu ve yüzü bembeyazdı, kollarımı ona doladım, ve tepeden aşağıya bıraktık kendimizi

Kızak mermi gibi uçtu, rüzgar yüzümüzü yalıyor, kulaklarımızdan içeri giriyor, sanki kızgınlıkla kafamızı koparmak istiyordu, rüzgarın basıncından zorlukla nefes alıyorduk, sanki bir şeytan bizi pençelerinin arasına almış, cehenneme doğru sürüklüyordu, çevremizdeki her şey sadece bir çizgi haline dönüşmüştü, sanki yok olacaktık,

Yavaşça 'Seni seviyorum Nadenka' dedim

Kızak gittikçe yavaşladı, rüzgarın uğultusu ve anaforu artık o kadar korkunç değildi, nefes almamız kolaylaşmıştı, ve sonunda yamacın dibindeydik, Nadenka ölmekten beter olmuştu, yüzü bembeyazdı ve zor nefes alıyordu, kalkmasına yardım ettim

Gözleri dehşet içinde açılmış bir şekilde bana bakarak:

Bir daha hiçbir güç bana böyle bir şeyi yaptıramaz dedi Hiçbir şey, korkudan öldüm!

Biraz sonra kendine geldi, soran gözlerle bana baktı, gerçekten o üç kelimeyi söylemiş miydim yoksa kasırganın gürültüsünden ona mı öyle gelmiştiben de arkasında durmuş sigara içiyor ve eldivenlerime bakıyordum

Koluma girdi ve buz tutmuş tepede uzun bir süre geçirdik, soru onu rahat bırakmıyordu, bu sözleri duymuş muydu duymamış mıydı? Evet mi, hayır mı? Evet mi, hayır mı? Bu soru hayat memat sorusuydu, gurur, onur sorusuyduçok önemli bir soruydu, dünyadaki en önemli soruydu Nadenka, sabırsızca, üzgün bir şekilde yüzüme baktı, konuşmayacağımı anlayınca kendisi konuştu, Ah! Şu güzel yüzdeki duygular! kendisiyle mücadele ediyordu, bir şey söylemek, bir şey sormak istiyordu ama kelimeleri bulamıyordu, üzgün, şaşkın ve korkmuş gibiydi

Bana bakmadan

- Biliyor musun dedi

- Neyi?

- Hadi tekrar kayalım!

Tekrar tepeye tırmandık, beyaz ve tirtir titreyen Nadenka'yla kızağa oturduk, ve yeniden korkunç boşluğa uçtuk, yeniden rüzgarın uğultusu, kasırganın anaforu, ve kızağımız en hızlı, en gürültülü uçuşunu yaparken, yavaş bir sesle:

- Seni seviyorum Nadenka dedim

Kızak durduğunda, kaydığımız tepeye baktı sonra benim ilgisiz ve tutkusuz sesimi dinledi, tüm yüzünde büyük bir şaşkınlık okunuyordu, yüzünde 'ne demek istiyor? Kim söyledi bu sözleri? O mu? Yoksa sadece bana mı öyle geldi? diyen bir ifade vardı

Emin olamamak onu endişelendirmişti, zavallı kız sorularıma cevap veremedi, neredeyse ağlamak üzereydi

Eve dönsek mi? diye sordum

Şeyyben bu kızakla kayma işini çok sevdim, bir kez daha kayalım mı?

Kızakla kaymayı 'sevdiğini' söylüyordu ama geçen iki seferde olduğu gibi, yüzü yine bembeyaz, tirtirtitriyordu kızağa binerken, korkudan zor nefes alıyordu

Üçüncü kez tepeden aşağı uçtuk, yüzüme, dudaklarıma baktığını gördüm ama mendilimi ağzımın üzerine koydum, öksürdüm ve yamacın yarısındayken, yine

- Seni seviyorum Nadya, demeyi başardım

Ve esrar yine çözülmedi! Nadenka, sessizdi, bir şeyler düşünüyordu, yavaş yavaş yürüyordu, ona bu üç kelimeyi söyleyip söylemeyeceğimi merak ediyordu, ruhunun acı çektiğini hissettim, şöyle haykırmamak için kendini sanki zor tutuyordu:

- Bunları rüzgar söylemiş olamaz! Ve rüzgarın söylemiş olmasını istemiyorum!

Ertesi sabah küçük bir mesaj aldım

- Bugün de kızakla kaymak istiyorsan, bize gelen N

O günden sonra her gün Nadya'yla kızak kaymağa gittim Ve tepeden kayarken, her seferinde yavaş bir sesle 'Seni seviyorum Nadya' dedim

Zamanla, bu sözler, alkol ya da uyuşturucu gibi Nadya'da bağımlılık yaptı, bu sözleri duymadan yaşıyamıyordu, önceden buz tutmuş tepeden aşağı kaymak onu gerçekten çok korkutuyordu, fakat şimdi korku ve tehlike, sevgi sözcüklerine tuhaf bir cazibe katmıştı, üstelik sözler, eskiden olduğu gibi esrarını koruyordu, şüpheli iki kişiydik: ben ve rüzgarNadya aşk sözlerini hangisi söylüyordu hala bilmiyordu, fakat artık aldırmıyordu da, içkiyi hangi kadehten içtiğinizin önemi yoktur yeter ki, sizi zehirlemesin

Öğleyin bir ara buz tutmuş paten sahasına geldim, paten kayan kalabalığın arasına karıştım, o sırada Nadenka'yı buz tutmuş tepeye tırmandığını gördüm, ve beni arıyordu, tek başına çıkmaktan korkmuştu hem de nasıl, yüzü bembeyazdı, fakat çok kararlıydı ve korkusuna rağmen tepeye tırmandı, belli ki, bir deneme yapacaktı, ben yokken de aşk sözcüklerini duyacak mıydı? kızağa binerken solgun dudaklarının korkuyla aralandığını gördüm, gözlerini kapadı ve dünyaya hoşçakal diyerek kaymaya başladı, WhrrrrrNadenka o sözleri duydu mu, duymadı mı bilmiyordum, sadece kızağın üzerinden bitkin ve solgun bir halde kalktığını gördüm, yüzünden sözleri duyup duymadığını kendisinin de anlamadığını söyleyebilirdi, kayarken duyduğu dehşetten ne ses, ne başka bir şeyi duyabilecek, anlayabilecek halde değildi çünkü

Fakat sonra Mart ayı geldiilkbahar güneşi çok naziktibuzdan tepemiz parlaklığını yitirdi, siyahlaştı ve sonunda eridi Kızakla kaymayı bıraktık, zavallı Nadenka'nın şimdi nerede olduğunu bilmiyorum

Yola çıkmadan iki gün önce, akşamüstü küçük bahçede oturuyordum, Nadenka'nın evi ile aramızda bir çit vardı, bayağı soğuktu, kış hala hükmünü sürdürüyordu, ağaçlar cansızdı ama yine de ilkbaharın kokusu vardı, çite doğru gittim ve çitin aralığından Nadenka'nın evini gözetlemeye koyuldum, Nadenka verandaya geldi, ve gökyüzüne doğru kederli bir şekilde bakmaya başladı, bahar rüzgarı üzgün, solgun yüzüne çarpıyordubuz tutmuş tepede, kızakla kayarken, o üç kelimeyi duyduğu anı hatırlıyordu, ve yüzü çok çok kederli bir hal aldı, yanağına bir göz yaşı damladı, zavallı çocuk kollarını uzatarak sanki rüzgarın tekrar o üç sözcüğü söylemesini istedi, ve ben, rüzgarın esmesini bekleyerek yavaşça,

- Seni seviyorum Nadya dedim

Şükürler olsun! Nadenka'nın yüzü değişti! Bir çığlık attı, tüm yüzü güldü, neşeli, mutlu görünüyordu, kollarını uzatarak rüzgarı kucakladı

Ve ben de bavullarımı toplamaya gittim

Bu çok uzun yıllar önceydi, Nadenka şimdi evlikendi isteğiyle mi, isteğinin dışında mı evlendi bilmiyorum, bu önemli değil, saygın bir yönetici asistanıyla evlenmişti ve üç çocuğu vardı, vaktiyle onunla kızak kaymaya gittiğimizde rüzgarın ona söylediği ' Seni seviyorum Nadenka' unutulmamıştı, bu onun hayatındaki en mutlu, en dokunaklı, en güzel hatırasıydı

Fakat, şimdi artık yaşlandığımdan, o sözleri neden söylediğimi anlayamıyorum, bu şakayı ne sebepten yapmıştım



Alıntı Yaparak Cevapla

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




BİR HANIMEFENDİNİN HİKAYESİ
(A Lady's Story - Çehov)

Dokuz yıl önce, savcı yardımcısı Piyotr Sergeyiç ve ben, istasyondan mektupları almak üzere hasat zamanı, akşam üzeri, atla yola çıktık

Hava harikuladeydi fakat geri dönerken korkunç bir gökgürültüsü ve bize doğru yaklaşan kara bulutlar gördük Bulutlar bize doğru, biz de onlara doğru gidiyorduk

Bu manzaranın karşısındaysa evimiz ve kilise bembeyaz, uzun kavak ağaçlarıysa gümüş gibi parlıyordu, yol arkadaşımın keyfi yerindeydi, saçmasapan şeyler konuşup, gülmeye devam ediyordu, aniden karşımıza kuleli bir ortaçağ şatosu çıksa ne iyi olurmuş da, şöyle yosun tutmuş, kulelerde baykuşlar öten, yağmurdan sığınmak için sığınırdık ve sonunda yıldırım çarparak ölürdük

Sonra ilk yağmur dalgası çavdarların ve meşeleri kapladı, rüzgar esiyordu, havada yağmur ve biçilmiş çimen kokusu vardı, her yer toz toprak içindeydiSergeyiç güldü ve atını mahmuzladı

Harika, çok iyidiye bağırdı

Onun neşesi bana da geçti gülmeye başladım, iliklerime kadar ıslanabilirdim ve yıldırım çarpabilirdi

Kasırgada kuş gibi hızla, soluk soluğa, kalbimiz çarparak atlarımızı koşturuyorduk, kasabaya yaklaştığımızda rüzgar dindi, yağmur damlaları çatılara ve çimenlere damlıyorduortalıkta kimse yoktu

Piyotr Sergeyiç, dizginleri aldı ve atları ahıra bıraktı, ben kapının yanında işi bitene kadar yağmuru seyrederek, onu bekledim, taze samanların hoş kokusu burada daha güçlü hissediliyordu, yağmur ve kara bulutlar yüzünden sanki akşam olmuş gibiydi

Gökyüzünü sanki ortadan ikiye bölermiş gibi gürleyen bir gökgürültüsünden sonra, Pyotr,
' Amma çaktı! Buna ne diyorsun? diye sordu

Kapının yanında yanımda duruyordu ve hızlı koşu yüzünden hala nefes nefese bana baktı, bana hayran olduğunu görebiliyordum

- Natalya Vladimirovna, burada birkaç dakika daha kalıp, seni seyretmek için her şeyimi veririm, çok güzelsin

Gözleri hayran hayran ve sevgiyle bana bakıyordu, yüzü solgundu, sakallarında ve bıyığında yağmur damlaları parlıyordusanki onlar da bana sevgiyle bakıyorlardı

- Seni seviyorum, seni seviyorum ve seni gördüğüm için çok mutluyum, biliyorum eşim olamazsın bir şey istemiyorum bir şey söyleme suscevap verme bana farketme istersen, sadece benim için çok önemli olduğunu bil ve bırak seni seyredeyim

Heyecanı beni de etkilemişti, tutku dolu yüzü yüzüne baktım, yağmurun sesine karışan sesini dinledim, sanki büyülenmiş, kımıldayamıyormuş gibi duruyordu

Sonsuza kadar onun ışıldayan yüzüne bakıp, dinlemeyi istiyordum

- Hiçbir şey söylemiyorsun, bu harikaöyle sessiz kal

Mutluydum, neşeyle gülerek, yağmurun altında eve doğru koştum, o da gülüyordu ve sıçrayarak peşimden koşuyordu
Çocuklar gibi, sırılsıklam, bağıra çağıra, heyecanla merdivenleri tırmandık, odaya daldık, babam ve ağabeyim beni bu kadar heyecanlı ve neşeli görmeye alışık değillerdi, şaşırarak halime baktılar ve onlar da gülmeye başladılar

Kara bulutlar dağılmış, gökgürültüsü azalmıştı, fakat Pyotr Sergeyiç'in sakalından
hala yağmur damlıyordu, akşam yemeği saatine kadar gülerek, ıslık çalarak, köpekle bağıra çağıra oynayarak ve onu odanın bir ucundan diğerine kovalayarak geçirdi, uşak semaveri getirince neredeyse canı sıkıldı, bayağı bir yemek yedi, abuksabuk konuştu, bir insanın kışın taze hıyar yerse, baharda ağzında hıyar tohumları çıkacağı gibi

Yatmaya gidince, bir mum yaktım, ve pencereyi açtım, tanımlayamadığım bir tutku ruhumu kaplamıştı, özgür ve sağlıklı olduğumu hatırladım, zengin ve asildim, zengin ve asil, seviliyordum, Tanrı'm ne güzelsonra bahçeden gelen soğuk havayla Pyotr Sergeyiç'i sevip sevmediğimi düşündüm, ve herhangi bir karara varamadan uykuya daldım

Ertesi sabah, yatağımın üzerinde gün ışığı ve ağaç gölgeleri yansıyordu, bir gün önce olanlar hafızamda çok tazeydihayat bana zengin, dolu dolu, cazip geliyordu, çabucak giyinip, bahçeye indim

Ya sonra ne oldu? Hiçbir şeykışın şehirdeyken Pyotr Sergeyiç arada sırada bize ziyarete geldi, köydeki ahbaplıklar sadece yazın, köydeyken ahbaplıktıkış gelip, şehre dönünce ahbaplık da eski cazibesini kaybetmiştiköydeyken onlara çay koyarken, sanki başka birinin kılığındaydılar, sanki çaylarını daha uzun sürede karıştırıyorlardı, şehirdeyken de Pyotr Sergeyiç bazen aşktan söz etti ama köydeki gibi değildişehirdeyken aramızdaki görünmez duvarın daha çok farkına varyıorduk, ben asil ve zengindim, o ise fakir biriydi, asil bir beyefendi değildi, sadece rahibin oğluydu ve savcı yardımcısıydı, her ikimiz deben gençkızlığımdan beri aramızda çok aşılmaz bir duvar olduğunu düşünüyorduk, şehirdeyken aristokrat yaşamı gülümseyerek eleştirirdi, salonda başka birileri varsa susardı, aşılamayacak duvar yoktur ama çağdaş yaşamın aşık kahramanları fazla korkak, tembel, ruhsuz ve aşırı hassaslar ve başarısız olacaklarını düşünüp, hemen pes etmeye hazırlarözel hayatları onları hayal kırıklığına uğratınca, mücadele etmek yerine sadece eleştiriyorlar, dünyanın kabasaba bir yer olduğunu söylüyorlar ama
kendi eleştirilerinin de yavaş yavaş kabalaştığını farketmiyorlar

Seviliyordum, mutluluk uzağımda değildi, neredeyse bana dokunmak üzereydi, kendimi anlamaya çalışmadan, hayattan ne beklediğimi sorgulamadan, sadece rahatıma bakıyordum, sevgileriyle insanlar yanımdan geçip gittiler, ışıltılı günler, sıcak geceler, şarkı söyleyen bülbüller, güzel kokulu hasatlar, tüm bu tatlı, heyecanlı şeyler ve iz bırakmadan geçip gittiler, hepsi neredeler?

Babam ölmüştü, yaşlanmıştım, hoşuma giden, bana umut veren her şey, gökgürültüsü, yağmur damlaları, mutluluk ve aşk hakkındaki sözlerhepsi gitmiş, mazi olmuştukarşımda boş bir çöl görüyordum, kimse yoktu ve ufuk siyah ve ürkütücüydü

Kapı çaldıgelen Pyotr Sergeyeviçkışın, ağaçlara bakıp, onların yazın ne kadar yeşil olduklarını düşünüp fısıldarım

- Ah, canlarım

Ve ilkbaharımı birlikte geçirdiğim kişileri görünce de, üzülürüm, içimi bir sıcaklık kaplar ve yine aynı şeyi fısıldarım

Uzun yıllar önce babamın referansıyla, şehre tayin edilmişti, biraz yaşlanmış ve uzaklaşmış gözüküyordu, aşkını ilan etmeye epey oluyor ki son vermişti, abuksabuk konuşmalarını da bırakmıştı, resmi görevini sevmiyordu, yaşama sevgisini kaybetmişti, şöminenin karşısına oturup, sessizce alevlere bakıyordu şimdi

Ne diyeceğimi bilemiyordum,

Eee, bana ne söyleyeceksin? diye sordum

Hiçbir şey diye yantıladı

Ve tekrar sessizlikalevlerin kızıllığı yüzüne yansıyordu

Geçmişi düşündüm, birden omuzlarım titremeye başladı, başım öne düştü ve acı acı ağlamaya başladım, hem kendim hem de onun için çok üzülüyordum, eskiyi özlüyordum, ve artık zenginliği ve asalet düşünmüyordum

Alnımı ellerimin arasına alıp, gözyaşlarına boğuldum

Tanrı'm! Tanrı'm! hayatım boşa gitti!

Oturdu, sessizdi, ve bana 'ağlama' demedi, ağlamam gerektiğini, ağlama vaktimin geldiğini biliyordu

Gözlerinden benim için üzüldüğünü anladım, ben de onun için üzülüyordum, ve bu başarısız, korkak adamın ne benim için, ne kendisi için bir şey yapamamasından dolayı gücenmiştim

Kapıya doğru gitti, sanırım mahsus paltosunu giyereken oyalandı, iki kez elimi öptü, ve yaşlı gözlerime uzun uzun baktı, tam o anda o yağmurlu günü, fırtınayı, kahkahalarımızı, o günkü halimi hatırladığını düşündüm, bana bir şey söylemek istiyordu ama söylerse mutlu olacaktı ama hiçbir şey söylemedi, sadece başını eğdi, ve elimi sıktı Tanrı yardımcısı olsun

Gittikten sonra, çalışma odasına gittim ve şöminenin önündeki halının üzerine oturdum, kor parçaları küllenmişti ve sönmeye yüz tutmuştu, buz gibi yağmur pencereleri daha güçlü şekilde çarpıyordu, ve bacadan rüzgar esiyordu

Hizmetçi içeri girdi, uyuduğumu sanıp bana seslendi



Alıntı Yaparak Cevapla

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




SALAKLIĞIN BÖYLESİ

(A Blunder)



Ilya Sergeyiç Peplov ve karısı Kleopatra Petrovna, hırs içinde kapıyı dinliyorlardı Salonun öteki tarafında ise kızları Nataşenka ve uzak bir okulun kompozisyon uzmanı öğretmeni Şupkin arasında bir aşk sahnesi oynanıyordu

Peplov sabırsızca ve ellerini oğuşturarak “Adam ayağa kalkıyor" diye fısıldadıŞimdi birbirlerine olan duygularını anlatmaya başlar başlamaz duvardaki aziz resmini al, hemen içeri girip onları yakalayacağız ve kutsayacağız…böylece bağlanmış olurlar ve durumları kutsiyet kazanır, eğer bu işi mahkemeye getirirse dahi bundan kaçamaz"

Diğer odadaki konuşma ise şöyleydi

Öğretmen ekose pantolonunda bir kibrit çakarak “böyle yapma sana hiçbir zaman mektup yazmadım!" dedi

Kız "Bunu sevdim sanki senin yazını bilmiyormuşum gibi" diyerek kikirdedi, sürekli aynada kendisine bakıyordu, "zaten biliyordum, ne tuhaf bir adamsın, edebiyatçısın ama yazın kargacık burgacık, bu kadar kötü yazarken nasıl öğretebiliyorsun?"

"Bu önemli değil yazı derslerinde önemli olan şey yazıyı yazan el değildir, oğlanları düzende tutmaktır, birinin kafasına cetvelle vururken, diğerine diz çöktürürsün, ayrıca el yazımda bir şey yok Nekrasov da bir yazar ama el yazısı berbattırörnekleri var"

"Sen Nekrasov değilsin (iç çekişi) bir yazarla evlenmeliyim bana hep şiirler yazmalı"

"İstersen ben de sana şiir yazarım"

"Ne hakkında?"

"Aşk, tutku, gözlerin okuyunca çıldırırsın, bir taşı bile duygulandırır, sana gerçek bir şiir yazarsam elini öpmeme izin verir misin?"

"O kadarına gerek yok, istiyorsan şimdi de öpebilirsin"

Şumpkin yerinden fırladı, tombul ve sabun kokan eli öpmek için eğdi

Peplov karısına ‘ikonu al!” dedi Heyecandan yüzü bembeyazdı, bir yandan ceketini ilikliyordu, karısının bileğinden tuttu: “Gel şimdi”

Saniye gecikmeden Peplov kapıyı açıp içeri daldı

Kollarını kaldırarak ve gözlerinde yaşlarla “çocuklar, Tanrı sizi kutsasın… mutlu olun çocuklarınız olsun

Annesi de ağlayarak ben de sizi kutsuyorum diye bağırdı Şumpkin’e ah benim biricik hazinemi alıyorsun! kızımı sev, ona iyi bak dedi

Şupkin’in ağzı şaşkınlıktan bir karış açık kaldı, ailenin saldırısı öyle beklenmedik ve cesurcaydı ki tek kelime söylememişti

Korkuyla "Eyvah kaçış yok, kapana kısıldım"diye düşündü

Ve başını yenildim der gibi eğdi

Baba Nateşenka "seni kutsuyorum kızım" derken gözlerinden yaşlar boşandı "Nateşenka onun yanında dur kızım, ikonu ver karıcığım"

Fakat tam bu anda baba ağlamayı kesti ve yüzü öfkeyle kaplandı

Kızgınlıkla karısına bağırdı: "Seni ahmak, seni salak bu mu ikon?"

"Aman Tanrı’m!"

Ne olmuştu? Kompozisyon öğretmeni başını kaldırdı ve paçayı kurtardığını gördü, telaştan kızın anası duvardan azizlerin resmini değil, ünlü yazar Lazeçnikof’un portresini almıştı, yaşlı adam ve karısı ne yapacaklarını şaşırmış dururken, kompozisyon öğretmeni de durumdan faydalanıp sıvıştı



Alıntı Yaparak Cevapla

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




AŞK HAKKINDA

(About Love)


Ertesi gün öğlen yemeğinde, güzel tatlılar, kerevit, kuzu pirzola vardı, biz yemeğimizi yerken aşçı geldi ve misafirlerin yemekte ne arzu ettiklerini sordu Orta boylu, tıknaz yüzlü, küçük gözlü bir adamdı ve yarım yamalak traş olmuştu, bıyıklarını traş etmemiş de, kısaltmış gibiydi Alehin, güzel Pelagea’nın bu aşçıya aşık olduğunu söyledi Adam içtiği ve öfkeli biri olduğu için de, kız bununla evlenmek istemiyor sadece birlikte yaşıyormuş Fakat adam dindar olduğundan ve dini, günah içinde yaşamasını yasakladığından illa evlenelim diyormuş İçtiği zamanlarda kızı taciz edip, dövüyormuş, kız da üstkata saklanıp, ağlıyormuş Böyle durumlarda Alehin ve hizmetkarlar gerekirse kızı korumak için evde kalıyorlarmış

Onunla aşk hakkında konuşmaya başladık

Alehin “Aşk nasıl doğar?” dedi “Pelagea niye kendi gibi ruhsal ve fiziksel niteliklere sahip birini değil de, Nikanor gibi bir domuza aşık olur? Hepimiz ona –domuz- diyorduk Aşık olmanın sonuçlarının kişisel mutlulukla ilgisi gibi soruların hiçbirinin cevabı bilinmiyor; herkes hoşuna giden cevabı söylüyor; bugüne kadar aşkla ilgili olarak su götürmez sadece tek bir gerçek kabul edildi: Aşk büyük bir gizdir Aşk hakkında söylenen tüm öbür sözler, yazılar bir sonuca varmamıştır, cevapsız sorular olarak kalmıştır Bir duruma uygun olan cevap, düzinelercesine uymamaktadır, bence en iyisi durumu genellemeden, doktorların dediği gibi, her vakayı kişisel olarak incelemeliyiz

Burkin “mükemmel” diye onayladı

Bir hikaye anlatmak istiyor gibiydi Yalnız insanların yüreklerinde daima anlatmaya can attıkları bir şeyler olur Şehirlerde bekar erkekler konuşmak amacıyla barlara ve lokantalara giderler ve bazen en ilginç hikayeleri barmenler veya garsonlar duyar Kırsal kesimlerde de itiraflar misafirlerine yapılır Dışarıda gri bir gökyüzü, yağmurdan ıslanmış ağaçlar ve gidecek bir yer de yokken, bize de hikayeler anlatmak ve dinlemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı

Alehin “ Sofino’da uzun süre oturdum ve çiftçilikle uğraştım Üniversiteyi bitirdikten sonra yaradılıştan çalışkan ama işsiz biri durumundaydım Ama geldiğimde arazinin üzerinde büyük ipotek vardı ve babam beni okutmak için kısmen borç içinde olduğundan, borcu ödeyene kadar çalışmak istedim İtiraf etmeliyim ki, biraz tiksiniyordum Çünkü toprak bereketli değildi ve insan çiftçi değilse, işçi veya köylü tutmak zorundaydı, yani ya kendin ailenle çalışacaksın, ya da adam tutacaksın orta bir yolu yoktu Fakat o zamanlar bunu yapmadım, komşu köylerden kadın, erkek tüm köylüleri bir araya topladım, harmanlanmamış tek karış toprak bırakmadım, iş büyük hızla devam etti, bizzat ektim, biçtim, sıkıldım, tiksindim, açlıktan bahçede salatalık yemek zorunda kalan aç köy kedileri gibiydim Vücudum sızlıyordu ve ayakta uyuyordum İlk başta bu tür bir yaşantıyı kültürel alışkanlıklarımla bağdaştırabileceğimi düşünmüştüm

Yukarı kattaki en iyi odalardan birine yerleştim ve yemekten sonra kahveyle, likör getirmelerini söyledim Her akşam yatmadan önce Vyestnik Evropi gazetesini okuyordum fakat bir gün bizim papazımız Ivan, gelip bir dikişte tüm likörü içti ve gazete de papazın kızlarına gitti Yazları ise özellikle hasat zamanı, yatağıma gidemedim ve ambardaki kızağın üstünde veya ormancının kulübesinde uyudum, bir şey okuma şansım yoktu, yavaş yavaş alt kata inmeye ve hizmetkarların mutfağında yemek yemeğe başladım, eski lüks hayatımdan hiçbir şey kalmadı, babama hizmet eden uşaklardan başka

İlk yıllarda onursal sulh yargıçlığına seçildim, şehre gidip kongrenin oturumlarına katılmak zorundaydım ve bu benim için hoş bir değişiklikti Burada, özellikle kışın, hiç ara vermeden iki ya da üç ay yaşarsanız, en azından siyah bir palto bile burnunuzda tüter Ve gezici mahkemede üniformalar, redingotlar vardı…avukatlar, tahsilli insanlarbirisiyle konuşmak zorundaydım Kızak üzerinde uyuduktan ve mutfakta yemek yedikten sonra, güzel bir koltukta, iyi çizmeler ve cebinde zincirli saati olan bir paltoyla oturmak ne lükstü!

Şehirde çok iyi karşılandım, kolayca ahbaplıklar kurdum, bunların içinde en samimi olduğum ve doğru söylemek gerekirse en beğendiğim kişi mahkemenin başkan yardımcısı Luganoviç oldu Çok iyi bir kişiliği vardı Tanışmamız meşhur bir kundaklama vakasından sonra oldu, soruşturma iki gün sürdü, yorgunluktan bitmiştik, Luganoviç bana baktı ve dedi ki:

‘Baksana gel yemeği bizde yiyelim”

Luganoviç’i çok az ve sadece resmen tanıdığımdan bunu beklemiyordum ve daha önce hiç evine gitmemiştim Üzerimi değişmek için otele oradan da yemeğe gittim İşte orada Anna Alexyevna’yla tanıştım Luganoviç’in karısıçok gençti, yirmiikisinden büyük değildi ve ilk bebekleri 6 ay önce doğmuştu Her şey geçmişte kaldı ve şimdi onda olağanüstü ne olduğunu tanımlamak bana zor geliyor Beni bu kadar cezbetmesinin sebebi neydi? Yemekte sanki daha önce hiç bu kadar güzel, genç, akıllı ve çekici bir kadın görmemiş gibiydim Ve sanki bu yüz, bu samimi, zeki bakışlar bana tanıdık geliyordu Çocukluğumda, annemin çekmecelerindeki albümde gördüğüm resimlerde bir yerde görmüş gibiydim

İki Yahudi bence tamamen mesnetsiz yere kundakçılıkla ve soyguculukla suçlandı Akşam yemeğinde çok heyecanlıydım, rahat değildim ve ne dediğimi bilmiyordum, fakat Anna Alexyevna, başını sallamaya devam etti ve kocasına

“ Dimitri buna ne diyorsun?” dedi

Luganoviç, iyi huylu ve basit düşünen bir adamdı, ona göre bir adam mahkeme tarafından suçlu bulunmuşsa, suçluydu ve kararın yanlış olduğundan şüphelendiğini söylemenin yeri akşam yemeği ya da özel konuşma değil, yasal bir dilekçeydi

“ O yeri sen veya ben yakmadık ya, ve suçlanan, hapiste olan da ikimiz değiliz” dedi

Ve hem kendisi, hem de karısı mümkün olduğunca çok yeyip, içmem için gayret ettiler Önemsiz bazı ayrıntılardan mesela birlikte kahve yapmalarından ve birbirlerinin leb demeden leblebiyi anlamalarından rahat ve uyum içinde yaşadıklarını çıkarttım Ayrıca misafir seviyorlardı Akşam yemeğinden sonra piyanoda düet yaptılar, sonra karanlık bastı ve ben eve gittim İlkbaharın başlangıcıydı

Hiç ara vermeden tüm kışı Sofino’da geçirdikten sonra, şehri düşünecek vaktim bile yoktu ama tüm bu günler boyunca kumral saçlı, zarif kadını hiç unutmadım Onu düşünmüyordum ama sanki yüzü yüreğimi aydınlatıyordu

Sonbaharın sonlarında, şehirde yardım amaçlı bir tiyatro yapılacaktı Ben valinin locasına gittim (oyunun arasında onlar davet etmişti) Bakınca valinin karısının yanında oturan Anna Alexyevna’yı gördüm Yine o dayanılmaz, heyecan verici güzelliği, tatlı gözleri, yakınlık hissiyan yana oturduk sonra fuayeye gittik

Zayıflamışsınız, hastalandınız mı? Dedi

Evet, omzumda romatizma var ve yağmurlu havalarda uyuyamıyorum

Keyifsiz görünüyorsunuz, sonbaharda bize akşam yemeğine geldiğinizde daha genç, daha kendine güvenliydiniz Daha canlıydınız, daha konuşmaya hevesliydiniz ve ilgiliydiniz ve itiraf etmeliyim ki, yaz boyunca bir şekilde hep aklıma geldiniz Ve bugün tiyatroya giderken sizi göreceğimi düşünüyordum

Ve güldü

Ama bugün keyfiniz yok, bu sizi yaşlı gösteriyor Diye tekrarladı

Ertesi gün Luganoviç’lerde akşam yemeği yedim Yemekten sonra kışa hazırlık yapmak için yazlık villalarına gitmek istediler ben de onlarla birlikte gittim Onlarla beraber şehre döndük ve sakin aile ortamında, şömine önünde çay içerken, genç anne bebeğin uyuyup uyumadığına bakmaya gitti O günden sonra şehre her indiğimde, Luganoviç’lere de uğramayı ihmal etmedim Onlar bana, ben onlara alıştık, sanki aileden biri gibi habersiz gitmeye de başladım

Uzaktaki odalardan birinden o tatlı sesin ‘Kim o?” dediğini duyabiliyordum

Hizmetçi kız veya dadı ‘Pavel Konstantinoviç’ derdi

Anna Alexyevna endişeli bir yüzle gelir ve her seferinde

“ Nerelerdeydiniz epeydir yoktunuz, bir şey mi oldu?” diye sorardı

Gözleri, bana uzattığı zarif eli, giysisi, saçının şekli, sesi, yürüyüşü bana hep hayatımdaki olağanüstü, yeni ve çok önemli bir şey izlenimi veriyordu Birlikte saatlerce konuşuyorduk, birbirimizi düşünerek konuşmadan duruyorduk veya bana saatlerce piyano çalıyordu Eğer evde kimse yoksa çocukla oynuyor, dadıyla konuşuyor ya da kanepede uzanıp, kitap okuyordum Anna Alexyevna gelince de antrede onu karşılayıp, paketlerini alıyordum

“Bir köylü kadının derdi yoksa, bir domuz alır” diye bir atasözü vardır Luganoviç’lerin de bir dertleri yoktu ve beni arkadaşları yaptılar Şehre gitmezsem ya hasta olduğumu ya da bana bir şey olduğunu düşünüp, endişeleniyorlardı Benim gibi, tahsilli, dil bilen bir adamın kendini edebiyata veya bilime adamak yerine, dönen bir tekerlek üzerindeki sincap gibi durup dinlenmeden ve bedavaya çalışmamdan endişe duyuyorlardı Benim mutsuz olduğumu ve acımı gizlemek için yiyip, içip güldüğümü sanıyorlardı Mutlu ve neşeli olduğum anlarda bile onların bana endişeyle baktıklarının farkındaydım Alacaklılar ya da gününde ödenmemiş faizler yüzünden gerçekten endişeli, gergin olduğum zamanlarda bilhassa duygulanıyorlardı Karı, koca ikisi, pencerenin orada fısıldaşıp yanıma gelir ve üzgün bir sesle,

“ eğer şu anda gerçekten paraya ihtiyacınız varsa, karım ve ben borç vermemiz için tereddüt etmemenizi rica ediyoruz” derlerdi

Ve adam kulaklarına kadar kızarırdı, ve pencerenin orada yine böyle fısıldaştıktan sonra yine kulaklarına kadar kızarmış bir şekilde gelip

“ karım ve ben bu hediyeyi kabul etmenizi rica ediyoruz” derlerdi

Ve bana yaka düğmeleri, sigaralık veya bir şamdan verirlerdi Ben de onlara köyden tereyağ, av eti, çiçek getirirdim Lafı gelmişken, her ikisinin de oldukça serveti vardı İlk günlerde kimden olursa olsun, çok borç almıştım, ama dünyada onlardan borç almazdım

Evde, ambarda, tarlalarda mutsuzdum Güzel, genç, zeki bir kadının neredeyse yaşlı(adam kırkın üzerindeydi) cansız adamla evlenmesindeki sırrı, ondan çocuk yapmasını, balolarda olup biteni sessiz, cansız bir ifadeyle dinleyen, bu sıradan, iyi kalpli, basit adamı anlamaya çalışıyordum Niye önce benimle değil, bu adamla tanışmıştı? Niye hayatımızda böyle korkunç bir yanlışlık olmuştu?

Ve ne zaman şehre gitsem, gözlerinden beni beklediğini okuyordum, gün boyunca, benim geleceğime dair tuhaf bir duyguya kapıldığını itiraf ediyordu, uzun uzun konuşurduk, sessiz otururduk ama birbirimize aşkımızı itiraf etmedik Korkakça ve kıskançlıkla bunu sakladık Sırrımızı ortaya çıkartacak her şeyden korkuyorduk Onu derin bir şefkatle seviyordum ama savaşacak gücümüz yoksa bu aşkın nereye varacağını düşünüyordum Benimle gelebilirdi ama nereye gidecektik? Onu nereye götürebilirdim? İnanılmaz olan bir şey vardı ki, ona olan kederli aşkım, kocasının, çocuğunun ve evini hayatını altüst edecekti Bu şerefli bir şey olmazdı Eğer farklı bir hayatım olsa her şey farklı olabilirdi, bir bilim adamı, sanatçı, ressam filan olsaydımonu sıkıcı hayatından, bir başka sıkıcı hayata götürecektim, ya bana bir şey olursa, hastalanırsam, ölürsem veya aramız açılırsa ne yapardı?

Görünen o ki, o da aynı şeyleri düşünüyordu, kocasını, çocuğunu, annesinikocasını çocuğu gibi seviyordu, kendisini hislerine bıraksa ya yalan söyleyecek ya da gerçeği anlatacaktı ki, her ikisi de eşit derecede korkunç ve uygunsuzdu Ve aşkının bana mutluluk getirip getirmeyeceği sorusuyla kıvranıyordu Hayatımı daha da karıştıracak mıydı, zaten yeterince zor bir hayatım vardı…yeni bir hayata başlayacak kadar enerjik, genç ve çalışkan değildi Ve kocasıyla sıksık bana yardım edebilecek, iyi bir ev hanımı olabilecek bir kızla evlenmem gerektiği konusunda konuşuyorlardı Tüm şehirde böyle bir kız bulmamın güç olacağını da ekliyordu

Bu arada yıllar geçti, Anna’nın şimdi iki çocuğu vardı Evlerine gidince hizmetkarlar içten bir şekilde gülüyorlar ve çocuklar Pavel amca geldi diyerek boynuma sarılıyorlardı, herkes çok mutluydu, ben de ama kimse ruhumda neler geçtiğini bilmiyordu Bana herkes asil biri gibi bakıyordu, çocuklar da, büyükler de eve asil biri gelmiş, ve benim varlığımla hayatları daha basit ve daha güzel bir hale gelmiş gibi bir his duyuyorlardı Anna ile birlikte tiyatroya gidiyor, beraber yürüyor, yan yana oturuyorduk, omuzlarımız birbirine deyiyordu, tek söz etmeden opera dürbününü elinden alıyordum Ve o an onun benim olduğunu, birbirimiz olmadan yaşayamayacağımı düşünüyordum Fakat tuhaf bir yanlış anlamayla, tiyatrodan eve dönünce, sanki iki yabancı gibi birbirimize hoşça kal diyorduk Şehirde insanların bizim için kimbilir neler söylediğini Allah biliyordu ama söylediklerinde hiç gerçek payı yoktu

Daha sonraki yıllarda Anna annesine veya kızkardeşine sıksık ziyarete gitmeye başladı, keyifsiz olmaktan, hayatının kendisini tatmin etmediğinden ve sıkıcı olmasından yakınıyordu, kocasını ve çocuklarını görmemek umurunda değildi Sinir zayıflığından ötürü tedavi görmeye başlamıştı

Birlikteyken hep suskun, sessizdik, yabancıların yanındayken ise bana tuhaf şekilde kırıcı davranıyordu, neden bahsedersem bahsedeyim tersini savunuyor, muhalefet ediyordu Bir şey düşürürsem, soğukça

“ tebrik ederim” diyordu

Tiyatroya giderken opera dürbünün almayı unutursam,

“ Unutacağını biliyordum” diyordu

Şans veya şanssızlık olsun, hayatımızdaki her şey er ya da geç bitiyor Ayrılma vakti gelmişti Luganoviç batıdaki bir şehre başkan olarak atanmıştı Mobilyaları, atları, yazlık villalarını satmak zorunda kaldılar Bahçeye, yeşil çatıya son kez baktılar, herkes üzgündü, Ağustos’un sonunda doktorlar Anna’yı Kırım’a gönderdiler, kısa süre sonra kocası ve çocukları yeni şehre gitmek üzere yola çıktılar

Büyük bir kalabalıla Anna’yı uğurlamaya gelmiştik Anna, trenin son düdüğünü çalmasına bir dakika kala, kocasına ve çocuklarına veda etti, az kalsın unuttuğu bir pakedi alıp trenin kompartmanına koştum, gözgöze gelince, tahammülümüz tükendi ve onu kollarıma aldım, yüzünü göğsüme gömdü gözlerinden yaşlar boşandı, yüzünü, omuzlarını, yaşlarla ıslanmış ellerini öptüm, Ah, ne kadar mutsuzduk! Ona olan aşkımı itiraf ettim, kalbimde yanan bir sızıyla, bizi sevmekten alıkoyan her şeyin ne kadar gereksiz, ne kadar önemsiz, ne kadar yanıltıcı olduğunun farkına vardım Anladım ki, birini severseniz düşünmeye mutluluktan veya mutsuzluktan, erdemden veya günahtan değil, daha önemli olan, en önemli olan, en tepedeki şeyden başlamanız gerekir Ya da hiç düşünmeyin daha iyi

Onu son kez öptüm, elini sıktım ve ebediyen ayrıldık Tren çoktan hareket etmişti, bitişik kompartmana gittim boştugelecek istasyona varana dek orada oturup ağladım Sonra eve gittim…

Alehin hikayesini anlatırken yağmur dindi ve güneş açtı, Burkin ve Ivanoviç güneş ışığını ayna gibi yansıtan su değirmeniyle güzel bahçe manzarasının gözüktüğü balkona çıktılar Manzaraya hayran kaldılar Tüm samimiyetiyle onlara hikayeyi anlatan bu zeki bakışlı adamın kendini bilime veya hayatını daha güzel yapacak başka bir şeye adamak yerine, bu koca malikanede dönen bir tekerlek üstündeki sincap gibi koşturmasına üzüldüler Ve adamın trende Anna’nın yüzünü ve omuzlarını öperken, kadının ne kadar üzgün olduğunu düşündüler İkisi de şehirde kadınla karşılaşmışlardı Burkin onu tanıyor ve güzel olduğunu düşünüyordu



Alıntı Yaparak Cevapla

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




BUKALEMUN


Polis müfettişi Oçumyelov, yeni bir palto giymiş, koltuğunun altında da bir paket taşıyarak Pazar meydanına doğru yürüyordu Arkasında kızıl saçlı bir polis, elinde bir elek dolusu haczedilmiş Bektaşi üzümüyle yürüyordu Her taraf sessizdi, meydanda in,cin top oynuyordu Dükkanların ve tavernaların açık kapıları, aç ağızlar gibi kederle bakıyorlardı, yanlarında bir dilenci bile yoktu

Birden müfettiş “Demek ısırırsın ha! Seni kahrolası hayvan! Çocuklar tutun, kaçmasın, bugünlerde ısırmak yasaklandı!Tutun hah! Hah!” diyen bir ses duydu

Bir köpek acı acı ciyaklıyordu, Oçumyelov seslerin geldiği yöne baktı ve köpeği gördü, üç ayağı üstünde zıplarken, kolalı gömlekli, yeleğini iliklememiş bir adam da Piçugin’in kereste deposundan çıkmış, köpeği kovalıyordu, adam köpeğin peşinden koştu, bacaklarıyla köpeği yakaladı,köpek yine acıyla bağırdı ve yine ‘tutun kaçmasın” sesi duyuldu Dükkanlardan mahmur yüzlü adamlar çıktı ve üz sonra kereste deposunun orası nereden çıktığı belli olmayan bir kalabalıkla dolmuştu

Polis “bir kavgaya benziyor” dedi
Oçumyelov yarım dönüş yaptı ve kalabalığa doğru yürüdü

Bahsedilen yeleği iliklenmemiş adam kereste deposunun kapısının yanında durmuş, sağ elini havaya kaldırmış ve kanayan parmağını oradakilere gösteriyordu Yarı sarhoş yüzünde ‘bunu ödeteceğim’ yazısı okunuyordu ve parmağını zafer bayrağı gibi sallıyordu Oçumyelov adama bakınca onun nalbant Hirukin olduğunu fark etti Kargaşaya sebep olan üstünde sarı benekli, bir Rus kurt köpeğiydi, ön patisini uzatmış, tirtirtitriyordu, yaşlarla dolu gözünde sefalet ve korku okunuyordu

Oçumyelov, kalabalığı yararak sordu: “Neler oluyor burada? Niye parmağını sallayıp duruyorsun? Bağıran kimdi?”

“Saygıdeğer müfettiş, buradan geçiyordum, kimseyi rahatsız etmiyordum” Hirukin öksürmeye başladı, “Mitri Miritiç’in şöminesi için odun hakkında konuşuyordum ki, bu hayvan hiç sebepsiz parmağımı ısırdı, kusura bakmayın ama ben çalışan bir adamım zararım tazmin edilmeli çünkü parmağımı belki bir hafta kullanamayacağım belkikimsenin bir hayvan tarafından böyle ısırılmaya hakkı yoktur, hepimiz ısırılırsak hayat yaşamaya değmez!

Oçumyelov, kızarak, öksürerek ve kaşını kaldırarak “Hmm…pekala” dedi “Köpek kimin köpeği? Buna müsaade etmeyeceğim, kanunlara riayet etmiyorlarsa, onlara bir ders vereceğim, böyle sokak köpeklerini salmak neymiş görsünler!Yeldrin köpeğin sahibini bul ve rapor ver köpek de gecikmeden boğazlanmalı eminim kuduzdur Kimin köpeğiydi diyorum?

Kalabalıktan birisi “Galiba general Zigalov’un köpeği” dedi

General Zigalov mu? Hmmpaltomu çıkartmama yardım et Yeldrin, korkunç sıcak var, herhalde yağmur gelecek… anlamadığım bir şey var bu köpek seni nasıl ısırdı? Kesinlikle parmağına kadar uzanamaz
Küçücük bir köpek, çiviyle parmağını yaralamış olmalısın sonra da aklına tazminat fikri geldi senin gibileri biliriz hepimiz!Kurnaz şeytan!”

“Saygıdeğer efendim, bu abuksabuk adamın tekidir, şaka olsun diye köpeğin ağzına sigara koydu”

“Bu yalan! Gördün mü ki öyle söylüyorsun? Sayın müfettiş akıllı bir adamdır, kimin yalan söyleyip, kimin doğru söylediğini görecek Eğer ben yalan söylüyorsam, mahkemeye çıkarım kanunda hepsi yazıyor artık hepimiz eşitizkendi ağabeyim de jandarmada ve ben derim ki…”

“Tartışmayı bırak!”

Polis emin bir şekilde “Hayır bu generalin köpeği değil, onunkiler genellikle Seter cinsi köpeklerdir” Dedi

“Bunu iyi biliyor musun?”

“Evet efendim

“Ben de biliyorum generalin değerli, cins köpekleri var, bu Allah bilir neyin nesi? Ne kürkü var, ne bir şeyi, adi bir yaratık! Hem böyle bir köpeği beslemek, Petersburg veya Moskova’da böyle bir köpeği sokağa salsalar, ne olur biliyor musunuz? Kanun filan dinlemez hemen boğazlarlar! Sen yaralandın Hirukin ve bunu yanlarına bırakamayız, onlara bir ders vermenin vakti geldi de geçiyor!”

Polis “Yine de belki generalindir boynunda yazmıyor ya! Geçen gün bahçesinde buna benzer bir köpek görmüştüm” diye söylendi

Kalabalıktan bir ses “Bu kesinlikle generalin köpeği!” dedi

“Hmm paltomu giymeme yardım et yeldrin, çocuğum… Rüzgar esiyor… üşüdüm… Köpeği generale götür ve bilgi al, benim bulduğumu ve gönderdiğimi ve sokağa bırakmamalarını söyle değerli bir köpek olabilir ve her serseri köpeğin ağzına bir puro koyarsa, kısa sürede ölür Köpek hoş bir hayvandır sen de elini indir! Sallayıp durman faydasız taşkafa! Kabahat senin!”

“Generalin aşçısı geliyor, ona soralım Merhaba Prohor, şu köpeğe baksana, sizinkilerden mi?”

“Hiç böyle bir köpeğimiz yok

Oçumyelov “Vakit kaybetmek gereksiz, bir sokak köpeği… madem bir sokak köpeği sokak köpekleri imha edilmeli”

Prohor “Köpek bizim değil ama generalin dün gelen ağabeyinin köpeği, efendim avcılıktan hoşlanmıyor ama saygıdeğer ağabeyi avcılığı pek sever”

Oçumyelov neşeli bir gülümsemeyle“Ekselanslarının kardeşinin buraya geldiğini mi söylüyorsun? Şey, ben bilmiyordum… hiç duymadım… ziyarete mi geldi?”

“Evet

“Şey kardeşinden pek uzak kalamazdemek bu saygıdeğer ağabeyinin köpeğiymişbunu duyduğuma memnun oldum Al şunu, fena bir köpek değil, neşeli bir yaratık, arkadaşının parmağını ısırmış hahaha! Gel bakalım niye titriyorsun? Grr…kızmış…tatlı, küçük bir köpek”

Aşçı köpeği çağırdı ve birlikte kereste deposundan gittiler kalabalık Hirukin’e güldü

Oçumyelov fiyakalı paltosuna sarınırken, “seni pişman edeceğim” diyerek adamı tehdit etti ve yoluna devam etti



Alıntı Yaparak Cevapla

Cehov'dan Hikayeler

Eski 06-24-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cehov'dan Hikayeler




ANYUTA

Büyük bir apartmanın en ucuz, mobilyalı dairesinde, tıp 3 sınıf öğrencisi Stephan Klotçkov, bir aşağı, bir yukarı geziniyor, gayretli bir şekilde anatomi dersi çalışıyordu Ezberlemekten ağzı kurumuş, alnı terlemişti Buzlanmış pencerenin önündeki taburede odayı paylaştığı kız oturuyordu – Anyuta Yirmibeş yaşında, soluk yüzlü, gri gözlü, esmer, zayıf bir kızdı Oturduğu yerde kırmızı iplikle bir erkek gömleğine nakış işliyordu Kız saate karşı yarışıyordu, koridordaki saat iki’yi çaldı ama buna rağmen küçük oda sabaha hazır değildi Ortalığa saçılmış kitaplar, dağınık yatak örtüleri, yastıklar, sigara izmaritlerinin yüzdüğü pis kokulu küllük, yerlerdeki pislikler, sanki her şey kasten böyle karmançormandı
Klotçkov tekrarladı: “Sağ akciğer üç kısımdan yapılmıştır, sınırlar, üst kısım toraksın iç duvarı beşinci veya dördüncü kaburgaya ulaşır, lateral yüzeyde dördüncü kaburgaspina spacualenin arkasında
Klotçkov gözlerini tavana kaldırdı ve az önce okuduğu şeyleri hayal etmeye çalıştı, net bir şey göremeyince, yeleğinin üzerinden kendi kaburgalarını yoklamaya çalıştı
Bu kaburgalar bir piyanonun tuşları gibi, bir şekilde bunları öğrenmeli, veya iskelet ya da canlı birinin vücudu üzerinde incelemek gerekir Dedi Anyuta, kaburgalarını sayayım
Anyuta, dikişini bıraktı, blüzünu çıkardı ve dik durdu, Klotçkov kızın karşısında durdu, kaşlarını kaldırdı ve kızın kaburgalarını saymaya başladı
Hmminsan ilk kaburgayı hissedemiyor, kürek kemiğinin arkasında, bu ikinci kaburga olmalıevet bu üçüncübu dördüncüniye sallanıyorsun?
Ellerin soğuk
Hadi, hadi seni öldürmez, bükme kendinio halde bu üçüncü kaburga olmalı, çok zayıf gözüküyorsun ama yine de kaburgaların sayılmıyor, bu ikinci, bu üçüncü ah, çok karmaşıkinsan iyi anlayamıyor, çizmem lazım, kalemim nerede?
Klatçov kalemini aldı ve Anyuta’nın göğsüne kaburgalarının üzerinde birbirine paralel çizgiler çizdi
Birinci sınıfşimdi seni dinleyeceğim, ayağa kalk
Anyuta ayağa kalktı ve çenesini kaldırdı, Klotçkov onun ciğerlerini dinlemeye başladı o kadar işine dalmıştı ki, Anyuta’nın dudaklarının, burnunun ve parmaklarının soğuktan mosmor olduğunu farketmedi Anyuta titredi ve öğrenci farkedecek, çizmeyi ve dinlemeyi bırakacak ve belki sınavı vermeyecek diye korktu
Klotçkov bitiridği zaman “şimdi hepsi netleşti” sen şöyle otur ve çizdiklerimi silme, bu arada ben biraz daha öğreneyim
Ve talebe yine bir oraya, bir buraya yürüyerek ezber yapmaya devam etti Anyuta göğsünde siyah çizgilerle dövme yaptırmış gibi, titreyerek ve düşünerek orada oturuyordu Kural olarak çok az konuşurdu, her zaman sessizdi ve düşünceliydi
Altı veya yedi yıl boyunca gezdiği bir mobilyalı odadan, diğerinde, Klotçkov’a benzeyen beş talebe tanımıştı Şimdi hepsi eğitimlerini bitirmişler, hayata atılmışlar ve tüm saygın insanlar gibi kızı çoktan unutmuşlardı Bir tanesi Paris’teydi, ikisi doktor olmuştu, dördüncü ressamdı ve beşinci söylendiğine göre çoktan profesör olmuştu Klotçkov altıncıydı Yakında o da tahsilini bitirip hayata atılacaktı Kuşkusuz önünde iyi bir gelecek vardı, mutlaka büyük bir adam olacaktı
Fakat şu anda Klotçkov’un ne tütünü, ne çayı vardı, kesme şeker de sadece dört tane kalmıştı Kız acele edip nakışı bitirmeli ve nakışı ısmarlayan kadına götürmeliydi, kazandığı çeyrek rubleyle Klotçkov’a çay ve tütün alabilirdi
Kapıda bir ses “girebilir miyim?’ diye sordu
Anyuta çabucak omuzlarına bir yün şal aldı, ressam Fetisov içeri girdi
Kaşlarının üzerine dökülen uzun saçlarıyla, vahşi bir hayvana benziyordu Klotçkov’a senden bir iyilik istemeye geldim, iki saatliğine genç hanımı bana ödünç verebilir misin, gördüğün gibi resim yapıyorum ama modelsiz olmuyor
Ah, memnuniyetle, git onunla Anyuta
Anyuta alçak bir sesle işlerim ne olacak diye mırıldandı
Saçmalama adam seni sanat aşkına istiyor, saçmasapan şeyler için değil, niye ona yardımcı olmuyorsun?
Anyuta tekrar giyinmeye başladı
Klotçkov ne resmi yapıyorsun? Diye sordu
Ruhgüzel bir konuama bir türlü olmuyor farklı modellerden çalışmam gerek, dün mavi bacaklı bir kızla çalıştım, bacakların niye mavi diye sordum ve çoraplarının boyadığını söyledi, sen hala sırıtıyorsun, dostum, biraz sabırlı olmalısın
Tıp öyle bir meslek ki, sırıtmadan insan tahammül edemez
Hmmkusura bakma ama Klotçkov domuz gibi yaşıyorsun odan berbat
Ne demek istiyorsun? Elimde değil, babamdan ayda sadece 12 ruble alıyorum ve bu parayla doğru dürüst yaşamak mümkün değil
Ressam tiksintiyle kaşlarını kaldırarak Evet, evet dedi, ama yine de daha iyi yaşayabilirsin, tahsilli bir adam zevkli olmalıdır değil mi? Burası neye benziyor Allah biliyor yaniyataklar yapılmamış, yerler pislik içinde dünkü çorba hala tabaklarda
Bu doğru ama Anyuta’nın vakti yoktu, bütün gün meşguldü
Anyuta ile ressam gidince, Klotçkov kanepeye uzandı ve ezber yapmaya başladı, sonra istemeden uykuya daldı ve yarım saat sonra uyandı, başını ellerinin arasında alıp, karamsar bir ruh haline kapıldı ressam arkadaşının ‘tahsil ve zevkle’ ilgili sözlerini hatırladı, şimdi çevresi ona iğrenç gözüküyordu, gözlerinin önüne gelecek günleri geldi, muayenesinde hastaları muayene ediyor, gerçek bir leydi olan karısı ile birlikte büyük bir salonda akşam yemeği yiyordu, şimdi içinde sigara izmaritlerinin yüzdüğü tabak ona da iğrenç görünüyordu, hayal kurarken, gözünün önüne Anyuta da geldi, zayıf, kılıksız, acınasıve ne pahasına olursa olsun kızdan ayrılmaya karar verdi
Kız ressam’ın yanından gelip, ceketini çıkardı, Klotçkov ayağa kalktı ve ciddi bir sesle kıza
“ bak kızım, şimdi otur ve beni dinle ayrılmamız lazım, gerçek şu ki, seninle daha fazla birlikte oturmak istemiyorum
Anyuta ressamın yanından yorgun, bitkin bir halde dönmüştü, saatlerce ayakta durmaktan yüzü daha incelmiş, çenesi daha sivrilmişti, öğrencinin sözlerine bir cevap vermedi dudakları titremeye başladı
Talebe “biliyorsun er ya da geç ayrılacaktık, sen hoş, iyi bir kızsın ve aptal değilsin anlayacaksın
Anyuta tekrar ceketini giydi, sessizce nakışını, iğnesini, ipliğini topladı, pencerenin oradaki dört kesme şekeri alıp masanın üzerindeki kitapların yanına koydu
Bu senin şekerin dedi ve gözyaşlarını gizlemek için arkasını döndü
Klotçkov “niye ağlıyorsun?” Diye sordu
Klotçkov, şaşkın bir şekilde odayı arşınladı ve
Sen tuhaf bir kızsın, ayrılmamız gerektiğini biliyorsun ömür boyu birlikte kalamayız dedi
Kız tüm eşyalarını almıştı ve allahaısmarladık demek için ona döndü, Klotçkov kız için üzülüyordu
İçinden bir hafta kalmasına izin versem mi? Diye düşündü kalsa daha iyi olur, bir hafta içinde gitmesini söylerim Kendi zayıflığına kızdı ve kıza kabaca bağırdı
Gel, niye orada duruyorsun? Gidiyorsan git, gitmek istemiyorsan ceketini çıkart ve kal! Kalabilirsin!
Anyuta ceketini çıkardı, burnunu çekti, iç geçirdi ve yine pencerenin yanındaki tabureye oturup, hiç değişmeyen pozisyonuna döndü
Öğrenci ders kitabını aldı ve yine odada oradan oraya dolaşmaya başladı, ‘sağ akciğer üç kısımdan oluşur diye tekrarladı
Koridorda birisi olanca sesiyle bağırdı “Grigory, semaver!”



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.